Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
sark

Rabıta-ı Şerife/ Üstad'dan

Recommended Posts

MEKTUP SURETİ

 

Biliniz ki, sizin ve bütün insanların din ve dünya saadeti, Mevla olan Hakka ait ''Zat'' ismini zikrederek vaktini mamur etmekle meydana gelir.

 

Şı kadar ki, ya kamil mürşidden, yahut kamil mürşidin şeriat ve tarikat ölçü ve edeplerine bağlı ve ''bid'at''^yenilik uydurmaları^ icat etmekten sakınır, nisbetleri gerçek mezunlardan usulü ve şekli öğrenilmeksizin zikir ile uğraşılacak olursa, faidesi az ve belki hiç olur. Zira izinli zikir mukarrabin^Hakka yakınlar^ın işi, izinsiz zikir ise ''ebrar''^cennetlikler^in amelidir.

 

''Cennetliklerin iyilikleri Hakka yakınların kötülükleridir.''

 

Hükmü bunlar hakkındadır.

 

Sizin ara-sıra zikirle uğraştığınızı, fakat izin almamış olduğunuzu bildiğimden tafsilatıyla yazıyorum. Tekrar tekrar okuyup saklayınız:

 

''Zikr'' kelimesi Arapçadır. Türkçe manası anmak, yani hatırlamak.. Hatırlamak ise kalbin sıfatlarındandır. Lisanın onda payı yoktur.

Böyle olunca, bilinen zikir üç kısımdır:

 

1-Yalnız dille, yani kalp beraber değilken yapılan ki, faidesi azdır.

''Azap, o kimselere ki, Allah'ın zikrini işittikçe kalplerine kasvet çöker!''

Mealli ayet bu nevi zikir hakkındadır.

 

2-Yalnız kalbi^içten^zikir ki lisanın onda haz ve yeri yoktur.

İşte bizim yolumuz, Nakşilik tarikatına mahsus zikir budur.

 

''Rabbinizi gizli ve yalvarışlı anınız!''

''Biliniz ki, ancak Allah'ın zikriyle kalp doyar.''

''Rabbinizi nefsinizde zikrediniz!..''

 

Zikrin yalvarış halinde ve gizli olmasındaki fazileti ve kalpleri tatmin etmesindeki hikmeti anlatan yukarıdaki ayet mealleri ve benzerleri, hesapsız hadisler ve eskilerin eserleriyle sabit tarz...

 

3-Lisan ve kalble birlikte olanı ki, Allah ehlinin büyükleri, yüksek derecelere erişlerinden sonra bu çeşit zikir ile meşgul olabilirler.

 

Bizimki büyüklerimizin zikirleri, başlangıç olarak Alemin Fahrine bağlı bir kayfiyet; ve Hicret gecesinde, Sevr mağarasında, Hazret-i Ebubekir'i diz üstü oturtmak ve gözlerini yumdurmak suretiyle talim buyurdukları şekil..

 

Bu nevi zikir:

''Sadıklarla beraber olunuz!''... ''Nefsini sabra erdir, o kullar içinde ki, her zaman Allah'a dua halindedir!''

 

Meallerindeki ayetler ve;

''Evliyanın zikrinden rahmet iner!''

Hadisiyle senetlidir.

Maveraunnehir ve Buhara'da 12 asırlık Hanefi alimlerinin yol gösterişleri sırasında bu nevi zikir kullanılmıştır.

 

Her gün, sabah veya akşam namazından sonra, yahut seçeceğiniz herhangi bir saatte, abdestli olarak, temiz bir yerde ve mümkün mertebe tenha bir noktada oturursunuz. Kıbleye döner ve en büyük edeple gözlerinizi yumarsınız. Lisan ile de yirmi beş kere ''estağrufullah'' dersiniz ve her defasında manasını düşünürek söylersiniz.

 

Sonra; bir Fatiha ve üç ihlas okur ve Kainatın Efendisiyle, Şeyh Muhammed Bahaüddin, ^Şah-ı Nakşibend^ ve Gavsı Azam Abdülkadir Geylani Hazretleri'ne hediye edersiniz. Ve onların ruhaniyetlerinden şu istirhamda bulunursunuz:

_Beni de yolunuz ve tarikatınız bağlılarından ve müridlerinden , hesabı görülmüşlerinden ve nisbeti yerine getirilmişlerden sayınız!

İhlas suresini eklemeksizin yalnız bir Fatiha daha okur ve Alemin Fahriyle İmam-ı Rabbani^İkinci Bin Yılın Yenileyicisi Şeyh Ahmed-i Faruki Serhendi^ ve Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri'ne hediye eder, onların ruhaniyetlerinden, keza sizi mahsup ve mensup kabul etmelerini rica edersiniz.

 

Daha sonra yine İhlas suresi ilave edilmeyerek bir Fatiha okunacak, sevabının misli, Allah ve Resulunden başlanarak Seyyid Seyyid Abdullah ve Seyyid Taha Hazretleri'ne hediye edilecek... O'nu, tekrar bir Fatiha okuyup Alem'in Fahri'nden itibaren Seyyid Muhammed Salih ve Seyyid Fehim Hazretleri'ne göndermek ve aynı istirhamda bulunmak takip edecektir.

 

Nihayet, kısaca ''tefekkür-ü mevt'' denilen, ölümü düşünmek ve bu düşünce ile hallenmek geliyor.

Kendinizi vakıa halinde ölü ve teneşir tahtası üzerinde, kefene sarılmış tasavvur edeceksiniz!.. Tabuta konulmuş ve mezara gömülmüş..

Mezarda olduğunuz halde, mürşidi, piri, Allah ile aranızda vesile ve vasıta mevkiindeki zatı düşünerek, onu yanınızda ve karşınızda farzedecek ve onun yüce alnına, yani iki kaşı arasına gözlerinizi dikeceksiniz!

 

Keskin bir aşk iradesşyle,

''Vesileye yapışınız!''

Mealindeki ayete uyarak o zatın ulu simasına hayal haznenizde yer verecek, onu kalbinizde hayal yoliyle durduracaksınız!

İşte rabıta budur.

Nice ayet ve hadis ve eski din büyüklerinin eserleriyle ispatlıdır. Tarikatların hemen hepsinde ve hususiyle Nakşilik yolunda muteber ve mühim bir esastır.

''Rabıta''nın zaman bakımından en kısası bir saatin dörtte biridir. Daha az olursa tesiri de az olur.

Sabit olunmuştur ki, rabıtasız zikir erdirici değil, zikirsiz rabıta ise tek başına erdiricidir!!

 

Rabıta her işte öncüdür. Hususiyle zikre çalışmada yardımcı ve ulaştırıcıdır. Allah'ın has halvet odası olan kalbi, nefsani kirliliklerden ve şeytani kıyafetlerden temizler. Sultan derecesinde üstün zikrin gelmesine istidat doğması için ona başvurulmuştur.

Rabıta üç kısımdır:

1-Pirin suretini (yüzünü) sadece hayalinde tasarlamak... Bu kısım, zikrin başlangıcında lazımdır.

 

2-Pirin suretini kalbinde tasavvur etmek... Ve zikir esnasında bu suret ihtiyarsızca zuhur ederse onu kalbinde durdurmak ve böylece zikre devam etmek...

 

3-Pirin kıyafet ve heyetine aynen bürünmek, kendini mürşid şeklinde görmek ve hayal etmek...Bu vaziyette meydanda olan anki pirdir, kendisi değil...Bu kısım rabıta ibadetlere mahsustur. Mesela Kur'an dinlerken gözlerini yumar ve kendisini pirin vücudu ve kıyafetinde görür. Olan, sanki pirdir, kendisi değil.. Keza Kur'an ve ''Delail'' okurken, vaaz ve ders dinlerken, namaz kılarken kendisini mürşidinin kıyafet ve heyetinde hayal eder. Namazda kıyam (ayakta duruş), kuud (oturuş), kıraat ( Kur'an okuyuş) fiilerini yerine getiren, sanli pirdir, kendisi değil.

 

Bu tarzda namaz, zikir ve ibadetin halavet ve lezzeti başkadır.

İlahi huzura, o huzura layık bir vasıtayla girilir ve;

''Vesileye yapışınız!''

Mealindeki ayete uygun hareket edilir.

Rabıtanın başka bir tecellisi vardır.

Kendinizi daima pir ile beraber bulundurmuş ve sadıklarla beraber olmayı emreden ayete uymuş oluyorsunuz.

Bu yolda amel eden salik çabuk terakki eder ve Allah'a yakınlığın yüksek derecelerine erer.

Bu son rabıta şekline ''telebbüsi rabıta'' kılığa bürünme rabıtası ismi verilir.

Mürid, telebbüsi rabıta ile şeyhinin kılık ve kıyafetine bürülü olarak kalbine yönelir.

Kalp, sol memenin altında, iki parmak aşağıda, üçüncü parmağın yerinde bir et parçasına ilişik nurani bir kuvvet... Bu et parçası adeta yumurtaya benzer. Sivri başı sol kaburga kemiğinin altında, kalın başı ise içeriye doğru girmiştir. Buna ''kalb-i sanuberi'' derler. ''Sanuberi'' kalb, hakiki kalbe hücre ve yuva gibidir.

 

Zikredici, vücudunu eziyet ve ağrıya bırakmazsızın, edeble, namazda oturur gibi, dizüstü çöker. Başını ve gövdesini azıcık kalb tarafına doğru meylettirir ve gözlerini yumar. Göz, kalbin delili ve kılavuzudur. Göz neyle meşgul olursa kalb aynı şeyle meşgul olur. Bu yüzden ''zahiri hasse'' ^dış duygu^ aletlerinin faaliyette kalması lazımdır. Vücudun hiçbir uzvu isteğiyle hareket etmeyecektir. Ondan sonra dudakları birbirine yapıştırır , dilini damağına iliştirir ve Celal kelimesini, hayal kanalıyla o nurlu kuvvet üzerinde yürütmeye koyulur.

 

Yani, hayal lisaniyle,zevk, şevk, hürmet ve tazim duygularının son haddi içinde...

''Hiçbir şer ona misil değildir!''

 

Mealli ayete uygun olarak hiçbir şeye benzemeyen ve hiçbir şeyin kendisine benzemediği Zat adını, O'nun Celal ismi olan ''Allah, Allah, Allah'' diye söyler. O anda hiçbir sıfatını tasavvur etmez; hatta nazır ve mazur olduğunu da hayaline uğratmaz. Tesbihini alıp sağ elinin baş parmağı ile ''Allah, Allah, Allah'' diye çeker. Kalbine bir hatar^ani olarak kalbe gelen yabancı his ve fikir^ düşmemesi için de, kendisine münasip gelen biçimde, hızlı hızlı, yahut yavaş yavaş zikreder. Zikir, herhalde kalbin muhitinde olmak gerekir.

 

Zikrin günlük miktarı beş bin olmalıdır. Fakat bu kadarı azdır. Ramazana mahsus olarak on beş bin, Ramazan dışındaysa işiniz olduğu takdirde yedi bin, meşguliyetiniz yoksa yine on beş bin olması evladır.

 

Zikrin bundan daha ziyade anlatılması imkan dışında...

Zikrin keyfiyeti ancak çok yapılmakla anlaşılır.

 

Fariside demişlerdir ki;

''Zikri iyi yapmak, çok yapmakla olur.''

 

Yine fariside demişlerdir ki;

''Can bedendeyken zikret! Kalbin temizliği zikriledir!''

 

Ve yine Fariside demişlerdir ki;

''Zikirden gayrı herşey, can çıkarmaktan ibarettir!''

 

Gerçek odur ki, zikir ile kalp temizlenir, zikr ile ilahi muhabbet doğar, zikr ile ibadetin lezzeti duyulur. Zikr ile İslami akide kuvvetlenir. Zikr ile namaza zevk ve şevk duyarak girilir. Zikr ile Şer'i hükümler kolaylık kazanır. Zikr ile taklitçilikten vicdaniliğe geçilir.

 

''Allah'ı çok çok zikrediniz!''

Hükmü bu hale işarettir.

Şunu bilmez lazımdır ki:

Yüce tarikata bağlanmak önce tövbe, sonra istihareyle olur. Mektubumun elinize geçişinde, eğer arzularsanız, şartlarını toplayıcı bir tövbe, yani:

 

_Yarabbi, buluğa erişimden bu ana değin ettiğim günahlardan nedamet ettim, pişman oldum ve bundan böyle, inşaallah, günah işlememeye azmettim!

 

Demek icap eder. Günahların tafsiline, teker teker sayılmasına ihtiyaç yoktur. Zira tarikatimizde tövbe tedricidir, bir defada değildir. Tafsilini zamana bırakmışlardır. Bu da sünnet olan gusüllerdendir. Onda sünnet dışında ve sünnetten fazla bir şey mevcut değildir.

 

Gusülden sonra bir gece istihare etmelidir. Bu da sünnettir. " İstihareye niyet ettim!" der ve iki rekat istihare namazına durursunuz. İlk rekatta sure eki olarak "Kfirun" ikinci rekatta da "İhlas" suresini okursunuz. Peşinden anlatıldığı gibi, her gün zikre devam edersiniz!

 

Allah muvaffak buyursun!

 

Orada okunan " Hatme-i Hacegan" tamamı tamamına tarikatımız edebine uygunsa siz de katılırsınız, değilse uzak kalırsınız!

 

Şüphe ettiğiniz, yani anlayamadığınız şeyler olursa bize yazarsınız, cevabını gönderirim.

 

Baki Tevfik Haktan...

İyi sonlar dilerim, biraderim.

 

 

Zilkaade/1341

31 Mayıs 1339 (1923)

ARVASİZADE ALDÜLHAKİM

Share this post


Link to post
Share on other sites

eğerki hala zikir meclislerinde o anı yaşayamamış olanınız var ise dua'm odurki biran önce bir zikir meclisine giresiniz, toplumda zikir çekmek denince farklı yorumlar algılamaların olduğu bir gerçek televizyon haberlerinin etkisiyle o ortamı bizzat yaşamadan sadece karalama propaganda haberlerine bakarak zikiri zikir çekmeyi zikir sohbetlerini yanlışmış gibi algılama gibi bir yanlış var toplumumuzda, insan merakından dahi olsa birkez gelip o meclisleri görse art niyetsiz gözle bir baksa gerçeği görecekler fakat medyanın kötü imaj çalışmaları sonucu bayağı bir toplumu zikir sohbetlerine karşı ön yargılı yapmışlardır, bize düşen birer ikişer eş dost o ortamlara davet edip karşı psikolojik savaş taktiğini uygulamalıyız, ki o zikir halkalarındaki manevi tad birkez damağa yapıştımı bırakmak ne mümkün ALLAH(c.c.) dilimizi kalbimizi zikirsiz bırakmasın.

 

ALLAH(c.c.) nun RESÜLU(S.A.V.) :kalpte aynı demir gibi paslanır demirin pasını yağ kalbin pasını zikir temizler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ne kadar kıymetli bir yazı!...

Yazının kıymetinin yanında yazan ve yazanın yolu!...

Elhamdülillah!...

Ve maaşallah!...

 

Allah, büyüklerin sırrını artırsın...

Ve bu kapıdan ayırmasın...

Share this post


Link to post
Share on other sites

RÂBITA

 

Râbıta kelimesi lügatte "İki şeyin birbirine bağlanması" demektir. Tasavvuf dilinde ise, mürşid ile mürîd arasındaki ilâhî feyzin akışını sağlayan ma’nevî bir bağdır. Bu bağa, Kur'ân-ı kerîm’de ve Hadîs-i şerîflerde bazen açık, bazen de zımnen işâret edilmiştir.

 

Râbıta, Cenâb-ı Hakk'ın tecellî ettiği ve bu sebeble nûr, feyz ve muhabbetle süslenmiş olan insan-ı kâmil'in gönlüne teveccüh etmek, bu sâyede Hakk'a vuslat yolunda vesîleye sarılmaktır. Gâye Hakk'a yaklaşmak, O'nun rızâsını kazanmak, O'nun ahlâkıyla ahlâklanmaktır.

 

Allâhü Te’âlâ: "Ey îmân edenler! Allâh'tan korkun ve sâdıklarla beraber olun." (Tevbe s. 119) buyuruyor. "Sâdıkîn"dan murâdın "Mürşidûn" olduğu Bahru’l-Hakâyık tefsîrinde beyan buyrulmuştur.

 

Allâhü Te’âlâ ehl-i imânı bu Âyet-i kerîme ile sorumlu kılmış, vâris-i enbiyâ olan bir Mürşid-i kâmil'in maiyyetinde bulunmalarını emreylemiş ve vâcib kılmıştır. Allâhü Te’âlâ'nın “Teklif-i mâ-lâ yutâ‛” olmayacağı, yani kuluna güç getiremeyeceği şeyi teklif etmeyeceğine göre; sâdıklarla beraber olmayı emredince, her zaman için sâdıkları bulundurmayı temin etmiş demektir.

 

Mürşidle beraberliğin bir kısmı cismâni olduğu gibi, bir kısmı da rûhânîdir ki, bunu râbıta ile îzâh edebiliriz. Râbıtanın azlık ve çokluğu, yani zayıflık ve kuvvetliliği muhabbetin azlık ve çokluğuna tâbi olacağından, muhabbet arttıkça râbıtanın kuvveti de artar.

 

Bir âyet-i kerimede şöyle buyruluyor: “Ey îmân edenler! Allâh'tan korkun ve O'na yaklaşmaya vesile arayın.” (Mâide: 35)

 

Dikkat edilirse bu Âyet-i kerime'de takvânın yanında kurtuluş için bir de vesîle şartı getirilmiştir. Bahsedilen vesîleyi ulemâ, Mürşid-i kâmil olarak tefsîr etmişlerdir.

 

Abdullâh ibn Mes'ud (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bir Hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

 

“İnsanlar içinde öyleleri vardır ki, Allâh'ı hatırlamanın anahtarıdır. Onlar görüldüklerinde Allâh zikrolunur." (Câmi’u’s-sağîr, 2466)

 

Kalbin gıdası durumunda olan feyz, muhabbet gibi kavramlar, Allâh'ın yaratığıdır, mahlûktur. Nasıl ki Cenab-ı Hakk'ın maddî ni’metlerinden olan ekmek, para ve mal gibi maddî yaratıkları sahiplerinden istemek, bunları elde etmek için çalışmak, âdetullâh gereği ise; aynen bunun gibi, feyz ve muhabbet cihetiyle şereflenen, zengin olan bir insan-ı kâmilden, şartlarına ve edep kurallarına uygun olarak himmet (yardım) istemek de yine âdetullâhın bir gereğidir. Maddî mahlukların tâbi olduğu kurallarla, ma’nevî mahlukların tâbi olduğu kurallar esas itibariyle aynıdır. Nasıl ki bir eve kapıdan giriliyorsa, herhangi bir konuda da istenilen neticeye varmak için âdetullâh denilen sebepler ve hikmetler silsilesine sarılmak şarttır. Aranan netice, onu doğuran sebep ve şartlara uymakla gerçekleşir.

 

Nitekim bu hususta Cenâb-ı Hakk, hidâyet ve rahmetini, enbiyâ ve evliyâ vasıtasıyla kullarına ulaştırmaktadır. Hidâyet ve rahmete ulaştıran başka bir kapının olmaması da yine âdetullâh gereğidir.

 

Kâmil insanın kalbi, nazargâh-ı ilâhîdir. Rabıta da o ilâhî nazaradır. İlâhî tecelli sonucu o insan-ı kâmilin kalbi, feyz ve muhabbetle dolar; râbıta ile insan, o kâmil insanın kalbinde tecelli eden feyz ve muhabbete tâlib olur. Bu taleb, insanı rızâ ve muhabbetullâha çeker. Bu ise vuslat yolunda Hakk'a yaklaşmanın, diğer bir deyişle Allâh'ın ahlâkıyla ahlâklanmanın ifadesidir.

 

O halde râbıta, âdetullâh gereği, hidâyet ve rahmete ulaşmanın yolu ve metodudur. Râbıtaya şirktir mantığı ile karşı çıkanlar, bilmeden feyz ve muhabbeti Cenab-ı Hakk'ın zâtına izâfe etmek sûretiyle kendileri şirke düşmektedirler.

 

Şeyh Es'ad Efendi (k.s.) Hazretleri buyurur ki: "Tarîkat-ı âliyye'de feyz alma ve ilerleme yalnız zikir ve evrâdın çokluğuna bağlı olmayıp, ihlâs-ı kalbiyye ve samîmî muhabbetin de büyük te’sîri bulunduğu erbabına ma’lum ve aşikârdır. Meşâyih-ı kirâm'dan bazısı: 'Şeyhin bir nazarı kırk çileden daha evlâdır.' sözüne ilâveten, feyze nâil olmak için Mürşid-i kâmil'in nûrlu nazarlarını da feyz ve terakkî vesîlesi kabul etmişlerdir." (30. Mektub)

 

Bilindiği gibi, râbıtadan maksâd feyz almaktır. Gerçek feyz kaynağı ise Cenâb-ı Hakk'tan başkası olmadığı şübhesizdir. Şu kadar var ki, Allâh'ın Habibi Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri dahi Cenâb-ı Hakk'ın zât ve sıfatının tecellî mahalli ve mazharı bulunduğundan, Peygamberimiz (s.a.v.)’den feyz almak, Cenâb-ı Hakk'tan feyz almak demektir.

 

Allâhü Te’âlâ'ya âit olan ilâhî feyz Habîb-i Ekrem (s.a.v.)’in deryâsına gelir, oradan da zamanın mürşidinin deryâsına gelir.

 

Ezelî taksimâta dâhil olanların, nasiblerini alabilmeleri için, o deryâya doğru kalblerini açık bulundurmaları lâzımdır. Su mütemâdiyen akıyor, fakat sen testini çeşmeye tutmuyorsun. Testiyi çeşmeye tutmak demek, her şeyden kesilip râbıtada bulunmak, kalbi o deryâya bağlamak demektir.

 

Herşey sevgi ile kâimdir. Sevgi ve teslimiyet kişinin ma’nevî parasıdır. Bunlar ne kadar çok olursa, mürebbînin nazar ve teveccühünü o nisbette kazanır. O sevgi sâyesinde terbiye görür, o sevgi sayesinde terakkî eder.

 

Ma’nevî terakkînin muhabbet ile mümkün olduğu üzerinde bütün evliyâullâh ittifak etmişlerdir.

 

Meselâ telefonla görüşebilmek için, karşılıklı iki kişinin bulunması gerekmektedir. Binâenaleyh deryâdan kalbe ilâhî feyzi çekmek için de iki kişinin olması lâzımdır.

Kalbini Allâhü Te’âlâ'nın dostuna rabtetmek emr-i ilâhî olduğu halde, bu emr-i ilâhîyi inkâr edenlerin ellerinde ne gibi deliller var?

 

Kâbe-i Muazzama'ya secdeye kapanmayı şirk olarak kabul etmiyorsun da, râbıtadan murâd olunan: "Sâdıklarla beraber olunuz!" emr-i İlâhî’sini neden şirk kabul ediyorsun? Hâlbuki o da Allâhü Te’âlâ'nın emri, bu da Allâhü Te’âlâ'nın emri.

 

Kâbe-i muazzama'da Hacerü’l esved, Kâbe-i muazzama'da Altınoluk var. Fakat Allahü Te’âlâ ona öyle bir oluk ihsan buyuruyor ki, feyz deryâsından Resûlullâh Aleyhisselâm'ın deryâsına gelir. Kâinat da o deryâdan alır, o Altınoluk'tan alır. Yani ona yönelen Hakk'a yönelmiş olur. Ondan aldığı feyz, feyz-i ilâhî'dir. Allahü Te’âlâ'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e, Resul-i Ekrem (s.a.v.)’den ona, ondan da ona alınmakla feyz-i ilâhî olur. O gördüğün insan-ı kâmil bir maskeden, bir resimden ibârettir.

 

Cenâb-ı Hakk'ı görmeyen, bilmeyen, ma’siyetten kaçınmayan, kendi nefsini ilâh edinen kimselere yapılan râbıta onun nefis putuna yapmış olur. O da şeytan ile merbûtiyetini kurar. Allahü Te’âlâ Âyet-i kerîmede buyurur ki: "Onlar hakîkaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar. Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allâh'ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytanın taraftârı olanlardır." (Mücâdele s. 18-19)

 

Hem gayri yolda bulunacak, şeytanın izini takip edecek, gayesi ve maksadı peşinde koşacak, cebini dolduracak, şöhret yolunda olacak; hem de tasavvuftan bahsedecek, bu mümkün değil! Bunlar ancak sun'î mutasavvıflardır. Gerçekten, hakîkatten mahrûmdurlar.

Âyet-i kerîmede şöyle buyruluyor: “Resûlüm! Gördün mü o nefis arzûsunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan s. 43) Bunlar, şeyh şeytanı tabir edilen kudda-i tarîk, yol kesici mukallid mürşidlerdir. Bunlar, şeytanın yapamayacağını, şeyhlik maskesi altında yaparlar. Ahkâma ters düşen haller zuhûr ediyorsa o mürşid mukalliddir, sahtedir. Onların Hakk ile işi yoktur. Şeytanın askerleridirler.

 

RÂBITA USÛLÜ

 

Hz. Sâmî (k.s.) Efendimizin usûlü sâde bir usûldü.

 

1- Nebî (s.a.v.) Efendimizin, Medine-i Münevvere’de ravzada mihrâbında, yüzünü cemaate dönük vaziyette tahiyyatta oturduğunu…

 

2- Ondan sonra Nebî (s.a.v.) Efendimizin sağında Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.), ondan sonra Selmân-ı Fârisî (r.a.), ondan sonra Hz. Kâsım bin Muhammed (r.a.), ondan sonra Hz. Ca'fer-i Sâdık (r.a.), ondan sonra Ârifler Sultânı Bâyezid-i Bistâmî (k.s.), ondan sonra Hz. Ebü'l-Hasan Harkânî (k.s.), ondan sonra Hz. Ebû Alî Farmedî (k.s.), ondan sonra Hz. Yûsuf Hemedânî (k.s.), ondan sonra Hz. Abdulhâlık Gocdüvânî (k.s.), ondan sonra Hz. Ârif-i Rivgirî (k.s.), ondan sonra Hz. Mahmûd Fağnevî (k.s.), ondan sonra Hz. Alî Râmitenî (k.s.), ondan sonra Hz. Muhammed Baba Semmasî (k.s.), ondan sonra Hz. Seyyid Emir Külâl (k.s.), ondan sonra Hz. Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddin (k.s.), ondan sonra Hz. Alâaddin Attâr (k.s.), ondan sonra Hz. Ya'kub-ı Çerhî (k.s.), ondan sonra Hz. Ubeydullâh Ahrâr (k.s.), ondan sonra Kadı Muhammed Zâhid (k.s.), ondan sonra Derviş Muhammed (k.s.), ondan sonra Hâcegî Muhammed Emkenegî (k.s.), ondan sonra Muhammed Bâkî-billâh (k.s.), ondan sonra Müceddid-i Elf-i Sânî İmam-ı Rabbânî (k.s.), ondan sonra Urvetü'l Vüskâ Muhammed Ma'sum Fârûkî (k.s.), ondan sonra Şeyh Seyfüddîn-i Fârûkî (k.s.), ondan sonra Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî (k.s.), ondan sonra Hz. Mazhar-ı Cân-ı Cânân Şemsüddîn (k.s.), ondan sonra Hz. Abdullâh Pîr Dehlevî (k.s.), ondan sonra Şemsü'ş Şümûs Hz. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (k.s.), ondan sonra Tâhâ'l-Hakkârî (k.s.), ondan sonra Tâhâ'l-Harîrî (k.s.), ondan sonra Şeyhu'l Meşâyîh Muhammed Es'ad Erbilî (k.s.), ondan sonra Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.)’un oturarak yarım daire oluşturduğu ve bu yarım dairenin en sonunda 33. olarak Hz. Sâmî (k.s.) Efendimiz ve 34. olarak Hz. Sâmî (k.s.)’un yanında Efendimiz (s.a.v.)’in tam karşısında tahiyyat oturuşunda kendinin oturduğunu düşünerek...

 

3- Allâhü Azîmüşşan’ın Nebî (s.a.v.)’e ihsân ettiği feyzü füyûzâtı evvelâ Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.)’e aktarıp oradan da silsile yoluyla şeyhinin kalbine gelerek senin kalbine intikâlini tefekkür ediyorsun.

 

Yani Allâh (c.c.)’un Nebî (s.a.v.)’in kalbine ihsân ettiği feyzü füyûzâtın bu silsile yolu ile gelerek kalbine intikâlini düşünerek istifâde etmeye çalışıyorsun. İşte râbıta bu!

 

Burada rabıtayı kime etmiş oluyorsun?

 

Rabıtayı Resûlullâh (s.a.v.)’e etmiş oluyorsun. Resûlullâh (s.a.v.) olmazsa zaten ortada hiçbir şey yok ki…

 

İşin başı kim?

 

Mihrabda oturan İmâm Nebiy-yi Ekrem (s.a.v.) Efendimiz... Bizim dava bu!

 

Talebeleri Ebû Turâb, Asker bin Hüseyin en-Nahşebî hazretlerine diyorlar ki:

 

“Ah Efendim! Siz olmasaydınız biz ne yapardık?” Hazret de diyor ki:

 

“Evlâdım öyle demeyin. Resûlullâh (s.a.v.) olmazsa biz ne olurduk deyin.” diyor. İşte esas mes’ele, lâfın doğrusu…

 

Her işin başında Nebiy-yi Ekrem (s.a.v.) olduğu gibi râbıta konusunda da işin başında Nebiy-yi Ekrem (s.a.v.)’in var olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışmalıyız. Bunun dışında yapılan ta’riflere iltifât etmemeliyiz.

 

http://www.ramazanoglumahmudsamiks.com/menu1_01.php

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...