Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mumin

Necip Fazıl Kısakürek Üzerinden “eylemci Çete'nin...

Recommended Posts

Dün Habertürk’ün Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili “yalvaran mektuplar” manşetiyle sunduğu güyya gizli (!) mektuplar gündeme damgasını vurdu.

 

Bugün ise ( adını Ayşe koyduklarına göre imanlı ana ve babasının aksine) ateistliği ile övünen liberal kalem Ayşe Hür, şehvet boyutunda bir iştahla mevzuuya dalıverdi.

 

Fatih Altaylı ve güdümündeki Habertürk’ün sicili kabarık durumunu hatırlayanlarca bu çapta bir “fahişeliği” normal görmek mümkün. Elbette bu yerinde vasıflandırma bana ait değil. Hasan Karakaya’ya ait.

 

Hatırlamayanlar için hatırlatalım.

Fatih Altaylı, 28 Şubat sürecinde bir ifade kullanmıştı. Yüksek öğrenim hakkının “tesettür” gerekçesiyle gasp edildiği ve İslam ile ilgili tüm belirtilerin “irtica” diye damgalandığı bir dönemde, bu uygulamaları protesto eden öğrencilere “fahişe” deyivermişti. Ve “onlara ne lazım ben biliyorum” diye de ilave edivermişti. Fatih Altaylı’ya göre kaşınıyorlardı. Elbette bu kaşınmanın ne tür bir kaşınma olduğunu, neyin ima edildiğini cümle alem anladı.

 

O devirde Fatih Altaylı yaman bir “irtica ile mücadeleci” idi. Çok cesurdu, ruhunun derinliklerindeki ukdeyi “yalvaran mektuplar” sinsiliğinde ifade ettirmeye ihtiyaç duymuyordu. Zira ortam müsait idi. Gerisinde “asker süngüsü” ile balansı pek ahengli idi.

Elbette bu geçmişte kalmayan bir geçmiş olarak hafızalarımıza kazındı.

 

Şimdi rövanşist olmayalım diyorlar.

Hasan Karakaya’ya selam eder, o meşhur yazıyı kaleme alan ellerinden öperim. (İlgilisi bulsun internetten)

Geçmişte kalmayan bir geçmiş olarak bunu yedeğimize alalım ve daha taze bir “kötü kadınlığa” daha göz atalım.

Yani Mavi Marmara ve dolayısı ile İHH’nın “eylemci çete”ciliğine.

 

Olay şöyle. Habertürk Mavi Marmara olayının gelişimini anlatmak üzere yorumlu bir fotoğraf serisi yayınlıyor. Dileyenler internetten baksınlar. Yorumlarda Mavi Marmara Şehitlerini ve İHH gönüllülerini “eylemci çete”, İsrail askerlerini ise fiyakalı bir asalet ve masumlukla sunuyorlar. Olayın bizzat içinde olan kardeşim olmasa yutacağız!?.. Olayın bizzat içinde olan timetürk yazarları olmasa kanacağız?!..

 

Timetürk yazarları “eylemci çete” imiş!?!..

 

Yine aynı şekilde Suriye direnişinin temiz çocuklarını itibarsızlaştırmak adına atlamadıkları haber, sarılmadıkları yalan yok.

Liste uzun. Laf uzamasın.

 

Fakat birkaç örnekle başladım ki cibiliyetleri ve sinsilikleri iyice anlaşılsın.

 

Çünkü söz sahibine göre kıymet kazanır.

 

Şimdi Necip Fazıl Kısakürek’in “yalvaran mektup”larına geçebiliriz. Gizli ya?!.. Utanmamız gerekiyor ya!?.. Başbakan Necip Fazıl Kısakürek’ci ya?!.. “Dininin, dilinin, kininin…. davacısı bir gençlik!” hayali yaşatıyor, Star Gazetesi’nde “Büyük Doğu”ların tıpkı basımını yayınlatıyor ya!.. Yani kısaca senin Üstad’ın, atıflar yaptığın “Menderes” bak kimmiş demeye getiriyor.

 

Sinsice ve adice dediğim de bu!.. Ayşe Hür Hanımefendi’nin motivasyonu da buradan kaynaklanıyor. Ona ayrı bir fasıl ayırdığımı buradan vaad ediyorum haberi olsun.

 

Şimdi şu gizliye bakalım.. Gizli miymiş?!.. Utanmamız istenen utanılacak bir şey miymiş?!

 

Yer Yassıada Mahkeme Salonu. Kitabın yazarı Necip Fazıl Kısakürek. Kitabın adı “Benim Gözümde Menderes”

 

Sabırla okuyunuz lütfen.

 

Ve söz Necip Fazıl Kısakürek’in;

 

“Beni Yassıada’ya şahitliğe çağırdılar

(…)

Sual:

-Örtülü ödenek vaziyetine ne dersiniz?

 

-Evet aldım. Alırken de bir rejim ve hükumet meddahlığı vazifesini üzerime almadım. Ben, Tanzimattan beri sökün edici oluşların köksüz olduğunu, hiçbir zaman Doğu be Batı arası bir nefs muhasebesine yanaşılmadığını ve mahsup sırrına varılmadığını, her kıymetin ruh ve kökünde, yani İslamda bulunduğunu ve aklımızı Batıdan devşirirken, ruhumuzu Doğuda tutmamız gerektiği üzerinde bütün bir dünya görüşü ve ideal savunucusuyum. İşte Adnan Beyde, Tanzimat’tan bu yana gelmiş sadrazamlar ve başvekiller arasında bu davayı tutmaya müstaid biricik insanı buldum ve yardımını davamın hakkı olarak kabul ettim. Bütün aldıklarımı, mücadelesini ettiğim yolda harcadım. Ve sade harcamakla kalmayıp evimdeki eski koltuk ve halılara kadar da bu uğurda satmaya mecbur oldum. Zira Adnan Beyin “bir kere başla da sonu gelir” diye ettiği her yardım, Demokrat Parti iktidarının menfi kutbu tarafından engellenince, kendisine bir ev yaptırılmaya başlanıp, birinci katı çıkmadan yüzüstü bırakılan bîçare gibi, elimdeki avucumdakini sarfetmeğe, üstelik müthiş bir borç altına girmeğe mahkum oldum. Yani örtülü ödenekten bana verilen paralar, şahsıma bir şey getirmek yerine, benim bütün imkânlarımı yedi, bitirdi ve neyim varsa götürdü. Böylece Adnan Menderes, örtülü ödeneğiyle beni kullanmış değil, asıl ben onu idealim uğrunda kullanmaya teşebbüs etmiş, fakat iradesiz ve sabatsız karakteri yüzünden muvaffak olamamış bulunuyorum. Benim, bir dava uğrunda bir nevi vergi hakkiyle alabildiğim, reklam parasına bile yetmez, gülünç meblağlara karşılık, kendisinden milyonlar devşirip şimdi gözünü oymaya bakan, Büyük Doğu’yu örtülü ödenek beslemesi olmakla suçlayan ve hesap vermeğe davet edilmeyen bazı gazetelerin hali, masumluk ve ulviliğimizin ters tarafından mükemmel bir ifadesidir. İsterseniz bu gazetelerin hesabını yüksek huzurunuzda ortaya dökeyim.

 

-Hayır.

 

-Böyleyken huzurunuzda suçlu sıfatiyle oturan dünün Demokrat Parti Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Başvekili Adnan Menderes’e, bize gösterdiği yarım, devamsız ve samimiyet derecesi belirsiz alakadan dolayı minnettar olduğumuzu ve böyle olmakta devam edeceğimizi bildirmek de vazifemdir.

 

Bu sahne karşısında, söyleyeceği bir şey olup olmadığı sorulan Adnan Menderes, bana uzaktan teşekkür dolu gözlerle bakarak, söyleyeceği sözü olmadığını bildirirken aynı suale mahut savcı, kürsüsünden hafifçe doğrularak, galerinin hayret bakışları karşısında şu cevabı verdi:

-Söyleyecek bir şey yok!

 

147.000

Örtülü ödenekten bana verilenleri 147.000 lira olarak tespit etmişlerdi. 1952’den 1960’a kadar, iki kere günlük, bir defa da haftalık gazete çıkarmam için verilen, üstelik en saf niyetle gazeteme ve davama tahsis ettiğim için yetersizliği yüzünde evimdeki baba mirası eşyayı da götüren ve beni çeneme kadar borca batıran para… Bu 147.000 liranın, üzerine oturup “tamamlanmadıkça bir şey yapamam!” diye onu tasarrufuma geçirmiş olsam ve kendimi pahalıya satmayı bilseydim, o zamanlar oturduğum köşkü bana yüzbin liraya satmaya kalkan ev sahibime “evet!” demekle, bugün, yine dava ve gayeme mahsus olmak üzere birkaç milyonluk bir servet sahibiydim. Bugün, Feneryolu’nda, Bağdat Caddesi üstünde, 5000 metre karelik bahçesiyle bu mülk 5 milyon lira değerindedir.

 

Fakat bende, gayem ve yolum bakımından mutlaka malik bulunmam gereken böyle bir malî ve ticarî şuurdan hiçbir zaman hiçbir eser olmadı; ve mukaddes hedefe yol açabilmek, bir köprübaşı tutabilmek için en yetersiz yardımlara razı olmak ve bu yüzden evimdeki eşyayı da kaybetmek ve borç denizinde boğulmak gibi bir vaziyet doğdu. Yani mahut 147.000, sırf İslamî gayeye yol bulabilmek için, olduğu gibi, pişirdiğim yemeğe gitti, üstelik cebimde ve kilerimdekileri de silip süpürdü.

 

İşte, davamın baş hakkı olarak aldığım ve bunu iftiharla ilan ettiğim, fakat başta Adnan Bey’den milyonlar çimlenip de sonradan onu vatan haini diye teşhir eden namus yoksunu gazetelere nispetle işimi bilemediğim, örtülü ödenek hikayesi bütün içyüzü ve mahrem karakteriyle bundan ibarettir ve bu hikaye ve içyüzü bütün Büyük Doğu’cuların kavraması lazımdır.”

İlgilisi “Benim Gözümde Menderes” eserine bakmalı. Neyi nasıl ve hangi gözle ele aldığını okumalı. Sonra da hayatına bakmalı.

Lafın kısası şu;

 

Koskoca bir imparatorluğun haysiyetli ve şerefli milletinden, batı taklitçiliği maymunluğuna teşne bir sürü oluşturmak hevesindeki bir zihniyet kirlenmesine karşı Anadolu’yu tüm haşmetiyle sarsmaya ve kendi öz dini ve değerlerinin üzerinde tekrar şahlanmaya davet etmek üzere yanıp kavrulan bir adamın, kendinden olduğunu düşündüren bir adamdan, davası adına alamayacağı ve talep edemeyeceği hiç bir imkân yoktur!..

 

Bütün hayatı mutfak ile tuvalet çukuru arasında “pislik” üretmekten ibaret adamların anlayamayacağı, anlasa da itiraf edemeyeceği ve ancak idealist müslüman şahsiyeti ile bir ideal hayali yaşatan insan tipinin bütün kıvrımlarıyla kalben tasdik etmeye gücünün yetebileceği bir hadise ve haldir bu.

 

Yani “tesettür”üm olmadan asla diyebilen!..

 

Yani “Kudüs’üm” olmadan asla diye Mavi Marmara’nın buz gibi güvertesine düşebilen!..

 

Yani “Şam”ın iğfal edilmiş bedenlerinin hesabını görmek üzere yanıp tutuşan!..

 

Yani 28 Şubatın İskilipli Atıfı “Necip Fazıl Kısakürek’in has evladı” Salih Mirzabeyoğlu’na Özgürlük diyebilen!..

 

Yani “amcasının himayesini” davasını mayalamak adına kabul eden Büyükler Büyüğün’nün halinden anlayanların halidir bu!..

Gerisi en galiz haliyle, 80 yıllık bir İslam’dan nefret tarihinden neşet eden iftira, göz bağcılığı ve millet düşmanlığından ibaret!..

Dansöz gibi kıvırmanın alemi yok!.. Allah ve O’nun milletinin düşmanısınız!..Abdullah Kuloğlu

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...