Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
mürid

Sus, İzah Etme

Recommended Posts

Bana sordular:

 

«- Siz tasavvuftan bir şeyler biliyor musunuz? Okuduğunuz kitap oldu mu?»

 

Bahriye mektebindeki hatıramı anlattım. (Semerat-ül Fuad) ve (Divan-ı Nakşî)yi söyledim. Son zamanlarda da, karıştırdığım (Marifetname)... Nakşî divanının kimin eseri olduğu sualine cevap veremedim.

 

İşte, ateşten harflerle beynimi dağlayarak söyledikleri ilk fikir:

 

«- Bu iş kitapla olmaz. Akılla da varılmaz... Hiç yemeğin lezzeti çatal bıçakla aranıp bulunabilir mi?»

 

«- Ya siz ne okudunuz?»

 

Sualine karşı, Abidin Dino, iyi Türkçe bilmediğini, kültürünün daha ziyade Fransızcaya bağlı olduğunu ve İslâm tasavvufuna ait bir kaç Fransızca kitap okuduğunu söyledi. «Beka» ile «Fenâ»yı, (Baka) ve (Fana) diye heceleyerek, Fransızca bir kitabın gördüğü ve gösterdiği oyuncak klişeleri sıraladı.

 

Derin derin dinlediler; «beka» ile «fena»yı ele aldılar ve kalbin bir mertebesine ait «fenâ»da:

 

«- O zaman istikâmet, cihet diye bir şey kalmaz insanda...»

 

Buyurdular.

 

Henüz idrakim, işin şiirine ve dış estetiğine bağlı olarak, insanoğlunda madde, mesafe, hacim, mekân emniyetini allak - bullak eden bu oluş, ideâl dünyanın şartlarından biri şeklinde hayâlimi öyle kavradı ki, zaman ve mekân temasını kaybeder gibi oldum ve artık tek lâf etmeksizin kendilerine mıhlandım.

 

Konuştular; şu veya bu vesileyle hep konuştular. O ahengi belirsiz, ağlamaklı sesi; ve rengi meçhul kucaklayıcı gözlerle konuştular.

 

Belki üç, belki beş saat süren o günden, o günkü konuşmalardan hatırladığım yalnız bir ahenk çağlayanı. Başka hiç bir şey bilmiyorum. Sonra sonra seyrek de olsa dokuz yıl süren temaslarım içinde, bahislerin hemen bütün köprü başlarını kelimesi kelimesine hatırlıyorum da o günden, o günkü konuşmalardan bende (kloroform) tesiri gibi bir kendimden geçme hissinden başka bir şey hatırlamıyorum.

 

Kaçta gitmiştik? Bilmiyorum! Öğle vakti miydi, ikindi miydi? Bilmiyorum! Çıktığımız zaman akşam olmuş, karanlık, bir seccade gibi Eyüp'ün üstüne atılmıştı.

 

Evet; akşam, Eyüp'ün üstüne bir seccade gibi bir hamlede düştü sandım. Evden çıkıp etrafıma bakınca akşamın farkına vardım da ondan. Sade akşamın mı? Kendimin, nerede olduğumun, nereden gelip nereye gittiğimin de...

 

Öylesine kendimden geçmiş, bayılmıştım. Bu, kelimelerin üstünde bir tesirdi. O, ahengi belirsiz, ağlamaklı ses; ve rengi meçhul, kucaklayıcı gözlerden bana bir şey geçmiş, ruhuma bir buğu yayılmış ve beni yere sermişti. Zaten bütün dâva, irşad dâvası, erdiricilik sanatı işte o «şey»de... Gerisi dedikodu...

 

İki tarafı mezar, dar yoldan koşarcasına inerken o «şey»in beni büsbütün kapladığını duyuyorum. Arkadaşım, nasipsiz arkadaşım da o ân için benimkine yakın bir tesir altında kalmış olacak ki, konuşmayı, anlatmayı, fikir kesip biçmeyi çok çirkin bulan bir sezişle susuyor ve başı önünde beni takip ediyordu.

 

Eyüp vapurunda karşı karşıya oturuncaya kadar sükûtumuz ve kendi içimizde kalışımız devam etti. Nihayet Eyüp vapurunda, belki de vapurun yegâne iki yolcusu halinde karşı karşıya geçince gözlerimiz birdenbire kapışıverdi:

 

- Ne dersin Abidin? -Müthiş!..

 

- Konuşurken, söylediğinden ilerisini belirten, bakarken baktığının ötesini işaret eden müthiş bir ermiş...

 

- Sus, müthiş! Sus, izah etme!

 

- Ya o muazzam edeb? Kıpırdamadan, en küçük bir insiyakîlik göstermeden, en basit başı boş hareketlerin en tabiisine bile düşmeden, her ân en büyük bir huzur belirtici o heybet?..

 

- Sus, sus!.. Ve ellerimizde, bize evde hediye edilen, Efendi Hazretlerinin «Er Riyazet-üt Tasavvufiyye» isimli eserinden bir nüsha... Ne akılla, ne de akılsız erişilmesi mümkün olan övenin akla hitap ettiği kadariyle, kalemlerinden dökülme bahisleri...

 

İzah ne mümkün!..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadımızdaki ahenk, kendisini efendi hzlerinin ikliminde yetiştirmesi iledir. Altın silsile ve 33 halka. Ve tesbih tanesi gibi sıralanan halkada üstadımızın efendisi olan yüce zat 33. halkada. Ve böylece daire tamamlanmış.

Ne akılla olur ne akılsız. Hiç yemeğin lezzeti çatalla-bıçakla bulunabilir mi? Bu sözler aklın zabıt altına alınmasında, o, mana aleminin gönüllerinden fışkıran manzumelerinden üstadımızı sarsan/saran ilk cümleleri. Ve kelimelerin dize geldiği ve tarifte yetersiz kaldığı atmosferi yaşayan böylece işin "akıldan öte ve ruhtan içeri" olan kısmını benliğinin tüm zerreleriyle hisseden üstadın efendi hz ile tanışmaları ve ilk görüşmelerini yansıtan yukarıdaki kısım bu yönüyle oldukça manidar. Üstad, "o ve ben" adlı eserinde olayları önemli hatlarını anlatmış sonrasında ise sükutun mana alemindeki değerini değinip mevzuyu hoş bir seda ile sonlandırmıştır. Yaratanın rahmeti üstadımızın ve efendilerinin üzerine olsun.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...