Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
NFK-Fan

Besbelli

Recommended Posts

Besbelli

 

Anadolu Türk'ü...

Dün:

Aptal denilecek kadar saffetli...

Bugün:

Saffetli sanılacak kadar açık göz...

Dün:

Safi 100 okka...

Bugün:

Elbiseyle 55 kilo...

Dün:

Maşrapalarla ayran içen gürbüz...

Bugün:

Kovalarla rakı deviren cılız...

Dün:

Nezle görmemiş sıhhat...

Bugün :

Sıtmadan frengiye kadar illet...

Dün:

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe...

Bugün:

Devletin malı deniz;Yemiyen domuz...

Dün:

Gözünü kaldıramayan mahçup aşık...

Bugün:

Gözü kan çanağı ırz düşmanı...

Dün:

Gazi...

Bugün:

Şaki...

Dün:

Eline vur, ekmeğini al!

Bugün:

Köstebek ol, buğdayını bul!

Dün:

Ciğere kadar işleyen iman heykeli...

Bugün:

Kuyruk sokumuna kadar yakan şüphe maymunu

Dün:

Aletimiz saydıkları...

Bugün:

Efendimiz dedikleri...

Gerçekten büyük bir inkilap olduğu besbellidir.

 

24 Ekim 1947 (13 Haziran 1952'de ve 1 Mart 1967'de değişikliklerle yeniden yayınlanmıştır.) [ÇERÇEVE 2]

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gerçekten de tek kelime ile "Mükemmel" Dün ve Bugün arasındaki büyük farkları, o mükemmel üslubu ile anlatmış üstad.

Her kelimesi balyoz gibi kafalara inecek kadar ağır. Düşündüğümüzde, bir o kadar da hafif bu yazılanlar.

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamü Aleyküm.

 

Değerli Arkadaşlarım.

Bence Üstad mükemmel tespitlerde bulunmuş fakat Üstad'ı takip eden gençler için bu aynı zamanda bir yol haritası olmalı, (Yani Bizlere) Eminim ki, Üstad bizlerden bunu beklemekte, hadi hep beraber önce bir silkelenelim ve kendimize gelelim ve

Bu esere bir de yarın bölümü eklediğimizi düşünelim ve DÜNLER'i YARIN'a taşıyalım bu kadarı bile Üstad'ın mutlu olmasına yeterdi. Selametle......

Share this post


Link to post
Share on other sites

BİR ZAMANLAR VE ŞİMDİ

 

Bir zamanlar ayran içerdi; şimdi rakı yuvarlıyor! Bir zamanlar ilmihal yapraklarını çevirirdi; şimdi iskambil destelerini karıştırıyor! Bir zamanlar 40 yaşına kadar bakir yaşardı; şimdi 15 yaşında kasabanın kırmızı fenerli sokağını haraca kesiyor! Bir zamanlar, assalar yalan söylemezdi; şimdi ipe çekseler doğruluğun neye yaradığını bilemiyor! Bir zamanlar "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe..." diye devleti uğrunda hayatını verirdi; şimdi "iş becerenin, kılıç kuşananın..." diye buğdayını gizliyor! Bir zamanlar, dağ gibi vücudiyle nazarları yakardı; şimdi sıtmadan kendisi yanıyor! Bir zamanlar, bir aşısıyla bir nesli kurtarabilirdi; şimdi frengiye karşı bizzat aşı bekliyor! Bir zamanlar, sırmalı kaftan ve işlemeli cepken giyerdi; şimdi iki yama arasına çekecek iplik bulamıyor! Bir zamanlar, misafirlerinin ruhunu ve midesini çatlatacak kadar ikram ederdi; şimdi o misafirlerin nerede olduğunu sormadan aç geziyor. Bir zamanlar, "temizlik imandandır" şuuriyle yağmur suyuna taş çıkartırdı; şimdi vücudunda, vücudundan ağır bir kir zırhı gezdiriyor! Bir zamanlar, ilim adamını gördüğü zaman hemen teslim olurdu; şimdi kapıları kırılmaz bir cahillik hisarında her muhasara ve hücum tedbirine karşı koyuyor; Bir zamanlar zulüm ve haksızlığa karşı dağa çıkardı; şimdi dipsiz bir uyuşukluk kuyusunda battıkça batıyor!

 

600 yıldır tam manâsıyle benimseyemeyeceğimiz 400 yıldır her gün, biraz daha kaybettiğimiz, 100 yıldır köküne kibrit suyu döktüğümüz, 25 yıldır da yalnız edebiyatını, yani edebiyatsızlığını yaptığımız Anadolu ve Anadoluculuk şuuru; bir gayemiz de sensin!!!

 

21 Haziran 1946

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dün ve bugün. Edebiyatını yaptığımız, daha doğrusu edebiyatsızlığını yaptığımız yukarıda da belirtilen manzara bizleri felaketin ucuna kadar gelmişken eğlendirmekten başka birşey değildir. Hep diyoruz. Dünya bir inkılap bekliyor. Bu inkılap merkezin merkezi olan anadolu sınırından başlamalıdır. (ayrıntıları dünya bir inkılap bekliyor kitabında bulabilirsiniz). "Dünü yarına taşımak" Evet işte yapılması gereken bu.İnandığımızı tüm gücümüzle aksiyon boyutunda yaşamak yaşatmaya çalışmak.Geçmişten güç alıp geleceğe gitmek...

Adettir bizde boynuz kulağı geçmelidir.Oğul babayı geçmelidir. Türkiye(oğul) Osmanlıyı(baba) geçmelidir.Yoksa olmaz!Olmaz!

Kendimize dışarıdan bakanların nasıl baktığına bir bakalım :) :) ve artık olmamız gereken ne ise öyle olalım. Adamlar bizi nasıl görüyor?! Oktay Sinanoğlu'na soruyorlar. Hocam Türkiye dışarıdan(ABD) nasıl gözüküyor diye, o da şöyle cevap veriyor: Görünmüyor!..

Biz artık görünmüyoruz bile.Biz görünmeyen,tecrit edilmiş bir hasta veya cin kumaşı giymiş bir yaratık değiliz!..

Dün nasılsak bugünde böyle olmalıyız.Yoksa bizi bugün artık biz bile göremez hale gelebiliriz.Bu çok önemli bir husus.Ne şaka ne mizah!Ne de olmayacak olan gibi gözüken felaketin habercisi!

Titreyip kendimize dönmek lazım.Uyuyup değil.

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Burada birkaç asır evvelki (Leydi Montegü)nün – İngiltere Sefiresi- eserinden bir bahis anlatacağım. (Leydi Montegü) İstanbul'a gelirken – o devir yaylı arabalar devri- bir serhat beyine misafir oluyor.

 

Serhat beyi, fevkalade genç, güzel bir Anadolu çocuğu… Kadın aşık oluyor gence… Onlar açık yazar. Kendisiyle yemek yemek istiyor. Kabul ediyor Bey… Şuh kadın, güzel kadın, yapmadığını bırakmıyor; yüzüne bir kere baksın diye…

 

Diyor ki, hatıratında :

 

" O harikulade genç adam, benim bütün cilvelerime, işvelerime karşı saatler boyunca gözünü halının bir nakşından ayırmadı, yukarıya kaldırmadı!" (Özlediğimiz Nesil)

 

Bir zamanlar'la aramızdaki derin uçurumu resmeden muhteşem bir misal. O gün, edebinden, gözlerini halıdan ayırmayan Serhat bey'inin, bugün, torunun torunun torunu, vahşileri bile kıskançlıktan çatlatacak bir ilkellikle ve ahlak okulunun bütün sınıflarını havaya uçuran kabiliyetiyle; aynı durumda, benzer bir kadına neler yapardı acaba? diye sormaktan dahi utanacak bir haldeyiz. Cevabın dehşetinden…

 

Dünle, eskiyle aramızda derin bir uçurum var. O günlerde cemiyete hakim olan, -gördüğümüz kadarıyla- toplu bir ahlaki dayanışmanın, kötülük mefhumunu bir ölü gibi toprağa gömmesiydi. Mezarı kazıldıkça kafası, burnu, ayakları görünür oldu. Gün geldi bütün uvuzları meydana çıktı ve bir ceset halinde toprağın üstünde göründü. Bütünüyle iflas etmediğimiz zamanlarda yine de bu ceset, ayaklar altına alındı, üstüne battaniye örtüldü, çekyatın altına süpürüldü… Şimdi… Herkes öldü ve sadece o yaşıyor. Her canlıdan daha fazla hayat belirtiyor. O günlerde mukaddes değerlere leke sürecek, belki birkaç örnek verilebilir… Tıpkı bugünlerde mukaddes değerlere toz kondurmama cehdine birkaç örnek verileceği gibi. Buluştukları tek nokta, ikisinin de ferdi olması ve geneli hakimiyeti altına almaması. Bugünün Serhat Bey'lerine, dünyadaki her canlıdan daha fazla acımak lazım. Simsiyah bir sayfada, bembeyaz bir noktacık olmanın çıldırtan sessizliği… Üstadın, (Veliler Ordusundan 333) adlı eserinde, Ebu Ali (Rudubari)nin derin bir sözü var. Diyor ki : "Sıkıntıların sıkıntısı, insanın zıtlarıyla düşüp kalkmasıdır." Bu sıkıntıya yar olan Serhat Bey'lerine hem acımak, hem de imrenmek gerekir. Ne çektikleri çilenin ne de erişecekleri saltanatın büyüklüğünü ifadeye yeten bir cümle yok. Hamlet'in : "Namuslu adam, on bin kişi içinde tek olandır." dediği gibi, büyük bir yalnızlıkla imtihan olanlar... Üstadın, Ahşap Konak piyesindeki Recai'yi hatırlayalım. Piyesin sonunda konağı yakıyor :D Piyeste geçen muhteşem bir sözü var : "Bizim gördüğümüzü gören var mı bu dünyada? Soğutulmaz ateştik, eritilmez buz olduk!"

 

"Bir yurt ki bu, diriler ölü, ölüler diri" (Uyumak İstiyorum)

 

"Düşmek yükselmek oldu; uçurum da mertebe.

Ağla ey koca tarih, bu acıklı nasibe." (Meydan Şiiri)

 

"Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!

Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!" (Karacaahmet)

 

Koca bir tarih ağlıyor fakat duymuyoruz. Ne winamp'ımızda böyle bir parça; ne de kulaklarımızda böyle bir hassasiyet var. Her şey yerle bir oldu sanki. Farkında olmadığımız halde yer değiştiren ne çok şey var. Kral Lear "Dünyanın akıbeti gözsüz de görülür, diyor. Kulaklarınla bak. Bak, Hakim, adi hırsıza nasıl bağırıp çağırıyor. Dinle kulaklarınla. Değiştir yerlerini şimdi. Dünya bir oyun alanı gibi. Nerede hakim, nerede hırsız?" Nerede Serhat Bey, nerede…

 

"Eskiden kalpler el uzatırdı. Şimdilerde el uzatılıyor, kalp yok." diyen Othello ne de haklı. Fakat Serhat Bey'lerinin, Hasene Bacı'ların, Recai'lerin, (Mukaddes Emanet)teki Abdullah'ların yaşadığını bilmek, hala böyle insanların var olduğunu düşünmek teselli veriyor. Allah onlara sabır versin. Ev sahibiyken bodruma hapsedilmiş; bağ sahibiyken bağından kovulmuş; patronken işten atılmış; generalken onbaşıların alayına maruz kalmış gibiler. Dünyanın hor görülen; fakat ahiretin hürmet edilecek sultanları…

 

Üstadın, harika piyesi (Para)da, insanı acıyla güldüren bir pasaj var. Onu buraya yazmazsak olmaz.

 

"Bir kanun çıksa… Mahkemeler, yeryüzünün malını hırsızlara taksim edecek diye… Ve mahkemeler kapılarını açsa, mübaşirler sokak sokak haykırsa : Yeryüzünün malını hırsızlara dağıtıyoruz! Koşun, mahkemeye gelin, hırsız olduğunuzu ispat edin! Acaba sırtında bir çuval ispat, mahkemeye başvurmayacak olan kimdir?"

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...