Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
BDG

Üstad Ve Amerika(!)

Recommended Posts

tabiki bu metnin aslının olduğunu düşünmüyorum. Bu üstada yapılan kumar iftirası gibi bedbin ve menfurların düzenlemiş olduğu ve üstadı benimseme noktasında( üstadı benimseme fikrini yıkmak için) ona eğer "kaliteli" bir tuzak kurarsak insanların kafasındaki "üstad" yeri sarsılır. Niyetini ile yazılmış ve asla üstada ait olmayacak birşeydir.

VE bunun gibi iftira tarzı şeylerde, bunu iddia edenin kaynağı aslı ile göstermesi mecburidir ki o zaman işin aslı pisayasaya çıksın. Ki kimse de böyle birşeyi göstermeye muktedir değildir. Çünkü olmayan birşeydir bu.

VE yıllardan beri bizim duymadığımız, BD yayınlarında bile bahsi geçmeyen bu tür metinler niçin bir anda türüyor ? bu kötü niyetli bir yaklaşım örneğidir.

Ayrıca üstadın ABD ye bakış açısı hiçbir zaman kendi ideologyasının zıttına düşecek tarzda olmamıştır. Ve ideologyasında bu tür safsatalar katiyen yer almaz.

Dolayısı ile isdidat sahibi herkes bilirki, lacerem, üstad, bu tür şeyleri söyleyecek kadar seviyesiz, şusuz busuz değildi. Hatta bohemlik döneminde bile...

Konuyu fazla değerli bulmadığım için fazla derinlemesine girmiyorum ve bu arada aramıza yeni gelen MUDZAHİD arkadaşımıza da hoşgeldiniz diyorum. İnş bundan sonraki paylaşımlarınız böyle aslı ve astarı olmayacak tipten olmaz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Amerikan politikasını korumakla mükellefiz... Amerikan siyasetini tutmak biricik yol... Amerika'dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mânâ gizlidir."Atatürkçü çizgiden sapıp Amerika'dan "nazlı bir sevgili muamelesi" görmemize razı olmasaydı; Nurcular, Nak-şibendiler ve tüm siyasal İslamcılar, Necip Fazıl Kısakürek'i bu kadar benimser ve öve öve göklere çıkarırlar mıydı acaba?''

 

Arkadaşlar cümleten selamün alejküm..

Aranıza yeni katıldım..inşallah hep birlikte olucağız bundan sonra..

Bu konuda sizlerden bir istirhamım olucak..

Ben Üstadın böyle bir demeç verdiğini katiyyen sanmıyorum..

Yazı şu aralar elime geçti.. yazının gerçeklik payı varmıdır..??

eğer yoksa sizce amaç nedir..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Evet "bu yazıyı bu sitede ne zaman okuyacağım acaba" diye merak eder dururdum, merakımın doyduğu gündür, günlüklere not düşmenin vaktidir :rolleyes:

 

Cengiz Özakıncı diye en hafif tabirle gereksiz bir adamın (adam dedik ama bence şebek) ortaya attığı ve müşarünileyhin ifrazatında mavi boncuk bulmuş velet edasıyla ortalarda şişe şişe dolaşmasına vesile olan, her fırsatta atıfta bulunduğu yazı...

 

Sözkonusu metnin yazılıp yazılmamış olduğunu bilmiyorum. Fakat yazıldığını farz ederek gideceğim ben.

 

Öncelikle yazının gelişimi gereği bu kadar ufak alıntılar hiçbir fikir vermez. Hele hele niyet "Nasıl olur da şuna çakarım, nasıl olur da şunun itibarını düşürürüm, ne ederim de popüler olurum, taklayı ne şekilde atarsam millet beni kaale alır" tarzından olunca -ki bu afedersiniz Özakıncı dallaması böyle bi adam-, insan metnin tamamını da görmek istiyor. Buradaki art niyet, yazıya yapılan yorumdan belli olmaktadır. Dolayısıyla yazıdan kasten alınmış bir pasaj verilmek istenen mananın tamamen aksini yansıtabilir. İ. Arsel, T. Dursun gibi adamların hadisleri ne şekilde yorumladığını, onları ne gibi kesmelere tabi tutup istedikleri kısım üzerinden sonuca gittiklerini(!) biliyoruz.

 

İkinci mevzu, yorumlar bir bütün içerisinde ele alınmalıdır. Üstadın Amerika hakkındaki fikirlerini bir bütün içerisinde değerlendirdiğimizde burada anlatılmak isteneni daha net bir biçimde idrak edebiliriz. Kaldı ki yazı -yazıldıysa- 1959'da kaleme alınmış. İlk baskısı aynı yıl yapılan İdeolocya Örgüsü'nde dahi verilen mana burada aksettirilmeye çalışılandan, ilk sathi bakışta göze çarpandan çok uzak. Üstadın, Amerika'yla ilgili yazdıklarını derlemek ve bu derlemeyle zamanın şartlarını göz önünde bulundurarak hoş bir sentez çalışmasına imza atmak burada faydalı olacaktır. Vakit darlığından geçiyorum. İlgilenilirse hoş olur.

 

Öncelikle, yazının kaleme alındığı dönemde, dünya siyasetini domine eden iki güç olduğunu vurgulamak gerekir: Birisi Rusya, diğeri Amerika... Türkiye'nin o günkü durumu ise, anlatılan hamaset masalları bir tarafa, kendi ayakları üzerinde durabilmekten uzaktır, tıpkı hemen hemen tüm dünya devletlerinin olduğu haldedir yani... Her iki devlet de Türkiye üzerinde nüfuz sahibi olmak için çabalamaktadır. Rusya içeridekileri kışkırtırken Amerika daha ziyade diplomatik ipleri kullanmaktadır.

 

Burada soru şudur: Amaçlara ulaşmak için Rusya tarafında mı yer almalı, Amerika tarafında mı? Denge siyasetinin ibresi hangi tarafa yönelirse bizim için daha hayırlı olacaktır?

 

Bu yazıyı, ifrazatında mavi boncuk bulmuş veledin halet-i ruhiyesiyle ortalığa püskürten zihniyete göre bunun cevabı ya Rusya'dır, ya da Rusya'nın demirperde efsanesinin uygulandığı bir Türkiye kurulmalıdır şeklinde tamamen tarihi ve siyasi durumdan bihaber, oturduğu yerden ahkam kesen, Napolyon'a haritada "Önce şunu alacaktın, sonra şuradan şuraya geçecektin" diye strateji talim ettiren çok bilmiş fakat cahil bir kafanın ürünü olacak kalitede güldürücü ve dahi geçersiz bir cevaptır.

 

Üstadın -yazdıysa- bu yazısını günümüzün şartlarıyla değerlendirip "Vay pis emperyalist uşağı, vay vatan haini, vay Amerikan köpeği" diye yorumlamak insanı ancak güldürecek bir cehaletin ortaya çıkmasına vesile olur. Bu yazı -yine, yazıldıysa- 48 yıl öncesine aittir ve bugünün şartlarıyla değerlendirilemez. O gün için yapılması gereken ise bu yazıda belirtilenin ötesinde değildir. Üstadın bugün yaşasaydı bu fikirleri aynen savunmaya devam edeceğini söylemek mümkün olamaz. Bizim üstadın bu fikirlerinin altında yatan düşünceye varmamız ve ona göre hareket etmemiz gerekmektedir. Zamanla Amerika'nın konumunda bir değişme olmuştur. Biz, üstaddan aldığımız ışıkla, yaşasaydı üstadın da yapacağı gibi Amerika'ya cephe alır bir tarzda davranmalıyız, elbette mümkün ve makul olduğu ölçüde, intihar etmeksizin...

 

Ezcümle, öncelikle yazının varlığını BD'ye sormak ve eğer mevcutsa onlardan bu yazının geçtiği makaleyi bir bütün halinde talep etmek gerektiği kanaatindeyim. Neticede böyl bir yazı varsa, bu yazı context içinde değerlendirilmeli ve o günün şartları da göz önünde bulundurularak yorumlanmalıdır. Kimsenin "evreka!" diye bağırarak anadan uryan, sokağa atlamasına sebep olacak gariplikte bir hadise söz konusu değildir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ve İşin Aslı

 

 

Bize B.D. yayınlarından gönderilen postayı aynen ekliyoruz:

 

O yazının orjinali ektedir.

 

Aynı yazı Başmakalelerim kitabında da mevcuttur.

 

İnternette bu şekilde yazılar dolaştıran şarlatanlar her zaman olur.

 

amerikadnyavebizgb9.jpg

 

 

 

 

 

 

 

 

AMERİKA, DÜNYA VE BİZ

 

Bugün dünya, milletlerin oluş istikameti ve tekevvün hakkı bakımından iki vâhide ayrılmıştır. Sonunda kaba ve basit iki vâhid... Ya Amerikayı tutacaksınız, ya Sovyet Rusyayı; ya demokrasiyi, ya komünizmayı... Bunlardan birine temayül derhal ve kat'i olarak öbürüne aykırılık mânasına gelir. Onun için, en küçük Amerikan aleyhtarlığı, hangi zaviyeden olursa olsun, Sovyetleri desteklemek diye anlaşılır. Bu yüzden komünizmaya zıt bir dünya görüşü kerhen de olsa, Amerikan politikasını korumakla mükelleftir.

İkinci Dünya Harbinden sonra Avrupa medeniyetinin büyük mümessilleri, bir nevi iktisadi ve teknik tabiiyet yüzünden dünya görüşlerindeki istiklâllerini kaybetmişler ve mecburî olarak Amerikan hegemonyası altına girmişlerdir.

İmparatorluğunu ve dünya siyasetindeki başbuğluğunu kaybeden şahsiyetli İngiltere, şimdi bütün aksiyonunu ve söz hakkını kaybetmiş mahzun bir ülke halindedir. Almanya, topyekûn varlığıyla ödemek mevkiinde bulunduğu harp felâketini telâfi için, hârika çapında bir kalkınmadan gayri hiçbir gaye sahibi değildir. Avrupa'nın diğer milletleri de, Garp medeniyetini meçhul bir yarına çeken sinsi şartlara karşı, bütün güçlerini, kendi kabukları içinde, ruhî ve iktisadî günü birlik bir ferahlığa yöneltmiş ve dünya politikası üzerinde müessir olmak politikasını unutmuş bulunuyorlar.

Yalnız Fransa (Dö Gol) tecrübesinden sonra bir şahsiyet hummasına düşebildi; ve (frenk) isminin eski temsil hakkı üzerinde yepyeni bir istikamet kolladığını belli etti. Dış politikada ilk defa olarak (Dö Gol)ün; Amerikan hava üslerini Fransadan tasfiyeye kalkması, işte bu istiklâl ve şahsiyet davranışının en bariz işaretidir. Bu işaret, Fransanın artık bir âlet mevkiinden çıkıp, Garp medeniyetini yuğuran şahsiyetli milletlerden biri olmak sıfatını her sahada göstermek ve bütün iç ve dış buhranlarını yenmek istemesinden başka bir maksada yorulamaz.

Hakikat şudur ki, Amerika sadece iktisadi ve teknik üstünlüğü yüzünden, ayrıca hiç bir payı bulunmıyan Garp medeniyetini bütün hakları ve imtiyazlariyle ve açıkgözce nefsine yamamış; ve cihanın komünizma dehşetine karşı kendisini biricik tutamak haline getirmeği bilmiştir. Bu tutamağa el atanlar da, onun iradesine boyun eğmeğe, dünya çapında hiçbir temsil tavrı takınmamaya, şahsiyetsiz yaşamaya ve Amerikalılara mahsus basit ve düpedüz dünyanın bekçiliğini etmeğe mecburdur.

Bu ne boğucu, sıkıcı dünya! Yukarıya tükürsem bıyığım, aşağıya tükürsem sakalım...

Nazariyede materyalist Rusyaya karşı Amerika, cihana öyle ablâk bir çehre vermiştir ki, ikisi arasında sıkışıp kalan Avrupa, evvelâ birincisine, sonra ikincisine karşı (spiritüalist) bünyesini koruyabilmek için ne yapacağını bilememektedir. Birinden korunmanın öbürüne sığınmak şeklinde tecelli eden çaresi, gerçek korunmayı ve şahsiyet müdafaasını büsbütün iflâs ettirici bir durum arzetmektedir.

Bize gelince:

Halk Partisi devrinden beri, mutlak ve mecburi Amerikan siyasetini tutmak, Türkiye hesabına biricik doğru yol... Buna şüphe yok... Cihanın ölüm ve dirim halinde iki yolundan dirim istikametini seçmek milli irade ibresi yalnız bu istikameti gösterdiğine göre, her halde Halk Partisi hesabına büyük bir keşif değil...

Evet, dirim yolu seçildi; fakat bu yolda diri bir anlayış ve şahsiyetli bir tavır gösterilmedi. Vaziyet o türlü idare edildi ki, Amerika bizi cebinde keklik bildi; ve mevzuumuzda, idrâksiz kekliklere mahsus fedakârlıklardan ileriye gitmedi.

Mesele, Amerikan yardımının azlığında çokluğunda değil; Amerika'nın karşısında, yalnız kendi milli tekevvün gayesine bağlı, şahsiyetli bir millet tavrını takınmakta ve ona göre hürmet ve itibar sahibi olmakta... Coğrafya ve tarihimiz, bizi, kapitalizma ve komünizma sistemleri arasındaki nihaî muhasebenin ana rakamını temsil edecek kadar nazik bir makamda bulundurduğuna göre, Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalıydı. Olmadı; sanki Amerika tarafından boş bir araziye sevkedilmiş ve hudut bekçiliği almış boğaz tokluğuna çalışır bir millet olduk.

Hele lisaniyle, üslûbiyle, tipiyle, ruh haletiyle ve kendine göre kültürü veya kültür iddiasiyle Amerikalının içimize nüfuzu korkunç bir şeydir. Dolar kuvvetine dayanan ve sade Türkiye'de değil, dünyanın her tarafında kendisini hissettiren bu maddî ve aynı zamanda mânevî nüfuz belki Avrupa'nın ruhî sahada baş derdidir.

Zira Amerikalı, eski bir kök ve şahsiyet damarına bağlı olmaktan uzaktır.Garbın milletler katışığından öyle bir melezdir ki, o milletlere ait ruh uktelerini dibinden tıraş etmiş; ve meselesiz, dâvasız, dertsiz, ıztırapsız, yalnız madde hesaplarına bağlı ve beş hasse plânında yaşar bir yeni insan tipi getirmiştir. Bu yeni insan, elektriğin ne demek olduğunu düşünmez veya düşünmekte bir fayda görmez; onu bir ampul içinde zaptetmeği kâfi bulur. Bu yeni insanın hürriyet fikrinden, daha doğrusu insiyakından başka hiçbir ruhi sistemi yoktur. Başı boştur, ilcalarına tâbidir, her kayıttan ve ölçüden âzadedir, manevî sulta ve disiplin boyunduruklarından hiç birinin hükmü altına giremez; hasılı tam mânasiyle tabiat ve madde insanıdır.

Tarih, şahsiyet, ruhî hayat ve mesele sahibi milletler için de böyle bir tip, ancak bozucu ve çürütücü olabilir. Hele yeni bir hayat ve tekevvün arayan ve henüz olamamış bulunan milletler Amerikalıyı örnek aldıkları gün, meydana, bütün lûgatçesi 10-15 kelimeden ibaret, her ân çiklet çiğneyen ve homurtu halinde konuşan ve anlaşan, hiçbir ruhî müeyyideye kıymet vermeyen başı boşlar topluluğundan başka birşey çıkamaz. Amerikalı tipi, kendi vatanında belki her türlü içtimaî emniyet ve murakabeye malik olabilir; fakat taklitçilerinin dünyasında sadece felâkettir. Amerikaya gidip Amerikalı olmak belki iyi; fakat milleti içinde Amerikalılaşmak mümkün olduğu kadar kötü...

Başınızı kaldırıp büyük şehirlerde şöyle bir halimize bakacak olursanız, Amerikanizm denilen âfetin, kılığımızda, meşrebimizde, üslûbumuzda, edamızda bizi kendimizden ne kadar uzaklara götürdüğünü, yahut götürmek istediğini sezersiniz.

Mekteplerimize, gençlerimize, züppelerimize, zevk-u safa hayatımıza; ve oradan müesseselerimize, evet bütün müesseselerimize dikkatle bakınız yeter!

Bir Amerikan gemisinin İstanbul'a geldiği gün, şehrin geçirdiği telâşın, (Noel) babanın çıkını etrafında çocuklar geçirmez.

Eğer arada bir kendilerinden şu veya bu tarzda, hattâ bayrağımıza kadar uzanan kabalıklar görüyorsak, bunu, Amerikalının mizacında değil, kendi ruhî zebunluğumuzun muhatabımıza verdiği gururda aramalıyız.

İktisat reçetelerine kadar her şeyi sonsuz cömertliğinden beklediğimiz bir millet fertlerinin bize karşı ulvî hareket etmesini beklemek ve böyle bir istidadı da Amerikalıdan ummak, yerinde sayılamaz.

Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın ebedî müttefiki, Amerikalının da "Sen sensin, ben de ben" tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak... Yoksa belâ haline getirmek değil...

Bunu en küçük milletler yaparken biz yapamazsak hazin olur. Amerika da ancak böyle bir şahsiyete maddî ve manevî itibar biçebilir. Yoksa, gelip geçici menfaatleri bakımından alâkadar olduğu; ve bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasındaki perspektif içinde mutalea ettiği kadrodan ileriye geçemeyiz.

Dış siyasetimizde Amerikan ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını, kendimizde tecezzi kabul etmez bir şahsiyet vâhidine göre ayarlamakta, devlet ve millet çapında kalkınışımızı kuşatacak derecede büyük ve her işe hâkim bir mâna gizlidir.

Bu mâna ta merkezinden ele geçirildiği gün, Türk ve Amerikan bayrakları, biri şu kadar yıldızlı ve öbürü sadece ay ve yıldızlı, iki ayrı dünyanın iki ayrı ve fakat daima beraber mümessilleri halinde yanyana göndere çekilebilirler.

Necip Fazıl KISAKÜREK

Büyük Doğu Dergisi / Sayı 20 /17.7.1959

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

BDG kardeşim ellerine sağlık, Allah razı olsun. Af buyurun, bu yazı da Özakıncı ve türevlerine kapak olsun.

 

Yalnızca denge siyasetinden bahsediliyor bu yazıda. Tam da trradomir abinin dediği gibi yazının İlhan Arsel metoduyla, kes-yapıştır-değiştir formülüyle hazırlanmış bir metin olduğu da ortaya çıktı böylelikle. Ben Başmakalelerim2'yi okumuş olmama rağmen bu yazıyı üzerinde özel bir dikkat göstermek gerektiren bir yazı olarak tahayyül etmediğimden hatırlayamadım bile. Bu şarlatanların yaptığı şerefsizlik böylece afişe olmuş bulunuyor, vatana millete hayırlı olsun. Bu yazıyı Amerikaya teslimiyetin bir nişanesi olarak yorumlayabilecek bir sivrizeka varsa, velisini göndersin :rolleyes:.

 

Böylelikle Üstad ve Amerika başlıklı bir derleme yapmama gerek de kalmamış bulunuyor :D

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah razı olsun..

Yıllardan bu yana Üstadı anlamaya çalışmışımdır..

Bu yazıyı bu amaçla yazmadığını çok iyi biliyordum.. lakin sizlerinde görüşlerini almak istedim..

ve inşallah Cenab-ı Mevla ilminizi/ilmimizi artırır..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Üstad'ın yine günlük akış içerisinde kaleme aldığı yazılarının birisinde (Çerçeve 4 - Çıkmaz Sokak), Amerika hakkında şu ifadeler geçmektedir.

 

Amerika: Takip ettiği dünya politikası bakımından, cedlerimizden kalma toprakların bugünkü siyasî ve sevkulceyşî avantajını parayla kiralar. Bu kiralama işinde de, kendi takdir ölçüsüne göre değil, bizim "aza razı bir millet olmamız" hesabına göre davranır. Mümkün olsa, bir köylü elinden 5 liraya düşürülen tarihî bir eser gibi bizi bedavaya mal etmek ister. Bunun için ruhumuzdaki (Amerikanizm) ukdesini, taklitçilik dehâsını, Batı hayranlığını, şahsiyet kayıtsızlığını, siyası çıkmazda oluşumuzu ve daha neleri ve neleri sömürür. İçinden bize karşı öyle bir tiksinti duyar ki, erleri ve çavuşları, her kafayı tütsüleyişte, yırtmak için Türk bayrağı ararlar. Amerikalının, başta Kıbrıs, samimî olarak Türk'ü tutacağı hiçbir dünya meselesi yoktur.

 

Her iki yazıyı da beraberce ele aldığımızda, Üstad'ın, şu ana kadar bedahet kat'iyetiyle ispatlandığı gibi, aslında Amerika'dan haz etmediği ve Rusya tehlikesine karşı Amerika tarafını tutarken ondan faydalanmamızı, ona teslim olmamamızı sağlayacak bir dik duruş beklediği hakikatleri bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Özakıncı'nın tahrifine uğrayan yazıda verilmeye çalışılan mananın 180°'lik zıddıyla karşı karşıyayız.

 

Başlıkta, Üstad'ın Amerika hakkındaki yazıları paylaşılmaya devam edecektir. Yeni teşkil edilmekte olan İdeolocya sınıfımız da bu ve diğer materyalleri kullanarak güzel bir terkibe imzasını atabilir.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Amerika kelimesi kullanılırken hangi mana kasdedildiği anlaşılmayacak şekilde, zaten anlaşılsa da anlamaya niyeti olmayacak cahil bir gençliğin önüne karalama malzemesi olarak sunulmuş.

 

Amaç belli: toptancı zihniyetteki cahillere, tamam Necip Fazıl Amerikancı, yani sömürgecilerin kucağına oturmuş biri, zaten İslam mislam da diyordu ha tamam kesin Ilımlı İslamcıdır, düşüncesini yerleştirip, sonrasında Üstad'ın ezberlerini bozan, işlerine gelmeyen fikirlerine duyarsız kalabilmenin bahanesini bulmuş olabilmek.

Share this post


Link to post
Share on other sites

arkadaşlar gerçekten çok sağolun. Üstadın yazdığı söylendiği yazı bana 2 gün önce e-maille geldi ne cevap vereceğimi şaşırmıştım. Herhalde siz olmasanız adama trene bakıyo gibi bakıyo olurdum hala.

bu arada BDG kardeşim ellerine sağlık ellerin dert görmesin inş. :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

üstadın böyle bir şey söyleyeceğine bir an bile inanmamıştım.yine de bilgilendirenin ellerine sağlık.Allah razı olsun...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Eğer yalnızca alıntıladığınız mesajı okuduysanız ve buna istinaden bunları söylüyorsanız, sizi başlıktaki diğer mesajları okumaya davet ediyorum.

 

Şöyle toparlayabiliriz meseleyi. Evvela bu metin korkunç derecede tahrif edilmiş; peşin bir hükme hizmet etmek üzere gerçekleştirilen kesip biçmeler ve bu kısımlar üzerinde yapılan değişikliklerle bir rezalet abidesi haline gelmiş ve bazı zevat tarafından Üstad'ı karalamak amacıyla kullanılagelmiştir. Tahrif ile ruhu katledilen makalenin aslı bu başlıkta BDG nickli arkadaşımız tarafından aynen yayınlanmıştır, kaldı ki Başmakalelerim 2 adlı kitabı alırsanız bu makalenin BDG tarafından gönderilen makaleyle aynı olduğunu görebilirsiniz. Yazının yazılış tarihi, sadece inandırıcılığı arttırma ve ciddiyet izlenimi verme kaygılarından hareketle verilmiştir, zira yazıda tarihi belirtilen makaleyi okuduğumuzda art niyet ve fikir namussuzluğu düpedüz ortaya çıkıyor. Milletimiz araştırmaktan hoşlanmadığından ve cahili olduğu konuda kendisine söylenen herşeye inanma temayülü gösterdiğinden olacak, Özakıncı kendi yalanını ifşa etmekten hicap duymamış. Yatsı vakti girince mum söndü haliyle.

 

Bunlar bu başlıkta aslında yazılmıştı fakat tek bir mesajı alıntılayarak kesin bir hükme varmanız bunları bana tekrarlatıyor. "Üstadımız Amerikancıydı" yargısı hakikaten haddinden fazla iddialı. Üstad külliyatını bir-iki kitap dışında bitirmiş birisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilir ve sonuna kadar savunabilirim ki Üstad Amerikancı olarak nitelenebilecek bir mütefekkir asla değildir. Yazının aslına bakarsanız bu yazıda Amerikancılığın değil, Rusya tehdidine karşı Amerika'nın yanında yer almanın savunulduğu dikkatinizi çekecektir. Nitekim Üstad'ın muhtelif konferanslarını da okursanız, Amerikanizm'in nasıl şiddetli bir muhalifi olduğunu idrak edersiniz. Şu an için meşguliyetlerimi de göz önünde bulundurarak bir derleme yapma işine girişemiyorum fakat bu hususta bir talep geldiği takdirde bir yazı hazırlayabilirim. Mevzubahis makaledeki mülahazalar sadece denge politikasının iktizasıdır, aksini düşünürsek Kanuniyi Fransızcılık, Abdülhamid'i ise Almancılık, İngilizcilik, Rusçuluk gibi tonla "cılık-culuk"la itham edebiliriz. Abes derecesini takdir etmeyi size bırakıyorum. Söylenen sözleri zihnimizdeki şablonlara oturtmadan evvel, sözü söyleyenin ne dediğine dikkat eder ve okuduğumuz kişiyi anlamaya çalışırsak, daha sıhhatli neticelere varmak mümkün hale gelir. Mevzuyla alakalı izahatı bu başlıkta daha evvel de yapmıştım. Yazarken izahat üzerinden gider ve yeterince donanım sahibi olmadığımız hususlarda keskin yargılara varmaktan uzak durursak daha büyük bir verim elde edilebilir sanırım.

 

Denge politikasında Amerika tarafını tutmak da; bir kuru hamaset ütopyası değil, realist bir nizam olan Büyük Doğu idealiyle çelişmez. Kızıl elma bellidir ve ona ulaşmak için gün neyi gerektiriyorsa o yapılmalı, savunulmalıdır. Yeter ki kızıl elma unutulmasın, üzerinde yürünen yol menzil sanılmasın.

 

Bu arada makalenin yazıldığı günü bugünün şartlarıyla değerlendirdiğimizde yazı biraz daha antipatik geliyor olabilir, fakat bu tavrın büyük bir hata olduğunu ve dünyanın 1959'daki konjönktürden tamamen farklı bir eksende seyrettiğini söylemek, bedahetin tekrarından başka birşey olmayacaktır. Bu makalenin yazıldığı gün tam bağımsızlık teraneleri okumak Don Kişotluğun daniskası ve ciddiyetsizlik olurdu.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu mesele bana çocukluğumda, gözüme ilişen bir resmi/haberi hatırlattı. Sanırım malum medya gurubunun, malum gazetelerinden birinin, malum hallerinden birisiydi.

 

Bir adam namaz kılıyor ve önünde iki tane üst üste coca-cola sandığı (plastik ve dört köşe olanlar) var. Altında ise müthiş bir yorum: coca-colaya secde eden adam (!) Sen şu söze ve sözün ucuzluğuna bak. Onu önüne koysa ne olur, koymasa ne olur. Belli ki adam coca-cola firmasında çalışıyor, belki de o sandık önünde değil, çaprazında vs. vs.

 

Ayakkabı konur, meyva sandığı konur, sandalye konur, taş konur vs.

 

Üstad ve Amerika: İşte zıt kutuplar birbirini çeker hikayesi, burada okunmaz kardeşim smile.gif

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın Amerikancı olduğunu iddia etmek veya buna inanmak ne kadar ahmakça bir harekettir. Siz hiç okumaz mısınız? Siz, Fasık sürülerinin "Necip Fazıl'ın yazısıdır" diye kör ve körpe beyinlere yutturmaya çalıştığı hezeyanlara bakarak üstada değer mi biçiyorsunuz? Üstadı, o basitler sürüsünün saçmalıklarına bakarak "Necip Fazıl böyledir" nasıl dersiniz? Anlayışınız yok mu? Yoksa siz gözlerinizi ve gönülleriniz gibi kapayıp da ortalığı karıştıranlarla aynı şeyleri mi yapmaya çalışıyorsunuz?..

 

Üstad Necip Fazıl şu ana kadar dünyada gelmiş ve geçmiş en büyük mütefekkirlerinden birisidir. Kendisi felsefeyi benimsemese de ortaya koyduğu eserlerle ve özellikle de İdeolocya Örgüsü gibi bir şaheserle tek başına, felsefenin baş meselelerini çözümleyen ve felsefenin en yararlı çizgilerinin hepsinin barındığı tam bir sistem ortaya koyan büyük bir şahsiyettir. Ortaya konulan bu eserlerde ise tek gaye "Allah"a varmaktır. Bunu ise Anadolu'nun içinden çıkacak olan bir kıvılcımla olduğunu gösteren-ispatlayan ve batının,, batıyla birlikte batıdan kopma ve çıkma, çilesiz, yeni doğma çocuk olan Amerika'nın sadece sathi ölçülere sahip ve malik olduğunu en net şekliyle ortaya koymuştur. Batının ve devamında Amerika, çocukların oyuncaklarla avunması misali, onlar da maddeye tahakkümünün geçici ve şımartıcı tesellisine bağlıdır. Ve bu bağlılık onları, maddeye hükmetme gücüne eş derecede ruh yapısına sahip olamamalarından ötürü infilak etmek üzere zaman ayarlı ve ilerde infilak edecek bomba misali anlatıldığını üstadın baş eserleri hep ortaya koymaktadır. Siz bu halde iken tutup da üstada ait gibi gösterilen ama tahrif edilmiş ve gerçekte ruhu çıkarılmış olan metinleri okuyarak nasıl hem üstad hem de amerikancı dersiniz? Lütfen samimi olunuz ve akl-ı selim olunuz. Fikir sahibi olmadan hüküm sahibi olmayınız. Siz, size yakışanı yapınız ve hikmetle okuyunuz.

 

Üstad, doğuşun Büyük Doğu'yla olacağını, Büyük Doğu'nun mayasını bizlerin oluşturduğunu ve Amerika-Batı gibi madde operatörlerinin küçüklüğünü defalarca söylemiştir. Lüften tahrif etmeyiniz. Kaynaklardan okuyunuz. İşin niçin-nasıl kısmını cevaplayınız.

Share this post


Link to post
Share on other sites

onca kitabını okudum

tekbir cümlersinin bile edebi yönden bu kadar zayıf olduğunu hatırlamıyorum

onun yazılarını taklit bile edemeyecek düzeyde birinin kalkıp fikirlerini benzeştirmeye çalışması ne hazin

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Değerlli arkadaşlar, Bu linkteki yazıda, bu başlıktan da iktibaslarda bulunularak, Üstad hakkında yıllardır tahammülü güç bir hazım problemi yaşayan sloganik solcular ve ulusalcılar tarafından tekerlenen sözler tekrar ısıtılarak servis edilmiş. Yazıyı başından sonuna ele alacak vaktim malesef yok yalnız bu başlıkla ilgili kısma değinmemin yerinde olacağı kanaatindeyim.

 

Birincisi, Üstad'ın Rapor ve Hadiselerin Muhasebesi hariç bütün eserlerini okumuş birisi olarak şunu söylemeliyim ki; Üstad Amerika politikasını desteklemeyi ömrünün sonuna dek sürdürmüş ve Rusya'nın karşısında yer almak yönündeki bu fikrinde sebat etmiştir. Yazının kaleme alındığı devirdeki siyasi konjönktür de bu hali mecburi kılmaktaydı. Amerika'nın desteklenme sebebi ise Ömer Sağlam nâm şahsın iddia ettiğinin aksine, emperyalizm ve dünya devleti olma noktasından değil, din düşmanı komünizmle mücadeleyi, demokrasiyi ve İslamiyet'e daha yakın gördüğü ekonomik liberalizmi destekleme amaçlarından doğmaktadır. Özakıncı'nın ırzına geçmeye çalışarak üzerindeki tutumuyla fikir namusu mefhumunu katlettiği muharrif yazının burada da yayınlanan asıl halini veya Üstad'ın diğer kitaplarında yer alan Amerika'yla ilgili tüm yazılanları okursanız da karşınıza çıkacak olan neticenin, bütünümüzü ve şahsiyetimizi muhafaza ederken Amerika'yla komünizm tehlikesine karşı tam bir müttefik olmak yönünde olduğunu fark edeceksiniz. elbette ki bunu fark edebilmek için yazıları art niyetle okumamak ve o günün siyasi şartlarını, bugünün şartlarıyla karıştırmayacak zihin kapasitesine sahip olmak elzemdir.

 

Sayın Sağlam Özakıncı'nın ifadelerini gerçek kabul edip üzerinden kendince bazı yargılara varırken, ismi verilen bir kitabın aslından yazıyı okumaya tenezzül etmeyip "Necip Fazıl'a ait olduğunu söylediği" gibi bir ifadeyle araştırmacı kimliğinin kaldıramayacağı bir hataya ve hakkı yerine koyma hususunda kabul edilemeyecek derecede yanlış yönde ve amatörce bir tarafgirliğe soyunmaktadır. Daha sonra inceleyeceğimiz tavırla birleştiğinde bu hal, ne demektir biliyor musunuz? "Ben yazıyı okumadım, ben mesele hakkında araştırma yapmadan, adı gösterilen kitapları dahi incelemeden, ucu açık bırakılmış güldürücü ifadelerle hakikati perdelemeye çalışıyorum" demektir. Özakıncı'nın fikir namussuzluğu kavramına misal olarak gösterilebilecek bu çarpıtmasını, asli kaynaktan kontrol etmeden "onu iddia etti, bunu belirtti" gibi meselenin cahili olduğunu ortaya döken, fakat kontrol edilmeye açık olan net ifadelerimizin doğru olamayacağını ima eden bir üslupla sunmak; referanslarla sağlanmaya çalışılan tarafsızlık illüzyonunu katletmenin yanında, bu yazının ne kadar büyük bir donanım fukaralığıyla hazırlandığını ortaya koymaktadır. Samimi ve iyi bir araştırmacı, tahrif edildiği ayan-beyan ortada olan bir yazıyla yetinmeyip bir kütüphaneye gitmekle ulaşabileceği yazının aslını okur, araştırmacı taklidi yapmaktan uzak durur ve Özakıncı'nın gün gibi ortada olan bu sahtekarlığını aklamak amacıyla üslup numaraları çevirmeye tenezzül etmez. Zaten yazıda Üstad'ın dahilmiş gibi gösterildiği sınıflar yazının ciddiyetinden izler veriyor. İnsan bir iddiayla, bir tezle ortaya çıkıyorsa gerekli alt yapıyı kendisinde kurmalı ve böyle bir konuyla ilgili yeterli veriyi fikir namussuzlarından değil, gösterilen ilk kaynaklardan elde etmelidir. Daha da ötesi, yanlış bir kaynağı merkeze alıp onun üzerinden sataşmaya çalışmayacak akli kabiliyeti ortaya koymalıdır.

 

Ömer Sağlam bu yazıyı yazarken, linkte de görebileceğiniz gibi önce Özakıncı'nın kendi anlayışına göre değiştirdiği yazıyı alıntılıyor, daha sonra bu yazıyı doğru kabul ederek bir takım çıkarımlarda bulunuyor ve en son olarak da BDG'nin paylaştığı orijinal yazı hakkında üçüncü kişi kimliğiyle birşeyler yazıp yine mantıki açıdan imkansız olan bazı çıkarımlara gidiyor. Bu konunun ilk mesajındaki alıntıya yazısında yer veren Sağlam, daha sonra şöyle demek yoluyla tüm kinini kusmaktadır: "Bu satırlardan da anlaşılacağı üzere; Necip Fazıl Kısakürek, 1950’lerin sonunda Türkiye’nin Amerika ile aynı siyaseti izlemesi gerektiğini savunuyor. Necip Fazıl Kısakürek’in 1934 öncesindeki bacak takıntısı ise 25 sene sonra, 1959 yılında yine depreşmiştir! Ancak bu kez kadın bacaklarının yerini Amerikan bahriyelisinin, yani Amerikan Deniz Piyadelerinin bacakları almıştır! Güya hidayete ermeden önce, şifayı kadın bacaklarında arayan şair, hidayete erdikten sonra bu sefer aynı şifayı Amerikan Yankee’lerinin bacakları arasında aramaktadır. Hem de Türkiye’yi Conilerin bacakları arasına aldığı sevgili veya fahişe pozisyonunda mütalaa ederek! Bu ifadeler, üstadı kayıtsız şartsız destekleyen ve onu sadece “Sakarya Türküsü” ve “Zindandan Mehmed’e Mektup” isimli şiirleriyle tanıyanların elbette hoşuna gitmeyecektir."

 

Sağlam'ın, "Bu satırlardan da anlaşılabileceği üzere" ifadesinden sonra yazdıkları, bu muharrif yazının gerçek olması arzusuyla kalemşörün yanıp tutuşmakta olduğunu bizlere göstermektedir. Yazının yanlışlığı burada kat'iyetle gösterilmişken, kalemini hak için, namusuyla kullanan bir şahsın hala böyle bir yanlışta ısrar edebileceğine ihtimal vermiyorum. Sözkonusu yazı, bu başlıkta da defaatle belirtildiği üzere Özakıncı'nın söylediklerinden daha farklı bir eksendedir ve tahrif edilmiştir. Yazının aslını herhangi bir şekilde ulaşabileceğiniz 17 Temmuz 1959 çıkışlı bir Büyük Doğu dergisinden veya Başmakalelerim 2 adlı eserden okuyabilirsiniz. Hal böyleyken, biz iddiamızın ispatıyla ilgili her türlü girişime açıkken hala Özakıncı'nın tahrifini gerçek kabul ederek onun üzerinden bel altına vurmaya devam etmeye çalışan bir yaklaşımın ciddiye alınmaya hakkı var mıdır? Biz, nefsimizden emin olduğumuz bu hususta "Hodri meydan!" demekten çekinmiyoruz. Evet, "Hodri meydan", fikir namusunun kanına ekmek banan Özakıncı'nın bu yazıyı tahrif ettiğini ve yazıyı değiştirirken de yanlış anladığını, hakikat ışığında belirtiyoruz ve iddiamız için net bir kaynak gösteriyoruz. Ömer Sağlam, peşinen doğruluğunu kabul ettiği ve üzerinden, ürettiği "bacak fetişizmi" tabirine destek çıkarmaya çalıştığı muharrif yazının Üstad'ın kaleminden çıktığını ispatlayabilecek midir? Acaba gösterilen kaynakları inceledikten sonra analizci sıfatının arkasında yürüttüğü çalışmalarını açık bir muhasebeye tabi tutabilecek, yahut araştırmacılık ruhunu katlederek yanlış bir metni kendisine hareket noktası seçip buradan haksız ve yalan yanlış çıkarımlarda bulunduğu için hiçbir tevile sarılmaksızın, namusuyla açık bir özür dileyebilecek midir? Özakıncı'nın tahrifini hakikat kabul ederken, içtimai mesuliyetini yerine getirmeyerek belirtilen kitap ve kaynakları araştırmaktansa attığı çamurun izinden nemalanmaya çalışan bu internet yazarını mücerret fikir mefhumu huzurunda kınıyorum. Uydurduğu fetişizm iddiasına dayanak bulabilmek adına tahriflere sarılmaktan başka çare bulamayan Sağlam'ın bu hareketi, malesef kalem oynatan kimselerin dahi içinde bulunduğu seviyesizliği gözler önüne sermesi yönünden oldukça mühimdir. Bacak arası olayına gelirsek, iki yazıyı bacak mevzuu etrafında buyurunuz ve siz karşılaştırınız. Anlamın aynı olduğunu, ancak art niyet sahipleri iddia edebilir ki hakikat nazarında bu davranışın hiçbir kıymeti olamaz:

 

Özakıncı: ...Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz.

 

Üstad: Coğrafya ve tarihimiz, bizi, kapitalizma ve komünizma sistemleri arasındaki nihaî muhasebenin ana rakamını temsil edecek kadar nazik bir makamda bulundurduğuna göre, Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalıydı. Olmadı; sanki Amerika tarafından boş bir araziye sevkedilmiş ve hudut bekçiliği almış boğaz tokluğuna çalışır bir millet olduk. (...) Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın ebedî müttefiki, Amerikalının da "Sen sensin, ben de ben" tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak... Yoksa belâ haline getirmek değil... Bunu en küçük milletler yaparken biz yapamazsak hazin olur. Amerika da ancak böyle bir şahsiyete maddî ve manevî itibar biçebilir. Yoksa, gelip geçici menfaatleri bakımından alâkadar olduğu; ve bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasındaki perspektif içinde mutalea ettiği kadrodan ileriye geçemeyiz.

 

Yazar sıfatını taşıyan bir kişi karşısında bu iki metni tahlil etmeye utanıyorum. Ergenlik çağına giren herkes, ilk alıntının Amerika'dan nazlı bir sevgili muamelesi görmeye çalışmazsak bacak arasına mahkum olacağımızı belirttiği halde, yazının aslındaki kısmın en küçük milletlerin bile becerebildiği şekilde Amerika'ya "Sen sensin, ben de ben" şeklinde dost olamazsak bacak arasına mahkum olacağımızı söylediğini pek ala algılayabilir, anlayabilir. Mana, hem de tamamıyla zıt... Hal böyleyken Sayın Sağlam "Güya (Yazarın bu kelimeyi kullanışı tek başına tüm kötü niyetini ve aklınca bağcıyı dövme arzusu içinde çırpındığını ispatlar-NFK-Fan) hidayete ermeden önce, şifayı kadın bacaklarında arayan şair, hidayete erdikten sonra bu sefer aynı şifayı Amerikan Yankee’lerinin bacakları arasında aramaktadır. Hem de Türkiye’yi Conilerin bacakları arasına aldığı sevgili veya fahişe pozisyonunda mütalaa ederek!" cümlelerini tüm anlayışsızlığıyla Allah'tan korkmadan ve kuldan utanmadan kurabilmekte, mızrağın hayalinde ürettiği küçük bir çuvala sığmadığını pişkin bir eda ile söyleyebilmektedir. Halbuki gösterilen kaynaklardan kolaylıkla ulaşılabilecek olan tahrif edilmemiş yazının bütününde iddia edilenler, bu yaklaşımın dile getirilebilmesini dahi imkansız kılacak netlikte ve vasat düzeydeki anlayış sahiplerine dahi makul görünebilecek mantıklılıktadır. Bir mızraktan söz edilebilirse, o hakikatin üzerine atılan kirli bir perdeyi delip geçmektedir ve bu mızrak, hiçbir çuvalda zaptedilemez.

 

Bu konu, hakikati içi boş ulusalcı inançları doğrultusunda peçelemeye çalışan kıt anlayışlı Özakıncı'ya da, Sağlam'a da BÜYÜK BİR KAPAKtır.

 

Tekrarlıyorum, iddiamızın ispatı size bir kütüphane kadar yakındır. Yazıyı baştan sona okuyup Amerika'ya teslim olmamızı arzu eden bir Üstad portresini çıkarabilecek kişilere ise, Allah'tan okuduklarını anlayabilme kabiliyeti bahşetmesini niyaz ederim.

 

Baştan aşağıya burada ele alınaan kısımdakine benzer anlama ve yorumlama hatalarıyla dolu olan bu yazı hakkında söylemek istediklerim, bundan ibarettir.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yazıdaki tutarsızlık ve hataları NFK-Fan tespit etmiş, yazının dile getirdiği iddialara ise çeşitli zeminlerde tekrar tekrar cevap verildi, izahatı yapıldı.

 

Bütün bunlara rağmen hala daha Üstad'ın makalesinde Amerika ve Amerikalı diye bir ayrımda bulunduğu ve Amerika denince akla gelen bütün kötü çağrışımları onun Amerikalı kelimesine yüklediği gerçeğini bile idrak etmekten -acizlik demeyeceğim, hayatında iki üç kitap okumuş biri bile bu acziyeti aşmıştır.- kasten kaçınan bir yazının amacı ne olabilir ?

 

Bir sonuca bile varamayan, ''Bir tahlil yapıcam üff, herkes sinirinden toprağı eşeleyecek burnundan soluyacak hacı'' , şeklinde sunulan fakat aslında kafaları karıştırıp fikir kondisyonu zayıf zihinlerde Üstad Necip Fazıl Kısakürek hakkında olumsuz intibalar oluşturmaya çalışan, bu amaçla kaleme alınan yazı aynı zamanda trradomire son derece şık, nefis, kavisli bir orta hüviyeti taşıyor. Benden uyarması: Gol olur...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bilgilendirmeleriniz için Allah razı olsun gerçekten inanılır gibi değil, öncelikle Üstad'ın ruhuna Allah (c.c.) den rahmet diliyorum , Üstad hakkında yapılan bütün çirkin yorumları okudum önce sinirlendim sonra da bunların bu milletin muzahrafatları olduğu kanısına vardım, başka ne olabilir ki , onlar için dua ediyorum inşallah biz cübbe giyemiyoruz mevla onlara cübbe giymeyi nasip etsin, biz sakal bırakamıyoruz mevla onlara sakal bırakmayı nasip etsin , biz yerimizde oturmaktan başka bir işe yaramıyoruz onlar öyle bir imana gelsinlerki içlerinde ki aşk kaplerini öyle bir yaksın ki sokak sokak mahalle mahalle gezip islamı tebliğ ile uğraşsınlar.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Haber bu mu yani? Haber buysa Mahsun Kırmızıgül kral bile olur, ne bu ya? Hahaha, Türk matbuat tarihinin gelmiş geçmiş en büyük kalemi, ücra internet köşelerinin yüce mütefekkiri, memleket muhalefetinin sivri zekalı dolma kalemi Şeyhül muharririn Hazret-i Ömer meşhur etti bizi. baksana, ne saadet ne saadet! Kendimi pek bi bahtiyar hissediyorum azizan, yani Allah sizi inandırsın şol başım çuvalları delen mızraklara nazire yaparcasına bulutları deler oldu, yedi kat göğe sığmaz oldu. Ne şeref, Hacı Ömer bizi meşhur etti bre! Şöhret sarhoşuyum beyler, yüzyılda bir dahi gelmez yüce değerimiz Sağlam bizi kaynak gösteriyor. Aman yahu fazla eğlenmeye gelmez, amca sonra 'madem beni bu kadar seviyorsun, niye bana çakıyorsun? Sen demek ki tutarsız bir insanmışsın, seni kaale almıyorum!' gibisinden köşesinde oynamaya başlarsa ruhum bu seviye fesadını kaldıramaz. Zira efendim, hemen bir misal vereyim, eleman http://www.haberbu.com/haber/Buzagilarin-C...ler-Ceker/66985 adresinde yer alan ve Türk matbuat tarihine altın harflerle kazınacak olan oll şaheserinde 'Bir alıntı' lafına takılıp lafı geveleyerek, meselenin aslıyla ilgili hiçbir şey demeyerek, çöpü karıştıran köpekliği belki de manaya dair katekulleye getirmeye çalıştığı sükunetiyle ikrar ederek işi komedyenliğe vurmuş, 5 yaşından daha dün gün almaya başlamış bir velet saflığıyla 'Ay senin adın bir alıntı mııı?' gibi, anlattığına benzer fıkralarda sıkça gördüğümüz o klasik sarışın tepkilerinin bir benzerine sarılıp (sarıkafa dostlar alınmasın, lafım fıkralara canım, ne dostlara, ne buzağılara, ne de ÖKÜZlere!) leziz bir laf salatası ile meseleden çaktırmadan sıyrılmaya çalışmış, konuyu değiştirmiş, out-of-topic olmuş. Bir de analı bacılı konuşmaya başlamış ki yarım okka pul biberi avuçlayıp gırtlağına soksak yeridir, hayvan herif işte, elli yaşına gelmiş ama daha edep irfan öğrenememiş. Eline klavye de versen, sırtına altın semer de vursan eşek yine eşektir derdi Ziya Paşa görseydi belki de di mi? Out-of-Topic dedim ya, Amerikancı oldum galiba, di mi Ömüş abi, kahretsin dostum! Yarın birgün birisi bu yazımı delil gösteruben fakire 'Seni gidi Amerikancı seni, teslim ol nalçak, işte seni enseledim' derse bu beni çok kahreder Allah sizi inandırsın, utancımdan yerin tamı tamına kırk dokuz kat altına girerim valla.

 

'Bu yazı sizleri sinirlendirebilir' sözünden belliydi aslında arkadaşın kazanacağı irtifa. 'Usta kalemimiz hazret-i Ömer'i kaşıntı bastı da...' diyor gibiydi sitenin yöneticileri. Gel artık kollarıma / Tüy diktim yollarına nakaratıyla beni karşılayan yazıyı okumaya başladım, hakikaten eğlenceliydi. Aslında başlık bile başlı başına bir facia. Bakıyoruz: Fetişist Kemalist Amerikancı ve İslamcı Bir Şair: Necip Fazıl! ¡Hasta la vista bebé, oh yeah! Fetişist ve kemalist yakıştırmaları nereden çıktı, adamın en büyük taarruzunu her fırsatta bizzat kendinin yaptığı bir dönemi eşeleyerek mi buldun bu boncuğu be ömüş abi? Valla boşuna eşinmişsin be abi, halbusem senin bu köşende yüce araştırmacılığınla, Google münevverliğinle, dipnot komedyanla Turgut Özben'e ait Hayatın koordinatları nazariyesini neticeye ulaştırman ve 'Mevcut İdeolojik Sistemler ve Dünya İnsanının militarizmle İmtihanı çerçevesinde 28 Şubat ve Ben' başlıklı (breh breh breh) bir akademik çalışmaya imzanı kondurman gerekirdi, netekim ben sende bu çapı görüyorum abicim. 'Harbi bak dalga geçmiyorum' diyeceğim de inanmazsın ki. Gerçi bu alıntı yapma tarzıyla, bu citation metoduyla donattığın sözkonusu yazıları, öğretim görevlilerinin çoluğa çocuğa araştırma yapmayı öğretmek için üniversitelerin hazırlık sınıflarında kilitledikleri araştırma ödevleri niyetine bile kabul etmezler ama neyse, üzülme be ihtiyar, 48 yaş henüz çok geç değil. Hahaha.

 

Yav şu başlığa bak Allah aşkına, neresinden tutsan elinde kalıyor. Başlıktan giderek yazı boyunca dikilen tüylerin epilasyonunu yapalım efendim: önce: Kocaman bir şablon yaftalamasıyla karşılanıyoruz başlıkta. İnsanları zihinlerindeki kategorilere oturtmaktan başka ortaya koyabileceği entellektüel bir kıymet olmayanların sıkça başvurduğu bu yaftalama hareketini hoşgörüyorum. Ben burada faşist ve Budist kelimelerini de görmek isterdim, hazır gazı almışken abinin bu kelimeleri de başlığın bir tarafına sıkıştırmamasını ben şahsen amcanın yaşına paralel ilerleyen unutkanlığına veriyorum. Bakın amcacığım, yaşınıza saygımdan bunaklık demedim, kıymetinizi bilesiniz. Gerçi faşist demezdi marka Müslümanı, kendisine de dokunan birşeyler olurdu o takdirde. Dincileri sevmediğini, fakat yüce kalemiyle 28 şubatta ne gibi büyük bir iş başardığını (? :)), herkes susarken İmamhatip davasına yüce kalemiyle, Fuzuli, Üstad ve Goethe'ye taş çıkartacak kalitedeki şerhine ciltler feda şiirleriyle nasıl sahip çıktığını gerine gerine anlatıyordu Yalova'nın kaymakamı edasıyla. Dinci Akepe'nin yönettiği bu ülke sana hak ettiğin değeri vermiyor Ömer amca, Orta Asya'ya bi gitsen buradan acaba nasıl olur? Yalnız giderken kafanı Anıtkabir müzesine bırakmayı unutma tamam mı amcacığım, ağırlık yapmasın. İslamcı tabirinin sıkça kullanılıyor oluşu, kelimenin altındaki ve yazının içeriğineki pisliği önceden haber verir gibi. Üfürükçü hacı emmi. Kelime seçimi elimizde kaldı, bu kelimelerin kastı doğru mu oraya bakıyoruz: 1934 öncesi için fetişist tabirine, sonrasındaki Kemalist yaftalamasıyla beliren kanatlanmaya bakılarak ehven-i şer denir, yazara acınır, kabul edilebilir. Hakikat olduğundan değil, acıdığımdan. Aslında tek bir şiire bakarak bir yaftayı bir şahsa yapıştırmak ne kadar mantıklıdır tartışılır, fakat dipnot yazmaktan veri toplamaya fırsatı olmuyor arkadaşın galiba. İleride Amerikan bahriyelisinin bacakları mevzuuna takılmış arkadaş ve devam eden bacak fetişizmi olarak göstermiş bunu. Aha ikinci boncuk, biraz daha zorlarsan tesbihi dizeceksin Ömercim, ha gayret! Kadın Bacakları şiirini yazdıktan yıllar sonra tamamen alakasız bir ruh haliyle, o mevzuyla ilgisi olmayan bir söz söylediğinde fetişizmini hortlatmış oluyorsun öyle mi? Bu akıllar nasıl akıllar böyle, şimdi olayı 'algıda seçiciliktir bu, demek ki art niyetin ve şahsi fetişizmin seni bu alakasız noktalardan bile tespit yumurtlamaya itmiş değirmen fatihi muzaffer aziz Don Quijote' desem dahi senin indiğin seviyeye inmeyi başaramam. Yalnız fetişizmin hortlayışı olarak nitelediğin mevzuyu biraz bacağından anlamışsın be babalık, mmüracaat: fan'ın mesajı. Admin midir moderatör müdür nedir (millet adminin ne demek olduğunu bilmez diye parantez içinde 'moderatör' yazmış reis, cehalette herkesi kendine müsavi sanıyor garibim) işte Fan fena benzetmiş, bana laf düşmez. Bu arada kapak mapak, çok ayıp oluyo adminim sen de bana benzedin yani Hahahahh. İkinci mevzuumuz kemalizm. Menemen meselesinde ilk yazılanlar herhangi bir değer ifade etmiyor, yazıldığı tarih 1934 öncesi malum. Çöplük yani. Gerçi bu hal, bu yorumun ve 1943 yılındaki yazının kemalizm ispatı için kullanılamayacağı hakikatini değiştirmiyor.

 

Atatürk’ün ete kemiğe bürünüp ortalıkta görüneceğini söylüyor

 

Sen de onun mezarından kalkıp dirileceği fikrinde olduğunu sanarak köşenden sazanlara nazire yapıyor, konuya hopbacııık, atlıyorsun di mi? Kimlere teşbih yapılmamasını öğütlemişti atalar? Bir kişiye kemalist diyebilmek için Atatürk'ü öven bir yazı kaleme alması yeterli midir? Asla değildir! 1930 civarlarında kemalist olsun olmasın, olayın içyüzünü göremeyecek durumdaki şahısların bu tepkiyi vermesi ve olayın yansıtıldığı şeklinin etkisinde kalması malesef normaldir. Bu adam o sırada yeterli bir bilince sahip değildi ve içinde yetiştiği sistemin çarklarını tam olarak anlayabilmekten uzaktı. İyi de bu zaten bilindik bir şey, adamın bizzat kendisi bu dönemden tiksiniyor, bu dönemden huccet yumurtlama dangalaklığının manası var mı? 1943'te kaleme alındığı söylenen ve daha sonra kitaplara dahil edilmeyen yazı ise (belki yazılmamıştır bile, mevcut yazıyı tahrif eden ulusalcı fikir namussuzları Fatih hakkındaki bir yazıyı da tahrif edebilir nitekim. Yazıldıysa dahi yazının Çerçeve 2'ye alınmaması sahiplenilmediğini ispatlar) dönemin şartlarının meşruulaştırıcı tesirine ve muhalefet amaçlı kaleme alınmış olmasına rağmen iyi bir yazı değildir, yalnız O ve Ben'de bahsedilen o son büyük buhranın atlatılmasından sonradır ki Üstad kemalini yakalamıştır, yani bu da 'Bak ne buldum!' diye yutturulabilecek bir yazı değil Üstad'ı bilenler için. Hele hele, kemalistliği ispatlamaya, Atanın gerçekten mezarından kalkıp dirileceğine inanıldığını iddia etmeye kesinlikle yetmez, ahmaklara teşbih yapmak hakikaten caiz değilmiş. Bu yazı, koca bir ömür geçiren bir insanı, kesinlikle Atatürk'ü övmekten çok daha ileride manalar içeren kemalizm ideolojisine mensup olmakla 'itham etmeye' kafi gelmez, gömlek gömlek aşağıda kalır. Zaten kendisi de bu hali 'ben bunları yazıma çeşni katmak için koydum' ifadeleriyle (ne iğrenç, ne bayat bir klişe!) itiraf ediyor ve asıl derdinin Üstad'ın kemalist olduğunu ispatlamak değil, onun atanın dirileceğini sanacak kadar övgülerinde ileri gittiğini göstermek olduğunu söylüyor; kemalizm isnadının gereksiz olduğunu, laf olsun diye oraya sokuşturulduğunu bizzat kendi ağzından kusuyor. Ee ben daha ne diyeyim kendi kendini gammazlayan biri karşısında? Yazı sonradan belli ki reddedilmiş, Üstad o dönemde kemaline ulaşmış değil, bu yazı sebebiyle kimseye kemalist denemez. O zaman o kelimeyi araya sıkıştırmanın anlamı ne diye sormazlar mı adama, buzağıya, öküze? Maksat başlığa bir de Kemalizm kelimesini sokuşturabilmek yani, yani arkadaşımız en ufak bir yazıyı dahi alıp uyarlayarak çelişki avcılığına çıkmak niyetinde. Saçmaladığının farkında ki sonradan bunları söyleyebiliyor. Ayıptır yahu.

 

Amerikanizm rüyasına gelelim hele, dönemin politikasında Amerika ile çalışılmasını yeğleyen bir yaklaşıma Amerikancılık diyebiliyorsan hiçbir kitap okuma derim, tersinden anlıyorsun çünkü, iyisi mi otur oturduğun yerde amcacığım. Mesela zıvanadan çıkıp Abdülhamid'e hem Almancı, hem İngilizci, hem Fransızcı, hem Rusçu, hem meşrutiyetçi, hem istibdadçı, hem ümmetçi, hem Osmanlıcı diye saydırmaya başlarsan çenenden kurtulamayız , aman diyim. Örneğin Savaş Yazılarında Üstad Demokrasileri desteklediğini açıkça belirtmiş, Hitler'in ruhun önemini kavrayışı sebebiyle kendisini delaletinde takdir etmiş ve Rusya'nın Almanya dirilişini övmüştür. Ömüş olsa da keşke 'vay faşist, vay liboş, vay komünist' diye salvolamaya başlasa, ne eğlenirdik ama di mi? Hahahaah. 1959'un günümüzle alakası olmayan dünyasında, hatta 1959'u geçelim, 1991 öncesinin dünyasındaki şartlarda, iki kutuplu dünyada Rusya'ya karşı mecburen Amerika yanında yer almak Amerikancılık olarak nitelenebiliyorsa, bağışlaması bol ulu Atatürk'ü malum görüntülü konuşmasına bakarak Amerikancı, bayrak ve paralarda bozkurt kullanma girişiminden ve Güneş Dil rezaletinden dolayı faşik, 'İslamiyet en güzel bir dindir' tarzlı laflarından hareketle Müslüman, 'Muhammed bir Arap Milliyetçisiydi, bize yaramaz' temalı Afet İnan'ın alıntıladığı el yazısına bakarak da kafir olarak yaftalamak mümkün olur. Halbuki Ata belki de bunlardan hiçbiriydi, satıhta kalmanın alemi ne? Üstad bu tercihi severek ileriye sürmüyor, adamın inandığı sistemde bir Büyük Doğu'nun inşası var, adam Amerika'dan hoşnut olan birisi değil. Bunu okumayan bir gevezeye izah etmek ne kadar mümkündür bilmiyorum gerçi. Sonra kalkıp da 'Johnson mektubuydu bilmem neydi' diye sıvıyor. İnsanların boynuna yafta yapıştırmak sizin gibi beyin enfeksiyonu muztaripleri için vazgeçilmez bir tavır, varlığınızı buna borçlusunuz pabuç entelleri. Bir kişi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan, onun çaresizlikten ve akl-ı selim ile ileri sürdüğü apaçık olan bir düşünceden hareketle onu bugünün güncel şartlarıyla yargılamaya yeltenip karalamaya çalışmak ne büyük bir adiliktir, seviyesizliktir? Şu yazıyı adam gibi bir oku, adam acaba gerçekten bir Amerika sempatizanı mı, yoksa Rusya kutbundansa Amerika'ya daha yakın olmayı ve dik duruş sergilemek kaydıyla ortak işler yapmayı mı savunuyor? O kadar romantiksiniz ve o kadar sınırlı düşünceleriniz var ki, bugünün şartlarıyla o günü değerlendirip okuduğunuz yazının ruhunu anlamak için beyninizde bir kalori dahi yakmaksızın bozuk plak gibi aynı teraneleri düşünmeden, tartmadan, incelemeden, didiklemeden fışkırtıveriyorsunuz. Sizin gibilerin elinde kalem bulunduğu sürece bu millet zihnen kemal noktasına eremeyecektir ey yüzeysel mütefekkirler, çamura batık mütekebbirler. İlhan Arsel mücerret fikir mefhumu karşısında ne haltsa, siz de osunuz.

 

Heh bir de şu var. Üstadın, daha sonra kaleme aldığı ve Sağlam'ın da alıntıladığı yazıda 'Amerikayı desteklemeyi bırakalım beyler, bu herifler bize fırça kaydı!' demediğini bırak arifi, insan olan herkes anlar. Yazı yazmadan önce, yani sözlerinden hesap vermeme emniyeti içerisinde ahkam kesmeden evvel bir kütüphaneye beş dakika uğrasaydın ve belirtilen kitabın İçindekiler kısmından ilgili makalenin sayfasını öğrenip bu yazını daha güvenilir, daha nesnel ve daha hakikate uygun yazsaydın, böyle kelime hareketlerine tenezzül etmeseydin, hatta hepsinden geçiyorum okuduğunu anlasaydın dikkate alınmayı hak ederdin, geçiyorum.

 

İlk iki testte başarısız ama ola ki üçüncüde başarılı olur, şimdi de isterseniz başlıktaki kelimelerin kronolojik fesadına bir bakalım: Fetişist Kemalist Amerikancı ve İslamcı Bir Şair: Necip Fazıl! Aman Allah'ım, şu başlık ünlemini gördükçe içim böyle ne bileyim, kıpır kıpır oluyor böyle ağalar, coşuyorum yahu. Kendimi tiz elden bir törene, şölene, kımız şenliğine atıp kopuz eşliğinde göbek atasım geliyor. Dikkat çekmek için bağıran tipler vardır ya, hani böyle içi boş galeyan insanları gezer durur, normal bir yazının başlığına dahi bunu koyup 'Bakın bakın abiler, ben bi halt karıştırdım!' diye milleti başına üşüştürmenin amacı ne be abiciğim? Neyse, sanki bu kelimeler aynı kişinin aynı anda taşıdığı sıfatlarmış gibi başlık atmış ihtiyar. Bu öyle bir rezalettir ki, ikinci İslam halifesi Hz. Ömer hakkında bir yazı yazıp 'Kafir, sarhoş, çocuk katili bir halife: Hazret-i Ömer!' başlığını atmak kadar entellektüel bir faciadır, art niyet şaheseridir; seviyesizliğin ve sataşmadaki çaresizliğin dik alasıdır, ata babasıdır, bey babasıdır. Yavrum sen sobada yanmakta olan şeyi meyveler veren bir ağaç mı zannediyorsun? Saçmalama demiyorum, sadece biraz daha güzel saçmala yahu. Bu sıfatların bir ismi nitelemesindeki ayniyet hissine bakarak bu başlığın dizilmesini, ben içinde yüzülen pislik deryasından sağa sola püskürtmek arzusuna bağlıyorum. Değişimi hazmedebilecek ve anlayabilecek kapasitesi olmayanlar, bir yığın alakasız sıfatı yan yana dizip bunların bir kişide bulunduğunu komik bir psikolojik hamleyle vermeye gayret ediyor. Sloganik solcuların ve terörist ulusalcıların ağzına biraz bal lazım öyle değil mi?

 

Başlıktaki kronolojik katliamının kendisi de farkında ki bakın şöyle diyor beyefendi:

 

'Şair Fetişistlikten ve ateistlikten direk radikal İslamcılığa atlamamış, araya önce Kemalizm’i, sonra da Kemalizm ile zıt anlamlar içeren Amerikancılığı sokuşturmuştur!'

 

'Oh my God', yine o ünlem! Gördünüz mü, neler de yapmış böyle? Cık cık cık. Ee ama bu sıfatlar aynı başlığa dizilmemiş miydi, aynı şahsı nitelemiyor muydu? Şey mi geçiyosun bizimle, dalga mı geçiyosun birader? İşin komik yönü, bir hatasını itiraf ederken başka bir hata yapıyor ömüş. Bak dayı, bu dediğinde bir yamukluk var. Diyorsun ki bu adam önce fetişistti, 1930-43 arasında kemalist oldu, Marşal yardımı sebebiyle 60'lara kadar Amerikancıydı, sonra Johnson mektubu dayayınca İslamcılığa döndü falan feşmekan. İslamcı şiir dediğin şiirlerinden en meşhur olan Sakarya Türküsü ve Destan gibi bazılarını 1940'ların ikinci yarısında yazdı bu adam. Dolayısıyla böyle saçma sapan, cahil-cühela incilerini nerenden çıkardığına dair merak uyanıyor içimde. Osman Bölükbaşı 1954 seçimlerinden önce DP'ye, 'aha da bu gerici (senin tabirle İslamcı) dergiye Menderes yardım ediyor!' diye seçim propagandası yapmaya çalışmıştı aklınca. Bu adam 1963'ten itibaren vermeye başladığı Türkiye ve Komünizm, Her Cephesiyle Komünizm gibi farklı konferanslarında da Rusyaya karşı Amerika siyasetinin takibini savunur, 1940'larda da senin dediğin şekilde İslamcıdır ve bu hal kafası basan hiçkimse için bir çelişki olarak görünmez, bir bütünün farklı yönleridir. Bu fikirleri birbirine tezatmış gibi, kafandaki sabit tanımların şablonuna sokarak yorumlamak zorunda mısın? Babaya göre Amerikanizm gibi bir tek şablon vardır ve bu İslamcılıkla barışamayacağı için Amerika politikasının takibini savunan herkes amerikanisttir, bu şahıslar aynı anda İslam davasını savunamaz. Pardon ama, ... neyse... Başlıktaki ayniyet çakallığı dönüp hangi tilki kapanında mesken buluyor, buyurun görün. Kaale alsam, anlayabileceğinden umudum olsa elli maddelik aleyhte yazı çıkarırım sana böyle bir kronolojinin ancak müfteri hülyalarında yaşayabileceğine dair. Hocasını kaybettikten sonra, 1943-44 dönemindeki buhranını atlatışını takiben Üstad, temel çizgi yönüyle değişmeyen bir yola girmiştir. Bunu bütüncül bir okuma yapan 75 IQ'lular bile anlayabilir. 1947'de Sakarya Türküsünü yazan adam, kuruluşu için tavsiyeler verdiği Anap'ın çizgisinde az-çok görebileceğimiz şekilde Rusya karşıtı, Amerika yakını bir politikayı savunduğunu ölmeden hemen önce de ispatlamıştır. Hal böyleyken, yazılarını okumadığın, hakkında yeterince araştırma yapmadığın bir adam hakkında böyle desteksizce sallamak yakışıyor mu bre ihtiyar? Beynin mi sıvılaştı erkenden, kafa döşemelerin mi gıcırdamaya başladı yahu? Kaç tahtan eksikse söyle gönderelim, sekiz, dokuz? Yav adamın beyni glikozsuz kalmış, iki tane Ülker çikolatalı gofret alın da gönderin şu adama bre erenler, parası neyse ben veririm-sevaptır!

 

Bu adam nerede başlamış ve asıl verimiyle ve hayatının sonuyla nasıl bir konuma gelmiştir, asıl mesele budur ve gerisi 'işte kadın bacaklarına kaside yazan İslamcı şair' tarzlı Aydın Doğan medyası magazinelliğine kayan, çaplı insanların tenezzül etmeyeceği komik bir yaklaşım tarzıdır. Üstad'a ait 'çöpleri ancak köpekler kurcalar' nüktesini tekrar hatırlayalım, vasiyette yer alan Hazret-i Ömer'in kafirlik dönemindeki haliyle yargılanamayacağı hatırlatmasını tekrar düşünelim ve bu noktanın üzerinde daha fazla durmanın yanlış olacağı ve rezilliği teşhirin de bir yerden sonra ona ehemmiyet ithaf etmek yönünden hata olacağı fikirleriyle sakinleşip burada, en azından bu noktada susalım.

 

İkinci yazıda Üzmez'e gönderme yaparak 'Arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim' buyurmuş Ömerçip. Buradan kendisine bu vesileyle, çöpü karıştırmaya karşı beslediği iştiyakı da göz önünde bulundurarak, diyaframımın kökünden kopup gelen bir haykırış ile 'Hoşt!' demek istiyor, kendimi tutamayıp 'Oooooohaaaa, çüüüüşşşş, brrrssst' kelimeleriyle de devam etmek arzu ediyorum sayın dostlarım. Bu yaklaşım tarzına, bu fikir fesadına, bu hayvanlığa insanlarla iletişim kurmak amacıyla kullanılan kelimelerin tesir etmeyeceğini düşündüm zira. Şu cümleyi ancak pislik atmaya çalışan şerefsizin teki kurabilirdi, çirkefe ne yakışmaz, ne diyeyim? Koskoca bir ihtiyarın karşısına geçip bu söze dayanarak yazı yazmanın ne gibi bir sığırlık olduğunu mu anlatayım? A be kızanlar, tımarhane doktorları dahi böyle bir iş etmez deyu tahmin etmekliğim var. Üzmez ve Üstad'ın ilişkisinin sanıldığının aksine o kadar da iyi olmadığını yazmaya gerek dahi duymuyorum, çünkü bu geri zekalıca tavır o meseleyi gölgede bırakacak çapta. Yazısına yorum yapanlarla it gibi dalaşan muharrir sıfatlı bi herif de ilk defa görüyorum bu arada.

 

Yazılarda neler neler var. Yazı akışını bir tarafa bırakıp sağdan soldan dikkatimi çeken noktalara değinmek zorundayım artık. Adam altına pisleyip üstüne oturarak evinin her yerinde sürünmüş resmen, ben hangi yeri temizleyeyim?

 

Sanatçıların anlaşılması zordur tabii. Ama sanatçıların anlaşılması için evvela okunması gerekir öyle değil mi? Internetteki ücra köşesinden ahkam kesen bu hacı amca bu küçük nüansı gözden kaçırarak okumadığı bir kişi hakkında atıp tutma hakkını nefsinde görmüş olacak ki ortaya bu faciayı çıkarmış. Tamam abi, ihtiyarlıktan tampon kalkmıyo, çekiciler yalama olmuş, kalkıp gidemiyosun da kes lan sesini bari. Aslan Tayyib'e çakacağım diye ortalığı pislemenin mantığı nedir yahu? Yazının ortalarında da nice ibretler var. Onlara da kısa kısa değineceğim, herbiri üzerinde tafsilatlı yazmaya benim dahi kudretim yetmez. Rezillik olur da bu kadar rezilleşebilmek bir kabiliyet işidir.

 

Bismillah, Necip Fazıl'ın 1934 yılından önceki halini ateistlik olarak açıklayamazsın. Bu da ayrı bi cahillik. Bohem olmaya bohemdi, eyvallah fakat tek şiiriyle fetişizmine hükmettiğin kişinin Ben ve Ötesi adlı eserinde yer verdiği tasavvuf merkezli şiirlerinden bir sürü gösterebilirim sana. Ama alışkanlık olsun, kitap okumayı öğren biraz, al Çile'yi, 1934 öncesinde yazılmış olan şiirleri biraz kurcala bakalım bi, elin kitap görsün. Onları okuduktan sonra da 'bu adam evliyaymış be!' diye kıvırtma bak ama, ihtiyar mihtiyar demem, pis döverim. İnanç planında kalmış, idrakine tam varılmamış olsa da Müslümandır kendisi o dönemde de. Şehirlerin Dışından, Mansur, Bizim Yunus vesaire... İlk etapta akla gelenler bunlar. 1934 öncesinde putataparlıkla suçlanabileceğini yazmışsın bi de. Bu tükürüklerden kurtulabilmek için Celal Birsen şemsiyesi açsak kar etmez, yapılan ve aslında hiç de hoş olmayan bir teşbihten ötürü 'putperestti' yargısına varmak veya bu yolu noktayı iki defa vurgulamak... Adamın harbi harbi puta taptığını sanmışsın galiba? Rahmetli Sakıp Sabancı vardı da içtenlikle bir 'vah, vah, vah!' çekerdi. Rahmet istedi zahir.

 

Necip Fazıl, 1934 yılından sonra değişmeye başlamıştır. Bu değişim soyadına da yansımıştır Necip Fazıl’ın. Artık o, sadece Necip Fazıl değil, Necip Fazıl Kısakürek’tir.

 

Ne ne? Nihahahahhaah, hacı abi sayıklamaya başladı, üşüttü galiba. Getirin su getirin, kolonya, doktor çağırın, ambulans nerde? Ahahaha

 

Yalnız bi dakkaaaa, burada hacı emmi berceste filan alıntılamış. İşte bu noktada boyun eğiyor ve hüzün içerisinde mağlub olduğumu itiraf ediyorum yarenler. Biz buna irfan diyoruz, kültür diyoruz. Allah sizi inandırsın bir utandım, bir ezildim ki bu iktibas karşısında Brütüs hançeri yemiş Sezarcık gibi dağlandım.. Kelimeler, kelimeler iri değirmen taşları misillü boğazıma.. boğazıma.. Ühüüüüü!

 

Aslanım benim, ne kadar da kültürlüsün sen öyle, ne laf koymuşsun ama! Sende bu akıllar varken site köşelerinde sürteceğine... Neyse tamam tamam. Celallenme emmi, tansiyonuna filan iyi gelmeyebilir, daha fazla dalga geçmeyeceğim. Mazallah nalları filan dikersen sebebin olmayayım. 'Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın?' hacı emmi, şimdi burada tek bercesteyle laf koyma kasıntıları içinde kaybolup gidiyorsun da, çanağı PC başından kaldırıp üzerinden pislik attığın yazıya göz atma gereği duymuyosun. Ee okusan ve anlasan, depreşen bacak takıntısı sana bir eklenti olarak geri dönecek, lafın ağzına tıkanacak. Boşver ihtiyar sen okuma ya, kaldıramazsın sonra ne bileyim, sakata, makata gelirsin sonra.

 

Çerçeve 4 konusundaki mesajıma referans vermiş altın kalpli Ömer amca. Gerçi kendin üşenip bakmamışsın ama olsun ben sana yazının kaynağını vereyim de üzülme sen. Çerçeve 4, 2. Baskı / 1998, s.116.

 

Üstad'ın nefret ettiği İsmet Paşa hazretlerinin sözüyle Üstad'ın Amerikanizmi bıraktığını ima etmişsin. Neymiş efendim Johnson mektup yazınca Rusya'ya kaymışız da Üstad o sırada bizim Rusya'ya kaydığımızı görüp Amerikadan uzaklaşmış, böyle demeye getiriyor dayı. Ya abi napmışsın sen ya, ya kardeşim ne diyeceğimi bilmeiyorum. Böyle mi saçmalanır yahu? Yahu tamam adamı tanımıyorsun, İslamcılığa göstere göstere Son Devrin Din Mazlumları kitabındaki bir yazıyı tutup örnek olarak gösterebiliyorsun. Sonra da gelip köşende fart fart gaz püskürtüyorsun ya! Ayıp değil mi babalık, insan kendi kendini niye maymun eder? Tanımıyorsan kes sesini, böyle üfürüp durma da millete rezil olma bari. Her Cephesiyle Komünizm, türkiye ve Komünizm isimli konferanslara cevap olarak Ne diyeceksin, Türk devletinin yönünü çevirdiği yerin tersine konuşmak için o konferansları düzenledi anarşist herif mi diyeceksin?

 

Kitap yüklü merkep tabirinin, boş bilgilerle donanmış ve bildiğiyle de amel etmeyen kişileri karşılamak üzere kullanılan bir Allah tabirine (Cuma Suresi,5) gönderme olduğunu da fark etmeyip 'ay terbiyesize bak, profesörlere eşek bile diyor ayol' diye komik komik zırvalamışsın. Nereyi düzelteyim, nereye nizam vereyim yahu? Baştan aşağıya zırvalamak marifet olsa gerek. MTTB yerine MTTP yazan Ömer emmi zihnen zor günler geçiriyor galiba. MTTP ne yahu, Mypertext Transfer Protocol mu? Ahahahaha. Milli Türk Talepeler Pirliği. Muhahahhahah. Serde lazlık var mı amca? :shake2:

 

Yazının sonunda tenkit etmek gerekir filan diye aklınca didaktik didaktik öğüt de veriyor, mesajlar da gönderiyor hacı emmi. Tenkitlerin ayakları yere basmadıktan sonra, hiç de yapılmasına gerek yok valla..

 

İnsanı geçtim kargalar bile güler bu adama, siz takdir ediniz a dostlar, ben ne yapayım? Yazmaktan yoruldum dostlarım, ne rezalettir bu?

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bir sonuca bile varamayan, ''Bir tahlil yapıcam üff, herkes sinirinden toprağı eşeleyecek burnundan soluyacak hacı'' , şeklinde sunulan fakat aslında kafaları karıştırıp fikir kondisyonu zayıf zihinlerde Üstad Necip Fazıl Kısakürek hakkında olumsuz intibalar oluşturmaya çalışan, bu amaçla kaleme alınan yazı aynı zamanda trradomire son derece şık, nefis, kavisli bir orta hüviyeti taşıyor. Benden uyarması: Gol olur...

 

Veee… -Bacak arası- ndan geçen top ağlardaaa! :)

 

Ağlamak istiyorum sayın seyirciler. :shake2:

Share this post


Link to post
Share on other sites

sakınmak lazım terk-i edepten ama şu edepsizler yok mu? ergun göze'nin vatan ve şahsiyetli insanlara dair bir yazısını hatırladım vatanın bu şahsiyetsizlere emanet olmaması için var olmak gerek sanırım kardeşler...

 

 

esselam, muhabbetle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kazım Karabekir'in anılarının yayınlandığı bir kitabın arka sayfasında bir mektup vardı. Bu vesileyle Erzurum Kongresine bir Amerikan heyeti geldi, karşısında kaya gibi Karabekir inatını görünce, evet, hal böyle olunca gerisin geri dönüp Trabzon açıklarında demirli olan gemileriyle ayrıldılar buradan. Acaba niye geldiler, sonra niye ayrıldılar?

 

Ha şu mektup olayı, sansürlü...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu mühim meselede çok bürük bir sahtekârlık var. Evvela sahtekarların Üstadın yazısından alıntısı aşağıda, orijinaliyle birlikte.

 

“Amerikan politikasını korumakla mükellefiz... Amerikan siyasetini tutmak biricik doğru yol... Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimiz de Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (siyaset birliğine) göre ayarlamakla büyük ve her işe hâkim bir mana gizlidir.”

 

‘’Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın ebedî müttefiki, Amerikalının da "Sen sensin, ben de ben" tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak... Yoksa belâ haline getirmek değil...

Bunu en küçük milletler yaparken biz yapamazsak hazin olur. Amerika da ancak böyle bir şahsiyete maddî ve manevî itibar biçebilir. Yoksa, gelip geçici menfaatleri bakımından alâkadar olduğu; ve bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasındaki perspektif içinde mutalea ettiği kadrodan ileriye geçemeyiz.

Dış siyasetimizde Amerikan ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını, kendimizde tecezzi kabul etmez bir şahsiyet vâhidine göre ayarlamakta, devlet ve millet çapında kalkınışımızı kuşatacak derecede büyük ve her işe hâkim bir mâna gizlidir.’’ Necip Fazıl

 

 

‘’Amerikan politikasını korumakla mükellefiz...’’ Üç noktadan sonra, Üstadın bu beşin ifadesi buraya alınırken, sonraki satırlarda bütün çıplaklığıyla arzı endam eden ve şahsiyetli bir duruş sergileyen hükmü ise büyük bir ustalıkla saklanmış. (Tabi bu okumayan ustalık oluyor…)

 

‘’Amerikan siyasetini tutmak biricik doğru yol... Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz.’’ İşte sahtekârlığın en Yahudi meşreplisi… Yani edebiyat kurallarını da hiçe sayan bir şekilde ilmin bütün nevilerine kıyan bir vaziyet karşısındayız. İleriye sürdükleri meselenin ne muhasebesi yapılmış ne murakabesi… Ne tahlil var, ne terkip… Sahtekarlık diz boyu… Hani Üstaddan alıntı yapıyorsun, bari şöyle yap: ‘’Amerikan siyasetini tutmak biricik doğru yol... Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı(…) Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz.’’ Bu alıntı da bana ait ve yukarıdaki alıntıdan ayrıldığı noktaları bulun. ‘(…)’ bir edebi metinde ne anlama gelir? Şu anlama gelir ki, ben bu yazıyı alıntıladım ama, iki cümle arasında yazarın fikirleri devam ediyor. Hâlbuki malum çevrenin yaptığı alıntı nasıl da bir bütün gibi duruyor. Hal böyle olunca, cümleyi bir bütün şekilde okuyan, cümlenin ruhunu da bir bütün olarak anlıyor. Halbuki alıntı benim yaptığım şekilde olsaydı, yani edebi kurallar gözetilerek yapılsaydı alıntılar, alıntıyı okuyanları kandırmak oldukça zorlaşırdı. Çünkü vaziyet Bektaşi fıkraları dönerdi ve (…) işte bu işaret beyinlere bir acaba düşürürdü. Bunu bilen bu adamlar aslında bildikleri hakikatleri ufak bir oyunla gizliyorlar.

 

Şimdi (…) işaretini kullanmayanlar, nasıl bir cinayet işlemişler ve neyi saklamışlar, görelim:

‘’Halk Partisi devrinden beri, mutlak ve mecburi Amerikan siyasetini tutmak, Türkiye hesabına biricik doğru yol... Buna şüphe yok... Cihanın ölüm ve dirim halinde iki yolundan dirim istikametini seçmek milli irade ibresi yalnız bu istikameti gösterdiğine göre, her halde Halk Partisi hesabına büyük bir keşif değil...

Evet, dirim yolu seçildi; fakat bu yolda diri bir anlayış ve şahsiyetli bir tavır gösterilmedi. Vaziyet o türlü idare edildi ki, Amerika bizi cebinde keklik bildi; ve mevzuumuzda, idrâksiz kekliklere mahsus fedakârlıklardan ileriye gitmedi.

Mesele, Amerikan yardımının azlığında çokluğunda değil; Amerika'nın karşısında, yalnız kendi milli tekevvün gayesine bağlı, şahsiyetli bir millet tavrını takınmakta ve ona göre hürmet ve itibar sahibi olmakta... Coğrafya ve tarihimiz, bizi, kapitalizma ve komünizma sistemleri arasındaki nihaî muhasebenin ana rakamını temsil edecek kadar nazik bir makamda bulundurduğuna göre, Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalıydı. Olmadı; sanki Amerika tarafından boş bir araziye sevkedilmiş ve hudut bekçiliği almış boğaz tokluğuna çalışır bir millet olduk.

Hele lisaniyle, üslûbiyle, tipiyle, ruh haletiyle ve kendine göre kültürü veya kültür iddiasiyle Amerikalının içimize nüfuzu korkunç bir şeydir. Dolar kuvvetine dayanan ve sade Türkiye'de değil, dünyanın her tarafında kendisini hissettiren bu maddî ve aynı zamanda mânevî nüfuz belki Avrupa'nın ruhî sahada baş derdidir.

Zira Amerikalı, eski bir kök ve şahsiyet damarına bağlı olmaktan uzaktır.Garbın milletler katışığından öyle bir melezdir ki, o milletlere ait ruh uktelerini dibinden tıraş etmiş; ve meselesiz, dâvasız, dertsiz, ıztırapsız, yalnız madde hesaplarına bağlı ve beş hasse plânında yaşar bir yeni insan tipi getirmiştir. Bu yeni insan, elektriğin ne demek olduğunu düşünmez veya düşünmekte bir fayda görmez; onu bir ampul içinde zaptetmeği kâfi bulur. Bu yeni insanın hürriyet fikrinden, daha doğrusu insiyakından başka hiçbir ruhi sistemi yoktur. Başı boştur, ilcalarına tâbidir, her kayıttan ve ölçüden âzadedir, manevî sulta ve disiplin boyunduruklarından hiç birinin hükmü altına giremez; hasılı tam mânasiyle tabiat ve madde insanıdır.

Tarih, şahsiyet, ruhî hayat ve mesele sahibi milletler için de böyle bir tip, ancak bozucu ve çürütücü olabilir. Hele yeni bir hayat ve tekevvün arayan ve henüz olamamış bulunan milletler Amerikalıyı örnek aldıkları gün, meydana, bütün lûgatçesi 10-15 kelimeden ibaret, her ân çiklet çiğneyen ve homurtu halinde konuşan ve anlaşan, hiçbir ruhî müeyyideye kıymet vermeyen başı boşlar topluluğundan başka birşey çıkamaz. Amerikalı tipi, kendi vatanında belki her türlü içtimaî emniyet ve murakabeye malik olabilir; fakat taklitçilerinin dünyasında sadece felâkettir. Amerikaya gidip Amerikalı olmak belki iyi; fakat milleti içinde Amerikalılaşmak mümkün olduğu kadar kötü...

Başınızı kaldırıp büyük şehirlerde şöyle bir halimize bakacak olursanız, Amerikanizm denilen âfetin, kılığımızda, meşrebimizde, üslûbumuzda, edamızda bizi kendimizden ne kadar uzaklara götürdüğünü, yahut götürmek istediğini sezersiniz.

Mekteplerimize, gençlerimize, züppelerimize, zevk-u safa hayatımıza; ve oradan müesseselerimize, evet bütün müesseselerimize dikkatle bakınız yeter!

Bir Amerikan gemisinin İstanbul'a geldiği gün, şehrin geçirdiği telâşın, (Noel) babanın çıkını etrafında çocuklar geçirmez.

Eğer arada bir kendilerinden şu veya bu tarzda, hattâ bayrağımıza kadar uzanan kabalıklar görüyorsak, bunu, Amerikalının mizacında değil, kendi ruhî zebunluğumuzun muhatabımıza verdiği gururda aramalıyız.

İktisat reçetelerine kadar her şeyi sonsuz cömertliğinden beklediğimiz bir millet fertlerinin bize karşı ulvî hareket etmesini beklemek ve böyle bir istidadı da Amerikalıdan ummak, yerinde sayılamaz.

Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın ebedî müttefiki, Amerikalının da "Sen sensin, ben de ben" tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak... Yoksa belâ haline getirmek değil...

Bunu en küçük milletler yaparken biz yapamazsak hazin olur. Amerika da ancak böyle bir şahsiyete maddî ve manevî itibar biçebilir. Yoksa, gelip geçici menfaatleri bakımından alâkadar olduğu; ve bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasındaki perspektif içinde mutalea ettiği kadrodan ileriye geçemeyiz.

Dış siyasetimizde Amerikan ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını, kendimizde tecezzi kabul etmez bir şahsiyet vâhidine göre ayarlamakta, devlet ve millet çapında kalkınışımızı kuşatacak derecede büyük ve her işe hâkim bir mâna gizlidir.’’ Necip Fazıl.

 

Evet, buda Üstaddan (hem de araya (…) koymadan yaptığım) alıntısıdır.

 

Şimdi ben size desem ki…

Adam ol, baban gibi eşek olma! Herhalde beni sürersiniz buradan…

Ya şöyle desem…

Adam ol baban gibi, eşek olma! Şimdi bana birçoğunuz hak verirsiniz. Görüyor musunuz işin ruhu nasıl değişti. İşte malum çevrelerin benim yaptığım alıntılardaki niyet farkı. Birinde sahtekârlık var, diğerinde ise bir ahlak…

 

‘’Amerikan politikasını korumakla mükellefiz...’’ (…) işareti yok!

‘’Amerikan siyasetini tutmak biricik doğru yol...’’ (…) işareti yok!

 

Üstad ne demiş, bunlar ne anlıyor… Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor…

 

Planladıkları tahribatı gerçekleştirebilmek için edebi kuralları hiçe sayarak yaptıkları alıntılarla bir cinayet işlediler. Bu çok açık…

 

Unutmadan şunu da söyleyeyim...

 

''Dış siyasetimiz de Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (siyaset birliğine) göre ayarlamakla büyük ve her işe hâkim bir mana gizlidir'' Malum çevrelerin yaptığı alıntı.

Birde bu cümlenin hakikatini okuyalım...

''Dış siyasetimizde Amerikan ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını, kendimizde tecezzi kabul etmez bir şahsiyet vâhidine göre ayarlamakta, devlet ve millet çapında kalkınışımızı kuşatacak derecede büyük ve her işe hâkim bir mâna gizlidir.''

Bakın hele, anlam nasıl değişti. Bir yerde 'siyaset vahidi', diğer yerde 'şahsiyet vahidi' var. Bu cümlenin başında da bir gariplik var. şöyle ki, katiller '(...)kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (siyaset birliğine)' derken, bakın Üstad ne demiş:''(...)kendimizde tecezzi kabul etmez bir şahsiyet vâhidine göre ayarlamakta, devlet ve millet çapında kalkınışımızı kuşatacak derecede büyük ve her işe hâkim bir mâna gizlidir.'

Burada kendimize ve kendimizde ifadelerine dikkat edin. -e ve -de ekleri cümlelere tamamen farklı anlamlar katıyor. Üstad 'kendimizde' derken, bir milletin asil duruşunu zemin alarak yapılan birliktelikten bahsediyor. Şahsiyetli duruşu muhafaza ederek ilişkide bulunmak... Ama bu adamlar 'kendimize' uydurmasıyla Amerkay ile hiçbir şahsi duruş sergilemeden yapılan siyasi birliktelikten söz ederek cinayet işliyorlar. Tabiki cinayeti ortaya çıkaracak bir iz bırakmamak içinde cümlede geçen 'şahsiyet vahidi' kelimesini 'siyaset vahidi' yapıyırlar.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

BDG kardeşim ellerine sağlık, Allah razı olsun. Af buyurun, bu yazı da Özakıncı ve türevlerine kapak olsun.

 

Yalnızca denge siyasetinden bahsediliyor bu yazıda. Tam da trradomir abinin dediği gibi yazının İlhan Arsel metoduyla, kes-yapıştır-değiştir formülüyle hazırlanmış bir metin olduğu da ortaya çıktı böylelikle. Ben Başmakalelerim2'yi okumuş olmama rağmen bu yazıyı üzerinde özel bir dikkat göstermek gerektiren bir yazı olarak tahayyül etmediğimden hatırlayamadım bile. Bu şarlatanların yaptığı şerefsizlik böylece afişe olmuş bulunuyor, vatana millete hayırlı olsun. Bu yazıyı Amerikaya teslimiyetin bir nişanesi olarak yorumlayabilecek bir sivrizeka varsa, velisini göndersin smile.gif.

 

Böylelikle Üstad ve Amerika başlıklı bir derleme yapmama gerek de kalmamış bulunuyor smile.gif

 

Saygı ve selamlarımla

allah razı olsun kime kapak olacak diyecemde bu adamlar yüzsüz bişe olmaz

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...