Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
hafakan

İbrahim Ethem

Recommended Posts

ÜSTADIN EN MÜKEMMEL ESERLERİNİN ARASINDA İBRAHİM ETHEM GELİR . ÇOK ETKİLEMİŞTİ BENİ.

KİTABI UZUN GÜNLER ELİMDE DOLAŞTIRDIM EVDEN İŞE GİDİŞ GELİŞLERİMDE SÜREKLİ ELİMDEYDİ . OTOBÜTE MİNİBÜSTE . İŞYERİMDE ,KİTABI ULU ORTA İNSANLARIN GÖRECEĞİ YERLERE KOYMUŞUMDUR HEP.(EN AZINDAN) ÜSTADIN ADINI DAHİ OKUSALAR AKILLARINDA BİR TAZELENME OLMASI DAHİ BENİ MUTLU ETMİŞTİR HEP.

 

YAKLAŞIK 2YIL ÖNCE MİNİBÜSTE HİÇ TANIMADIĞIM 14-15 YAŞLARINDAKİ BİR ÇOCUĞA BU KİTABI ARMAĞAN ETMİŞTİM

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın bu mükemmel eseri, İbrahim Ethem hazretlerini daha iyi tanımama ve O'na büyük bir sevgi duymama vesile olmuştur. Okurken o derin iklime girmemek mümkün değil. Allah razı olsun.

Share this post


Link to post
Share on other sites

......................

 

 

BEŞİNCİ PERDE

 

[Deniz kenarı... Siyah ve meçhul fon önünde, sağlı sollu kayalar... Şırıltılı sular...]

 

 

(İbrahim Ethem sulara karşı yan oturmuş, gömleğinin söküklerini dikiyor. Hafif su sesleri... Deniz kuşlarının sesi... Biraz ilerisinde, ayakta, balıkçı...)

 

İBRAHİM ETHEM — (Balıkçıya) Ayakta durma! Otur!

 

BALIKÇI — Ver de söküklerini ben dikeyim... Dakikalardır uğraşıyor, bitiremiyorsun!

 

İBRAHİM ETHEM — Nefsimi meşgul etmeğe bakıyorum. O beni meşgul edeceğine ben onu meşgul edeyim... Mümkün olsa da bir yandan söksem, bîr yandan diksem...

 

(Balıkçı merakla İbrahim Ethem'e sokulup kumluğa oturur.)

 

BALIKÇI — Kuzum, nedir senin şu nefs dediğin... Senden başka bir şey mi?..

 

İBRAHİM ETHEM — (Hep dikişle meşgul) O, hem ben, hem de benden başka bir şey...

 

BALIKÇI— Nasıl olur?

 

İBRAHİM ETHEM — Basbayağı olur!

 

BALIKÇI — Ben balıkçıyım. Benim kayığım dediğim zaman, kayık ayrı ben ayrı değil miyim?..

 

İBRAHİM ETHEM — Nefse gelince iş değişiyor. O, hem sen oluyor, hem de senin dışında bir şey... Sende ne varsa onlara benim şuyum, benim buyum demiyor musun?.. Benim elim, benim ayağım, benim başım... (Coşar) Ya sen nerdesin? Bendeki her şeyi, benim, benim diye sayıp tükettikten sonra ben neredeyim?..

 

BALIKÇI — Aklımı oynatma benim!..

 

İBRAHİM ETHEM — Aklın oynasın da altından çıkanı gör!

 

BALIKÇI — O zaman nefs mi çıkar meydana?..

 

İBRAHİM ETHEM — Nefs çıkar! Senden kopar, olanca marifetiyle karşına dikilir. Köpeğe benzer, akrebe benzer, yılana benzer.

 

BALIKÇI — Nefs ruh mu yoksa?

 

İBRAHİM ETHEM — Ne gezer!.. Ruhun karşılığı, ters tarafı... Allah, gecenin karşısına gündüzü diktiği gibi, kalbimize nefs ile ruhu işlemiş... Kalbin toplayıcı hakikati doğmuş... O da, «ben» dediğin şeye ayna olmuş...

 

BALIKÇI — Ne derin sır!..

 

İBRAHİM ETHEM — (Dikişini dizlerine bırakıp balıkçıya döner) Asıl sır, onun altında... Ben sana kabaca nefsi bildirdim; derinlere girmedim ki...

 

BALIKÇI — Gir!

 

İBRAHİM ETHEM — Giremem! Sen bir balıkçısın ama, beyni kaynayanlardansın!.. Onun için sevdim seni!.. Vazgeç hecelerden, harflerden, kelimelerden... Nefsin işini bil, yeter!..

 

BALIKÇI — Neymiş nefsin işi?..

 

İBRAHİM ETHEM — Allah'a perde olmak... Yapış o perdeye tırnaklarınla, yırt o perdeyi huzura çık!

 

BALIKÇI — Nasıl yırtılır o?.. Balık ağı değil ki, geçireyim parmaklarımı da parçalayayım!..

 

İBRAHİM ETHEM — Onu bir balık ağı gibi parçalamanın usulü, heveslerinden vazgeçmek... Tacını, tahtını yıkmak, yele vermek...

 

BALIKÇI — Benim ne tacım var, ne tahtım!.. Belh Sultanı İbrahim Ethem değilim ki ben, tacıma, tahtıma bir tekme indirip dağlara, kırlara çekileyim.

 

İBRAHİM ETHEM — (İrkilir) İbrahim Ethem, haaa?..

 

BALIKÇI — Evet. İbrahim Ethem!..

 

İBRAHİM ETHEM — Kim anlattı sana onun hikâyesini?

 

BALIKÇI — Herkes... Herkesin dilinde o...

 

İBRAHİM ETHEM — Vah vah! Yazıklar olsun!

 

BALIKÇI —Niçin?..

 

İBRAHİM ETHEM — Boşuna bırakmış tacını, tahtını!.. Meğer muradı dillere destan olmakmış. Gayesi şöhretmiş!.. Sahtekâr İbrahim Ethem!.. Mürâî İbrahim Ethem!..

 

BALIKÇI — Ne yapabilirdi zavallı?..

 

İBRAHİM ETHEM — Namsız, nişansız kalmanın, silinip gitmenin çaresine bakabilirdi.

 

BALIKÇI —Allah onu sultan yaratmış... Elinden ne gelebilirdi ki...

 

İBRAHİM ETHEM — Gizlenmek... İsterse sultan kürkünün içine gizlensin... Eksik adammış İbrahim Ethem!.. (İbrahim Ethem, kucağındaki gömleği alıp tekrar dikmeye başlar. Uzun durak... Su ve kuş sesleri...)

 

BALIKÇI — Derviş baba!

 

İBRAHİM ETHEM — (Gözleri dikişinde) Söyle evlâdım!

 

BALIKÇI — Öleceğiz, değil mi?

 

İBRAHİM ETHEM — Evet evlâdım!

 

BALIKÇI — Ama kimse inanmıyor buna!..

 

İBRAHİM ETHEM — Nefs, ölüme başkalarında inanıyor, kendinde inanmıyor; istediğin kadar mezarlık kapılarına yaz: «Bütün nefsler ölümü tadacaktır!»... Yine İnanmaz. İnansa tek adım atamaz.

 

BALIKÇI - Nasıl olmalı bir mü'minin hali?..

 

İBRAHİM ETHEM — (Bir ân durur, dikişini indirir, balıkçıya dikkatle bakar) Son nefesinde nasıl olacaksa hep Öyle, her an öyle...

 

(İbrahim Ethem tekrar dikmeğe başlar. Uzun durak...)

 

BALIKÇI — Derviş baba!..

 

İBRAHİM ETHEM — Efendim?..

 

BALIKÇI — Bana, beyni kaynayanlardansın, dedin! Bu hal çok yeni bende...

 

(İbrahim Ethem bakar, cevap vermez. Durak...)

 

BALIKÇI — Benim beş yaşında nur topu gibi bir oğlum vardı. (Denizi gösterir) Şuracıkta oynarken sular onu alıp götürdü. Günlerce aradık, taradık, izini bulamadık. Bir gün ağımın içinde bulmayayım mı onu?.. Annesi de çıldırdı. (Durak, perişan eda ve yüksek ton) Bu ne hikmettir, Derviş baba?.. (Denize doğru) Şu denizi yumruklayayım, Allah'a «Rabbim, bu işi niçin yaptın?» diye...

 

İBRAHİM ETHEM — (Keser) Sus!..

 

(Balıkçı kalakalır. İbrahim Ethem dikişini dizlerine bırakır. Karşılıklı bakışma...)

 

İBRAHİM ETHEM — Mal sahibi sen misin? (Sükût... Uzun durak...)

 

İBRAHİM ETHEM — (Elini balıkçının suratına uzatır) Şu suratını, dünyaya gelmeden kendin mi ısmarladın?..

 

(Sükût... Uzun durak...)

İBRAHİM ETHEM — Bedavadan konduklarını elinden aldıkları zaman niçin kendini kayıpta görüyorsun?.. Sermayen mi vardı ki, elinden gitti diye tepiniyorsun?.. Nasıl oluyor da Allah'a hesap sormaya dilin varıyor? (Durak, tonu değişik) Veren o, alan o, güldüren o, ağlatan o, burada her verdiğini orada saklayan o; daha ne istiyorsun...

 

(Balıkçı hıçkırarak ibrahim Ethem'in kucağına atılır. Başını göğsüne dayar. İbrahim Ethem, gözleri maverada, tatlı tatlı, balıkçının saçlarını okşar.)

 

İBRAHİM ETHEM — Çıldıran annesi bilse ki, ondaki merhametin sahibi kendisi değil, Allah; hemen tesellisini, şevkini bulmaz mı?.. Yavrusunu ensesinden kavrayıp kaçıran kedi, civcivini yem yemeye çağıran tavuk, şu, bu, o, rahmet duygusunu kimden aldı? Bu rahmet ortadayken hangi kayba üzülebilir insan... (Durak... Eli, sarsılarak ağlayan balıkçının saçlarında) Her şey O'nun, her şey O'nda... Batan ufukların dilsiz daveti... Solan renklerin baygın rüyası... (Durak) Ağlayan öksüzün gizli isteği... Çırpınan âşığın kavurucu humması... Kayan gözlerin sessiz imdat çığlığı... Her şey O'nun, her şey O'nda... (Durak, değişik ton, tane tane) O ki, Allah'a maliktir, neden yoksundur; o ki Allah'dan yoksundur, neye maliktir? (Durak, balıkçının hıçkırık sesleri) Ağla, evlâdım, ağla! O da Allah'ın sana rahmeti...

 

BALIKÇI — (İbrahim Ethem'ın kucağından doğrulur) Ben Allah'tan korkmak istemiyorum, O'nu sevmek istiyorum!

 

İBRAHİM ETHEM — Hem sev, hem kork! Sevdiğin kadar kork, korktuğun kadar sev! Alemde sevgiden büyük korku mu olur?.. Asıl sevilenden korkulur!

 

BALIKÇI — Ne yapsam da kendimi kaptırsam O'na?

 

İBRAHİM ETHEM — Sen mi kaptırırsın, O mu kapar, belli olmaz! Belki de seni kapmak için başına sardı bu felâketi!... Ateşten ok yüreğine yapışınca anlarsın!

 

BALIKÇI — Yüreğimi açtım. Bekliyorum!

 

İBRAHİM ETHEM — Bekle!

 

(Uzun durak... Birden sağ tarafta bir at kişnemesi... Balıkçı ayağa fırlar. Gözü sağ tarafta...)

 

BALIKÇI — Atlılar durdu. Vali ile adamları... Vali atından indi. Bize doğru geliyor.

 

İBRAHİM ETHEM — Gelsin varsın?..

 

BALIKÇI — (Gözleri hep sağ tarafta) Bana işaret!.. Şimdi gelirim.

 

(Balıkçı hızla sağdan çıkar. İbrahim Ethem, hafifçe sağına döner. Cephesiyle denize, sırtıyle sahnenin sağ tarafına yan vermiş, dikişini dikmeğe koyulur.)

 

(Uzun durak... Su ve kuş sesleri...)

 

(Sağdan vali gelir. Arkasında balıkçı... İbrahim Ethem gelenleri görmez. Vali birkaç adım atıp durur.)

 

VALİ — Selâmün aleyküm ey yüce velî...

 

İBRAHİM ETHEM — (Soluna dönerek) Aleykümüsselâm... Ey koca Vali!..

 

VALİ — Belh'den bir nâme aldım. Belh Sultanı, seni, rahat bir araba içinde oraya göndermemi istiyor.

 

İBRAHİM ETHEM — Boşuna zahmet!.. Ben burada, yumuşak kumaşların şiltesi üzerinde çok rahatım...

 

VALİ — Olmaz! Göndermeğe mecburum!

 

İBRAHİM ETHEM — Zorla mı?

 

VALİ — Gerekirse zorla... Belh'e dönmelisin!.. İlle dervişlikse muradın, orada sürdürmelisin dervişliğini!..

 

İBRAHİM ETHEM — Sarayda mı...

 

VALİ — Senin gibi bir sultan oğlu, sultan oğlu bir sultan, lâyık mı ki, böyle dağlarda, kırlarda, deniz kenarlarında, kayalıklarda sefil sefil dolaşsın?..

 

(Balıkçı hayretten elleriyle başını kavrar.)

 

VALİ — Eski Belh Sultanı İbrahim Ethem, şimdi kumluklarda söküklerini dikiyor. Görülmüş, duyulmuş iş mi bu?..

 

İBRAHİM ETHEM — (Başparmağı ile şehadet parmağı arasında iğnesi görünen sağ elini valiye uzatarak) Daha neler var bu dünyada, görülecek duyulacak!..

 

VALİ — Nedir o elindeki?..

 

İBRAHİM ETHEM — Dikiş iğnesi...

 

VALİ — Bir zamanlar kılıcınla dağları bölerken şimdi bir iğneye mi kaldı işin?..

 

(ibrahim ethem ayağa kalkar. Gömleğini yere bırakır, iğnesi daima parmaklarında...)

 

İBRAHİM ETHEM — (İğneyi Valiye uzatarak) Bu iğne o kılıçtan daha kuvvetlidir.

 

VALİ — (iğneyi ibrahim Ethem'in parmaklarından kopararak) Aklını da bozmuşsun sen!.. Zaten insan, aklını bozmadan senin yaptıklarını yapar mı?..

 

İBRAHİM ETHEM — İyi bildin! Aklımı bozdum. (Elini gırtlağına götürür) Boynumu buradan kesip başımı çöplüğe attım. Şimdi beni çöplük çöplük dolaştırıp başımı mı aratacaksınız? İstemiyorum! Sizin olsun!

 

VALİ — Gelmezsen seni askerlere tutturacağım! Elini, kolunu bağlatacağım! Yemeğini bile ağzına kaşıkla verecekler... Belh'e gideceksin! Eğer keramet sahibi isen zincirlerini kırar, havada uçar, kaçarsın! Razı mısın?

 

İBRAHİM ETHEM — Razı değilim!

 

VALİ — Keramete güvenmiyor musun yoksa?

 

İBRAHİM ETHEM — «Yok»a güvenilir mi; ben «var»da yok olmaya bakıyorum. Hiç «yok»da var olmayı düşünebilir m iyim?

 

VALİ — Ya senin için havada uçuyor, suda yürüyor diyenlere ne buyurulur?.. Bunlar keramet değil mi?..

 

İBRAHİM ETHEM — Bunlar oyuncak!.. Havada sinek de uçuyor, suda kurbağa da zıplıyor. Keramet bunlarda değil, acizlikte... Toprak üstünde sürünemeyecek kadar acizlikte... (Elini uzatır) Ver bana iğnemi!

 

VALİ — Vermeyeceğim! Yoksa keramet iğnede mi?

 

İBRAHİM ETHEM — Olabilir! Allah isterse o iğnenin ucuyla bana üzüm taneleri gibi yıldızları toplatır.

 

VALİ — Yaaaa?.. Demek keramet bu iğnede...

 

 

(Vali hızla yürüyüp siyah fonun önüne gelir. İğneyi denize fırlatır. Su sesleri,..)

 

(Balıkçı dehşetle atılıp İbrahim Ethem'in omuz başına geçer. İbrahim Ethem, sol yanını denize vermiş, dimdik bir kaya...)

 

İBRAHİM ETHEM — (Sağ elini denize uzatmış, en yüksek sesiyle) Balıklar!.. Getirin İğnemi bana!..

 

(Uzun durak... Vali, kaşları çatık, dehşetler içinde denize bakıyor. Balıkçı bir atılışta İbrahim Ethem'in önüne geçer, iki büklüm, gözlerini sulara saplar. İbrahim Ethem, nereye baktığı belirsiz, kaskatı.,.)

 

BALIKÇI — (Aynı iki büklüm vaziyette, elini uzatmış, var kuvvetiyle) Bakın, bakın! Bir balık, kafası su yüzünde, ağzında iğne, bize doğru geliyor!..

 

(Balıkçı koşar, siyah fonun önünde diz çöker, elini uzatarak iğneyi alır, kalkar döner, delilikten aşırı bir hayret tavrıyle iğneyi İbrahim Ethem'e uzatır, ibrahim Ethem son derece sakin, vekarlı...)

 

İBRAHİM ETHEM — (İğneyi alırken) Emanete kıydım. Sırrı açığa vurdum. Demek bu dünyada nöbetim sona erdi artık..

 

(Uzun durak... Balıkçı daima şaşkın ve büyülenmiş, vali kaskatı, somurtmakta... ibrahim Ethem aynı vekar içinde...)

 

İBRAHİM ETHEM — (Balıkçı ve Valiye) Hoşça kalın dostlarım!.. Sen koca Vali; Belh'e selâm gönder, şen olsunlar!.. Sen de dertli balıkçı, bana İğnemi getiren balığı ağına düşürmekten sakın!.. Ağ atmayı bırak, Allah'ın ağına düş!..

 

(Çıt yok... Donmuşlar... İbrahim Ethem yürür, yerden gömleğini alır. İğneyi üzerine geçirir, sol kolu üzerine atar, sağa doğru ilerler.)

 

BALIKÇI — Nereye gidiyorsun, Ya İbrahim Ethem?..

 

İBRAHİM ETHEM — (Durur, başını çevirir) Meğer farkında olmadan kefenimi dikmeye başlamışım... Onu tamamlamaya gidiyorum!

 

BALIKÇI — (Yalvaran ton) Gel, bizim kulübeye gidelim!

 

İBRAHİM ETHEM — Ben dünya kulübesine sığamadım; senin kulübene nasıl sığabilirim? En doğrusu, büyük gelir bana senin kulüben...

 

BALIKÇI —Lütfen!

 

İBRAHİM ETHEM — Ben sultan doğdum, bana saray gerek... Öyle bir saray ki, genişlikte en geniş de, darlıkta en dar...

 

BALIKÇI — Saraya mı, saraya mı gidiyorsun...

 

İBRAHİM ETHEM — Saraya!.. (Gömleğini uzatır) İçine yalnız beyaz gömleklilerin alındığı... Kuma uzatılıp kalıbının çıkarıldığı... Boyuna göre yer verildiği... Saray!.. İçinde kılıçlı böceklerin nöbet tuttuğu... Havaya, ışığa bile yasak denildiği... Darlığın genişliğe çevrildiği... Saray! (Gömleğini indirir, azametli tavır) Ben, Belh Sultanı İbrahim Ethem, sarayıma gidiyorum!

 

BALIKÇI — (Çığlık çığlık) Ayrılma, kal!

 

İBRAHİM ETHEM — Hiç ayrılmamaya, büsbütün kalmaya gidiyorum!

 

(Hepsi birden aynı vaziyette heykelleşmiş...)

 

(Uzun durak... Derinlerden, müziksiz koro halinde bir ilâhi...)

 

 

 

Toprakta kimler yatur?

İğnesin suya atan,

Balıklara getirten,

İbrahim Ethem yatur!

 

 

 

 

(PERDE)

 

1978

  • Like 3

Share this post


Link to post
Share on other sites

Her yanı karanlık dünyanın, öyle aydınlık, öyle nurlu, öyle pürüzsüz bir tarafı var ki; oradan nice peygamberler, nice sahabeler, nice evliyalar geçti. Allah dostları… Kimi günahkardı; günah dağlarını yerle bir etti; kimi sarhoştu; yerde gördüğü mukaddes bir kelimeyi çamurların arasından saygıyla kaldırdı ve kendisine hürmet edildi; kimi de İbrahim Bin Ethem’di; dünya saltanatını öldürüp gönül sultanlığıyla dirildi. Sultanken, saray hazinesine giren sandık sandık altınların; tacını tahtını bırakıp Allah’ı bulmak için yollara düştüğünde gökten yağan rahmet nurları karşısında ne kadar değersiz ve ne kadar adi olduğunu gördü. Nefs oklarının sipsivri uçlarına hedef olurken; nefs ordularını dize getiren bir kumandan oldu. Adı, sayısız büyüklerin, hakiki kahramanların, ölmeyenlerin arasında yerini aldı. Asırlardır nice insan onun ibretlik serüvenini duydu, okudu. Sultan olarak kalıp tahtını terk etmeseydi; şuan onun adını bilen kimse olmazdı belki. Sadece (Belh Sultanı İbrahim Ethem) olarak, yalnızca hüküm sürdüğü zamanlarda, hüküm sürdüğü topraklarda tanınacaktı belki. Gönül sultanı, hak dostu İbrahim Bin Ethem’i, on asırdan fazla bir zamandan beri milyarlarca insan tanıdı. Tanımaya devam ediyor.

 

Yazdığı eserlerle Türk fikir hayatına şekil, yön ve renk veren Üstadın zirve piyeslerinden biri olan İbrahim Ethem; beş perde ve altmış küsur sayfayla sayısız hikmetleri içinde barındırıyor. Her sayfası, her satırı sonsuz bir huzuru besteliyor. Üstad bizi, İbrahim Ethem’in çektiği manevi sancılar, yakıcı yıldırımlar ülkesinde gezdirirken; onu capcanlı olarak karşımızdaymış gibi hissettiriyor.

 

Piyesteki sayısız hikmetlerden birini yazalım. Dördüncü perde’de İbrahim Ethem bir gemi yolculuğunda... Yolcuları eğlendiren bir maskara onunla uğraşıp etrafındakileri güldürüyor. Onu küçük düşürüyor, alay ediyor. Allah dostlarının büyüklüğünü, mütevaziliğini ve insanoğlunun en korkunç düşmanlarından biri olduğu halde tanınmayan, bilinmeyen, anlaşılmayan, yenilmeyen ‘nefs’ konusunda ne kadar derin olduklarını özetleyen şu enfes cevaba bakın :

 

Maskara : İkimiz de aynı sanattanız! Ben maskaralık edip parsa topluyorum! Sen de goygoyculuk edip sadaka devşiriyorsun!

 

İbrahim Ethem : Hakkın var! İkimiz de aynı sanattanız! Şu farkla ki, senin apaçık maskaralığın, benim nefsimin sinsi pisliğinden çok daha temiz!..

 

Defalarca okunsa da tadına doyulması mümkün olmayan bir piyes…

  • Like 3

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah razi olsun, sayenizde böyle bir eserin varligindan haberdar olmus oldum... bunu en kisa zamanda alip okumak nasip olur insallah...

İbrahim Ethem Hazretleri, her zaman dualarima vesile ettigim fakat hakkinda pek az bilgi sahibi oldugum zat...

Ne zaman bir esyami kaybetsem Onu vesile ederek dua ederim, ardindan ruhuna 1 Fatiha hediye ederim ve bunu ne zaman yapsam kaybolan esyami bulurum (:

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tacı tahtı bırakıp Allah yolunun yolcusu olmak...

 

Belh şehrinin sultanı İbrahim Ethem ks Hazretleri,Allahu Teala şefaatlerine nail eylesin.

 

Kendisiyle alakalı vefatıyla ilgili şu olayı aktarayım:

 

İlerlermiş yaşında Belh şehrine gelir ve yaptırdığı camide konaklamak ister. Dışarda da yağmur yağmaktadır ancak görevli buna müsaade etmez. "Bu camiyi İbrahim Ethem Hazretleri yaptırdı,burada kalamazsın" der ve hazret Belh sokaklarında dolaşmaya başlar ve bir demirci dükkanı görür. İçeriye girer,selam verir,çalışan çırak selamı alır ve işinden başını kaldırmadan çalışmaya devam eder. Zaman ilerler ve çırak işini bitirir ve bakar ki gelen kişi sırılsıklam olmuş. İbrahim Ethem Hazretlerine işini bitirince büyük bir ihtimam gösterir kendisiyle çok alakadar olur. Bunun üzerine hazret sorar:"İçeriye girdiğimde benimle hiç ilgilenmedim ama şimdi çok alaka gösteriyorsun,bunun sebebi nedir?" çırak cevap verir: "Efendim,biraz önce çalıştığım bu yere karşı olan sorumluluğumdan dolayı,işimi bitirmek gayesiyle sizinle ilgilenemedim,ne zaman ki işim bitti o zaman sizinle ilgilendim" deyince hazret "evladım senin bu zamana kadar kabul olmayan duan var mı?" diye sorunca, çırak:"Allahu Tealaya ne dua etsem hepsi kabul olundu ancak biri hariç o da şudur ki İbrahim Ethem Hazretlerini görmeyi murad ederim,bunun haricindeki bütün dualarım kabul edilmiştir" deyince,İbrahim Ethem Hazretleri "demek bunca yolu katetmeme sebep sendin" der ve orada ruhunu teslim eder.

 

Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri de babası 2.Murad gibi tacı tahtı bırakıp ilk olarak Akşemseddin Hazretlerine daha sonra Ebul Vefa Hazretlerine mürid olmak istemiş ancak ikisi tarafından da vazifesine ve sorumluluğuna binaen kabul edilmemiştir. Hatta Ebul Vefa Hazretleri kendisine dergahının kapısını bile açmamış, Fatihe yüzünü bile göstermemiştir. Fatih dergahın kapısındayken Ebul Vefa hazretleri içerde göz yaşları dökmekteymiş.Ve müridine demiştir ki:-Ah çocuğum ah!Bilmezsin.Benim ona meylim ve onun bana ihtiyacı o derece fazladır ki,bir an birbirimizi görecek olsak,o benden ayrılmak istemeyecek ben de onu bırakamayacağım...Halbuki,o milletin umurunu üzerine almıştır...Bizde dünya düzenini korumaya mecburuz."

 

Fatihe yüzünü göstermediği gibi oğlu 2.Beyazıta da göstermemiştir.

 

Ne büyük zatlar,Allahu Teala hepsinin şefaatlerine nail eylesin inşallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...