Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
mürid

İslam Ve Kadın

Recommended Posts

· Her madde, her mâna ve her şey gibi kadının da bütün vücut ve hikmeti, keyfiyeti ve mevkii İslâmda...

 

· Kadın, İslâmda, kendisine Şeriat yolundan ulaşmak şartiyle sevgili bir varlıktır. Yeryüzünün Efendisi ve Peygamberler Peygamberi ki buyurmuşlardır ki: “Bana dünyanızda üç şey sevdirilmiştir: Kadın, güzel koku ve namaz...”

 

· Hemen anlamak gerektir ki, meşru şekiller ve hadler içinde kadına bağlılık, Yeryüzünün Efendisi ve Peygamberler Peygamberinin mizacına uymak bakımından İslâmi ve makûl bir hâdise... İslâmın zâhir ve bâtın çerçevelerinin bütün kahramanları bu şekiller hadler içinde kadına bağlı kalmışlardır. Ruhbaniyeti kabul etmeyen İslâm, bâtınî büyük marifet yolunda nefs körletmenin usûlu olarak kadından uzak durmayı kabul etmez. Aksine büyük marifet yolunda, meşru şekiller ve hadler içinde kadın alâkası şarttır.

 

· Kadın, İslâmda, her şeyden evvel derin bir hayâ mevzuudur: ve bütün mahrem köşeleriyle çepçevre hisarlar ortasında yükselen bir saray gibi, edep, ismet ve gizlilik surlariyle halkalanmıştır.

 

· Mukaddes İslâm Şeriatı, kadını, her noktasiyle kocasının nazarlarına helâl olarak teslim ettikten sonra, onun cemiyet hayatını, mahremi bulunduğu veya bulunmadığı insanlara karşı ayrı ayrı görünüş şekilleriyle ve son derece sarahatle tanzim etmiştir. İslâm cemiyet ve beldesinin büyük meydanında ve bütün nazarlara karşı kadın, yüzünden, el ve ayaklarından başka hiçbir noktasını çıplak olarak gösteremeyecek derecede hayâ ve hicap ifade eder. Tek tel saçın bile dâhil olduğu bu hayâ ve hicap şartları yerine geldikten sonra kadın, aynı İslâm cemiyet ve beldesinin aynı meydanında en faal ve en vazifedâr bir unsur olabilir.

 

· Kadını kafes arkalarına ve haremlere hapsetmek, hiç kimsenin karşısına çıkarmamak ve topuğundan saçına kadar simsiyah bir torba içine sokup öylece ve bir ân için cemiyet koridorundan geçirivermek, İslâmi ölçü ve gereklerin emrettiği bir iş değildir. Her bakımdan mükemmel olan dine bir şey eklemek veya ondan bir şey eksiltmek, dini anlamamaya ve nihayet ya ham ve kaba softalığa veya kör-kütük anlayışsızlığa varacağına göre asırlar boyunca Türk cemiyetinde kadının halini, dinî vecd ve idrâkten mahrum ham ve kaba softaların eseri diye mütalâa ve bu halden İslâmiyeti tenzih etmek lâzımdır. Şer’î ölçülere bürülü olarak kadın, İslâm cemiyet ve beldesinin büyük meydanında ve her türlü iş ve faaliyet sahasında, bütün nazarlara açık bir edep ve ismet heykelidir.

 

· Ayrıca kadın, mücerred kadın olarak, mücerred güzellik ölçüleriyle, ancak İslâm Şeriatinin gizlenme hadleri ve görünme şartları içindedir ki, tesir ve kıymetinin azamîsine ulaştırılmıştır. Kasap dükkânlarında kuyruğuna kadar yüzülmüş çırçıplak etin vahşetini esirî bir tılsıma götüren örtü sırrı, münhasır (estetik) göziyle de yalnız İslâmdadır.

 

· İslâmda kadın, içtimaî vazifeler arasında yalnız iki tanesinin ehliyetine malik değildir: Biri imamlılık, öbürü hâkimlik... Bunda da son derece ince bir hilkat sırrı güden İslâmiyet, her şeyden evvel hissîlik ilcaîlikten uzak bir erkek seciyesi isteyen bu iki işten başka kadına hiçbir içtimaî vazifeyi yasak etmemiş, fakat kadının en yüksek ve ulvî mevkiini, onun ve erkeğinin yuvası olarak göstermiştir.

 

· Kadın; anne, hemşire, zevce; güzellik bakımından kadın, içtimaî vazife noktasından kadın; hilkat sırrının maddî ve mânevî bütün tecelli şekillerini İslâmda arasın ve yalnız onunla övünsün!

Share this post


Link to post
Share on other sites

dosya: büyük doğu -1

Büyük Doğunun 1945 yılında yayınlanan sayılarından birinde, sayfanın sağ alt köşesine sıkıştırılmış, Neslihan Kısakürek imzalı bir yazı ilişiyor gözüme: Ev ve Kadın Suadiye Tramvayında.

 

Üstad Necip Fazılın talebi üzerine hazırlanan bu köşede, Neslihan hanım iki ana başlık altında, Muaşeret Edebi ve Ev ve Kadın olmak üzere iki önemli meseleyi kendi üslubuyla gayet samimi ve hayatın ta içinden çekip almışcasına okurlarıyla buluşturuyor.

 

Bu konuyla alakalı bir hayli muzdarip oluşumuzdan olsa gerek, ilk etapta kadının ve evinin ele alındığı yazıyı okuma dürtüsü peyda oluyor insanda.

 

Merak ettiğim için sayıyorum, yaklaşık 150 kelimelik kısa bir yazı. Yazının kısalığı aldatmamalı ama, çünkü kadın bir kadının gözüyle ancak bu kadar isabetli anlatılabilir. Üstadın kendi tabiriyle her biri en büyük davalarla alakalı, mecmuanın bu mühim iki köşesini doldurması için eşine teslim etmesinin sebebi de bu olsa gerek. Necip Fazılın bu mantıklı ve yerinde eyleminin tartışılamayacağı gibi, isteğini eşine arz etmesi üzerine aldığı cevabın gerçekliği de tartışılacak cinsten değil.

 

Üstadın yukarıda belirttiğimiz köşeyi hazırlaması için eşine götürdüğü taleb üzerine Neslihan hanım şunları söylüyor:

 

 

[] geçen gün Suadiye tramvayında ne düşündüm: Hemen her muharririn şikayet ede ede bitiremediği tramvaylardaki bu korkunç insan pestili, manevi bakımdan bu kaatilcesine kalabalık, kadın yolcuların erkeklere nisbetle en aşağı yüzde 60 fazla olmasından doğuyor. Buna hiç dikkat eden oldu mu? Kadınlarımız, sabahın en erken saatinden en geç vakte kadar sokaklarda Ev, öz evi, kadının cehennemi oldu! Şehirin deveran süratini sebepsiz ve faydasız, misillerle artmaya sevkeden, şehirli kadınlarımızdır. Acaba beledî, iktisadî, idarî sahada görülen bu hadise, ruhî ve içtimaî bakımdan ne gibi müessirlere dayanıyor?

 

- Aman, dedi kocam, yazına böyle gir, hiçbir başlangıç bu kadar güzel olamaz!

 

[]

 

Düşündürücü ve insana kendi kendisini sorgulaması gerektiği ilhmanı veren kısa ve öz bir anlatım.

 

Neslihan hanımın bundan yaklaşık 60 yıl önce tespit edip kağıda aktardıkları günümüzde hala artmış olduğunu iddia etme cüretinde bulunuyorum devam etmektedir.

 

Kadın son kalesini de terketti

 

Kadınlarımızın sokağa dökülmelerinin tarihçesine girme niyetinde değilim. Fakat şu bir gerçektir ki, eski türk filmlerinin en çok alaya alınan reprliklerinden olan ve kadının hakiki anlamda evinin kadını ve çocuklarının anası olduğu zamanlar hatırlayamayacağımız kadar gerilerde kaldı.

 

Bu şu anlama geliyor ki, en sağlam ve en dokunulmaz olması gereken evlerimiz, yani kadınların son kalesi de içten fethedilmiş, yerle bir edilmiş ve sahipsiz kalmış durumdadır. Böyle bir yıkıntıya sebebiyet veren unsurları herkes kendi hayatında rahatlıkla bulabilir. Yazıla yazıla birçok şeyin anlam ve mahiyetini kaybettiği şu zamanda işaret ettiğim unsurları burada zikretme ihtiyacı görmüyorum. Çünkü kimse onları bilmediğini iddia edemez ve etmemelidir.

 

Peki, ya bu kalenin içindekiler?

 

Kadının, gerek sosyal, gerek mecburi, gerekse keyfi bahanelerle terkederek sahipsiz bıraktığı yalnızca evi olmadı tabi ki. Anne ilgisinden mahrum büyüyen çocukların yetersiz eğitim ve geçersiz hayat bilgisi birikimlerinden doğan onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce olumsuzluk şuan toplulumumuzu ele geçirmiş halde.

 

Hergün kişiliği gelişmemiş bir fert daha kendisini düstursuzca toplumun orta planına yertleştirme çabası güdüyor.

 

Öz kimlik ve kişiliğini bilemeden kendini sokağa atan kadınların çocukları ya kreşlerde, ya parklarda ya da çarşı-pazarda büyüyor.

 

Beşiği sallayan el dünyayı yönetir ilkesine uyan kadınlarımızın sayısı gün geçtikçe azalmakta.

 

Muhakkak ki Haticeyi, Peygamberin (s.a.) gözbebeği ve zevceler sultanı Hz. Hatice yapan bitirdiği mektep, Zeynebi de, Ebul Âsın vazgeçilmezi kılan, onun makam ve mevkisi değildi.

 

Neslihan hanımın yukarıda dikkat çektiği hadisenin ruhi ve içtimai boyutlarına girmek yerine son söz olarak şunu belirtmek daha uygun olur diye düşünüyorum:

 

 

Cennet ayakları altından kaldırılmadan eve dönmeli kadın!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kadın ve erkekten müteşekkil olan cemiyet ve onun çekirdeği olan aile, bedenin iki ayağından birinin kopmuş olup da sekerek yürümesi gibi, kadının aslî mekânı, kendisi için huzur ve sükûnet yeri, hakiki vazifesi ev hanımlığına ve vazifesini ifa edeceği yer olan evine yüz çevirdiği günden beri, ailede ve cemiyette taşlar yerinden oynamıştır. Fıtratına uygun olarak kendisi için en nezih, latif, sevimli yer olan ev, niçin kadın için sıkıcı, tahammül edilemez bir hâle geldi?

 

Öncelikle şunu söyleyelim ki, kadının tahsil görmesi ve çalışması İslami ölçüler dâhilinde yasak değildir. Hele de ilki, kadın-erkek bütün Müslümanların ruhlarında mevcut bulunması gereken, öğrenmekle mükellef oldukları malumatlar bütünü olarak düşünüldüğünde elzemdir. Bunların ölçüsü bellidir.

 

Gün boyunca ruhî ve kalbî olarak sımsıkı bağlarla bağlı olduğu yavrusuna ayıracağı vakit, onun ruhunu şekillendirerek cemiyet sahasında büyük fethler için donanımını, teşekkül etmeye başlayan iç dünyasına peyderpey yüklemesi gereken kadın, en büyük saadeti zaten bu ruh ibdası hareketi içerisinde yaşamıyor mu? Bir insanı yetiştirmek, onun her davranışını, düşüncesini, his dünyasını inşa etmek vazifesi ve bu vazifeye memur edilmenin verdiği coşku kadın için en nadide nimetlerden değil mi? Bir ruhu şekillendirmeden önce, kendi ruhu en ince nakışlarla şekillenmiş olması gereken kadın, vazifesinin geleceği güne kadar bu ulvî, manevî, maveraî tekevvünün atmosferini kuracak olan baş mühendis sıfatıyla kendisini hazırlaması, yetiştirmesi gerekmiyor mu? Yazık oluyor çocuklara, dışarıda cemiyete hizmet etme cehdinde iken anne, evde ruhu şekillenmeyi bekleyen çocuk, en büyük hakkı olan terbiye verici ihtişamlı anne muamelesinden mahrum...

 

Bu hadisenin sadece bir boyutu. Ev, çocuk, aile boyutu...

 

Cemiyet zemininde muazzam bir inkılâbın vuku bulup da, kadının en nezih ortamlarda cemiyete hizmet edeceği teşkilat kuruluncaya kadar; hem erkeğin hem kadının başköşedeki mefkûrelerinden olan iki cihan saadetine kavuşmaya vesile olacak bir yuvanın muhkem temelini atmak, gözyaşları içinde hergün annesinin işe gidişini ah u zâr ile protesto eden ve anne ilgisine, sevgisine, şefkatine, sıcaklığına, kokusuna en çok muhtaç olduğu devirde bu ayrılışı yaşayan cennet kokulu minik çocuğun bu hâli yaşamamasına; eşinden istediği bir tatlı dil, güler yüz, evin nizamının berdevamı olan erkeğin de –ideal olan bu olduğu için misalde ihtivaya katılmıştır- gözünden sakındığı, başının tacı yaptığı, en narin tekellümlerin ve davranışların çocuklarının annesi olan kadına bir mücevher kutusunda elmas sunar gibi sunduğu o andır ki, eşlerin birbirlerine tebessüm etmesine bile sevap yazan yüce Allah, İslam ahlakının biricik temsilcisi, güzellerin güzeli, zarafet timsali Peygamberimizin has ümmeti olabilmek cehdine ecirlerin en muazzamını, yani hem ferde hem cemiyette vâki olacak olan huzuru kendi yolunda yürümekte olan bir toplumun içine yeniden göndereceği temennimizdir... ( Evinde çocuğuyla birlikte olup da, müşahhasta ona yakın olduğu halde, mücerrette ruh zeminine inemeyen kadınlar muhtevayda dahil edilmedi. )

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...