Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mütereddid

Admin
  • Content Count

    625
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    70

mütereddid last won the day on October 7 2017

mütereddid had the most liked content!

Community Reputation

254 Çok İyi

About mütereddid

  • Rank
    Co Admin

Profil Bilgisi

  • Cinsiyet
    Erkek

Recent Profile Visitors

17,776 profile views
  1. AYASOFYA HİTABESİ (Ses kaydı dökümü) Bana öyle geliyor ki; yalnız manayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek, Ayasofyanın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır. İsterse açılmasın; ondan sonra her şey, küçük bir tatbikat işinden ibaret kalır. Biz, kimden, neyi istiyoruz Yemenden Viyanaya, Fastan Kafkasyaya kadar en aşağı 10 milyon kilometre karelik bir zemin üzerinde Evet, böyle bir zemin üzerinde Atalarımızın Ata derken halimize bakıp başımızı dövdüğümüz nur insanların Tohum atarcasına her tarafa serptiği kubbelerden birini 700 bin kilometre kareye indikten ve bu hâlin ismine millî kurtuluş dedikten sonra Evet, bütün bunlardan sonra Toprağı kaybedilmiş kubbelerden birini mi istiyoruz? İnsana gülerler!.. Herhangi bir yıldızda bu türlü iddialara girişen milletleri sürecek bir tımarhane olsa, bizi oraya sürerler. Âlemde, cüceleşmiş devlerin, eski rollerini takınmasından daha çirkin bir tablo yoktur. - Cüceleşmeyeydin! Şimdi devin hakkından nasıl bahsediyorsun? Derler böyle insanlara ve milletlere!.. (Dinleyiciler içinden gürültü gelince: Efendim ben hep irticâli konuşuyorum, biliyorsunuz. Bunu mahsus yazdım ki, tek tek damla damla süzülsün. Hayatımın mühimce bir eseri olduğuna kaniyim. Ve mazbut olması da lazım; çünkü Ayasofya nazik bir mevzu) Evet, sevgili gençler; bir manzumemde söylediğim gibi, kellelerimizi tırnaklarımızla yerinden söküp iki dizkapağımıza yerleştirmenin, sonra ikinci bir başla onu seyretmenin artık günü geldiğini kabul edelim ve avaz avaz haykıralım ki; bizi, şiltesi üç kıtayı kaplayan devi cüceleştirdiler. Sonra ona iki santim boy ilâve edip, Batının bat pazarı veya bit pazarı elbiselerini giydirdiler. Peşinden İşte sana lâyık özgürlük ve uygarlık budur! dediler. Bu bakımdan Ayasofya Bakın nedir bu bakımdan Ayasofya? Bizi bu hâle getiren, annelerimizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, ahlâkımızı Parisin dünya çapındaki Şabane kerhanesinden daha aşağıya düşüren, millî kültürümüzü çöplüğe ve millî iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekâmızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi 126 yıllık cereyanın, kendi öz evimizde, yüzümüze kapadığı oda, ruh ve mukaddesat odamız Ayasofya budur! 126 yıl boyunca, dışardan Batı emperyalizmasının, içerden de onların sâdık ajanları sıfatiyle kozmopolitlerin, Yahudilerin, dönmelerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi halinde; adı Türk, küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu cereyan, Ayasofyayı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan frengili suratlar şeklinde, Türkün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu. Frenk kelimesinden gelen frengi veya frengi ismine dikkat ediniz. Türkün mukaddesatına frengili bir surat gibi bakan bu insanlardır ki, frengînin ta kendisidirler ve ciğerlerine kadar frengilidirler! Şairin; "Şâyestedir denilse, Alem senin mezarın" dedikten sonra -Abdülhamk Hamid söylüyor- "Hâlâ gelir zeminden Tekbir-i zâr-u-zârın..." diye belirtmeye çalıştığı; dâva ve gayesi bakımından Büyük İskender ve Sezarı oda hizmetçiliğine kabul etmeyecek kadar üstün hükümdar, başbuğ ve aksiyon adamı Fatih, İstanbulu fethedip onun kalbi Ayasofyada namazını edâ ettiği zaman, Cenubî Fransada kırılmış, Viyanada Batıyı tekrar dişleyecek olan İslâm taarruz kıskacının mihver çivisini eline geçirmişti. Ayasofya işte bu incecik mildir, bu çividir. Onu İslâm kıskacına yerleştiren Fatih Sultan Mehmeddir; ve eğer ondan sonra kıskaç kapatılamadıysa suç kapatamayanlardadır. Fatihe düşen şerefse, erişilir soydan değildir. Kendisinden sonra, Kanunî Sultan Süleyman gibi, iyi ve kötü arasındaki ayırıcı çizgiden başka bir şey olmayan meccanî, bedava ihtişam kahramanı, karaların ve denizlerin yüce hakanına kadar süren muazzam aksiyonda en büyük hız payı, yine Fatihindir. Kanunî devrinde teşekkül eden büyük ahenk tablosunun unsurları, Ebussuud Efendi gibi şeyhülislâm, Sokollu gibi sadrazam, Baki gibi şair, Sinan gibi mimar ve Barbaros gibi amiral, sadece ve sadece Fatihin hareket noktasına bu mili yerleştirdiği kıskaç yüzü suyu hürmetine yetişmiş büyüklerdir. Tarihimizde, Fatihten başka her hükümdarın aksiyonu -isterse vatana eklediği toprak Fatihinkinden bin misli fazla olsun- ulvî kemâl ve noksansızlık bakımından tamam olmaktan uzaktır. Yalnız Fatihtedir ki, kendi zaman ve mekânına göre, dâva hedefi, muhteşem ve muazzam bir tamamlık içinde göze çarpıyor. İşte bütün bunları sembolize eden, remzlendiren de doğu ve batı dünyalarının kavşak noktası, cihanın en güzel beldesi İstanbul ve onun kalbi Ayasofya Salîbin ağırlığından kurtarılıp, hilâlin kanatlarıyla kendisine gök kubbe yolu açılan, böylece 20. asır dünyasına gerçek medeniyet ve ebediyet mimarisinin ne olduğu kendisiyle gösterilen, Batı aklı ve Doğu ruhunu birleştirici, eski Bizans eseri ve yeni tekbir yuvası tarihi kubbedir Demek ki Ayasofya; ne taş ne çizgi, ne renk ne hacim, ne de bütün bunların madde senfonisi; sadece mana, yalnız mana İstanbuldaki Süleymaniye, Edirnedeki Selimiye, bunlara karşılık da Romadaki Sen Piyer, Paristeki Notrdam, bizde ve onlarda daha niceleri, madde ve hattâ gayelerine bağlı mana kıymeti olarak, Ayasofyanın eşik taşına bile denk değildir. Zira bütün bunlardan her biri, kendi gayesinin tabiî şartları içinde, tek taraflı olarak yükseltilmiş eserler Ayasofya ise bunların yanında bir kümes bile olsa, öyle bir nasibin sahibi ki; ne madde, ne de tek taraflı mana ölçüsüyle ona varmak kabil değildir Ayasofya, (yavaş yavaş okuyacağım bu cümleyi, hece hece) Ayasofya, bir mananın zıt manaya taarruz ve onu zebun edişinin, bütün dünyada eşi olmayan âbidesidir Öbürleri belli başlı ruh içinde birer mekân da, Ayasofya mekân içinde ruh; zıt mekânda galip ruh Yeryüzünde çok kilise camiye ve nice cami kiliseye çevrilmiştir ama böylesi, tarihi şartları bakımından tektir. Fatih Sultan Mehmed, bu hikmeti sezdi ve Ayasofyayı, İstanbul gibi misilsiz bir mahfazanın içinde, güneş çapında bir pırlanta gibi zapt ve fethetti. Tarihimizde daha nice zapt ve feth hareketinin kahramanı var; niçin hiçbirinin adı, has isim olarak Fatih değil?.. Zira Fatih, bu davanın hakikisidir, öbürleri de taklididir. İmdi Biraz evvel işaret ettiğimiz gibi, İmperium Romanum, eski Roma İmparatorluğundan üstün bir imparatorluğun dev adamı olan Türkü, binbir tarihî saik yüzünden cüceleştiriyorlar. 10 milyon kilometre karelik bir servet ve nimet zeminini, 700 bin kilometre kare murabba ve fakir bir anavatan kadrosuna kadar indiriyorlar. Fakat bütün bu olanlara rağmen, Fatihin o kadar maharetle yerine oturttuğu mili söküp atamıyorlar, çekip alamıyorlar. Zira İstanbul ve Ayasofya, muazzam nasibi icabı, anavatana bitişik, kaynaşmış ve onun içinde kalıyor. Hiçbir şey yapılamayınca da, dünyada hiçbir milletin başına gelmemiş bir felâkete yol açılıyor. Ayasofya Türkün öz evi ve anayurdu içinde güya Türklerin eliyle manasından koparılıyor. Duvarlarından Allah ve Resulünün mukaddes isimleri indiriliyor, iç sıvaları kazınıp putlar meydana çıkarılıyor ve hilâlden ziyade salibin faziletlerini ilâna memur müze, yani içinde İslâmiyetin gömülü olduğu bir lâhid haline getiriliyor. (Dinleyicilerin nümayişi üzerine: İçimizden heyecan. Ve fikir, bize o lazım) Artık o, basit bir taş yığınıdır bu şekilde. Öyle bir taş yığını ki, sadece kendisinde kıyılan ulvî mananın katillerini ilân ve ihtarla kalmıyor. Üstelik her an salibin ağzından salyasını akıtıcı bir iştah telkiniyle, Türkün, ruhuyle beraber maddesini, maddesiyle beraber de ruhunu Hıristiyanlık âlemine peşkeş çeken, Buyurun, ne duruyorsunuz; gelin ve bizi esir edin! diyen bir hava yaşatıyor. Ayasofyanın hilâl hâkimiyetinden uzaklaştırılmasıyla düşmana tarafımızdan aşılanan gayret, bir ordunun harp plânlarını satmaktan beter bir tehlike ve suç belirtir. Eğer o kökünden tıraş edilse ve yıkılsa bir şey değil de, bu haliyle, bütün bir milleti ve tarihi her an öldüren, yine dirilten ve tekrar öldüren bir felâketten başka bir şey değildir. Böylece, Batı dünyasının bize içimizde, içimizdeki ajanları vasıtasıyla bize yaptırdığını, ne Haçlılar yapabildi, ne Moskof, ne de Ayasofyanın gözü dönmüş şehvetlisi Yunanlılar İçimizden yapanlara nispetle Milyonluk bir orduda, bir emirle, silahını herkes kalbine dayayıp tetiği çekse ve intihar etse, bu emrin o orduya vereceği zararı hangi düşman sağlayabilir?.. Ayasofyanın kapatılması işte böyle olmuştur. Ve Türk tarihine, mukaddesatına, ruhuna, ihanetlerin en büyüğü şeklinde meydana gelmiştir. Türke İstiklal Savaşında, Türkü yoktan var ettiğini iddia eden bir zümre ve klik zihniyeti, Ayasofya ve Türk vatanını, göklerdeki aslî ve hakikî vatanıyla beraber satmıştır. Manada bu böyle Allah diyen bu millet, mutlaka kalacak; ve kalacağına göre, öteki dünyadakinden evvel, bu dünyada hesap gününü açacaktır. Ayasofya, muayyen bir idare ve zihniyetin getirdiği, ruhî, ahlâkî, içtimaî, iktisadî, idarî, siyasî felaketler eliyle Batı dünyasına hediye edilen milli kıymetler kutusu üzerindeki fiyongolu kurdeladır. Topyekûn, şahsiyetlerini düşmana teslim edici böyle hediyeleri veren milletler ise, hediyeyi alanlar nazarında hakir ve zelildir. İşte Kıbrıs davası!.. O kadar Batılılaştığımızı, (mahut tabirlerle) uygarlaştığımızı, özgürleştiğimizi, kendisinden olduğumuzu iddia ettiğimiz Batının bize muamelesine dikkat etmiyor musun? Bizim, kendimizi, kendimizden saymamız pahasına, Batılı bizi asla kendisinden saymıyor. O, ne Doğulu, ne de Batılı, bu mukallit ve bulamaç insanı benimsemiyor; ismini taşıdığı Greko-Lâtin medeniyetinin piçleşmiş unsurunu, sefil Yunanlıyı, şımarık çocuğu halinde her ân tatmin ve bize tercih etmekten başka bir şey düşünmüyor. Büyük İngiliz şairi Lord Byronın Türklere karşı Yunan istiklâl çarpışmalarında öldüğünü ve Yunan topraklarında yattığını bilmeyen diplomatlarımız, hâlâ selâmeti Türkün öz şahsiyetinde değil, Batılıya Batılı görünmek özentisinde arıyor. Hayır! Batılıdan, sığıntısı olmak yoluyla sağlanabilecek hiçbir himaye ve sahabet mevcut değildir. Biz bu kafayla gittikçe de başımıza daha neler geleceği görülecektir. Bütün bu manalar Ayasofyaya bağlı Daha neler ve neler Türk İstiklâl Savaşının temiz ruhuna leke düşürenler, o ruha ve onun müspet temsilcilerine rağmen, kazanılmış bir istiklâli topyekûn tersine çevirme yoluna girmişlerdir. Belirttik ki, kendi öz mukaddesat ve tarihini kendi öz yurdunda maskara edenlere, o mukaddesat ve tarihin düşmanları hürmet etmez, tiksintiyle bakar. İşte, dünyada ve dış politikada yüzümüze kapanan kapılar bunun için örtülüyor. Doğrudan doğruya bunun için olmasa da dolayısıyla bunun için Şahsiyetsizliğin ceremesi Bunun içindir ki, Avrupa, köküne kadar şahsiyet heykeli İkinci Abdülhamid Hana, onu baş düşmanı bildiği halde, hürmet ediyordu. Almanya imparatoru Wilhelm siyaseti ondan öğrendiğini söylüyor ve Prens Bismark, Abdülhamid nefretiyle doluyken, onu asrın en büyük siyaset dehası gösteriyordu. Eğer Abdülhamid, Ayasofyayı müze yapmak karşılığında bütün dünya hazinelerini kendisine vereceklerini söyleselerdi; nefretle reddeder, devleti değil hayatını almakla tehdit etselerdi son damla kanına kadar akıtmakta çekinmezdi. Dinsiz Volterin Allah Rasulüne ait, onun mukaddes has ismini taşıyan piyesini, Fransız tiyatrolarından Fransa devleti marifetiyle kaldırtan, yoksa bu işin harp sebebi olacağını Fransa hükümetinin suratına çarpan, Ulu Hakan Abdülhamid Handan başka kim olabilmiştir? O Abdülhamid Han ki; bunca ordusundan yalnız bir tanesiyle birkaç gün içinde Atina kapılarında görünüvermiş ve küçücük bir Yunan şımarıklığını, onlara İstanbuldan bahsettirmek yerine Akropol önlerinde ordugâh kurmakla cezalandırmıştır. Şimdi o Yunanlı, baykuş gözlerini üzerimize dikmiş, birinde Ayasofya, öbüründe Rumelihisarının hayali, İstiklâl Savaşındaki küstahlığından beter bir nefs emniyeti içinde şahlanıp duruyor da; bizde onun iki gözünü birden çıkaracak enerjiden eser görünmüyor (Geliyor, geliyor diye bir dinleyici seslenince: Yok, yok Bekle burada da gelecek) Sebep? Sebep açık Dedik ki bütün manalar Ayasofyaya bağlı Ayasofyanın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler; ruhumuzu kilitlemek için Ayasofyayı kilitledirler Nasıl bütün yollar Romaya çıkarsa, Türk manevi kurtuluş davasının bütün meseleleri de Ayasofyaya ve onu müzeleştiren ellere çıkar. Ayasofya açılmalıdır. Türkün kapanık bahtıyla beraber açılmalıdır Ayasofyayı kapalı tutmak, manada bütün camileri ve cami mefhumunu kapalı tutmaktır. Çünkü onların hepsi birer mekân, Ayasofya ise ruh. Anlattık Ayasofyayı kapalı tutmak, Yunanlıya Ben yapamıyorum, sen gel de kendi hesabına aç! demekten farksızdır. Aman ya Rabbi, bizim camiden müzeye döndürdüğümüzü, onun müzeden kiliseye çevirmek istediğini açıkça görüyoruz da, ana yurt içindeki mukaddesat sembolünü nasıl asli heyetine getiremiyoruz! Ayasofyanın manasını, Yunanlı kadar olsun idrak edemiyoruz. O bizim müze yaptığımızı müze halinde istemiyor. Biz de ona ters cami yapalım demiyoruz, elimizde camiyken Dünyanın en korkunç hikmet noktası burası Bu meselede Yunanlıya olsun uymayı, Yunanlıdan ders alarak ona karşı durmayı anlayamıyoruz. Ayasofyayı kapalı tutmak, Birleşmiş Milletlerde Afrikanın yamyam ülkelerine kadar aleyhimizde rey verdirip, kendileri güya müstenkif görünen Batılılara Artık benim hayat hakkım kalmadı! demektir. Zaten tasdik ediyorlar kalmadığını hayat hakkının Bu kadarını olsun kestiremiyoruz. Ayasofyayı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyar Türkün semaları tutan lanetine hedef olmaktır. Hissedemiyorlar Ayasofyayı kapalı tutmak, Allaha sövmeye, Kurana tükürmeye, Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını esir etmeye denk bir suçtur. Niçin bu yakıcı, kavurucu, kül edici gerçeği ortaya dökemiyoruz. Buyrun döküyoruz! Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem; fakat Ayasofya açılacak!.. Türkün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofyanın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler. Ayasofya açılacak Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar, zincire vurulmuş kan revan içinde masumlar gibi, ağlaya ağlaya, üstünü başını yırta yırta onun açılan kapılarından dışarıya vuracak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik etmiş sanılan kötülerle, kötülük etmiş sanılan iyilerin gizli dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek Ayasofya açılacak!.. Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve her şey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici aziz bir kitap gibi açılacak Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin kapısını mühürlediği Ayasofya, yine onların aynı şekilde mühürlemeye yeltenip hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaşacağı günü dehşetle beklediği mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbine eş, açılacak!.. Ayasofyayı, artık önüne geçilmez bu sel açacak Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın Her yağmurun arkasında bir sel vardır Hepimiz şöyle diyelim, O selin üstünde bir saman çöpü olsam daha ne isterim. Gençler, kayaları biçecek, ormanları tıraş edecek ve betonarmeleri söküp götürecek olan bu sel yakındır. Allah, mukaddes zatının ve resulünün dostlarıyla beraberdir... Necip Fazıl Kısakürek (1965’te MTTB’de)
  2. Büyük Doğu, gerçek, saf ve aslî mânasiyle müslüman; başımıza ne gelmişse İslâmiyeti anlıyamamak, onu en yeni ve en ileri zaman ve mekânlara tatbik edememek yüzünden geldiği hükmüne bağlı; üç asırlık gerileme ve bir asırlık garplılaşma tarihimizin baştanbaşa cehil, taassup, anlayışsızlık, derken sahtelik, taklid, şahsiyetsizlik panayırlariyle doldurulduğuna kani; hele Meşrutiyetten beri gelen inkılâplardan hiçbirinin eski hastalığa deva getirmediğine, eski yarayı büsbütün azdırdığına emin; millî kurtuluş hareketinin ise Türkü mekân ve madde planında kurtardıktan sonra zaman ve ruh plânında tam akamete düşürmüş bir seyir takib ettiğini muterif; bütün çareyi öz kökümüzle Garbın müsbet bilgiler lâboratuvarı arasında kurulacak asliyet ve şahsiyet temellerine dayalı bir köprüde bulan; ve yalnız bir dâvanın tecridini, teşhisini, tahlilini, terkibini, müdafaasını, taarruzunu, ilmini, polemiğini, murakabesini, mücahedesini yapan, millî, millî üstü millî bir mefkurenin ismidir
  3. • Yalnız manayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek, Ayasofya’nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır. • Bizi, şiltesi üç kıt'ayı kaplayan devi, cüceleştirdiler. Sonra ona iki santim boy ilâve edip, Batının bat pazarı veya bit pazarı elbiselerini giydirdiler. Peşinden de: "İşte sana lâyık (özgürlük) ve (uygarlık) budur!" dediler. • Bizi bu hâle getiren, annemizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, ahlâkımızı Paris'in dünya çapındaki (Şabane) kerhanesinden daha aşağıya düşüren, millî kültürümüzü çöplüğe ve millî iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekâmızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi 129 yıllık cereyanın, kendi öz evimizde, yüzümüze kapadığı oda, mukaddesat odamız... Ayasofya budur! • 129 yıl boyunca, dışarıdan Batı emperyalizmasının, içeriden de onların sâdık ajanları sıfatiyle kozmopolitlerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi halinde, adı Türk, küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu cereyan, Ayasofya'yı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan frengili suratlar şeklinde, Türkün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu. • Türkün mukaddesatına frengili bir surat gibi bakan bu insanlardır ki, "frengi" mefhumunun tâ kendisidirler ve ciğerlerine kadar frengilidirler... ! • Demek ki, Ayasofya, ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de madde senfonisi; sadece mâna, yalnız mâna... • Ayasofya, bir mananın zıt manaya taarruz ve onu zebun edişinin, bütün dünyada eşi olmayan âbidesidir… • 10 milyon kilometre karelik bir servet ve nimet zeminini 700 bin kilometre kare fakir bir anavatan kadrosuna kadar indiriyorlar, fakat bütün bu olanlara rağmen, Fatih'in o kadar maharetle yerine oturttuğu mili söküp atamıyorlar, çekip alamıyorlar. Zira İstanbul ve Ayasofya, muazzam nasibi icabı, anavatana bitişik ve onun içinde kalıyor; hiçbir şey yapılamayınca da, dünyada hiçbir milletin başına gelmemiş bir felâkete yol açılıyor. • Ayasofya Türk'ün öz evi ve anayurdu içinde güya Türk'lerin eliyle mânasından koparılıyor, duvarlarından Allah ve Resulünün mukaddes isimleri indiriliyor, iç sıvaları kazınıp putlar meydana çıkarılıyor ve hilâlden ziyade salibin faziletlerini ilâna memur bir müze, yani içinde İslâmiyetin gömülü olduğu bir lâhid haline getiriliyor. • Artık o, basit bir taş yığınıdır. Öyle bir taş yığını ki, sadece kendisinde kıyılan ulvî mânanın katillerini ilân ve ihtarla kalmıyor, üstelik her an salibin ağzından salyasını akıtıcı bir iştah telkiniyle, Türk'ün, ruhiyle beraber maddesini, maddesiyle beraber de ruhunu hıristiyanlık âlemine peşkeş çeken, "buyurun, ne duruyorsunuz; gelin ve bizi esir edin!" diyen bir hava yaşatıyor. • Ayasofya'nın hilâl hâkimiyetinden uzaklaştırılmasıyla düşmana aşılanan gayret, bir ordunun harp plânlarını satmaktan beter bir tehlike ve suç belirtir. • Eğer o kökünden traş edilse ve yıkılsa bir şey değil de, bu haliyle, bütün bir milleti ve tarihi her an öldürüp yine dirilten ve tekrar öldüren bir felâket... • Batı dünyasının bize içimizden, içimizdeki ajanları vasıtasıyla yaptırdığını, ne Haçlılar yapabildi, ne Moskof, ne de Ayasofya'nın gözü dönmüş şehvetlisi Yunanlılar... • Ayasofya'nın kapatılması, Türk tarihine, mukaddesatına, ruhuna ihanetlerin en büyüğü şeklinde meydana gelmiştir. • Türk'ü yoktan var ettiğini iddia eden bir zümre ve (klik) zihniyeti, Ayasofya ile Türk vatanını, göklerdeki aslî ve hakikî vatanıyla beraber satmıştır. • Allah diyen bu millet mutlaka kalacak; ve kalacağına göre, öteki dünyadakinden evvel, bu dünyada hesap gününü açacaktır. • Ayasofya, muayyen bir idare ve zihniyetin getirdiği, ruhî, ahlâkî, içtimâi, iktisadî, idarî, siyasî felaketler eliyle Batı dünyasına takdim edilen hediye kutusu üzerindeki fiyonklu kordelâdır. Topyekûn şahsiyetlerini düşmana teslim edici böyle hediyeleri veren milletler ise, hediyeyi alanlar nazarında hakir ve zelildir. • Batılıdan, sığıntısı olmak yoluyla sağlanabilecek hiçbir himaye mevcut değildir. • Türk İstiklâl Savaşı'nın temiz ruhuna leke düşürenler, o ruha ve onun müspet temsilcilerine rağmen, kazanılmış bir istiklâli topyekûn tersine çevirme yoluna girmişlerdir. • Kendi öz mukaddesat ve târihini kendi öz yurdunda maskara edenlere, o mukaddesat ve tarihin düşmanları hürmet etmez, tiksintiyle bakar. • Eğer Abdülhamid'e, Ayasofya'yı müze yapması karşılığında bütün dünya hazinelerini vereceklerini söyleseler, nefretle reddeder, imparatorluğunu elinden almakla tehdit etseler son damla kanına kadar akıtmakta tereddüt etmezdi. • İnkarcı (Volter)in Allah'ın Sevgilisine ait piyesini Fransız tiyatrolarından Fransa devleti marifetiyle kaldırtan, yoksa bunun harp sebebi olacağını Fransa hükümeti'nin suratına çarpan, Ulu Hakan Abdülhamid Han'dan başka kim olabilmiştir? O Abdülhümid Han ki, bunca ordusundan yalnız bir tanesiyle birkaç gün içinde Atina kapılarında görünüvermiş ve küçücük bir Yunan şımarıklığını, onlara Ayasofya'dan bahsettirmek yerine (Akropol) önünde ordugâh kurmakla cezalandırmıştı. • Ayasofya’nın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler; ruhumuzu kilitlemek için Ayasofya’yı kilitledirler… • Ayasofya açılmalıdır. Türk’ün bahtıyla beraber açılmalıdır… • Ayasofya’yı kapalı tutmak, manada bütün camileri ve cami mefhumunu kapalı tutmaktır. Çünkü onların hepsi birer mekân, Ayasofya ise ruh. • Ayasofya'yı kapalı tutmak, Yunanlıya "ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç!" demekten farksızdır. • Ayasofya’nın manasını, Yunanlı kadar olsun idrak edemiyoruz. • Ayasofya'yı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyar Türk'ün semâları tutuşturan lanetine hedef olmaktır. • Ayasofya'yı kapalı tutmak, Allah'a sövmeye, Kur'ana tükürmeye, Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını satmaya denk bir suçtur. • Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler. • Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek... • Ayasofya'yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak... • Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak... • Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın… Her yağmurun arkasında bir sel vardır… Hepimiz şöyle diyelim, “O selin üstünde bir saman çöpü olsam daha ne isterim”. • Gençler, kayaları biçecek, ormanları tıraş edecek ve betonarmeleri söküp götürecek olan bu sel yakındır. Fatih ve Onun Yeni Nesline Selam! Necip Fazıl Kısakürek Hitabenin tam metni için:
  4. Kırgınlığım lunaparkta unutulmuş bir çocuğun nefreti kadar.Sorun atlı karıncalar değil,arkamdan dönüp duran dönme dolaplar. Bu söz de asılsız. Muhtemelen Sunay Akın’a ait.
  5. Haber 7: Necip Fazılın Diye Paylaşılan 200 Uydurma Aforizma-Şiir : http://www.haber7.com/foto-galeri/51193-necip-fazilin-diye-paylasilan-200-soz
  6. Time Türk haberi: Necip Fazıl’a Atfedilen Asılsız Sözler https://timeturk.com/necip-fazil-a-atfedilen-asilsiz-sozler/haber-802243
  7. Korkutuyorsa kıyamet, Durma sen de kıtam et! • Bu beyit Üstad Necip Fazıl Kısakürek'e ait değildir.
  8. Sen Aşkı "ELİF" gibi dik Tutarsın da, Ben "VAV" gibi, Egilmem mi Yollarında.... • Bu söz de listemize eklenmiştir.
  9. SIRA BİZE GELİYOR Anadolu; Bozkurdun, bir kenarında sulara dalıp gözlerindeki tılsımlı ateşi seyrede ede, içli ve mütevekkil bir söğüt ağacına istihale ettiği mesut diyar... Anadolu; Türkün, gerçek ruh muhtevasını bulur bulmaz, seyyarlıktan sabitliğe geçtiği ve ruh vataniyle iç içe dünya vatanını kurduğu büyük mâna çerçevesi... Anadolu; kıtalar arası tarihî hesaplaşmaların geçit meydanı, medeniyetlerin sergi evi, mahrem ve muazzam Asyanın Avrupaya bakan cumbası... Anadolu; putların ve salibin binbir cümbüşü arkasından kendisini topyekûn hilâle teslim eden ve onun dâvasını bütün dünyaya şâmil bir (aksiyon) halinde güden aslî unsur kadrosu... Ve nihayet Anadolu; tarih boyunca cihanın en büyük mâna ve madde imparotorluğuna dayanak vazifesini gördükten sonra, dört asırdır öksüz, mazlum, harap ve mahrum yaşayan, bir asırdan beri de ihanetlerin en acıklısına uğrayan, derken anenevî tahammül ve tevekkülünün üstünde çeyrek asırlık küfür binasının yükseltildiğine şahit olan misilsiz ukde merkezi... Halbuki Anadolu; şehitler toprağı, gaziler bucağı, velîler ocağı, ve O'nun, kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı beşer Nurunun ümmet yatağı... Neticede Anadolu; her taşında bir Yunus Emrenin oturduğu, her yolundan bir Yunus Emrenin geçtiği Allah ve Peygamber bağlılarının yurdu ki, minareleri, evleri, kalbleri, rüzgârları, kağnıları ve ırmakları hep "Allah, Allah!" sesiyle coşar. Böyleyken Anadolu; ırmakları bile "Allah!" deyu deyu akarken, 27 yıl içinde, kendi iradesiyle başa geçtiğini iddia eden en şenî ve mürted küfrün esiri olmak gibi, hayal ve efsaneye sığmaz bir muhalin nasıl mevzuu olabilir? îşte biz bu Anadolu görüşümüz ve en üstün milliyetçilik halindeki bu Anadoluculuğumuzla, ona, kendi kendisini, kendi ukdesini, kendi mevzuunu anlatmaya, onun bütün sırlarını çözmeğe memur bulunuyoruz. Irmakları "Allah!" deyu deyu akan vatanın, mukaddes emanet çerçevesinin "harim-i ismet" inde küfrü boğacağımız günler yakındır. O zümre ki, düşmanı vatanın "harim-i ismet"inde boğduğu taranesiyle, "harim-i ismet"imize küfrü soktu; şimdi sıra onun aynı "harim-i ismet"te boğulmasına gelmiştir. Necip Fazıl Kısakürek | Başmakalelerim 2.7.1952
  10. "Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden, Din de gitti, dünya da gitti elimizden" İnternette Üstad'dan tutun Mehmet Akif'e, İbrahim Ethem Hz'nden Mahmud Efendi Hz'ne kadar birçok kimseye atfedilen bu beyit, Üstad Necip Fazıl'a ait değildir.
  11. Ramazan münasebetiyle revaç bulan uydurma sözler: - Müziği kısmaya üşendiğiniz ezanı şimdi dört gözle bekliyorsunuz. - Namaz, camiden çıkınca, Hac, Mekke'den dönünce, Ramazan, oruç bitince başlar... -Ey şehr-i Ramazan, geldinde gidiyorsun öyle mi? Seni tutmayanlar, sana tutunamayanlar düşünsün sonunu..
  12. İFTAR TOPU İtalyanlara dair bana, çizgisi çizgisine gerçek bir vak'a anlattılar, bayıldım. Roma İmparatorluğunun yıkılışından sonra mutlak ve şifasız bir tereddiye uğrıyan bu milletin, cesaret mevzuunda ne olduğunu anlamak için bu vak'ayı dinlemeli... Vak'a İtalyanlara mutabık olduğu kadar, Arşimet kanunu suya mutabık değildir. Daima, imanı emrindeki cesareti uğrunda paramparça ettiği gibi yine o uğurda bir aralık paramparça olmak tehlikesini yaşıyan Türkiye, 1919'da her bucağından ısırılırken, İtalyan tahtakurularına da Muğla ve civarını rahatsız etmek vazifesi düşmüş ve Muğlada bir İtalyan bölüğü karargah kurmuş. Sağı solu, önü arkası kendi kıtaları tarafından emniyet altında bulunan bu bölük Muğlada boy göstere dursun, Ramazan ayı gelmiş. Akşam üzeri, mahzun yürekli müslümanlar orucunu bozsun diye hükümet konağının arkasındaki ihtiyar topu öksürtüvermişler. Bir anda, ama saniyenin onda biri kadar kısa bir anda İtalyan bölüğü, Türkler hücuma geçti vehmiyle, yatakhanelerine koşmuş, kasetlerini, torbalarını, gitarlarını, kasaturalarını kuşanmış ve çil yavrusu gibi denize doğru koşmuş; 50 kilometreden fazla bir mesafeyi arkasına bile bakmadan aşarak kumsala can atmış. İftar topunun öksürüğünü duymamış olan ve bölüklerini arayan öbür İtalyan birlikleri, uzun bir araştırmadan sonra kan kardeşlerini Efes kıyılarında bulmuşlar. Geçmiş harplerin İtalyanı bu, geçen harplerin İtalyanı bu, geçecek harplerin İtalyanı budur. Necip Fazıl Kısakürek | Çerçeve 1
  13. "Nefsimmiş Meğer" başlıklı bu şiir, Üstad Necip Fazıl Kısakürek'e değil, şair Cengiz Numanoğlu'na aittir. Yıllardır kendimi, güyâ tanırdım; Sanık ben, yargıç ben, hep aklanırdım. Şeytanı, en büyük düşman sanırdım; Ondan da beteri.. Nefsimmiş meğer... Gönlümü, hevâya kaptıran oymuş, Şuûru şehvete saptıran oymuş, Tutkuları, putlar yaptıran oymuş, En sinsi düşmanım.. Nefsimmiş meğer... Övgü dolu sözlerine kanmışım; ''Kalbin temiz'' demiş, gerçek sanmışım. Hakk'ı ancak, zor günümde anmışım, İçimdeki nankör.. Nefsimmiş meğer... Öyle sevdirmiş ki,dünyayı bana; Saraylar kurmuşum, üç günlük cana. Hevâ heves denen, çöplükten yana Beni sürükleyen.. Nefsimmiş meğer... Meyhâne meyhâne, hayâl kurmuşum, Çamurlu yollarda, yalpa vurmuşum, Adresi hep, münâfıktan sormuşum; Koynumdaki yılan.. Nefsimmiş meğer... Dalmışım.. Her akşam cümbüşle meşke, Kalmamış dilimde, riyâdan başka. Bir kadehlik, ömrü olan bir aşka; Beni kul eyleyen.. Nefsimmiş meğer... Tutkuya döndükçe, giyim markası, Yerde paspas olmuş, hayâ hırkası. Kuşatmış kaleyi, şeytan fırkası; İçindeki casus.. Nefsimmiş meğer... Ne kadar soyarsa, insan bedeni; O kadar olurmuş, güyâ medenî. Bu afyonu, bir çağdaşlık nedeni, Diyerek yutturan.. Nefsimmiş meğer... İkbâl korkusuyla, kıstırmış beni, Kur'ân kapısına, küstürmüş beni, Zulüm karşısında, susturmuş beni; Nefsimin zâlimi.. Nefsimmiş meğer... Namaza, ''Bayramlık'' fetvâsı veren, Kullukta, ''Mevlid''i yeterli gören, Farz dururken, nâfileyi gösteren; Dalâlet rehberi.. Nefsimmiş meğer... Ağzım bağlı, güya oruç tutmuşum, Haramları, gözlerimle yutmuşum. Seher vakti, yorgan döşek yatmışım; Secdeye musallat.. Nefsimmiş meğer... Bağ bahçede, hasat vakti gelince; Hesaplar yapmışım, inceden ince, Lâkin, Allah için zekât denince; Elimi bağlayan.. Nefsimmiş meğer... Vermişim, ''Ne cömert'' desinler diye; Üç beş çürük çarık, güyâ hediye. Arkasından, dilenmişim medhiye; Bu alkış delisi.. Nefsimmiş meğer... Komşuda katık yok, ben tok yatmışım, ''Tembel'' demiş, gıyâbında çatmışım, Şevkât dersi vermiş, nutuk atmışım; Bu sahtekâr maske.. Nefsimmiş meğer... Kur'ân ehli görmüş, küçümsemişim, Üstelik cür'etle ''Yobaz'' demişim. Nice kul hakkını, böyle yemişim; Oysa gerçek yobaz.. Nefsimmiş meğer... CENGİZ NUMANOĞLU
×
×
  • Create New...