Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mütereddid

Admin
  • Content Count

    625
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    70

Everything posted by mütereddid

  1. Yönetimin onayladığı, ilk sayfadaki Ait Olmayan Sözler Listesi'ne eklenen yeni asılsız sözler, buyrunuz: -Biz; ayakları şişene kadar namaz kılan Peygamberin, gözleri şişene kadar uyuyan ümmetiyiz... -Yahudiler mi dediniz? Onlar, yumurtalarını pişirmek için, dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetlilerdir. -Gençliğine güvenip vakit çok erken derken Belki elveda bile diyemezsin giderken... -Ne gelirse başımıza Hakk'tandır... Fakat geliş sebebi Hakk'tan ayrılmaktandır... -"Bir "hoşçakal"a sığdırdı beni, yere göğe sığdıramadığım." -"Sakın ola köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı deme, olurya tam yarı yolda köprü yıkılıverir. Öteki tarafa ayının yeğeni olarak gidersin." - "İki Çeşit İnsan Vardır ! Zaman Geçtikçe Hatalarıyla Yüzleşen, Zaman Geçtikce Yüzsüzleşen !" - "Başörtüsü Bilime Engelmiş.! Siz Uzaya Mekik Gönderdiniz de, Başörtüsüne mi Takıldı?" - "Dünyada bin yıllık tarihi silinen ve o günü bayram olarak kutlayan başka bir millet daha yoktur." - "Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak, hiçbir şey bizim değil" - "Var mı Allah'tan yukarı, kabirden aşağı..? Toparlan ruhum gidiyoruz; sen yukarı, ben aşağı..!" - "Kadın Mezarlığa Girerken Başını Kapıyor, Dışarı Çıkarken Açıyor, Ölüye Karşı Kapayıp, Diriye Karşı Açmak Akıl Almaz." - "Bu ülkede biri size; çağdışı, yobaz, gerici, eski kafalı, deli, aşırıcı diyorsa emin olun ki doğru yoldasınız." -"Moda, Cehennemde bir oda.." - "Arsızlığa cesaret, zinaya aşk dediler. Bir neslin ahlakını, işte böyle yediler!" - “Geminin tek kaptanı olur, gerisi mürettebattır. Kalbin de tek sahibi olur, gerisi teferruattır…” - "Her kahkahanda Allah'a teşekkür etmiyorsan, Neden her ağladığında O'na kızıyorsun?" - "Çok sıkıldıysan hayattan, bir mezarlığa git. Ölüler iyi bilir ; Yaşamak güzeldir." - "Herşeyin İlacı Zaman Diyenler... Bir de Bu Kelimeyi Tersten Okumayı Deneseler..." - "Tanrı sizi korusun, bizi Allah korur." -"Denildi mi bir yerin adına "Türk" beldesi, Gözüm al bayrak arar,kulağım ezan sesi..." -"Ben Konuşmaktan Değil, Dinlemekten yoruldum" -Makyajı abdest olan bir kadının hayatıda güzeldir, hayasıda.. -Secde görmemiş alnın alınyazısı olmak istemem. -Örtü şuuruyla takılmadığında da Allah katında bir değeri olsaydı, Cennetin baş köşesine rahibeler otururdu. -Öz anne-babasını huzurevine gönderip, evde kedi köpek besleyen insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz... -Yaprak sıkılmıştı ağaçtan, bahane idi sonbahar... -Bak da ibret al yere düşen yaprağa, eskiden o da yukardan bakardı kara toprağa... -İnsan namaz kılarsa, Namaz da insanı insan kılar. -Parası olan pazardan, İmanı olan mezardan korkmaz! -Hayatta üç çeşit insandan korkacaksın; Dağdan inme, dinden dönme, sonradan görme! -Bazı insanlar alçak gönüllüdür, bazıları ise alçak olmaya gönüllüdür. -Ya İslâm'da erirsin Ya inkârda çürürsün Yol mezarda bitmiyor Girdiğinde görürsün. (Abdurrahim Karakoç'a aittir) -İnsan, büyük bulmaca, çözmeden öleceğim… İnsan bulsam inan ki , alnından öpeceğim! -İnsanın sevdiğini kaybetmesi, dişini kaybetmesi kadar ilginçtir. Acısını o an yaşar, yokluğunu ömür boyu. -Kişiye göre davranacaksın, küçükle küçük olacaksın hatta; Ama seviyesizin seviyesine inecek kadar düşmeyeceksin hayatta... -İnsanlar ikiye ayrılır: vaktini "beşe" ayıranlar, vaktini "boşa" ayıranlar... -"Şah" damarına bakmayı "akıl" edemeyenler Allah'ı hep gökyüzünde aradılar. -Hayvandan insana dönen yoktur ama, İnsandan hayvana dönen çoktur. -Dualarımda özgür biri olduğumu hissediyorum... Bir ben, bir de beni bilen... -Hayat dediğin Allâh için değilse, Ne çıkar hayat önünde eğilse. -Bir lastik yuvarlak, 3 manyak, 22 dangalak, bir yığın avanak... -Benim dünyam namazımı kıldığım yer kadardır. -Batı'ya özene özene, özümüzü kaybettik. Oysa biz, Batı'nın hayranlıkla izlediği, gıpta ettiği bir medeniyet idik... -Dün çimen benim ayaklarımın altında idi. Bu gün üstümde bitiyor, Görüyor musun? Toprak günahlardan başka herşeyi örtüyor! -Sonunda 'eyvah' diyeceğin şeylere başında 'eyvallah' deme. Pişman ol, fakat pişman ölme. -Öyle birine Ata de ki Peygamber övgüsü almış olsun. -Güzele bakmak değil, güzel bakmak sevaptır. -Savaşın ortasında komutansız kalmaktır Babasız kalmak... -Helal ile beslersen çocuğunu hürmet ile öder borcunu, Haram ile beslersen o'nu hakaret ile öder borcunu! -Konuşsam dilim yanar... Sussam kalbim… -Dostlarımı hiçbir zaman satmadım, çünkü hepsi beş para etmez çıktılar. -Ömrün ilk yarısı; ikinci yarısını beklemekle, İkinci yarısı da; ilk yarısının hasretiyle geçer. -Yalan söylemek beceri ister. Biz de becerikli insanlara aşık oluruz. -Ölümüz dirimiz. Her gün birimiz. Bir gün hepimiz. Hakk'a gideceğiz... -Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen; Hem yolunu kaybedersin, hem dostunu! -Armut deyip geçmeyin, onun ilk hecesi çoğu kişide yoktur! -Uygarlığa engelmiş takke, türban, cübbeler... Bize yobaz diyor hippi, ayyaş, züppeler! -Hayatımda biri yok, Birinde hayatım var diyebilmektir Aşk. -Ne senden rüku artık, ne de benden kıyam... Bundan sonra.. Selamun aleyküm, Aleyküm selam. -Namaz; adım bile atmadan 'Sevgili'ye yürümektir. -İnsanın kazandığı paradan değil, Paranın kazandığı insandan kork! -Benim bir tanrım yok Allah'a çok şükür. -Orta Doğu'nun gayri meşru çocuğu; İsrail! Döktüğün kanda boğulacaksın! -İnsanı olgunlaştıran yaşı değil, yaşadıklarıdır... -Gerçek bir dosta sahipsen, dünya'nın geri kalanına ihtiyacın yoktur. -Tövbe kapısı açık dediysek, yeni günahlara koşman mı gerek? -Ali! hoca as, Sabiha bomba at, Kazım rahat dur, Fethi partiyi kapat, İsmet tuzu uzat, Öyle işte... -Evdeki hesabımız bile çarşıya uymuyorken, ahiret hesabımızın vay haline! -Ne gariptir ki toplum olarak, yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız. -Şimdi Fatih kalksa mezarından, Ne ben O'nu tanırım ne O beni tanır. Ama İstanbul'u Bizanslılar almış deyip bir daha savaşır. -Japonlar kendi alfabeleri ile 3000 yıl önce yazılmış bir kitabı okuyabiliyorlar. ... İngilizler kendi alfabeleri ile 1200 yıl önce yazılmış olan bir kitabı okuyabiliyorlar. ... Bizler 100 sene önce ceddimizin yazdığı bir kitabı okuyamıyoruz !? -Ölüden mektup gelmiş, diri okur anlamaz. Sorsan herkes Müslüman! Ne şükür var ne Namaz... -Haram kazanılan aş, aştan sayılmaz. Hak için akmayan yaş,yaştan sayılmaz. Kişi başım var diye övünmesin; Secdeye varmayan baş, baştan sayılmaz -Kafire karşı ELİF gibi dimdik ,ALLAH'a karşı VAV gibi eğilirim. -Kadın Olmak ” Her erkekte bir parça bırakmak değil,bir erkekte bütün olabilmektir.” Erkek Olmak” Mükemmelliğini bir çok kadında ispat etmek değil,tek bir kadına mükemmeli yaşatabilmektir. -Rabbin huzuruna biçare giden, bin çareyle döner. -Veren de O, alan da O, nedir senden gidecek? Telaşını gören de can senin zannedecek. -Ölüm bir saniye kadar yakınken, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamanın alemi ne? -Ey şehr-i Ramazan, geldinde gidiyorsun öyle mi? Seni tutmayanlar, sana tutunamayanlar düşünsün sonunu.. -"KARINCAYI BİLE İNCİTMEYECEĞİM" DEME. "BİLE" SÖZÜNDEN KARINCA İNCİNİR - Uğruna ölmekse eğer seni yaşatmak, bin defa ölürüm de adına leke sürdürmem. Gururdur, namustur 'BAYRAK' Aksa da kanım korkma; haini güldürmem... -"Ezanları Duyduğunda şükretmeyen bir Gönül taşıyorsan yüreğine bir Sela Oku !" -"ÜSTADA Sormuşlar...AŞK'la SEVDA Arasındaki Fark Nedir...? Üstad Cevap Vermiş AŞK Hevesin Bitene Kadar... SEVDA Nefesin Yetene Kadar." -"Yıkılasın ey israil ! Enkazını göreyim . Sana ülke diyenin yüzüne tüküreyim."
  2. Tebliğ Ya İslâm'da erirsin Ya inkârda çürürsün Yol mezarda bitmiyor Girdiğinde görürsün. Abdurrahim Karakoç'a ait.
  3. NFK-Asılsız Sözler Twitter hesabı: https://twitter.com/nfk_asilsizsoz
  4. İsmail Kılıçarslan: Çok sıkıldımBazılarının aksine bendeniz Yeni Türkiye'ye 'sıkılarak' başladım. Allah sonumu hayretsin. Sıkılıyorum. Hem de çok sıkılıyorum. 'Hoca epistemoloji dedi. İşte memleketin birikimli, kültürlü başbakanı' diyerek köşe dolduran, televizyon ekranlarında 'lak lak' eden uzman takımının aslında bırakın epistemolojiyi, felsefesinin ilgilendiği hiçbir alanla uzaktan yakından ilgisi olmadığını biliyor olmaktan çok sıkılıyorum. Farabi'nin 'erdemliler şehri'ni, İbn Haldun'un medeniyet düşüncesini, -ne bileyim- Kant'ın ahlak hakkındaki görüşlerini hiç mi hiç merak etmeyen, bir kez bile bu ve benzeri isimleri okumayan 'pür politikacı' kalemlerin 'işte filozof başbakan' deyip durmasından çok sıkılıyorum. Yeni Türkiye'nin, temel hayat sloganları 'felsefe yapma', 'edebiyat parçalama', 'icat çıkarma' üçgeninden oluşan; herhangi bir politik düzleme angaje olduğunda her şeyi bir tamam hallettiğini düşünen aktörlerinden çok sıkılıyorum. Gül cumhurbaşkanı olunca 'Gül uzmanı', Davutoğlu başbakan olunca 'Davutoğlu uzmanı', zaten doğal olarak 'Recep Tayyip Erdoğan uzmanı' olan yandaş-muhalif herkesten çok sıkılıyorum. Başbakanının profesör olmasıyla, 'hoca' olmasıyla, 'birikimli' olmasıyla övünen insanların yönettikleri medya kuruluşlarında kültüre, sanata, sosyolojiye 'istenmeyen çocuk' muamelesi yaptıklarını biliyor olmaktan çok sıkılıyorum. 10 yılını, 20 yılını, 30 yılını 'dava'ya adamış insanların neredeyse görmezden gelindiği; ne dediğini kendisinden başka hiç kimsenin anlamadığı çapsız, izansız, donanımsız nevzuhur 'politika konuşur' zıpçıktıların baş tacı edildiği bir düzenin içinde yaşayıp gitmiyormuşuz gibi davranılmasından çok sıkılıyorum. 13 yıldır 'bir gençlik hareketi' ortaya çıkaramamanın acısını bir kez bile 'ciğerinde' duymayan, her seferinde 'bu seçimi de bir atlatalım' kolaycılığına düşen, her seferinde rakamları ilkelerden daha çok önemseyen 'düşünür'lerden geçilmiyor ortalık. Ve ben cidden çok sıkılıyorum. Necip Fazıl'ın yaşadığını zanneden gençlerimiz var. Vara yoğa küfür edip kendini rahatlatmayı 'cihat etmek' zanneden gençlerimiz var. Lacivert takım elbise ve siyah parlak ayakkabı giyen, Ray-Ban gözlük takıp 'proce kovalama'yı marifet sayan, asıl projenin bizatihi kendisi olması gerektiğini bir kez bile aklına getirmeyen gençlerimiz var. 'Yeni Türkiye'yi bu gençlerle kurabileceğini düşünen koca koca adamlardan çok sıkılıyorum. Kızıyor musunuz bana? Hayatımızı 'politika'dan ibaret hale getiren bu düzeneğe kızmıyorsanız bana kızmak hakkınız tabii. 'Hayatî' olanı 'geçici' olandan ayıramamak belki de bugün en temel sorunumuz. Kimse hayatî olanla yani zor fakat aynı zamanda elzem olanla ilgilenmekten yana değil. Herkes geçici olanla, sayısal olanla, bugünlük olanla, gündelik olanla ilgili... Bırakın çok daha temel soruların ve sorunların altını çizmeyi, 'yaptığımız gökdelenleri çocuklarımıza nasıl izah edeceğiz' diye sorduğunuzda size 'hain' yaftası yapıştırılması an meselesi. 'Kol kırılır yen içinde' diye diye kırık yüzünden iltihaplanan, kangrene dönüşme tehlikesi bulunan bir dünya sorunu erteleyip duruyoruz. Bunları niçin yazıyorum? Şimdi 'epistemoloji' kelimesini cümle içinde ve son derece doğru şekilde kullanabilen bir başbakanımız var. Oyunu geriden kurmaya meyyal, asıl projenin yönünün ne olması gerektiği konusunda net bir başbakanımız. Soru şu: Yeni başbakanımız 'yeni Türkiye'yi, şimdiden etrafını sarmaya başladığını dehşetle fark ettiğim 'yeni Türkiye'cilerle mi kuracak; yoksa hakiki olana temas etmeyi' göze alarak, yorularak, ter dökerek mi kurgulayacak? Şu an için gerçekten ilgilendiğim tek soru budur. Gerisi koyu bir can sıkıntısı... Ne diyordu Ted Hughes: 'Bu senin erdemli dediğin Mersin'in ilçesi değil miydi yeğenim? Oklava çekmesi meşhurdur oranın. Damağın çatlar lezzetten.' http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/ismailkilicarslan/cok-sikildim/55605
  5. Hafız (Bir 28 Şubat İsyanı) Ya-Sin… Yüreğim titriyor. Takatim kalmadı bu aşkı taşımaya. Ne Leyla ve Mecnun, Ne Romeo and Juliette. “Batan şeyleri sevmem ben.” Adım: İbrahim. Nemrud’un kartalları yüreğimin peşinde. Asiye’yim asi’ye ikna odalarında, İmrü’l Kays’ın kadınları utandırıyor beni. Bir miraç gecesi Muhammed’e tutunmak, Kaçmak geliyor içimden, bitirmek serüveni, Bitirmek komedyayı, Dante’ye inat. Bugün daha bir deliyim. Bugün daha bir yalnız. Bir şeyler söyle susma! Bir şeyler oku Hafız! Kabil’in Habil’e attığı taşı anlat. Yakub’un Yusuf için döktüğü yaşı anlat. Musa’nın asasını, melikenin tahtını, Tufan günü yaşanan, o pürtelâşı anlat. Er-Rahman… Her an, Tükeniyorum Hafız! Buram buram toprak kokuyor odam. Ölüme hazır mıyım? Bilemiyorum, yalnız… Bir şey var yüreğimi gün be gün kundaklayan. Kaçıp kaybolmakla kalıp susmak arasında Kıstırıldım şuracıkta, bütün gençliğim talan. Fişlenmişim bir vakit namazı sonrasında. Her yanım sobelenmiş çağdaşlar tarafından. Bıraktı mı beni ahhh! Bırakmaz bildiğim gerçek. Eyyub’un sabrı nerde kurtlar beni bitirecek. Nerde benim cennet aşkım; cehennem korkum heyhaaaat! Korku ümit arasında nasıl yaşanırdı hayat? Oku hafız! Bileyim evrensel yazgımızı. Oku ki bir Meryem zuhur etsin kalbimde. Şuara sussun… İkiye bölünsün ay… Ve büyük göç başlasın medeniyet şehrine. Ha-Mim… Bilirim… Dinim dinlerin garibi. Sımsıkı sarılmak gerek ALLAH’ın ipine. Gözyaşıyla abdestini tazeleyen derviş gibi, Uyandım ve kulak verdim biricik sahibime. Mürteci olduğumun kapı gibi belgesi Secdeye varmış dizlerimin üzerindeki nasır Budur… Budur, koskoca devletimin kaygısı. Bu kafa hangi kafa; bu asır hangi asır. Bilimin adamları, bir apolet umuduyla İyiliğimi istiyorlar. Vermem, vermeyeceğim! Çoğaldıkça zayıflıyor putların gürültüsü, Çiğnetir miyim tanklara kalbimdeki Kudüs’ü… Gökyüzü kimlerin malıdır artık böyle! Süleyman Nebi mührü bak kimlerin elinde. Dalkavuk aydınlarım, olabildiğince pişkin. Mehdilerim kayıp, cemaatlerim şaşkın. Haykır Hafız! Kudursun, kinlerinden yoldaşlar. Benim başım olamaz, bu denli kokmuş başlar. Yunus’u sahillere taşıyan Yunus kadar Gözü tok bir hamalım ben. Sadık ve itaatkâr. Elif-Lam-Mim… Duyabilseydim, Davud’un sesinde yayılan sırrı, Belki daha iyi anlardım filozoftan İlahi söze sadık babayı ve oğulu. Mesken tutardım kendime Zekeriya’nın Cennet bahçesi diye sığındığı kovuğu. Farkı yok Medyen’den, Ad’dan, Semud’dan Gayrı iflah olmaz bir isyankârım kavmime. Alber Camus’den çok Ashab-ı Kehf’e yakın Bedir’e, Uhud’a, Hendek’e yakın Dünyayı kıran bu Savaşlardan çok. Hıncım, aşkım, kaygılarım beni tutası değil. Sabır telkin ediyor, sabır taşı kardeşlerim, Geceyle karanlığın farkının idrakinde Birer yarasa hepsi ve yakalarında gül… Öylece durma Hafız! Çağır ebabilleri, Ruhumu çiğnemeden Ebrehe’nin filleri Zeytin dalını kargalar, baykuşlara uzattı Beni de örümceğin sadakati kuşattı. BASRİ AKDEMİR / ŞUBAT 1998
  6. "Yıkılasın ey israil ! Enkazını göreyim . Sana ülke diyenin yüzüne tüküreyim."
  7. "ÜSTADA Sormuşlar...AŞK'la SEVDA Arasındaki Fark Nedir...? Üstad Cevap Vermiş AŞK Hevesin Bitene Kadar... SEVDA Nefesin Yetene Kadar."
  8. "Ezanları Duyduğunda, Şükretmeyen bir Gönül taşıyorsan Yüreğine bir Sela Oku !"
  9. İlk olarak, sayfanızın adresini ve paylaşımınızın linkini gönderebilir misiniz? İkinci olarak, acaba neden N.F.K adlı bir sayfada kendi sözlerinizi paylaşıyorsunuz? Bu tür asılsız sözlerin yayılmasının en büyük sebebi, onbinlerce-yüzbinlerce takipçisi olan üstad adına açılmış facebook ve twitter sayfalarıdır. Lütfen sayfanızdaki geçmiş ve gelecek paylaşımları, yüklendiğiniz mesuliyetin şuurunda süzgeçten geçiriniz.
  10. Liberal demokrasi tanımlamasında insan (birey) hakları ön planda oluyor ve çoğunluğa karşı azınlığın haklarının korunmasına vurgu yapılıyor. Kim koruyacak? Bir yandan sivil toplum, diğer yandan devlet koruyacak. Nasıl korunacak? Eğitim, müsamaha, kanun ve idari tedbirlerle. Bireyin ve azınlığın kendine hak olarak gördüğü şeyi toplumun çoğunluğu böyle görmüyor, hatta kendi hak ve özgürlükleri, değerleri bakımından zararlı buluyorsa korumaz ve engellemeye çalışır. Çoğunluğun istemediği, zararlı, çirkin, gayr-i meşru gördüğü bir davranışı, bir uygulamayı, bir ilişkiyi hükümetler de kanun ve düzenlemelerle koruyamaz. Liberallere göre onsekiz yaşını doldurmuş insanlar; öğrenci, memur, sivil, yaşlı, genç ne olurlarsa olsunlar, evli olmasalar bir mekanda evli gibi yaşayabilirler. Üstelik bir mekanda yalnız bir çiftin çiftleşmesine (nikahsız bir çift teşkil etmelerine) değil, birden fazla çiftin yaşamasına da bir engel yoktur. Diyelim ki bu bireysel haktır, toplum içinde azınlık da olsalar demokrasi bunlara bu hakkı tanır. Çoğunluğa göre bu durum ahlaksızlık, rezillik, onursuzluk, ayıp, günah (zina), düşüklük… olarak kabul ediliyorsa durum ne olacak. Ben söyleyeyim: Toplum (apartman, mahalle, çevre…) buna tepki gösterecek, çirkin duruma bir şekilde müdahale edecek, mahalle baskısı yapacaktır. Baskıya maruz kalanlar medyayı ve devlet kurumlarını kullanarak yardım isteyecekler, medya karışacak, devlet kurumları da baskıyı engelleme bakımından gevşek davranacaktır. Bütün bu söylediklerim sosyal gerçeklerdir. Masa başında kurgulanan liberal demokrasi ve toplumun dönüştürülmesi projeleri sosyal gerçeklik ile çelişir ve çatışırsa mutlaka problemler çıkacak, huzur ve sükun bozulacak, birlik ve dirlik zarar görecektir. Bir toplum içinde yaşayan birey, topluma olan ihtiyacı ve zorunlu alış-verişi uğruna bazı özgürlüklerinden fedâkârlık edecektir. Hem toplumu kale almamak, toplum değerlerini takmamak, bu değerlere isyan etmek, hatta fiilen veya kavlen küçümsemek, tahkir ve tezyif etmek hem de o toplum ile alış-verişe talip olmak, o toplumun varlığından yararlanmak mümkün değildir. 'Batı'da şu şöyle, bu böyledir' şeklindeki argümanlar, meşrulaştırma delilleri bu noktada işe yaramaz ve yaramamalıdır; çünkü her bir toplumun (kavim, ümmet, milletin) kendine özgü değerleri, sınırları, kutsalları, kuralları vardır; ortak değerler ve kurallar kadar, hatta bazen bunlardan daha fazla farklı değerler etkili olabilir. Konuyu özelleştirelim: Bugünlerde tartışılan konu, kadın (serbestçiler bu kelimeyi tercih ediyorlar) ve erkek öğrencilerin bir veya birkaçının aynı evlerde kalmalarıdır. Müslüman milletimizin ahlak, gelenek ve göreneğine göre bu durum meşru değildir, birçok sakıncası vardır. Birçok erkek öğrenci ailesi yanında kahir çoğunluğu ile kız öğrenci ailesi bu duruma razı olmazlar. 'Razı olmuyorlarsa aynı evde barındırmasınlar, ayırsınlar' demek kolay, bunu uygulamak -istenen yardımlar alınamazsa- zordur. Bizim toplumumuzda -haklı olarak- birisiyle düşüp kalkmış erkek ve daha ziyade de kız ikinci sınıf eş adayı durumundadır. Zampara erkekler de sıra evliliğe gelince eli erkek eline değmemiş kız ararlar. Kızı veya oğlu evli olmadığı birisi ile bir evde beraber yaşayan aileler komşularının ve yakınlarının yüzlerine bakamazlar. Toplumun özelliğini göz önüne almadan dayatılan değişim şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da başımıza nice dertler açacaktır. Peki çare nedir? Bana göre birinci çare, yüzde yüze yakını Müslüman olan bu toplumda 'İslam'ı temel referans alan bir demokratik düzen'dir. Liberal demokraside ısrar edilecekse hükümetlerin, bu rejime ters düzen devlet davranışlarına teşebbüs etmemesi, ama bireylerin, muhtaç oldukları çoğunluğun hatırı için bazı özgürlüklerini 'gönüllü olarak' kullanmamalarıdır. İnadına kullanırlarsa en azından mahalle baskısı, değerleri çiğnenen çoğunluğun hakkı olur. http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/cogunlugu-kale-almamak/40566
  11. YİNE SURİYE (1-2-3) Suriye'de yaşananlar bağlamında, mazlumun yanında zalimin karşısında durmamız gerektiğini yazdıkça/söyledikçe bazı okuyucuların ithamkâr tutumlarıyla karşılaşıyorum. Suriye muhalefetini birleştiren bu mesele bizi birbirimizden ayırıyor. İçler acısı bir durum… Şu anda Suriye'de olanları "ABD/Batı oyunu" olarak niteleyenlerin hareket noktaları şunlar: 1. Bölgede öteden beri bilinen ve adım adım uygulamaya konulan bir BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) var. Suriye olayları bu planın bir aşamasından başka bir şey değil. BOP'un nihai hedefi ise büyük İsrail. 2. Merhum Hocamız yıllar evvel bu gerçeğe işaret etmiş ve İsrail'in Avrupa Birliği'ne üye yapılması hedefinin gerçekleşebilmesi için önce Suriye'nin bölünüp bir kısmının İsrail'e verilmesi, arkasından Türkiye sınırları içindeki bazı yerlerin de Arz-ı Mev'ûd ideali çerçevesinde İsrail sınırları içine dâhil edilmesi; böylece Avrupa Birliği'ne tam üye olmuş bir İsrail ve onun bir "vilayeti" konumunda kalacak Türkiye'nin de ona tabi kılınması hedeflerine dikkat çekmişti. 3. Suriye'de yönetime kaşı ayaklananları Batı silahlandırıyor ve destekliyor. 4. Suriye'de kardeş kardeşi öldürüyor. Bu bir "fitne"dir ve bu fitneye alet olmamak gerekir. Bu argümanları sırasıyla ele alacak olursak; 1. Bölgede ABD tarafından hayata geçirilmeye çalışılan bir BOP olduğu, BOP'un ilk aşamada hedefinin İsrail'in güvenliğini garanti altına almak ve nihai aşamada büyük İsrail Devleti’ni kurmak olduğu da doğru. Ancak bölgedeki bütün gelişmeleri bu plana bağlamak doğru değil. Adına "Arap Baharı" denilen bu süreç ilk başladığında temkin telkin eden yazılar yazan birisi olarak diyorum ki, bilhassa Mısır'daki gelişmelerin bu çerçevede değerlendirilemeyeceği gerçeğini görmemiz lazım. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî'nin açık beyanları ve İhvan iktidarını hazmedemeyen Batı'nın Mısır'da uygulamaya koyduğu tezgâhlar ve Hüsnü Mübarek kalıntısı laikçi bürokrasinin gösterdiği direnç bunu açık biçimde gözler önüne seriyor. Tabii bu gerçeği görebilmek için, İhvan'ın da "Batıcı/Amerikancı" olduğunu söyleyen İran propagandasının etkisinden kurtulmak gerekiyor. Burada en az bunun kadar önemli ikinci bir gerçek daha var: Artık sağır sultan bile biliyor ki ABD'nin Irak ve Afganistan'ı işgali ayan-beyan İran'ın örtülü-açık desteğiyle olmuştur. Bunu hem İran hem ABD açık bir şekilde dile getirdi. Şu anda Irak'ta yönetimin ağırlıklı olarak Şiilerin kontrolünde bulunması da bunun açık bir göstergesi. Bunun anlamı şudur: ABD Irak'taki Şiileri Saddam'dan daha çok sevdiği için orada onları iktidara getirecek süreci kendi elleriyle hazırladı. Üstelik bu Şiiler, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimî'nin yaşadıklarının da açık bir şekilde gösterdiği gibi işbaşına gelir gelmez ilk icraat olarak oradaki Sünnileri sindirme politikasını hayata geçirdiler. İslam dünyasında mezhep kavgasını körüklemek kadar büyük bir ihanet olamaz. Aklı başında hiçbir Müslüman Sünni-Şii çatışmasını arzu etmez. Ama bu gerçek, bir başka gerçeği görmemize engel olmamalı: İran kaynaklı Şii ideolojinin, İslam dünyasında kendi hâkimiyet ve hareket alanını genişletmek gibi bir hedefi vardır ve bu da gayet normaldir. Sünni ülkeler tarafından çevrelenmiş bir İran, Sünni dünya ile birlikte hareket etmeye mahkûm bir İran demektir. D–8 Projesi’nin içinde İran'ın da yer alıyor oluşunun hikmetini burada aramak gerekir. Hem nüfusu ve imkânları bakımından istifade edilecek bir güç, hem de 7 büyük Sünnî ülke tarafından çerçevelenmiş tek başına bir İran. Bu elbette son derece akıllıca idi. Geldiğimiz noktada, bilhassa İslamî değerleri hayata aktarmak gibi bir hedefi olan ve bunu Allah’ın izniyle ve arkasına aldığı büyük halk desteğiyle yapabilecek konumda bulunan Mısır, İran’ın, “İslam dünyasında Batı’ya kafa tutan tek ülke” söylemini boşa çıkartması dolayısıyla dikkatle takip edilmelidir. Bu aşamada gerek içeriden, gerekse dışarıdan Mısır’ı köşeye sıkıştırmaya çalışan güçlerin tezgâhlarına özellikle dikkat edilmelidir. Öte yandan BOP, eğer ABD’nin bölgedeki hâkimiyet alanlarını güçlendirmesi ve genişletmesi anlamına geliyorsa şu soruyu kendimize tekrar tekrar sormamız lazım: ABD’nin, Irak’ı, İran’a yakınlığı ayrıca delillendirilmeye ihtiyaç duymayacak kadar açık olan Şii yönetime bırakıp gitmesini nasıl yorumlamak gerekir? Niçin bu noktaya gözlerimizi kapatıyoruz? Ve nihayet Suriye’de olanların BOP’la ilişkilendirilmesi de büyük ölçüde İran propagandasına dayalı bir vehimden başka bir şey değildir. Suriye olaylarını BOP’un bir ayağı olarak, “Batı oyunu” olarak görmemizi isteyenlerin cevaplandırması gereken diğer bir soru da şudur: “Arap Baharı” sürecinde olaylar Suriye’ye sıçramadan önce Tunus vardı, Libya vardı, Mısır vardı… Suriye söz konusu olduğunda gösterdiğimiz tepkiyi bu ülkeler konusunda niçin göstermedik? İran, Suriye’ye verdiği limitsiz desteği niçin bu ülkelerden esirgedi? Bu soruları sorduğum zaman genellikle “Türkiye ne yaptı?” tarzında bir mukabeleyle karşılaşıyorum. Bunun “köşeye sıkışmış bir düşünce tarzının manevrası” olmaktan başka bir anlamı yok. Ben bütün bunları söylerken ne “Türkiye şunu yaptı; İran bunu yapmadı” gibi bir denklem üzerinden hareket ediyorum, ne de İran’ın tutumunu eleştirirken Türkiye’nin izlediği politikalara yaslanıyorum! Merhum hocamızın Suriye’nin bölünmesi konusundaki tespiti, Arap Baharı denilen sürecin çok öncesine aittir. Mamafih İsrail’in güvenliğinin ne şekilde sağlanacağı sorusunun cevabı bağlamında Batı ve ABD tarafından geliştirilen senaryolar bağlamında mutlaka hesaba katılması gereken bir seçenek olarak akılda tutulmalıdır. Bugünün konjonktüründe ve özellikle de Suriye olaylarının nasıl geliştiğini hatırda tutarak bakıldığında bu tespitin bugüne bir şablon gibi oturtulmasının çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Geldiğimiz noktada kendi içinde çatırdayan, birbiri ardından ekonomik krizin pençesine düşen Avrupa Birliği ülkeleri için İsrail’i aralarına almak doğrusu çok da akıllıca bir seçenek olarak durmuyor. Öte yandan Ortadoğu’da ülkelerin bölünmesi meselesi gündeme geldiğinde üzerinde öncelikli olarak durmamız gereken ülke Türkiye’dir. İçinden geçmekte olduğumuz “barış süreci” öncesinde PKK’yı veya daha doğru ifadesiyle PKK içindeki birtakım güçleri gerektiğinde Türkiye aleyhine devreye sokan ülkelerden birinin de İran olduğunu unutmayalım. PKK’nın İran kanadı olan PEJAK’ın, “Büyük Kürdistan”ın İran sınırları içinde kalan kısmının elde edilmesi konusunda çok da istekli hareket etmemesi bunun en önemli göstergelerinden biridir. Biri bana şu sorunun cevabını verebilir mi: İran’ın PEJAK’la mücadelesi adına bugüne kadar ortaya koyduğu pratik ile Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetiminin PKK ile “mücadelesi” arasında nasıl bir farklılık var?.. Bugün Suriye’de yönetime karşı mücadele edenler arasında “Suriye’nin bölünmesi” meselesini dillendiren kimse yok. Hatta Suriye yönetimi İsrail’e karşı kullanmadığı tankıyla, topuyla, uçağıyla kendi halkını soykırıma tabi tutmadan önce yönetime karşı mücadele edenler hiçbir yerden yardım talebinde bulunmadıkları gibi, Suriye’nin bölünmesi yönünde herhangi bir irade de ortaya koymadılar. Tam tersine bu meseleyi dillendiren birileri varsa, Esed yönetimi ve onun arkasında duranlardır. 3. “Suriye’de yönetime kaşı ayaklananları Batı silahlandırıyor ve destekliyor” şeklindeki argümana gelince, birkaç kere yazmıştım, tekrar edeyim: Suriye’de bugün yönetime karşı silahlı mücadele veren halk, “Arap Baharı” sürecinin başlangıcında silah kullanmamak için hayli direndi. Sadece Esed yönetiminin yıllardır vaat ettiği reformları hayata geçirmesi talebiyle gösteri yapan insanlar vardı meydanlarda. Ancak yönetimin bu gösterilere mukabelesi kan dökmek şeklinde olunca ve bu tahammül edilemeyecek boyutlara ulaşınca silah kullanmak zorunda kaldılar. Suriye’de yönetime karşı direnenlerin Batı tarafından silahlandırıldığı meselesine gelince; yönetime karşı mücadele edenlere silah yardımı yaptığı doğru. Ancak silah yardımının bütün gruplara değil. Belli gruplara yapıldığını özellikle belirtmekte fayda var. Eğer denirse ki: “Bir taraftan Batı’nın Suriye’deki muhalefete silah yardımı yaptığını söylüyorsun, diğer taraftan da bu muhalefetin desteklenmesi gerektiğini söylüyorsun. Bunda bir anormallik yok mu?” Ben de derim ki: Hayır, bunda bir anormallik yok. Düşünün: Koca bir devlet tankıyla, topuyla üstünüze geliyor. Havadan rast gele şehirleri bombalıyor. Kadın, çocuk, yaşlı demeden bütün bir halkı soykırıma tabi tutuyor. Siz olsanız ne yapardınız? Elbette nereden alabiliyorsanız oradan silah alır, kendinizi müdafaa ederdiniz. İran Rusya’dan silah alırken doğru yapıyor; ama Suriye halkı nefsi müdafaa için Batı’dan silah alırken yanlış yapıyor öyle mi? Ne yapacaklardı peki? Tanka, topa, uçağa karşı sopayla mı direneceklerdi, İran’a mı yalvaracaklardı?.. 4. “Suriye’de kardeş kardeşi öldürüyor. Bu bir “fitne”dir ve bu fitneye alet olmamak gerekir” şeklindeki söylemin de gerçeğe hiçbir şekilde tekabül etmediğini söylemek durumundayız. Zira Suriye’de kardeş kardeşi katletmiyor; Müslümanlık iddiası İmamiyye Şiası’nın kaynaklarınca bile itibara alınmamış heretik bir grubun Müslümanlara karşı uygulamaya koyduğu bir “soykırım süreci” yaşanıyor. el-Butî’nin ve “müftü” Hassun’un, eli kanlı Nusayri katillere yönelik saçma sapan nitelemelerinin elbette hiçbir önemi ve gerçekliği yok. Bütün bunlar bir yana, halkına böyle bir soykırım uygulayan yönetimin “sünni” tandanslı olması da bir şeyi değiştirmezdi. Zira böyle bir barbarlığın Sünnilikle en küçük bir irtibatı söz konusu edilemez. Orada sergilenen o vahşet manzaralarının altına imza atanlar kendilerini “sünni” olarak dahi ifade etmiş olsalardı, ben yine sesimi yükseltirdim. Kadınlara, hatta çocuklara tecavüz eden, insanları diri diri yakan, diri diri toprağa gömen, Müslümanların mukaddes mekânlarına, evlerine, mahremlerine karşı işlenebilecek en saygısız ve vahşice cürümleri işleyenlerin bırakın şünniliğini-şiiliğini, “insanlığı” tartışmalıdır! Dolayısıyla hadisenin adını iyi koyalım: Bu, Nusyri Esed yönetiminin, İmami İran yönetiminin limitsiz desteğiyle acımasızca yürüttüğü bir “soykırım”dır. Bosna savaşında Sırpların Boşnaklara nasıl muamele ettiği hala hafızalardadır. O neyse, bu da odur! Bu itibarla Suriye’de olup bitenler konusunda “taraf olmak” değil, “tarafsız kalmak” fitnedir! Zira geldiğimiz noktada “tarafsızlık” diye bir şey söz konusu olamaz. Ben tarafsız kalıyorum dediğiniz anda, istemeden de olsa, dolaylı da olsa oradaki soykırıma destek sağlanmış olacaktır... Ebubekir Sifil Yine Suriye http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/YINE_SURIYE/14363#.UaSaUJwmOes Yine Suriye 2 http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Yine_Suriye2/14410#.UaSaUpwmOes Yine Suriye 3 http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Yine_Suriye__3/14447#.UaSak5wmOes
  12. "Büyük Doğu Gençliği" isimli 10.000 küsur takipçisi olan facebook sayfası, üstad imzası ile -kim bilir kaç zamandır- bir yığın uyduruk söz paylaşıyor. Deryadan inciler... Sinirlerinize hakim olabilecekseniz buyrun diğerlerine de bir göz atın, 800 küsur resim paylaşılmış: https://www.facebook.com/buyukdogugencligi/photos_stream Bu asılsız sözler nasıl yayılıyor diyoruz, işte böyle yayılıyor! Şu kadar takipçisi olan bir sayfa NFK imzası ile bu paylaşımı yapınca yüzlerce kişi her biri yüzer kişiyle bir anda paylaşmaya başlıyor.. Sayfa yöneticilerinin uyarılması gerekiyor.
  13. - "Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım" sözünün üstada ait olmadığı iddia edilmişti fakat Mirzabeyoğlu Necip Fazıl'la Başbaşa'da üstadın ağzından şöyle naklediyor: ... Büyük Fransız romancısı Balzak'ın bir sözü var ki bayılırım; "Devler gibi eser vermek için, burjuvalar gibi çalışmalı" der... Biz daha doğrusunu şöyle ifadelendirebiliriz; "Devler gibi eser vermek için, karıncalar gibi çalışmalı!" (syf 66)
  14. Aşağıdaki sözleri bir yerlerden gözü ısıran var mı? Kaynak göstermek mümkün mü? Sosyal medyada üstad imzası ile paylaşılıyorlar. Aralarında sıkletsizlikleri sırıtan sözler gayet aşikar olsa da, katiyyet açısından "üstada aittir / değildir" sınıflandırmasını yönetim yapabilir mi? Yenileri ve önceden gündeme getirdiklerimi bu mesajda topladım. Şüpheli olup çokça paylaşılanları rastgeldikçe burada paylaşacağım inşallah. - "Kadın Mezarlığa Girerken Başını Kapıyor, Dışarı Çıkarken Açıyor, Ölüye Karşı Kapayıp, Diriye Karşı Açmak Akıl Almaz." - "Bu ülkede biri size; çağdışı, yobaz, gerici, eski kafalı, deli, aşırıcı diyorsa emin olun ki doğru yoldasınız." -"Moda, Cehennemde bir oda.." - "Arsızlığa cesaret, zinaya aşk dediler. Bir neslin ahlakını, işte böyle yediler!" - “Geminin tek kaptanı olur, gerisi mürettebattır. Kalbin de tek sahibi olur, gerisi teferruattır…” - "Her kahkahanda Allah'a teşekkür etmiyorsan, Neden her ağladığında O'na kızıyorsun?" - "Çok sıkıldıysan hayattan, bir mezarlığa git. Ölüler iyi bilir ; Yaşamak güzeldir." - "Herşeyin İlacı Zaman Diyenler... Bir de Bu Kelimeyi Tersten Okumayı Deneseler..." - "Tanrı sizi korusun, bizi Allah korur." -"Denildi mi bir yerin adına "Türk" beldesi, Gözüm al bayrak arar,kulağım ezan sesi..." -"Ben Konuşmaktan Değil, Dinlemekten yoruldum" ____ Önceden gündeme getirdiklerim: - "Sakın ola köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı deme, olurya tam yarı yolda köprü yıkılıverir. Öteki tarafa ayının yeğeni olarak gidersin." - "İki Çeşit İnsan Vardır ! Zaman Geçtikçe Hatalarıyla Yüzleşen, Zaman Geçtikce Yüzsüzleşen !" - "Başörtüsü Bilime Engelmiş.! Siz Uzaya Mekik Gönderdiniz de, Başörtüsüne mi Takıldı?" - "Dünyada bin yıllık tarihi silinen ve o günü bayram olarak kutlayan başka bir millet daha yoktur." - "Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım" - "Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak, hiçbir şey bizim değil" - "Var mı Allah'tan yukarı, kabirden aşağı..? Toparlan ruhum gidiyoruz; sen yukarı, ben aşağı..!" __________ ilk sayfada ebkem adlı üyenin mesajındaki üstada ait olduğu kesin olarak bilinen sözler silineilirse makbule geçecek.
  15. Sosyal medyada NFK imzası ile dolanan "Yılbaşı, Noel, Fişek; Yeryüzünde Özgürlük Diye Tepinir Eşek..!" sözü üstada ait değildir. Üstada ait olan beyit ise aşağıdadır. HÜRRİYET Hürriyet hokkabazlık, gökte havai fişek; Toprakta da hürriyet diye tepinir eşek… (1974)
  16. "Fazla ciddiye almayın bu hayatı, nasıl olsa içinden canlı çıkamayacaksınız.." Küçük İskender'e aittir.
  17. Necip Fazıl ile Topçu nasıl barışmışlar? Maurice Blondel Nurettin Topçu’ya ‘Senin ülkende, senin düşünüp araştıracağın konular ancak yüz sene sonra konuşulmaya başlanır. Senin devlete olan borcunu biz kapatalım, sen burada kal.’ diye bir teklifte bulunmuş. Peki Nurettin Topçu nasıl cevap vermiş? Nurettin Topçu, cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde, yurt dışında felsefe alanında doktor unvanını alan ilk kişi. Bu yönüyle bile başlı başına önemli. Ama o, sadece bu akademik unvan ile yetinmemiş, düşünüp öğrendiklerini harekete geçirmek için çabalamış, düşüncelerini anlatmak için dergi çıkarmış, bir kuşağı derinden etkilemiş ve hâlâ da etkilemeye devam eden bir önemli şahsiyet. Doç. Dr. Emin Işık da, Nurettin Topçu’nun önce öğrencisi, sonra dava arkadaşı olarak hep onun yanında bulunmuş. Doç. Dr. Emin Işık, 27 Nisan gecesi Emir Buhari Kültür Merkezi’nde düzenlenen Cumartesi Sohbetleri’nin konuğuydu. İsyan Ahlakı’nın yazarı Nurettin Topçu’yu anlattı konuklara. Nurettin Topçu, bir huzursuz ruh… Kanayan bir vicdan ve en önemlisi de söylediğini yaşayan bir dava adamı. İşte Doç. Dr. Emin Işık’ın ağzından bir Nurettin Topçu portresi… Nurettin Topçu nasıl bir hayat yaşadı? Doç. Dr. Emin Işık, önce Nurettin Topçu’nun hayatından bazı kesitleri aktardı dinleyicilere: “Nurettin Topçu, çocukluğunda çok hasta olan biridir. Ailesi onu durmadan doktora götürüp çare arar ama uzun süre derdine çare bulamazlar. En sonunda, yaşadıkları şehir olan İstanbul’da bir Ermeni doktora götürür annesi onu. Doktor Topçu’yu iyice muayene eder ve önemli bir hastalığının olmadığını, sadece bünyesi hassas bir çocuk olduğunu, bu hassaslıktan dolayı yemeklerden sonra midesinin huzursuz olduğunu söyler ve ona yemeklerden sonra ıhlamur içmesini önerir. Bu tedaviyi ona, yıllar sonra eğitim için gittiği Paris’te bir doktor daha önerecektir.” Doç. Dr. Emin Işık, Vefa Lisesi öğrencisi olan Nurettin Topçu’nun eğitim hayatı boyunca hep başarılı bir öğrenci olduğunu şu sözlerle anlattı: “Nurettin Topçu, lisedeyken tüm sınıfları birinci olarak bitirir. Yalnız son sınıfta Sıfırcı Salih Hoca diye bir hocası onu Arapçadan bütünlemeye bırakır. Topçu, bu olaya çok içerler ve kaydını Vefa Lisesi’nden İstanbul Lisesi’ne aldırır ve oradan mezun olur. Lise eğitimi sırasında, hocalarından biri olan Sarıklı Osman Efendi, Topçu’nun babasına özel bir ziyarette bulunur ve ona ‘Oğlun büyük adam olacak.’ der. Topçu, 1928 yılında liseyi bitirir. O sene ‘Dil Devrimi’ yapılır. Nurettin Topçu, bu devrim yapıldığı için sevinçlidir çünkü bu devrimle birlikte ülke Batılı olmuştur, artık kendileri de Avrupa gibi kalkınacak, hatta onları geçeceklerdir.” Doç. Dr. Emin Işık, Nurettin Topçu’nun devlet bursuyla Fransa’ya gittiğini ve orada felsefe eğitimi aldığını söyleyerek bu günleri şöyle anlattı: “Topçu, 1928-1934 yılları arasında Fransa’ya felsefe eğitimi almak için gitmiştir. Eğitimine Paris’te başlayan Topçu, çocukluğunda başlayan rahatsızlıklarının nüksetmesi üzerine okulun doktoruna çıkar. Doktor onu tepeden tırnağa muayene ederek ciddi bir sağlık sorununun olmadığını ama Paris ikliminin de kendisine uygun olmadığını söyleyerek onu Bordeaux’a yönlendirir. Tedavi olarak da kendisine her yemekten sonra ıhlamur verir ve bunu reçeteye yazar. Bordeaux’taki okulunda tüm hizmetleri kilise mensupları vermektedir. Dosyasındaki reçeteyi okuyan okul müdürü, bir hemşire çağırarak reçeteyi ona verir. Nurettin Topçu, Türkiye’deki gibi bu tedavinin birkaç gün devam edip sonrasında ihmal edileceğini düşünür ama hemşirenin çok ağır hasta olduğu bir gün hariç her yemekten sonra bir bardak ıhlamuru hazırdır yıllar boyu. Topçu bu olayı, ahlaklı olmaya örnek olarak gösterirdi her zaman.” Topçu’nun hocaları ve hocalarıyla ilişkisi Topçu’nun düşünce hayatında dönüm noktası olan kişilerle ilişkisini şöyle anlattı Doç. Dr. Emin Işık: “Topçu’nun hocalarından biri Maurice Blondel’dir. Blondel, Kant üzerine dünyada otoritedir ve bir düşünürdür. Blondel aynı zamanda bir katedralde başrahiptir. Topçu, laikliğe aykırı gördüğü bu durum karşısında Blondel’i uyarır. ‘Efendim, siz hem kilise mensubusunuz, hem de devlet okulunda hocalık yapıyorsunuz. Bu durum laikliğe aykırı.’ der. Blondel Topçu’ya ‘Siz, yeni tür laiklik icat eden ülkedensiniz demek. Ama bu durumu size ben anlatamam. Sizi birine gönderiyorum, o size anlatsın.’ der ve onu Louis Massignon’a gönderir. Massignon, ömrünü Hallac-ı Mansur araştırmalarına adamış biridir. Topçu’nun Türkiye’den geldiğini öğrenince onu saatlerce kendi dillerini, kendi kültürlerini, kendi medeniyetlerini tahrip ettikleri için azarlar. Bu azardan iyice aciz olan Topçu, bir daha onu ziyarete gitmemeye karar verir ama Massingnon, öfkesinin ona değil, bir zihniyete olduğunu söyleyerek yanına gelmeye devam etmesini ister ve ondan söz alır. O yıllarda Fransa’da bulunan Adnan Adıvar, Massignon’a Türkçe öğretmektedir. İşleri yoğunlaşan Adıvar, bu işi Topçu’ya havale eder. Böylelikle Topçu ve Massignon arasındaki ilişki daha da sıkılaşır.” Fransa’da felsefe sınavı nasıl yapılıyormuş? Emin Işık Hoca, Topçu’nun bir sınavını anlatarak eğitim sistemimizdeki bir çarpıklığa da dikkat çekti: “Nurettin Topçu, felsefe dersinden sınava girer. Oradaki sınavlar, bizdeki gibi kitabî bilgi sınavı değildir. Öğrendiklerini uygulama sınavıdır. Dersin hocası ‘Ölümün insanlar üzerinde uyandırdığı etkiler’ konulu ödev verir. Topçu da, konu hakkında düşüncelerini yazar. Bir hafta sonra hoca sınıfa geldiğinde, Topçu’ya, hazırladığı ödev için teşekkür eder ve herkese, ‘Ödev böyle hazırlanır.’ der.” Emin Işık Hoca, ilk kez bir Türk gencinin Fransa’da doktora unvanı almasının o zamanlar için çok önemli bir olay olduğunu söyledi. Ama bu önemli olaya Fransa’da Türkiye Cumhuriyeti devletini temsille görevli kişilerin kayıtsız kaldığını, oysa diğer ülkelere mensup birisinin doktora savunmasına o ülkenin üst düzey bürokratlarının, arkadaşlarının vb. katılarak o savunma sonucunda kazanılan doktoranın büyük bir coşkuyla kutlandığını söyleyerek Topçu’nun doktora savunmasını şöyle anlattı: “Topçu’nun doktora konusu ‘İsyan Ahlakı’dır. Jüride bulunan herkes savunmayı kabul eder. Yalnız bir Katolik papaz ‘Ahlak, uyum ve itaat isterken ahlakın yanında isyan tavrının tuhaf kaçtığını’ söyleyerek biçimsel bir itirazda bulunur. Topçu da ‘İslam ahlakının sadece iyiliği emretmediğini, aynı zamanda kötülükler karşısında uyarıcı olmak gerektiğini’ söyler bu itiraz karşısında. Fransa’da doktora savunmaları önemlidir ve savunmayı yapan kişinin yakınları, o ülkenin devlet görevlileri, öğrenciler vb. herkes bu savunmayı dinlemeye gelir. Ama Topçu, felsefe alanında doktora alacak ilk Türk olmasına rağmen, sadece Halide-Adnan Adıvar çifti onu dinlemeye gelir. Topçu savunmasını yaptıkça Halide Edip duygulanıp ağlar. Sonra Topçu doktor unvanını alır. Hocası Blondel bunu bir yemekle kutlar. Topçu’ya ‘Senin ülkende, senin düşünüp araştıracağın konular ancak yüz sene sonra konuşulmaya başlanır. Senin devlete olan borcunu biz kapatalım, sen burada kal.’ diye bir teklifte bulunurlar ama Topçu bunu ‘Benim ülkeme borcum sadece para değil ki!’ diye reddeder. Topçu’nun sürgünleri Doç. Dr. Emin Işık, felsefe doktorasına sahip olan Nurettin Topçu’nun Türkiye’de yaşadıklarını birkaç cümleyle şöyle anlattı: “Yurda dönen Nurettin Topçu, Vefa Lisesi’ne öğretmen olarak atanır. Sene sonunda, başarısız birkaç öğrenci bütünlemeye kalınca okul müdürü Topçu’ya, bu öğrencileri geçirmesini söyler. Topçu, böyle bir şey yapamayacağını söyleyince müdür ‘Ben bunu öğrenciler için değil, sana zarar gelmesin diye söylüyorum. Bu öğrenciler CHP’nin güçlü kişilerinin çocukları. Sana zarar verirler.’ der ama Topçu yine bildiğini yapar. O sıralarda evlenmek üzeredir. Tam evlilik gecesi İzmir Lisesi’ne tayininin çıktığı tebliğ edilir kendisine. Apar topar İzmir’e giden Topçu’nun bu durumdan dolayı evliliği olumsuz etkilenir ve kısa süre sonra da eşinden boşanır. İzmir’de öğretmenlik yaparken de, yazdığı bir makale yüzünden Denizli’ye sürülür. Denizli’de Bediüzzaman’ın mahkemelerini izler ve bu yüzden fişlenir. Eski hocası Hasan Âli Yücel bakan olunca da, tayinini tekrar İstanbul’a çıkartır. Hizmetlerine İstanbul’da devam eder. İstanbul’da öğretmenlik görevine başlayan Topçu, yeni açılan İHL’lerde derse girer ve derse girdiği üç yıl boyunca da bu derslerden hak ettiği ücreti, tüm ısrarlara rağmen almaz. Okul müdürü Mahir İz bunun sebebini sorduğunda da ‘Ben buraya para için değil, ibadet niyetiyle geliyorum’ der.” Nurettin Topçu’nun tasavvufî yönü Doç. Dr. Emin Işık, Nurettin Topçu’nun özel hayatında, anlattıklarından on kat daha titiz yaşadığını söyleyerek şunları anlattı: “Topçu için en önemli şey dürüstlük, ikinci olarak da sözünde durmaktı. Ölümünden bir hafta önce bana: ‘Kırk yıl boyunca öğretmenlik yaptım. Okula, mabede gider gibi gittim. Hiçbir derse abdestsiz girmedim.’ dedi. Emin Işık Hoca, Nurettin Topçu’nun Abdulaziz Bekkine’ye bağlanmasını şöyle anlattı: “Topçu, 1945’li yıllarda okul arkadaşı da olan Sırrı Bey’e, kendisine manevi bir hoca aradığını söyler. Sırrı Bey onu Celal Ökten Hoca’ya götürür. Celal Hoca’yı üç saat dinlerler, çıktıktan sonra Topçu ‘Hoca âlim biri, bir derya ama bana tasavvuf âleminden biri gerek’ der. Bekkine hazretlerini tanıyan Sırrı Efendi, ilk önce Topçu’yu Bekkine hazretlerine götürmeye çekinir. Önce Bekkine hazretlerine durumu anlatıp izin ister. İzin çıkınca da, birlikte Bekkine hazretlerini ziyarete giderler. Bekkine hazretleri onları bir odaya aldıktan sonra izin isteyip çıkar. Bu arada Topçu, Bekkine hazretlerinin nereli olduğunu Sırrı Bey’e sorar. Sırrı Bey, bilmediğini söyler. Kısa süre sonra elinde bir yemek tepsisiyle içeri giren Bekkine hazretleri ‘Biz Kazan Türklerindeniz, bizim geleneğimiz budur.’ der gülümseyerek. Sonra saatlerce süren bir sohbet başlar. Yatsıdan sonra başlayan sohbet, gece üç civarı biter. Evlerine giderlerken Topçu, Sırrı Bey’e ‘Hocanın sohbetine geri dönsek ayıp mı olur?’ der. Bekkine hazretlerine ilk anda böyle bağlanır.” Necip Fazıl’la barışmaları nasıl oldu? Ömrünün son dönemlerinde “İslami Sosyalizm”, “Milliyetçi Sosyalizm” gibi kavramlar yüzünden Necip Fazıl ile Nurettin Topçu’nun arası bozulur. Emin Işık Hoca, bu iki dev ismin küsme ve barışma sürecini şöyle anlatır: “Necip Fazıl, İslam’ın başka hiçbir sözcüğe ihtiyaç duymayacağını söyleyerek Nurettin Topçu’yu eleştirir ve araları bozulur. Bu durumdan hoşnut olmayan her iki tarafı da seven kişiler onları barıştırmak isterler ve hasta yatan Topçu’ya, ‘Necip Fazıl seni ziyarete gelecekmiş ama tepkinden çekiniyor.’ derlerken Necip Fazıl’a da Topçu’nun, ‘Herkes ziyaretime geldi ama Necip Fazıl gelmedi, acaba hastalığımı duymadı mı?’ dediğini söylerler. Necip Fazıl, hemen Topçu’yu ziyarete gider. Topçu’nun odasına girdiğinde coşkuyla ‘Nurettin, senin ruhunun ıstırabının yanında bedeninin ıstırabı nedir ki? Hiç kimse Allah diyemezken biz Allah dedik. Şimdi orasının (Cennetin) kapısını tekmele de dal içeri!’ der. Nurettin Topçu, Necip Fazıl’ın gelmesinden memnun bir şekilde ‘Onu ancak sen yaparsın Necip!’ der.” Sohbetinde güncel konulara da değinen Emin Işık Hoca, Çamlıca’ya cami yapılması konusunda da şunları söyledi: “Çamlıca’da insan yok ki cami yapılsın. Oraya çam dikilmeli, orasının ihtiyacı bu. Şu anda camilerin insana ihtiyacı var. İnsandan yola çıkmayan hiçbir hareket başarılı olamaz. İslam, insanı öncelediği için kısa sürede başarılı oldu. O yüzden Çamlıca’ya cami yapmakla değil, camileri dolduracak insan yetiştirmekle uğraşmak gerek.” http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=13246
  18. Sosyal medyada Üstad'a ait olmadığı halde ona aitmiş gibi gösterilen birçok söz mevcut. Bunlardan bazıları öylesine basit ve bayağı ki.. Ne yazık ki bu facebook sayfalarında paylaşılan bu tür sözler üstadın ismine yapışıp kalıyor ve belki insanları üstaddan soğutuyor. Canımız sıkılıyor, kızıyoruz fakat elimizden pek birşey gelmiyor. Altında NFK imzası olan asılsız allı pullu kallavi sözleri paylaşanları uyardığınızda, "şukadar üyesi olan Necip Fazıl sayfası paylaştı", "sen nereden bileceksin" tarzı itirazlar alıyorsunuz. Bu işin ferdi gayretle aşılabilecek tarafı kalmadı. Abartısız, yüzbinlerce üyesi olan sayfalarda paylaşılıyor bu sözler. Birşeyler yapmak gerekiyor. Şahsen, Facebook'da sadece üstada ait olmayan sözlerin yayınlandığı, üstad takipçilerine kaynak teşkil edebilecek, n-f-k.com facbook sayfasına bağlı bir "Necip Fazıl'a Atfedilen Asılsız Sözler / İftiralar" sayfası faideli olabilir kanaatindeyim. Burada paylaşılanlar orada paylaşılabilir. Sözler, altına belirgin şekilde kalın punktolarla "Bu söz Necip Fazıl'a ait değildir" yazılıp üzerine büyük, kırmızı bir çarpı ile resim formatında paylaşılabilir, çarpıcı olur. Hatta resimlere forumun adresi de iliştirilip sitenin tanıtımına katkıda bulunulabilir. İlgi çekeceği, resimlerin paylaşılacağı kanaatindeyim. Bu iş için vakti müsait olan, bu işle ilgilenebilecek, sayfada paylaşım yapabilecek olan kimse var mı? Sayfa ulaşmak için tıklayınız.
  19. "Necip Fazıl'a Ait Olmayan Sözler" adlı bir facebook sayfası açtım. En azından burada paylaşılanlar orada paylaşılabilir. Reklamı yapılırsa faydalı da olur inşallah. Sözler photoshoptan resim formatında oluşturulup altına "Bu söz Necip Fazıl'a ait değildir" yazılıp üzerine büyük, kırmızı bir çarpı konulabilir, çarpıcı olur. Bu iş için vakti müsait olan var mı? https://www.facebook.com/NecipFazilaAitOlmayanSozler?skip_nax_wizard=true
  20. RIHLA Yeni keşfettim, çok şaşırdım, Deen Intensive Foundation, 15 senedir dünya çapında yoğunlaştırılmış "geleneksel" İslami eğitim programları düzenliyor. Batılı Gençlere Bursa'da İstanbul'da Konya'da İslami "Yoğunbakım" kamplarına katılıyor. Hamza Yusuf gibi ünlü Müslüman akademisyenlerin eşliğinde, bildiğimiz kamp yahu! Bir ay boyunca tekkelerde sohbet, tarihi camilere ziyaret! 2011'de Bursa'da, 2012'de İstanbuldalarmış. Bu sene de Konya... Elin amarihalısı gıymet biliyo arkadaş :) Venue for Rihla 2012 classes- a tekke, a place of spiritual retreat, religious studies, and character reformation. Rihla 2012. Istanbul, Turkey Fotoğraf için Deenintensivefoundation Facebook Sayfası Feeling At Home in Turkey-Rihla Field Trip / Türkiyede Kendini Evinde Hissetmek-Rıhle Gezisi Dünyabizim.com haberi: Amerikalılar Gazali'yi İhya Edecek Samanyolu'nda çıkan haber Bir katılımcı ile yapılan röportaj
  21. Google'dan aratmak yerine linkini verdiğiniz yöntem daha kolay. Teşekkürler. Aslında kasdım, direk bilgisayardan siteye yüklemekti. Demek ki öyle bir seçenek mevcut değil.
  22. ______ Acep bilgisayardan resim dosyası nasıl yüklenir?
  23. Gazze Vurulunca Boykot, Hama Vurulunca Cola İsrail ekonomisinin yüzde altmışını, on sekiz aile elinde bulunduruyor. En büyük 500 firmanın oluşturduğu 172 milyar dolarlık gelirin 57.4 milyar dolarını en zengin 19 kişi elinde tutuyor. Bu ailelerden en büyüğü ve en etkini Dankner ailesi. Dankner ailesi, GSM sektöründen tutun süpermarket zincirine, sigortacılıktan tutun çimento tekeline piyasada hatırı sayılır bir yer kaplıyor. Sahip oldukları büyük çalışma sahasının en önemli şirketi IDB Group. Nochi Dankner, geçen günlerde IDB çalışanlarına “zor günlerden geçtiklerini ve bu sürecin kimse için kolay olmadığını” dile getiren bir mektup yazmış. Holdingin an itibariyle yüzlerce milyon dolar borcu olduğu ve gelecek günlerde bu borçları ödeme noktasında ciddi sıkıntı yaşayacağı belirtiliyor. Ekonomik sıkıntılar ve gelir dağılımı adaletsizliği üzerinden ciddi anlamda eleştiri alan İsrail ekonomisinin çarklarının dönmesine yardımcı olan bu aile şirketleri. Aile şirketleri sıkıntıya girdiğinde doğal olarak İsrail ekonomisi de sıkıntıya giriyor. Örneğin bahsettiğimiz Dankner ailesi, Filistin ayaklanmalarının arttırılmasında ve Lübnan Savaşı’nda ciddi anlamda İsrail Devleti’ne destekte bulunmuş. Aklıma hemen yıllardır doğru düzgün yapamadığımız boykot geldi. Yıllarca İsveç’te bulunan bir arkadaşım Mavi Marmara saldırısının yaşandığı dönemde, ülkede bulunan süpermarketlerin hâlini ve tüketici davranışları profilini birkaç örnekle aktarmıştı da utancımdan yerin dibine girmiştim. Birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi İsveç’te de süpermarketlerin manav bölümünde bulunan meyve ve sebzeler hangi ülkelerden geldiklerine göre sınıflandırılıyor. Örneğin; manavda üç dört çeşit üzüm bulunuyor ve üzümler faraza; İtalyan üzümü, Türk üzümü, İsrail üzümü olarak ayrılıyor. Buraya kadar her şey tanıdık. Ancak özellikle ciddi boykot dönemlerinde İsrail’den gelen meyve-sebzelerden hiçbir şekilde kimse satın almıyor ve ürünler dağ gibi yığılıyor. Yan tarafındaki İtalyan ya da Türk meyvelerinden hepsi tükenirken İsrail ürünlerinin dağ gibi yığılması dolayısıyla İsrailli üreticilere ve firma çalışanlarına ciddi bir moral bozukluğu veriyor. Her şeyin ötesinde boykotun bu derece istikrarlı ve ilkeli yapılması, halkı bu anlamda teşvik ediyor ve boykota katılım artıyor. Avrupa’da istikrarlı şekilde boykot yapan ülkelerin başında İsveç, Norveç gibi ülkeler geliyor. Ve bu ülkelerin boykotları sadece Türk işi boykotlar gibi Gazze saldırıları ya da Mavi Marmara olayları sırasında değil uzun bir sürece yayılıyor. Suriye’de yaşanan insanlık dramı, son dönemde artan terör olayları, Haşimi’ye çıkan idam kararı, dershanelerin kapatılması, Devlet Bahçeli’nin halıya takılması falan derken yapabileceğimiz birçok şeyi ıskalıyoruz. Tepkilerimiz o kadar tek yönlü ve yapay ki. Suriye ile dertlenirken, Gazze ile Bahreyn ile de dertlenmek bir o kadar mümkün. Hama vurulurken, Gazze de vurulmaya devam ediyor. Yaşanan süreçlere belki de en zahmetsiz, direkt olarak etkide bulunacağımız boykotun ne kadar etkin ve istikrarlı olduğu tamamen bize bağlı. Piyasada dolaşan boykot listelerinin birçoğunda oldukça alakasız firmaların isimleri ve ürünleri de bulunuyor. En güvenilir kaynak için Tüketiciler Birliği’nin boykot listesine bakmanız yeterli. Evet gündemin oldukça fazla olduğu bir dönemde bir tribün yazısı yazmak oldukça kolaydı. Ancak zalimlerin değirmenine su taşıma noktasında kendimin de eskiye oranla oldukça gevşek bir tavır takındığını fark etmiş oldum ve bu canımı çok acıttı. Üzgünüm. Abdurrahim Boynukalın / Milat
×
×
  • Create New...