Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

buyukdogu

Sivil
  • Content Count

    1,056
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    45

Posts posted by buyukdogu


  1.  

    Herşeyin bir sonu vardır adıgüzel...

     

    Lafımızı ikiletmiş (rahmetli dedem lafın ikiletilmesine ne köpürürdü ama, rahmet ona olsun :)) olsakta, eylemi yerine getirmiş olalım değil mi? Bu sayfada yazılanlar, çizilenler, içten dökülenler, baş ağrıları, temenniler, hesaplaşmalar, geçmişim, bizzat yaşadıklarım, öfkem ve dile getirdiklerim nihayete ermiştir. Eksik fazla, hoş nahoş, doğru yanlış, ileri geri ne varsa bendendir ve helalliğe sebeptir okuyanlarca, yorumlayanlarca ve muhabbetimize ortak olanlarca.

     

    Sadece bu konu için değil, forum genelinde ki yazı ve yorumlarıma da son vermiş bulunuyorum. Benden yana olan her türlü kırgınlık, eksiklik, vebal, arıza, takaza, maraza, tartışma, hata ve benzer şeyler için helallik diler; nazımızı çeken, muhabbetimize ortak olan, sanal mahalle olsada her zaman önemi ve değeri bulunan, seven sayan bütün dost, abi, gardaş, hanım ve arkadaşlardan da aynı dileği talep ederim.

     

    Allah (c.c) herkese sağlık, selamet ve neyi diliyorsa onu versin. Muhabbetle ve eyvallah...

    • Like 3

  2. Tut Ellerimden

     

    Sırat’tan incedir sevda köprüsü

    Beraber geçelim tut ellerimden.

    Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü

    Beraber uçalım tut ellerimden.

     

    Gönüldeki birlik kalkandır dışa

    Aldırma ayaza, yele, yağışa

    Giden ilkbahara, gelecek kışa

    Beraber göçelim tut ellerimden.

     

    Birleşmek üzredir şafakla gurûp

    Korku beklenilmez kapıda durup

    İster zehir olsun, isterse şurup

    Beraber içelim tut ellerimden.

     

    Çağır hayallerin en ötesini

    Yakından duyarsın aşkın sesini

    Sonsuz mutluluğun penceresini

    Beraber açalım tut ellerimden.

     

    Hatırla kaybolan hatıraları

    Elmastan ışıklı, altundan sarı

    Zaman tortusundan işte onları

    Beraber seçelim tut ellerimden.

     

    Şüphe "başlangıçtır" karar “nihayet”

    Zamanı zamana etme şikayet

    Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet

    Beraber kaçalım tut ellerimden....


  3. Osman Yüksel Serdengeçti ağabeyimin aziz hatırasına....

     

    Adam Osman,

    Deli Osman,

    Divane adam...

    Cümle dururken meydanlarda,

    - saat bilmem kaçı kaç gece ölüler gibi -

    Biz Fatihâ'ları sebil ettik ruhuna ey Serdengeçti !..

    (10/11/2012)

     

     

     

     

     

     

    • Like 1

  4. bir çeşit mürşid-mürid ilişkisi var ortada. öğütler, nefs terbiye metodları da..

     

    İfade ettiğine göre "sadece tekamül yok" o zaman (veya tevhidi tercih)... İslam treninin kalkacağı garı bilip, görüp, gişeye yürüyüp, bileti almaya cüret var fakat trene binme nasibi mi gerçekleşmiyor? E bunada Üstad Sezai Karakoç'un "ve son sözü hep alınyazısı söyler" deyişini anımsatıyor desek yanılmış olmayız sanırım.

     

    Tabi Batı aklı "aklının taşkınlığını" dizginlemiş olsaydı, ayrıca bir aydınlanma gerçekleşebilirdi.

    • Like 1

  5. Zengin çeşit, fakir insan

     

    Önce ahlak ve maneviyat diyenlerdenim. Hemen peşinden de şunu söylüyoruz: Adil Düzen. Bu iki düstur, birbirini öyle güzel tamamlıyor ki, başka söze gerek kalmıyor. Ahlak olmazsa, adil bir paylaşım da olmuyor. Yıllar evvel, Mustafa Kutlu'yla yoksulluk üzerine söyleşi yapmıştım. Şunu demişti: Yoksulluğun tek çaresi var; ahlak. İşte bundan dolayı, 'ülkemizdeki yoksulluk, yokluktan değil, hakkına razı olmayanların çokluğundan kaynaklanıyor' diyoruz. Dünya için de bu böyle.

     

    'Zengin ile fakir arasındaki uçurum' neredeyse her gün bir yazıya konu oluyor. Fakat nedense, o uçurumun içinde nelerin olduğunu kimse söylemiyor. Söyleyelim: Kan, gözyaşı, emek hırsızlığı ve mazlumların ahı. Açıkçası, içimizdeki yoksulluk ile dışımızdaki yoksulluğun farklı şeyler olduğuna inanmıyorum. Bugüne kadar, dilimiz döndüğünce, içimizdeki yoksulluğu yazmaya çalıştık. Özetlersek: 'İçimizdeki yoksulluk; cömertlik, kanaat, merhamet, şefkat, tevekkül, vefa gibi kavramlardan oluşan ahlak eksikliğidir.' İçimizdeki bu eksiklik, daha yakıcı ve yıkıcı bir şekilde, işlerimize, ilişkilerimize, velhasıl hayatımızın her anına ve alanına, yani dışımıza yansıyor. Atalarımız, 'yokluk taştan katıdır' demiş. Bu, insanlar için de geçerli. Ahlaki değerlerin yokluğunu çeken biri, hakikaten de 'taştan katı' oluyor, olabiliyor.

    ***

    Doksan kuşağına mensubum. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda, bir liranız da olsa, bin liranız da, alabileceğiniz şeyler sınırlıydı. Mahallenin tek bakkalını hatırlıyorum. İki kavanoz şeker, birer kutu bisküvi ve gofret, bir de gazoz. Kuruyemiş olarak da sadece kırık leblebi. Paranız varsa, bir değil, beş gofret alıyordunuz, hepsi o kadar. Şimdi, leblebinin bile onlarca çeşidi üretiliyor. Çeşit arttıkça, yoksulluğu daha 'iyi' görmeye başladık. Zengin çeşit, fakir insan. Sıcak para, soğuk aş. Bir de şu: 'İhtiyaçlarımızı büyüttükçe, yokluk duygumuzu ve yoksulluğumuzu da büyütüyoruz.' (Lütfi Bergen)

    'Doksan kuşağı' ifadesini ise özellikle kullandım. Bana kalırsa, ülkemizdeki yokluğu ve yoksulluğu en derinden yaşayan nesillerin başında doksan kuşağı geliyor. Bu kuşağın büyüdüğü yılların sosyal şartları bugüne kadar pek yazılmadı, tartışılmadı. Hatta seksenli yıllar eğlenceli bir dönemmiş gibi gösterildi, gösteriliyor.

     

    Aykırı bir örnek verelim: Varlığın ölçüsü, altındır. Sözgelimi Osmanlıda ilk altın parayı, İstanbul'un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet bastırmıştır. Denilir ki, Osmanlı, gerçek manada, o zaman devlet olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, ekmeğin karneyle verildiği yokluk yıllarında bile altın para basmayı sürdürmüştür. Buna karşılık, 1978-1986 yılları arasında hiç ziynet altın basılmamış, meskûk altın ise sembolik sayıda kalmıştır. Biz, büyük ölçüde, işte bu yokluğun ve yoksulluğun şiirini yazmaya gayret ettik.

    ***

    Yoksulluk konulu bir yazı yazıp da rakamlara girmemek olmaz. Türk-İş'in ekim ayı araştırmasına göre, dört kişilik bir ailenin 'yoksulluk sınırı' üç bin lira olmuş. Küsuratı da var: 121 lira. Ailelerin çoğu dört kişiden fazla olduğuna göre, hesabı kendimize uyarlamamız gerekiyor. 'En az üç çocuk' bahsini de unutmayalım. Garip olan şu ki, ekonomi iyiye gittikçe, işler kötüye gidiyor. Bu nasıl oluyor, anlamıyorum. Kapanan işyeri sayısındaki artış, yoksulluk rakamları, işsizlik oranları vs. İster istemez, iyinin neresi olduğunu merak ediyorum.

     

    'Yapılan gökdelen / Yıkılan hatır' gibi bir şey mi bu? Son olarak, bir hatırlatma yapalım: Ülkemizde, yoksullukla ilgili en kapsamlı çalışmayı Deniz Feneri Derneği yapmış ve bu çabalar kitaplaşmıştır. Bulup okumanızda fayda var. (www.denizfeneri.org.tr) Bu kitaplarda, yoksulluk, sadece rakamlarla değil, harflerle de anlatılıyor

    • Like 1

  6. İran'da Sezai Karakoç paneli yapıldı!

     

    iran-sezai-karakoc.jpg

     

    İran'da on yıllardır Orhan Pamuk, Aziz Nesin, Nazım Hikmet kitaplarının çevrildiğini duymaktan bıktığımız bir vakitte güzel bir haber geldi.

     

    İran’ın başkenti Tahran’da üstad Sezai Karakoç hakkında panel düzenlendi. Tahran Büyükelçiliği ve Yunus Emre Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği panelde Türkiye’den davet edilen Arif Ay, Şaban Abak ve Doç Dr. Münire Kevser Baş, Karakoç’un fikir ve sanat eserlerini tanıtıcı konuşmalar yaptılar.

     

    Hikmet Burcunda Bir Şair; İnsan-ı Kâmil Burcunda Bir yazar: Sezai Karakoç başlığıyla düzenlenen paneli EİT’e üye ülkelerin büyükelçileri, akademisyenleri, şair ve yazarları ilgiyle takip ettiler. Panele Yunus Emre Türk Kültür Merkezi’nde Türkçe kursuna katılan 600 civarındaki kursiyer öğrenci de büyük ilgi gösterdi.

     

    Çağın Mevlanası, Yûnusu…

    Sezai Karakoç paneli, Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Ümit Yardım’ın takdim ve açış konuşmasıyla başladı. Panelde şair Arif Ay konuşmasında Karakoç’un şiiri hakkında genel bir değerlendirme yaparken O’nun çağımızda yaşayan Yûnus Emre ve Mevlana Celaleddin-i Rumî olduğunu, bu durumun gelecek yüzyıllarda yaşayanlarca daha açık görüleceğini söyledi.

    Doktorasını Sezai Karakoç üzerine yapmış olan (Karakoç Düşüncesinde Temel Kavramlar-Lotus Yayınları-2008) Yıldırım Bayazıt Üniversitesi öğretim üyesi Münire Kevser Baş ise düşünce eserleri ile sanat eserleri arasındaki tematik ve duyuşsal birlikteliğe dikkat çekti. Karakoç’un çağımızda insanlığın, özellikle dünya Müslümanlarının yaşadığı büyük buhrandan çıkış yolları gösterip ışık tutan büyük bir mütefekkir olduğunu hatırlatan Baş, şiirinin de “bir mütefekkirin şiiri” olduğunu söyledi. Kevser Baş’ın ikinci kitabı Karakoç Şiirinde Metafizik Vurgu ise İnsan Yayınları’nca geçtiğimiz yıl basılmıştı.

     

    Panelde Şaban Abak ise “Bir Siyasî Düşünür Olarak Karakoç ve Yüce Devlet Düşüncesi” başlıklı bir tebliğ sundu. Öğle arası ve ikramlardan sonra TRT’nin hazırladığı “Sezai Karakoç Belgeseli”nin gösterimi yapıldı ve ardından şairler ve kursiyerler Karakoç’un şiirlerinden örnekler okudular. Hatırlanacağı gibi Türkiye, İran ve Pakistan’ın kurucusu olduğu ECO olarak da bilinen Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, geçtiğimiz günlerde (16 Ekim 2012’de) Azerbaycan’da Sezai Karakoç’a Uluslararası Kültür-Edebiyat Büyük Ödülü vermişti. Ödülü, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’den “Diriliş Akımı” düşünürlerinden kabul edilen Dışışleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu almıştı.

     

    Karakoç’un, ilk kez 1967 yılında kitaplaşan “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü” adlı çarpıcı eseriyle EİT’nin fikir öncülüğünü yaptığı kabul edilmektedir. “Diriliş” dergisinin 1966-67 yıllarındaki sayılarında yayımlanan bu yazılarda “İslam Birliği”, “İslam Ortak Pazarı”, “İslam Ortak Para ve Kambiyo Birimi” gibi kavramlar Türkiye’de ilk kez Sezai Karakoç tarafından seslendirilmişti. EİT ilk kez 1974’te Türkiye, İran ve Pakistan tarafından kurulmuş, 1991 sonrası Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Afganistan’ın da katılımıyla, Asyalı 10 İslam ülkesinin “ortaklık” kuruluşu olmuştu.

     

    Fatma Ünal /dunyabizim.com

    • Like 1

  7. Konu başlığıyla ilgili ve içerik yönünden benzerlik olduğu için burada paylaştım...

     

    Bu ülkede doğarlar anasının giyinişinden utanırlar, babasını beğenmezler. Bu ülkede okurlar kendi kültürümüzden, geleneğimizden nefret ederler.

     

    Üç bin yıllık tarihimizi sadece Cumhuriyet tarihinden ibaret sanırlar. Kahramanlarımız, kumandanlarımız denilince sadece Mustafa Kemal ve İnönü'yü hatırlarlar.

    Bu ülkede zengin olurlar, aynı mahalle mektebine gittiği, kapı bir komşusu olduğu, aynı çevrede yetiştiği arkdaşalrını, fakir ve fukara insanları beğenmezler.

    Onları ünlü yapan beğenmedikleri bu halktır. Onların hoşlanmadıkları sadece dindarlar ve muhafazakârlardır. En çok kendilerine saygı duyulmasını isteyen onlardır. Ama saygı bekledikleri halka en büyük saygısızlığı yapanlar da onlardır.

     

    Onları ünlü eden, insanların huzuruna sanatçı diye çıkaran bu vatanın insanıdır. Bu vatan ve insandan en çok nefret eden de onlardır. Kim bu onlar? Sayıları 75 milyonun içinde iki elin parmakları kadar olan on'lardır. Annesi hala kara çarşaflı giydiğini söyleyen oyuncu ‘'Hiçbir zaman bu ülkeliyim demek içimden geçmiyor.'' diyor."Bu ülkeden sanki bir süre sonra kovulacağım. ''Hadi sen burada ne duruyorsun, toparlan git'' diyecekler korkusuyla yaşıyorum.''

    ‘'Çocukluğumdan beri beni rahatsız eden bir ülke olduğu için herhalde vakti geldi gitmenin diye düşünüyorum.'' (1) kendini bu topluma ait görmeyen içimizdeki ünlü (!) yerli/yabancı.

     

    Başka bir oyuncu "Ben aslında insanların kapalı olmasından hiç hoşlanmıyorum. Bazen korkuyorum başörtülülerden''(2) diyerek kendisi gibi giyinmeyen, düşünmeyen insanları aşağılamayı ilericilik sanıyor.

     

    Mankurtlaşmış bir piyanist de "Tanrı, uğruna yaşayacağın bir şey mi öleceğin bir şey mi yoksa hayvanlaşıp öldüreceğin bir şey mi? Bunu da düşün!"

     

    "Bilmem fark ettiniz mi ama nerde yavşak adi magazinci hırsız şaklaban varsa hepsi allahçı, bu bir paradoks mu?" (3) sözleriyle resmen kışkırtıcılığa soyunuyor. Bir başka haddini bilmez de milletimizin değerlerine olan kin ve öfkesini “İslamiyet'i çağı geçmiş, gerçeğe tekabül etmeyen hurafeler üzerine kurulu bir inanç sistemi. Peygamberliğin tarihin çok ilkel bir döneminde ortaya çıkmış bir meslek olduğunu düşünüyorum. (4) diyerek Müslümanların inançlarına saldırma hakkını kendinde görebiliyor. Birde mahalle baskısından bahseden bu insanlar bizim ülkemizde, bizimle birlikte yaşıyorlar. Peki, kim kime mahalle baskısı yapıyor acaba?

     

    Ülkemiz çok ünlü devlet adamları, kumandanlar, din adamları ve bilim adamları yetiştirdiği gibi çok seviyesiz, kalitesiz, çapsız ve ünlü (!) insanlar da yetiştirmiştir. Birinci kategoriye nazaran ikincilerin sayıları devede kulak bile değildir ama sinek küçükte olsa bile böyle mide bulandırıyor işte. Peygamberimizin bile arkasında namaz kılan münafıkların olduğunu düşününce insan biraz rahatlıyor. İnsanlık var oldukça kâfir kâfirliğini, münafık münafıklığını yaparken Müslüman da inançlarının gereğini yerine getirmek zorunda olduklarını hatırlatıyor bize.

     

    Dinimiz, kültür ve medeniyetimizin düşmanı yazar, çizer, düşünür, siyasetçi ve ünlüler son günlerde ağız birliği yapmış gibi hep birlikte saldırıya geçtiler. Onları inancımız adına bize azim, gayret ve hız veren birer kamçı olarak görmek bizim görevimiz. Ünlü düşünür ve şairimiz Necip Fazıl Kısakürek'in dediği gibi,

     

    "Düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın,

    Gece gündüze muhtaç sen de bana lazımsın"

     

    Allah'ın selamı Hakka ve hakikate tabi olanların üzerine olsun.

     

    Dip Not

    1-) Oyuncu Engin Günaydın, namı diğer Burhan veya Hürrem Sultan Filmindeki Harem ağası, bir TV'de yayınlanan Söz Sende programında.

    2-) Tiyatrocu Serra Yılmaz, Haber 7

    3-)Piyanist Fazıl Say, Basından

    4-) Biriktirdiği kendi pisliğini eşi Müjde Nişanyan kafasından aşağı döken ve bu yüzden eşiyle mahkemelik olan Taraf Gazetesi yazarı Sevan Nişanyan.

     

    Arif Altunbaş / haber7.com


  8. Ah yalan dünyada

     

    Dünyanın gerçek bir yer olduğunu düşünmüyorum. Hüseyin Akın'ın deyişiyle, dünyaya değil, rüyaya inananlardanım. Rüyadayız ve uyanacağız. Sonrasında her şey çok daha güzel olacak ya da olmayacak. Şu da var: Hazreti Muhammed'e 'iki cihan peygamberi' derken, meselenin buradan ibaret olmadığını da söylemiş ve kabul etmiş oluyoruz. Bir de şu: 'Huzur İslam'da' deniliyor. Doğrudur. Fakat bu sözün, burası için değil, orası için geçerli olduğuna inanıyorum. Her gün şu kadar yakıcı ve yıkıcı şey olurken, bir Müslüman'ın huzur içinde yaşaması mümkün mü? Değil.

     

    Açıkçası, bu dünyada peşinden koşmaya değecek bir şeyin olduğuna inanmıyorum. İkinci otobüsün olmadığını bilsem bile, birincisinin peşinden koşmam.

    Dil bahsini de unutmayalım. Dünyanın dilini bilmiyorum ve öğrenmeye de niyetli değilim. Çünkü bu dil, az harf ve çok rakamdan oluşuyor. Rakamlar, ağırlık yapar. Bize söylenen, ağırlıklarımızdan kurtulup öyle gelmemiz yahut gitmemiz. Yasin suresinin elli sekizinci ayetinde, 'Onlara merhametli Rabbin söylediği selam vardır' buyruluyor. Kendi adıma, sadece bu selamın peşindeyim. Yaşama gerekçem, Hay ve haysiyet.

    ***

     

    Şu anda tam olarak hatırlamıyorum. Bir hatıratta okumuştum. Seksen yaşını geride bırakmış bir edebiyatçı, 'öleceğime üzülmüyorum, fakat doğmasaydım üzülürdüm' diyordu. Bu ifadenin beni götürdüğü yer, 'heves' kelimesidir. Dünyaya geliyor veya gönderiliyor, hevesimizi alıp gidiyoruz. Az-çok. Gözleri görmeyen birinin gezmeye gitmesini düşünün. Belki de böyle bir şey. Sonuç olarak, şairin dediği gibi: Biz gidiyoruz dünya, sen çok yaşa e mi? İnsanın hükmü, ancak gitmeye geçiyor.

     

    İşte: Doğduğum vakit, dünya, dört buçuk milyar yaşındaydı. Geldim, gidiyorum, dünyanın yaşını hâlâ dört buçuk milyar olarak kayıtlara geçiriyorlar.

    Bu kadar basit.

    ***

     

    Bütün bunları niye yazıyoruz? Açıklayayım: Dünyaya ait hiçbir şey, bir insanın kalbini kırmaya değmez. Tekrar ve tekrar söyleyelim; değmez. 'Amellerin en hayırlısı ise bir müminin gönlüne sevinç sokmaktır.'

     

    Fakat böyle mi?

    Çevremize bir bakalım: İş ortamlarına, siyaset sahnesine, sanal dünyaya...

    Siyasi ikbal uğruna insanları kırarak ve kullanarak ilerleyenlere dikkat edin. Hizmetten, Allah rızasından bahsediyorlar. Ahlak diyenden ahlaksızlık, merhamet diyenden merhametsizlik gördük, görüyoruz. Çok acı. Sanal ortamları biraz kurcalayın. Müstear ismin yıkıcılığına sığınan din kardeşlerimiz, durmadan yaralayıcı 'iş'lere imza atıyorlar. Kötülük yapmak, dünya tarihi boyunca, herhalde hiç bu kadar kolay olmamıştı.

     

    Pusu kurmak bile ciddi bir emek isterken; sosyal medya üzerinden insanları karalamak, gönülleri yormak, sadece saniyeler alıyor. Şunu da belirtmeden geçmeyelim: Kardeşlik hukukunu yerine getirip de birbirine düşkün ve tutkun olan insanların hemen 'çete' damgası yemesi de ayrı bir garipliktir. Soralım: Kimler kardeşti?

     

    'Emeğe düşmanlık' konusuna girmiyorum bile. Aliya İzzetbegoviç, 'hayat, inanan ve salih amel işleyenlerin dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur' diyor. Öyle. Artık bitirelim: Dünyanın işleri ikiye ayrılıyor; yalan dünyanın yanlış işleri ve yalan dünyanın doğru işleri.

    Yanlışı yanlışla sürdürmemek dileğiyle.

    • Like 1

  9. Salih Mirzabeyoğlu'nun avukatı Ölçer ''Şu anda müşahede altında. Müşahedenin belli bir süresi yok ancak yasal süre 21 gün." dedi, daha sonraki olası durumu açıkladı.

     

    ''Salih Mirzabeyoğlu'' olarak tanınan İBDA/C davası hükümlüsü Salih İzzet Erdiş'in avukatı Hasan Ölçer, müvekkilinin hastanede müşahede altında olduğunu belirterek, ''Müşahedenin belli bir süresi yok ancak yasal süre 21 gün. Bu süreden daha kısa veya uzun müşahede altında kalabilir'' dedi.

     

    Avukat Ölçer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ruhi ve psikolojik durumunun incelenmesi için Bolu F Tipi Cezaevi'nden Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne götürülen Erdiş'i gün içinde gördüğünü ve sağlık durumunun iyi olduğunu söyledi.Erdiş'in doktorlarıyla da görüştüğünü ve endişelenecek bir durumu olmadığını dile getiren Ölçer, şöyle devam etti:

     

    ''Şu an kendisi müşahede altında. Müşahedenin belli bir süresi yok ancak yasal süre 21 gün. Bu süreden daha kısa veya uzun müşahede altında kalabilir. Ona doktorlar karar verecek. Şu an gözlem altında. Kendisiyle bir tane doktor ilgileniyor. Zaman zaman müvekkilimle konuşacak veya onu gözlem altında tutacak. Son zamanlara doğru heyet halinde görüşülebilir. En son müvekkilimle ilgili bir rapor hazırlanacak. Bu gözlem altına alınma işlemi, bizim herhangi bir talebimiz sonucunda olmadı. Bizim de ailesinin de şu an tahliyesine ilişkin bir talebimiz olmamıştı.''

     

    haber7.com

    • Like 1

  10. Bir Ay Doğar

    Bir ay doğar ilk akşamdan geceden

    Şavkı vurur pencereden bacadan

     

    Dağlar kışımış yolcum üşümüş

    Dağlar haramı açma yaramı nasıl edem ben

     

    Uykusuz mu kaldın dünkü geceden

    Uyan uyan yar sinene sar beni

     

    Dağlar kışımış yolcum üşümüş

    Dağlar haramı açma yaramı nasıl edem ben

     

    Yücedağ başından aşırdın beni

    Tükenmez dertlere düşürdün beni

     

    Dağlar kışımış yolcum üşümüş

    Dağlar haramı açma yaramı nasıl edem ben

     

    Madem soysuz göynün yoğudu bende

    Niye doğru yoldan şaşırdın beni

     

    Dağlar kışımış yolcum üşümüş

    Dağlar haramı açma yaramı nasıl edem ben

     

    Aşağıdan gelir eli boş değil

    Söylerim söylerim göynüm hoş değil

     

    Dağlar kışımış yolcum üşümüş

    Dağlar haramı açma yaramı nasıl edem ben

     

    Bir güzeli bir çirkine vermişler

    Baş yastığı gendisine eş değil

     

    Dağlar kışımış yolcum üşümüş

    Dağlar haramı açma yaramı nasıl edem ben

    Hasan Durak, Arguvan Türküleri (Malatya)

     

    • Like 1

  11. Çakallar suya inince,

    Dağlara seyirtmeli maral..

    Dağlara yürümeli ve dağ gibi olmalı;

     

    Yele, poyraza, boğuk seslere, kalabalığa ve kahbe devrana karşı...

     

    * Bir Maral Yiğitliğine Güzelleme ya da Ayaz Türküsü, Anadolu'da Olanlar

    • Like 1

  12. Bu da bir gurbettir yıkar adamı içine

    Bu da bir rivayettir, on iki yıl bilmem kaç bin gece

    Bir türkü sesinde..

    Dumanlı dağları duman kaplamış

    Yine mi gurbetten kara haber var?

    Seher vakti bu yerlerde kimler ağlamış?

    Çimenler üstünde gözyaşları var..

    Benim ömrümde..

     

    • Like 2

  13. Merhum Hayati Vasfi Taşyürek ağabeyin mükemmel dizeleri ve Mustafa Yıldızdoğan'ın hoş yorumu...

     

    Saçların

    Söküp atılmıyor bende mi kusur

    Doğarken kök salmış öze saçların

    Bir kara sevda ki ya büyü ya sır

    Sığmıyor kaleme, söze saçların..

     

    Örgüde bir başka, düzde bir başka

    Gizlendiği zaman nazda bir başka

    Omuzda bir başka yüzde bir başka

    Kirpik olmuş inmiş, göze saçların..

     

    İpekten sırmadan, tel tel yaratmış

    Telini bir ömre bedel yaratmış

    Sanki Vasfi için özel yaratmış

    Dört mevsim bir başka taze saçların..

     

    Ah o saçların ah o saçların

    Dört mevsim bir başka taze saçların..

     

    http://www.youtube.com/watch?v=DmLVzco84DE


  14. Anam Ağlar Başucumda

    Anam ağlar başucumda oturur

    Derdim elli iken yüze yetirir

    Bu dert beni yiye yiye bitirir

     

    El çek tabip el çek benim yaramdan

    Ölürüm kurtulmam ben bu yaradan

     

    Anama babama yüzüm kalmadı

    Bir su ver demeye özüm kalmadı

    Doktora tabibe lüzum kalmadı

     

    El çek tabip el çek benim yaramdan

    Ölürüm kurtulmam ben bu yaradan

     

    Neşet Ertaş, Kırşehir

    http://www.youtube.com/watch?v=pEDYjV2vDbo&feature=related

    • Like 1

  15. Şimdi uzaklardasın

     

    Kıymeti sonradan anlaşılan şeyler, derin bir üzüntüyü de beraberinde getiriyor. Nusret Özcan gibi. Vefatından (22 Haziran 2007) beş yıl sonra, rahmetliyi anlamak ve anlatmak ne derece mümkün? Bir iç kanama gibi sessiz ve derinden giden bir şeyi kelimelerle nasıl ifade edebiliriz? Nusret Ağabeyin her hali, benim için bir ilham kaynağıydı. Evet, öyleydi. Sözgelimi kendisi bir haksızlığa uğramışsa susar; başkası uğramışsa, hemen tepkisini ortaya koyardı.

     

    'Çimenler gibi ezik, Ali gibi yürekli.'

    Ancak düşmüş birini kaldırmak için eğilirdi.

     

    Basın sektöründe uzun yıllar çalışmasına rağmen, kasaya değil, hep kapıya yakın oldu. 'Yükselen değerlere' değil, geride kalanlara hürmet etti. Çünkü vefa ehliydi. Belki de bundan dolayı, emeğinin karşılığını hiçbir zaman alamadı, hak ettiği değeri asla görmedi. Tam da burada, şunu diyelim: İnsanın yerini bulması zordur, fakat Hak, her daim yerini bulur.

    ***

     

    Nusret Ağabey, namazın beş vakit, ahlakın ise yirmi dört saat farz olduğunu bilenlerdendi.Güzel ahlak sahibiydi. Her hali, bize şunu söylüyordu: 'Öyle bir kazanın ki, kimseyi yenmiş olmayın.' Kazanmak derken, dünyada kalacak, kalbimize eziyet edecek şeylerden bahsetmiyoruz. Bakınız: Gönül kazanmak, dua almak... Cebindeki paranın hepsini bir çocuğa yahut ihtiyaç sahibine verebiliyordu. Kendisine yol parası bile ayırmadığı olurdu. Değil mi? Dünyayı kurtarmak istiyorsan, önce dünyanın 'ağırlıklarından' kurtulmalısın. Özelliklerinden biri de, maddi değeri olmayan şeylere ilgi duymasıydı. Mesela taş biriktiriyordu. Gittiğim yerlerden ona renkli taşlar getirirdim. 'Ağabey, bu taş Göynüklü, bu taş Geyveli.'

     

    Çocuk gibi sevinir, gözlerimin içine bakarak 'İbrahim' diye başlayan içli cümleler kurardı. Bir diğer önemli özelliği de, meziyet ve şahsiyet sahibi gençleri koruyup kollamasıydı. Kiminde yetenek vardı, fakat ahlaki zaaflara sahipti. Kimi çok ahlaklıydı, fakat yetenekleri sınırlıydı. Yetenek ve ahlak, ne hikmetse, bir araya çok zor geliyorlardı. Buna, 'kıymet bilmek' diyelim.

    ***

     

    Karşımızda, sanki, zamanımıza ait olmayan biri vardı. Mütedeyyin camiaya hitap eden gazetelerin ekonomi sayfalarında, 'krizi fırsata çevirmek mümkün' haberleri okuduk mu? Okuduk. Nusret Ağabey olsaydı, bu anlayış karşısında mutlaka öfkelenir, yüksek sesli eleştirilerde bulunurdu. ('Tavrına hayran olayım.')

    Yeni Şafak'ta, merkezinde onun olduğu çok tatlı sohbetler yapılırdı. Ahmet Kekeç, Mehmet Şeker, Hakkı Yanık ve diğer kardeşler, ağabeyler...

    Onu dinlemek, şöyle bir şeydi: 'Anlat dedim ağaca, gölgesine uzanıp.' 'Öldükten sonra anılmak istiyorsan, ya bir şeyler yaz ya da yazılacak bir şeyler yap' diye bir söz var. Nusret Özcan, 'kalıcılık' gibi bir derdi olmamasına rağmen, hem ortaya eser koymuş, hem de yazılacak bir hayat yaşamıştır.

    (Eserleri: Bizim Mahalle, Sokak Sesleri, Leyla ve Mecnun, Kar Kelebekleri, Beşir Ayvazoğlu Kitabı, Mustafa Kutlu Kitabı, Bir Hüzün Yolcusu.)

    ***

     

    Hastanede yatarken, ziyaretine gitmiştik. Bir kır çiçeğiyken, salon bitkisine dönüşmüştü. Bu durum beni çok üzdü. Halimi hemen fark etti. Karşısındaki kanepede oturuyordum. Yanına çağırdı, yatağının kıyısına oturtturdu. Ve elini omzuma koyup teselli edici sözler söyledi. Bizim ona moral vermemiz gerekirken, o bize moral veriyordu. O ziyaretten, galiba şu iki dize çıktı: 'Yaşamaya elverişli senin her yerin / Güldün, ne iyi ettin.' Vefat ettiğinde kırk dokuz yaşındaydı. Fakat yaşından oldukça büyük gösteriyordu. İyice zayıflayan bedeni ve bembeyaz olan saçları-sakallarıyla? Nusret Ağabey, yerleşik hayata hor bakan biriydi. Yine de doğup büyüdüğü Eyüp beldesinin ondaki yeri ayrıydı. 'O diyarın sakini' idi. Artık hep öyle kalacak.

    ***

     

    Sabaha kadar kar yağmış, her yer bembeyaz olmuştur. Uyanır uyanmaz pencereye koşarsınız. Bu ne güzellik! Sonra araç sahipleri evlerinden çıkmaya başlar. İşe veya başka bir yere gideceklerdir. Arabalar sokaktan ayrıldıkça, kardaki gediklerin sayısı da artar. Onlardan arta kalan boşluklar, karsız bir kara parçası olarak orta yerde durmaktadır. Beyazın içinde büyük ve siyah lekeler? Nusret Ağabeyin aramızdan ayrılışı, bende böyle bir karşılık buldu. Üstelik çok daha büyük bir boşluk olarak...

    • Like 1

  16. Zülf-ü Kâküllerin Amber Misali

     

    Zülf-ü kâküllerin amber misali

    Buy-u erguvan dan güzelsin güzel

    Kızarmış gonca gül gibi yüzlerin

    Şah-ı gülistan dan güzelsin güzel

     

    Yüzünde yeşil ben aşikar olmuş

    Çekilmiş kaşların zülfikâr olmuş

    Gözlerin aleme hükümdar olmuş

    Mihr-i süleyman dan güzelsin güzel

     

    Kurulmuş göğsünde bahçe-i vahdet

    Hatmolmuş kadrinle tûbayı hikmet

    Cemalin seyreden istemez cennet

    Sen huri gılman dan güzelsin güzel

     

    Gözlerin velfecri benzer imrân'e

    Seni seven âşık olur divane

    Yanakların şûle, vermiş cihana

    Yüz mahı taban dan güzelsin güzel

     

    Çiğ düşmüş çayıra benzer yüzlerin

    Âşıkın öldürür şirin sözlerin

    Mısrın hazinesi değer gözlerin

    Zühre-i rahşan dan güzelsin güzel

     

    Sıdkı der suretim hattın secdegâh

    Cümle güzellere oldum pişegâh

    Güzeller tacısın yüzün padişah

    Yusuf-u Kenan'dan güzelsin güzel..

     

    Kaynak: Dersimli Aşık Sıdki

    Yorum : Erkan Oğur

     

    http://www.youtube.com/watch?v=K6kYg2H4skY

    • Like 3
×
×
  • Create New...