Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

buyukdogu

Sivil
  • Content Count

    1,056
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    45

Posts posted by buyukdogu


  1. Milli Gazete, Hazreti Peygamber hakkında ağıza alınmayacak ifadeler sarfeden Taraf gazetesi eski yazarı Sevan Nişanyan'ın haberine hayvan fotoğrafı girerek ince bir gönderme yaptı.

     

    Gazetenin ilk sayfasında alt alta verdiği, 'Rezaletin son halkası sevan' haberi ile 'Hayvanlar Trakya soğuğunda telef olmuş!' girdi. Haberin fotoğraflarında ise ince bir gönderme yapıldı.Sevan Nişanyan'a tepki haberine Angus fotoğrafı konulurken, 'Hayvanlar Trakya soğuğunda telef olmuş!' haberine ise Sevan Nişanyan'ın fotoğrafı konuldu. Milli Gazete, gazetecilikte zaman zamana yapılan 'habere yanlış fotoğraf girme' hatası oldu süsü vererek Sevan'a yönelik tepkisini ince bir gönderme ile yapmış oldu.

    sevanjpg_h339.jpg

     

    NİŞANYAN BLOG SİTESİNDE HZ. MUHAMMED (SAV) İLE İLGİLİ YAZISINDA ŞU İFADELERİ KULLANMIŞTI

    Nişanyan, blog sitesinden paylaştığı yazıyla tepkilerin merkezine oturdu. Nişanyan'ın "Buna karşılık, bundan yüzlerce yıl önce Allah'la kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir. "İfade özgürlüğü" denilen şeyin, adeta anaokulu seviyesindeki bir test örneğidir" sözleri büyük tepkilere neden oldu.

     

    SÖZLERİNDEN GERİ ADIM ATMADI

    Nişanyan, sosyal paylaşım sitesi Twitter'da da paylaştığı satırlarla blogunda yazdığı satırların arkasında durdu.

    Gelen tepkilere sert cevaplar veren Nişanyan, "Pardon Arap değil miydi? Liderliğinden kuşkunuz mu var? Hangi sözler tam olarak? Arap lideri? Allahla kontak kurmuş? Menfaat elde etmiş? "Allah" ile iletişimde olduğunu söyleyen herkesin, farklı düzeylerde de olsa, yalan konuştuğu kanısındayım." dedi.

     

    haber7.com


  2. Taraf gazetesi eski yazarlarından Sevan Nişanyan'ın peygamberimize hakaret içeren yazısına tepki gelmeye devam ediyor. Hukukçular, Nişanyan'ın ifadelerinin suç teşkil edip etmedikleriyle ilgili değerlendirme yaptı.

     

    Prof. Dr. Ersan Şen, Nişanyan'ın halkın inancını aşağıladığını dolayısyla TCK'ya göre suç işlediğini ileri sürerken İstanbul Barosu başkan adaylarından Avukat Rıza Saka ise herhangi bir şikayet beklemeksizin savcıların hareket geçmesi gerektiğini savundu.

    Bütün dünyada müslümanların ayağa kalkmasına sebep olan ‘Müslümanların Masumiyeti' filme tepkiler sıcaklığını korurken Sevan Nişanyan'ın Peygamberiz'e hakareti ‘ifade özgürlüğü' kapsamında ele alması Türkiye'de infial uyandırdı.

     

    NİŞANYAN'DAN 'ÖZÜR' YOK

    Gerek sosyal medyada gerekse kamuoyunda tepkilerini dile getiren Müslümanları kızdıran Nişanyan yazısının arkasında olduğunu ve özür dilemeyeceğini söyledi. Gazeteci-yazar Etyen Mahçupyan, Nişanyan'ın hakaret içeren sözlerinin ifade özgürlüğü kapsamında ele alınamayacağını belirtirken, hukukçular Nişanyan'ın TCK kapsamında suç işlediği noktasında birleşti.

     

    EPİSKOPOS'DAN NİŞANYAN'A TEPKİ

    Ermeni Patrikhanesi Ekümenik ve Dinler Arası İlişkiler Sorumlusu Episkopos Sahak Maşalyan, Nişanyan'ın sarf ettiği sözlerin toplumsal barışı rencide edecek ve kışkırtacak nitelikte olduğunu belirterek, kullanılan üslubu hiçbir şekilde tasvip etmediklerini kaydetti. Maşalyan, Nişanyan'a tepkisini şu sözlerle dile getirdi: "Nişanyan'ın, sözleriyle 'Allah ile kontak kurduğunu iddia eden' peygamberlere inanmak ya da inanmamak hür bir secimdir. Ancak onlarla 'dalga geçmek' bir ifade özgürlüğü olamaz. Nefreti çoğaltan ve kışkırtan her söylem insanlık ailesinde yıkımlar ve çatışmalar üretir. İnsanların her konuda tezlerini saygı ve anlayış çerçevesinde ifade etmeleri toplumsal barışın olmazsa olmazıdır."

    Konuyla ilgili olarak görüşlerini aldığımız Haber7.com köşe yazarlarından Prof. Dr. Ersan Şen ile Avukat Rıza Saka şunları söylediler:

     

    PROVOKASYON UYARISI

    Prof. Dr. Ersan Şen: (Ceza Hukuçusu-Haber7.com yazarı) Nişanyan'ın yazısını öncelikle hukuki açıdan değerlendirmeden önce insani açıdan değerlendirmek lazım. Bu yazı bir Müslüman olarak beni incitti. Sevan Nişanyan'ın bu sözlerini ifade özgürlüğü açısından değerlendirmek güç bir meseledir. Hukuki olarak bunun karşılığı ne olur bilmiyorum ama bu sözlerin ahlaki ve etik olmadığı çok açıktır. Buradan çıkacak bir kıvılcım insanlara ciddi zararlar verir.

     

    “HALKIN İNANCI AŞAĞILANMIŞTIR”

    Hukuki olarak değerlendirmek gerekirse, "Türk Ceza Kanunu'nun 216/3 Maddesi şöyle der: 'Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.' Nişanyan, Peygamberimize ağır ifadeler içeren yazısında halkın inancını aşağılamıştır. Türkiye'de yaşayan vatandaşlar isterlerse Nişanyan hakkında suç duyurusunda bulunabilir.

     

    TCK'DA YENİ DÜZENLEME TAVSİYESİ

    Bizim gibi ülkelerde düşünce açıklamaları çok geniş uygulanıyor. Türk Ceza Kanunu'nda bununla ilgili bir kısıtlamanın yapılması gerekiyor. Fransa ya da İsviçre soykırımı konuşmayı nasıl suç sayıyorsa biz de inançların kutsal saydığı değerlere hiçbir şekilde hakaret edemezsin, diye kanun düzenleyebiliriz.

     

    “SAVCILARIN BEKLEMESİNE GEREK YOK”

    Avukat Rıza Saka: (Hukukun Üstünlüğü Platformu Üyesi- İstanbul Barosu başkan adayı) ‘Müslümanların Masumiyeti' adlı filmin yapımcısı, yönetmeni hakkında suç duyurusunda bulunurken şu ifadeleri kullanmıştım: Yeni TCK'ya göre, bu filmde hem hakaret içeriyor hem de dinen kutsal olan değerleri aşağılama suçu var. Sevan Nişanyan'ın bu yazısı Türk Ceza Kanunu'na göre suç teşkil ediyor ki aslında savcıların hiçbir şikayet olmaksızın harekete geçmesi gerekiyor. Aynı zamanda halkı kin ve düşmanlığa sürüklediği için Sevan Nişanyan ayrı bir suç işlemiştir. Nişanyan'ın bu yazısını ifade özgürlüğü kapsamında ele almak mümkün değildir. Nişanyan'ın yazısı hakaret ve halkın bir kesiminin dini inancını aşağılamak suçunu işlemiş oluyor. İnsanlar bireysel olarak Sevan Nişanyan hakkında suç duyurusunda bulunabilirler .

     

    haber7.com


  3. Pek okumadım ve bilmem Cemal Safi'nin şiirlerini, fakat Osman Öztunç'tan defalarca dinlediğim "Senden Sonrası" ve "Farkeyledim" şiirlerini anımsadım konuyu görünce...

     

    Senden Sonrası

    Aşkın hudûdunu aştı muradım,

    Maksûda varıştır senden sonrası;

    Erenler katına belki bir adım,

    Belki bir karıştır senden sonrası.

     

    Farkına varınca olup bitenin,

    Kırdım zincirini nefsin, bedenin!

    Beni aşkın ile ıslah edenin,

    Lutfuna eriştir senden sonrası...

     

    Bana bu gayreti sağlayan kudret,

    Eyyûb'ün sabrından aldığım ibret.

    Ne riya, ne kibir, ne kin, ne nefret;

    Ebedî barıştır senden sonrası.

     

    Bir gonca Bakî'nin gül destesinden,

    Bir yudum sakînin sır testisinden,

    Yüce Mevlâna'nın gel bestesinden,

    Feyz alış veriştir senden sonrası.

     

    Kevser sarhoşuyum meyhane değil,

    Hiçbir zevk böylesi şahane değil,

    Kays gibi Leyla'yı nefsane değil,

    Efsane görüştür senden sonrası...

     

    Yumup gözlerimi yalan dolana;

    Açtım can evimi gerçek olana.

    Elifi bırakıp Karac'oğlana,

    Yunûs'la yarıştır senden sonrası..

     

    *****

     

    Farkeyledim

    Aşk seliydim sana akan

    Gönülleri ark eyledim

    Her güzelde sana bakan

    Tarafımı fark eyledim...

     

    Salim çıktım her ummandan

    Sendin bana tek kumandan

    Sığındığım her limandan

    Tekrar sana çark eyledim...

     

    Vesileyi at bir yana

    Sevişelim kana kana

    Değmezleri aşktan yana

    Servetleri gark eyledim...

    • Like 2

  4. Hz. Muhammed'le hakaret edilen filmle ilgili dünyanın bir çok bölgesinde protesto gösterileri oldu. En sert protesto ise Libya'da meydana geldi. ABD Libya Büyükelçisi ve 3 elçilik çalışanı protestolar sırasında öldürüldü.

    Türkiye'de de bazı protestolar gerçekleştirilirken, filmi fikir ve düşünce özgürlüğü olarak görenler var. Bunların başında ise Taraf gazetesi eski yazarlarından Sevan Nişanyan geliyor.

     

    NİŞANYAN'IN BLOG SİTESİNDE TEPKİ ÇEKEN HZ. MUHAMMED YAZISI

    Nişanyan, blog sitesinden paylaştığı yazıyla tepkilerin merkezine oturdu. Nişanyan'ın "Buna karşılık, bundan yüzlerce yıl önce Allah'la kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir. "İfade özgürlüğü" denilen şeyin, adeta anaokulu seviyesindeki bir test örneğidir" sözleri büyük tepkilere neden oldu.

     

    SÖZLERİNİN ARKASINDA DURDU

    Nişanyan, sosyal paylaşım sitesi Twitter'da paylaştığı satırlarla blogunda yazdığı satırların arkasında durdu. Gelen tepkilere sert cevaplar veren Nişanyan, "Pardon Arap değil miydi? Liderliğinden kuşkunuz mu var? Hangi sözler tam olarak? Arap lideri? Allahla kontak kurmuş? Menfaat elde etmiş? "Allah" ile iletişimde olduğunu söyleyen herkesin, farklı düzeylerde de olsa, yalan konuştuğu kanısındayım.' dedi.

     

    haber7.com

    • Like 1

  5. Martılar Bu Şehri Terk Etti

    Martılar bu şehri terk etti

    Terk etti

    Direnmek zor artık

    Direnmek

     

    Şimdi dur

    Şimdi dur gitme

     

    Gidersen konuşma

    İncitme

    Kelimeyi

    Bu şehri unutmak

    Kolay olur

    kolay belki

    Şimdi dur

    Gitme

    Şimdi dur

    Gitme

     

    "Sana hiç hasret söyleyemedim

    hiç açamadım kalbime gözlerinin nakşettikleri

    sevgili, kalbimi sana vurdum ben’i buldum

    acıyı hayata örtü yapana şükürler olsun

    şükürler olsun

    şükürler olsun"...

    • Like 1

  6. Gelemem Ay Karanlık

    Gelemem ay karanlık dudaklarım uçuk bu yaz

    Bekle desem ömür olur

    Gelemem ay karanlık, gelemem ay karanlık...

     

    Anla artık kapında

    Ben bir çöl vurgunuyum

    Uçtu bu can kafesten

    Gelemem ay karanlık

     

    Gidersin sokak tenha

    Bakar seni göremem

    Sen yürürsün varamam

    Gelemem ay karanlık

     

    Gelemem ay karanlık, dudaklarım uçuk bu yaz

    Bekle desem ömür olur

    Gelemem ay karanlık, gelemem ay karanlık...

    • Like 1

  7. Tebessüm Provaları

    Sen meydanlarda büyümüş çocuk

    Caddelerde ve sokaklarda

    Bir yapraktın belki

    Esen rüzgarlarca kımıldayan

     

    Sen hangi aşkları içinde taşıdın da

    Şimdi ölümün

    Yorgun tayını gözlüyorsun

     

    Kalabalıklardaydın sen

    Dudaklarınla başkaları için

    Sana ait olmayan

    Tebessüm provaları yaparken

    Ben meydanlardan kitaplara çağırdım seni

    Telefonlar zincirler tükenip biterken

    Toplu sesler çıkardım içimden

    Dağlarda yankılandı

    Meydanlarda uğuldadı da

    Sen duymadın

     

    Sanki biz göçebeydik

    O insan bu insan

    Hepsinin içinden geçtik

    Duymadılar, duymadılar

     

    Şimdide bize, sunulan yığınla yırtık resimler

    Ve parçalanmış binlerce hayat

     

    Sen hangi aşkları içinde taşıdın da

    Şimdi ölümün

    Yorgun tayını gözlüyorsun

     

    Çok alıngan bir çocuk oluyor gökyüzü

    Dokunsan ağlayacak

    Kadınların bir mendilde kalıyor göz yaşları

    Sokaklar bizden daha özgür ve telaşlı

    Bense herşeye rağmen

    Ve herkese aykırı

    Ellerimde bir demet karanfil

     

    Yine sana geliyorum

    Yine sana...

    • Like 1

  8. Aklımızın almadığı, işkillendiği, çözümleme yapamadığımız bazı işler yapılıyor, oluyor, meydana geliyor ama.. Ben genel amaç ve hedefin iyi şeyler için olduğunu düşünüyorum. Maslahat, meşveret, içtihad, usul anlamında yukarlarda neler oluyor, neler konuşuluyor, neler yapılıyor bilemiyoruz? Fakat bazı sevimsiz görüntü ve söylemlerin "Hristiyanlar ve Yahudilerle" (ruhban sınıfı diyelim) yürütülen, konuşulan, tartışılan diyalog meselesini anlaşılmaz ve sakat bir yol gibi gösterdiğine şüphe yok..

     

    Şeklen bazı hata ve kusurlar olabilir, umarım arka planda öze dair sıkıntılar yoktur, yok olduğunuda ümit ederiz. Sonuçta ahir zaman, ehl-i kitap, umumi meseleler (eşcinsellik, içki, zina vs.) hakkında Üstad Bediüzzaman'ın nazarlarını biliyoruz.

     

    Büyük resim cidden büyük olacaksa yol kazalarına hüsn-zan etmek faydalıdır genede. Tabi hayali sırat, papanın huzurunda eğilip ele sarılma meselesi hariç. Böyle kaza olmaz, olmamalı. Bunu müslümanlara izah edemezsin, açıklayamazsın..

    • Like 1

  9. PİŞMANLIK VE ÇİLELER

     

    Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür

    Bir odun parcası aydınlatır ocağı

    Annesi ateşin önünde perişan

    Annesi ateşin içinde hür

    Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür

     

    Yağmurlar sırtıyla sırtım arasındadır

    Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın

    Kalbimi bin parçaya böldü divane sır

    Sesi geliyor sesi, günahkar çocuklarım

    Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır

     

    Benım boyum ufak onun da ufaktı

    Kıvırcık saçlarından öpmediğim için onu

    Onun bu ocakta yanan toprağı

    Her gece rüyamda avuçlarımı yaktı

    Benim boyum ufak onun da ufaktı

    Benim gözlerim yeşildir onun kara

    Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara

     

    Annesinin başi elleri arasında

    Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük

    Bir fotoğraf asılıdır duvarda

    Aynaya, geceye, maziye dönük

    Annesinin başı elleri arasında

     

    Bir tüfeğin burnu havadadır

    Ateş almak üzeredir mermisiz

    Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım

    Siz beni ne anlarsınız... siz...

    Bir tüfek ateş almak üzeredir mermisiz

     

    Bir saman çöpüne tutunmuş kızların

    Eteğini ben çektim

    Neyleyim göğsümü Karacadağ'ın sert rüzgarı doldurmuş

    Annemden ben ilk sütü Geyve'de içtim

    Ankara'ya Çataldağ'a bir zindandan gül vurmuş

    Az kalsın ben ölecektim

    Bir saman çöpüne tutunmus kızların

     

    Kediler halıları parçalıyor

    Kırmızı bir ışık düşüyor yere

    Annemin dizinde derman yok

    Hükmedemiyor insan ruhuna ateş

    Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere

    Kediler halıları parçalıyor

    Ateşte sarı gül açan saksılar

    Kızarmış bir ekmek gibi duruyor

     

    Kulağıma garip sesler geliyor

    Kuş yumurtasından çıkan insanlar

    Ahırda bir ata eyer oluyor

    Kulağıma garip sesler geliyor

     

    Ben bir şarkı bir türküyüm

    Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm

    Beni bir azizin nefesi uçurur

    Kalbimde Allah'ın elleri durur

    Cici ayaklarım ilikli bağlı

    Ben onun sılası kendimin gurbetindeyim

     

    Ben azizin hasreti

    Ben Meryem'in yanağındakı tüyüm

    Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara

    Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara

     

    Ocak sönüyor ateş kül oluyor

    Annesınin saçları beyaz

    Annesi saçlarını yoluyor

    Ateşin içinde gül açılmış

    Servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür

    Annesi ruhunda ruhuma eğilir

     

    Sineklerin kanadını ısıtan

    Bir güneş toprağı yarıp çıkacak

    Kadınlar sansa da yaşadığını

    Sarkısız kaldıkça yaşayamayacak

    Kadınları sarkılır, akrepler aydınlatır

    Kadınları sarkılır, zahirlar aydınlatır

     

    Artık ben gideceğim ata eyer vuruyorlar

    Hatıralarımı birer birer yakacağım

    Entarimi parça parça edip

    Zehirli kirpilere bırakacağım

    Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp

    Göğsüme siyah bir gül takacağım

    Batan güneşe doğru kurşunlar sıkıp

    Kendimi boşluğa bırakacağım

     

    Ayaklarımın altından geçıyor bir deniz

    Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım

    Siz beni ne anlarsınız... siz...

    Artık ben gideceğim atım kişniyor

    Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor

     

    Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz bir deniz

    Beni onun gözleri çağırıyor duramam, duramam

    Benim gözlerim yeşildir ah... onun gözleri kara

    Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara..

    • Like 2

  10. İsmet Özel, daima...

     

    İsmet Özel'le ilgili ne zaman yazı yazmaya niyetlensem, aklıma şu dizesi geliyor: 'Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor.'

    Dağlarca'ya göre, milletler, büyük evlatlarıyla nefes alırlar. İsmet Özel, bizim için, o büyük evlatlardan biridir, birincisidir. Çeyrek yüzyıldır sesimiz ve soluğumuz olmuştur.

     

    İsmet Özel, herkes için beklenmedik bir şeydir. Etkisi o kadar güçlü olmuştur ki, farklı alanlardan birçok isim bile bu etkiden nasibini almıştır. Sözgelimi Hasan Aycın, kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle der: 'Çizgiye İsmet Özel'le karşılaşmamla başlamadım; çizgimin kimliği onunla karşılaşmamdan sonra oluşmaya başladı. Eğer karşılaşmasaydım, belki yoz bir çizgiyi sürdürüyor olacaktım, belki de çoktan bırakmış olurdum.'

     

    Karşımızda, 'titizlik ahlakın ta kendisidir' diyen bir şair var. Sadece işlerinde değil, ilişkilerinde de titiz olan bir şair. Bu titizlik, doğrusu, onu biraz daha yalnız kılmıştır. Tabii şu satırların da altını çizmek gerekiyor: 'Mekânımız piyasadır. İnsanlar dost değildir. Hayatta hiç kimsenin akrabası kalmamıştır. İnsan kılığında gördüklerimizin hepsi müşteridirler.' (Henry Sen Neden Buradasın?)

     

    Nurettin Topçu, 'öğrenmek zekânın, yapmak ahlakın işidir' der. İsmet Özel de zekâ ve ahlakı, yani meziyet ve şahsiyeti bir bütün olarak görür. Öte yandan, 'kendi başına bir şeyler başaramazsan, başkalarıyla da işe yaramazsın' uyarısında bulunma ihtiyacı hisseder.

    Yeri gelmişken şunu da hatırlatmak isterim: Her iki isim de, 'büyük ahlak' sahibidir.

    * * *

    İsmet Özel'in karşısına ilk olarak 1989 senesinde çıkmıştım. Sadece iyi bir okuyucusu olmaya çalıştım. Tanpınar'ın dediği gibi: 'Sanatın başladığı yerde her şey susar ve hürmetle el bağlar.' O günden bu yana, birçok sözüne ve tavrına şahitlik ettim. Bazen yakından, bazen uzaktan. Siyasi konular dahil, yanıldığını hatırlamıyorum. Örnek veremediğim için, sadece şu dizesini mırıldanmak istiyorum: 'Sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde.'

    Örnek vermeyeceğim. Fakat bir insanlık dersini de anlatmadan geçmek istemem.

     

    Bir proje vardı: İsmet Özel'le ilgili olumlu yazı yazıp da daha sonra olumsuz yazı yazanların tespit edilmesi ve bu yazıların karşılıklı sayfalarda yayınlanması. İsim, tarih ve yer. Cevabı kesin ve keskin oldu: 'Bir ayıbı ortaya çıkarmak da ayıptır.'

     

    * * *

    İsmet Özel, 'sahicilik arayışı' da diyebileceğimiz büyük bir mücadelenin adıdır. Ona göre, hayat, tasarruf edilemez; sarf veya israf edilir.

    Beş sene evvel kurulan İstiklal Marşı Derneği, hem bu sahicilik arayışının bir sonucudur, hem de vatan savunmasının bir diğer adıdır. Çünkü derneğin kuruluş gerekçesi, Türkiye'nin varlığının tehlike altında görülmesidir. İstiklal Marşı, aslına bakarsanız, İsmet Özel'in ilk günden beri 'olduğu yer'dir. Onun sözleriyle söyleyecek olursak: 'Kendi tavsiyeme uyacağım ve olduğum yerden başlayacağım. Olduğum yer, öldüğüm yerdir. Buna isterseniz uğruna ölümü göze aldığım yer de diyebilirsiniz.'

     

    İstiklal Marşı demişken, Türklük bahsiyle ilgili de birkaç şey söylemek gerekiyor. Arayan, fakat bulmaya niyeti olmayan insanlar haline geldik. Sanki birbirimizi anlamaya değil, anlamamaya çalışıyoruz. İsmet Özel, Türklükten kastının ne olduğunu tartışmasız bir şekilde ifade etmiştir: 'Türk hayatı, İslâm hayatıdır. Biz, milli varlığımız başta olmak üzere, her şeyimizi İslam'a borçluyuz.' Yıllar evvel, Neyi Kaybettiğini Hatırla derken de, bundan farklı bir şey söylemiyordu.

     

    Son noktayı, Suut Kemal Yetkin'in 1963 tarihli bir yazısıyla koyalım: 'Bir zamanlar Yahya Kemal'e saldıranların bugün adlarını bile hatırlayan yok. Bunlar hâlâ yaşıyor mu, bilmiyoruz. Ama Yahya Kemal yaşıyor. Bütün bunlar, bir sanat ve edebiyat buhranı karşısında değil, bir ahlak buhranı karşısında bulunduğumuzu gösteriyor.' Evet, bu hâlâ böyledir.

    • Like 1

  11. Müslüman depresyona girer mi?

     

    Toplumda, mümin birinin depresyona girmeyeceği, girerse bunun imânî bir eksikliğe delalet ettiği yönde bir kanaat mevcut, görebildiğim kadarıyla.

     

     

    Bana da sıkça sorulan bu soruya cevabım şu oluyor: Niye girmesin ki, müminin depresyona girme hakkı yok mu?

    Sanırım, Müslümanlara depresyonu yakıştırmayanları bu düşünceye iten nedenlerden biri, depresyonu tümüyle psikolojik kaynaklı bir rahatsızlık olarak zannetmek.

     

    Bir defa, depresyonun o kadar çok çeşidi var ki. Mesela, "İki uçlu duygulanım bozukluğu," denilen rahatsızlığın bir parçası olan depresyonu ele alalım. Bu rahatsızlık biyolojiktir, yani beyindeki kimyasal bozulma nedeniyle oluştuğu kesinkes kanıtlanmıştır ve kişinin iradesi dışında seyreder. Kişinin ne kadar imanı yüksek olsa da, beyindeki kimyasal bozukluktan dolayı mani ve depresyon nöbetleri dediğimiz hastalık dönemlerini yaşaması mukadderdir.

     

    Ya da tekrarlayıcı depresyonları düşünelim. Biyolojik altyapısı müsait öyle insanlar var ki, mesela sonbaharda ya da ilkbaharda ya da belli aylarda saat kurmuşçasına bir sabah derin bir depresyonla uyanabilirler. Böylesi bir depresyona girmek kişinin iradesinde değildir, biyolojik temeli ağır basar.

     

    Ya da bazı kadınlar adet görmeden bir hafta kadar önce biyolojik nedenlerle, kendi iradelerine bağlı olmadan, adet gününe kadar ağlamaklı olurlar, kendilerini değersiz hissederler, reddedilmeye aşırı hassasiyet gösterirler, hayat çok ağır gelir. Alın size kişinin iradesi dışında seyreden bir hastalık (adet öncesi depresif ruh hali).

     

    Bazı depresyonlar da kişinin hassas olduğu yaşam olaylarından sonra gelişebilir. Bu tür depresyonlarda bile biyolojik mekanizmalar sürece katılır. Biyolojik faktörlerin işe karışmadığı bir depresyon neredeyse yok gibidir. Bir insanın şeker hastası olduğunda, imânım zayıfmış, demesi kendine haksızlıktır ve yanlış bir yargıdır. Ya da kalp krizi geçirmenin imânî bir mesele olmadığı açıktır. Biyolojik hastalıklar için imân eksikliği yargısı yapılmıyorsa, depresyon ve sair psikiyatrik rahatsızlıklar için yapılması, hem bu hastalıklara hem de bunları yaşayanlara haksızlık.

     

    Depresyonda bir nevi sinir sisteminin strese karşı direnci kırılmıştır. Kuvvetli bir darbeyle insanın kemiğinin çatlaması gibi sinir sisteminin de dayanıklılığı azalır. Bu nedenle depresyonda birçok ağrılar, yoğun halsizlik, hafıza sorunları gibi bedensel belirtiler olur. Psikiyatristlerin ilaç vermesinin nedeni dayanıklılığı artırmaya yöneliktir.

     

    Peki, iman hiç mi devrede olmaz? Olur elbette. Depresyonla ilgili bazı çalışmalar, depresyona rıza göstermemenin depresyonu şiddetlendirdiğini ve kronikleşmesine sebebiyet verdiğini göstermiştir (depression about depression). Kanaatimce, iman tam da burada devreye giriyor.

    Mümine yakışmayan depresyona girmek değil, niye depresyona giriyorum diye isyan etmesidir. Ondan beklenen, niye depresyona girdim, hayat zevkini kaybettim, bula bula beni mi buldu, ya da Zamanın Bedii'nin ifadesiyle, "Aman ne yaptım böyle başıma geldi diye Rububiyet-i İlahiye'yi tenkid etmek gibi bir halet"e girmemektir.

     

    Mümin de depresyon yaşar ama onu onurla taşır, dünyanın tüm yüklerini, O'ndan gelen tüm musibetleri, dertleri, tasaları, hüzünleri, acıları onurla taşıdığı gibi. "Hüküm O'nundur," diyerek. Mümin depresyon ya da başka psikiyatrik rahatsızlıkları; "Hastalıkla geçen bir ömür, Allah'tan şekva etmemek şartıyla, mümin için ibadet sayıldığına rivayat-ı sahiha vardır," inancıyla, "Ey musibet! Eğer O'nun izin ve rızasıyla geldin ise merhaba, safa geldin!" cümlesiyle selamlar. Sonra da sebepler dairesinde yapılacakları yapmaya koyulur.

     

    Depresyonun kıymetini bilmek

    Risale-i Nur'dan anlayabildiğim kadarıyla, müminden beklenen hiç depresyona girmemek değil; "Hastalar Risalesi"nde denildiği gibi "İnsan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada bir ticaret ile, ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir," düşüncesine ulaşmaktır. Depresyon kadar bize hayatın hakikatini öğrenmeye vesile hangi hastalık vardır?

     

    Depresyonda olmak bir açıdan gafletten kurtulmanın vesilesidir; dünya aşkının sönüp yüzümüzü ahirete çevirmektir. Depresyon bir akıl zayıflığı değildir, bir kişilik zayıflığı da değildir. Hislerin "dünyadan" zevk alamamasıdır. İnsanı enerjisiz, yorgun mu yorgun, bitkin mi bitkin bırakmasıyla, depresyon bize adeta der ki: "Senin vücudun ve a'zâ ve cihazatın, senin mülkün değildir." Depresyondayken kendi sınırlılığımızı, acziyetimizi idrak ederiz. Bu öyle derin bir idraktir ki, depresyondan çıktıktan sonra bile bize kendimizi öğretmeye devam eder.

     

    Zamanın Bedii yine ne güzel söyler: "O zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama; bilakis hastalıktaki manevî ibadet ve uhrevî sevab cihetini düşün, zevk almaya çalış."

     

    Depresyon kıymetini bilenler için, insanın kendisiyle, dünyayla, başkalarıyla ve ahiretiyle, Mutlak Varlık'la daha derin bir ilişki kurabilmesi için tarihi bir fırsattır.

     

    Not: Bu yazıya katkısından ötürü, İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri bölümünden sevgili arkadaşım Prof. Dr. İlhan Yargıç'a müteşekkirim.

    • Like 2

  12. Düş Yanığı /Buhur-ı Aşk

     

    Bir gül yaprağına düştüm ben bu gece. Ben bu gece bir gülü ilk defa bu kadar yakından gördüm. Ellerim titredi heyecandan. Terim dondu. Ben kızıl sanırdım gülü. Meğerki beyazmış ve beyaz gül firkat diye yazılmış en eskisinde lügatlerin. En eskisi maşukların… Hicabı mı onu bu kadar kızıllaştıran ya şu şeydalanan bülbülün kanı mı? Ben bu gece bir gül yaprağına düştüm. Ayaklarımda bir tutam bulut tozu. Gözlerimde güneş parıltısı…

     

    Bir damla yaş getirdim avuçlarımın içinde. Kırık bir düş gördüm bulutlar üstünde. Ellerimde bir nergis yaprağı ve ben bir mezar başındayım. Ellerim yoktu benim diyorum. Gözlerim yoktu. Ama şimdi bir mezar taşı görüyorum. Ellerimle suluyorum toprağını. Bir kuş konuyor mezar taşına ve ayaklarından kan damlıyor. Mezar taşına yazıyor feryadını.

     

    Dili tutuk, konuşamıyor. Lal kesilmiş, hamuş. Bülbül düşümde mezar taşına ağlıyor

    • Like 1

  13. Ötesini söylemeyeceğim

     

    Selam, selamet demektir. Gecenin bir yarısında, sokakta yürürken, tanımadığınız bir insanın size selam vermesi yahut selamınızı alması, güvende olduğunuzun işaretidir. Hemen rahatlar, kendinizi emniyette hissedersiniz. Gece için bu böyledir. Fakat gündelik hayatta, iş ortamlarında vs, selamı veren de, alan da, ilginçtir, birbirine itimat etmiyor, edemiyor. Galiba ortak bir 'güven bunalımı' yaşıyoruz.

     

    İki insan karşılıklı olarak konuşabilir, dertleşebilir, iş yapabilir, kavga edebilir; fakat namaz kılamaz. Namazın kılınması için, birinin diğerine sırtını dönmesi icap eder. Böyle bir şeyin birinci şartı ise itimattır. Tekrar ve tekrar hatırlatalım: İtimat, itikattan önce gelir. Sıralama, güvenmek ve inanmak şeklindedir.

    Benden mi kaynaklanıyor, bilmiyorum. Bildiğim, son yıllarda, itimat ettiğim insan sayısında ciddi bir azalma olduğudur. Oysa 'mümin güven yurdudur' ve her mümine itimat etmemiz gerekir. Fakat edemiyoruz.

     

    İtimat etmediğimiz veya ettiğimize pişman olduğumuz bir kimseye saygı da duyamayız. Tersi de doğrudur: İnsan, saygı duymadığına itimat da edemez.

    Mehmet Kaplan, 'Saygı, insanlar arasında maddi ve manevi bir uzaklığı gerektirir' diyor. Kaplan'a göre, iç içe yaşayan insanlardan, özellikle şehirlilerden, saygı adına pek bir şey beklenemez.

     

    Doğru söze ne denir? İlla bir şey diyeceksek, şunu söyleyelim: Mütedeyyin camiada her şey iç içe girince, saygı da sessiz sedasız ortalıktan çekildi.

    Görünen o ki, bu yakınlıktan yahut karmaşadan, itimat bahsi de fazlasıyla payını aldı. Dünyevî konularda birbirimize o kadar yaklaştık ki, karşılıklı olarak, kusurlarımızı, zaaflarımızı, hırslarımızı falan görmeye başladık. Gördükçe de, en yakın arkadaşlarımıza bile itimat edemez hale geldik. Bu arada, safları sıklaştırmak uyarısının konumuzla bir ilgisinin olmadığını da belirtelim. Çünkü burada, omuz vermekten değil, omuz atmaktan bahsediyoruz.

     

    Bu, meselenin yalnızca bir yönü. Bir de şu var: Özellikle son yıllarda, herkes kendisine dikkat kesilmiş görünüyor. Sosyal medyaya, siyaset sahnesine yahut edebiyat dünyasına biraz dikkatli bakarsak, gidişatı rahatlıkla görebiliriz. Önceliği kendimize verirsek eğer, diğer insanlar pek umrumuzda olmaz. Böylece, itimat telkin etmeyen biri olup çıkarız. Konuyu açmak adına başka örnekler de verebiliriz. Vermeyelim. Sonuç olarak; itimat ve saygı duvarı yıkılınca, insana mahsus birçok incelik de o duvarın altında kalıyor.

     

    Bana kalırsa, bu inceliklerden biri, hatta birincisi, itimatla neredeyse aynı anlama gelen emanet bahsidir. Emanet dairesi, canımızdan başlar ve tabiatın son dalına kadar devam eder. Özetle; hepimiz, hak ve hukukumuzla beraber, birbirimize emanetiz. Peki, bize emanet edilen sözleri, mahrem şeyleri, dahası kardeşlerimizi ve onların haklarını, doğru ve dürüst bir şekilde koruyabiliyor muyuz? Bir soru daha: Neden kimse kimseyle dertleşemiyor? Peygamber Efendimiz, 'emaneti, sana güvenen kimseye teslim et' buyurmuşlardır. Farkındaysanız, bir anda işin rengi değişti. Şimdi biraz düşünelim: Çevremizde, tam manasıyla bize itimat eden, edebilecek olan kaç insan var? Bu duyguyu yahut teminatı onlara verebilmiş miyiz? Belki de veremediğimiz için, emaneti, yani sözümüzü, derdimizi, mahremimizi, hatta yetkimizi teslim edecek birilerini bulmakta zorlanıyoruz.

     

    Özetin özeti: Esas sorun, başkalarından değil, bizden kaynaklanıyor. Toparlayalım: Asıl mesele, itimat edecek bir insan bulmaktan ziyade, itimat edilecek bir insan olmaya çalışmaktır. Kısaca, budur.

    • Like 1

  14. Kanmak ne güzel,

    Yanmak ne güzel,

    Düşmek ne güzel... Sana...

     

    Varlığım, varlığına kurban olsun emi?

    Ömrümden, gençliğimden, canımdan, kanımdan, kavgamdan yana nem varsa.

    Hep sana verdim oh ne güzel... Hiç yüksünmedim, hiç gocunmadım, hiç keşke demedim.

    • Like 2

  15. Fransa'dan sonra birde İngiltere'de böyle bir teşebbüs olmuş, Ulu Hakan şu ültimatomu vermiştir:

     

    ''Müslümanların halifesi olarak, İngilizler peygamberimizi aşağılayıcı bir hareket içindedir. Alem-i İslama beyanname neşredeceğim. Cihad-ı Ekber ilan edeceğim ve İslam alemine bildiri göndereceğim.

     

    Kaynak: Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı, Mustafa Armağan


  16. Stratejinin, ufkun ve siyasi dehanın diğer adı değil midir Abdülhamid Han, baksana ?.. Denizaşırı bir ülkeyle temas kurmaktaki çaptan, önüm-arkam, sağım-solum, yanım-köşem hep düşman -cumhuriyet politikası ve tek parti siyaseti- hep düşman çapsızlığına nasıl düşer koca bir ülke ve düşürülür milletimiz hey gidi hey.

     

    Bizler Açe'nin, Haiti'nin, Sumatra'nın ve hatta Kafkaslarda adı bilinmedik kasabaların adını yeni yeni duyuyorken; koca hakan o dönemde/şartlarda silah gönderiyordu, istihbaratçı yolluyordu, cami-medrese-kışla açılması için altın saçıyordu vs. vs.

     

    Sadece koca hakan adına okutulan hutbeler rahmet olsa, felaha erecek millet felaha.

     

    Ha birde aklıma nerden esti dolandı bilmiyorum ama, ittihadçıların pek çok Osmanlı belgesini satması, birazının hamam suyunu ısıtmada kullanıldığı, birazınında Bulgaristan'lı bir zengince alındığı ve son olarak olarak Tayyip Reis'in bu arşivler konusunda girişimlerde/taleplerde bulunduğu mevzusu geldi. Neden-sonuç ve çıkmaz mı yaptım ne ettim bende anlamadım, hayrolsun.


  17. Gün yüzüne çıkmasın dediğimi nereden intiba ettinizde böyle düşündünüz? Şimdi bu konudan nefslerimi hesaba çekeceğiz hımm, çekelimde dolsun nefslerimiz, tesettürün rüzgarıyla eyvallah. Ben burada konuyu açmanızı ya da nefs muhasebesini irdelemedim dikkat buyurduysanız, değil mi?

     

    Birde bu nefsi muhasebeye çekmeyi çok basite indirgedik çok şükür. Muhasebe çoğul değilde, tekil yapılır ve bu tür tartışmalarda nefsi muhasebeye çekecek sahih, gürültüsüz, münzevi bir ortamda oluşmaz diyeyim.

     

    Evet malum ve malum kere malum bir konu. Ve bu malum konu hakkında örtünmenin şekliyle başlayıp, eleştirilen kadınların fiziki haritası çıkartılırcasına ! (edep duyarak ifade edeyim) şöyle giyinenlerin şurası, böyle giyinenlerin burası bilmem daha nerenin neresi diye sözde eleştiriler yapılıyordu işte bu malum konu etrafında. Bir eğriyi, yanlışı, sorunlu bir mevzuyu "fiziksel tanımlamalarla, " sözde yazdı çizdi tartıştı birileri. (ve bundan rahatsızlık duyan bayan üyelerinde konu hakkındaki mesajlarına bir göz atabilirsiniz)

     

    Haa, açılan konuda bu yönde gider gidecek diye kehanette bulunmam onuda belirteyim. Ve dediğim şeylerin konuyla çok ilintili olmadığınıda düşünüyorum. Sadece arama yaparak "bu malum konu hakkındaki" yüzlerce yorumu, görüşleri, kritikleri zaten görebilirsiniz. Ve ardından konunun hangi eksene kaydığını ve hangi eksenlerin kaydırıldığını...

     

    Kadınların açıklığı, tesettürlü çıplaklık, örtülü ama şöyle böyle... Tek sorun ve tek arıza buymuş gibi hep bu noktadan tartışmalara girişiliyor.

     

    Yok yok ben anlatamıyorum derdimi ızdırabımı... Sorun sadece kadınlarda, örtünenlerde, örtünüpte moda deyimle absürd olanlarda değil ki? Ama yok sanki burası kanın damardan fışkırdığı noktaymış gibi bir durum söz konusu.

     

    Eşlerinin daha alımlı, daha çalımlı, daha rengarenk olmasını isteyen ve biraz değiş diye olmadık abudik kubidik yapan sözde dindar erkekleri, işyerinde başörtülü çalıştırmayan patron müslümanları, herşeyin bir alternatifi vardır debdebesiyle denizin kumun tatilin bilmem neyin sözde İslami olanlarını keyifle yaşamaya ve bunu kanıksayarak dahada ileri götüren ağabeylerimizi...

     

    Daha... Neyse dedim ya ben derdimi ızdırabımı anlatamıyorum.

×
×
  • Create New...