Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

nedmanün

Editor
  • Content Count

    245
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Everything posted by nedmanün

  1. ESERLERİN İLK BASIM TARİHLERİ 1 - 1925 Örümcek Ağı [Halk Kitabhanesi, Sahibi:Abdülaziz, İst. 1925, s.64 ] 2 - 1928 Kaldırımlar [İkbâl Kütübhanesi, Sahibi:Hüseyin, İst. 1928, s.64 ] 3 - 1932 Ben ve Ötesi [semih Lütfü -Sühulet Kütübhanesi, İst. 1932, s.158 ] 4 - 1933 Birkaç Hikaye Birkaç Tahlil [semih Lütfü -Sühulet Kütübhanesi, İst. 1933, s. 94 ] 5 - 1935 Tohum [semih Lütfi Matbaa Ve Kitabevi, İst. 1935, s. 88 ] 6 - 1938 Bir Adam Yaratmak [semih Lütfü -Sühulet Kütübhanesi, İst. 1938, s.104 ] 7 - 1938 Künye [semih Lütfü -Sühulet Kütübhanesi, İst. 1938, s.120 ] 8 - 1940 Sabır Taşı [semih Lütfü -Sühulet Kütübhanesi, İst. 1940, s.96 ] 9 - 1940 Namık Kemâl [Türk Dil Kurumu Yayını, Ank. 1940, s.404 ] 10 - 1940 Çerçeve [semih Lütfü -Sühulet Kütübhanesi, İst. 1940, s.240 ] 11 - 1942 Para [semih Lütfü -Sühulet Kütübhanesi, İst. 1942, s.96 ] 12 - 1944 Vatan Şairi Nâmık Kemâl [semih Lütfü -Sühulet Kütübhanesi, İst. 1944 s.64 ] 13 - 1946 Müdafaa [İktisadî Yürüyüş Basımevi, İst. 1944 s.32 ] 14 - 1948 Halkadan Pırıltılar (Veliler Ordusundan) [Türk Neşriyat Yurdu, İst. 1948 s.315 ] 15 - 1949 Nam-ı Diğer Parmaksız Salih [Türk Neşriyat Yurdu, İst. 1948 s.100 ] 16 - 1950 Çöle İnen Nur (İzinsiz Baskı) 17 - 1951 101 Hadis (Büyük Doğu'nun 1951'de verdiği ek) 18 - 1953 Maskenizi Yırtıyorum [Neşreden: Hüseyin Rahmi Yananlı, İst. 1 953 s.68 ] 19 - 1955 Sonsuzluk Kervanı [serdengeçti Neşriyatı, Ank. 1955 s.192 ] 20 - 1955 Cinnet Mustatili (Yılanlı Kuyudan) [İnkılâp Kitabevi, İst. 1955 s.202 ] 21 - 1956 Mektubat'tan Seçmeler [Türk Neşriyat Yurdu, İst. 1956 s.80 ] 22 - 1958 At'a Senfoni [Türkiye Jokey Kulübü, İst. 1958 s.160 ] 23 - 1959 Büyük Doğu'ya Doğru (İdeolocya Örgüsü) [Hilal Yayınları, Ank. 1959 s.160 ] 24 - 1960 Altun Halka (Silsile-i Zeheb) [Türk Neşriyat Yurdu, İst. 1961 s.112 ] 25 - 1961 O ki O Yüzden Varız (Çöle İnen Nur) [Türk Neşriyat Yurdu, İst. 1961 s.444 ] 26 - 1962 Çile [bedir Yayınevi, İst. 1962 s.232 ] 27 - 1962 Her Cephesiyle Komünizm [Doğan Güneş Yay. İst. 1962 s.38 ] 28 - 1962 Türkiye'de Komünizm ve Köy Enstitüleri [Doğan Güneş Yay. İst. 1962 s.38 ] 29 - 1964 Ahşap Konak (Büyük Doğu'nun 1964'de verdiği ilave) 30 - 1964 Reis Bey [Ötüken Yay. İst. 1964 s.92 ] 31 - 1964 Siyah Pelerinli Adam (Büyük Doğu'nun 1964'de verdiği ilave) 32 - 1964 Hazret-i Ali (Birinci Kitap) [bedir Yayınevi, İst. 1964 s.232 ] 33 - 1964 İman ve Aksiyon [bedir Yayınevi, İst. 1964 s.56 ] 34 - 1965 Ruh Burkuntularından Hikayeler [Ötüken Yayınları, İst. 1965 s.112 ] 35 - 1965 Büyük Kapı (O ve Ben) [Yeni Şark Maarif Kütüphanesi, İst. 1965 s.215 ] 36 - 1965 Ulu Hakan II. Abdülhamid Han [Ötüken Yayınları, İst. 1965 s.320 ] 37 - 1965 Bir Pırıltı Binbir Işık [uğur Yayınları, İst. 1965 s.64 ] 38 - 1966 Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar I [sebil Yayınevi, İst. 1966 s.320 ] 39 - 1966 Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar II [sebil Yayınevi, İst. 1966 s.320 ] 40 - 1966 Büyük Kapı'ya ek (Başbuğ Velilerden) [Oku Yayınları, İst. 1966 s.128 ] 41 - 1966 İki Hitabe: Ayasofya / Mehmetçik [b.d Fikir Kulübü, Ank. 1966 s.24 ] 42 - 1967 El Mevahibü'l Ledüniyye [babıalide Sabah Gazetesi Neşriyatı, İst. 1967 s.196 ] 43 - 1968 Vahidüddin [Toker Yayınları, İst. 1968 s.232 ] 44 - 1968 İdeolocya Örgüsü [Kayseri Y.İ.E. Talebe Derneği Yay., İst. 1968 s.462 ] 45 - 1968 Türkiye'nin Manzarası [Toker Yayınları, İst. 1968 s.192 ] 46 - 1968 Tanrı Kulundan Dinlediklerim I [Toker Yayınları, İst. 1968 s.240 ] 47 - 1968 Tanrı Kulundan Dinlediklerim II [Toker Yayınları, İst. 1968 s.288] 48 - 1968 Peygamber Halkası [Toker Yayınları, İst. 1968 s.200] 49 - 1968 1001 Çerçeve 1 [Toker Yayınları, İst. 1968 s.176 ] 50 - 1968 1001 Çerçeve 2 [Toker Yayınları, İst. 1968 s.168 ] 51 - 1968 1001 Çerçeve 3 [Toker Yayınları, İst. 1968 s.160 ] 52 - 1968 1001 Çerçeve 4 [Toker Yayınları, İst. 1969 s.160 ] 53 - 1968 1001 Çerçeve 5 [Toker Yayınları, İst. 1969 s.144 ] 54 - 1969 Piyeslerim(Ulu Hakan/Yunus Emre/S. P. Adam) [Toker Yayınları, İst. 1969 s.160 ] 55 - 1969 Müdafaalarım [Toker Yayınları, İst. 1969 s.208 ] 56 - 1969 Son Devrin Din Mazlumları [Toker Yayınları, İst. 1969 s.280 ] 57 - 1969 Sosyalizm Komünizm ve İnsanlık [Ak Yayınları, İst. 1969, s.88 ] 58 - 1969 Şiirlerim [Fatih Yayınevi, İst. 1969, s.278 ] 59 - 1970 Benim Gözümde Menderes [Ötüken Yay. İst. 1970 s.528 ] 60 - 1970 Yeniçeri [Özbahar Yayınları, İst. 1970 s.372 ] 61 - 1970 Kanlı Sarık [Akçağ Yay, İst. 1970 s.94 ] 62 - 1970 Hikayelerim [Toker Yayınları, İst. 1970 s.270 ] 63 - 1970 Nur Harmanı [Çile Yay., İst. 1970 s.204 ] 64 - 1971 Reşahat [Eser Kitabevi, İst. 1971 s.406 ] 65 - 1972 Senaryo Romanları [Toker Yayınları, İst. 1972 s.360] 66 - 1973 Moskof [Toker Yayınları, İst. 1973 s.377] 67 - 1973 Hazret-i Ali [Akçağ Yay, İst. 1973 s.272 ] 68 - 1973 Esselâm [b.d. yayınları, İst. 1973 s.144 ] 69 - 1973 Hac [b.d. yayınları, İst. 1973 s.160 ] 70 - 1974 Çile (Nihaî Tertib) [b.d. yayınları, İst. 1974 s.320 ] 71 - 1974 Rabıta-i Şerife [b.d. yayınları, İst. 1974 s.160 ] 72 - 1974 Başbuğ Velilerden 33 (Altun Silsile) [b.d. yayınları, İst. 1974 s.351 ] 73 - 1974 O ve Ben [b.d. yayınları, İst. 1974 s.256 ] 74 - 1975 Bâbıâli [b.d. yayınları, İst. 1975 s.343] 75 - 1975 Hitabeler [b.d. yayınları, İst. 1975 s.232 ] 76 - 1976 Mukaddes Emanet [Kültür Bakanlığı Yay. Ank. 1976 - İkinci Cilt İçinde ] 77 - 1976 İhtilal [b.d. yayınları, İst. 1976 s.344 ] 78 - 1976 Sahte Kahramanlar [b.d. yayınları, İst. 1976 s.248 ] 79 - 1976 Veliler Ordusundan 333 (Halkadan Pırıltılar) [b.d. yayınları, İst. 1976 s.525 ] 80 - 1976 Rapor 1 [b.d. yayınları, İst. 1976 s.96 ] 81 - 1976 Rapor 2 [b.d. yayınları, İst. 1976 s.102 ] 82 - 1977 Yolumuz Halimiz Çaremiz [b.d. yayınları, İst. 1977 s.256 ] 83 - 1977 Rapor 3 [b.d. yayınları, İst. 1977 s.88 ] 84 - 1978 İbrahim Ethem [b.d. yayınları, İst. 1978 s.72 ] 85 - 1978 Doğru Yolun Sapık Kolları [b.d. yayınları, İst. 1978 s.174 ] 86 - 1979 Rapor 4 [b.d. yayınları, İst. 1979 s.88 ] 87 - 1979 Rapor 5 [b.d. yayınları, İst. 1979 s.96 ] 88 - 1979 Rapor 6 [b.d. yayınları, İst. 1979 s.96 ] 89 - 1980 Aynadaki Yalan [b.d. yayınları, İst. 1980 s.200 ] 90 - 1980 Rapor 7 [b.d. yayınları, İst. 1980 s.96 ] 91 - 1980 Rapor 8 [b.d. yayınları, İst. 1980 s.96 ] 92 - 1980 Rapor 9 [b.d. yayınları, İst. 1980 s.96 ] 93 - 1980 Rapor 10 [b.d. yayınları, İst. 1980 s.96 ] 94 - 1980 Rapor 11 [b.d. yayınları, İst. 1980 s.96 ] 95 - 1980 Rapor 12 [b.d. yayınları, İst. 1980 s.96 ] 96 - 1980 Rapor 13 [b.d. yayınları, İst. 1980 s.96 ] 97 - 1981 İman ve İslâm Atlası [b.d. yayınları, İst. 1981 s.560 ] 98 - 1982 Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu [b.d. yayınları, İst. 1982 s.224 ] 99 - 1983 Tasavvuf Bahçeleri [b.d. yayınları, İst. 1983 s.156 ] 100 - 1984 Kafa Kâğıdı [b.d. yayınları, İst. 1984 s.208 ] 101 - 1985 Hesaplaşma [b.d. yayınları, İst. 1985 s.160 ] 102 - 1985 Dünya Bir İnkılâp Bekliyor [b.d. yayınları, İst. 1985 s.144 ] 103 - 1986 Mümin - Kâfir [b.d. yayınları, İst. 1986 s.192 ] 104 - 1988 Öfke Ve Hiciv [b.d. yayınları, İst. 1988 s.248 ] 105 - 1990 Çerçeve 2 [b.d. yayınları, İst. 1990 s.264] 106 - 1990 Konuşmalar [b.d. yayınları, İst. 1990 s.272 ] 107 - 1990 Başmakalelerim 1 [b.d. yayınları, İst. 1990 s.304 ] 108 - 1991 Çerçeve 3 [b.d. yayınları, İst. 1991 s.280 ] 109 - 1992 Hücum Ve Polemik [b.d. yayınları, İst. 1992 s.344 ] 110 - 1995 Başmakalelerim 2 [b.d. yayınları, İst. 1995 s.288 ] 111 - 1995 Başmakalelerim 3 [b.d. yayınları, İst. 1995 s.320 ] 112 - 1996 Çerçeve 4 [b.d. yayınları, İst. 1996 s.320 ] 113 - 1997 Edebiyat Mahkemeleri [b.d. yayınları, İst. 1997 s.256 ] 114 - 1998 Çerçeve 5 [b.d. yayınları, İst. 1998 s.336 ] 115 - 1999 Hâdiselerin Muhasebesi 1 [b.d. yayınları, İst. 1999 s.296 ] 116 - 2000 Püf Noktası [b.d. yayınları, İst. 2000 s.80 ] yapanların eline sağlık .. çok güzel bir çalışma ..
  2. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri, Sefer-i Âhiret risâlesinde buyuruyor ki: Namaz kılmıyan, namaz kılmamakla bütün müminlere zulmetmiş bulunuyor. Zîra her namazda (Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn) demekle bütün müminlere duâ ediliyor. Her gün beş vakit namazda yirmi defa tekrar olunan bu duâdan müslümanları mahrûm bırakıyor. Yani hakları olan bu duâyı terkediyor. Kıyâmet gününde bütün mü’minler bu haklarını namaz kılmıyanlardan alacaktır. Namaza gevşeklik gösterenler, namazı önemsemeyip hafif tutanlar birçok cezâya uğrarlar: Ömründen hayır ve menfaat görmez. Çeşitli hastalıklar, çeşit çeşit aşağılıklar, hakaretler ve zilletler içerisinde hayat sürer. Kimseden saygı görmediği gibi, çeşitli mahrumiyet ve zaruretlere mübtelâ olur. Sıhhatinden hayır ve menfaat görmez. Genel olarak kötü yerlerde bulunan kimseler, namazına devam etmiyenler veya namazında gevşeklik gösterenlerdir. Bu gibi yerlerde, ekseriya namazı terkedenler, namaza gevşeklik gösterenler görülür. Bunun gibi, zahmetli, yorucu ve ağır işlerde çalışanlar da çoğunlukla yine namaz kılmıyanlardır. Namazı doğru kılanlar, sâlihlerin yanında hurmet ve haysiyet ve îtibar sâhibidir. Bu gibiler, arkadaşları ve akrabaları arasında seçilmiş ve saygılıdır. Aşağı, çirkin, süflî ve ezici işlerde çalışanlar genellikle namaz kılmıyan veya namaza gevşeklik gösterenlerdir. Cenâb-ı Hakkın hizmetinde bulunmaya yarar kimselerin simâlarında, kendi yaradılışlarındaki, güzellik ve cemâlden ayrı olarak bir başka güzellik ve cemâl vardır ki, namaza gevşek davrananlar her ne kadar güzellenme ve süslenme sebeblerine başvursalar da, hergün defalarca hamama girip çıksalar da, türlü türlü, çeşit çeşit ve yeni elbiseler giyseler de, yine bu güzellik ve cemâle kavuşamaz ve bu simaya bürünemezler. Her çeşit güzel kokular sürünseler de, kendilerinde hâsıl olan yahûdî kokusuna benzer kokuyu hissedebilenlerden gizliyemezler. Bu kokuyu duyanlar vardır. Nitekim yehûdîler, yehûdîliğe mahsûs olan kokudan, İslâma gelip İslâm dîninde karar kılmadıkça kurtulamıyacakları gibi, namazı terkedenler de, namaza devam ve şartlarına riayet etmedikçe kurtulamazlar. Simâ-i sâlihîn ancak namaza devam edenlerde bulunur. Bunu anlıyanlar vardır. Hattâ bu işin ehli olanlar, geçirilen namazın hangi vaktin namazı olduğunu da bilebilirler. Namaza devam edenler, uzun zaman hamama gitmeseler de, yıkanmasalar da, bunun gibi hayli zaman çamaşır değiştirmeseler de, vücudları, elbise ve çamaşırları pis kokmaz. Namazı terkedenler, aksine sık sık hamama gitseler de ve çamaşır değiştirseler de, o nezafet, o tarâvet ve o zarafete sâhip olamazlar. Günde defalarca sadaka verse, birçok yetim sevindirse, yedirse, giydirse, günlerce Kur’ân-ı kerîm hatmetse, birçok kere hacca gitse, buna benzer ibâdet, tâat ve iyilikler yapsa, Cenâb-ı Hak ona zerre kadar bir sevab vermez. Bütün amelleri boştur. Allahü teâlâ, o vakitleri namaza mahsus kıldığından bu vakitleri namazda geçirmeleri elbette lâzımdır. Bu vakitleri Allahü teâlânın tâyin ettiği şekilden düzenden çıkarmak zulmünde bulundukları için namazı terkedenlerin her işinden, dünyevî ve uhrevî yaptıklarından iyilik, hayır ve bereket kalkar. Yâ Rabbi diyen kuluna, Allahü teâlâ, (Lebbeyk = söyle yapılsın) buyuruyor. Namaz kılmıyan kimseye, böyle söylemez. Onun duâsı kabûl olunacak makama getirilmez. Yanî bir engel çıkar da geri bırakılır. Kabûl olunacak yere ulaşamaz. Tıpkı dünya işinde, dilekçe yazanın, dilekçesinin bir yerde takılıp yerine ulaşamaması gibi. Sâlihler, Allahü teâlâya yâr olanlar namaz kılanlardır. Ancak bunlar hayır ve berekete ve rahmete vesile olurlar. Namazda, Âdem aleyhisselâmın yaratılmasından yeryüzünde bir tek mü’min kalıncaya kadar, bütün müminlerin ve dolayısiyle bütün mahlûkatın da hakları vardır. Namaz terkedilince, Hakkın rahmeti, örtülü kalır. Rahmetin gelmesine değil kesilmesine sebeb olduğundan bütün mahlûkat namazı terkedene buğz ve düşmanlık eder. Müslümanların duâlarının bereketinden mahrum kalır. Yanî hisse, pay alamaz. Ölse, mezarı yanından geçen bir müslümanın okuduğu Fâtihadan gerektiği kadar faydalanamaz. Allahü teâlâ böylelerini, ulûhiyet makamında özel hizmet sayılan namaza almadığından, Hakka hizmetten kovulmuş ve bu hizmet için verilecek olan faydalardan mahrum kalmıştır. Namaz kılmıyan, görünüşü bozuk bir sûrette ve rahatsız olarak yatağa düşer. Üstünü başını, yorganını, karyolasını ve diğer şeylerini pisleterek berbat eder. Öyle olur ki, en yakınları olan çocukları ve hanımı, anası ve babası da ölümünden nefret eder. Beklenilen hürmet ve riâyeti gösteremezler. Dünyalık olarak çok büyük meselâ pâdişah da olsa, yine ölüm zamanında şu veya bu şekilde ikrah olunur bir sûret ve şekilde vefat eder ki, bütün etrafı ve yakınları ondan nefret ederler. Namaz kılmıyanın ölümünde; gözlerinde korku alâmetleri, telâş ve hüzün eserleri, gözünü göğe dikme işaretleri görünür. Gözlerinin rengi değişir. Yukarıya veya aşağıya doğru dikilir ki, bakmak mümkün değildir. Burun delikleri kurur. Kuş tüyü yataklarda, muhteşem karyolalarda, süslü odalarda ve saraylarda binbir ihtişam ve çeşitli debdebe içerisinde bulunsa da, yine zelil ve aşağı olur. Gittikçe zillete, alçalmaya doğru yol alır. Çünkü izzet, ancak Allahü teâlâya, Muhammed aleyhisselâma ve müminlere mahsustur. Hz.Ömer bunun için: “Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslâm dîni ile azîz eyledi. Eğer izzet ve şerefi, Allahü teâlânın bizi azîz ettiğinden başka yerde ararsak, eskisinden daha zelîl ve aşağı oluruz” buyurdu. Namaz kılmamakla îmân zayıflar. Namazı kılmıyanların îmânları zayıf olduğundan, ne melekler, ne rûhlar, ne ölüler, ne diriler, ne de diğer mahlûkat onu azîz tutmaz, ona hürmet ve riâyet göstermezler. Namaz kılmıyan ölürken saçları ve sakalları sarkar. Sarkık, düşük, karışık bir manzara alır. Kısaca, hayatındaki şeklinde bulunmaz. Mü’minler ise ölümünde de hayattaki durumu bozulmaz, aynen canlı gibi kalır. Onun ölümünü gören, ölümünden haberdar değilse, uyuduğunu zanneder. Ne kadar çok yemek yese de, yine açlık ızdırabı dinmez. Gittikçe şiddetlenir. Dayanılmaz, tahammül edilmez bir hâl alır. Ne kadar fazla, ne kadar kuvvetli ve iyi yemekler yedirilse, bu acı, bu ağrı, bu sızı dindirilemez. Bu ızdırap teskin olunamaz. Bu hasta yedirilmekle doyurulamaz. Boğazı, barsakları açlıkla acı çeker. Açlık bir orantı hâlinde yükselir, artar. Nihâyet kıvrana kıvrana can verir. Çünkü namazı terketmek büyük günahtır. Cezâsı da o nisbette büyük olur. Açlık da mühim bir hastalıktır. Neticesi mutlaka ölümdür. Diğer hastalıklar gibi değildir. İşte namaz kılmıyanlar açlık hastalığı ile kıvranıp öyle giderler. Her namaz kılmıyan mutlaka aç olarak ölür. Namaz kılan, güler yüzlü mütebessim, parlak ve nûrânî yüzlü olur. Sevinç ve neşe alâmetleri yüzünde ve gözlerinde âşikâr olur. Hak teâlâdan ve meleklerinden hayâ eder. Kendi kusurlarını ve Hak teâlânın lütuf ve ihsanını görür de, alnından terler dökülür, burnunun delikleri sulanır. Kulak altları ve burun delikleri hafif bir şekilde terler. Güzel bir şekilde kokar. Renginde lâtif bir güzellik olur. Etrafa güzel kokular yayılır. En lezzetli ve en nefis yemekler yemiş gibi tok ve kanmış olarak vefat ederler. Namazın tamam olması ve kemâl üzere bulunması, fıkıh kitablarında genişçe anlatıldığı şekilde namazın farzlarını, vâciblerini, sünnet ve müstehablarını yapmaya, yerine getirmeye bağlıdır. Namazda huşu’ bu dört şeyde toplanmış ve kalbin hudû’u da bunlara bağlanmıştır. Mü’minle kâfir arasındaki fark namazdır. Mü’min namaz kılar, kâfir kılmaz. Münâfık ise bâzan kılar, bazân kılmaz. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: (Îmân, namaz demektir. Namaz için kalbini hazırlar ve namazı itinâ ile, vaktine, sünnetine ve diğer şartlarına riâyet ederek kılan, mümindir.) [İbni Neccâr] ( Kıyâmette kulun ilk sorguya çekileceği ibâdet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer amelleri kabûl edilir, düzgün değilse, hiçbir ameli kabûl edilmez.) [Taberânî] (Namaz kılmıyan, Kıyâmette, Allahı kızgın olarak bulacaktır.) [bezzâr] (Namazı kılmıyanın ibâdetleri kabûl olmaz ve namaza başlayana kadar Allahın himâyesinden uzak kalır.) [Ebû Nuaym] (Namaz dinin direğidir, terkeden dinini yıkmış olur.) [beyhekî] (Namaz kılan kıyâmette kurtulacaktır, kılmıyan perişan olacaktır.) [Taberânî] Hanbelî’de bir namazı özürsüz terkeden kâfir olduğundan öldürülür. Yıkanmaz kefene sarılmaz, namazı kılınmaz ve müslümanların kabristanına konulmaz. Ayağına ip bağlanır, murdar bir it gibi, bir çukur kazıp içine konur. Üzerine toprak atılır. Üzerine kabir alâmeti de yapılmaz. Şâfiî ve Mâlikî’de büyük günâh işlediği için cezâ olarak öldürülür. Hanefî’de namaza başlayıncaya kadar dövülüp hapse atılır. Namaz kılmamak îmânsız ölmeye, namaz kılmak ise iki cihan seâdetine sebep olur.
  3. ŞEYDA BÜLBÜL Ey bülbül-i şeyda yine efgane mi geldin Azm-i gül edip zar ile giryane mi geldin Pervane gibi ateşe daim can atarsın Evvelde bu aşk oduna sen yane mi geldin Yağmur gibi yağarsa bela sen baş açarsın Can veremeye dost yoluna kurbane mi geldin Her şey çalışır bir sıfatı eyleye ma'mur Sen cümle sıfat ilini viyrane mi geldin Vech-i Ehadiyyet ki şu eşyada görünmüş Bu kesrete ancak anı seyrane mi geldin Bir kimse senin olmadı hiç raz'ına mahrem Bilmem bu cihan içine yekdane mi geldin Bu haste Niyazi'ye şifa remzin edersin Derde düşen derdine dermane mi geldin Niyazi mısri
  4. nedmanün

    Dayan Kalbim

    Dayan Kalbim Seni dağladılar, değil mi kalbim, Her yanın, içi su dolu kabarcık. Bulunmaz bu halden anlar bir ilim; Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık. Sensin gökten gelen oklara hedef; Oyası ateşle işlenen gergef. Çekme üç beş günlük dünyaya esef! Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık! 1972 Necip Fazıl Kısakürek bazen tesellimi bulurum bu şiirde.. şiirin sonu olan iki mısra aslında anlatılan acının da sonu, sabrın başı, selametin yolu " Çekme üç beş günlük dünyaya esef! Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık! " işte bütün dertler buraya kadar ..
  5. Üstâdın manevi oğlu Hilmi Oflaz 02 Şubat 2006 Perşembe Plazalar temiz, düzenli... Plazalar sessiz, haşmetli... Ancak Yenibosna İkitelli kırsalında mevzilenen matbuat mensupları hayattan koptu gitti. Evet, yıllar evvel on muhabire tek daktilo gösterebilen gazete idareleri klimalı odalar, bilgisayarlı masalar sunuyorlar. İnternet bağlantıları, digital makineler ve tek tuşla önümüze açılan sayfalar... Lâkin Cağaloğlu’nun tadı başkaydı, Küllük’te, Kızlarağası’nda, iki bardak çay içenler, ediplerle, şairlerle tanışır, derin mevzulara yelken açarlardı. Gelgelelim ne edip ne de şair olan biri vardı ki ünlülerden fazla iz bırakırdı. Şüphesiz eser verecek bilgi ve donanımdaydı ama yazmazdı, belki de yazdıklarını saklardı. Evinde 30 bini aşkın kitabı vardı ve alayının da muhteviyatından haberdardı. Sürekli dinler, lüzum olmadıkça konuşmazdı. Eğer bir yanlışlık yer edecekse takır takır belge sayar, kapanışı yapardı. Aslında Mahmutpaşa’da mendil çorap pazarlayan bir işportacı parçasıydı. Tezgahının bir yanını Büyük Doğu mecmualarıyla donatır, incik boncuk kovalayan kadınlara bile “dava” anlatırdı. Takdir edersiniz ki bu zor olmalıydı, saman pazarında inci mercan satılmazdı. Dergileri ekseri gelene gidene dağıtır, parasını cebinden verip hesabı kapatırdı. Ziyafet saati İkindi ile akşam arası mutlaka Türk Ocağı’na uğrardı. Gider teklifsizce musluk başına geçer, yanında getirdiği domatesleri peynirleri yıkardı. Gençlere birer simit, ya da dumanı tüten çıtır ekmek dağıtır, katıkları gazete kağıtları üzerinde servis yapardı. Her uzatandan sigara alır ve içsin içmesin herkese sigara tutardı. Kendisi Bafra’dan caymaz, elinde biriken Maltepe ve Samsunları talebelere sunardı. Avurtları çökük, yüz çizgileri derin, boyun damarları belirgin ve bağrı daima açıktı. Seven sevdiğine benzermiş derler, siması Necip Fazıl’ı andırırdı. Mekâna yeni takılan gençlerle tanışır, kaynaşırdı. Bir fırsatını buldu mu kenara çeker ve “paraya ihtiyaçları olup olmadığını” sorardı. Düşünün kalabalık ailesiyle eğreti bir gecekonduya sığınan garip çorapçı, yenleri cepleri aşınmış ceketine, su çeken potinlerine bakmaz, talebelere burs vermeye kalkardı. Üstadın ifadesiyle “Hilmi kamyon gibi yük çeker, uçaktan hızlı uçardı...” Hilmi Baba “hayatımda dört devre var: İkbal, idbar, ikmal ve icmal” dese de gençler onu bir başka kelimeyle hatırlarlardı: “İkram” Hilmi Oflaz askere bile üç bavul kitapla gider, kışlayı kütüphane yapar. Önceleri Çengelköy’de bir köşkte otururlar, vaziyetleri iyidir, kira gelirleri, Düzce’de tütün tarlaları filan... Ancak Hilmi Baba servetini artırmakla uğraşmaz, habire dağıtır, dua almaya bakar. Nitekim köşk de uçar, kafasını Kuleli’deki gecekonduya zor sokar. Bazen hemşehrileri gelip nasihate kalkarlar: “Bak Hilmi yaşlanıyorsun kenara bir şeyler koy, şu yaşa geldin, elinde neyin var?” -Dostlarım, kitaplarım ve sigaram! Servet olursa olur, olmazsa da olmaz. Ama dostluk ve muhabbet parayla tartılmaz. Hilmi Baba bahçesinde beslediği tavuklara bile birer ad takar ve bunların alayını Büyük Doğu mecmuasına abone yapar. Üstad satışımız arttı sanıp sevinsin yeter, son kuruşunu bile dergiye yollar. Dini ve milli eserler basan yayınevleri ona “üç beş kuruş kazansın diye” konsinye kitap bırakırlar. İyi de Hilmi Baba gençleri gördü mü dayanamaz, meccane dağıtır, borç boyunu aşar. Garip kuşun yuvasını Allah yapar derler ya, Hilmi Baba bir gün yolda Mehmed Niyazi’nin ağabeyi Ziya Özdemir’i görür. Adamcağız “Hacca gidiyorum hakkını helal et” demeye kalmaz “ben de geliyorum” der arabasına atlar. O nasıl Kabe-i Muazzama ve Server-i Kâinat aşkıysa parasız, pulsuz “ve pasaportsuz” üç ülke geçer nurlu seyahati gailesiz tamamlar. Bizimki elini kolunu sallayarak geçerken sınır muhafızları tutulur kalır, adeta lâl olurlar. Mahallenin çocukları onu görür görmez etrafına toplanırlar, zira Hilmi Babanın cebinde şeker, çerez eksik olmaz. Bayramlardada kandillerde paketler sardırır, yetim başı okşar. Gıybet yasak! Dedikodu bilmez, boş konuşmaz. Birinin aleyhinde atılıp tutulmaya başlandı mı mevzuyu değiştirir, bulunduğu yerde asla gıybet yaptırmaz. Öyle ya da böyle bu davaya hizmeti geçen birine toz kondurmaz. Eski bir mebus, birlikte vazife yaptığı arkadaşları aleyhine verip veriştirince “beyefendi söylemediklerinize saygımız sonsuz, ancak söylediklerinize katılamayacağız” der adamı fena bozar. Yine günün birinde (adını vermeyeyim şimdi) ünlü bir profesör İslam âlimlerini küçümseyerek “bence”li, “bana göre”li cümleler kurar. Hilmi Baba kibarca ikaz ederse de Prof’umuz, üstüne basa basa “ben de âlimim” der “en az Ebû Hanife kadar ilmim var!...” Hilmi Baba adamın yüzüne bakar, bakar “öyleyse yaşasın cehaletim” der, çeker kapıyı çıkar. Bu derviş gönüllü insan 7 yıl kadar evvel bir bahar günü özlediklerine kavuştu, ekmeğini yedik Fatiha borcumuz var. Hani yemeyenler de okusalar... >> Aziz dostum! N. Fazıl’ın Toptaşı’nda çile doldurduğu günler (1960’lar)... Hilmi Baba tezgâhını satar, tam iki sene mapushane karşısında dikilir, bir hizmetim dokunur mu diye fırsat kollar. Üstadı görebilir mi? Eh işte, ara sıra, hayal meyal. Kendi ifadesi ile “bazen bulutlar dağılır, parmaklıklar arasından güneş doğar” o kadar. Aradan yıllar geçer, N. Fazıl’ın dizi konferanslardan biri için Bursa’ya gelir. Şerefine Çelik Palas’ta yemek verilir, iş adamları, mebuslar, bürokratlar... Çıkışta sokak kalabalıklaşır, ki tezahurat yapan gençler arasında yaşlıca bir adam vardır... Üstad derhal yanına gider ve elini omzuna koyar. Onu “fare tıkırtısından ürkecek kadar hassas, krallara diklenecek kadar gözü kara, aslanların önüne çıplak atlayacak kadar cesur” cümleleriyle tanıttıktan sonra “aziz dostum, işportacı Hilmi” der, noktayı koyar... türkiye gazetesi iz bırakanlar ahmet sırrı arvas, irfan özfatura
×
×
  • Create New...