Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

nedmanün

Editor
  • Content Count

    245
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by nedmanün


  1. Meteoroloji Neye bakar?

     

    Kızılderililer Ekim ayında yaptıkları olağan toplantı sonunda şeflerine 'Gelecek kış hava çok soğuk olacak mı?' diye sorarlar. Şef, kışın soğuk geçeceğini, önlem olarak tüm kabîle fertlerinin yakacak odun toplamasını söyler. İyi bir lider olmanın gereği Şef kasabaya iner ve Amerikan ulusal meteoroloji servisine telefon ederek 'Gelecek kış hava çok soğuk olacak mı?' diye sorar.

     

    -Gerçekten soğuk olacak! cevabını alır.

     

    Şef geri döner dönmez kabilesini toplar ve kışın çok soğuk geçeceğini, daha fazla yakacak odun toplanmasını söyler.

     

    Bir hafta sonra başka bir iş için kasabaya inen Şef, Amerikan ulusal meteoroloji servisine tekrar telefon ederek 'Gelecek kış hava çok soğuk olacak mı?' diye sorar.

     

    -Çok soğuk olacak! cevâbını alır. Şef geri döner dönmez kabilesini tekrar toplar ve kışın çok soğuk geçeceğini, daha fazla yakacak odun toplanmasını, hattâ küçük dal parçaları ve çalıların dahî toplanmasını emreder.

     

    İki hafta sonra kasabaya inen Şef, Amerikan ulusal meteoroloji servisine tekrar telefon ederek 'Gelecek kış hava gerçekten çok soğuk olacak mı?' diye sorar.

     

    -Kesinlikle, gerçekten çok çok soğuk olacak, tüm Kızılderililer deliler gibi yakacak odun topluyorlar! cevabını alır.

     

     

     

    Ayy Bizimki çok daha güzel!!!

     

    Karı koca yemek yiyor... O sırada masaya yaklaşan heykel gibi güzel bir esmer, adamı selamlayıp geçiyor. Adamın karısı soruyor:

     

    -Kim bu afet?

     

    Adam:

     

    -Eğer mutlaka bilmek istiyorsan söyleyeyim, metresim!

     

    Kadın:

     

    -Bir de bu kadar pervasızca söylüyorsun. Boşanıyorum senden!

     

    Adam:

     

    -Yani Etiler'deki apartmanı, Kandilli'deki yalıyı, Göcek'teki tekneyi ve Nice'deki villayi bırakıyorsun...

     

    Uzun bir sessizlik olur. Çift yemeğini çatallarken kadın birden sorar:

     

    -Şu arkada oturan Fuat değil mi? Yanındaki kadın kim?

     

    Adam:

     

    -Fuat'ın metresi.

     

    Kadın:

     

    -Ayy bizimki çok daha güzel!

     

     

     

     

     

     

    Türk dediğin işâretle...

     

    Temel askerliğini yunan sınırında yapıyormuş. Temel'in cani çok sıkılıyormuş.

    Yunan'a bir ıslık çalmış elleriyle 'Havacı mısın?' işareti yapmış, Yunan aldırmamış.

    Bir ıslık çalmış elleriyle 'Karacı mısın?' işareti yapmış, Yunan aldırmamış.

    Bir islik daha çalmış 'Denizci misin?' anlamında yüzme işareti yapmış, Yunan aldırmamış.

    Bir ıslık daha çalmış. El hareketi yaparak 'Topçu musun?' demiş, Yunan aldırmamış.

    Bir ıslık daha çalmış 'Gözcü musun?' anlamında dürbün işareti yapmış, Yunan aldırmamış.

    Nöbetler değişmiş sıra yine Temel'le Yunan'a gelmiş.

    Yunan'a hadi sınıra git demişler, asker de:

    - 'Ben oraya gitmem. Orada bir deli Türk askeri var, bana hava kararınca yüzerek gelip sana bir koyacağım gözlerin fırlayacak diyor..'


  2. Erkek kardeşlerin ikisi de babalarından kalma çiftlikte çalışırlardı. Kardeşlerden biri evliydi ve çocuğu vardı.

    Diğeri ise bekârdı. Her günün sonunda iki erkek kardeş ürünlerini ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi.

     

    Günün birinde bekâr kardeş kendi kendine:

     

    'Ürünümüzü ve Kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil.' dedi, 'Ben yalnızım ve pek de fazla gereksinimim yok.'

     

    Böylelikle,her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek

    kardeşinin evindeki tahıl deposuna götürmeye başladı. Bu arada

    evli olan kardeş, kendi kendine:

     

    'Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil, üstelik ben evliyim, bir eşim ve çocuklarım var ve yaşlandığım zaman onlar bana bakabilirler. Oysa kardeşimin kimsesi yok, yaşlandığı zaman

    hiç kimsesi yok bakacak' diyordu.

     

    Böylece evli olan kardeş her

    gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin

    tahıl deposuna götürmeye başladı.

     

    İki erkek yıllarca ne olup bittiğini bir türlü anlayamadılar,

    çünkü her ikisinin de deposundaki tahılın miktarı

    değişmiyordu. Bir gece iki kardeş gizlice birbirlerinin

    deposuna tahıl taşırken çarpışıverdiler. O anda olan biteni

    anladılar. Çuvallarını yere bırakıp birbirlerini kucakladılar.

     

    Hayattaki en yüce mutluluk, sevildiğimize inanamaktır.


  3. gitti canım konu neyse :)

     

     

    bu zamanın erkeklerine, hanımlarına ortamlarına güven olmaz gibi genellemeler var demek ... tabi haklısnız ama kötülük her zamanda vardır .. hep vardı vettabi hep olacak .. önemli olan size ve evleneceğiniz kişiye ne kadar bulaştığıdır .. zaten dinimizde evlenmenin bir amacı da kendimizi bu kötülüklerden muhafaza etmek.. yani arkadaşlar evlenmek çok cici bişey bu zamanda da her zamanda da .. :)

     

    vesselam


  4. heralde o gönül bağı; hem Rabbine ve Rabbin sevdiklerine hemde sevdiklerinden ötürü karşındakine olmalı dimi :) :)

     

    tam onikiden :P

     

     

    hepinizin de dediği gibi dini var ahlakı var neyi yok ,, dini yok ahlakı yok neyi var.. :)

     

    evli olan arkadaşlar tavsiye yazmıyorlar bunuda anlayışla karşılamak lazım , küçük oyunlarını yazsalar da eşleri durumu fark etse ne fena olur, terlikler havada uçuşur mazallah :P

     

    napalım kendi tecrübemizi kendimiz kazanırız bizde :( ( bu bir duygu sömürüsüdür :D )


  5. evlenmek çok mu kötü bişey?? meraktır neden birisi özenince millet hurra "sana hayatın gerçeklerini gösterim" tavırları takınıyo?? bu kadar mı kötü bişey :)

     

    önce böyle olur , sonra bozulacak , herşey kötü olacaaaak şeklinde kahin tavırları takınılıyo .. acep sebep ne olaki :::böyle yapmak çok mu zevkli, hadi bu çok mutlu söndürelim biraz düşüncesi mi, :) yoksa kurtarma çabaları mı ?

     

    bu konu hakkında iyi düşünceleri olan tek ben miyim yaa .. ne var bi ömür aynı insana kapıdan girdiğinde gülümsemek, halini hatrını sormak, bütün duygularını paylaşmak, canın sıkkın olduğunda yaslanacak bir omuz bulmak, akşam sohbetleri , yeni yaptığın iğrenç yemekleri yedirmek ve onun kibar sevecen haliyle miğdesinde olanlara ragmen gülümseyip "ellerine sağlık" demesi, okuduklarını paylaşmak, başına gelnelerle kafasını ütülemek :) .. böyle şeyler olamaz mı ???? illa kötü olmak zorunda mı ? peki siz ne düşünüyosunuz evlilik hakkında sizce sizinki nasıl olur?

     

    Not:: kötü şeyler yazana sözlü saldırıda bulunmak serbesttir.. mod olarak izin veriyorum :D


  6. her zamanki gibi gündemdeki olaylara en muhteşem tesbitler Mustafa Necati özfaturanın .. ne kadar muhteşem keskin bi zekası var ..

     

    osmanlının yerini kimse dolduramadı, "Bu bölgede 5 asır Osmanlı huzuru sağladı. Kudüs’te 1 manga (1 onbaşı ile 10 er) güvenliği ve huzuru sağlıyordu." şimdi on ordu bile huzuru sağlayamaz oralarda .. Subhanallah..


  7. İyi tarafın da, kötü tarafın da her zaman savunanları varıdır.. Her ne kadar acı da olsa ..

     

    Mühim olan bizim hangi tarafta olduğumuz ve bütün benliğimizle buna hizmet etmemiz..


  8. (Herkes baksın diye [süslü] elbise giyen, onu çıkartıp atıncaya kadar, Allahü teâlânın rahmetinden uzak olur.) [Taberani]

     

    Bu hadis-i şerifleri İslam âlimleri şöyle açıklıyor:

    Cemal ile ziyneti [süsü], birbirine karıştırmamalıdır! Cemal, çirkinliği gidermek, vakar sahibi olmak ve şükretmek için nimeti göstermek demektir.

     

    Gösteriş için, öğünmek için güzel giyinmek cemal değil, kibir olur. Nefsin azgın olduğunu gösterir. Cemal ise, nefsin terbiye edilmiş olduğunu gösterir. Cemal için güzel giyinmek iyidir. (Allahü teâlâ cemildir, cemal sahiplerini sever) hadis-i şerifi, cemal sahibi olmayı övmektedir. (Bahr-ür raik)

     

    Güzel elbise giymek müstehaptır. İmam-ı a'zam hazretleri 400 altın kıymetinde elbise giyerdi. Talebelerine de güzel giyinmelerini emrederdi. (Tahtavi)

     

    Cemal, çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, hakaret etmelerine sebep olacak şeyleri yapmamak, bunları izale yani yok etmektir.

     

    Ziynet, başkalarını imrendirecek, onlara üstünlük sağlayacak, öğünecek şeyleri yapmaktır. Bu bakımdan erkeklerin ipek hariç, kadınların kürk hariç, cemal niyetiyle güzel giyinmeleri iyidir. (S.Ebediyye)


  9. felsefedeki "varoluş kaygısına " benzemiş ..

    insan önce insan olacak sonra müslüman .. peki insan olmanın kuralları nerden bilinecek .. iç güdüsel bişey miki bu .. bi insan ancak müslüman olduğunda insan olur .. öncelik sırası da budur .. alimler hep buyurmuşlardır zaten .. müslüman olmayan biri rahatsa iyiyse bilinki o kişi fark etmeden islam ahlakı yaşıyordur da ondan rahattır..

    "İslamın dışında hiç bir iyilik, islamın içinde de hiç bir kötülük yoktur" iyi insan olmanın tek yolu islamiyete uymaktır

     

    vesselam ..


  10. İyilik eden, hanımını üzmeyen kocanın nesine sabredilir? Kadın huysuz olursa, kocası sabreder, kocası huysuz olursa hanımı sabreder. Bu imtihanda sabreden çok sevap alır. Kötülük eden, kendine eder.

     

    Mazlumların, sabredenlerin yardımcısı Allah’tır. Allahü teâlâ, kimsenin hakkını kimsede koymaz. Sabredenlere sayısız mükafat verir.

     

    Karı-koca birbirinin kötü huylarına sabretmelidir! Hadis-i şerifte, (Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hz. Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hz. Asiye gibi sevaba kavuşur) buyuruldu. (İ.Gazali)

     

    Kur'an-ı kerimde de, Allahü teâlânın sabredenlerle beraber olacağı ve sabredenlerin mükafatlarının hesapsız verileceği bildirilmiştir. (Enfal 46, Zümer 10)

     

    İyi insan, yalnız başkalarına kötülük etmeyen kimse demek değildir. Başkalarından gelen kötülüklere de güzel sabreden kimsedir.


  11. Nasıl ağlamayayım ki!..

     

    Müslümanlar, merhamette, tıpkı bir bedenin uzuvları gibi olmalıdır. Nasıl ki bedenin herhangi bir uzvu rahatsızlandığında bütün uzuvlar perişan oluyorsa, hasta olan uzuv iyileşince rahatlıyorsa Müslümanlar da, içlerinden birisi rahatsız olduğu zaman, o kimse bu rahatsızlıktan kurtuluncaya kadar rahatsızlık duymalıdırlar.

     

    Peygamber efendimiz bir gün, bir yerde oturuyorlardı. Yanlarında da, hazret-i Ebû Bekir, hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali vardı. Resûlullah efendimiz birden ağlamaya başladılar. Mübarek gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Hazret-i Ebû Bekir, Resulullah efendimizin bu haline dayanamayıp:

     

    -Anam babam, sana fedâ olsun ya Resûlallah! Niçin bu kadar ağlıyorsunuz? diye sual ettiler. Peygamber efendimiz cevaben:

    -Nasıl ağlamayayım ki, ümmetimin yolu çok uzundur. Omuzlarında ise çok ağır günâhlar vardır. Onların günâhları yağmur ve kar tanelerinden, deniz köpüğünden ve ağaçların yapraklarından da fazladır, buyurdular. Bu cevabı alan hazret-i Ebu Bekir:

     

    “Kalbinizi ferah tutunuz!”

     

    -Ya Resulallah! Kalbinizi ferah tutunuz! Müslümanların yüklerini hafifletmek için, onların günâhlarının yarısını ben üzerime alacağım! diye arzetti. Hazret-i Ebu Bekir’den bu cevabı alan Resulullah efendimiz memnun oldular ve hazret-i Ömer’e dönerek:

    -Ebû Bekir’in dediklerini işittin! Peki sen ümmetimin günâhkârları hakkında ne diyorsun? diye sual ettiler.

     

    Hazret-i Ömer de:

    -Ya Resulallah! Ben Ebû Bekir’in söylediği ve yaptığı gibi yapamam! Yalnız Müslümanların günâhlarının üçte birini yüklenirim, diye arzetti. Hazret-i Ömer’den bu cevabı alan Peygamber efendimiz bu sefer de hazret-i

    Osman’a döndüler ve aynı soruyu Ona sordular. Hazret-i Osman:

    -Ya Resulallah ben de Ömer’in yaptığı gibi yapamam. Fakat Müslümanların günâhlarının dörtte birini yüklenirim, diye arzettiler. Peygamber efendimiz hazret-i Ömer’in ve hazret-i Osman’ın bu cevaplarından memnun oldular ve teşekkür ettiler. Daha sonra hazret-i Ali’ye döndüler ve aynı suali Ona da sordular. Hazret-i Ali de:

    -Ya Resulallah, ben Sırat köprüsünün kenarında duracağım. Ümmetinin günâhkârlarının ateşe düşmelerine mani olacağım. Eğer onların durumu çok sıkışırsa, kendimi onlar için feda edip ateşe atacağm, diye arzetti. Resulullah efendimiz, hazret-i Ali’nin bu cevabından memnun olup teşekkür ettiler.

     

    Daha sonra Resulullah efendimiz, oradan ayrılıp hazret-i Aişe validemizin yanına gittiler ve Ona da durumu anlattılar ve:

    -Ya Âişe! Sen mü’minlerin annesisin, annenin çocuklarına şefkatli olması lâzımdır! Peki sen ümmetimin günâhkârları için ne yapacaksın? diye sual ettiler. O anda Resulullah efendimizin mübarek kızları hazret-i Fatıma da orada idi. Bunun için hazret-i Âişe validemiz:

    -Ya Resulallah, Fâtıma’nın huzurunda bir şey diyemem, diye arzettiler. Hazret-i Fâtıma da:

    -Ey babacığım, annenin huzurunda, kızın konuşması uygun olmaz, diye cevap verdi. Onun bu cevabı üzerine hazret-i Âişe validemiz:

    -Ya Fâtıma! Allaha yemin ederim ki, senden önce bu konuda bir şey söyleyemem, dedi. Bunun üzerine hazret-i Fâtıma Peygamber efendimize dönerek:

     

    -Ey babacığım, Mîzan’ın kurulacağı yere gelip, ümmetinin hesabını takip etmek için orada duracağım. Ümmetinin günâhları sevaplarından ağır gelirse, oğlum Hasan’ın zehirle kirlenmiş gömleğini onların sevâp kefesine koyacağım. Şâyet sevap kefeleri yine de ağır gelmezse, bu sefer oğlum Hüseyin’in kanla kirlenmiş gömleğini ilave edeceğim, diye arzetti. Hazret-i Fatıma’dan bu cevabı alan Resulullah efendimiz, tekrar hazret-i Âişe validemize dönerek:

     

    -Ey mü’minlerin annesi! Sen ne diyorsun, sen ne yapacaksın? diye sual ettiler. Hazret-i Âişe validemiz cevap vermeden odasına girdi ve secdeye kapanıp ağlayarak:

     

    “Bu ne haldir yâ Resûlallah!”

     

    “Ya Rabbî! Sen, beni mü’minlerin annesi yaptın, kalbime evlât şefkati koydun ve onların sevgisini gönlüme yerleştirdin. Sen bilirsin ki, bir ana, çocuğunun Cehenneme girmesine râzı olamaz. Bunun için onları benimle Cennete gönder! Yoksa beni de onlarla Cehenneme koy!” diye dua etti.

     

    Hazret-i Âişe validemizin bu yalvarışının akabinde, Cebrâil aleyhisselâm gelerek Peygamber efendimize:

    -Bu ne haldir yâ Resûlallah! Allahü teâlâ: “Âişe-i Sıddıka’ya de ki, O’nu, Cehenneme göndermem benim keremime yakışmaz. Çünkü O, Habîb’imin zevcesidir. Çocukları, annelerinden ayırmak da câiz değildir” buyurdu diye bildirdi.

     

    Resulullah efendimizin ve Onun Eshabının, mü’minlere karşı şefkati, merhameti işte böyle idi. Peygamber efendimizin ve Onun vârislerinin, bu söz ve nasihatlerini hiçbir zaman unutmamamız ve bu şefkate, bu merhamete layık olmaya çalışmamız lazımdır. Aksi halde, mahrum kalır ve perişan oluruz....

     

    OSMAN ÜNLÜ /TÜRKİYE


  12. bunu okumadan konu sağlıklı devam etmez

    ::

    mavi kısmı mutlaka okuyun!!

     

    mısır , şam , afrika, sicilya ,ispanya yerlileri Arab değildir. Arablar islamiyeti dünyaya yaymak için Arabistan yarım adasında çıkarak buralara geldiklerinden, bu gün buralarda da mevcuttur. nitekim Anadoluda , Hindistanda ve başka memleketlerdede mevcuddur. fekat, bu gün bu memleketlerin ehalilerini Arab diye isimlendirmek doğru olmaz..

     

     

    Bugün, Arabistânda, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverede bulunanlar, asrlar boyunca, Afrikadan, Asyadan ve diğer yerlerden gelip yerleşen yabancıların soyundandır. Bu yabancılar siyâh olup, Allahın ve Resûlullahın âşıkları idiler.

    Sultân ikinci Abdülhamîd hânın “rahmetullahi aleyh” amirallerinden Eyyûb Sabri pâşa “rahmetullahi teâlâ aleyh”, beş cildlik türkçe (Mir’ât-ül-haremeyn) kitâbında, koca Mekke şehrinde, iki Arab evinin kalmış olduğunu yazmakdadır. Bugün ise hiç yokdur.

     

     

    BURADAN AŞŞAĞISINI GENEL KÜLTÜR BİLGİSİ OLARAK KOYDUM KONU DAĞILMASIN DEVAMINI İLGİLENENLER OKUSUN..

    Mısr ehâlîsi esmerdir. Habeşistân ehâlîsi siyâhdır. Bunlara habeş denir. Zengibâr ehâlîsine Zencî denir. Bunlar da siyâhdır. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” akrabâsını, arabları sevmek ve saymak ibâdetdir. Onları her müslimân sever. Anadoluya müsâfir gelen siyâh fellâhlar, habeşler, zencîler, hurmet ve ikrâm olunmak için, kendilerini, arab diye tanıtdırmış, Anadolunun saf müslimânları, sözlerine inanıp bunları sevmişlerdir. Çünki, bu sevgide siyâh, beyâz ayırımı yokdur.Fekat, siyâhların kendilerini arab olarak tanıtmaları, islâm düşmanlarının, yehûdîlerin işlerine yaradı. Bir yandan, siyâh insanları, aşağı ve iğrenç olarak tanıtdılar. Bunları köle olarak kullandılar. Bir yandan da kara kedileri, köpekleri, arab arab diye çağırarak, gazete ve mecmû’alara yapdıkları siyâh resm ve karikatürlere arab diyerek, gençliğe, arabı siyâh olarak tanıtmağa, böylece, müslimân yavrularını Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” soğutmağa uğraşdılar.

     

    Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtında, Eshâb-ı kirâmın hepsi, sonra da evlâdları, cihâd için, dîn-i islâmı dünyâya yaymak için, Arabistândan çıkdı. İslâm ordusu, Asyanın ötelerine, Afrikaya, Kıbrısa, İstanbula, hâsılı her yere dağıldı. Allahın dînini, Onun kullarına tanıtmak için savaşdılar ve canlarını fedâ etdiler. Bu geniş topraklar, o mubârek şehîdlerle doludur.

     

    Meşhûr zâlim ve kâfir Cengiz [asl adı Timoçindir] hânın torunu Hülâgü, 656 [m. 1258] senesinde, Bağdâd ehâlîsini, kadın, çocuk demeyip, sekizyüzbinden ziyâde müslimânı işkence ile öldürdüğü ve Bağdâdı yakıp yıkdığı zemân, yalnız kuyulara saklananlar ve bilhâssa Anadoluya kaçıp kurtulanlar sağ kalabilmişdi. İşte, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” evlâdları, o zemân Anadolunun her tarafına, hele şark taraflarına yerleşmişdi. kaynak

×
×
  • Create New...