Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

trradomir

Editor
  • Content Count

    816
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    43

trradomir last won the day on February 17 2017

trradomir had the most liked content!

Community Reputation

206 Çok İyi

About trradomir

  • Rank
    Müdavim
  • Birthday 02/03/1986

İletişim Yolları

  • MSN
    Anlamadım, sesiniz gelmiyor!
  • Website URL
    http://www.google.com.tr

Profil Bilgisi

  • Cinsiyet
    Erkek
  • İlgi Alanları
    N-F-K, Bilgisayar, Internet, Fenerbahçe, fikir, mizah.

Recent Profile Visitors

18,718 profile views
  1. Arkadaşlar sakin olun, bir troll ile karşı karşıyayız, ibrikçi akhiyi dikkate almaktan ziyade kendisiyle eğlenmek çok daha makul bir tercih gibi görünüyor. Rahat olun, keyfinize bakın. Tarzı da şu yazımda, yani 31 numaralı mesajda anlattığım arkadaşa çok benziyor. Hatta yine bu başlıktaki atışmaya benzer bir konu görmek isteyenler, http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/7854-simdi-secim-zamani-allah adresindeki konuda ehli kalender nickli ruh hastasının diğer üyelerle atışmasını inceleyebilir.
  2. Latife yaptık efendim, ben şahsen sizin tarafınızdayım. Ama bu mevzuda topa gireceğime şoförler odasında başkanlık seçimine girerim zaten. Bu mevzu çok su götürür. Bir kere levyeyi yeyip aşağı oturmak ehveni şerdir yani.
  3. Açılın geliyorum: http://www.youtube.com/watch?v=K5oH89DNkgk
  4. Bilmiyorum. Yedi Güzel Adam'da kullandılar galiba. Ben daha önce hiçbir yerde okumadım, ağızdan nakil olabilir.
  5. Adam üstad mı, dini forumda artistlenen moderatör mü belli değil anasını satayım. Ayıp ya, 120 bin tane takipçisi var şu adamın bi de..
  6. İçlerdeki yalakanın ipi bir kere kaçırıldığında, diller öyle şeyler söylüyor ki aklın nutku tutuluyor. Aşağıdaki putperest metin ve şiirleri utanarak, iğrenerek derliyorum ve bu ağır travmadan yavaş yavaş kurtuluyor olduğumuz için Allah'a defalarca şükrediyorum. Şunu kesinlikle atlamamak lazım. Bu tablonun ortaya çıkmasındaki tek kabahatli yazanların çıldırmış iradeleri değildi. Zıvanadan çıkmış bu sözleri taltifle karşılayanlar, teşvik edenler, dolaylı yoldan insanları buna zorlayanlar da bu sözleri yazanlar kadar cinayetin ortağıydı. Bunu göremediğimiz sürece Behçet Kemal gibi çukur seviyesindeki zavallı bir kuklacığa kızmak veya gülmekten ileri geçemeyiz. Kemalist rejim ve rejimin tepesindeki adamlar bu hezeyanlar için uygun bir mecra hazırlamış; yazılanlara karşı müsamahayı, hatta himayeyi elden bırakmamıştır. Tiksineceksiniz, okumadan önce iki kere düşünün. Biz bunları da yaşamışız... ----- TÜRK'ÜN YENİ AMENTÜSÜ Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklâlini yoktan var eden Mustafa Kemal'e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahit analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim. İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medenî cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset dasitanlarıyla tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazi'nin Allahın en sevgili kulu olduğuna, kalbimin bütün hulûsiyle şehadet eylerim. Moiz Kohen (Tekin Alp) ----- YÜREKTEN SESLER Atatürk’ün tapkınıyız. Her şey (O)’dur. Her yerde O var. Her gökte O eser. Her enginde O çağlar. Biz O’yuz. O, biz. Atatürk benim değildir. Atatürk senin değildir. Atatürk onun değildir. Atatürk; Benimdir, senin, onundur, acunundur, evrenselindir, geçmişlerindir, geleceklerindir, ilkesizliğindir, sonsuzluğundur. Her şeyde Atatürk! Yerde O! Gökte O! Denizde O!.. Varda O!.. Yokta O! Her şeyde O! .. Atatürk! Onun yüreği okyanustur: Türk için; yat için! Barış için; insanlık, insanlık, insanlık için köpüklenip dalgalanır. Her şey (O)'dur; (O) her şeydir. Her şeyde Atatürk! Yerdedir, göktedir, sudadır. Görünmezi görür! Bilinmezi bilir. Duyulmazı duyar! Sezilmezi sezer, ezilmezi ezer! Hep, her O’dur! Her şeyde Atatürk! Elimizi yüzümüze; Gönlümüzü özümüze kapıyoruz. Biz sana tapıyoruz! Her yerde; her şeyde; her işte, her gidişte; hep (O)! Hep (O)! Hep (O)! Hep Atatürk! Ey dilim bu ne dildir? Bu dili acuna bildir! Ah! Atatürk! En büyüksün en büyük! Bir dizginsiz at gibi, bırak beni koşayım! Gösterdiğin kırana coşayım, ulaşayım! Varsın! Teksin! Yaratansın! Sana bağlanmayanlar utansın! Ah! Nolaydın, nolaydın; sade Türk'ün olaydın. Altınsel oldun Atam! Evrensel oldun Atam! Mutlarda günler bana. Umulmaz ünler bana. Bu sesim: İçten geliyor içten! Beni sen yaratmadın balçıktan kerpiçten! Beni benden yarattın, kendini bana kattın Atam, Atam, Atatürk! En büyüksün, en büyük! Aka Gündüz ----- ATATÜRK'E TEKBİR Atatürk ekber! Atatürk ekber! Ancak O var Atatürk! Evliya odur, Peygamber odur, Sanatkâr Atatürk. Talihe hâkim, Zekâya önder, Doğma serdar Atatürk. Bunları geçti insan büyüğü: Kendi kadar Atatürk! Atatürk ekber! Atatürk ekber. Bizde O var. Atatürk! Ne evliya, ne de peygamber.. Halkına yar Atatürk!” Behçet Kemal Çağlar ----- ATATÜRK MEVLİDİ (Tam metni bulamadım/trradomir) Millet adın zikredelim bir kere; Vâcip oldur cümle işte Türklere. Şevk ile Türküm dese bir dem lisan, Dökülür cümle hüzün misli hazan İsmi pâkin pak olur zikreyleyen, Her murada erişir Türküm diyen Mağra devri anda evler var idi, Türk yetişkin, başkalar barbar idi. Hak Teala çün yarattı Türk’ü ilk Dedi, ‘Üç kıta da olsun ona mülk.’ Mustafa nurunu alnına koydu, ‘Bil! Kemal’in nurudur, ol nur!’ dedi.” Ger dilesiz, bulasız oddan necat, Mustafa-yı ba-Kemal’e essalat!” Ol Zübeyde, Mustafâ’nın ânesi Ol sedeften doğdu ol dürdânesi! Gün gelip oldu Rızâ’dan hâmile Vakt erişti hafta ve eyyâm ile. Mustafa’nın gelmesi oldu yakin, Çok alâmetler belirdi gelmeden. Der Zübeyde çünkü vakt oldu tamam, Kim vücude gele ol hayrülenam. Geçti böyle, nice ay nice sene Vakt erişti bin sekiz yüz seksene. Merhaba ey canı canan merhaba, Merhaba ey derde derman merhaba. Merhaba ey asi millet melcei, Merhaba ey inkilâplar menşei. Merhaba ey baş halâskâr merhaba Merhaba ey ulu serdâr merhaba! Ger dilersiz bulasız şevkü necat, Can verin tek Türk’e râm olsun hayat. Ger dilersiz, bulasız kalktan necat, Atatürk’e Atatürk’e es selât. Ol zamanda eylemiş tâlim meğer, Mustafayı harbiyeye verdiler. Başka fanilerle farkı gördüler, İnönü’de Atatürk’ü gördüler. Ger dilerseniz bulasız şevk-ü necat, Atatürk’e Atatürk’e selât... Behçet Kemal Çağlar ----- ÇANKAYA Burada erdi Mûsâ Burada uçtu İsa Bülbül burada varsa Hürriyet için öter. Ne örümcek, ne yosun Ne mûcize, ne füsun... Kâbe Arab'ın olsun Çankaya bize yeter... Kemalettin Kamu ----- ATATÜRK'E SESLENİŞ On bin yıl herkese boşa baş vurduk; Bütün bir ırk,seni aradık durduk, Sana geldik sonsuz mesafelerden; Sıyrıldık sayısız efsanelerden Tek sana inanan akıllarız biz! Sen selsin mecranda çakıllarız biz... Her yıl biz o damar,her yıl okan sen; Bak;Kalblerden çağıl çağıl akan sen. Seninle gönüller her an temasta "Atatürk" dendi mi doğrulur hasta "Atatürk" dendi mi dolar gözümüz; "Atatürk, Atatürk" bu, baş sözümüz. Başını bekliyor her boş duran diz; Biz bir gün saparsak fırlar kalbimiz. Yola düşer birden açtığın izde; Adın besmeledir her işimizde. Açan al gülümüz her sonbaharda, Yarın bir iskelet olsak mezarda. "Atatürk" çığrışır kemiklerimiz, Nimetinle dolu iliklerimiz... Behçet Kemal ÇAĞLAR ----- BÜYÜK ATA'YA Koca bir güneşin akşam olmadan Dağların ardından sönüşü gibi, Millete can veren vatan yaratan Tanrı'nın göklere dönüşü gibi, Ölümün içimde bir yara, Atam. Derdimi kimlere döküp anlatam!, Vatanın dağları güz rengi aldı; Dün sabah tanyeri bayraktan aldı; Ne yıldız, ne güneş görmeyen gözlüm, Odamda resmine takıldı kaldı. Sana can verip de ben ölsem Atam! Derdim ki kimlere dökülüp anlatam! Ölüm bu vatanı koydu Atasız, Hepimiz öksüz, günümüz gece; İsmini andıkça ağlayacağız, Dilimizde adın ilk ve son hece. Kör olsun sana yaş dökmeyen, Atam! Derdimi, kimlere döküp anlatam! Bağışla yanıldım, hayır ölmedin; Göklerde değilsin gönüllerdesin, Soyumun kalbine geçeyim dedin, Gönülden gelecek her zaman sesin. Her zaman ırkıma büyük Baş Atam Tanrılaş gönlüme, Tanrılaş Atam! MEHMET NURETTİN ARTAM ----- BİZSİZ GİDİYOR Fecre benzettiği bayrakla kefenlenmiş Ata, Çıktı bir kor gibi mermer kapısından sarayın. Gönlümüz, bayrağı öğrendiği günden beri ta Duymamıştır bu kadar hüznünü yıldızla ayın! Gidiyor, gizleyerek sır gibi bizden sesini, Çıkıyor, ilk olarak bir yola Başbuğ bizsiz. Biz, ki dünyada, bırakmazdık onun gölgesini, Bu ne hicranlı seferdir ki beraber değiliz. Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil, Kanlı bir gözyaşı nehrinde muazzam tabutun. Ey ilâhın yüce davetlisi, göklerden eğil, Göreceksin, duruyor kalbimiz üstünde putun! Sen ki Gayya’ya düşen on yedi milyon Türk’ün Dehşetinden sararırken yüzü yaprak yaprak, Onu bir hızla çevirmiştin ölümden daha dün: Tunç elin, yalçın iradenle kolundan tutarak. Ve bugün on yedi milyon geliyor bir yere de, Ebedî yolculuğundan seni döndürmek için -Onu yoktan var eden sendeki derman nerede? Gücü ancak yetiyor kabrine yüz sürmek için Faruk Nafiz ÇAMLIBEL ----- 1919-1933 (Kısa bir bölüm/trradomir) ...O kimdir? Bir milletin sesi vardı ağzında, On dört milyonun nabzı çarpıyordu nabzında. O kimdir?, Geçtiği yer dönüyor gün vurmuşa, Can veriyor sararmış ota, yaralı kuşa. O kimdir? Gözlerinde bir tılsım gözleniyor, Bastığı topraklarda bahar filizleniyor. Alev saçlı bir volkan bazı bir dağ başında, Bazı beliriyordu bir damla göz yaşında. Güneşten birer oktu ondan gelen her emir. Bu okların altında eriyor dağ, taş, demir. O kimdir? Milyonla Türk birleşip bir tek olmuş, Yıkılan memlekete kolları destek olmuş Öz yurdun içlerinde düşman kurarken pusu, Bir yandan da yürüdü Halife'nin ordusu. Birisi gök yüzünden bombalar atıyordu. Biri elinde salip; biri elinde Mushaf, İçli dışlı düşmanlar geliyorlardı saf saf. Bunların karşısında göğsü açık bir azim, Süngüye, topa karşı diyordu: Zafer bizim! Bunların karşısında iki şimşekli nazar Diyordu: bu topraklar size olacak mezar! Vatan sürüklenirken bir uçurum ucuna, Dağılan kuvvetleri topladı avucuna. Topladı avucuna yıldırımı, şimşeği, Yoktan var ediyordu Tanrı gibi her şeyi. ... Yusuf Ziya ORTAÇ ----- ANT Ant içtik, Ata'm, gitmeye gösterdiğin izden Ruhun tutacaktır bizi her gün elimizden. Çiğnenmeyecek göklere yükselttiğin ülkü Ta arşa çıkardın yere düşmüş ulu Türk'ü! Atmaz bir adım arkaya Türk'üm diyecek genç Yoktur seni inkar edecek...varsa ne iğrenç! Cennetse bu yurt, sen onu buldun da harabe Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kabe! Göğsünde bu yurdun tütedurdukça ocaklar Eksilmeyecektir sana kan ağlayacaklar. Bitmez yaşımız ruh kalabildikçe bedende Mahşerde bir önder bulacak Türk yine sende. Bir ay gibi Türk'ün sönük ufkunda belirdin, Öldün denemez, tarihe sen dipdiri girdin. Kaç paslı beyin bir ucu çıkmaz yola dalsa Gençlik, Ata'nın yolcusudur bir kişi kalsa. Türk'üm diyen artık bir akisti o güneşten, Bağrındaki iman bir alevdir o ateşten. Binbir saf olup ardına düşmüşse bu ülke, Türk'ün şefi sendin, kalacaksın Ata Türk'e. Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun, Türk ırkinin en son ulu peygamberi oldun! Tutsak seni layık yüce Tanrı'yla müsavi Toprak olamaz kalp doğabilmişse semavi! Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses, İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez! Ant içtik Ata'm, gitmeye gösterdiğin izden, Ruhun tutacaktır bizi her gün elimizden. Edip Ayel ----- İZİNDE Her dünya! Yeryüzü! Sarsıldı, yarın, çök, Neysen bugün göster: Delin, boşan , gök! Kendini yere çal, parçalanan tarih! Ey Timur, Atilla, Yıldırım, Fatih; Alparslan, İskender, Cengiz, Napolyon! Ey evvelce ölen yüzlerce milyon! Kafi değil gökten muhayyel tavaf: Kalkın mezarlardan, toplanın saf saf; Doğrulun: Gelen bir eşsiz kahraman, Doğrulun: Geliyor en büyük insan... *** ... *** Kaç yıldır Türkçe'ydi Tanrının dili; İnsana ne ilah ne sevgili Ne de ana-baba aratıyordu; Her an yaratıyor, yaratıyordu. Birlikte gönüller ona imanda, O ateş yanar da her damla kanda, Yolumuzda öncü, ışık hızdı O, Elimizden tutan babamızdı O, Ana şefkatiyle seven ilk erdi; Damarlarda kandı, gözlerde ferdi, Tekti, hepimiz, bizdendi, bizdi, O bizim her şeyimiz... Ecel, alacak ecel; ne yüzle kıydı Fani olmasaydı, o da Tanrıydı: Gerçi et-kemikti onun da dışı Ama semalara denkti bakışı Saçları alevdi, ruhu alevdi, Bütün dünya onu tanıyıp sevdi, Dünya baştan başa ona hayrandı. O eşi bir daha gelmez insandı On bin yıldan beri aranan sancak... Bir-iki çocuğu nihayet beş-on; Biz şimdi öksüz on yedi milyon. *** O gitti, Türklük var; Türklük; Türklük var! Ruhumuzda inan, gözümde yaş, Acından tek kalbimiz, ödevde tek baş; Milyonlarca adım, tek hedef, tek iz; Onun davasının iradesiyiz. Behçet Kemal Çağlar ----- KAHRAMAN Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün; Seni gördük sesimiz Hak'ka yalvardığı gün, Seni gördük bir mazi dağları sardı ses ses, Bir Akdeniz dalgası buldu içinde herkes... Sana çıkar bu yurdun ararsak son yolu da, Kutlu bir Tanrı oldun güzel Anadolu'da. O kadar eskisin ki şimdi ruhumuzda sen, Bulursun bu sevgide asırları istersen. Ararsan bakışında uzun ovalar erir, Dinlersen gönül denen yüce dağlar ses verir. Bir dünya, bir millete düşman olduğu zaman Sana büyük hızını verdi nabzındaki kan.. Dört sınırın ucunu getirdin bir araya, Dört bucak sevgisini topladın Ankara'ya. Sesin, bir tılsım gibi, yurdu dolaştı yer yer Ve senden öyle keskin hız aldı ki gönüller, Yüzyılda giden vatan bir anda geri geldi... Sonra sanki ruhunda kartal sesleri geldi; Sanki yeni bir ışık süzüldü gözlerinden Ve bir fert, tek başına, bir millet yarattın sen. Bastığın yer tarihten yer alırmış, yok, değil: Bir gününe bir tarih bağışlasak çok değil! Çok değil, kanımızın rengini süze süze, İsmini döğmelerle işlesek göğsümüze.. Çok değil göğsümüzün içine çizsek seni. İsterse bundan sonra ufuk yansın, gök yansın; Çünkü sen bu milletin umduğu kahramansın... Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün; Seni gördük sesimiz Hak'ka yalvardığı gün. Fazıl Hüsnü DAĞLARCA ----- ÇANKAYA Ey neftî gölgesinden uzanıp birkaç dalın Şeref rüyalarına dalan yeşil Çankaya! Nasıl kanatlarını sakladın o kartalın, Nasıl yettin yıllarca onu barındırmaya? O ki sarsıntısından taçlar düşerdi taçlar, Nasıl saydın korkmadan göğsünün çarpışını? Nasıl ateş almadı onu görmüş ağaçlar, İçinde yanan güneş yakmadı mı dışını? Arzı oynatmak için yeterken her adımı Yanardağlar bulurken kül olmuş her yığın dağ, O seni yıkmadı mı, o seni yıkmadı mı? O eşsiz kahraman ki dünya ağırlığında: On milyon bel iki kat olmuşken eğilmeden Onda on beş milyonun boynu birden uzaldı, Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden Taptığımız ne varsa hepsi ondan şeklaldı. Şeref rüyalarına dalan yeşil Çankaya, Gölgesi baş döndüren bu sırrı anlat bize: Nasıl yettin yıllarca onu barındırmaya, Seni böyle ebedî kılan hangi mucize? Faruk Nafiz ÇAMLIBEL ----- MUSTAFA KEMAL İlk adam Mavi gözlerle Baktı toprağa, Toprağın haritasını çizdi bayrağa Allah değil O yazdı Yedisinden kız çocuğum Hamur yoğurdu, Yetmişlik anam çocuk doğurdu cephe için İlk adam Mavi gözlerle Baktı toprağa, Toprağın haritasını çizdi bayrağa Allah değil O yazdı Alın yazımızı Ninem Saçına kına bağladığı bezle bağladı Kan akan dizlerimi... Geçti çıplak rakımlarıyla kavga yılları Elimden tuttular Şehrin geniş stadlarında toplananlar için Bana şiir okuttular Yeni doğanlar alkışladılar sözlerimi İlk adam Mavi gözlerle Baktı toprağa Toprağın haritasını çizdi bayrağa, Allah değil O yazdı Alın yazımızı. İLHAMİ BEKİR TEZ ----- Aşağıdaki alıntılar da 29 ekim 1938'de yayınlanan Cumhuriyetin Şeref Kitabı'ndan. Çoluğa çocuğa birşeyler yazdırmışlar, en pespaye dalkavuklukları seçip basmışlar. Mesela: *ATATÜRK'E Hiç kimsenin ağzından , ne babam , ne annemden , Senden büyük bir varlık adını duymadım ben . Beynime sığabilsen , seni anlasam biraz ; Çünkü seni tarih te , ozan da anlatamaz. ... Sana güneş mi desem , Tanrı mı desem sana ? Ey Atam , kıvılcımlı gözlerinle bak bana. Önünde eriyerek ışığına kanayım, Beyaz bir çiçek gibi nurunla yıkanayım.. Göğsümü gere gere nasıl ufka haykırmam , Çünkü bütün dünyada en büyük insan Atam . Yusuf Öner-5. sınıf *ONUN DESTANI Selanikten yüceldi ilahların bir eşi ; Doğuşuyla kararttı gökte sanki güneşi .. Türklüğü o kurtardı bir muhakkak ölümden , Ve böylece kurtuldu en büyük hak ölümden ... Kurtulmalıydı vatan ..Doğruydu.. Fakat nasıl ? İşte bu konuşuldu kongrede muttasıl . Bütün millet bir olup sarılmalı silaha, Kurtulmak , kurtarmakta hacet yoktu Allah'a! ... M. Özdemir Ağat-Trabzon Lisesi *ATATÜRK – CUMHURİYET Bin dokuz yüz yirmi üç , yirmi dokuz ilk teşrin , Cumhuriyet kuruldu , hakkımız bayram yapmak . Ey gökteki melekler , siz de göklerden inin , Yılda bir borcunuzdur , Cumhuriyete tapmak. Remzi Kaygulu-Orta 1 *ATATÜRK VE CUMHURİYET İçten gelen hislerle seslerle söylüyorum , bir Atatürk uğruna dünya yansın diyorum Dumlupınar yarattı , ruhları yeni baştan Her Türk kuvvet alıyor ruha doğan o baştan . Cumhuriyeti kurdu Türkün kutsal elinde ; Yaratmak , işte budur , Allahların dilinde. Kalbimin bahçesinden lale, gül dereceğim Her yıl cumhuriyetin yoluna sereceğim Mahir Abdumlu-Lise 2 *HEYKELİN KARŞISINDA Ufukta sonsuzluğu çizen kudretli bir el Göklere yükseliyor ilah gibi bir heykel , Bu varlığın önünde bir dakika dize gel Bu taş daha kutsaldır o kabenin taşından Leman Çiçekdağı-Orta 3. sınıf -------------------------------------------------------- *Daha çok var, ama şu alçaklıkla bitsin: Muhammed büyük bir murşid, Aristo alemşümul bir filozof, İskender muhteşem bir asker, Bismark yaman bir siyasi, Lenin dehhas bir inkılapçı, Danton sehhar bir hatip fakat M. Kemal en üstündür Suat Tahsin
  7. Değerli n-f-k.com üyesi arkadaşlar, pek ismi bilinmese ve telafuz edilmese de üstadın önemli kitap serilerinden birisi Çerçeve serisidir. Bu seride, Üstadın, 1939'dan 1978 yılına dek kaleme almış olduğu Çerçeve başlığını taşıyan günlük fıkraları derlenmiştir. Seri, konu başlığından anlaşılabileceği gibi 5 kitaptır ve Üstadın günlük hadiseler üzerine yaptığı tahlilleri müşahede etmek ve onun bazı genel hükümlerini okuyarak feyizlenmek için tercih edilmesi, okunması gereken bir seridir. NFK-Fan adminimizin Üstaddan bölümünde açtığı başlıklardan kısm-ı azamı bu kitaplardan iktibastır. Serinin birinci kitabında, Üstad'ın 25 Ocak 1939-15 Ekim 1939 tarihleri arasında kaleme aldığı Çerçeve yazıları yer alıyor. Bu yazılar, Üstad'ın, daha sonra pek çoğu Savaş Yazıları 1'e girecek olan çerçevelerini ihtiva ediyor ve genellikle, o günlerde çıkma ihtimalinden bahsedilen, neticede de patlak veren savaşın gelişimi ile ilgili bazı tespit, tahmin ve tahlilleri barındırıyor. Üstad'ın ne kadar ileri görüşlü bir insan olduğunu görüyoruz Çerçeve 1'de. II. Dünya Savaşı ile ilgili yazıların yanısıra, Üstad'ın bazı vaka-yı adiyeden gündelik mevzularla ilgili kaleme aldığı, edebi mahiyet belirten bazı lezzetli yazılarına da rastlamak mümkün oluyor bu kitapta. Çerçeve 2, 18 Temmuz 1943 ile 18 Haziran 1954 tarihleri arasında kaleme alınan Çerçeve yazılarını içermekte. Bu eserdeki çerçeveler arasında uzun aralı kopuşlar mevcut, bu da kitabın daha fazla sayıda dönüm noktası etrafında oluşmasına vesile olmuş. Çok partili döneme geçişimizi ve CHP'nin en din düşmanı zamanlarını üstaddan okumanın aydınlatıcılığının yanısıra, kitabın ilerleyen kısımlarında DP iktidarının yol açtığı problemler ve idealist bir fikir adamının, mevki sahiplerini davası uğrunda nasıl yönlendirmeye çalıştığının, verdiği ulvî mücadelenin müşahhas bir misali bu kitapta taliplilerini bekliyor. Çerçeve 3, 31 Mart 1956'da başlıyor ve 13 Temmuz 1965'te son buluyor. Bu eserde Üstadın DP döneminin sonlarına doğru ilerlendiği bir hengamede kaleme aldıklarını okumak mümkün. Lakin, ihtilallin ayak seslerinin duyulmaya başladığı döneme ait çerçeve yazıları bulunmadığı için, ihtilal öncesi dönemle ilgili herhangi bir yazı okuyamıyoruz; yani, 1957, 1958, 1959, 1960 tarihlerine ait herhangi bir yazı olmaması biz üstadsevenlere ahlar, vahlar ettiriyor. Bu arada, ihtilalin ayak seslerinin duyulmaya başladığı dönemle ilgili yazıları Başmakalelerim 2'den takip edebilmenin mümkün olduğunu söyleyelim ve devam edelim. 1956 Büyük Doğularında yazılan Çerçeveleri, 1965 tarihli Çerçeve'ler takip ediyor. Üstad'ın ihtilalden sonra uzunca bir süre hapishanede tutulması, ihtilalle ilgili taze yazıları okuma fırsatını elimizden alsa da ikinci kısımdaki Çerçeve'lerle ihtilalin genel bir panaromasını takip etmek mümkün olduğu gibi, ihtilal sonrası yönetim, senato, İnönü, Demirel ve diğerlerine dair fikirleri de okuyabiliyoruz. Çerçeve 4, 1 Temmuz 1966 tarihindeki Çerçeve'lerle başlıyor ve 9 Mart 1978 tarihinde son buluyor. Bu kitaptaki çerçevelerin ilk kısmı, Çerçeve 3'dekilerin devamı olmasa da hadisatta ciddi bir tebeddül vukuu bulmadığından, kitapların birbirinin devamıymış gibi durduğunu söylesek hata etmiş olmayız. 1967'de kesilen ilk kısım, tarihsiz bazı Çerçevelerle devam ediyor ve 1974'teki bazı genel nitelikli çerçevelerin ardından, 1977-1978 çerçeveleriyle devam ediyor. Bu kısımda 1980 darbesini hazırlayan hadiselerle ilgili çok net tespitler göremiyoruz, fakat dikkatli bir nazar olup biteni izleyerek ihtilalin doğuşunu hissedebilir. Üstad bu çerçevelerde daha ziyade devrin siyasi aktörlerinin sefaletini deşifre etmekte, onları doğru yola iletmek için ilerlemiş yaşına rağmen dipdiri bir mücadele vermektedir. Çerçeve 5, Çerçeve 4'ün tam manasıyla devamıdır; 10 Mart 1978'de başlayan yazılar 26 Aralık 1978'de son bulmaktadır. Kitabın ilk kısımları, Çerçeve 4'ün ikinci kısmının konu yönüyle devamı olsa da, kitabın son kısımlarına doğru tırmanan şiddet olaylarına dair mühim çerçevelerle karşılaşıyor, 1980 ihtilalini hazırlayan şartları tüm çıplaklığıyla izlemeye başlıyoruz. Üstad, 5 cilt ve toplamda 1300 sayfa kadar tutan Çerçevelerini, şöyle bir veda ile tamamlıyor: "- Maraş hâdiselerine dair şu anda bir kıymet hükmü belirtmekten çekindiğim ve belirtecek olursam manâların nasıl bir bomba dehşetine dönüşeceğini ve hangi tarafın ekmeğine yağ süreceğini tahminden âciz olduğum şartlar altında vaziyet açıklık kazanıncaya kadar kalemimi susturuyor ve bu ana-baba gününde başka mevzulara el atmayı da sefalet telâkki ediyorum. 'Mevlâm görelim neyler? Neylerse güzel eyler!'"... İçerisinde yaşadığı dönemin hadiselerine direkt tesir etmiş olan ve aydınlık bir nesli yetiştirmenin mücadelesini tüm zor şartlara rağmen büyük bir gayretle vermiş bulunan Üstad'ın Çerçeve'lerini okumak; onu, mücadelesini ve fikirlerini tanımak için elzemdir. Temin edilsin, okunsun.
  8. Aşağıdaki parça; Hüseyin Üzmez'in genelinde hapishane hatıralarını anlattığı, 'Çilenin Böylesi' ismini taşıyan eserinden iktibastır. Hapishane hatıralarını okumak çok ilginç oluyor. Hüseyin Üzmez'in üslubundan başlı başına dikkate şayan olan hadiseleri okumak ayrı bir zevk. Hoşunuza gideceğini umuyorum, üzerinde biraz düşünürseniz de pek âlâ olur. Hapishane, ayrı bir alem... Bir sabah "Topuz öldü..." dediler. Topuz çay ocağının garsonuydu. Garibanlardan biriydi. Akşamdan hastalanmıştı. İdareye haber vermiş, birşeyler yapsınlar diye ısrar etmiştik. Dinleyen olmamıştı. Ne doktor gelmişti, ne de hastahaneye kaldırmışlardı. "Numara yapıyor..." demişlerdi. İnanmamışlardı. İşte şimdi ölmüştü. Topuz ölmüştü. Bir çıra gibi söndürmüşlerdi. Bir nefeste gitmişti. 70 lik anasına sadece "Öldü..." diyecekler ve çamaşırlarını kucağına sıkıştırıp savacaklardı. Topuz kaskatı olmuştu. İri, yeşil gözleri kapanmıyordu. Hangi saatta öldüğünü kimse bilmiyordu. Bir fısıltı dolaştı. "İsyan edelim..." dediler. İsyan... Bu asil söz bu hapishanede ilk defa söyleniyordu. Ruhlara gizli bir ışık doldu. Nabızlar canlı canlı atmağa başladı. Başlar yavaş yavaş dileniyor, gözler parlıyor, diller çözülüyordu. "Evet isyan edelim.... Hastahaneye kaldırsalardı arkadaşımız ölmezdi." Kalktılar... Ranzaları kapıların arkasına dayadılar. Koridorlarda barikatlar kurdular. Yemek masalarının ayaklarını kırıp ellerine aldılar, bağırmağa başladılar: —Ulan Allah'sızlar... Ulan zâlimler... Gelin de hepimizi öldürün... Öldürün. Yaşatmayın.... Ayaklanma bir anda diğer koğuşlara da sıçradı. Kapılar kırılıyor, camlar, çerçeveler indiriliyordu. Jandarma dışarda ateş etmeğe başlamıştı. Müdür hoparlörde durmadan sükûnet tavsiye ediyordu. Bir ana baba günüydü. Bu düşünülmeden yapılan, aniden patlak veren bir isyandı. Elebaşısı yoktu. Kolay kolay hâkim olunamazdı. Arkadaşlar bana akıl danışmağa başladılar. Kendiliklerinden ayaklananlar beni tabiî elebaşı sayıyordu. İş bir defa çığırından çıkmıştı. Akıllıca idare etmekten başka çare yoktu. İdare ölüyü almak istiyordu. Bizimkiler vermiyorlardı. "Otopsi yaptıracağız, neticeyi ve ölüm sebebini size bildireceğiz..." diyorlardı. Bir mahkûm coşuyordu: "Otopsi yaptırmakla ölü mü dirilir?... Siz kimi kandırıyorsunuz?..." Saatlar geçti. Mahkûmlar ölüyü vermemekte direniyordu. Kolordu'dan takviye kuvvetleri gelmişti. "Ateş edeceğiz... Hapishaneyi yakıp yıkacağız... Teslim olun..." diye bize son ihtarda bulunuyorlardı. Jandarma baş gediklisi Ömer Çardakkaya hapishanenin çatısına çıkmış avazı çıktığı kadar bağırıyordu: "Ulan ben kimim, bilyonguz mu ben kimim?... Deniz, kara, hava kuvvetleri hücum..." Havaya ateş ediliyordu. Kadın koğuşundan bir kadın çatıya bir tencere fırlattı. Tencere Çardakkayanın kafasına değdi. Çardakkaya çatının üzerine yuvarlandı. Az kalsın işçi koğuşunun avlusuna düşecekti. "Abaaav... Abooooovvv..." diye bağırıyordu. Kalkınca yine gürlemeğe başladı. "Ulan ben devletim... Yakarım sizi... Ordular hücuuum.." Tak.. Tak.... Tak... Raak...Güüüüüm... Ben "Ölüyü verelim. Ama peşini de bırakmayalım. Şikâyet edelim. Meşru yoldan hakkımızı arayalım. Bu kadar gürültü olduktan sonra artık olayı ört-bas edemezler..." diyordum. Bu noktada sözümü dinlemiyorlardı. Ölüyü kati'yen vermeyeceklerdi. Bir kaç saat sonra idare de ısrar etmekten vazgeçti. Gelen takviye kuvvetlerinin başında bir yüzbaşı varmış. "Yahu, bunlar ölüyü ne yapacaklar?.. Varsın kalsın..." demiş. Müdür itiraz etmiş: "Yüklenin, ateş edin... Devlet otoritesi yerde kalamaz..." diye bağırmağa başlamış, dinlememişler... Artık bağıra bağıra yorulmuştuk. Saat 20 yi geçtiği halde gelen giden yoktu. Topuzun ölüsü "devlet otoritesi" gibi yerde upuzun, kaskatı yatıyordu. Geç vakitlere kadar oturduk. Yine bir ses çıkmadı. Arkadaşlar yataklarına birer birer çekildiler. Artık uyumak istiyorlardı. Bir türlü uyku tutmuyordu. Topuz işte şurada yatıyordu. Kazık gibi kaskatı, gözleri tavana kakılmış gibiydi... Nereye baksalar O'nu görüyorlardı. Gözlerini yumsalar yine Topuz karşılarındaydı. Arada bir şurada burada yatanlar başlarını kaldırıp Topuz'a bakıyor, sonra tekrar yatağa gömülüyorlardı. Bazıları Topuz'un nefesini kulaklarının dibinde hisseder olmuşlardı. Ölünün yakınında kimse kalmamıştı. Fısıltı halinde biribirlerine hortlak hikâyeleri anlatmağa başladılar. Bir ara bir sessizlik öldü. Birkaç dakika sonra öyle bir çığlık koptu ki bütün koğuş ayağa fırladı. Süleyman Nazlı rüya görmüştü. —Topuz gırtlağıma sarıldı.... Diyordu. Bir başkası da üzerinde bir ağırlık hissetiğini söyledi. Diğer biri "Vallahi de, billahi de ben Topuz'u kefenli halde şu karanlık köşede gördüm." diyordu. Rauf Dayı "Marko Topuz'un üzerinden atladı..." dedi. Marko idarenin kedisiydi. Mahkûmlara gelen et ve kıymanın yarısını arama sırasında gardiyanlar Marko'ya verirlerdi. Miyavladığı zaman öküz böğürüyor sanardınız. Haram yiye yiye dana gibi olmuştu. Cinci Hoca fırladı: "Bir kedi ki bir cendegin üstünden atlaya, vallahü a'lem bil'hayr ola ki o ölü hortlaya... Bunun kitabı kebairi imamı Bir-givi kaddes Allahü sırrel ervahta yeri vardır." diye fetva verdi. (Tabiî atıyordu.) Posta Müdürü Hayati Bey söze karıştı: "Canım görüyorsunuz ki herif şurada yatıyor.... Hortlamış olsa şu soğuk betonda durur mu?... Haydi uyuyun, haydi... Bırakın böyle saçma şeyleri..." Yattılar... Yarım saat kadar sonra Ahmet Kahraman yatakta doğruldu: —Arkadaşlar dedi. Ben helaya gitmek istiyorum, benimle birlikte gelen var mı? Altmış kişi birden fırladı. Hepsi hela tarafına koşuşmağa başladılar. Yer dardı tabiî... Sığmazlardı. Şuraya buraya serpiştirip döndüler. Süleyman Nazlı en arkada kalmıştı. Nefes nefese içeriye girdi. Deli gibi bağırıyordu: —Bu eşşek oğlu eşşek benden ne istiyor?... Kendisine o kadar iyiliğim vardı. Sigara alırdım, uyuşturucu hap verirdim, parasız bırakmazdım. Demin rüyada gırtlağıma sarıldı. Şimdi de karanlıkta ıslık çalarak beni çağırdı. Vallahi gördüm. Helanın penceresinin arkasından bakıyordu. Beyaz kefenler giyinmişti. Gözleri iri iri, yemyeşil parlıyordu. Yine Ahmet Kahraman atıldı: —Yahu arkadaşlar... Dedi. Biz bunun dirisinden ne hayır gördük ki ölüsünden hayır görelim... İdareye, söyleyelim gelip bunu alsınlar.... Barikatları kaldırdılar, ranzaları indirdiler. Bu sefer de "İlle gelin ölüyü alın..." diye bağırıyorlardı. Şimdi de idare gelmiyordu. O gece sabaha kadar gözümüze bir damla uyku girmedi. Sabahleyin Topuz'u aldılar. Hortladığı bütün hapishaneye yayılmıştı. Herkes bir hikâye anlatıyor, Topuz'u gördüğünü söylüyordu. Topuz'un hayaleti bir türlü hapishaneden uzaklaşmıyordu. Bu korku gardiyanlara da sirayet etti. Artık geceleri çifter çifter nöbet tutuyorlardı. Orta kapının karanlık merdiven altına geceleyin kimse yaklaşmıyordu. Bir gece nöbetçi gardiyanlar orda beyaz kefenler içinde Topuz'u görmüşlerdi. Marko da başımıza belâ olmuştu. Bir böğürdü mü, biz bütün ölüler hortladı sanıyorduk. Topuz için sadakalar verdik, mevlûtler okuttuk... Cinci Hoca kırk Yasini Şerif indirdi. Topuz hâlâ peşimizi bırakmıyordu. Birisi "Topuz'un ruhu Marko'ya geçmiştir...." dedi. "Topuz dindar bir insan değildi. Onun için dualar mevlûtler, aksine O'nu rahatsız eder.... Bunları bırakalım da manevî huzurunda beş dakika saygı duruşunda bulunalım..." Dolandırıcı Muzaffer Bey kalktı. "Sizi büyük Topuz'un manevi huzurunda beş dakika sükûta davet ediyorum..." dedi. Durduk.... Bu da fayda etmedi. Sonra "Topuz hapçıydı, belki de bizden istihkakını istiyordur." dediler. Düşündük, taşındık... Mademki Topuz'un ruhu Marko'ya geçmişti, Öyleyse O'nun niyetine Marko'ya uyuşturucu hap içirelim diye karar verdik. 10 tablet uyuşturucu Nembutel hapını un gibi ufaladılar. Bir tas süte karıştırdılar. Ben de muziplik olsun diye birkaç tane müshil babını ufattım, gizlice tasa koydum. Marko'yu tuttular, ayaklarını sımsıkı bağladılar... Bu da yetmedi birkaç kişi bağlı ayakları üzerine bastılar. Sonra şakaklarını yanlardan sıkıştırdılar, hayvan ağzını açtı. Bir tas südü gırtlağından aşağıya boşalttılar... Böylece hem Topuz'u hoşnut etmiş, hem de Marko'dan intikam almış oluyorlardı. Az mı kıymalarını yemişti bu soyga?... Hem O'na düşmandılar, hem de hürmette kusur etmezlerdi. Çünkü Marko sıradan bir kedi değil, müdürün kedisiydi. Müdür her sabah onu kucağına alır, okşardı. İkinci günü gardiyanlar müdüre "Marko hastalandı..." demişler. "Bana getirin." demiş, getirmişler. Kucağına almış, her zamanki gibi okşamağa başlamış... Aksilik bu ya... Hoparlörler de açık kalmıştı. Biz idarede konuşulanları koğuşlardan duyuyorduk. Biraz sonra büyük bir tarıltı koptu. Biz radyo parazit yapıyor sandık. Müdür bağırmağa başladı: —Tuh... Allah belanızı versin. Elim yüzüm battı... Ne aptal aptal bakıyorsunuz?... Çabuk bir bez getirsenize... Marko pislemişti.... Birkaç gün sonra (18 temmuz 1955 günü) bizi senelik hücreye aldılar. ... ...
  9. KÜLLÜK AKADEMYASI Beyazıt camiine bitişik ağaçlıklı kahve... Arkasını verdiği caminin vakarlı duvarı ve yüzünü çevirdiği lokantanın döner kebabı arasında, bir yer... Her cinsten, sınıftan, mezhebden, zevkten, kılıktan, edadan bir mahşer... Arada bir, musalla taşına varabilmek için bu kalabalıktan yol rica eden cenazeler... islam cenazesi geçerken, frenk muaşeret kitaplarındaki bir kaide titizliğiyle ayağa kalkan zarif adamlar kütlesi... Şu yanda kızlı erkekli, öbek öbek üniversite gençleri... Beride, kısa pantolonların açık bıraktığı nahiyelerden sarışın kılları fışkıran, ham ayvalar kadar sevimsiz Alman seyyahları... Bu tarafta, intişar meydanına çıktığı gün dünya nizamını altüst edecek olao mecmualarının tashihleriyle meşgul heveskârlar... İşte işte, markalı mendil gibi ithaflı şiir dokumacısı şair lokantaya giriyor. Yaşının sayısı kadar manzumesi olmasa da, manzumelerinden çok davetlisi var... İşte etrafını süzen, beyaz keten elbiseli doçent; ağır ağır yürüyen, soluk melon şapkalı deli; yarım saattir tavlada düşeş bekliyen asabi münekkid; burnunu çekerek gaipden haber vereceğini bildiren çingene karısı, eli şakağında, muhatabını düşünmeğe davet eden müteffekkir; tekrarlıya tekrarlıya ezberlediğini unutan ihtiyar dilenci; sıkıldığını belli eden, plastik fedaisi ressam, topaç gibi dönen, kaytan bıyıklı garson; gevrek gevrek gülen genç kız; Lazistan kıyılarını yaşatan, çivit gözlü kemençesi; kimseyi beğenmiyen kumral perçemli bedbin delikanlı; potinlerini sildirmiyenlere öldürecek gibi bakan, çatık kaşlı boyacı külhanbeyi; ve bütün bu unsurlar mecmuasında, şark mahremiyetini enselemiş olmaktan mesut, kırıtan Avrupalı kokona ve saire ve saire... Ah, unuttum. Bakın, parmağımın gösterdiği noktada, soldan üçüncü masada, şıklığından ziyade şıklığa gayreti görünen kavruk saçlı, buruşuk alınlı, zoraki gülüşlü, kamburca bir zat var... Bu zat masasındaki iki kişinin on misli kadar bir zümrece tanınmış ve (*) tanyeri ağarırken pınar başında doğmuş bir şairciktir. Şu anda ihtiyaç içindedir, çünkü şöhretiyle kendisine cin gibi musallat bir şairin, ağız dolusu aleyhinde bulunmaktadır. Lütfen ona, Mısır çarşısına uğrayıp kıskançlık derdine iyi gelecek bir ot aramasını tavsiye ediniz! Yoksa günde 9 saat aleyhinde bulunduğu şair tarafından hasret çektiği şöhrete nihayet kavuşturulacaktır. (Nizam-ı alem) cemiyeti azasının bağdaş kurduğu Küllük Akademyası, burası işte! * Tanpınar 16 Temmuz 1939
  10. NECİP FAZIL KISAKÜREK EN KÖTÜ PATRON ESER: 61 BÜYÜK DOĞU YAYINLARI EN KÖTÜ PATRON — 1 — (Toprak duvarları ve damlarıyle toprak rengi köy... Ne ekim, ne bakım. Hayvanlar bir deri, bir kemik... İskelet halinde sığır, at, eşek, köpek... Müselles apteshane, pislik yolu ve kenarında Cumhurbaşkanı Aytark'ın büstü... Jandarma karakolu... Damında, değneğe asılı, siyah üzerine beyaz at kafası bayrak... Karakolun önünde, elindeki kelepçeyle oynayan jandarma eri... Köy tenha... Genç erkekleri tek-tük. Hepsinin şehirlere aktığı belli. Cami meydanı... Köyün müdir fikri minare, göğe doğru bir şehadet parmağı. Cami avlusunda, palaspareler içinde, sıska, pis ve çirkin çocuklar oynuyor.) — 2 — (Köy kahvehanesi... İçinde birkaç ihtiyar ve köyün gözde delikanlısı Tarkün... Birinci ihtiyar nargilesini fokurdatarak...) 1. İHTİYAR — Tarkün, oğlum sen açıkgözlülükte, atılganlıkta bir tanesin! Hâlâ ne oturuyorsun köyde? TARKÜN — Vaktini kolluyorum amca! 1. İHTİYAR — Anan kötürümdü. Ona bakmak zorundaydın. Ama şimdi? TARKÜN — Mezarı kurusun diye bekliyorum! (İkinci ihtiyar, elinde kahvesi.) II. İHTİYAR — Orta mektep kâğıdın da var senin... TARKÜN — Herkeste ondan tümen tümen. İş diplomada değil, insanda. 1. İHTİYAR — Bas, git, oğlum... Tarkistan köylerinde köpeklerle ihtiyarlardan başka kimse kalmadı... TARKÜN — Bu gidişle köy de, tarla da kalmayacak... II. İHTİYAR — Ya ne olacak? TARKÜN — Aç şehirlerde, aç devlet! 1. İHTİYAR — Devlet köyü ezdi. Herkes başını kurtarmaya bakıyor. TARKÜN — İşte anlayın, bu devletin devletçiliği neymiş? (İkinci ihtiyar Tarkün'e...) II. İHTİYAR — Bu lâfı hep duyuyoruz, anlatsana bize devletçilik ne demek? TARKÜN — Bunların anladığına değil de yaptığına göre devletçilik, insanların haklarını devlette toplayıp onları eli boş bırakmak demek... İnsansız devlet... I. İHTİYAR — Sen bu aklınla kalk, şehre git oğlum, yalnız kendini değil, belki Tarkistan'ı da kurtarırsın... TARKÜN — İş bana kaldıysa Tarkistan battı demektir. I. İHTİYAR — Hani senin bir şarkın vardı ya, nasıldı o?... TARKÜN — Atıl, saldır, davran, başar! Yaşayanlar böyle yaşar! 1. İHTİYAR — İşte bu şarkıyı söyleyerek git! — 3 — (Jandarma karakolu önünde lüks bir otomobil durur. İçinden üç mebus iner... Mebusların başı jandarmaya...) MEBUSLARIN BAŞI — Oğlum, biz Devletçi Parti mebuslarıyız... Hemen koş, halkı cami meydanına topla!... (Koşarak bir iki adım atan jandarmaya, arkasından) MEBUSLARIN BAŞI —Ha, dur, oğlum!. (Jandarma durur, döner.) MEBUSLARIN BAŞI — Yolda çok susadık, Gelirken bir desti su da bulsan iyi olur. — 4 — (Mini mini bir kızcağız, sırtında bir desti, ilerden geliyor. Jandarma bir atılışta destiyi kızın omuzundan çekip alır, mebuslara götürmeye başlar. Kızcağız ağlıyor... Ağlarken.) MİNİ MİNİ KIZ — İki saatlik yoldan getirdim ben bunu... — 5 — (Mebuslar, şoförün uzattığı bardaklarla çenelerinden akıtarak iştahla su içiyorlar...) — 6 — (Kahvehane. Birinci ihtiyar, Aytark'ın duvardaki taş basması büyük resmine bakıyor.) 1. İHTİYAR — Tıpkı bizim, ihtiyar, alaca öküz... TARKÜN — Keşke, ihtiyar, alaca öküz kadar akıllı olsa... II. İHTİYAR — Susun, yerin kulağı var! (Birden kapı açılır. Eşikte deminki jandarma eri. Jandarma eri bağırarak...) JANDARMA ERİ — Haydi, cami meydanına akıyor millet! Millet vekilleri geldi!. Haydi, çabuk!. (Jandarma eri kapıya vurup gider. İhtiyarlar ve Tarkün ayağa kalkarlar.) 1. İHTİYAR — Azrail, Allahın memuru... Ya jandarmayla tahsildar? TARKÜN — Onlar da, devletin can alıcıları... — 7 — (Köyün cami meydanında mebuslar ve köylüler.... Önde Tarkün ve ihtiyarlar... Mebusların başı, musalla taşı üzerinde... Öbürleri taşın yanında ve yerde... Jandarma da yanlarında.) MEBUSLARIN BAŞI — Bir saatlik konuşmamızın özü nedir? TARKÜN — Seçimler yakın... Bize oy veriniz!. Devletçi partiye... MEBUSLARIN BAŞİ — Soylu Tark ulusunu yalnız devletçilik kurtarır! TARKÜN — Bahtsız Tark ulusunu, yalnız devletçiliğin böylesi batırır!.. MEBUSLARIN BAŞI — Köylüye «Efendi» ismini biz verdik!.. TARKÜN — Biz isim değil, hakikat istiyoruz!.. MEBUSLARIN BAŞI — Toprak reformunu getiriyoruz!.. TARKÜN — Ekilmeyen toprağın reformu... Gömleği parçalayıp herkesin eline bir parça vermek, sonra da onu bütünleyecek ağa yerine devleti koymak. MEBUSLARIN BAŞI — Makineleşiyoruz. Kara sabana, çıkırığa, yel değirmenine paydos. TARKÜN — Makinenin beyni, yüreği ve ciğeri Batılıda kaldıkça karasaban yeğdir! MEBUSLARIN BAŞI — Dışarıya işçi çıkarıyoruz. Memlekete iş bilgisi ve döviz sağlıyoruz! TARKÜN — Bizim işsiz bıraktığımız İnsanları, dışarısı, ham beygir kuvveti diye alıp çalıştırıyorlar! Onlar arabacı, biz beygir... MEBUSLARIN BAŞI — Köylüye açtığımız krediler, dağıttığımız basmalar?... TARKÜN — Krediler bizi yedi, basmaları da keçiler!.. MEBUSLARIN BAŞI — Avrupai usullerimiz, modern aletlerimiz? TARKÜN — Hepsi Avrupalının oyuncakları... Kullanmasını bilmiyoruz!.. Vidası düşünce apışıyoruz! (Mebusların başı Tarkün'e dikkatle bakarak...) MEBUSLARIN BAŞI — Sen şehre git. Köy adamı değilsin! TARKÜN — Niçin? MEBUSLARIN BAŞI — Çok uyanıksın da onun için... TARKÜN—Demek köy sizce uykudakilerin yurdu. (Mebusların başı öfkeyle taşın yanındaki jandarmayı gösterir.) . MEBUSLARIN BAŞI — Seni şu jandarmaya tevkif ettirebilirim ama adaletimizi göstermek için affediyorum! (Tarkün gayet manâlı.) TARKÜN — Teşekkür ederim!.. (Mebuslar, arkalarında Tarkün, köylüler ve sümüklü çocuklar... Karakolun önündeler. Şoför, motorun kapağını kaldırmış birşeyler yapıyor. Yaklaşırlar. Şoför başını kaldırır.) ŞOFÖR — Motor bozuldu. Çaremiz yok. TARKÜN — İşte oyuncağın vidası yerinden oynadı! (Mebusların başı şoföre.) MEBUSLARIN BAŞI — Ne yapacağız şimdi? ŞOFÖR — Çare arayabileceğimiz kasaba, buraya ayakla beş saat... Arabayı götürmeden de olmaz! (Tarkün mebusların başına...) TARKÜN — Ben buldum çaresini!... MEBUSLARIN BAŞI — Neymiş o? (Tarkün hızla dönüp koşa koşa gider. Mebuslar ve köylüler motora eğilmiş bakıyorlar. Tarkün bir elinde iskeletlik bir öküz, öbüründe bir at, uzaktan görünür.) ................. (Devamı için esere müracaat ediniz. // NFK-Fan)
  11. Evet arkadaşlar, bugüne kadar bu bölümde başlığı açılmamış madem, ben açayım... Üstadın en beğendiğim eserlerinden birisi... İlk önce, BD'nin sitesinde nasıl tanımlandığına bakalım: Eserin içeriğini oluşturan yazılar, 1943 ve 1945 Büyük Doğu dergilerinde "Tanrı Kulundan Dinlediklerim" başlığı altında kaleme alınmıştır. Başlıktaki nisbetlendirmenin de ifadelendirdiği gibi eser, Necip Fazıl'ın Efendisinden aldığı feyzin bereketiyle, tarih, fikir, sanat; şiir, roman, hikaye, tiyatro; hâsılı el attığı her mevzuda, "O kapı"ya bağlı "kıymetlendirme ölçüleri"ni billurlaştırdığı bir eserdir. Öncelikle bu ifadede bir bilgi yanlışı var, onu tespitle işe girişelim: Esere göz attığımızda özellikle 200'lü sayfaların ortalarından itibaren, üstadın 1959 yılında kaleme aldığı yazıların da kitapta yer aldığını görüyoruz. Ayrıca muhtelif yerlerde 1946, 1947 ve 1952 yıllarında kaleme alınan pek çok yazı yer alıyor kitapta. Bu kitaplarla ilgili baş sorumluluk mevkiinde olan BD'nin bu bilgi yanlışını yapmasını yadırgadım. Birisi çıkıp diyebilir ki "Bu önemli bir hata değildir", kimse böyle bir şey dememişken ben testiyi kırmadan çocuğu tokatlayan Nasreddin Hoca merhumu yad ederek fikrimi yazayım: "Hayır önemlidir, zira üstadın 1945'teki halinin üzerine 14 yıllık bir tecrübe eklenmiş, devrin şartlarında radikal değişmeler olmuş (en azından zahiri bakımdan), üstadın çizgisi daha da netleşmiştir." Ayrıca kitabın tanımındaki kuruluk ve muallaklık da yakışmamış. Neyse, üzerinde daha fazla durmayalım. Kitap gerçekten harika... Bir yazı dizisi biçiminde olan bu kitap olay akışı ve sunuluş tarzı yönünden bölümlere ayrılmış uzun bir hikayeyi, içerisinde barındırdığı hikmetlerden, derin anlamlardan dolayı da diyaloglarıyla insanı afallatan, insanın beynini didikleyen Shakespeare veya üstad tarzı piyesleri hatırlatıyor. Filibeli Ahmet Hilmi'nin A'mak-ı Hayal'ini okuyanlar bu eser ile Tanrı Kulundan Dinlediklerim arasında tarz, kalite ve kuruluş yönünden birer ortak nokta yakalayacaktır. Üstad, kitapta öncelikle "Onu nasıl tanıdım?" başlıklı bir yazıya yer vermiş ve burada "Tanrıkulu" olarak nitelediği şahs ile nasıl buluştuğunu anlatmış. İlk bakışta akla S. Abdülhakim Arvasi hazretleri gelebilir, nitekim konuşmaların içeriğine dikkat ettiğimizde özellikle bazı yazılarda bu fikrimiz billurlaşabilir; lakin gerek üstadın "Tanrıkulu" ile tanışma esnası, gerek konuşulan mevzular, gerekse diğer tasvirler Tanrıkulu karakterinin bize Abdülhakim Arvasi hazretlerinden de esinlenilerek, üstadın beyninde oluşturulmuş bir hayali kahraman, bir kurguusal şahıs olduğunu anlatacaktır. Kitapta geçen konular arasında neler var? Neler yok ki!... Düşünmek üzerine tahlillerden dildeki hikmete, fikir ahlakımızın teşhisinden Müslüman kesimin tenkidine, Türkiye'deki sağ-sol kavramlarının muhtevasından komünizm gibi sistemlere yönelik ifadelere, zamanın mahiyetinden tabiatın ne idüğüne, Türk İrfanıyla ilgili sohbetlerden marif meselemize, ahlak kavramından ahlakımızın haline ve daha nelere, nelere kadar! Kitabın üslubu ve tarzı hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız sitede yayınlanmış olan ve bu kitaptan alınan bazı yazılara link verelim şurada: - Devrilen Ağaç - Fikir Ahlakımız - Çalışmak - Allah'ım, Seni İstiyoruz! Velhasıl, bu sitedeki üstadseverlerin tümünün, tamamını okuması gerektiğine inandığım bir kitap... Bir define... Bir hikmet manzumesi, bir tefekkür destanı... Vesselam
  12. trradomir

    O Zeybek

    Hazır bahsini etmiş ve konuyu da açmışken, 1950'lerin ortalarında yazıldığını söylediğim şiirin linkini verelim de bütünlüğü sağlamış olalım: http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?showtopic=2096
  13. trradomir

    O Zeybek

    Bu şiir, Menderes hayattayken ona etrafındakilerden dolayı bazen en ağır tarizlerde bulunmuş olan üstadın, Menderes'in katlinden sonra duyduğu elemi anlatma noktasında gayet büyük bir ehemmiyeti haiz. Benim Gözümde Menderes isimli kitapta da vurgulandığı gibi Üstad, Menderes'te cumhuriyet tarihinin o ana kadar gelmiş belki de en temiz şeciyesini görmüş ve onu doğruya yönlendirmek için elinden geleni yapmıştır. Lakin, Menderes'in etrafını saran cücelerin etkisinden yakasını bir türlü kurtaramamış olması hazin bir neticeye gebe olmuştur malesef. Menderes'e 1950'lerin ortasında yazdığı bir şiiri Öfke ve Hiciv'e alınacak üslup sertliğinde olan üstad bu şiiriyle içini döküyor ve herşeye rağmen sadece kendi şahsiyetiyle umut vadeden bir devlet adamının, halis niyet sahibi bir bedbahtın kaybından dolayı duymuş olduğu üzüntüsünü ifade ediyor.
  14. Sayın N.F.K hastaları, Beni farklı yerlerden tanıyanlar bilirler, geyik bir şahsiyet olarak tanınırım. Hatta MSN'de gelip "Canım sıkılıyordu, biraz geyik yapsana" diyenler bile olmuştur, şu şahsı sinir etmiş, kendinden geçirmiştir birtakım zevat. N-f-k.com sitesinde dikkatimi çeken bir şey de bugüne kadar hiç anket açılmamasıydı. Geyik ve bir o kadar da popüler, bu yolla da önemli(!) denebilecek bir konuda anket açayım ve startı vereyim istedim. Malum serbest kürsü, malum free takılıyoruz... Soru ankette yazıyor, hangi takımlısınız? Lütfen burada kimse tartışma çıkarmasın, tartışma çıkarsa admin kardeşlerim bir kilit vursun konuya. Mesaj yazmaktansa oy verelim lütfen. "Ben şu takımlıyım" demenin dışında bir şeyler yazacaksanız ve bunlar polemik oluşturmayacaksa, buyurun. Eyvallah
×
×
  • Create New...