Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

adıgüzel

Editor
  • Content Count

    72
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    2

Posts posted by adıgüzel


  1. SALDIRI ÖNCESİ ÇEKİLMİŞ FOTOĞRAFLAR

    Terörist Hasan Lala’nın ikamet adresinde elde edilen dosyanın içerisinde, PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensuplarının terör örgütünün sözde kırsal alanında üzerlerinde terör örgütünün sözde askeri elbisesi ve silah bulunurken örgütün sözde bayrağı önünde çekilmiş fotoğrafları bulundu. Dosyaların yapılan operasyon öncesi farklı tarihlerde oluşturulduğu tespit edildi.

    FOTOĞRAFLAR SORULDU

    Burhan kod Hasan Lala isimli örgüt üyesinin savcılıktaki sorgusunda şok iddialarda bulunduğu öğrenildi. Savcılık sorgulamasında bu fotoğraflarda yer alan şahısların kimler olduğu, bu örgüt üyelerinin isimleri ve örgüt içindeki konumları soruldu.

    ŞOK BİLGİLER: MURAT BAŞBUĞ’LA ÇEKİLMİŞ FOTOĞRAFLARIM ONLAR

    Bu fotoğraflardan bazıları için Burhan kod Hasan Lala’nın verdiği cevaplar hayret uyandırdı. Lala’nın iddiasına göre, kendisiyle birlikte çekilmiş çok samimi fotoğrafların birçoğu Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un oğlu Murat Başbuğ’a aitti. O fotoğraflardan birinde gerçekten, Lala, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un oğlu Murat Başbuğ’la yan yana görülüyor.

     

     

    MURAT BAŞBUĞ VE LALA YANYANA

    Yukarıdaki fotoğraf, Hasan LALA isimli şahsın ikameti olan adreste -Beşiktaş ilçesi Kültür Mahallesi Ahmet Yesevi Sokak No :4- yatak odasında yapılan aramada bulundu.

    ASKER YAKININA TORPİL

    Hasan Lala adlı terörist, evinde yapılan aramada elde edilen “GEVAŞ İLÇE JAND. ASAYİŞ KOMUTANLIĞI YOLDÖNDÜ KARAKOLU HAKAN TARİ ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER” yazılı doküman hakkındaki savcılık sorusu üzerine, Van’da kısa dönem askerlik yapan bir yakınına yardımcı olmak üzere aracılık etmek için bu notları tuttuğunu söyledi.

    Hasan Lala, “İZMİR GAZİEMİR HAVA OKULUDA KD. ÜST ÇAVUŞ NATO İZMİRİ İSTİYOR ERDAL GÜLER SİCİL 2000/027” yazılı dokümanın ve dokümanda ismi geçen Erdal Güler’in kim olduğunun sorulması üzerine de, bu şahsın İzmir’de Gaziemir Hava Okulunda rütbeli pilot olduğunu ve İlker Başbuğ’un oğlu Murat Başbuğ ile görüştüğünü öğrenen yakınlarının isteğiyle bu şahsın yerinin değiştirilmesi için yazmış olduğu not olduğunu ifade ve iddia ettiği öğrenildi.

     

    BAŞKA ASKER ÇOCUKLARI İLE DE İRTİBATI VAR

     

    Galeri işleten Lala’nın, maddi imkanlarını da kullanarak başka asker çocukları ile de yakınlık kurduğu da tespit edildi ve bu irtibatlar savcılık ifadesinde soruldu. Ele geçen belgelerde, Lala’nın bir reklam ajansına da ortak olduğu ve çok sayıda yerli ve yabancı bayanla fotoğrafların çekilmiş olduğu ve bayanlardan oluşan bu çevrenin etkinliklerde yer aldığı görüldü.

     

     

     

    PKK Zanlısı Hasan Lala ve İlker Başbuğ’un Oğlu Murat Basbuğ

     

     

    KAMUOYU AÇIKLAMA BEKLİYOR

     

    Kamuoyu bu şok fotoğraf ve Hasan Lala adlı teröristin “arkadaşım” iddiasıyla ilgili Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’dan açıklama bekliyor. Cevap bekleyen sorular şöyle:

    *Bu fotoğrafı neyle izah ediyorsunuz?

    *Murat Başbuğ’un Hasan Lala adlı teröristle arkadaş olduğu doğru mu?

    *Doğru ise, PKK’lı olduğunu bilmiyor muydu?

    *PKK’lı Lala’nın asker yakınlarıyla ilgili talepleri yerine getirilmiş midir?

    (Yener Dönmez, Vakit, Haziran 2010)

    ***

    Genelkurmay Açıklaması: ÜÇ YIL ÖNCE ARKADAŞ ORTAMINDA ÇEKİLDİ

    KONUYA ilişkin Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada, şöyle denildi:

    ”Bu fotoğraf, üç yıl önce bir arkadaş grubu ortamında çekmiştir. Haberde yer alan hususlar gerçeği yansıtmamakta. Kişiye ilişkin iddialar 16 Nisan 2009 tarihli İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün yazısından öğrenilmiştir. Ayrıca aynı yazıda, bölücü terör örgütü tarafından gerçekleştirilebilecek muhtemel güvenlik risklerine karşı gerekli koruma tedbirlerinin alınmasına dikkat çekilmiştir. Konuyu başka bir zemine çekerek, istismar etmek isteyenler hakkında gerekli yasal işlemlere başvurulacaktır.”

    Murat-Basbuğ-ve-Hasan-Lala.jpg

     

     

     

    ilker-Başbuğun-Oğlu-Murat-Basbuğ-ve-Hasan-Lala.jpg

    • Like 1

  2. Keşke bu ve benzeri şahıslara cevap vermek yerine daha somut adımlar atsaydı uluslar arası platformlarda. Çünkü Fransa meclisi bu yasa teklifi ilk defa gelmiyor. Her geldiğinde benzeri hazır cevaplılık la bir takım güruhları susturmaya çalıştı.

     

    A kanalda bir eski Fransız büyük elçimiz entrasan bir anekdot anlatıyor. Diyorki onlar Türkiyeyi havlaması bol ısırması olamayan bir köpeye benzetiyorlar. Ve bu gibi kararları alırken de Türkler biraz havlar ama ısıramaz biz bu kararları bal gibi çıkarırız diyorlarmış ne alçaltıcı bir ifadedir bu. Bunu bizim dış işlerimiz duymuyormu? hala siyasi nezaketten mi bahsedilecek merak ediyorum.


  3. Başbakan Erdoğan öyle anlaşılıyor ki, şu kadar İnkılap tarihi bölümünden daha fazla çalışıyor.

     

     

    Geçtiğimiz çarşamba günü yaptığı konuşmayla Erdoğan yalnız CHP başkanının eline iki tarafı keskin bir kılıç savurmakla kalmadı, yıllar yılı Dersim'i unutan İnkılap tarihçilerimize de bir muhtıra vermiş oldu. Bakalım, bu 'Dersim açılımı'ndan sonra da 1937-38 yıllarını yazarken Dersim'de olup bitenleri unutabilecekler mi?

    Unuturlar, unuturlar... İsmi lazım değil, yaklaşık 1500 sayfalık "Gazi Mustafa Kemal" kitabını yazan bir zat-ı muhterem, küçük Mustafa'nın nasıl birdirbir oynadığını geniş geniş anlatırken, on binlerce insanın hayatını ilgilendiren Dersim olaylarından tek kelime söz etmiyorsa bizdeki İnkılap tarihlerinin yazılma amacının, geçmişi açıklamak değil de örtmek olduğunu söylemek zorundayız.

    Dersim denilince öteden beri şu söylenirdi: Efendim, o zaman Atatürk çok hastaydı, yerinden kımıldayacak hali yoktu, Dersim'de olan bitenlerden habersizdi, hatta 'Dersim kararnamesi'ni imzalamaya yanaşmamıştı vs. Sözün özü: Dersim'den Atatürk sorumlu değildi.

    Gerçi Başbakan meselenin Atatürk boyutuna girmekten özenle kaçındı ama CHP'li Hüseyin Aygün, "Dersim katliamından Atatürk'ün haberi vardı." diyerek bombanın pimini çekmişti ve ona karşı parti içinde başlayan isyanın korkusu da aynıdır: 'Bu işe Atatürk'ü karıştırmayın' demek istiyorlar.

    Ben de bunu anlamıyorum: 1937 yılında Atatürk Hatay için şu kadar çalıştı, diyenler aynı yıl gerçekleşen Dersim'den onu dışlayamazlar. Üstelik 4 Mayıs 1937 tarihli Dersim'e uygulanacak zorunlu iskân politikasının dönüm noktalarından biri olan Bakanlar Kurulu kararının altında onun imzası varken... 2. maddede isyan eden mıntıkadaki halkın toplanıp başka yere nakledilmesi istenmektedir. Nitekim Sibel Yardımcı ve Şükrü Aslan'ın dersim milletvekili Diyap Ağa'nın torunuyla yaptıkları görüşmede Atatürk'ün Diyap Ağa'yı çağırıp "Git, aşiretini kedisine kadar al, Dersim'den çık. Çık ama Malatya'yı geç," demiş ve Diyap Ağa da Çankaya'dan aldığı bu tüyo sayesinde Dersim'i terk etmiş ve ailesinin hayatını kurtarmış. ("Herkesin Bildiği Sır: Dersim", s. 426.)

    Bu sözlü tanıklığa inanacak olursak Atatürk'ün bölgede yapılacak operasyonlardan çok önceden haberdar olduğunu ve iyi tanıdığı Diyap Ağa'ya olacakları böyle haber verdiğini görüyoruz.

    armagan01.jpg

    armagan02.jpg

    Atatürk'ün Dersim operasyonuna ne kadar yakından ilgi duyduğunun dolaylı değil de doğrudan delili ise zamanın Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil'in anılarında buluyoruz. Çağlayangil'in 1990'da basılan anılarında şu satırları okuyoruz:

    "Dersim olayı da yakın tarihimizin bulutlar arkasındaki bir gerçeğidir." Doğru, bulutlar arkasında ama ne? Allah'tan Çağlayangil pek ağzı sıkı davranamamıştır da, bazı gerçeklerin kapılarını aralamamıza imkan tanımıştır.

    Çağlayangil, Atatürk'ün "Dersim meselesini kökünden hallediniz" talimatını verdiğini yazdıktan sonra bizzat katıldığı Dersim operasyonu hakkında şu bilgileri veriyor:

    "Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri sürüyor. İşte bu sırada Atatürk Diyarbakır'daki Murat suyu üzerinde yeni yapılan Singeç Köprüsü'nü açmaya gidecek. (...) Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer bana dedi ki: "Dersim harekâtı bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ'a dolmuş. Atatürk'ten Seyit Rıza'nın hayatını bağışlamasını isteyecekler, buna engel ol."

    Atatürk pazartesi günü Elazığ'a gelecekti, o gün de cumartesiydi, resmi daireler kapalıydı. Bizden istenenler "Asılacakları Atatürk gelmeden asın, beyaz donlular Atatürk'ün karşısına çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun." Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Savcı mahkemeleri etkileyemeyeceğini söyledi. Biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden önce vermesini ve Seyit Rıza meselesinin kapanmasını istiyorduk.

    Savcıyı aşmak mümkün olmayınca rapor aldırıldı, yerine tanıdığımız bir savcı geçti. Hakime baskı yaparak mahkemeyi, tatil olmasına rağmen Pazar gecesi 24'e aldırdık. Saatler 24'ü 1 geçe mahkeme başladı. 7 ölüm cezası çıktı.

    Seyit Rıza idam sehpalarını görünce durumu anladı. Bana "Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin" dedi ve güldü. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi (celladı) itti. İpi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağıyla tekme vurdu. İnfazını gerçekleştirdi.

    İhsan Sabri Çağlayangil bundan sonra idamı Atatürk'ün nasıl bildiğini ve beklediğini ima eden şu ilginç cümleleri sarf ediyor:

    "Fakat bu işleri belki zamanında halledemeyeceğiz diye Atatürk bir gün sonra Elazığ'a geldi. Treni gece kör makasa çekmişler, uyuyormuş. "Atatürk seni çağırıyor" dediler. Gittim, kahvaltı ediyorlardı. Bana bir resim gösterdi. Seyit Rıza'nın sehpada sallanırken resmi çekilmiş. "Çabuk git, bu resmin negatifini bul, imha et" dedi. Anladım ki, Atatürk bu olayları sevmiyor. Negatifleri imha ettim, yalnız resimlerden ikisini sakladım. Birini Atatürk'e verdim, birini de kendim aldım. Atatürk "Bana ayırdığın resmi ver" dedi. Verdim. Halkevine hareket etti.

    Cengiz Çandar'ın "Munzur" dergisinin 2008 tarihli 30. sayısından aktardığına göre Çağlayangil, bizzat Kemal Kılıçdaroğlu'na bu olayı şöyle anlatmış:

    "Atatürk, fena halde sinirlenmiş, beni çağırdı. Nedir bu rezalet? dedi. Bütün Kürtleri ayaklandırır bu resim. Herif seyyit. Peygamber sülalesinden, dedi. Öyle sümükleri akmış beyaz sakalıyla, dedi. Git, derhal imha et, dedi."

    "Atatürk hastaydı, Dersim'den haberi yoktu" diyenlere ithaf olunur.


  4. Babam için ettiğiniz dualar ve güzel dilekleriniz için çook teşekür ederim. Allah bin kere razı olsun..

     

    Mumin kardeşim sana da özellikle teşekür ederim. Benim girmiş olduğum büyük sorumluluk hissine kapılmış olman, çekmiş olduğum sıkıntıların anlaman ve empati kurarak bir gönüldaş hissiyle dualar etmen, ne bileyim halden anlayan insanları bulmak çok zor. Allah sizden ebeden razı olsun.

     

    Ben önceki hayatımda Kaderin sade ve sadece insanın anne babasını seçmesi, doğduğu yeri belirlemesi dışında, hayatına hiç bir gücün mani olamayacağını , herşeyin insanın tekelinde ve elinde olduğuna inanan bir isimdim. Bu zamana kadar ki hayatımda hep ingiliz edebiyatı ve kişisel gelişim kitapları, yabancı yazarlar hayatımı süslüyordu. William Shakespeare, Bernard Shaw, Paul Auster gibi hep yabancı yazarlarla beslenmişti ruhum, hiç bir zaman Türk Edebiyatında bir ismi okumak istememiş, onların insan hırsına bir kelepçe vurduğu, eğer onları okursam kariyer planlarıma mani olacağını düşünmüştüm. O zamanki şaşalı hayatım ve kendime duyduğum özgüven ve hırs ile hiç bir kimseyi dinlemeyen sadece kendi bildiğini okuyan, ceo veya mali müşavir olma hayallari ile yaşayan bir isimdir. O dönemde çok sevdiğim bir arkadaşım NFK okumamı tavsiye etmiş en azından dünya hırsın biraz olsun azalır belki, hayatta para ve servet dışında başka değerlerinde var olduğunu söylemişti. Ve NFK ile ilgili araştırma yaparken forumunuzu tanımış yorumlarınıza, forum içi aktivitelerinize, ideolojinize, yakın tarihimize ışık tutan gerçekler dikkatimi çekmişti. Müptelası oldum diyebilirim forumun. Fakat yorum yapma cesaretinde bir türlü bulunamamış, bu kadar yüksek şahsiyetlerin arasında beni yorumum cılız kalır, okunmaya bile değer görülmez korkusuyla yorum yapmamış sadece okumuştum..

     

    O dönemlerde de forum içi aktiviteleriniz mevcuttu. Kitap dağıtımı, toplantılar düzenleniyordu. Fakat tüm bunlar forumun aktifliğini zarar vermiyor, bilakis daha çok artırıyordu. Sadece düşüncemi söyledim ne olur kızmayın bana. Umarım zikretmiş olduğum isimlerle de sizi üzmemiş, kalbinizi kırmamışımdır. Eğer öyle bir şey söz konusu ise affınızı rica ediyorum.

     

    Yöneticilik alımı konusunda ise üstad konusunda bilgi eksikliğim olduğu için foruma faydalı olamayacağımı düşünüyorum.

     

    Aynı zamanda bende peyda olan yeis, karamsarlık ve gelecek korkusu yaralarıma ilaç olacak eserler arıyorum. NFK bu yaralarımı tedavi edebilir mi ? Hangi eserlerle bu yaralarıma çözüm bulabilirim ? Yardımlarınzı bekliyorum lütfen.

    • Like 2

  5. Selamun Aleyküm,

     

    Forumunuza üye olalı yaklaşık üç yıl geçti. Çoğu zaman misafir olarak yorumlarınızı, paylaşımlarını, ideolojilerinizi hayranlıkla okuyordum. Derken hayatımda pek hoş olmayan olaylar yaşadım babamı kaybettim, evin tek erkek çocuğu olmam ve evdeki tüm sorumluluğun benim üzerime yıkılması sebebiyle üniversite hayatımı noktalayıp askere gitme kararı aldım. Bu dönem içerisinde forumunuzdan ve eşsiz yorumlarınızdan uzak kaldım. Askerde Necip Fazıl Kısakürek'in Çile adlı kitabını defalarca okudum. Daha sonra Çöle İnen Nur, Hazreti Ali adlı kitaplarını da okudum.Foruma pek girme imkanı bulamadığım dönemler bu kitapları okudum.

     

    Askerlik bitti, yaklaşık bir aydır forumunuzu takip etmeye çalışıyorum. Fakat benim ilk üye olduğum dönemlerde başta Admin, Reyhan, Trodomir ve daha ismini hatırlamadığım, yorumlarına ve şiir çözümlemelerine, üslüplarına hayran kaldığım bu yükşek şahsiyetleri forumunuzda pek de faal göremiyorum. Heyecanızda büyük bir azalma var sanki. Sizin sıradan yorumlarınız bile bende büyük bir hayranlık uyandırıyordu. En sevdiğim köşe yazarlarını okumak yerine sizin yorumlarınızı tercih ediyorum kısıtlı zamanlarımda. Nerdesiniz? Sizin yorumlarınızı ve paylaşımlarınızı bekliyorum lütfen...

    • Like 4

  6. Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bir Tayyip Erdoğan ile bir Aydın Doğan varmış diye başlayan masalımızın sonuna geldik. Gerçi baştan tahmin etmiştim masalın sonunu ama, içimde azcıkta bu masalın böyle bitmeyeceğine dair bir ümit vardı.

     

    Nasıl olmasın? Görmediğiniz mi Başbakanın kongrelerde, parti toplantılarında bağıra bağıra bana ve partime santaj yapıyorlar ben tüyü bitmemiş yetimin hakkını kimseye yedirmem sözlerini. Daha sonra da sana bir hafta süre bir hafta sonra gerçekleri açıklamazsan ben açıklarım naralarını ve bir hafta geçtikten sonra da Tayyipçiğimizin klasik klişe sözler sarfetmesi ve yıkılan umutlarımız.

     

    Ne oldu?!! Aydın Doğan'ın istedikleri oldu mu abi? Oldu... Hatta daha fazlası olacaktı mecliste kendisine vergi indirimi bile yapılacaktı. O indirim sonra ne oldu bilmiyorum artık... Neyse başbakanımız tüyü bitmemiş yetimin hakkını yedirmedi...Helal olsun...Başbakanımız var olsun...Alkışlar başbakana!!!

     

    Neyse fazla uzatmayalım. Onlar erdi muradına biz çekelim ceremesini.


  7. MADEM Başbakan Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ kanka vaziyetine geldi...

     

    Madem Isparta Eğridir’de birlikte komando eğitimine takılıyorlar...

     

    Madem birbirlerine "Ergenekon" üzerinden sıcak ya da soğuk şakalar yapıyorlar...

     

    Madem Kürt sorunu konusunda ortak bir hassasiyet geliştirdiler...

     

    Madem bir araya gelince "şu DTP’liler de iyice azıttı birader" falan diyerek ortak bir duyarlılığı dile getiriyorlar...

     

    Madem Başbuğ, Erdoğan’ın "tek bayrak / tek millet / tek vatan" şeklindeki sloganına bayılıyor...

     

    Madem beraber yürüyorlar bu yollarda...

     

    Madem artık yağan yağmurda beraber ıslanıyorlar...

     

    O zaman...

     

    Başbakan Erdoğan, aradaki samimiyete binaen, General İlker Başbuğ’dan küçük bir ricada bulunabilir...

     

    General’e diyebilir ki:

     

    "Sayın Genelkurmay Başkanım... Geçen gün Manisa 1. Piyade Er Eğitim Tugayı’nda askere giden evlatlarının yemin törenine katılmak isteyen 40 yaşın üstündeki anneler tören alanına alınırken, 40 yaşın altındaki başörtülü anneler, kışla kapısından geri çevrildiler... Çocukları şehit olduğunda, cenaze törenlerinde ’40 yaş altı / 40 yaş üstü’ demeden baş tacı yaptığımız bu anneleri şimdi itip kakmamız hiç münasip kaçmıyor... Bir zahmet şu işe bir el atsanız... Hem böylece ’40 yaşın üstündeki türbanlı kadın zararsızdır / 40 yaşın altındaki türbanlı kadın ise zararlıdır’ garabeti de daha fazla yaygınlık kazanmadan son bulur."

     

    * * *

     

    Buradan yemin billah ederek söz veriyorum:

     

    Eğer Başbakan Erdoğan, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a böyle bir ricada bulunma cesaretini ve kararlılığını gösterebilirse...

     

    Ben de kendisini...

     

    Bu sütundan...

     

    Benzetilmek istediği kahramanlara...

     

    Yani Yavuz Sultan Selim’e, Kanuni Sultan Süleyman’a, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e, Osman Gazi’ye benzeteceğim...

     

    Hatta ve hatta bunlarla yetinmeyip...

     

    Napolyon’a, Büyük İskender’e, Aslan Yürekli Richard’a, Selehaddin-i Eyyubi’ye, James Bond’a, Spartaküs’e, Anthony Quinn’e, Polat Alemdar’a, Malkoçoğlu’na benzeterek yücelteceğim...

     

    Hadi bakalım: Gayret bizden, başarı Allah’tan...

     

    Ahmet Hakan


  8. Sol çıkışını arıyor mu?

    Bir labirentin içinde, etrafı yüksek duvarlarla çevrili, panik içinde çıkışını arayan sol. Devrim Sevimay'ın sol adına temsil edici görüşlere yer verdiği yazı dizisinin başlığı böyle bir manzarayı çağrıştırıyordu.

    Güya bir çıkış aranıyor; karanlık labirentlerin içinden kurtulmak, gün ışığına çıkmak ve var olduğunu göstermek için. Bu tasvir bana çok doğru gelmiyor. Sevimay'ın yazı dizisinde yer bulan görüşleri okurken, manzaranın iki ayrı Nasreddin Hoca fıkrası ile özetleneceğini düşündüm.

     

    Birincisi eşeğini kaybeden Hoca'ya dair. Nasreddin Hoca eşeğini kaybetmiş, ama sürekli Allah'a şükredip duruyor. "Eşeğini kaybettiğin halde niye bu kadar sevinçlisin?" sorusuna ise şu karşılığı veriyor: "Ya üstünde ben olsaydım?" Solun çıkışına dair iri iri hükümler verenlerin çoğu, eşeğin üzerinde olmadıkları için mutlu olanlar. Dışarıdan ve uzaktan bakarak konuşuyorlar. Halbuki solun bütün renklerinde güçlü bir özeleştiri geleneği vardır. Kendine, kendi siyasî geçmişine, kendi tecrübelerine dair güçlü bir özeleştiriye yanaşmayanlardan siyasî yenilik çıkar mı?. Birbirini kaybedenler kimler? Sorulması gereken soru bu: Eşek mi hocayı, hoca mı eşeği kaybetti?

     

    İkinci fıkra artık anonimleşmiş bir irfan örneği. Hoca evde yüzüğünü kaybetmiş. Sokakta harıl harıl bir şeyler ararken biri durumu anlıyor. Adamın "Neden evin içinde aramıyorsun?" sorusuna Hoca şu karşılığı veriyor: "Orası çok karanlık da..."

     

    Sol, kaybettiklerini başka yerde arıyor. "Çıkış arama" benzetmesi yanlış. Solun araması gereken çıkış değil, bütünüyle bir "yeniden oluş". Daracık alanlarda fırtınalar kopartarak, birbirini kollayarak, birbirini yerden yere vurarak bulunacak bir çıkış yok. Solun kendi arasında kavga etmek için kullanabileceği ortak bir dil bile bulunmuyor artık. "Sol gelenek" denilen şeyin de aslında bir alışkanlıklardan ibaret olduğu anlaşılıyor.

     

    Evrensel olarak sol ideoloji -beğenelim beğenmeyelim- toplumlardaki değişime bir pusula gibi yol gösterir. Mevcutla yetinmeyenler mutlaka sol ile bir diyaloğa girerek harekete geçerler. Sol dışında kalanlar bulundukları yeri bu pusulaya göre tanımlamaya başlar. Eleştirmek, muhalefet etmek, talep etmek ve ısrar etmek solun görevidir. Evrensel olarak muhafazakârlık adı verilen siyasî duruş, solun değişme baskıları ile şekillenen bir "muhafaza etmek için değişme mecburiyeti" halidir. Sağ her zaman kendini sola göre tanımlar. Hızlı bir değişim yaşanırken önce sol, toplumun ihtiyaçlarına uyumlu olarak kendini bir yere konumlandırır. Sağ ise hemen bu yeni duruma intibak ederek kendini yenilemeye girişir. Bu yüzden toplumsal ve siyasal gerçeklikle uyumlu bir solun, gemiyi bir çapanın sabitlemesi gibi referans olmadığı bir ülkede siyasal istikrar sağlanamaz.

     

    Evrensel ölçekte kitlesel solun, yani sosyal demokrasinin 1970'li yıllardan başlayarak refah devleti sonrasını inşa etmek için giriştiği göz alıcı bir çaba var. 80'li yılların sonunda bu çabanın ulaştığı nokta küresel ölçekte piyasa egemenliğine karşı kendini yeniden oluşturmaktı. Türkiye'de sol, devletçi politikalara sarılmanın tarih dışına savrulmak olduğunun hâlâ farkında değil.

     

    Devrim Sevimay'ın aldığı görüşler arasında piyasa radikalizmi ile hesaplaşarak, Avrupa'daki sola paralel çözümlerden bahseden kimse yok. Tartışmalar piyasa ile kamu sektörü arasında değil, bütünüyle siyasî devletçiliğin küflü, rutubetli labirentleri arasında boğucu ve tüketici yükler altında geçiyor. Susurluk'u da içeren Ergenekon karşısında, Susurluk'ta gösterdiği maharetin çok azını bile gösteremeyen, daha ilerisi "Ergenekon avukatlığı"nı temel siyasî gündem olarak tartışma eksenine yerleştiren bir solun çıkışı bulması mümkün mü?

     

    Solun bir geleneği yok, alışkanlıkları var. "İyi darbe-kötü darbe" ayırımını sürdüren, darbeciliğin ideolojisi olan Millî Demokratik Devrim tezlerini yeniden ısıtmayı çıkış yolu olarak gören sol, bir çıkış yolu bulsa ne yapacak?

     

    Sevimay'ın derlediği görüşler sol adına umudun daha uzun süre beklemede kalacağını gösteriyor.

     

     

    14 Eylül 2008, Pazar

    Mümtaz'er Türköne

    ZAMAN


  9. CHP//Edit//...

     

    Efendim.Tenkit hakkınız muhakkak ki vardır.Yalnız böyle bir teşbihte bulunmanız biraz ağır olmamış mı acaba?

    Şimdi beni chp'li zannadeceksiniz ama çok sert bir chp karşıtıyım.

×
×
  • Create New...