Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Murat Aydın

Üye
  • Content Count

    181
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Murat Aydın


  1. BAYRAĞIMIZIN DERİN ANLAMI

     

    Türk Bayrağının rengini şehitlerin kanından, ilhamını da kan gölüne yansıyan ay ve yıldızdan aldığını biliyoruz.

     

    Fakat bayrak hakkındaki bu bilgi, bayrağın taşıdığı kutsal anlamı, o anlamdaki sembolizmi, ondaki derinliği ve yüceliği anlatmaya yetmez.

     

    Bilindiği gibi, genellikle Hıristiyan milletlerin bayraklarında Haç şeklinde semboller yer almaktadır. Müslüman milletlerde ise Hilal görünmektedir.

     

    Haç, Hazreti İsa ( a.s.)'nın çarmıha gerilerek haç şeklinde şehit edildiğine inandıkları için Hıristiyanlar onu sembol olarak alırlar.

     

    Peki ya Hilal? Müslümanlarca sembol olarak kabul edildiğini biliyoruz. Ancak bunun sembolik değeri nereden gelmektedir? Dolunay (Bedir) ayın ondördüncü gecesindeki haliyle daha parlak olmasına rağmen niçin ayın en az ışık verdiği yay şeklindeki zayıf şekil sembol almıştır? İşte burada Hilal'in gücü burada çıkmaktadır. Çünkü Hilal, Haç gibi doğrudan şekil olarak alınsaydı Dolunay kullanmak daha uygun olurdu. Halbuki "Hilal" şekli dolayısıyla değil, ismi dolayısıyla sembol olmuştur. Bu anlamı da "ALLAH (c.c.)" isminden almıştır. Bilindiği gibi Arapça aslında Hilal kelimesi bir "Elif", iki "Lam" ve bir "He" ile yazılmaktadır.

     

    ALLAH (c.c.) kelimesi de yine bir "Elif", iki "Lam" ve bir "He" ile yazılmaktadır. Yani Hilal yazarken ALLAH ( c.c.) isminin harflerini kullanıyoruz.Öyleyse bu iki kelimeyi bilhassa sembolik olarak birbirinin yerine kullanmak mümkündür. O halde Bayrak üzerine ALLAH ( c.c.) yazacak yerde, aynı ismin eş değerlisi olan Hilal'i koymak hem anlamlı, hem inançlarımıza daha uygundur. Çünkü inancımıza göre, "ALLAH ( c.c.)"ı sembol olarak bile ifade etmek mümkün değildir. Aksi halde putperestlerin düştüğü hatayı tekrarlamış oluruz. Bu sakıncadan dolayı "ALLAH ( c.c.)" ın zatı ve ismi tenzih edilerek, o ismin harf bakımından eş değerlisi olan "Hilal" sembol yapılmıştır. Mademki sembolik anlam taşıyacaktır o halde Hilal yazmaktansa Hilalin şeklini yapmak arasında hiç fark yoktur. Aksine sembol olarak Hilal şekli daha uygun, daha anlamlıdır.

     

    Böylece Hilal'in, sembol olarak seçilmesinde şu mantık silsilesi görülmektedir: ALLAH (c.c.) à Hilal (isim) à Hilal (şekil) ALLAH(c.c.)'ın birliği (Tevhid) inancı ve bu inancın La ilahe İllallah (ALLAH (c.c.) tan başka Tanrı yoktur) formülüyle ifade edilen manası böylece Hilal şeklinin içinde sembol olarak ifadesini bulmuştur. Bilindiği gibi bazı İslam ülkeleri bayrağında, özellikle Suudi Arabistan doğrudan doğruya Kelime-i Tevhid'i yazarak sembole gidilmeden bayrağına koymuştur. Ancak birtakım manaların sembol ile ifadesi, sözle ifadesinden daha derin ve anlamlıdır. Hilal'in kucağındaki Yıldız, Hilalde olduğunun aksine doğrudan doğruya şeklinden alınmıştır. Ancak bu şekil yine Arapça "Muhammed" yazısının şeklidir.

     

    Peygamberimiz Hz. Muhammed ( s.a.v.) Efendimizin ismi yazıldığı zaman birinci "mim" in başı, "ha" harfinin dirseği, ikinci "mim" in kıvrımı ve "dal" harfinin alt ve üst kanadı beş tane çıkıntı meydana getirir ve tam bir yıldız şeklini alır. Zaten İslam' ın şartları da beş tanedir. Hilal ALLAH ( c.c.) inancını, yıldız Peygamber'e bağlılığı dile getirir. ALLAH (c.c.) inancı, amentü ile bildirilen iman şartlarının temeli olduğu için iman esaslarının hepsi bu sembolle ifadesini bulmuş olur. O zaman Hilal iman şartlarını, yıldız da İslam' ın şartlarını remz (sembol) olarak dile getirir ki, bayraktaki bu iki sembolle, ay ile yıldızla İslam dini bütün yönleriyle ifade edilmiş olur.

     

    Claude Farrere dilimize "Türklerin Manevi Gücü" adıyla çevrilen eserinde (s.36) Hilal şekli üzerinde durarak bu şeklin Türklerin hayatında nasıl bir önem taşıdığını anlatmaya çalışır: "En mükemmel gemiler, yarım ay şeklinde amiral gemisinin etrafına sıralanmıştı. Evet, yarım ay şeklinde... Ve hilal şekli gerçekten Müslüman, gerçekten Türk olan herkesi heyecandan titretmeye yeter!..." diyerek Türk toplumunun hayatında örf ve geleneklerin ne kadar köklü bir yeri olduğunu anlatır. İstiklâl marşımızda,

     

    "Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal."

    "Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celâl?"

     

    Mısralarında bayrağın ve hilalin şahsına dile gelen hitap, aslında doğrudan doğruya ALLAH ( c.c.)'a niyazdır. ALLAH (c.c.)'dan, artık bu millete rahmet ve merhametiyle nazar etmesi istenmektedir. Zaten

     

    "Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli;" mısrasında bu dilek daha açık bir dille ortaya konmaktadır.

     

    Hilal sadece bayrağımızda değil, kandil geceleri yapılıp dağıtılan ayçöreğinde de görülür. Camide ve kışladaki ders nizamı da, Mehter Takımının nöbet vurma sırasında aldığı şekil de hep Hilal şeklidir.

     

    alıntı


  2. Gitme diyemezdim, gitmek zorundaydın. Ne bu fırtına seni geri çevirebilirdi, ne bu yağmur. Her şey gidişine ayarlanmıştı çünkü senaryo böyleydi sen gidecektin ben ağlayacaktım.

     

    Elimden tut yoksa düşeceğim

    yoksa bir bir yıldızlar düşecek

    eğer sairsem beni tanırsan

    yağmurdan korktuğumu bilirsen

    Gözlerim aklına gelirse

    Elimden tut yoksa düşeceğim

    yağmur beni götürecek yoksa beni.. Atilla İlhan

     

    Yağmur seni götürmek için gelmişti. Kar senin gidişini bekliyordu. Rüzgar, o zaten arkandan esiyordu. Esişiyle yaralayan, hırpalayan, yoran, üzen rüzgar. Fırtınaya dönüşüyordu birden, dayanılır mı bile demeden.

     

    Bir ölüm sessizliğiydi dinlediğimiz. Ama adına veda anı diyorlardı. Hüzünlü dakikalar, çok şey söylenmiştir bu anlar üzerine ama kimse yaşayanlar kadar eksilmemiştir. Kimsenin bir yanı oracıkta kalmamıştır, gidemeyenler kadar.

    Ve hep bu bahis açıldığında orda kalan yanlarını hatırlar, bir kez daha ölürler, bin kez daha ölürler onlar.

     

    Sustu içindeki fırtına dinmek bilmiyordu, "sus dedi sus". Sonra birileri duyacakmış gibi utandı yüzü kızardı. Ama olmuyordu işte yapamıyordu.

     

    "beni koyup gitme"

     

     

    Küçük yaralı bir fısıltıydı dudaklarından dökülen. Önce dudaklarını ısırdı, dişlerini geçirdi dudaklarına söyleme dedi. Sus dedi yapma dedi. Yapamadı, dudaklarını kanatırcasına döküldü bu cümle dudaklarının arasından.

     

    "beni koyup gitme" gitme ne olursun.

     

    Uzak diyarlara gidiyordu bilinmezlere. Geri dönülmezlere, bir çığlığın ardına düşerek. bir çığlıktan medet umarak. Tutunarak çığlığın gidişine.

    Sönerken çığlık, ardında bıraktığı iz olarak gidiyordu. Kulakları sağır olmuştu sanki, gözleri görmez, kalbi hissetmez olmuştu. Başının üzerinde uçan kuşları, gökyüzündeki bulutları, içinde kaynayıp duran hüznü görmezden gelerek.

     

    “Şimdi gitmek zamanı dedi. Gitmeli... “

     

    Elinin birini gökyüzüne kaldırdı, gözlerini kıstı görmesinler istiyordu ıslaklığını, diğer elinde o yorgun çantasıyla bir veda duruşu yaptı. İki bilemedin üç saniyelik bir duruş. Tahlile ve törene izin vermeyecek kadar kısa bir duruş. Ve aldı başını gitti. Bir çığlığın ardından, bir çığlık bırakarak ardında.

     

    Son defa ardından duymayacağını bile bile fısıldadı yaralı ceylan,

     

    "beni koyup gitme"

     

    ne duyan oldu ne gören, nede işiten. Gök kubbenin sahipsiz fısıltılar bölümünde yerini alacak bir acı fısıltı olarak kalakaldı öylece....

     

    Bilal TIRNAKÇI

×
×
  • Create New...