Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mukarrabin

Editor
  • Content Count

    744
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    15

Posts posted by mukarrabin


  1. Edep Ya Hû!...

     

    Bir mahalledeki bir apartmanın bir sokağa bakan zemin katında bir dükkan: Bir berber dükkanı!... Tabelasında salon yazan ama işinden dolayı aslında dükkan olan bu ticarethaneyi bir maksad için ziyarete niyetlendikten sonra yaklaşırken camları delerek gözümüze çarpan bir manzara: Kim olduğunu o an için bilmediğimiz bir genç!... Üzerinde bulunduğu üç kişilik bir kanepede edebe aykırı bir halde (oturduğunu zannetmekte!... ) Ve zannımızca da; dışarıdan birisinin gelmesi halinde rahatsız olacak bir halde!...

     

    Ve artık dükkandayız!... Girer girmez toparlandığını gördüğümüz ve berber salonunun sahibi, yetkilisi, patronu olduğunu öğrendiğimiz gence:

    -Rahatını bozma!... Diye söylenirken, söylediğimiz şey gibi gördüğümüzün de havada kaldığını işitiyoruz:

    -Ben de zaten rahatsız olmadım!...

     

    25-30 yaşlarındaki gencin cevabına karşı bir tokat:

    -Rahatsız ol!... Rahatsız olman lazım!...

     

    Sersemleyen gence geliş maksadımızı açıkladıktan ve olumsuz bir tavır ile karşılaştıktan sonra tokata devam Tokat, karşılaştığımız son tavır için değil!... İlk manzara ve devamındaki rahatsızlık veren rahatlık(!) için:

    -Müşterine karşı edepli olmayı öğren!... İnsanın edebi, zehebinden iyidir!... Dikkat et (ki; asıl müşteri sensin)!...

     

    Dükkanda çıkarken arkada afallamış vaziyetteki genç adamdan geldiğini zannetiğimiz bir dua: Allah razı olsun!...

     

    Bu işin patron olan genç tarafı!... Gencin duvarı kaplayan camını geçelim ve bizim görünmeyen penceremize eğilelim!... Biz asıl ticaretin neresindeyiz?!!!...

     

    Allah'a müşteri olduğumuzu söylediğimiz halde O'na karşı takınılması gereken (zahir ve batın) edebe ne kadar bağlıyız!...

     

    O genç en fazla bir, iki belki üç müşteri kaybeder!... Belki de hepsini!... Sonra dükkanı kapar ve başka bir iş aramaya koyulur ve bulur!...

     

    Ya biz!... Müşterisi olduğumuz Mülk Sahibi'nden gayrı bir başkası yok ki; O'nu kaybedecek olursak gidelim de bir başka Rabb'in pazarında tezgah açalım!... Dikkat edelim!...

     

    Berberiyle, başbakanıyla, çöpçüsüyle, sağlık müdürüyle, bağsızıyla, bağlısıyla bütün müslümanlar dikkat edelim ve edeplenelim!...

    • Like 1

  2. 18. (SÛRE) KEHF SÛRESİ

     

    Mekke döneminde nâzil olmuştur. 110 âyettir. İçinde mağaraya sığınanların bahsi de geçtiği için bu ismi almıştır. 28. âyetin Medine döneminde indirildiği rivâyet edilmiştir.

     

    Musa (a.s.) ve Hızır'ın (a.s.) kıssası: Ledünnî ilme ulaşmanın yolları

     

    60. Bir vakit Musa, (hizmet eden) gencine demişti ki: Ben (Hızırla buluşmak için) iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim veya uzun zaman geçireceğim.

     

    61. Derken (ikisi) o iki (deniz arası)nın birleştiği yere varınca (bir kayaya sığındılar. Fakat azıklarından su birikintisine koydukları cansız) balıklarını unuttular. O da sıçrayıp denizde bir deliğe/oyuğa doğru yola koyulmuştu.[1]

     

    62. (O deniz kavşağını) geçtikleri zaman (Musa) gencine: Kuşluk yemeğimizi getir (de yiyelim). Bu yolculuğumuzda hakikaten yorgun düştük. dedi.

     

    63. ( Genç: ) Gördün mü! O kayalığa sığın(ıp dinlen)diğimiz sırada, balığı (söylemeyi) unuttum. Onu söylememi bana unutturan şeytandan başkası değildir. O, şaşılacak şekilde (canlanıp) denizde yolunu tutmuştu. dedi.

     

    64. (Musa:) Aradığımız şey bu! dedi. Hemen (geldikleri yoldan ikisi) izlerini takip ederek gerisin geriye döndüler.

     

    65. Derken (orada) kullarımızdan bir kul (olan Hızırı) buldular ki biz ona katımızdan bir rahmet (vahiy) vermiştik ve ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

     

    66. Musa ona: Sana doğru yol (ve hayır) olarak öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim? dedi.

     

    67. (O da:) Doğrusu sen, benimle birlikte (yaptıklarıma) sabretmeye asla dayanamazsın.

     

    68. (Üstelik bilgi olarak) aslını kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredersin? dedi.

     

    69. (Musa:) İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem. dedi.

     

    70. (Hızır da:) O halde bana tâbi olursan, ben sana (o konuda) bir söz söyleyinceye kadar, bana (yaptıklarımdan) hiçbir şey sorma. dedi.

     

    71. Bunun üzerine ikisi de gittiler. Nihayet gemiye bindikleri vakit, (Hızır) onu deldi. (Musa:) Gemi halkını boğmak için mi onu deldin? Hakikaten sen korkunç bir şey yaptın. dedi.

     

    72. (O da:) Sen benimle birlikteliğe asla sabredemezsin demedim mi? dedi.

     

    73. (Musa:) Unuttuğum şeyden dolayı bana çıkışma, (arkadaşlık) işimde bana bir güçlük çıkarma (da beni affet). dedi.

     

    74. Yine (birlikte) gittiler. Tâ ki, bir oğlan çocuğuna rastlayınca (Hızır) hemen onu öldürdü. (Musa:) Bir can karşılığı olmaksızın, tertemiz (günahsız) bir canı öldürdün ha! Hakikaten sen (benzeri görülmemiş) çirkin bir şey yaptın. dedi.

     

    75. (Hızır:) Ben sana, benimle birlikteliğe sabretmeye asla dayanamazsın demedim mi? dedi.

     

    76. (Musa:) Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaş olma! Artık bununla, tarafımdan (kabul edilen) son mazerete ulaştın. dedi.

     

    77. Yine gittiler. Nihayet bir memleket halkına varıp onlardan yemek istediler. (Vermediler ve) onları misafir etmekten kaçındılar. Derken (orada) yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. (Hızır kerâmeti ile)[2] hemen onu doğrulttu (eski haline getirdi). (Musa: Niçin yaptın?) Eğer isteseydin buna karşı bir ücret alırdın. dedi.

     

    78. (Hızır:) İşte bu, seninle benim (birbirimizden) ayrılma (vakti)mizdir. (Şimdi) sana, sabretmeye dayanamadığın şeylerin iç yüzünü haber vereceğim. dedi.

     

    79. Gemiye gelince: (O), denizde çalışan yoksullarındı. Onu kusurlu yapmak istedim. (Çünkü) peşlerinde her (sağlam) gemiyi zorla alan bir hükümdar vardı.

     

    80. Oğlanın ise, anne babası inanan kimselerdi. (Bu çocuğun) onları azgınlık ve küfre sürüklemesinden (veya zorlamasından) korktuk.

     

    81. İstedik ki Rableri ona karşılık, kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin.

     

    82. Gelelim duvara: (O,) şehirde iki yetim çocuğun idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da sâlih (iyi ve temiz) bir kimse idi. Rabbin onların (büyüyüp) olgunluk çağına ermelerini ve kendisinden bir rahmet olmak üzere definelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunu kendi emrim (ve reyim)le yapmadım. İşte üzerinde sabretmeye dayanamadığın şeylerin içyüzü bu!

     

    - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

     

    [1] Balığın dirileceği yer ise Hz. Musaya, Hızır (as.) ile buluşma yeri olarak bildirilmişti

     

    [2] İbni Abbas ve İbni Cübeyrden rivayet edilmiştir (Elmalılı, V, 3268).


  3. Bir Kalbde İki Sevgi Olmaz!

     

    Vaktiyle Fudayl b. İyâz küçük çocuğunu kucaklamış bağrına basmış, babaların adeti üzerine okşamıştı. Küçük sormuş:

    -Babacığım! Beni seviyor musun?

    -Tabii seviyorum!

    -Peki Allahı seviyor musun?

    -Elbette ki seviyorum!

    -Peki senin kaç tane kalbin var?

    -Bir tane.

    -Bir kalbe iki sevgiyi nasıl sığdırabiliyorsun?


  4. Amiiin!... Velhamdülillahirabbilalemin!... Ve dahi eyvallah!...

     

    Madem ki; mesele fikir ve madem ki hortlattığımız şey fikirden berî!... O halde fikirsizliği bu başlık altında fikredelim!... Ve fikir fikir diye dedikodusunu yaptığımız şeyin ruhundan dem vuralım!...

     

    Ve fikir; bir insan düşünün ki sevdiğinin zahirinden uzak!... İşte o adam; yani sevdiği, yolundayım dediği, seninleyim diyerek söylendiği "Üstâd"ın (yahut davanın, kadının, beşiktaşın, onun, bunun, şunun...) görüntüsünden, görünen tarafından, maddesinden habersizken; mânâsından ne kadar haberdar olabilir!... Bir şişenin içindeki balı gören fakat şişeye dahi el sürmemiş bir adamın baldan nasibi nedir?...

     

    Evet, (fikir) alalım?... Almadan evvel kaydedelim!... Kalın harflerle: Fikrin fikirsizliğini fikretmeden, fikredilenlerin fikirsizliklerini fikretmek (de bir) fikirdir!...


  5. Marka müslüman ile marka(nın) müslümanı(!); marka müslümanlık ile marka(nın) müslümanlığı(!) ve İslâm'ın işareti ile işaretin İslâmı(!) arasındaki pek ince ve pek kalın olan farkın farkında olan Güzel'in âşığı arkadaşlar; soru (ve muhabbet); "Üstadın Kullandığı Markalar (neler idi?)..."

     

    Bilen, bulan, alan paylaşsın?... Paylaşsın ki; marifetimiz artsın!... Marifetimiz artsın ki; pek çok şeyle beraber muhabbetimiz de kuvvetlensin!...


  6. Düşünce ufkumuzu açmak için işin (yani İslâm'ın, Müslüman'ın, İslâm'ı yaşamanın) inceliği noktasında kaydedelim ki; En Güzel'e inanan ve En Güzel'i yaşayan, yaşamanın derdine düşen bir müslümanın Güzel'e doğru seyrinde; olabildiğince güzelleştirme derdine düştüğü bâtınına, maneviyatına, kalbine dair hassasiyeti; zamanla zahirine, maddiyatına ve kalıbına da sirayet eder!...

     

    Zira; samimiyetle Allah'ın, İslam'ın ve müslümanca bir hayat yaşamanın derdine düşen insan; bir yandan yalnızca "Allah için" bir hayatın sevgisini ve korkusunu duyarken öte yandan bir cemiyet içinde yaşamanın zorunluluğunu ve sorumluluğunu anlıyor, anlar gibi oluyor ve İslam'ı temsil noktasında bir misal olduğunun da farkına varıyor!... Ve giydiği pantolondan, içtiği içeceğe; ayağındaki ayakkabıdan, belindeki kemere; kullandığı otomobilden, izlediği televizyon kanalına ve diğer onca şeye dek her şeyin alelâde olmamasının icabına ve inceliğine eriyor, erer gibi oluyor!...

     

    Dağbaşlarındaki dervişlere diyecek sözümüz yok; selamdan gayrı!... Ama bizim yolumuzun esasları arasında bir kaide vardır: Halvet der encümen!... Yani hem halk ile olacağız; hem batın ve zahirde kalitenin, üstün kalitenin, en üstün vasfın, vasıfların derdinde olacağız; hem de Hakk ile olacağız!...


  7. Allah'ın tescil ettiği bir marka, müslümana yaraşmaz olur mu!... Hem markasız müslümanlık mı olur?... İslam ve doğrudan müslüman; büsbütün ve en üstün marka değil midir?...

     

    İşi ticarete indirenler, yazdıklarımıza değil ceplerine, cüzdanlarına, yastıkaltlarına, kasalarına, yazarkasalarına, bankalarına ve yarın bir gün girecekleri toprağı şimdiden eşerek içine; kendilerinden evvel kendileriyle beraber gelmeyecek olan şeyleri koyarak gömdükleri küplere müplere baksınlar!...

     

    Her müslüman bu alemde bir marka olmalı, marka olabilmenin derdine düşmeli ve İslam'ı en güzel şekliyle; yani yaşayarak reklam(!) etmeli!...

     

    Gerçi çoğu insan televizyondan, bilboarddan, oktan, yoktan, ondan, bundan, şundan başını kaldırıp da bu bedava hizmeti, ücretsiz reklamı, Allah için olan bu tanıtımı görür ve görmekten ziyade taltif eder mi?... Zor, belki, bir ihtimal vesaire demiyeceğim ve kestirmeden hayır diyerek her şeyin apaçık ve noksansız yazıldığı Kitab'ı işaret edeceğim!... Zira Kur'an'da gün gibi ortada olan bir hakîkat zikredilir ki; insanların çoğu anlamazlar, inanmazlar ve layık olan şeye layık olduğu ilgiyi göstermezler!...

     

    Sözü uzatmadan markanın içini boşaltırken dolduralım ve perdesini yırtalım!... Marka; yani vasıf!... İyi marka; üstün vasıf...

     

    Ve reklam; yalnızca ve yalnızca şeriat!... Durun durun "şeriat"ı duyunca yerinden hoplayanlar!... Ya hu şeriat denilen hakîkat; iman ettiğiniz Allah'ın inandığınız kitabı; Kur'an-ı Kerim'den ve inanarak sevdiğiniz Allah'ın kulu ve elçisi ve habibi; yani Peygamber Efendimiz aleyhisselam'ın hayatından (sünnetinden) başka bir şey değil!...

     

    Sizi, şeriat korkunç bir şeydir, kara çarşaftır, taşlanmaktır diyerek; oturduğunuz yerden hoplamanıza, zıplamanıza, sıçramınıza sebep olanların yüzüne tükürün ve sakin sakin yerinize otururken tükürdüğünüz adamların yüzüne yüzüne konuşun: Alçaklar!... Beni şeriat, şeriat diyerek korkuttuğunuz ve uzaklaştırdığınız şey; aslında benim büsbütün ruhumdan ibaretmiş!... Tüh sizin sıfatınıza!...

     

    İşin muhabbet noktası yukarıda kalsın ama bir başka muhabbet için aşağıda devam etsin!...

     

    Kişinin sevdiği ile ilgili şeylerle ilgilenmesi; muhabbettendir!... Evet, Üstâd'ı seviyoruz!... Ve merak ediyoruz; Üstâd gibi "Kaliteli Bir Adam"ın şu dünya hayatında iken; bu hayatı bir zaman için "en güzel çerçeve içinde" sürdürürken ilgisinin aktığı, beğendiği, tercih ettiği şeyleri; yani markaları!...

     

    Bilen varsa söylesin?...


  8. Teslim olabildik mi bilemem ama duaya devam!... Bir yandan dua ederken öte yandan teslim olanların, şiirden evvel hallerine ve haliyle hallerinin aksettiği sözlerine yani şiirlerine dair; sanki teslim olmuş biri gibi yahut teslim olanların mukallidi misali kaydedelim!... Ve diyelim ki;

     

    Hakk'ın ve hakîkatin, İslâm'ın yani Kur'an ve Sünnet'in yaşanan zâhirî ve bâtınî mânâsından ibaret olan ve görünüşte malum mânânın ehli; "Peygamber aleyhisselam'ın Varisi" bir mirasçı, bir mürebbi, bir mürşid-i kâmil tarafından idare edilen Tasavvuf Yolu'nda, Tarikat Okulları'nda, (rûhî ve bedenî) Terbiye Mektepleri'nde, bu yola; yanmak, varmak, olmak için başkoyan bir misafirden, talipten, müridden istenen şeylerin başında "feda" gelir!... Yani; teslimiyet!... O'nun için sâlikin O'na ulaşma yolunda kendisinin (nefsinin) fedası istenir ki; maksad hasıl olsun!...

     

    Bu davanın bidayetinde ne kadar erken teslim olunabilirse (hakîkatte olmayan) nihayetine; Allah'a o kadar er varılabilir!... Er yahut geç; varan ve varacak olan kim varsa, teslim olduğu ve olacağı için varmış ve varacaktır!... O'nun büsbütün esiri olmayan, hürriyetin tastamam kokusunu duyamaz!...

     

    Hayatı öylece Kur'an ve Sünnet'le çerçevelenmiş bir mürşid-i kâmile teslim olmak, aklın verebileceği en akıllı karardır ve bu karar aklın (arzu edilen anlayış ve kavrayışa ulaşılana dek) alacağı son karardır!... Bundan sonra akıl aradan çıkar ve iş gönüle düşer!... Ve bu yolda artık seyir; hedefe varmak için yapılması icab edenleri yapmak noktasında gönüllü (yahut gönülsüz) ama inanarak girişilecek işlerle şekillenir!...

     

    Allah için çıkılan Allah'a Varma Yolculuğu'nda; itiraz makamının daimi sahibi nefs'e ve nefisle beraber akla yatmayan ne varsa; kendisine biat edilmiş mirasçıya, mürşide, mürebbiye uymak ve; "O, söylüyorsa doğrudur" teslimiyetini arzetmek gereklidir!... Aksi halde yollar uzar!... Ve uzayan yollar; kısalan akıldan, büyüyen nefsten ve (mürşid-i kamil'e karşı duyulan) her an azalan imandan işaretler verir!...

     

    Hâbibi aleyhisselam'ın mübarek dili ile Alemlerin Rabbi olan Mahbublar Mahbubu Allah azze ve celle'nin; "Ben bir kulumu seversem onun gören gözü () olurum..." kudsi hadisinin muhatabı bir Allah Dostu'nun, bir şeyhin, bir mürşid-i kâmil'in (mânevi) gözünü kendi (maddi ve mânevi) gözüne tercihle beraber; bu tercih gözden daha kıymetli nimetler olan (O'nun) aklı ve fikrini de kendi akıl ve fikrine tercihle bütünleşmeli ki; (temiz) akıl görevini ifa etsin, yolcu bir bilene teslim olsun ve yollar kısalsın!... Kendisine inanılan ve güvenilen bir kimseye (her halükarda) uymak imanın, muhabbetin ve aklın gereğidir!... Hele hele bu mü'min ve emin kimse, mü'minlerin baştacı ve eminlerin sultanı olan bir Zât (aleyhisselam)'ın göğsündeki mirasın varisi, sahibi ve mutasarrıfı bir Velî ise!...

     

    Bu yüzden şu dünya sahrasında bizim (baş) gözümüzle bir bakış attığımız ve bize, bizim gözümüze göl gibi gelen (seraplara) Veli bir an dahi nazar etmeden, nakış nakış başlara, başlardaki gözlere, akıllara, fikirlere ve taşlaşmaya yüz tutmuş kalplere işleyen (gönül) gözüyle; "çöl..." diyorsa çöldür!...


  9. Arkadaşlar; (düğün, nişan, sünnet, asker uğurlama, kandil geceleri, fetih günleri, açılış törenleri gibi birtakım özel günlerde halka hizmet sunma gayesi ile kurulmuş) "Grup Lalegül" isimli iş ekibimizin ufkunu (hedef çapını), repertuarını ve hayran kitlesini(!) genişletme çalışmalarımız için; ruhunuza tesir eden, dinlerken size zevk veren ve sizi heyecanlandıran ilahi, ezgi, marş (enstrümantal... vesaire) tarzı eserleri bu başlık altına not düşmenizi istiyoruz...

     

    Şimdiden teşekkürler!....

    • Like 1

  10. Bir Avuç Hayat Suyu ( Helmeki Awa Heyate )

    Dinleyin ey hazirûn! Kulak verin sözlerime.

    Bir defa yöneleceğiz ve gireceğiz kabre...

    (Sultanım) Hayat suyundan bir avuç serp yaralı kalbime...

    İçir aşk şerbetinden, Onu içen herkesin kalbi güzel zikreder...

    Ey saki o şerbetten banada içir, bak nerdeyse öğlen oldu!

    O tatlı güzel şerbetten daima içir bize...

    Ve kaseyi bol doldur çünkü o şerbet helaldir bize...

    Bol bol ver ey saki o tatlı ve güzel şerbetten...

    Artık dayananam! Her halde her vakitte her saatte içir şerbetinden...

    Ey saki her zaman içir bana o soğuk şerbetten...

    Efendimiz her gün ve her an zelil eder asilikleri...

    Senin nazarını ümit ediyorum ey nur yüzlü (Sultanım)

    Ey saki senin dağıttığın şerbet selsebilden daha lezzetlidir...

    Kurtarıcımız, herkesi kurtaran...

    Ben her an senin kapındayım sığındım senin kapına...

    Her zaman ve her an senin mübarek feyzine talibim...

    Senin feyzine talibim güzel yüzlü Şahım...

    Senin zatın gerek huzurda gerek gıyapda her zaman hazırdır...

    Sen sana tabi olanların...

    Sana gelişinde ve dönüşünde hallerini güzelleştirsin...

    Sen şefaatçi olursun bize kiyamette,hesap gününde...

    Ve Sen... Kiyamette, hesap gününde senedimizin rengisin...

    Sen dinin direğisin,seni sevmeyenler lanetlenmiştir...

    Sen ne güzel bir hekimsin yaralı gönüllere şifa sunan...

    Ey Alim! (sultanım) sen büyük hikmetlere mazhar olmuşsun...

    Ey kalbi hasta olan bütün insanlar! Sizde gelin o hekimin kapısına...

    Onun mescidinde ibadet eden hastalara şifa verir Yaradan...

    Bütün alem sardı Kasrik köyünün etrafını...

    Kasrik'in kutbu hekimdir,hekimlerin baştabibi...

    Zalimlerin zulmüne uğrayan mazlumların sığınadır...

    Orada bütün kötü haller giderilir ve kalpler ıslah edilir...

    (Sultanım) Bizler senin hastalarınız,senden derman gelir bize...

    Her zaman sizin dergahınıza iltica ediyorum.Dergahınızın kıtmiriyim...

    (Sultanım) Sizin kapınızın bekçisi ve dilencisiyim...

    Mürid olamadım ama varlığınızın haberdarım.Benide kabul edin kapınıza...

    Birkaç kelam edin,teselli verin bana ki acizim ve terkedilmişim...

    Siz hidayet vesilesisiniz,bana da vesile olun...

    Çok hazin bir haldeyim, kalbim hasta, gönlüm yaralı...

    Sen ne güzel bir tabipsin, yetiş ve iyileştir kalbimi...

    Siz insanların en şereflilerisiniz, işiniz çömertliktir...

    Ben ise zelil bir kulum, çürümeye yüz tutmuş kalbim..

    Hem fakir hem esirim, bereket talep ediyorum...

     

    Şeyh Siraç (r.a.)

     

    http://www.youtube.com/watch?v=yP6K6lANUJc

    • Like 1

  11. İstişarelerde, her an devam eden Dava'nın (Dava ile ilgili münasebetimizin) bir neticesi olan "Dergi"nin, zamanı bahsinde; hem Üstâd'a, hem Üstâd'ın mürşidi Seyyid Abdülhakim Arvasi kaddesallahu sirrahu Hazretleri'ne, hem Üstâd'ın doğumuna, hem Üstâd'ın vefatına, hem (dün ki) Büyük Doğu Dergisi'nin rûhuna, hem Müslüman âlemine, hem de İsevî'lerle beraber büsbütün âlemlere bir atıf olarak; "2013 Mayıs" tarihi konuşulabilir!...


  12. Sevgili "veliAhd", üçüncü (dördüncü yedinci yüzbirinci) bir şık hiçbir zaman olmadı ve olmayacak!... Kararsızlığın da altı deşilse (kararsızın kalbinde yatan şey) ya evet, ya hayır çıkar!... Şu tercihler aleminde ya iyinin tarafındasındır ya da kötünün!...

     

    İyi ile kötünün arasında "kararsız" kalmak, iyi varken iyiyi seçmemek olduğundan kötünün taraftarı olmak demektir!...

     

    Muhteva da tek bir noktanın dahi "boş" olması demek; (dergi ve) dava ile olan meselemize eğilmemizin ve niyyetle beraber gayretimizi tekrar gözden geçirmemizin ve neyin derdine düşmüş olduğumuzu sorgulamamızın gereğine bir işarettir!...

     

    Allah ve Rasul ve Velî davası için çıkılmış bir yolda "boşluk" olamaz!... Olmamalı!... Çok dikkatli olunmalı!...

     

    Mühür, İslam'ın mührüdür!... Ve her nokta İslam'a yaraşır şekilde olmalıdır!... Yani dolu, dopdolu!...

     

    Dün, bu mührü aklıyla, kalbiyle, ruhuyla, malıyla, canıyla, varıyla, yokuyla vuran (kendisine vurdurulan) Üstâd'ın beslendiği kaynağa gönlümüzün ağzını dayayacak ve en tenhadaki sinirlerimize dek bu kaynağın; bu nûr çeşmenin; bu donmaz, bitmez, çekilmez hayat suyunun da kaynağına (yani Allah'a) varmaya gayret edeceğiz!....

     

    Aksiyon sahibi adam aramaktan evvel biz aksiyona yani nefs muhasebesi ve mühacedesine girişeceğiz!... Bu iş, bir şekilde aksiyon sahiplerini aynı çatı altında toplayacaktır!... Şayet bir ayrı gayrılık varsa; önce biz işin ne derece samimiyetinde olduğumuzu sorgulayacak sonra da sonrasını düşüneceğiz!...

     

    Bekleyen, beklesin!... Tren son durağa yaklaşıyor!... Ve kim bilir kimileri için biz düşünürken vardı bile!...


  13. "Demek (hayır) diyenlerden birisi de sendin ha!... Üstelik bir yönetici!... Aman Allahım, aman..." demek için ankete hayır diyen arkadaşların fikirlerini almak değil kastımız!... Ya ne?!... Yalnızca almak!... Neyi?!... Fikri, o kadar!... Bu yüzden sevgili (AcHaRTavE) ilk cümle(n)deki izaha gerek yok!... (Biz evvelinde yapılması gerekenleri yaptıktan sonra, birbirimize güvenecek, inanacak ve dayanacağız)

     

    Ama devamına lüzum var!... Devamla ifade ettiğin bahse gelince; bizim bu işe insan için soyunuşumuzun; insanları iyiye ve güzele, hakka ve hakikate, Allah'a, Rasulü'ne ve Dostu'na davet edişimizin; hepsinden önce inandığımızı yaşamaya niyyet ve gayret edişimizin altında yatan biricik mesele olmalı!... O da; Allah!... Biz Allah için giriştiğimiz bir işte velev ki hiçbir kimseye ulaşamadık!... Ziyanı yok!... Var ama yok!... Var olan ziyanı zahiren bizi ilgilendirmiyor gibi görünse de; biz, içten içe ziyan eden taraf için ağlayacak, inleyecek ve kendimizden geçeceğiz!...

     

    Biz, Allah için topyekün insanlık adına kendimizden geçerken Taif'li olmasa da belki Ankara'lı bir genç; Allah aşkına yeter ağlamayın!... Ben size, işinize, davanıza inandım!... Ve yüzümü Allah'a, Rasulü'ne ve Dostu'na döndüm, diyecek!...

     

    Biz ise bir yandan elhamdülillah diyerek niyyetimizin (tek bir alem, bir tek insan çapında) tahakkuk edişine gözyaşları içinde sevinirken, öte yandan o genci de halkamıza alacak ve Allah aşkı için ağlamaya devam edeceğiz!... Ve bir kişiye vesile olmanın "varmak" olduğuna damla damla kanacağız!...

     

    Eşe ve dosta ulaşmanın (en fazla)dan daha fazla bir iş olduğuna inanıp, iman ederken; üzerinde olduğumuz yolun (Kur'an ve Sünnet Yolu'nun) neresinde olduğumuzu her an gözetleme derdince olacağız!... Ve iyiliğe en yakından başlamanın, bu yolun ruhuna uygunluğuna şehadet ederek imanlarımızı artırarak tazelerken; hep işin samimiyetinde olmanın vurgusunu yapacağız!... Bu dava; aleme, onsekizbin aleme dalga dalga yayılacaksa; inandığını yaşamanın derdine düşenler vesilesi ile olacaktır!...

     

    Ve bu dert; ihlas ile girişilecek bir "nefs muhasebesi" ile beslenecektir!... Bizi bu davada kararlı ve sabit kılacak şey de bu: Nefisle devam eden mücahedenin farkına varmak, muhasebeye sarılmak ve savaşa müdahele etmek Aksi halde bu iş yürümez!...

     

    Evvelki denemelerden bîhaberiz!... Denemelerin ve denemeleri yapanların analiz edilmesi yararlı olabilir!... Şayet Allah için başlanılan bir iş yarıda kesilmişse bir takım arızalar var demektir ki; onların farkına varırsak biz de aynı hataya düşmemek için gerekli tedbirleri almaya çalışırız

     

    Ettiğin beyan sana da bize de (yetmez ama) yeter!... Allah için olan bir işe niyet etmek kafi!... Zira kulun niyetinin amelinden faziletli oluşu; bulutsuz bir gecede gökyüzünü süsleyen dolunay misali apaçık ve tastamam ve nuranî bir hakikat!...


  14. Sevgili "nfknfk" samimi bulduğumuz fikirlerin için teşekkürler!... İsmi evet "Büyük Doğu" olmayabilir!... Onun yerine ne olur diye sorulduğunda; "En Büyük Doğu" yahut "Çok Büyük Doğu" veya "Seriyye" gibi bir ismin olabileceğini belirtirken; inanarak kaydedelim ki biz, evvelce Üstâd'ın; belli bir zamanda ve mekanda ve belli bir takım şartlar altında çıkardığı "gür ses"ten; malum zaman ve meçhul şartlar altında himmetle "daha gür bir ses"in çıkması gerektiğine inanıyoruz!...

     

    Biz bu işe inandıkça; niyyeti Allah için yaparak, gayret kemerini kuşandıkça; inanılmaz olan ne varsa o olanları var kılan bir Allah'a sığındıkça; er yahut geç zaten ölecek olan nefsi (nefislerimizi) Allah namına Ümmet-i Muhammed için feda ettikçe, "En Güzel Ölçü"ye sımsıkı yapışmanın derdine düştükçe; velhasıl Allah'ın, her hayat için en güzel çerçeveyi sunduğu kitabı Kur'an'a, O Kitab'ın (ve O Kitab'ın ruhunun, manasının, hakîkatin) en güzel bir şekilde yaşanarak çerçevenin içine akmış hali olan, Allah'ın Kulu ve Elçisi ve Habibi olan Zat (aleyhisselam)'ın Sünneti'ne ve büsbütün hayatları yalnız ve yalnız Kur'an ve Sünnet'ten ibaret olan, insanları Allah ve Allah'ın zikri dışında ne varsa her şeyden (şu zamanda özellikle ateşten) kurtarmanın ve insana yakışan hayatın, ölümün ve dirilişin derdini çeken Allah Dostu'nun ipine; ipin izin kalbimize geçercesine sımsıkı tutundukça her şeyin olabileceğine inanıyoruz!...

     

    Ve her şeyin O'nun katında belli bir zamana ve hesapüstü bir hesaba göre olduğuna da!...

     

    Bize düşen yalnızca; samimi bir şekilde fert fert "nefs muhasebesi ve mücahedesi"ne girişmek!... Ve niyyet ile beraber gayret etmek; yani vızıldamak!... Balı yapacak olan Onlar!...

×
×
  • Create New...