Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mitajanı

Editor
  • Content Count

    457
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    15

Posts posted by mitajanı


  1. ''Alkarısını, ancak ocaktan kişiler görebilir. Bakan baktığı müddetçe kaçamaz; ama gözünü bir kaçırırsa, yok olur. Başkaca zararı yoktur. Ocak, eskiden metafizik dünyayla bağlantısı olan ailelere denir. Nesilden nesile el vermek suretiyle bu kabiliyet aktarılır. Okuyup üflemek, muska yazmak, kırık-çıkık tedavi etmek bile ocak işidir.''

     

    'insanın öğrendiği bir bilgi ama öyle ama böyle karşısına çıkıyor' mealinde bir şeyler söylemişti m.sait çakar beğ. hakikaten dediği gibi bir gerçek var. ssimerenya'nın paylaştığı ekrem buğra ekinci'nin hoca'nın yazısını okuduğumda epeyce şaşırmıştım. ama yazıda beni en çok etkileyen şey ocaklı aileler meselesi... bazı ailelerin ''ocak''lı olması ve bu hikmetli hâlin ailelerin gelecek nesillerine tevarüs ettirilmesi çok ama çok orijinal bir bilgi. bu ailelerin okuyup üflemeleri, muska yazmaları, kırık-çıkık tedavisiyle uğraşmaları gibi kabiliyetleri olması üzerine epey düşündüm. yazıyı okuduktan bir, yalan olmasın iki gün sonra bir televizyonda kanalında izlediğim programda, yanılmıyorsam programcı anadolu'yu karış karış gezip gittiği şehirleri tanıtıyordu, gümüşhane ili tanıtılmaktaydı. bu ile bağlı bir köyde yaşayan ve hastaları iyileştirmeye vesile olan bir ihtiyardan bahsediyordu programcı abi. bu ihtiyar, kızgın korları eliyle tutabiliyordu. elleri o sıcağa nasıl dayanıyor tam bir muamma. ihtiyar, kızgın korları içi suyla dolu bir kaba atıp, daha sonra bu sudan çıkan buharı hastalara koklatmak suretiyle onları iyileştirdiğini iddia ediyordu. işin hayret verici kısmı şuydu ki, bu kabiliyetin kendi sülalesinde eskiden beri var olan bir durum olduğunu söyledi. donup kaldım. aklıma ekrem hoca'nın yazısında bahsettiği ocaklı aileler geldi. demek ki var böyle bir gerçek...


  2. mezkûr hâlin ne idüğüne dair zannetmiyorum ki şu siteden birileri bir şeyler söyleyebilsin. siteyi bir tarafa bırakalım; şu an bu hâli bize izah edecek ilim sahibi kaç insan var günümüzde? bu hâli izah edenleri anlayabilmek için dahi ayrı bi ilim gerekiyor. muhatap olunan mevzu çetrefil çünkü.


  3. Padişahların Mensup Olduğu Tarikatlar

    SULTANDAN EVLİYA OLUR MU?

     

    19 Aralık 2012 Çarşamba

     

     

    Osmanlı padişahlarından her biri bir evliyanın talebesidir. Tasavvuf, devletin kuruluşunda maya vazifesi görmüştür. Osmanlı saray terbiyesi ve kültürünün de esasını teşkil etmiştir.

     

    Belh padişahı İbrahim Edhem, evliyalık uğruna tahtını bırakmasıyla meşhurdur. Necib Fâzıl, hocası Abdülhakîm Arvasî’ye “Sultandan veli olur mu?” diye sormuş. “Olmaz” cevabını almış. Ama Abdülhakîm Arvasî’den “İbrahim Edhem bana gelseydi, ben onu tahtını terk etmeden biiznillah evliya yapardım” sözü de nakledilir. Öyleyse dünya sultanlığı ile âhiret sultanlığı bir arada yürüyebiliyor demektir. Abdülhakîm Efendi, sultanın tekke açıp şeyhlik yapamayacağını kastetse gerektir.

     

    Şeyh Edebâlî ile Osman Gazi kıssası, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda aşkın rolünü gösterir. Padişahlardan her biri, aynı zamanda tasavvufla meşguldür. Sultan Ahmed gibi sıkı mürid olanları da vardır. Muhiblik, yani bir veliyi sevmekle iktifa edenler de vardır. En çok padişahın mensubu olduğu tarikat Halvetî, sonra Nakşî, sonra Mevlevîliktir. Tasavvuf, devletin kuruluşunda maya vazifesi görmüştür. Osmanlı saray terbiyesi ve kültürünün de esasını teşkil etmiştir.

     

     

    Padişahlar, tarikatlar ve şeyhler

     

    Osman Gazi, kayınpederi ve Vefâiyye tarikatinden âhi şeyhi Edebâlî’ye bağlıdır. Oğulları Orhan Gazi ve Alâaddin Paşa da öyledir.

     

    Sultan I. Murad’ın, Şeyh Postinpûş adıyla bilinen Tebrizli Seyyid Mehmed Hammârî’ye bağlı olduğu söylenir. Şeyhi için Bursa Yenişehir’de tekke yaptırmıştır.

     

    Yıldırım Sultan Bayezid’in, damadı Nurbahşiyye Şeyhi Emir Sultan’a hüsnü zannı vardı.

     

    Çelebi Sultan Mehmed, muhtemelen Zeyniyye şeyhi Molla Fenari’nin muhibbiydi. Bayramiyye tarikatından Şeyhî ile sohbet ederdi.

     

    Sultan II. Murad, Mevlevî Emir Âdil Çelebi’nin müridiydi. Hayatında sıkı bir derviş gibi yaşamıştır. Tahttan üstelik iki defa feragat eden tek padişahtır. Rahmet-i ilahiyenin yağması için kabrinin üzerinin açık olmasını vasiyet etmiştir.

     

    Fatih Sultan Mehmed, Bayramî idi. Hacı Bayram halifesi ve İstanbul’un fethinin manevî mimarı Akşemseddin’e bağlıydı.

     

    Sultan II. Bayezid, tasavvufa en düşkün padişahlardandır. Velî diye meşhurdur. Hal ve kerâmetleri anlatılır. Şehzadeliğinde Halvetî şeyhi Çelebi Halife’ye mürid olmuştu. Ebussuud Efendi’nin babası ve Halvetî şeyhi Muhammed İskilibî (Şeyh Yavsî) ve Bayramî şeyhi Baba Yusuf Seferhisârî ile de sohbet ederdi.

     

    Yavuz Sultan Selim, Zeyniyye şeyhi Halimî Çelebi’ye mensuptu. Babası gibi hal ve kerâmetleri çokça anlatılır. Fevkalâde mütevazı ve sâde yaşantısı ile tam bir derviş idi.

     

    Kanuni Sultan Süleyman, sütkardeşi Üveysî şeyhi Yahya Efendi ile irtibatlıydı. Ama gençliğinde Emir Buhârî halifelerinden Abdüllatif Mahdumî veya Mehmed Nurullah (Yorgancı Emir) Efendi’ye bağlanmıştır. Ubeydullah Ahrâr halifesi Eyüplü Baba Haydar Semerkandî ve Halvetî şeyhi Nureddinzâde ile sohbeti vardır. İlk Nakşî padişahtır.

     

    Sultan II. Selim, 1574’de vefat eden Halvetî şeyhi Diyarbekirli Süleymân Âmidî’nin müridiydi.

     

    Sultan III. Murad, önceleri Halvetî şeyhi Hüsameddin Uşşâkî’nin muhibbiydi. Sonra Mâverâünnehr’den İstanbul’a gelen Nakşibendî şeyhi ve Hâcegî Emkenegî’nin halifesi Hâce Ahmed Sâdık Kâbilî’ye intisap etti.

     

    Sultan III. Mehmed, Halvetiyye’den Abdülmecid Sivâsî’ye mensuptu. Sonra Halvetiyye-i Celvetiyye’den Aziz Mahmud Hüdâî’nin de sohbetlerinde bulundu. Öyle ki Hüdâî, hanedanın şeyhi oldu.Sultan I. Ahmed, muhtemelen Sultan I. Mustafa, Sultan II. Osman, Sultan IV. Murad ve muhtemelen Sultan İbrahim kendisine mensuptu. Sultan Mustafa’nın müridlikte ileri giderek cezbeye kapıldığı ve bu halde kaldığı rivayet olunur.

     

    Sultan IV. Mehmed, Halvetî idi. Bir rüya üzerine Kilitbahir’e giderek Ahmed Câhidî’ye intisap etti. Onun için bir tekke yaptırdı. Abdülehad Nurî ve Karabaş Velî’den de istifade etmiş; Mevlevî Receb Enis Dede’nin sohbetinden zevk almıştır.

     

    Sultan II. Süleyman, Halvetiyye’den Atpazarlı Osman Fazlî Efendi’nin müridiydi.

     

    Sultan II. Ahmed, Sultan II. Mustafa ve Sultan III. Ahmed, Mevlevî Şeyhi Receb Enis Dede’ye mensup idiler.

     

    Sultan I. Mahmud ve kardeşi Sultan III. Osman, 1755’de vefat eden Nakşibendî şeyhi Seyyid Muhammed Murâdî’ye intisaplıydı.

     

    Sultan III. Mustafa da, Nakşî şeyhi Beyzâde Mustafa Efendi’den feyz almıştır.

     

    Sultan I. Abdülhamid, Sa’diyye tarikatından Mehmed Ziyâd Efendi’nin müridiydi.

     

    Sultan III. Selim, Mevlevî şeyhi Mehmed Emin Çelebi’ye intisap etmişti. Şeyh Gâlib ile de sohbetleri çoktur.

     

    Sultan IV. Mustafa’nın Nakşibendî şeyhi Molla Murad Efendi’den feyz aldığı rivayet olunur.

     

    Sultan II. Mahmud, Nakşibendî’dir. Yahya Efendi tekkesi şeyhi Mehmed Nuri Efendi’ye bağlıydı.

     

    Sultan Abdülmecid de babası gibi Nakşibendî idi. Babasının şeyhine hüsnü zannı vardı. Hatta başı Nuri Efendi’nin dizinde, kelime-i tevhid söyleyerek can vermişti. Sultan Selim Câmii avlusundaki türbesinde, Yanyalı İsmet Efendi tekkesi müridlerinin her Cuma gecesi hatm-i hâcegân yapmalarını vasiyet etmişti.

     

    Sultan Abdülaziz, Mevlevî idi ve Sadreddin Çelebi’ye mensuptu.

     

    Sultan II. Abdülhamid, önceleri Nakşibendiyye’den Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî’nin sohbetlerinde bulundu. Sonra Şâzelî şeyhi Zâfir Efendi’ye mürid oldu. Bunun vefatından sonra Kâdiriyye’den Yahya Efendi postnişini Abdullah Efendi ve Ebulhüdâ Rifâî’den de feyz aldı.

     

    Sultan Reşad, Mevlevî idi. Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Salâhaddin Dede’ye bağlıydı. Sultan V. Murad için de böyle bir rivâyet vardır. Hatta oğluna şeyhinin ismini vermişti.

     

    Sultan Vahîdeddin, baba ve dedesi gibi Nakşibendî idi. Gümüşhanevî tekkesi şeyhi Ziyaeddin Dağıstanî’nin muhibbiydi. Şeyhin vefatında asasını hatıra olarak almıştır.

    • Like 1

  4. antonio negri ve m. hardt, marx'ın komünist manifesto'daki ünlü cümlesini (dünyanın bütün işçileri, birleşin!) günümüz isyan hareketleri için bu şekilde yeniden söylüyor. isa peygamberden sonra 2011 yılında gerçekleşen tunus ve mısır devrimlerini, amerika'daki occupy wall street ve ispanya'daki indignados hareketlerini konu edinmiş yeni kitabında. kitabın başında bir manifesto niyeti taşımadığını, zira bu isyan hareketlerinin öncüsüz bir şekilde ortaya çıkıp bir peygambere ihtiyaç duymadığını yazmış. sen nesin peki ağbi bu kitabın yazarı olarak? amacın bu hareketlerin sonradan-peygamberi olmak mı? olur da karşılaşırsak negri'ye sorulmak üzere dursun bu şimdilik.

     

    kitabın önemsediğim yeri, neoliberalizmin ne kadar aşağılık bir toplum hayatı getirdiğini incelikle ifşa etmesi. bunun dışında, negri'nin tunus ve mısır devrimlerini occupy wall street ve indignados'la aynı kefeye koyma ısrarı anlamsız. bu son ikisi, negri'nin iddia ettiği gibi batı'daki modern-liberal toplumsal düzenlerin baskıladığı, dışladığı, süründürdüğü, içini boşalttığı çoğunluk kesimlerinin bir özneleşme hamlesi olarak görülebilir, ancak müslüman ülkelerde olan biteni anlamak için önce kendi tarihsel bağlamını tespit etmek gerekir. islam'ın tarihsel olarak modernlikle ve kapitalizmle karşılaşması, iç içe geçmesi veya hesaplaşması, kendine has dinamiklere, hassas noktalara, dönemeçlere sahiptir. en basitinden, amerika'da ve ispanya'daki hareketlerde neoliberal toplum düzeni radikal eleştirilere konu edilmekle yetinilirken – zira rejimler alaşağı edilmedi-, tunus'ta ve mısır'daysa sömürge-artığı diktatörlerden sonra islamcılar iktidara geldi: belli bir siyaset anlayışları ve önerileri olan islamcılar artık yeni düzeni islamcı olmayanlarla beraber kurmak zorunda. bu iki hareket arasında mahiyet farkı var. negri, neoliberal düzenin rasikal reddi olarak gördüğü yeni hareketlere dair tespit ve önerilerine tunus ve mısır'ı da katarak aslında yine batı-merkezli bir okuma yapıyor. bütün kitap boyunca tunus ve mısır devrimlerinden verilen örnekler bir elin parmağını geçmiyor; kitap, batı-dışı bu hareketlerin farklılığını görmezden geliyor ve neoliberal batılı toplumu evrensel bir kategori olarak yeniden üretiyor. negri, 2011 yılındaki hareketlerin alelacele sonradan-peygamberliğine soyunmak yerine daha mütevazi bir perdeden konuşabilirdi; tunus ve mısır'ı anlamak için neoliberalizm merkezli bir potada eritmek yerine sömrügecilik-modernleşme-islamcılık ekseninde bir okuma yaptıktan, özellikle müslüman toplumların içinden yazılanlardan çok şey öğrenerek düşünebilirdi. kitabın yararlandığı kaynakçaya baktığımızda batı-dışı tek bir referans görmüyoruz; anlaşılan o ki negri tunus ve mısır devrimlerini sıradan bir batılı gibi hakim medyadan takip etmiş. negri'nin dünyanın bütün tikellerinin ortaklaşmasına yönelik çağrısı, dünyanın çoğulluğunu ve islam dünyasının farklılığını görmezden geliyor.

     

    mevcut neoliberal düzen dört yeni antroplojik figür oluşturdu diyor negri ve hardt. özet geçersem:

     

    1. borçlandırılanlar: sadece ev, araba vs. değil, her gün yedikleri ekmeği bile bankalara taksitle borçlanarak yiyebilen herkes. sermayeyle olan ilişkimiz artık, emeğimizin bir mal olarak ona satılması şeklinde değil; artık borç alan yoksun kitleler ve borç veren sermaye sahipleri arasında gerçekleşiyor. sadece işçi sınıfı değil, bütün bir orta sınıf artık ücretli çalışma ve tüketim arasında mekik dokuma ve giderek yenileri binen borçlarını ödemek için bütün hayatını ve zamanını işe koşmak zorunda. hayatın sermayeye satılması karşılığında, bize borçlarla yüklü bir çalışma ve tüketim hayatı veriliyor. borçlandırılan bilinç, borcun yarattığı zorluklardan ötürü suçluluk duyan ve bu çileyi yaşam biçimine dönüştüren mutsuz bir bilinç oluyor. alışveriş merkezine gidip marka mağazalardan kılık kıyafet alarak ve sonrasında burker king'de tıkıştırarak mutlu olduğunuzu zannetmek istersiniz, zira bu harcamalar, ev ve araba taksitiyle birleşerek gelecek ayki kredi kartı ödemesine dönüşecek ve bu da ücretli çalışmaya devam etme gerekliliğini bir kamçı gibi sırtınızda patlatacaktır. borçluluğun, hayatın bütünüyle sömürülmesi olarak yaşanması derinden derine içinize bir çilenin acısını işler.

     

    2. medyalaştırılanlar: iletişim teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla herkesin birbiriyle iletişim imkanı artmış gibi görünse de, aslında nitelik olarak paylaşılan hiçbir şey yok. dahası, artık hayatın her anında bilincimiz sanal ağlara tabi kılınmış durumda; iphone sayesinde medya bizi sürekli olarak dünyanın akışına katılmaya, neyi istiyorsak seçmeye ve ifade etmeye çağırıyor. medya dikkatimizi ele geçiriyor, sahici duygu ve düşünce üretme ve paylaşma yollarını unutturarak gözlerimizi ve kulaklarımızı facebook, twitter, youtube vs. gibi kanallarla kendine zincirliyor. bilgi üretme ve iletişime geçme kapasitelerimiz, zihinlerimiz ve kalplerimiz bu sözde iletişim kananllarına bağımlı kılınarak felce uğratılıyor.

     

    3. güvenlikleştirilenler: her yerde güvenlik var, çünkü her yerde korku var: havaalanları, alışveriş merkezleri, okullar, evler, sokaklar vs. her yaptığımız eylem güvenlik kameralarıyla gözleniyor, internette yaptıklarımız ve cep telefonu aramalarımız kaydediliyor, hasta olmamız, okula gitmemiz, alışveriş yapmamız hepsi belgelerle arşivleniyor. günümüzün eksiksiz gözetimi bütün bir toplumu hapishaneye çeviriyor. en önemlisi de bu koca hapishanede tehdidin ve korkunun kendimizden gelmesi; metroda diğerlerinin kuşkulu hareketleri gözlemliyoruz, komşularımızdan şüpheleniyoruz ve giderek hem mahpus hem gardiyanı oynuyoruz. korku dağları değil, evleri, sokakları ve bedenleri sarıyor.

     

    4. temsil edilenler: parlamenter demokrasinin siyasi tercihlerimizi ve irademizi yansıttığına inanıyoruz, oysa hiç de öyle değil: finans ve zenginliğin gücü, giderek maliyeti yükselen seçim kampanyalarına dayabilecek kendi örgütlerimizi kurma ihtimalini ortadan kaldırıyor. ancak çoook zengin olursak tamamen kendi fikirlerimizle siyaset alanına girebiliriz. bu da yetmez; zira eğer güçlü bir medyayı ve lobi ağını kontrol edemiyorsak hiçbir siyasi cümleyi de duyuramayız. oy vermek, asla kendi fikirlerimizi siyasete yansıtmak değildir; siyaset alanında muktedirlerin ürettiği tercihlere mahkum olmaktır sadece. medya sayesinde bu tercihlerin aslında bizim tercihlerimiz olduğuna ikna ediliriz. parlamenter demokrasi, kitlelerin gerçek siyasi eylem ve düşünce haklarını sinsice ellerinden alan, sus payı olarak sivil toplum denilen muhayyel mekanda kardeş kardeş takılmamızı salık veren ve kendisine karşı en ufak bir protestoyu “şiddet eylemi” olarak tanımlayıp kolluk güçleriyle hapsihanelere tıkan bir nihilizmdir.

     

    toparlarsak: bizi paranın gönüllü köleleri haline getiren borçluluk, zihinlerimizi ve duygularımızı kendine bağımlı kılan iletişim ve medya araçları, her an korku ve terör ortamında paranoyak bedenlere dönüşmemize yol açan güvenlik düzeni, ve siyasi bir varlık olarak eylem ve söz kapasitelerimizi donduran ve bizi pasif bir kamuyona indirgeyen temsil sistemi günümüz neoliberal demokrasilerinin başat özellikleri. bütün bunların günümüz türkiye'si için de maalesef ne kadar yerinde tespitler olduğunu görmemek zor değil. buna karşı durmak için de öncelikle, memlekette “demokrasi”, “barış”, “ekonomik büyüme” söylemleriyle kurulan mevcut siyasi doxa'yı yutmamak gerekiyor.

     

    elyesa koytak.


  5. abdûlbâki gölpınarlı hoca'nın resmettiği istanbulla günümüz istanbul'unun arasında oluşan şahsiyet farkını tahlil etmek için gelişen iktisadî düzeni merkeze oturtarak bir tenkit yapmalıyız. tazir'in mevzuyla mütenasip bir şekilde bahsettiği kentleşme politikaları da bu minvalde değerlendirilebilir, ki konya örneği başlı başına, müstakil bir problem bence.

     

    neo-liberal politikaların şehirleri getirdiği yer ortada. bu politikaların üretim merkezinin okyanus ötesindeki think thank kuruluşları olduğunu hatırlarsak meselemiz kendiliğinden sarahate kavuşur zaten. böyle politikaların sonucunda asla ve kat'a gölpınarlı merhumun tasvir ettiği bir şehir tipolojisi husule gelmez, gelemez. eskiler medeniyeti en beliği ifadeyle ''tâmir-i bilâd ve terfih-i ibâd'' şeklinde formülize etmişler. bu formülün içerisinde şehirleri bayındır etmek ve halkı müreffeh yapmak misyonu yatar. bunu yaparken de estetik ve ahlak ön plandadır. ama kapitalizmin her yerde olduğu gibi türkiye'de de kaba ve vahşi bir biçimde kök salması sonucunda en büyük fatura güzelim şehir istanbul'a kesilmiştir. bundandır herkesin eskinin istanbul'unu mumla araması.


  6. Bir de işin enteresan yanı üçümüz muhabbet ederken iki kişi birden bir kişiye 'görünmez sensin' diye yüklenince, o kişi ister istemez makaraları koyveriyor ve ihale adamın üstüne tamamen yapışıyor. Bunu ilk önce mitajanı yaptı, daha sonra da ben yaptım ve az daha görünmez biz oluyorduk. Daha fazla dayanamadım ve gidip adamla tanıştım, gerçekten alayımızdan birikimli, kafası canavar gibi bi adam çıktı. İstanbul'da olsa sabah akşam kapısında yatarız yani, öyle bi şey. Mitajanına filan beş atar (bu fitne tohumu da benden gelsin ehehe). Tabii sonra yönetici oldu, pas bile vermiyor artık diye lafımı sokup kaçıyorum. Allah'tan girmiyor, umarım görmez. SMOD kısmısının sağı solu belli olmaz. Bizim haber spikeri, açık unutulmuş mikrofon edebiyatından da haberdarsa kaçacak delik arayalım biz. Gel mitajanı gel.

    görünmez olayı bizi zamanında epey bir yordu, doğrudur. adamı çözene kadar çektiklerimizi yazmış radocan. ama bir şekilde görünmez'in mitajanı ya da herhangi bir başkası olmadığı gerçeğiyle yüzleştik. ilginç birisi olduğunu, çok okuduğunu, sade bir hayat sürdüğünü, ölümü ve cenneti çok düşündüğünü öğrendik, öğrendim. bana beş değil on basar ayrıca. çok da mütevazi bir arkadaşımız kendisi. cevher, cevher... kendisini sahalarda görmek istiyoruz demek isterim ama feysim el vermiyor. bu akşam radoyu aradım bir de, kar boran tipi sörvayvır. sesi gayet iyidi. buna benzer şeyler işte.

  7. evvela böyle güzel bir başlığı husule getirdiği ve çok hoş bir girizgah yaptığı için üsküdar'ın yetiştirmiş olduğu pek kıymettar mütefekkir kardeşim ve dostum trra'ya teşekkürlerimi sunarım. dünkü muhabbetten böyle bir başlık çıkacağını hiç düşünmemiştim. iyi oldu, güzel oldu. hasılı şartlar olgunlaştı, bebeler belik oldu, yaz baharım döndü kışa, ve dahi putin denen arkadaş pek sportif bir siyaset adamıdır. ne alaka. boşver. ipucu: bugün sıtanbol'a geldi de sayın putin. e ben de meslek icabı peşine takıldım. kapiş?

     

    ya biz bu siteye nasıl da göbekten bağlanmışız be radom. nası oldu bu. nası. bu site denince mesela aklıma 2008 senesi geliyo. ondan öncesi de var aslında. ama şimdilik 2008'e odaklaniyim bakim. üsküdar geliyor aklıma heman, merkez otoparkının yanı abiler... hani şu layla kafe var ya, orası işte. harun yaşar'ı nfk-fan zannettiğim o iftar buluşması... harun yaşar o vakitler daha taze... :) sonra mehmet, göksel, adles... hacı sayid'den çıkışımız. hasib nickli bir abi vardı bir de. dur ya, o sonra bizim ilcege abi oldu di mi. tamam hatırladım hatırladım.

     

    başka neler var hafızamda. reyhan, bdg, cile54, gardenya, postmortem... ve tabii ki panturk abi. :) onun yazıları, şiirleri... karnım ağrıyana kadar güldüğüm günler. cihat'ı da unutmamak lazım. iyi yazardı. kılıçkıran vardı sonra. mücerret bir adamdı kendisi. eheh.

     

    va dahi Ü.Y., balaban, tuğra... bunlar da yazar çizerdi o zamanlar.

     

    ahıskalı diye birini tanıdık sonra. siteye emeği geçenlerden. achartave eskilerden bilen bilir. teknik bir adam. :) beylerbeyi, w-racer.

     

    sonra mesela butimar vardı, pempegül... pempegül mü? üff ya. ismi hatırıma gelince yine bir tuhaf oldum. :) belaydı abicim bela...

     

    nameless vardı sonra.

     

    hacegan aga mesela...

     

    sonra efendime söylim görünmez bi kardeş geldi.

     

    ulan durun ehl-i kalender'i yazmazsam kendimi suçlu hissederim. ibni.ss vardı. kavga dövüş ederdik. :)

     

    böyle olmadı biliyorum ama böyle yazdım, affola beyler...

    • Like 4

  8. ''sabah sabah çoh guldürdünüz beni. üstü çizilecek cümleler filan. hayırdır ya orada ironi var da biz mi göremiyoruz. ortalama insan altını çizer cümlenin. cins kafalar, übermensch tipler galiba cümlenin üstünü çiziyor. la bu çok jeqil biR hareQet. hep dedim yine diyorum: geçelim bu işleri.''

     

    mitajanı / insanların iç yüzü / sahife 46 / didaktik hâller.

    • Like 4

  9. necipfazltoruniyle.jpg

     

     

    bu fotoğrafı feysbuktan apardım. eğer galeride varsa kimse kusura bakmasın. ben bu fotoğrafın bir benzerinin sitede olmadığını düşünürekten bu fotoğrafı siteye ekliyorum aziz seyreyleyenler. velev ki var, siz de yok hükmünde mülahaza edin mevzuyu. akıllı olun. kaldırımın solundan yürüyün, terli tersiz su için. hadi bakalım, hoşça bakın zatınıza kim zübde-i falan filan.

×
×
  • Create New...