-
Content Count
1,058 -
Joined
-
Last visited
-
Days Won
12
Everything posted by BDG
-
Değerli üyelerimiz, Sitemizde daha çok hangi yaş grubunun yer aldığını belirlemek amaçlı bir anket başlatıyoruz. Anketimize katılımlarınızla sitemiz ile üyelerimizin yaş grubu arasında kabul edilebilir sınırlar içerisinde bir istatistik oluşturmuş olacağız. Böylelikle bizlerin kimlere daha fazla hitap etmiş olduğunu tahminlerin ötesindeki verilerle görmüş olacak, eldeki doneleri değerlendirecek, bunların psikososyal incelemelerini yapacak, netice itibariyle daha sağlıklı ve verimli dönüşümlerle çalışmalarımızı sürdürmeye gayret edeceğiz. Bunu destekleyecek yeni anketlerle de yapacağımız analizlerin doğruluğunu görmeye çalışacağız. Sitemizin altyapısını ilmi verilerin de ışığıyla güçlendireceğiz... Yeteri katılım oldukça bizler başlık altında görüşlerimizi yazmaya devam edeceğiz. Saygılarımızla...
-
İslamda Şiir ve Şair İmam-ı Müslim'in Şüreyd Bin Süveyd-i Sakafi'den rivayeti: -Allahın Resulü bir gün beni develerinin ardına bindirip buyurdular: "Eskiden Ümeyye Bin Ebi Sallat isimli bir şair vardı. Onun şiirlerinden hatırında birşeyler var mı?" Ben de bir beytini okudum. "Daha oku!" diye emrettiler. Bir beyit daha okudum. "Yine oku!" buyurdular. Bir beyit daha okudum ve böylece yüz beyite kadar çıktım. Allahın Resulü dinlediler. Bu incelikleri bilmeyenler, Allahın Resuliyle, sahabileri hakkında hiciv söyleyenlere ait ayeti umumiyet çerçevesi içinde ele alıp mutlaka şiire ve şairlere çatarlar. Bilmezler ki, şeriate aykırı olmayan şiir benimsenmiş ve övülmüştür. Hususiyle öğüt ve hikmet dolu şiirler en makbul olanları... Böyleleri için ecr ve sevap büyüktür. Böyle şiirler, sahabilerden ve Peygamber Evinin bağlılarından gelmiştir. Hazret-i Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, "Fatıma-tüz-Zehra" ve "Ayişe-tül Kübra" ve başka sahabiler ve Peygamber soyundan gelenler, hep böyle şiirler okumuşlar ve söylemişlerdir. Gönül Nimetlerinden
-
Aşağıdaki linklerde Üstad Necip Fazıl'ın farklı dillere çevrilmiş şiirleri yer alıyor. Başlık sabitlenmiştir. Yeni çeviriler olduğu takdirde konuya eklenecektir. The Ordeal - Çile (İngilizce) Sin - Günah (İngilizce) To My Mother - Anneme (İngilizce) Footsteps - Ayak Sesleri (İngilizce) I Say God - Allah Derim (İngilizce) The Long Awaited - Beklenen (İngilizce) Pray - Dua (İngilizce) My Passing Minutes - Geçen Dakikalarım Crying Children - Ağlayan Çocuklar (İngilizce) My Dear Istanbul - Canım İstanbul (İngilizce) Hotel Rooms - Otel Odaları (İngilizce) Sidewalks - Kaldırımlar (İngilizce) Curtains - Perdeler (İngilizce) The Dead - Ölüler (İngilizce) The Corpse's Room - Ölünün Odası (İngilizce) Омонафандим, омон…! - Aman (Özbekçe) راه ها و آسمانها - Yollar ve Gökler (Farsça) بيابان - Çöl (Farsça)
-
Üstad Necip Fazıl'ın dikkatten kaçan, fakat çok önemli eserlerinden birisi olan Mümin-Kafir adlı çalışmasını bu başlıkta sizlerle paylaşacağız. İspat Kâfir - Bana herşeyden evvel Allah'ı ispat etmeye çalışır mısınız? Mümin - Size Allah'ı değil, sizi ispat etmeye çalışmak daha yerinde bir cehd olur. Sizi, yani ruhunuzdaki idrak mekanizmasının sefaletini ispat... Kâfir - İşe hakaretle mi başlayacağız? Mümin - Asla! Bazı dik kelimelerime karşı sabretmeye alışacaksınız. Nitekim benim sabrım sizinkinden büyük... Bir müminin küfür karşısında sabrı ne demek? Eğer gayemiz hakikate ulaşmaksa, en sert ve haşin tahlil raporlarına göğüs germek lâzım... Fikir ve hakikat, hatır ve gönül dinler mi? Kâfir - Buyurun efendim, dinliyorum!.. Mümin - Büyük bir velîye, büyük bir zahir ehli demiş ki: "Ben Allah'ı binbir delille ispat eden adamım!" Velî de şu cevabı vermiş: "Demek senin Allah'tan binbir şüphen var!" Genç balıklar, ihtiyar balığa sormuşlar: "Kuzum, su diye birşeyden bahsediliyor. Göstersene şunu bize!.." İhtiyar balık cevap vermiş: "Siz ondan başka bir şey gösterin ki, ben de size onu gösterebileyim." İşte Allah'ın hakikati böyledir. Hem herşeyde O, hem de gösterilemez. O'nu bedahet duygusu görür. İman tam olduğu zaman ispatı kovar ve kendi başına kalır. Kâfir - Güzel şiir... Mümin - Ah, siz şiirin de ne demek olduğunu bir bilseniz! Şiir de hakikatin, yıldırım gibi çevik bir metodla aranmasından başka bir şey değildir. Kâfir - Bu da güzel bir şiir... Mümin - Fakat sizin inat ve istihzanızda hiçbir şiir yok... Dinleyin! Allah, insan için namütenahi sâf ve o nispette karışık bir bedahettir... Bu işin kuru akıl metodlariyle ispat edilecek hiçbir tarafı mevcut değil... Tıpkı mimarlıktaki (Akustik) buluşu... Hesap ve hendeseyle çalışılır, fakat sanatla bulunur. Her hesap yerine gelir, fakat yankı doğmaz. Derken hiçbir şey yapılmaz da kubbenin altı çınlamalarla dolar. Büyük bir mimar bunun için diyor ki: "Akustik işi mayoneze benzer; ya tutar, ya tutmaz ve nasıl tuttuğu, niçin tutmadığı bilinmez." Allah'a derin bir ruh feyziyle inananlar, kulunu kendisine inandıranın da bizzat Allah olduğunu bildikleri için, ispata fazla iltifat etmezler. Bu bir bedahet meselesidir; ruhunda bir his anteni olana ne mutlu, olmayana da ne yazık!.. Kâfir - Sanki ispat mı etmiş oldunuz? Mümin - Belki ispatın bir zaaf olduğunu ispat ettim. Belki ispat gayretinin bir o kadar şüphe davet ettiğini ispat ettim. Allah'ın akıl üstü bir melekeyle bulunduğuna ve bu melekenin akıldan senet istemeye tenezzül etmediğini ispat...
-
Aksiyon Ve Onlar ...Şimdi, yine kendimizden olmak şartiyle, umumî mânada tarihi yoklıyalım: Timur ve ilk Osmanlı sultanları... Osman, Orhan, Murad, Yıldırım... Bu noktaya kadar sâf (aksiyonun timsalleridir, bunlar... (Aksiyon)un felsefesini birazdan yapacağımız için anlatmıyorum. Fakat, belirtmiştim ki, imansız (aksiyon) olamaz. Besbellidir ki, aşksız iman olamaz, disiplinli ve ahlâkî ölçüsü yerinde olmayan (aksiyon) ise hiç olamaz. Bunlar, saydığım isimler, büyük, o büyük (aksiyon) vasıfları yüzünden ilk fetihlere ermişlerdir. Bunların arkasından karşımıza bir Fatih Sultan Mehmed çıkıyor, bir Hadîsin de bütün hikmetine nail olarak, İstanbul'u fethetmek gibi bir mazhariyete eriyor. Bakın, (aksiyon)culuğuna! (Duyulmuyor sesleri...) "- O duyulmayan sesi bir yükseltsem altında toplanmaya gelir miydiniz, gelmez miydiniz?" (Gülüşmeler, gelirdik, sesleri...) Fâtih; önüne bir zincir çekerler, biliyorsunuz, gelir, gemilerine insan aklının kabul etmiyeceği şekilde yol açar. O devrin fennî imkânlarına göre harika iş... Dağlardan Halic'e donanma indirmek... Bizanslı uyandığı zaman, bütün donanmayı Haliç'te görür. İşte (aksiyon) budur, olmazı yapmak... Fatih bunu yapabiliyor; çünkü imanı var, şevki var, aşkı var, gençliği zindeliği var... Gençlik yaş işi değildir. Ruh işidir. Yavuz da aynı... Mısır, İslâm birliği gayesi... Tarihî tabloları çabuk geçiyorum; fikri, zamana rahat sığdıralım diye. Evet; Yavuz, Mısır'ın fethi, Çaldıran vesaire... En parlak (aksiyon)... O devirde, Yeniçeride bozulma başlamıştır. (Aksiyon)cunun büyük hareketi malûm... Atını sürüp aralarına: "- Karılarının yanına gidecekler dönsün, benimle gelecekler gelsin!" (Aksiyon)cu budur. Biraz sonra (Napolyon)da anlıyacaksınız bu sırrı... Yavuz... Ve nihayet Kanunî... Şimdi burada büyük tarihî bir sırra dokunacağım. Kanunî şüphesiz ki, büyük bir padişah... Amma, Osman'ların, Orhan'ların, Murad'ların, Fatih Sultan Mehmed'lerin ve Yavuz'ların eseri artık kemâline gelmiştir ve O'na bir büyük mirasyedi gibi, bunun başına geçmek düşmüştür. Yâni, kendisinden evvel başlamış bir (aksiyon)u, arkasından tâkipetmek... Önünden çekmek değil... Yoksa, Kanunî kendi şahsıyla büyük değildir, devriyle büyüktür. Nitekim Viyana önünde fütuhatımızın artık durması, (aksiyon) kabiliyetimizin ve onu besleyen iman ve aşk kabiliyetimizin, yavaş yavaş gölgelenmeye başladığının delilidir. Artık Viyana fethedilemez, niye? O devrin, içtimaiyatçı gözüyle şartlarına bir göz atanlar anlar ki, Viyana gerçekten fethedilemez artık... Çünkü ruh pörsümeğe başlamıştır. Bu hâlin ilk mes'ullerinden biri, Yıldırım'dır. Yıldırım, ilk içki içen padişahtır. İlk defa altundan düğmeler takınan "zibü fer" içinde gezinen hükümdar... Esirdir, karısı Sırp prensesine, ruhen... Bütün faziletlerine, meziyetlerine, (aksiyon) ruhunun şahdamarı olan atılganlığına ve gözükaralığına rağmen, Yıldırım, bu ruhun iç nescini, ahlâk dokusunu, ilk defa yaralamış, örselemiş, bozmuş olandır. Mâna bozulunca da, madde kabiliyetinin ve körükörüne atılganlığın hiç bir kıymeti kalmıyor. Yıldırım'ın devrinde cemiyet taze, genç, sâf ve iman dolu olduğu için, sarsıntı, helak edici olmamıştır. O devirde din adamının ne büyük insan olduğuna bakın!
-
Osman Yüksel Serdengeçti ile alakalı olan konulara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Yeni konular açıldığında konu linkleri aşağıya eklenecektir. Osman Yüksel Serdengeçti Osman Yüksel Serdengeçti Osman Yüksel Serdengeçti, şiirleri Mabetsiz Şehir, O.Y.S. Serdengeçti'nin Nükteleri Dava adamları 33. Serdengeçti'den bir Hatıra Osman Zeki Yüksel(serdengeçti), Dava Arkadaşım Osman Yüksel Serdengeçti, özlediğim alem üstad & Serdengeçti, Serdengeçtinin Üstada son bakışı Osman Yüksel Serdengeçti,Hak Yolunda Bağrı Yanık Yolcular Hüseyin üzmez,çilenin böylesinden Bir Garip Öldü Diyeler Biz Bunlara Bağlıyız Başımıza Kulak Lazım Yeniden Serdengeçti Dergisi Anayasa Taslağı, Trajikomik bir Ben Insanım Diyen Okusun! Serdengeçti'ye Dair?,Bir istek Osman Yüksel Ve Eşi İsmet Hanım Üstad'ın Tiryakileri,Hukukçular Deneme..., Deneme... Kucuk Sey, Osman Yüksel'den Üstada... Sükût Üstadımın Hatırasına Osman Yüksel Serdengeçti Anıldı
-
Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy ile alakalı olan konulara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Böylece arama zahmetini bir nebze azaltmış oluyoruz. Yeni konular eklendikçe konu linkleri de aşağıya eklenecektir. Mehmet Akif Ersoy Mehmet Akif Ersoy, şiirleri Üstad Ve Mehmed Akif Çanakkale Zaferi Akif'in Mahkemesi, Edebiyat Mahkemeleri'nden Çanakkale Geçilmez..!, Zaferin 91. Yıl Dönümü Mehmet Akif Ersoy , Nükteleri ve Diyalogları Senin Istifa Ettirdigini Biz De İstifa Ettirdik! Cemil Meriç Bir Ramazan Hatırası Bİzlere Yazmaya Ne Dersİnİz? Mehmed Akif Hitabesi, Akif'i anma gününde söylenmiş bir hitabe Büyük Doğu Marşı, Milli Marşlığın Nasip Olmadığı # üstad Hayatından Kıssalar Ve Büyük Doğu Liboş Taha Akyol'da Birilerine şirin Görünmenin Yolunu Bulmuş... Kitabı Kritik, Selim Çoraklı Üstada Büyük Terbiyesizlik Üstadı İdrak Edemediler
-
· İslâm inkılâbında milliyet görüşü, kendisini milliyetçiliklerin tersine zarf değil mazruf, kap değil muhteva, madde değil ruh, mekân değil zaman işi telâkki eder. · İslâm inkılâbında milliyet görüşü, Türkü fırlak kemikler çekik gözler, dar alınlar ve kirpi saçlar kadrosunda, yani hor ve kaba madde plânında aramaz. · İslâm inkılâbında milliyet görüşü, her şeyi ana ruh vahidine bağladıktan sonra, o ruh vahidini en iyi aksettiren yahut en iyi aksettirmeye memur olan zarf, kalıp ve madde ölçüsü olarak da (daima bu kayıt altında) kendi ırkını mecnuncasına sever. · İşte Gaye - İnsan ve Ufuk - Peygamberin «Kişi kavmini sevdiği için suçlandırılmaz!» mealindeki muazzam Hadîsinde, dışarıdan ve ilk bakışta o kadar kolay sanılan namütenahi derin mânaya bir yol; ve hudut içinde hudutsuz milliyetçiliğe bir işaret!.. · İslâm inkılâbında milliyetçilik görüşü, Müslümanlıkta mahdut o sınırlı milliyetçiliktir ki, bu sınırın en küçük mikyasına kendisini hudutsuz ve başıboş bilen hiçbir milliyetçlik ulaşmaz, ve böyleleri bizimle uyuşamaz. · Tıpkı Şeriate baş kesmekle, onun yasak etmediği sahalarda hudutsuz bir salâhiyet ve memuriyete kavuşan akıl gibi, İslâm inkılâbının milliyetçiliği de, topyekûn insanlık kadrosunda ruhun kaynağını Müslümanlık olarak kabul ettikten sonra, o ruhu taşımaya, renklendirmeye, mizaçlandırmaya karşı liyakat ifadesi bakımından bütün kavimler arası yarışmada üstünlük mefkûesinden ibarettir. · Böylece İslâm inkılâbında milliyet mefkûesi, ırk, kavim ve soy ifadesiyle de Peygamberine lâyık olma cehd ve müsabakasının eseridir ki, her türlü ırk ve kavim sınırını kuşatan ve aşan Müslümanlığı incitmek yerine şadedecek; ve ana ölçüye bir kere bağlandıktan sonra en ileri haklara kadar kazanıcı izinli milliyetçiliğin tâ kendisi olacaktır. · İslâm inkılâbında, Şeriatle hudutlu akıl, hakikatte nasıl hudutsuz aklın tâ kendisiyse, yine onunla hudutlu milliyetçilik de hakikatte hudutsuz milliyetçiliğin tâ kendisidir. · Hudut içinde hudutsuzluğa çıkmanın girift sırrından nasip almış olanlar, mücerret ve münhasır milliyetçilik alevine gaz ve fitil ahengi verecek ve onu Şeriat şişesinin içinde en ileri ışığa kavuşturacak sistemin de, derin ve gerçek mü'min anlayışıyle İslâm inkılâbına bağlı milliyetçilik görüşünden olduğuna inansın!.. · Milliyetçiliğin, bu ölçü dışında bütün alevli tezahürleri, yalnız gövdeleri yakıp kül eden dar ve hasis bir nefsanîlik, ham ve yobaz bir putculuktan başka bir şey değildir. · Allah ve Resûlünü en çok sevdiği, yahut en çok seveceği, yahut da en çok sevmeye memur edeceği için Türkü sevmek, onun şahsî ve kavmî ruh hazinesini bu aşk zemininin üzerine serpiştirmek ve bütün zaman ve mekân boyunca bu ruhu geliştirmek, kalıplaştırmak, billûrlaştırmak ve maddeye nakşetmekten ibaret olan üstün milliyetçilik, ruhî muhteva dışı ırk ve kavim sebebine değil, ruhî muhteva içi ırk ve kavim neticesine bağlı o mefkûredir ki, usul ve sistemini de her millete veren, böylece darlık ve hasislik çemberini kıran, dünya çapında bir yenilik belirten ve hudut içinde hudutsuzluğa ulaşan büyük oluşun en gerçek yapıcısıdır. --------------------------------------------------------- -------------------------------------------------------- MİLLİYETÇİLİK Her tavus kuşu mutlaka mutlaka bir yumurtadan çıkar; ve tavus yumurtasından her çıkan, mutlaka tavus kuşudur; öyle amma, gaye, tavus yumurtasından çıkmış olmak değil, tavus kuşu olmaktır… İşte milliyetçiliğimizin tek ve kesafetli bir misal içinde mânası! Tavus kuşu, sebepte değil, neticede tavus kuşudur; bu bakımdan tavus kuşunun şahsiyeti, geriye doğru mânasız ve değersiz yumurta kırıklarında değil, ileriye doğru müstesna bir renk ve çizgi heyetindedir… İşte milliyetçiliğimizin tek ve kesafetli bir misal içinde ruhu!.. İsterse karga veya devekuşu yumurtasından çıkmış olsun, neticede bütün şartlariyle tavus kuşu olabilen her varlık, tavus kuşunun bütün hakkına maliktir… İşte milliyetçiliğimizin tek ve kesafetli bir misal içinde kıymet ölçüsü!… Demek ki biz, gerçek milliyetçiliği, geriye doğru değil, ileriye doğru, menba istikâmetinde değil, mansap istikâmetinde, tohum üstünde değil, ağaç, üstünde karar kılıcı bir anlayış ve görüşe bağlıyoruz. Bu demektir ki, biz, tarih plânında fışkırışımıza zemin teşkil eden ırk ve toprak şartlarını geride bırakmış; her türlü ırk ve toprak hakikatine ilgili, fakat her türlü ırk ve toprak yobazlığına düşman, ileri bir görüş ve anlayış içinde milliyetçiyiz. Amma yumurta olmazsa tavus olmazmış; varsın olmasın, bu zaruret bize hiçbir şey kaybettirmez. Dairenin bulunduğu her yerde mutlaka bir merkez bulunacağı, fakat her merkez bulunan yerde mutlaka bir daire bulunmayacağı gibi tavus, yumurtayı ihata ve ihtiva eder de, yumurta tavusu ihata ve ihtiva edemez. Bizim milliyetçiliğimiz, belli başlı bir topluluğa ait madde ve kemmiyet hakikatlerinin mâverâsında, sadece ruh ve keyfiyet vâkıalarına bağlı, cevherini posasından süzen ve yalnız cevhere nisbet kabul eden bir telâkkiden ibaret. Türk, bizim nazarımızda, belli başlı bir inanış, bağlanış, düşünüş, seziş, hatırlayış, duyuş, davranış ve bildiriş hususiyetleri içinde, belli başlı bir iman, mukaddesat, tefekkür, tahassüs, hayal, hatıra, meşrep, eda ve lisan birliğinin ördüğü, tek nüshalı ve şahsiyetli bir ruh nescinden ibarettir; mutlak ve müstakil bir vâhit temsil eden bu ruh nescinin zarfı da Anadoludur. Ya şu boyuna Türk ruhu, Türk ruhu dediğimiz şey nedir ki?.. Türk ruhu dediğimz şey, iki vâhidin mecmuundan ibarettir: biri, onu kendi dışında olduran, öbürü de bu olan şeyi kendi içinde renklendiren, şekillendiren, seslendiren, kokulandıran, iklimlendiren iki vâhit… Vâhitlerden ilki, Türkün duygu ve düşünce mihrakında pırıldayıcı mutlak ve müstakil iman ışığı, ikincisi de bu ışık etrafında, hususî ve mahallî, bütün bir tahassüs ve tefekkür seciyesidir. Vâhitlerden ilki, ırk ve kavim seviyesinin üstünde, bütün insanlar çapında ve hâkim; öbürü de yalnız ırk ve kavim kadrosunda ve tâbidir. Demek ki, zaten aslında ve lûgatta bir kavmin ruhunu dayadığı iman kaynağı mânasına gelen ve son zamanlarda gerçek delâletinden kaydırılıp kavmiyet mânasına kullanılmaya başlayan milliyetçilikten anladığımız, bir zarf işi olmaktan ziyade bir mazruf işi; ve mazruftaki dünya görüşüne, insan, cemiyet ve kâinat telâkkisine bağlı bütün bir tahassüs, tefekkür, eda ve ifade kadrosu işçiliğidir. Bu ruhî ve kadronun ırkî plânda kendi maddesine karşı sevgisi, ancak belli başlı bir vâhidin doğurduğu böyle bir ruha yataklık etmekten ibaret ve yalnız bu kayd ve şartla sınırlıdır. İşte bizim milliyetçiliğimiz; İslâma bağlı Türk ruhunun, bu mutlak kadro içinde Türk duygu ve düşünce hususiyetlerinin milliyetçiliği!.. Ve işte cihan ölçüsünde milliyetçilik!..
-
KAHRAMANLAR Ne varsa çöplüğe at, belli başlı zamanlık; Ölümü öldürmekte olanca kahramanlık. (1976)
-
menderes, selin içinde kalan odun yığılarındaki kuru olan tek noktasında kıvılcım tohumu idi. ama nasip, maalesef olmadı o kıvılcım noktası üstadı da şu veya bu sebebten ötürü dinle(ye)medi. Ve sonunda da üstadın samimi ifadeleri...