Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Hâcegân

Editor
  • Content Count

    989
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    42

Posts posted by Hâcegân


  1. Güya maymundan geliyormuşuz... O halde şimdiki maymunlar ne oluyor? O değil da evrim insanlarda durdu, niye? (Şunu da ekleyeyim ki, bazılarına göre de insanların atası ayılarmış.) Belki gelecek nesillerin kanatları çıkar.

    Kimine göre de insanların ataları suda yaşayan kurtçuklarmış, iyi mi?

    Bak şimdi, fok balıkları denizden bıkmış olmalı ki, devamlı karaya çıkmak istemişler. Kara şartlarına uyum sağlamak için evrim geçiren fok balığı, bir aslana dönüşmüş. Sonra evrim devam etti tabi... Arada ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum, aslan yarasaya dönüştü. Artık aslan uçmak mı istedi, yoksa tavanlarda ters mi durmak istedi, artık neye heves ettiyse etti ve yarasa oldu. Bu demek oluyor ki, yarasanın atası aslan oluyor.

    Dinozorlar... Şimdi bunlar bir merkezden itibaren kol kol etrafa dağılmışlar. Her biri gittiği yerin coğrafi özelliklerine göre evrim geçirmişler; kiminin boynu uzamış, kiminin dişleri kazık gibi olmuş falan filan... Şimdi sıkı durun... Bunların evrimi günümüze kadar devam etmiş. Peki soru şu: Dinozorların evrimi günümüze kadar devam etmişse, o zaman bu şey ne? Evvet... Tavuk!

    Şaka yapmıyorum, mizah da yapmıyorum. Bunların hepsi gerçek, bu adamlar böyle inanıyor.

    Necip Fazıl söylesin:
    ''Bizdeki hale nispet
    Maymun taklitten pişman.''

    Yine Necip Fazıl:
    ''Maymun, insan bendendir, bu benim devrim, dedi.
    Başına bir oturak geçirdi, "devrim" dedi''.

    Şimdi asıl soruya geliyorum:

    Bu akılsızlar, bu kadar saçma şeylere inanıyorlar da, Allah'a nasıl inanmazlar?

    Ve Necip Fazıl'dan bir sır:
    ''Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
    Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap!''


  2. Şöyle bir hatırlayalım. (Bu arada bazı yeni eklemeler de yaptım.)

     

    Birkaç yıl önce 2.sınıflara verilen 'Hayat Bilgisi' kitabında Mustafa Kemal Atatürk'e ait bir nüfus cüzdanı resmi var. Bu cüzdanda Atatürk'ün ismi nasıl geçiyor sizce? Kamal Atatürk diye, iyi mi? Kemal olmuş Kamal. Niye? Kemal Arapça imiş. Onun yerine Türkçe Kamal olmuş. Bir de bu cüzdanda Mustafa ismi geçmiyor... Malum, Mustafa da Türkçe değil! İnanır mısınız, cumhuriyet de Türkçe değil! Ya ne? Arapça kökenli, iyi mi? Yahu o değil de ismimi mi değiştirsem ne?

    Bu ülke ne çok şey gördü, ne zulümler çekti!

    Dilimizi güya yabancı baskısından kurtarmak için neler yapmışlar, neler...

    Akıl yerine 'us' koymuşlar. 'Sosyal Otlangaç' neyin karşılığı peki? Ne olacak, lokanta. Ana 'Doğuraç', baba ise 'Doğurgaç'mış. Mecburiyet oldu mu 'Zorun' Mesele de 'Sorun' oluverdi. Şuuru yaptılar 'Bilinç. Tabiat da 'Doğa' oluverdi.

    Devam edelim...

    Hür oldu bağımsız. Psikolojiye de ruhbilim dediler. Cümle de sözcük oldu.

    Ulan bir de 'Bağımsız ve hürüm' diye cümle kurarlar ya, gel de yeme usunu, şey, aman aklını...

    İstiklal Marşına da ne bulmuşlar, ah bir bilseniz! Evet, Ulusal Düttürü. Hostesin karşılığı pek hoş: Gökgötürü konuksal avrat. Bunlar esere de 'Yapıt' dediler.

    İnternet aleminde de bu vaziyetle dalga geçen bazıları yumurtanın karşılığını uydurmuşlar... Ne mi demişler? Yumurta oldu mu 'poposol fırlangaç'. Bazıları da tavuksal fırlangaç dedi...

    Yine bu şapşallıkların olduğu tarihlerde bir prof. çıkmış devlet adamlarının karşısına, o da bir öneri sunmuş. Gün isimlerinin Türkçe karşılığını bulmuş. Güya… Hemen verelim:

    Pazar-Gezgün
    Pazartesi-Öngün
    Salı-İşgün
    Çarşamba-Güçgün
    Perşembe-Koşgün
    Cuma-Yorgün
    Cumartesi-Bitgün

    Hoş Ecevit de olasılık-olumlu-koşul uydurmaları ile cümleler kurardı.

    Yahu az daha unutuyordum. Bunlar hocaya da kıldırgaç dediler… Mantık şu olmalı: Hoca! Namazı kıldır ve kaç. ‘’Kıldırgaçım, bir soru sorabilir miyim?’’ gibi bir soru ile hocanızın karşısına çıktığınızı bir düşünsenize…

    O değil de, bu koca koca adamlar bunları ciddi ciddi düşündü mü? İlginç... Ha bu arada 'İlginç' de uydurmalardan.

    30'lu yıllarda ''şey'' kelimesi bile yasaklanmış. Garip! O yıllarda ne komik şeyler olmuş. Güya batılıların kullandığı ''Afrodit'' kelimesinin kökeni neymiş, biliyor musunuz? Yahu ''Avrat'' imiş. Bütün dillerin Türkçe'den doğduğunu bilimsel olarak kanıtlamak hevesiyle rezil kepaze olmuşuz. Bu işin semantik boyutu ise akıllara gelmemiş anlaşılan.

    Tarihin eski zamanlarında yaşayan Türkler Amerikan kıtasına geçmiş, kıtayı da keşfe başlamışlar... Bu gurbet illerde ilerlerken bizim Türkler, bir de ne görsünler? Böyle şar şur akan şelale... Şelaleyi mi önceden gördüler, yoksa gürültüsünü mü duydular, işte orasını tarihler yazmamış. Böylesi bir manzara karşısında şaşkına dönen bizimkiler hep bir ağızdan haykırmışlar:'Ne yaygara, ne yaygara!', diye... Sonra filan zaman fişman zaman derken, 'ne yaygara' oluveriyor Niagara... Niagara şelalasi... Bu arada ne yaygara, niagara zirvesine gelene kadar hangi aşamalardan geçti, bu bilgi bize daha ulaşmadı.

    Bizim Türkler keşfe devam etmişler... Bizimkiler en son geldikleri yerde bir nehir görmüşler... Nehrin sonunu bulmak için yürümüşler de yürümüşler ama nafile... Bütün uğraşlara rağmen nehrin ucu bulunamayancı, bizimkiler sitem etmiş bu duruma: 'Amma uzun!' Neyse, kısa keselim, bu 'amma uzun' zamanla olmuş 'Amazon'.

    Bizim büyük büyük atalarımızın çok usta okçuları varmış. Attılar mı hedefi tam on ikiden vururlarmış. İşte bu okçularımızın hedefi tutturduklarında kendilerine has sevinç tarzları varmış. ‘’Ok ay, ok ay!’’ diye sevinç çığlıkları atarlarmış. Yahu batılıların kullandığı ‘’okey’’ kelimesi de buradan gelme imiş. Yani ‘’ok ay’’ zamanla okeye dönüşmüş, iyi mi? Ama bu öyle çok garipsenecek bir şey değil, bilakis bütün dillerin Türkçeden doğduğunu gösteren bayağı bir bilimsel gösterge. Yani…

    Aslında Hz. Adem bile Türk’tür. Tüm insanlık da Hz. Adem’den buyana geldiği için haliyle herkesin kökeninde bir Türklük var. Tüm diller de Türkçeden geldiğine göre, Arapçanın aslı haliyle Türkçe oluyor.

    Bu arada ‘tüm’de uydurmalardan…

    Neyse...

    Çoklu oturgaçlı götürgeçe bineceğimde, evin önünde oturgaçlı götürgeç bekliyor... Hem yarın günlerden gezgün, bol bol gezeriz... Hele oturalım da popolos fırlangaçlarımızı yiyelim, sonra çıkarız. Akşam da sosyal otlangaçta bir şeyler otlanırız... Hadi doğurgaç ile doğuraçınla hasret gider de çıkalım... Ulan şu öngün sendromu da öldürüyor beni... Okulun ilk günü ulusal düttürü ile başlıyoruz, yorgünle de bitiriyoruz. Bu arada yorgününüz hayırlı olsun.

    Usumu mu yitirdim ne? Olasılık dahilinde... By arkdşlar...

    Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik olarak Türkçe böyle bir dildir, arkadaşlar.

    Sabahları poposol fırlangaç yiyin, sağlıklıdır...

    Gülmeyin ula! Bunları ben uydurmadım. Bunlar son derecenin de fevkinde bilimsel çalışmalardır. Lütfen saygı…


  3. 30'lu yıllarda ''şey'' kelimesi bile yasaklanmış. Garip!

     

    Şu 30'lu yıllarda ne komik şeyler olmuş. Güya batılıların kullandığı ''Afrodit'' kelimesinin kökeni neymiş, biliyor musunuz? Yahu ''Avrat'' imiş. Bütün dillerin Türkçe'den doğduğunu bilimsel olarak kanıtlamak hevesiyle rezil kepaze olmuşuz. Bu işin semantik boyutu ise akıllara gelmemiş anlaşılan


  4. Seni Anlasaydık Bu Hale Gelmezdik derken kendi gibi olanları kastetmiş hacegan, heyecana gerek yok otur sakin ol. O dönemleri yaşamış olan bizim köylü amcalar, 'Atatürk kapısının eşiğine din kitaplarını koymuş ve hocaları çağırmış, o kitaplara basarak içeri girenleri idam ettirmiş aslında' gibi şeyler anlatıp, daha da beteri buna inanıyorlardı. Öz amcam lan, ne yapayım boğayım mı adamı? Seçim mekanizmasına bak, hipnotize ol anasını satayım. Adamın kafası Atatürk'ün dindar olduğu fikriyle yoğrulduktan sonra gökten indiği sanılan kitapları tutar İncil'le Tevrat'a bağlar, gelir inkar vesikasını sana dindarlık hücceti diye yutturmaya çalışır. Gerisi boğaz deliğinin çapına kalmış. Sonra da 'Ah seni anlamadık, Allah belamızı verdi' diye kendi kendine matem tutar. Bu kafadaki adamlara hiçbir şey anlatamazsın

     

     

    Trradomir, geçen hafta köye gittim. (Bizim köy CHP ağırlıklıdır) Bir mevzu dolaşıp duruyor milletin ağzında. Yahu dedim, anlatın hele, nedir bu iş? Anlattılar... Neymiş, Atatürk hocaları toplamış, daha öncesinde de bir halının altına Kuran'nı koymuş. Sonra bir köşede hocaları izlemiş. Kitabın üzerinden geçenleri kovmuş. ''Eeee sonra ne olmuş?'' dedim. Yani buradan da anlaşılıyormuş ki, Atatürk çok dindarmış. Yahu dedim, kutsal kitabın üzerinden adam geçiriyor ama, buna ne diyeceksiniz? ''Ama sen de hep art niyetle yaklaşıyorsun!'' dediler.

     

    Bir gün evde oturuyorum. Yeğenlerim geldi... Oynuyorlar... (Henüz 1. sınıfa gidiyorlar) Bir ara sohbet etmeye başladılar, derken birbirlerine laf yetiştirmeye döndüler... Vaziyet dikkatimi çekti, dinliyorum... Bakalım işin sonu nereye varacak? Laf yetiştirme yarışması öyle bir noktaya geldi dayandı ki, ne siz sorun, ne ben anlatayım. Atatürk şöyle, Atatürk böyle... Atatürk'ü sokmadıkları kılıf kalmadı. ( Burada ''adamı sokmadıkları kılıf kalmadı'' ifadesini kullanacaktım, ama Atatürk'e ''adam'' dedin diye işi hakaret davasına çevirirler düşüncesi ile kullanmadım. Ne de olsa bu günlerde CHP vekilleri ''biz adam mıyız, biz adam mıyız?'' diye bağırıp duruyorlar.) Sabrettim, sabrettim, sabrettim... Öyle ki ağzımı açıp bir şeyler söylesem, hemen cevap yetiştirmeye kalkacak bir kişi var ortamda. Durduk yere tartışma çıksın istemiyorum zira ev sahibiyim. Ama bu laf yetiştirme yarışması öyle bir noktaya geldi ki...

     

    - Türkiye'yi Atatürk kurtardı!

    - Hayır, dünyayı Atatürk kurtardı!

     

    Hadi Türkiye neyse de, dünyayı kurtardı deyince, o kadar milletin içinde gayri ihtiyari bir ''ohaaaa!!!'' çektim... İşte ben ''ohaaaa'' çeker çekmez, anında devreye girdi o malum şahıs. Yahu dedi, ''senin bu Atatürk'den alıp veremediğin ne var?''. ''Duymuyor musun ne diyor? Dünyayı kurtarmış!!! Bunlar hep o eğitimin halt yemeleri!'' dedim. Hç istemediğim halde tartışma başladı, iyi mi?

     

    Bir gün bir Kemalist arkadaşla konuşuyoruz... Türkçe ezan zulmünü ortaya attım, muhatabımı oradan yakalamak istiyorum. Gayem kesin zafere ulaşmak.

    Konuşma şöyle devam etti:

     

    - Türkçe ezan yapılması isabetli oldu. İnsanlar neyin ne olduğunu anlıyorlardı.

    - Peki... O zaman ''felah'' kelimesini niye çevirmediler?

    - ...

    - Çünkü orada kurtuluşa çağırıyor da ondan. Bu art niyeti göstermez mi? (Burada sıkıştı)

    - Biz din kültürü derslerinde ezanı Türkçe olarak gördük. O zaman niye sesiniz çıkmadı?

    - Eyvah!!! Yahu o Türkçe değil, Arapçanın Latince yazılışı. Ne yazıyor orada, Tanrı uludur mu yazıyordu?

    - Hayır...

    - Allah-u Ekber yazıyordu. Peki bu ifade Türkçe mi?

    - ...

    - Ey gidi dünya, senin üstünde neler oluyor böyle!

     

    Neyse... Bu kadar yeter... O kadar çok var ki, hangi birini yazayım.

     

    Ah Trradomir ah...


  5. Hocamızın muhteşem hutbesini dinlerken neler düşündüm neler...

     

    Yolda yürürken, birbirine sokulmuş kız ve erkek gördüğümde, hallerine hıçkıra hıçkıra göz yaşı döksem... Bana deseler ki, niye ağlıyorsun? Desem ki; işte şu gençler var ya... Onlar hemen tövbeye gelmezse yanacaklar. Onlar ateşe doğru koşuyorlar. Ecel ansızın yakalıyor, onlar farkında değil.

     

    Hocamız anlatırken, bir yandan da kendi hayatıma bir göz attım. Eksiklerimi gördüm. Gördüm ki, almamız gereken mesafeler var. Bu durumda o kızlı erkekli sahnelerde ateşe doğru koşar adım gidenlere vereceğim nasihatler, işte şu kendi iç ve dış hallerimizden olsa gerek pek etkisiz kalacak.

     

    İmam-ı Azam'ın bal hadisesi gibi... Çok bal yiyen çocuk için nasihat istiyorlar. Büyük İmam bir hafta sonra gelin diyor. Bir hafta sonra geliyorlar, büyük İmam çocuğu karşısına alıyor ve ufak bir nasihatte bulunuyor, sadece balı bırakmasını söylüyor. Çocuk nasihati tutuyor. Bir haftanın sırrı ise İmam-ı Azam'ın önce bal isteğine karşı mücadeleyi kendi nefsinde gerçekleştirmesi.

     

    Hani bir Allah dostunun, eşeğinin huysuzlaşmasını kendi günahına bağlaması gibi...

     

    Allah'ım sen affedicisin, affetmesini seversin, bizi affet.

    • Like 1

  6.  

    BU AŞŞAĞILIK MÜPTEZELLERE İY BAKIN ARKADAŞLAR

     

    İsrail vahşetine ünlü aktörlerden mağdur edebiyatı desteği

    Hollywood'un ünlü isimleri Gazze'de sivil halkı katleden İsrail'e destek bildirisi yayınladı.

    israil-vahsetine-unlu-aktorlerden-magdur

    Arnold Schwarzenegger ve Sylvester Stallone'nin de aralarında bulunduğu birçok ünlü isim,Gazze'de şehit edilen binlerce kişiyi gözardı etti.

    Gazze'de katliam yapan İsrail'e verilecek olan destek bildirisi Billboard, Variety, Hollywood Reporter gibi medya organlarının yanı sıra çeşitli gazetelerde de yayınlanacak olan bildiride,Schwarzenegger ve Rogen, yanı sıra Sylvester Stallone, Kelsey Grammer ve Joel ve Benji Madden gibi ünlü isimler, yönetmen Ivan Reitman, yazar Aaron , yapımcılar Michael Rotenberg ve Avi Lerner, besteci Michael Nyman, yetenek yöneticisi Danny Susman'ın ve patronu Haim Saban gibi isimlerin imzaları yer alıyor

    Bildiride kısaca 'İsrail'e roket yağmuruna izin vermiyoruz. Hastaneler silah gizleme yeri değil, sağlık için vardır. Okullar füze gizlemek için değil, öğrenme için vardır.' sözlerinin yer aldığı belirtildi.

     

     

     

     

     

     

     

    Ama bu adamlar filmlerinde Afganlarla savaştılar. Afganları kurtardılar mı, öldürdüler mi? Ve bu filmler bizim ülkemizde yıllarca seyredildi, başrol oyuncusunu kahramanımız yapmıştık, onu kendimize model almıştık, Afganlara da cani gözü ile bakmıştık. Ne günlerdi...

     

    Yıllarca o filmlerle uyuttular bizi. Tıpkı Süleyman Demirel'le uyuttukları gibi. Ve hatta tıpkı Lozan'ı zafer diye yutturdukları gibi. Hem bütün haklarımızdan Lozan'da vazgeçmedik mi? Ama Lozan bir zafer. Sahi Lozan bir pazarlık ise bu neyin pazarlığı idi?

     

    Rambo, İsrail, Filistin, Lozan, Yahudi... Herhalde bunların arasındaki bağları okuyabilirsek, meseleyi o zaman çözebiliriz.

    • Like 1

  7. ''Şahsiyeti, Fransızların (Lejyon donör) nişanıyla mükafatlandırılan Tanzimat Mecellesine karşılık, boyacı küpü tercüme kazanına sokulup çıkarılmış İşviçreli Türk Medeni Kanunu nedir?

    Aynı kazana bir kerecik sokulup çıkarmakla elde edilen Türk Ceza Kanunu?..'' (İdeolocya Örgüsü'nden...)


    ''Mehmet Hilmi Efendi'nin, İslami özel hukuk kurallarından oluşan Mecelle'nin hazırlanmasında da önemli katkılarının olduğunu görüyoruz. Adliye Nazırı ve Meclis-i Ahkam-ı Adliye Reisi Ahmed Cevdet Paşa'nın başında bulunduğu ve 1869'da başlayıp 1888'de görevini tamamlayan Mecelle Cemiyeti'ndeki komisyonda bir dönem aktif şekilde görev almıştır. Mecelle'ye katkılarından dolayı Fransızların 'Lejyon donör' nişanının ona verildiği de kayıtlarda görülmektedir.'' (Bir Neslin Üstadı Necip Fazıl Kısakürek/ Hüseyin Yorulmaz)


    Bu arada Mehmet Hilmi Efendi, Necip Fazıl'ın dedesidir.


  8. Şöyle bir hatırlayalım...

     

     

     

    ''Sadece maddede ve nazariyede, pazarlıklı bir istiklal karşılığı, manada ve ameliyede düşürüldüğümüz esaret faciasını sona erdirme (...)''

    ''Hindlilerin ''gulügulü''su gibi ''inkilap, inkilap!'' diye geviş getirmek mi gerçek inkilaba hizmettir; yoksa ona, kaynaklarını tıkadığı eski ahlak telakkimize karşılık yeni bir kaynak açmak kaygısını asla duymamış olduğunu hatırlatmak mı? İşte o zaman inkilap şapa oturacaktır.''

    ''Cumhuriyet: Bu davanın eğrisi ve doğrusunu düşünmeden Tanzimattan beri gelen çizgiyi açıkta da merkezine ve gizli maksadına ulaştırma, İslam ile bütün alakaları kökünden koparma ve Türk'ü madde planında kurtarıp ruh planında batırma davranışı... Kararlı ve içten ve dıştan planlı...''

    ''Noksanlarımızı açığa vurmuş olan Garp dünyası, İhtiyaçlarımıza da kefalet etmiş midir?''

    '' Düşman silahından kurtuluş umulabilir mi?''

    ''Atatürk, halk tefekkür ve tahassüsüne dayanmak yerine onu kendi tefekkür ve tahassüsüne dayamak isteyen bir aksiyon üzerindeydi.''

    ''Serbest Fırka, vatanı yoktan var ettiklerini iddia edenlerin suratına halk eliyle inmiş, yalancılıklarını ihtar edici bir vesile olmuştu''

    ''1923'ten beri her devrenin birbirine ekleyerek getirdiği, ruhi, ahlaki, siyasi, idari, içtimai, iktisadi iflas günü...''

    ''...Türk Anayasasının kefaleti altındaki fikir hürriyetiyle, beklediğimiz ihtilal-inkilabı körüklemek de bize ve sıfatlandırdığımız gençliğe düşen borç...''

    ''Öğrenmemenin vatana ihanet olduğunu en başta öğrenen öğrenci...''

    ''...müzelerdeki balmumu tiplerin ellerindeki kırbaçla insanları güttüğü, insanların başına yular arandığı her yerde demokrasi eksiktir. Böyle hükümetlerin şefi de diktatördür.''

    ''Tamamiyle milli dehanın ve milli haysiyetin ilcası olan, Maraş gibi misalleriyle de teşkilatla da sevk ve idare kağnağından hiçbir selam bile almamış bulunan Anadolu kıyamını bir şahsa veya bazı şahıslar zümresine bağlamaya çalışmak, bu millete edilebilecek hakaretlerin en büyüğüdür.''

    ''Hayret!
    Örf ve adet ölçüleri dururken kılığı kanunla biçilmiş ve mecburi kılınmış hangi millet var bu dünyada?..''

    ''Ahlak sukutumuzun artık bir felaket istidadını kazanmaya başladığı bu merhalde başlıca müessir ve mes'ul, Avrupaya en kötü ve kokmuş tarafları ile imrenen taklitçi züppe tipi, onun sabun köpüğünden edebiyatı; ve (Hareket Ordusu)nun arkasından İstanbul'u istila eden ve Şişli muhitlerini kuran Selanik kibarlarıdır.''

    ''İstiklal Savaşının mübarek zaferini bütün Garp emperyalizmasının suratına indirilmiş bir şamar diye kabul ve tavsif ettikten sonra, bundan, Türk milletini yoktan var etme gibi bir mana yoğuranlar ve bunu kendi (...) zümrelerine mal etmek isteyenler, ilim ve selim aklın, cevabına o kadar müştak olduğu bu suali, ne cevaplandırmışlar, ne de sorulabilmesine müsait bir havaya imkan bırakmışlardır.''

    ''Bu milletin başında bulunanlar, acaba Garp dünyasına ne verdiler, ne vermeyi taahhüt ettiler ki, onlar da ona madde planında, mahdut, fakat her mağlubunkinden daha ehven bir hayat hakkı vermeyi kabul ettiler?''

    ''İnkılabımızın; misilsiz bir kurtuluş hamlesine dayanan inkılabımızın, bize gösterebileceği, bütün, tamam, eksiksiz ve tezatsız bir ahlak telakkisi var mıdır? Varsa nedir? Bunun kitabı örgüsü, kanunu an'anesi, tatbik sahası nerededir? Ve ayrıca, bütün cemiyetin topyekun ruhunu teşkil eden mukaddesatın dayandığı iman ve mefkure zeminimiz üstünde neler var, yahut neler yok?''

    ''Ortada, inkılap adına, inkılap kelimesinden başka hiçbir şey yoktur. Daha birçok kof kelime ve tam bir iş ve hakikat yabancılığı...''


  9. Bu dünya öyle bir dünya ki, at hırsızlığı için bir ağıra girip, tam eylemini gerçekleştireceğin vakit, Allah merhamet eder, rahmetini yağdırır üzerine. Ağırda bir köşeye yığılıp kalırsın, gözyaşları içinde pişmanlığını haykırırsın ve defalarca tövbe edersin. Tövbe, tövbe, tövbe ve büyük merhamet kapısı... İşte o zaman ağıra at hırsızlığı için giren, oradan veli olarak çıkar.

    Allah, Allah'ım, bütün eksik sıfatlardan münezzeh olan Allah, sen affedicisin, affetmeye seversin, bizi de affet Allah'ım.

     

    Abdullah İlahi, bakın ne anlatıyor:

    ''Bir hırsız geceleri at çalıp satardı. Ömrünü böyle hebâ ederdi. Bir defâsında da, bulunduğu şehrin en büyük âlimi ve evliyâsının atını çalmak için ahırına girmişti. Tam atı çözüp götüreceği sırada, ahırın duvarı yarılıp, içeriye bir nûr yayıldı. Bu nûr içinde, iki nûr yüzlü zât gözüktü. Hırsız bu hali görünce, kendini hemen at gübrelerinin arasına atıp gizlendi. Korku ve telaş içinde boğazına kadar gübre içine gömüldü. Bu sırada yarılan ahırın diğer duvarından daha parlak bir nûr gözüktü. Bu nûr arasında da, o zamânın kutbu, en büyük velîsi olan ev sâhibi çıktı. Öncekiler onu görünce hürmet göstererek selâm verdiler.
    Ev sâhibi diğerlerine niçin geldiklerini sorunca;
    - Falan evliyâ arkadaşımız vefât etti. Onun yerine kimi tâyin edeceğiz? Size arzetmek istedik, dediler.
    Atların sâhibi olan zât;
    - Onun yerine, at hırsızını tayin ettik, dedi.
    Soran iki zât da evliyâ olup ricâl-ül-gayb denilen velîlerden idiler. At hırsızlığı yapmaya gelen kimsenin, gübreler arasına gömülüp saklandığını biliyorlardı. Hemen yanına varıp, onu gübreler arasından çıkardılar, gönlünü alıp, tebrik ederek kucakladılar. Atların sâhibi ve zamânın kutbu evliyâ zâtın da yanına gelip, elini öptüler. Sonra hep birlikte vefât eden arkadaşlarının cenâzesini kaldırmaya gittiler.''

     

    Ve Abdullah İlahi anlatmaya devam etti:

    "Şimdi at hırsızlığı yapmaya giden kimse, nasıl bir çalışma yaptı da ricâl-ül-gayb denilen evliya arasına girdi? diye bir sûal hâtıra gelmesin. Çünkü o zavallının gübreler arasında mahcûbiyetinden ne kadar zorluk ve ne kadar pişmanlık çektiği bellidir. Kurtuluş yolu kalmadığını kesinlikle anlayınca, at çalmak üzere harama yönelişinden dolayı bütün kalbiyle pişmân olup, o zamana kadar yaptığı işlere öyle bir tövbe etti ki, işlediği kötü işlerden gönlü temizleniverdi. Allahü teâlâya yönelip riyâzet çeken kimseler, onun o anda yaptığı tövbeyi nice seneler yapamaz."

     

    Yunus Emre şöyle seslenmiş gönüllere:

    ''Bir dem cehâlette kalır,
    Hiç nesneyi bilmez olur.
    Bir dem dalar hikmetlere,
    Câlînus u Lokmân olur.''

     

    Şimdi de Süleyman Çelebi seslensin:

    ''Bir kez Allah dese aşk ile lisan
    Dökülür cümle günahı misl-i hazan''

    Gönüller bir, gönüller bir...

     

    Yunus Emre'nin diliyle haykırıyorum:

    ''Hak bir gönül verdi bana,
    Ha demeden hayran olur.''

     

    Allah'ım nasip et.


  10. Resmin hikayesi: Günlerden bir gün bilgisayarın başında can sıkıntısından daralırken, aklıma bir resim yapmak geldi. Hemen orada boş bulduğum bir kağıda başladım çizmeye... Cami çizmeye karar verdim. Resmi bitirdim... Resme şöyle bir baktım ve şaşkınlıkla bir şeyi fark ettim. Cami resmini reçeteye yapmışım. O halde bu da sizin reçeteniz olsun.

     

     

    OJ6npD.jpg


  11. Hep kadın şöyle olmalı, kadın böyle olmalı diyip duruyorsunuz. Sanki kadının kahkaha atması anormal erkeğin pek tabii hakkı. Sanki toplumsal çöküntünün tek müsebbibi kadınlar. Kadın bir halt yiyorsa -afedersiniz- tek başına yemiyor. Adamın birine kızmışlar "Neden böyle kadın ticareti yapıyorsun?" diye, "Alıcısı var." demiş. Demek ki bu nevi kadınlara ilgi duyulmasa sayıları azalacak. Erkek de en az kadın kadar kendini sakınmalı. Mesela ben bir erkeğin yanına oturmam ama bir erkek benim yanıma çok rahat oturuyor. Ben 2. kez göz temasından kaçınmaya gayret ederim, bir erkek senin anatomi kitabını yazacak kadar inceleme hakkı bulur kendinde. Bir sıkıntı zuhûr etmişse iki tarafın da katkısı var bunda. Aynı şey toplumsal hayatta kadının yeri mevzusu için de geçerlidir. Günahtan korunmak istiyoruz öyleyse kadınlar evlere. Hayır efendim, siz de o göz kapaklarınızı sadece uyurken kullanmayın.

     

     

     

    Peygamber Efendimiz (S.A.V) hayatında bir kez dahi olsa kahkaha ile gülmemiş, hep tebessüm etmiştir. (Efendimiz Sultanımız (S.A.V) bir erkektir.) Bu durum da O'nun en büyük mucizelerinden kabul edilir. Kahkahanın kadını erkeği olmaz, ayıp ayıptır; kadına da ayıp, erkeğe de... Yukarıdaki yazıda Bülent Arınç'ın bir sözüne karşı, o söze saldıran kesimi işaret ettim sadece.

     

    Bak ısrarla anlamıyorsun... Niye anlamıyorsun ama? :)

     

    Neyse, şimdi oldu mu? Düzelttik mi? :)


  12. Aziz kardeşim hallederiz Allahın izniyle bir bakalım hatrınız için.

    Tövbe estafurullah biz de bilir kişi gibi ...

     

    Bilemiyorum dediğiniz gibi pek bişe çıkmıyor...

     

     

    Herifin tarifi belkide kelimeyle olmuyordur...

     

     

     

     

     

     

    Herifi tersten de okudum yine bir şey çıkmadı. Belki harflerin yerlerinde oynama yaparsam bir mana yakalayabilirim :)


  13. Neyse sataşmalara uymadan biz faydalı açıklamalarımıza devam edelim Allahın izniyle.

     

    Aziz kardeşlerim kadın erkek birbirlerinin elbiseleridir. Hadisi Şerif Vardır

    Örtüleridir.

     

    Bence bir arvatın en önemli tesettürü eşidir. Eşi yanında olunca en güzel elbisesini giyinmiştir kişi.

    Bu yer ehlinin ve gök ehlinin çok hoşuna gider.

    Melekler o çekirdek aile için dualar eder.

     

    Tamam artık arvat demiyelim. elbise diyelim o zaman.

     

    Elbise nasıl olmalıdır?

     

    Sünneti seniyeye uygun olmalıdır en güzel elbise sünnet olan elbiseder. Cuma günleri beyaz giyilir. Sünnettir...

    Eşi , annesi tertemiz yıkamış gidirmiş gururlayollamış herifi...

    Eğer eşini tertemiz elbiselerle cumaya göndermenin gururunu ve mutluluğunu bilseydi elbiseler (avratlar)...

    Cumada değildim diyemezdi...

     

     

     

    Yahu kardeşim, hadi avrat diyorsun arvat diyorsun... Olmadı elbise dedin... E peki herif ne oluyor? Hani herifi en küçük parçalara da bölsek bir şey çıkmıyor... Bir tek ''er'' çıkıyor. er asker anlamında kullanılabilir. Ama herifin anlamı pek iyi değil gibi geliyor bana.


  14. Arkadaşlar, muhalif kaldığımız yerlerde birbirimizi mazur görelim,müşterek noktalarda ittifak edelim. Ama şu başlıkta ortak noktalarımız çok daha fazladır; muhalif kaldığımız alanlar da esas üzerinde değil, tali noktalardadır.

     

    Fıkıh kitaplarında kadının ve erkeğin toplum içindeki rolleri belirtilmiştir. Bu mevzuda bir dünya eksiklerimiz de elbette vardır.

     

    Mesela Bülent Arınç çıktı ne dedi? Kadın kahkaha atmamalı... Buradaki herkes bu söze imzasını atar, değil mi? İşte bizim asıl hedefimiz bu söze karşı gelenlere olsun.


  15. Kadın da erkekte Kuranı Kerim'in, sünneti seniyyenin emrettiği gibi olmalıdır. Ayrıca kadının sosyal hayattaki yeri ile ilgili yorum yapan arkadaşlardan, muteber fıkıh kitaplarında kadının sosyal hayattaki yeri ile ilgili kendi fikirlerini destekler mahiyette fıkhi hüküm istiyorum?

     

    @Fatma topçu?

     

     

    Yahu bugün bana neler oldu böyle? Yazılan her mesaj beni farklı dünyalara alıp götürüyor.

     

    Bakın Necip Fazıl ne diyor: ''Şahsiyeti, Fransızların (Lejyon donör) nişanıyla mükafatlandırılan Tanzimat Mecellesine karşılık, boyacı küpü tercüme kazanına sokulup çıkarılmış İşviçreli Türk Medeni Kanunu nedir?

    Aynı kazana bir kerecik sokulup çıkarmakla elde edilen Türk Ceza Kanunu?..'' Yani deli gömleği gibi üzerimize giydiğimiz elbise... Toplumuzun dini değerleri ve kültürel yapısı ile hiçbir ortak yanı olmayan bir medeni kanun, sırf batı medeniyetinin düzeyine gelebilmek için üzerimize geçirildi. Sanki bunun için referandum yaptılar... Çok merak ediyorum, bunun için o zamanlar referandum yapılsaydı sonuç ne çıkardı? Buna verilebilecek cevap, işte o zaman CHP'nin ismindeki halk kısmını havada bırakır, değil mi? Bu medeni kanunda miras nasıl geçiyor? Muteber fıkıh kitaplarında miras nasıl geçiyor?
    Bir de bizim ülkemizdeki belediye otobüslerini kim üretiyor, biz mi? Hepsi ithal, değilse bile montaj sanayi... Peki, bu belediye otobüslerinde oturaklar karşı karşıya... Yani yolcular buralara oturduklarında birbirlerine bakabiliyorlar, göz göze gelebiliyorlar. Erkek bir tarafta, kadın bir tarafta; mecburi de olsa birbirlerini süzerek oturmak zorundalar. Muteber fıkıh kitaplarında kadının yerini tespit ederken, buna göre de otobüs ithal etmek gerekir, olmadı üretmek gerekir diye düşünüyorum.
    Ah bu mevzular birbirlerine o kadar bağlı ki... Galiba bir hadiseyi tartışırken, hadiseye çok boyutlu bakmak gerekiyor.
    • Like 1

  16. Arvat kelimesinden ''ar'', ''v'' ve ''at'' anlamlarını çıkarıp, hadiseye etimolojik bir mana verilince aklıma mevzu ile alakalı olmayan bir şeyler geldi.

     

    Biliyorsunuz ki, bizim çok eski tarihimizde ''İl'' kelimesi vardı. Neydi bu? Doğru hatırlıyorsam devlet demek... Günümüzde de şehir/kent neyse il de o... Ama bir de dört büyük melek var. Şimdi diyeceksiniz ki, ''İl'' kelimesinden bahsediyorsun, sonra da dört büyük melek var, diyorsun. Ne alaka kardeşim!?!'' O zaman ben de size derim ki, ''Ama melek isimlerinin sonunda il var!'' Evet, böyle bir cevaba ne dersiniz? Acele etmeyin derim...

     

    Azrail, Mikail, İsrafil, Cebrail... Bakın sonlarında ''il'' var. Bu ''il'' nereden gelmiş, biliyor musunuz? Şu bizim eski tarihimizden kalma ''il''den. Diyeceksiniz ki, hani kaynağın??? O iş basit...

     

    1932 yılında Atatürk tarafından kurulan bir kurum var. Evet tahmininiz doğru... Türk Dil Kurumu... O vakitler bu kurumda anlı şanlı bilim adamları toplanıp, dilimizin etimolojik geçmişini ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. (Toplantılara Atatürk de katılıyor.) Yani bütün dillerin aslında Türkçe'den çıktığını bilimsel olarak kanıtlamaya çalışan bir kurul işte. İşte bu garip ''il'' iddiaları orada devlet politikası haline getiriliyor. Kurulda bu konular ciddi ciddi konuşuluyor. Tutanaklarda var bunlar... Ah o tutanaklarda daha neler var... Ben o tutanakları görmedim ama Cumhuriyet gazetesinin arşivine girdim. 10 lira verince, arşivde 24 saat dolaşabiliyorsunuz, internet üzerinden. 1932 yılında çıkan Cumhuriyet gazetelerinde kuruldaki bu konuşmalar çarşaf çarşaf verildi. Bizzat oradan okudum. Yani bunlar bilimsel çalışma arkadaşlar...

     

    Niagara Şelalesi bile bizim Türkçe'den üretilmiş mesela... Bizim atalarımız oraya gidince, şelaleyi görmüşler ve şöyle demişler: Ne yaygara, ne yaygara!!! Sonra zamanla burası Niagara Şelalesi olmuş. Mesela Amazon Nehri... Bizim atalarımız keşfe çıkmışlar... Bir nehrin yanına gelmişler... Gitmişler, gitmişler ama nehrin sonunu bulamamışlar... Sonra da demişler ki: Amma uzun!.. Amazon Nehrinin ismi de buradan geliyormuş... Güneş Dil Teorisi kapsamında bu konular devlet kurullarında konuşuldu, ciddi ciddi konuşuldu. Arkadaşlar şaka filan yapmıyorum ha... Bir devlet politikasından bahsediyorum.

     

    Neyse... O kadar çok şey var ki... Buraya yazsam gülmekten yerlere yatarsınız...

     

    Yahu ''üçgen'' bile uydurma, ben daha ne diyeyim!!!

×
×
  • Create New...