Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Hâcegân

Editor
  • Content Count

    989
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    42

Posts posted by Hâcegân


  1. 'Kula kul olmak için atılmadık meydana

     

    Biz yalnız hakikate, Hakk'a secde ederiz.

     

    Nasıl girdiyse dava sahipleri zindana

     

    Bilsin ki dava sahipleri biz de öyle gireriz. '

     

    İşte bu kadar...

    Allah ondan razı olsun...

    Reyhan kardeşime:

    Böyle bir bilgi bende duymadım ama, Osman Yüksel Serdengeçti'nin iki İsmet'ten çektiği de rivayet edilir. İsmet'lerden biri malum İsmet, diğeri hanımı İsmet...


  2. 24 temmuz 1923 Lozan antlaşması...

    3 mart 1924 Tevhidi Tedrisat...

    1 Şubat 1925 Şeyh Sait isyanı...

    4 Mart 1925 Takriri Sükun Kanunu...

    Kronolojiye dikkat...

    Ve ardından Şapka kanunu, Türbe ve Zaviyelerin kapatılması falan filan...

    Bu arada, Haim Nahum'un Lozan'daki rolü de önemli... Bu adam Mısır'da Nasır'ın danışmanları arasına girecektir...

    Mesela 1940 yıllarındaki tarih kitapları neyin ürünü olabilir?..

    Kolay bir iş değil, latin alfabesine geçmek ve arkada bir tarihi silmek...

    'pazarlıklı' lafzıyla Üstad kim bilir neler anlatmak istemiştir.

     

     


  3. ''Batı’nın söylediği sanki şuydu:İstiklalinize izin veriyoruz ama görünüşten öteye gidemeyen bu istiklalin gerisinde özü bize bağlı kalan, ruh çizgilerini bizim kültürümüzden alan, kendi medeniyetine dair ne varsa onları bir kenara atan ve medeniliğin aslının bizde olduğunu kabul eden bir cemiyet kurmanız şartıyla... ''

     

    Evet, özellikle yukarıdaki ifadeniz, hakikat diye bildiklerimizin tümden çökmesi demektir ve ortada resmi tarih diye bir şey bırakmaz.

     

    ''Sadece maddede ve nazariyede, pazarlıklı bir istiklal karşılığı, manada ve ameliyede düşürüldüğümüz esaret faciasını sona erdirme (...)''

     

    Bu söz basit gibi gözükse de, bünyesinde ne derin manalar saklıyor... 'Pazarlıklı' kelimesinin tarih sayfasındaki o somut yerine istiyorum ben.


  4. Esasında ülkemizde Laik bir düzene ihtiyaç yok... Daha muhteşem bir hoşgörü anlayışımız var bizim. Nasrettin Hoca gibi yitik malımızı dışarıda arıyoruz.

     

    Ayrıca;

    Laiklik, din ve devlet işlerini mi ayırır, yoksa kilise ve devlet işlerini mi? Hemen belirtmek isterim ki, kilise ile din farklı şeylerdir. İş böyle olunca, ne yaparsın ki bizde kilise gibi bir yapı yoktur. E peki, biz laik bir yapıyı nereye koyacağız, söyler misiniz? Ben bu laikliği çoşkun bir derenin önüne çekilmiş bir set olarak görüyorum; suyu kokudan bir set...

     

    Yahu biz şeytan tabıcılarına bile, inandıkları gibi yaşama özgürlüğü vermiş bir nesiliz... Daha ne diyeyim...


  5. İşte bir tane daha...

     

    'Hindlilerin ''gulügulü''su gibi ''inkilap, inkilap!'' diye geviş getirmek mi gerçek inkilaba hizmettir; yoksa ona, kaynaklarını tıkadığı eski ahlak telakkimize karşılık yeni bir kaynak açmak kaygısını asla duymamış olduğunu hatırlatmak mı? İşte o zaman inkilap şapa oturacaktır.'

     

    İdeolocya Örgüsü, Ahlak Davamız bölümünden...


  6. Bugünkü Vakit gazetesinin manşetine dikkatlerinize çekmek isterim(13 Kasım 2008)...

     

    Ayrıca;

    'Cumhuriyete takaddüm eden milli hareketin misilsiz hamlesiyle birinci borç ödendi; fakat ikinci ve en esaslı borç yerine, bütün ruh planının kökünden tahrip edilmesiyle de sükutumuz azami haddine çıkarıldı. Acaba bu hale getirilmek için mi kurtarıldık?'

     

    Yine ideolocya Örgüsü'nden... 'Bekliyoruz' bölümünden...

     

    Ah... Üstad bize neler anlatmak istemiş, neler...

    • Like 1

  7. ...Sert üslubuyla tanınan yazar Nihat Genç son Ergenekon operasyonunu değerlendirdi. Skytürk'ün canlı yayınına telefonla bağlanan Genç, konuşması sırasında yine kendinden geçti. Oldukça sert bir üslup kullanan Genç 'Evdeyim, bekliyorum. Savcılar beni de alsınlar. Ne var bundan sonrası ölüm mü? Savcılar darbe yapamaz, bu hakları yok' dedi ve AKP'yi 'Amerika'yla kırıştırıyorlar' diyerek eleştirdi. Program moderatörü Serdar Akinan ve konuklarının bu sert sözler karşısında zor durumda kalıp durumu toparlamaya çalıştıkları gözlerden kaçmadı.

     

    Genç sözlerini şöyle sürdürdü: "Bugün Taraf denen gazete yeni Gladio'dur. Kim finanse ediyor bunları! Bunlar hep Soros'un ortaklarıdır. Açıkca söylüyorlar zaten, gizlemiyorlar. Bu adamlardır Türk Silahlı Kuvvetleri'ni hedef gösterenler. Bu kadar mı kendilerinden geçtiler. Hurşit Tolon'un Mustafa Balbay'ın ne ilgisi var çetelerle. Hedefleri Türk ordusudur, Cumhuriyetimiz, Atatürk'dür. Bu topraklarda kaç bin yıldır kurulan devlet geleneğimizdir. Ama bu böyle gitmez. B..k çuvallarında boğulacaklar"....

     

    Nihat genç'in Ergenekon yorumu... Basından... Ne kadar hamasi, ne kadar boş sözler...


  8. 'Nihat Genç, o uzun röportajın içinde müslümanlığa dayanan rejimden yana değilim mealinde laflar ediyor. '

     

    Vakıf Ahmet kardeşim hakkın var. Bir tv programında neredeyse ergenekoncuları savunmadığı kaldı. Baskıya karşı gibi ama, ABD, İsrail, Orta Doğu, Asya ve Türkiye ile birlikte bizim öz geçmişimizi dengeli bir fikir bağına vardıramadı. Üstad'daki vakıalar yaklaşımın ince ve kıvrak zekası, bu adamda yok. Dünya meselelerine duygularını ön plana alarak yaklaşan, nefsinden taraf olan ve fikir yapısını ötelere bağlayamayan basit bir adamdır.

     

    Ölüme dair... Bu da Üstad'dan kapak olsun

    'Ölüm güzel şey,budur perde ardından haber...

    Hiç güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber?...

    Öleceğiz müjdeler olsun,müjdeler olsun !

    Ölümüde öldüren Rabbe secdeler olsun!

     

    Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;

    Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!

    O demdeki,perdeler kalkar,perdeler iner,

    Azraile hoşgeldin,diyebilmekte hüner...

     

    O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?

    Toprağın altındaki saklambaçta varmısın?

    Ölüm ölene bayram,bayrama sevinmek var;

    Oh ne güzel,bayramda tahta ata binmek var.!...

     

    Ufka bakarlar;ölüm uzaktamı uzakta...

    Ve tabut bekler,suya inmek için kızakta.....

    Sultan olmak dilersen,tacı,sorgucu,unut !

    Zafer araban senin,gıcırtılı bir tabut! '


  9. Nihat Genç'in fikirleri, yine kendisinin asabi duygularına yenik düşen, hiç bir şekilde dünya muhasebe ve murakabesine yanaşamayan hamasi nutuklar gibi geliyor bana... 'İslam'da samimidir' denilebilmesi bile Nihat Genç için bazı şeyleri anlatmaya yeter. Yine de onun dini yönü hakkında hüküm veremeyiz tabiki...


  10. Aman

     

     

    Ülkemin, aman, aman;

     

    Seyri sefası yaman!

     

    Şanlı devlet: Osmanlı…

     

    Heyhat ki; evvel zaman!

     

    Ve mukaddes nameye,

     

    Hasret… Bekliyor cihan!

     

    Satıh ehline şenlik:

     

    Domuz soyundan ilan;

     

    Şartsız Milli irade;

     

    Yazık… Nispetsiz yalan!

     

    Yerle karışık sema;

     

    Dehşet… Zifiri duman!

     

    Baygın kansız haşere;

     

    Eyvah ki, şimdi azman!

     

    Misal… Millet dağında,

     

    Sürüye Führer çoban!

     

    Ulvi kubbe altında,

     

    Kafeste Mahpus vicdan!

     

    Sokak sırtında hayâ:

     

    Şeytan meşrepli yılan!

     

    Fikir bağında idrak:

     

    Küstah… Köksüz borazan!

     

    Devlet baba elinde;

     

    Topuz... Amansız ferman!

     

    Çöpe irtica bezi;

     

    Soysuz… Ecnebi plan!

     

    Mecmua tekel dili:

     

    Patron sazı… Feveran!

     

    Muharrir ağzı köpek;

     

    Salya sümük hezeyan!

     

    Hazine dipsiz servet;

     

    Sermaye mümin… Pak kan!

     

    Faiz, mevduat, hesap;

     

    Çarık, urba ve insan…

     

    Yetim hakkı vergisi;

     

    Delikli altın kazan!

     

    Taksim… Yüzdeye vahit:

     

    Hazin… Payıma kalan!

     

    Geldi yaftalı günler;

     

    İleri marş marş kurgan!

     

    Millet ulus izinde;

     

    Millet oltada sazan!

     

    Ruhu mezarsız ölü;

     

    Cismi zavallı vatan!


  11. Tahayyül

     

     

    Ummandan katreye topyekûn eşya;

     

    Hakikati gizleyen kutucuklar…

     

    Mihrak yerinden akan, şerha şerha;

     

    Dipsiz derin ve nispetsiz yüksek var…

     

     

    Bir yüksüklük okyanus ve çamurdan,

     

    Çalkalanır dalga dalga yağmurdan…

     

    Bakınca hayaline fıtr-i surdan;

     

    Bir nefeste dalgalar, toz kovalar…

     

     

    Ses, rüzgâr fısıltısında titrerken,

     

    Ses, beynimi sünger gibi içerken,

     

    Ses, ruhumda çınlıyor ve her yerden;

     

    Karınca adımından göğe kadar…

     

     

    Sayıda yekûn hattına küçülsem,

     

    Namütenahi bedene bürünsem,

     

    Atomlar arası boşluğa düşsem;

     

    Halka halka kıvrım çizer, yok ve var…


  12. İhtiyar

     

     

    Feri kaçmış gözlerde yaş,

     

    Seksene merdiven dayamış yaş;

     

    Değneğe bir karış adımlar, yavaş yavaş…

     

     

     

    Uzağa yakın, yakına uzak gözlükler,

     

    Dedeye resim, nineye yamalı sökükler;

     

    Bayramlarda her daim boynu bükükler…

     

     

     

    Beş vakti bekler, anlı secdeye gider,

     

    Titrek ellerde tespih, has ismi heceler;

     

    Omuzlarda ağır yük, yaratanı zikreyler…

     

     

     

    Ah şu kara çarıklı ihtiyar;

     

    Eskiden deyip, hikâyeye başlar!

     

    Zamanı ilmik ilmik geriye sarar…

     

     

     

    Geceyi taksim eyle her bir saate,

     

    Her bir saati böl en küçük vakte;

     

    Her lahzasında der, soluğu aldım beşikte…

     

     

     

    Ağladı biricik yavrusu, ciğeri yandı;

     

    Her gündüz, her gece buna nasıl dayandı?

     

    Eskiden deyip, ihtiyar, işte bunları andı…

     

     

     

    Ve daha nelerden, daha nelerden bahsetti,

     

    Ömrü bir suydu; Azrail’e meyletti;

     

    Bitmez sanılan yıllar dört köşe tabuta yetti…

     

     

     

    Toprağa karışmış kara çarıktan izler,

     

    Zamanenin raksını kara çarık gizler;

     

    Şimdinin çocukları hep bu yolu izler…


  13. Ülkem



    Ülkemde curcuna adavet,

    Hercai panayıra davet!

    Entel lafazanda keyfiyet,

    Perde arkasında kemiyet!

    Zavallı zanlarında cennet;

    Zıp zıp beyinciklerde cinnet!

    Elin devrimine izafet;

    Şaşaalı armanda afet!

    Hava boşluğunda azamet;

    Evvel-ahir dipsiz akamet!

    Hürriyet kuluna kutsiyet;

    Beyni prangalı şahsiyet!

    Mukaddese küstah cesaret;

    Zevahir dimağa esaret!

    Sokak aralarında millet;

    Siyah beyaz tezatlı illet!

    Gafil sofralarda zafiyet;

    Şirret çakallara afiyet!

    Fildişi kulesi letafet;

    Agora yerinde kesafet!

    İhanet rahlesinde lezzet;

    Kuştüyü yatağında izzet!

    Masonik loncasına diyet;

    Garibanın sırtına niyet!

    Yetimin hakkı aziz nimet;

    Ecnebi ellerde ganimet!

    Nesepsiz şakiye dalalet;

    Hizipçi güruha adalet!

    Akşamcı kusmuğunda ülfet;

    Fahişe teknesinde iffet!

    Şuh urbalarda mahremiyet;

    Ana kız arası cemiyet!

    • Like 2

  14. Üstad'ın sadeleştirdiği Mektûbat-ı Rabbânî'den:

     

    İmam-ı Rabbanî’nin anlatılmaz büyüklüğünü yine eseri anlatır:

     

    (Mektubat)ın getirdiği, İkinci Binin Yenileyiciliği çapındaki yenilik; “Vahdet-i Vücud” meselesini aklın son haddiyle tesbit etmesi; ve Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin yanlış anlaşılan ve eserle müessiri bir gösterdiği vehmine düşülen “Vahdet-i Vücud” davasını tam gerçeğe bağlamasıdır.

     

    “-Allah, ötelerin ötesinde, ötelerin ötesinde; ötelerin ötesinde...”

     

    Yani, nerede onu buldum ve teşhis ettim sanırsan onun da ötesinde, namütehani ötesinde...

     

    Meşhur düstur;

     

    -Ne ki, o zannedersin; zannettiğin o şey, ona perdedir.

     

    Böylece:

     

    -“Heme ost” değil; ”Heme ez ost”… “Her şey o” değil; “her şey ondan”...

     

     

    Hallac-ı Mansur’a sordular:

     

    –Ya Mansur! Hak O’dur de, Benim deme!

     

    –Evet, evet dedi; ondan gayri ne var ki?

     

     

    Ve böyleyken Hallac-ı Mansur’un malum nidası:

     

    –Enelhak!

     

     

    Üstad Necip Fazıl’dan okuyalım:

     

    Cüneyd’den bazı hallerde, mukaddes ölçülere zıd ve anlaşılmaz sesler yükseldi. İnsanı hudutsuzluğun ötesinde, hudutsuzluğun ta kendisiyle bir gören canhıraş sesler…

     

    Cüneyd deyince hatıra gelen ve idrak kubbesini tiril tiril titreten Meşhur nida:

     

    –Allah cübbemin içinde!

     

    Bu söz akıl ve anlayışa nefes payı kalan her yerde küfürdür. Cüneyd’den sonra da aynı hal, Bayezid (Bestami) ve Mansur (Hallac) başta, daha nicelerinde görülecektir.

     

     

    Üstad Hace Ubeydullah Ahrar Hazretlerinden aktarıyorlar:

     

    –Cüneyd hazretleri sözü ima ile söylerler ve sırları gizlerlerdi. Bir gün, istemeden, ince hakikatlere dair ağızlarından sözler dökülmeye başlamış… Meclislerinde, kendilerinden bu sözleri cezbeden bir olmak ihtimalini düşünmüşler ve yoklamışlar… Bakmışlar ki, bir köşede Mansur (Hallac), başını cübbesinin yakası içine çekmiş, oturuyor. Mansur’u dışarı çıkarmışlar… Zira onun sırrı ifşa edeceğini biliyormuşlar…

     

     

    ‘Veliler Ordusundan 333’ eserinde Üstad, Tefsirciye sözü bırakıyor:

     

    –(…) Dikkat buyurunuz; ölçü şudur: Allah ehli, sekr halinde, manevi sarhoşluk anında, kendinden geçme ve benliğinden kaybolma deminde, söyledikleri sözlerden mesul değildirler, mazurdurlar. Bu, bir an için, tıpkı deliden teklifin kalkması gibi bir şeydir. Fakat bu halin cinnetle en küçük alakası yok… Akıl dışı olan bu hal, akılla da izah edilemez. Ancak bu kadar söylenebilir. Denilebilir ki, bu sözleri, akıl ve kıyas çerçevesi içinde sarfetmeye imkân düşünülemez.. Bu çerçevede bu söz bildiğimiz gibi, mutlak küfür olur. Mansur ise, kendisinden bütün dış nispetler melekesini kaldıran ve onu vahdet denizinde boğan bir serk ve istiğrak hali içinde bu lafı etti. Ondan daha büyükler bu hal içinde büsbütün yokluğa yapışmayı ve sonra istiğfara kapanmayı bilmişlerdi. O, hali ve derecesi icabı, bunu bilemedi. Muhakkaktır ki, Mansur, bunca kerametine rağmen, büyük kemal ve temkin makamından uzaktı. O makama mahsus muazzam edebe erişemedi; bir bakıma da halin esrarını faşetmiş oldu. Bunu da başıyla ve seve seve ödedi.

     

     

    İşin sırrı Şems Tebrizi’nin Mevlana’ya suali ve Mevlana’nın ona verdiği muazzam cevabında.


  15. Kral Aslan

     

     

    Şu kenarda heybet timsali yatan,

     

    Ormanlar efendisi kral aslan!

     

    Ne söyler rüyamın tutulmuş dili,

     

    Beynime işaret fişeği çakan?

     

     

    Eyvah ki, ne eyvah! Beni fark etti,

     

    Bir hışımla başını göğe dikti!

     

    Kaçayım mı, durayım mı şaşırdım;

     

    Aklımı başımdan almaya yetti!

     

     

    Ne dağ, ne çöl, ne hayvanat bahçesi;

     

    Şehir kazanında aslanpençesi…

     

    Ayaklandı birden heybet timsali;

     

    Kulak zarımda akrep, tırnak sesi…

     

     

    Ben kaçıyorum, aslan kovalıyor;

     

    Ve duruyorum, aslan da duruyor;

     

    Bu nasıl bir iştir, nasıl bir iştir?

     

    Döşeğinde insanı ter kaplıyor…

     

     

    Artık takat kalmadı dizlerimde,

     

    Bir çare… Elim ayak bileğimde:

     

    İşte sakatlandım, bırak beşimi!

     

    İnanmadı yalanıma, güldü de…

     

     

    Attım kendimi yoldan bir hamlede,

     

    Ben neredeyim ve aslan nerede?

     

    Kurtuldum! Kurtuluş sen misin, acep?

     

    Sırrımı arıyorum tanyerinde!

×
×
  • Create New...