Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

sark

Editor
  • Content Count

    770
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    32

Posts posted by sark


  1. 1) — Nakşı taifesi, haddinden fazla meşgul bir taifedir. Zira bu daire -dünya- içinde başları pergel gibi iş üstündedir. (Daima hizmet üzerine eğilmektedir.)

    2) — Hepsi tek bir dairenin merkezi etrafında toplanmışlardır. Yine top-yekün bir pergelin deveranından -kaderin tasarruflarından- haberdardır­lar.

    3) — Onlar, (kalpler üzerinde) nakış yapanlardır. Fakat her nakşa bağlı değildirler. Çok ma´rifetli oldukları için her lahza başka bir nakış ele alırlar.

    4) — Her an Bukalemunvari başka bir renktedirler. -Sık sık manevi hal ve makamları değişir- Yalnız garip olanı şudur ki, her iki cihanın ren­ginden nefret ederler. (Çalışmaları, ne dünyayı amaçlıyor. Ne de ahireti, sadece Rıza-i ilahîyi kazanmak gayesiyledir.)

    5) — Her ne kadar zahirde avam ve düşman gibidirlerse, bâtında ve manâda havas ve dostturlar.

    6) — Aslında Nil nehrinin suyu gibidirler. Kıptî´nin ağzında ise, kana dö­nerler. Çan gibi hafiftirler. Hz. İsa´nın merkebi (merkep karakterli kim­seler) üzerinde ise yüktürler, ağırdırlar.

    7) — Her ne kadar cilalanmış ayna gibidirlerse de fakat Habeşliler -kötü insanlar- için pastırlar. Gerçi İbrahim Halil´in bahçesidirler. Fakat odun gibi kimseleri de ateşvarî yakarlar.

    8) — Entariyi giyerken ehl-i beytin gidiş ve tarzlarını hatırlatırlar. Riya­kârlar gibi mavi hırka giymezler.

    9) — Bu zeki insanların prensipleri, kendilerini gizleyip belli etmemek-dir. Onlar settar -setr edici- olan Allah´ın sıfatlan ile muttasıftırlar.

    10) — Bu mevhum çokluğu koyu vahdette gizlemek istedikleri içindir ki, Allah´dan mağfiret taleb etmektedirler.

    11) — Varlıkların çokluğu onlara bir te´sir yapamaz -vahdetten saptır­maz-. Çünkü onlar, kendilerini bu varlıkların menşeine -Allah´a- bağla­mışlardır. Rabtetmişlerdir.

    12) — Soluklara değer verip boş yere harcamamak, bu şahlar gibilerin huyudur. Kendi nefeslerinin bekçiliğini yapmalarına rağmen iyi padişah­lardırlar.

    13) — Sustukları vakit, misk göbeği gibidirler -Her tarafa güzel kokular yayarlar- Konuştukları zaman da yüz eczacının canını beslerler.

    14) — Suskundurlar, fakat konuşunca papağan kuşu gibi hep tatlı ha­reketli ve tatlı- sözlü olurlar.

    15) — Yıldızlar gibi hepsinin halveti, topluluktadır. -Topluluk içinde iken

    Hak´la beraberdirler- Vehakeza her meclisin mumu ve her pazarın -her hareketin- süsüdürler.

    16) — Seyahatları vatan dahilindedir. Tıpkı hâle içinde oturmakta olan ay gibi. Bedenen durmakta olmalarına rağmen, yürekleri i´tibarı ile sa´y ve harekettedirler.

    17) — Bu hızlı yürüyenlerin durumu, baş döndürücü bir hızla hareket etmeşine rağmen yerinde sabit sandığın dağların -yerin- durumuna benzer. Demek yürekleri dönük kimseler bu zatları da kendileri gibi dönük sanırlar.

    18) — Ehlüllâh, aşk kâbesine doğru yol alan bir kafiledir. O kafileye ku-mandanlık edenler de. bu kahraman nakşîlerdir.

    19) — Nakşiler dünya ma´temhânesinde konakladıkları halde dokuz mavi perdeden -dokuz kat gökten- daha yüksek çadırlar kuranlardır.

    20) — Her birisi cihan alanında birer emniyet şeddi -te´minatıdır. Bir dağ kadar büyük bir tenkide bile, bir saman çöpü kadar değer vermezler.

    21) — Onlar safvet ve iyilik denizinde dosdoğru yüzen balıklardır. Nehir kenarında eğri büğrü yürüyen yengeçler gibi değildirler.

    22) — Bu zatlar, aşka susamış kimselerin dudağında cana can katan aşk şarabıdırlar. Vesveseli insanların elinde ise, avuçta sıkılan altınlardır

    23) — Tertemiz gözlere sahiptirler. Hatta, saf ve temiz gözlerin nurlarıdırlar. Dindarların önderi, dinin de tacıdırlar.

    24) — Bu dünyada Çenab-ı Hakkın mahbublarıdırlar. Fakat Mansur-u Hallaç gibi kavgayı da istemezler.

    25) — Ma´rifet hurması onlara vücut ağacından yetişir. Ey rabbim, bu taife ne kadar şanslı bir taifedir.

    26 - 27) — Mevlana Çelâleddin-i Rumi´nin baha biçilmez gazellerinden her bilginin hayranlık duyduğu yedi tane beyti, bu kasideye dere ediyorum. Zira o yüce insanların medhinde söylenen bu sözler, Ülker kümesi kadar şereflidir.

    28) — Kulağını sedef gibi aç ve tertemiz bulunan yüreğinde bu gazele yer ver. Çünkü yetkililer bu gazeli, bir inci dizisinden farksız görmektedirler.

    29) — Düşün! bu dünyada iki, üç tane yankesici (kalpleri "çalanlar) vaı ki. ma´rifetleri ile ay´ın külahını başından alırlar. (Çok çetin işler başarırlar.)

    30) — Zahirde sarhoş, gerçekte kalpleri uyanık iki, üç tane kurnazdırlar ki, feleği dahi bir kavga ile döndürürler.

    31) — Maddî cesettedirler, fakat maddeye düşmandırlar. Dünyada ya­şadıkları halde, her iki cihanla da alâkaları yoktur.

    32) — Canların da talip olduğu o perdeli sevgilinin aşıkıdırlar. Onun gü­zel gözleri gibi, mest ve gaddardırlar.

    33) — işret meclisinin reisidirler fakat sen baş vermedikçe onlar sana sır vermezler. Şarap sunanlardır. Yalnız üzüm sıkmazlar.

    34) — (Madde o kadar onlara musahhar ve muti´dir ki) avuçlarına top­rak alsalar, sarı altına döner. Geceleyin arpa da ekseler, gündüzün buğ­day biçecekler.

    35) — Yiğitlik gösterip onların sohbetleri sayesinde insan ol. Zira ger­çek insan bunlardır. Geriye kalanlar ise, insanları yiyenlerdir.

    36) — Ey Safi! (Müellifti lakabıdır.) Sen insanlığı onlardan öğren. Zira onlar basiret sa­hiplerinin göz bebeğidirler.

    37) — Eğer şu göz bebeğinin nuru kimdir diye sorsan; el-cevap: Arifle­rin himmet bekledikleri zattır.

    38) — Ülkelerin ma´nevî önderi ve dünyanın şahı efendimiz Ubeydüllah-ı Ahrar´dır ki, onun umumî lütfünden her canlı faydalanmaktadır.

    39) — O, tevhîd âleminde öylesine bir güneştir ki, bütün kâinat zerreleri onun penceresinden nur almaktadır.

    40) — O, hür insanlar topluluğunun efendisidir. Dünya hükümdarları, onun kapısında kul ve hizmetçidirler.

    41) — Ey dinin hamisi! Sen arzu ve istekler hususunda öyle bir kıblesin ki halk, gayr-ı ihtiyarî olarak her taraftan ona yönelmektedir.

    42) — Köle olsun, hür olsun bu yoldakilerin tümü, senin vefalı kullarındır.

    43) — Başlarını senin emirlerinin ipinden çıkaran cahiller, ahmaklık merasında bulunan yularsız merkeplerdir.

    44) — (Seni dinlemeyen cahiller) kimi zaman dalalet sahrasının dibine düşmüşlerdir. Kimi zaman da, talihsizlik çölünde şaşırıp kalmışlardır.

    45) — Senin ihsanından mahrum yaşayan bayağı kimseler, deniz kıyı­sında ciğeri susamış «balıkçıl» (Arapçada adı «malikül hazinidir. Cahiz´in anlattığına göre, bu kuş devamlı olarak sulara, nehirlere ve kaynaklara yakın yerlere konar. Suların kuruduğunu görünce son derece kederlenir, üzülür. Bazen de azalmasın diye, su içmez olur. Tabii ki bu süre uzayınca beyinsiz kuşta susuzluktan ölür.) kuşu´na benzerler.

    46) — Baygınların sana devamlı bir incizabı vardır. Senin oltanın çengel iğnesine takılmış bulunan aşklar, balık gibi ızdırap çekmektedirler. 47-48) — Ben senin denizinin balığıyım. Aynı zamanda senin medh-ü senalarınla doluyum. Tıpkı ağzına kadar değerli incilerle dolu bulunan sedefler gibi.

    49) — Senin denizinde boğulan kimsenin şeref ve i´tibarı, artmaktadır. Sahilde kalanlar ise inci kabuğunun kırıntıları gibi değersizdirler.

    50) — Bu ferah denizinde «safi», ebediyen gark olsun. Umarım onu, hiç bir vakit bu denizden çıkarmazlar.

     

    http://www.islamvetasavvuf.org/kutuphane/node/10121

    • Like 2

  2. Daha açıklanmadan ilmek ilmek çözülüp ipliği pazara döküldü Ergenekon iddianamesinin... Hafta boyu okuduğunuz çete tartışmalarıyla pazarınızı da zehretmeyeceğim. Ama -doğruysa- iddianamede bir iddia var ki altını deşmek, tatilinize renk katabilir.

    Kimileri Ergenekonun kuruluşunu 600 yıl geri götürürken iddianame, örgütün doğum yılını 1957 diye ilan ediyormuş.

    Ergenekonu doğuran olay neymiş?

    Bir darbe girişimi...

    Nam-ı diğer: 9 Subay olayı...

     

     

    İbretlik darbe girişimi

     

    Bu iddiayı okuyunca hayrete düştüm. Çünkü Demirkırat belgeselini hazırlarken Bülent Çaplıyla birlikte 9 Subay Olayının hayatta kalan tanıklarının çoğuyla konuşmuş, olayı 17 yıl önce ayrıntılarıyla yansıtmıştık (Bkz: Demirkırat, Doğan, 1991).

    Ergenekonun atası mıdır bilmiyorum ama ibretlik bir darbe girişimi olduğu kesindir.

    Dilerseniz anlatayım, kararı siz verin.

    "Hadi Bir Teşkilat Kuralım"

     

    1950de iktidar olan, 1954te iktidarını perçinleyen Adnan Menderes, 1957 seçiminde sandıktan zar zor çıkabilmişti. Çünkü artık sorunlar doruğa ermiş, enflasyon baş göstermiş, hükümet sertleşmiş, muhalefet güçlenmiş, ordu içinde ihtilalci cuntalar türemişti.

    İrili ufaklı onlarca cunta, darbe için fırsat kolluyordu.

    Müdahale planı yapanlardan biri de Koreden yeni dönmüş olan Faruk Güventürktü.

    İhtilal planları yapanlar, daha 1954te Güventürkün kapısını çalıp klasikleşmiş bir darbeci sorusu olan Gidişatı nasıl görüyorsunuz?la nabız yoklamışlardı.

    Beğenmiyorum cevabı, derhal bir örgüt selamına dönüşmüştü:

    Öyleyse birlikte bir teşkilat kuralım.

    Olur, kuralım.

    Ya iktidar

    ya darağacı

    Bu kadar basitti işte...

    Hemen üye yazımına başladılar. Dürüst, yetenekli, güvenilir arkadaşlar cemiyete kaydedildi.

    Yazılı hiçbir metin tutulmayacak, hücre teşkilatı şeklinde çalışılacak, hücreler birbirine eklenerek zincirleme büyüyecekti.

    Yeni örgüt, o dönem Ankarada kök salan Albay Talat Aydemir ekibiyle buluşunca iyice genişledi.

    Yarbay Güventürk, girdikleri işin gerçek adını koydu:

    Bu, bir ihtilal teşkilatıdır. Sonunda ya iktidara ya darağacına gideriz.

    Bunun üzerine ihtilal yemini ettiler.

     

    1 numara arayışı

     

    İş, bir lider bulmaya gelmişti.

    Bugünkü söyleyişle 1 Numarapostunu CHP lideri İsmet İnönüye önermeyi düşündüler. Paşa randevu bile vermedi.

    Bunun üzerine Güventürk umulmadık bir isim önerdi: Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin...

    Bakanı kendilerine yakın buluyorlardı. Acaba kabul eder miydi?

    Güventürk randevu aldı ve Erginin kapısını çaldı.

    Şimdi ihtilaller tarihine geçecek bir görüşme yaşanacak ve bir yarbay, Milli Savunma Bakanına kendi hükümetini devirmesi için liderlik teklif edecekti.

     

    Tuttum, muttum derse...

     

    Sonrasını Faruk Güventürk bize şöyle anlatmıştı:

    Silahım belimdeydi. Kapıda cip bekliyordu. Eğer Tuttum, muttum deyip tevkife yeltenirse Bakana suikast yapacağım, oradan aşağıya ineceğim. Ciple Bolu ormanlarına gideceğim.

    Güventürkün bir güvencesi vardı:

    Bakanın emir subayı Adnan Çelikoğlu da teşkilattandı. Bir şey olursa o da kapıda duracak ve yardımcı olacaktı.

    Makama girdiğinde lafı biraz dolandırıp Gidişatı nasıl görüyorsunuz? mevzuuna geldi:

    Efendim dedi, ...siz askere çok yakınsınız. Biz de sizi çok severiz. Önünüzde bir tarih nehri akıyor. Bu tarih nehrinin şerefini, şanını üzerinize alabilirsiniz. Gelin bize lider olun. Biz, bu iktidarı devirmek istiyoruz.

     

     

    Beni bulaştırmayın, siz buyurun!

    Olacak iş değildi; ama Ergin şaşırmış görünmedi. Munis bir edayla şunları söyledi:

    Söylediklerinizde haklısınız. Fakat ben bir kasaba avukatıyım. Benim karakterim buna müsait değildir. O bakımdan siz isterseniz yapın. Beni karıştırmayın.

    Parodi burada da bitmedi.

    Bakan Ergin, bu görüşmeden çıkıp Bakanlar Kurulu toplantısına girdi. Toplantıda Menderes, kendisine yeni ihbar edilen bir ihtilal hazırlığını açıkladı.

    Samet Kuşçu adlı bir binbaşı, cuntacı 9 subayın adını vermişti:

    3 albay, 4 binbaşı, 1 yüzbaşı ve Faruk Güventürk...

     

    Odaya kilitlenen bakan

     

    Ergin bu son ismi duyunca, Ben biraz önce kendisiyle görüştüm. Bana cuntanın liderliğini teklif etti demedi tabii...

    Hatta tersine Orduda böyle bir hazırlığa ihtimal vermediğini söyledi. Bir ara istifaya yeltendi. Bunu, teşkilat üyesi emir subayı engelledi. Bakan kızıp kendini odasına kilitledi. Yapma, etme diye razı ettiler. Vazgeçti.

    Teşkilatı da ele vermedi.

     

     

     

    Kuşçuya gelince...

     

    İhbarcı subay, NATOda görev yaptıktan sonra İstanbula, Ordu Temsil Bürosuna atanmıştı. Orada askerliğini yapmakta olan Asteğmen Zeki Mürenin de amiriydi.

    Ordu içindeki ihtilal örgütünü ele vermişti ama elinde somut delil yoktu.

    Hükümet, Kuşçudan cuntacıları konuşturup planlarını anlattırmasını istemişti. Polis de bu görüşmeyi gizlice kaydedecekti.

    Ama bugünün üstün dinleme teknolojisi o dönem yoktu ki...

    Bir polis teknisyeni, elinde koca teyp cihazıyla kış günü balkona gizlenmiş, Kuşçunun bağıra çağıra sorduğu meraklı sorularla, aldığı ürkek cevapları kaydetmeye çalışmıştı.

    Sonuç; fiyaskoydu.

    Kuşçu teyp bandını Park Otelde İçişleri Bakanına dinletti. Bakan dinlediği fiyaskoya öyle sinirlendi ki, Kuşçu korkudan balkon penceresinden atlayıp kaçmak zorunda kaldı.

    Kan ter içinde görev yaptığı Ordu Temsil Bürosuna koştu. Asteğmen Zeki Mürene:

    Zeki beni öldürecekler. Araban lazım dedi.

    Ama Mürenin arabası tamirdeydi. Bunun üzerine Amerikan Konsolosluğuna sığınmayı denedi. Gelip oradan aldılar, Bakana götürüp teslim ettiler.

     

     

    9 subay, 9 kurşun

    Bu arada teşkilat panikteydi. Deşifre olmuşlardı.

    Alt birimlere haber salındı; örgüt tedbir alıp dağıldı.

    Ama Faruk Güventürk tutuklandı. Polatlı Topçu Okulunda askeri hakim karşısına çıkarıldı.

    Hakim, genç ihtilalciyi huzura alınca, Vatan hainleri... Nedir bu? Devleti devirmeye kalkışıyorsunuz diye haşladı.

    Güventürk altta kalmadı:

    4 süngülünün arasındaki birine böyle söylemek kolay. Bunu dışarıda söyleseydiniz, karnınıza 9 kurşun sayardım.

     

    Lokomotif ve vagon

    9 kurşunun etkisiyle 9 subayın hakimi yumuşadı.

    Yok evladım, ağzımdan kaçtı. Gel otur dedi.

    Sonra ağız değiştirdi:

    Hep Sametin peşine takılmış gidiyorsunuz. Nedir bu? diye sordu.

    Bu söz, Güventürkün gururuna dokundu. Teşkilat sırlarını filan unutup hayatının hatasını yaptı:

    Paşam! Ben hiç vagon olmamış bir insanım. Hep lokomotif yaşadım. Böyle bir örgüt olsa onun lokomotifi de ben olurdum.

     

    Tecrübe konuşuyor

    Bu laflar zapta geçti.

    Zabıtlar hemen Cumhurbaşkanı Celal Bayara ulaştırıldı.

    Bayar eski komitacıydı. Darbe planlarının içinden gelmişti. Olayın önemini hemen kavramış, Liderleri budur. Bunu sıkıştırın diye uyarmıştı.

    Sonra kabineyi toplamış, Mesele ciddidir. Bu iş, 9 subayın işi değil. Bütün memlekette ordu içinde cuntalar kök salmıştır. Bunların üzerine ciddiyetle gidin, teşkilatı meydana çıkarın demişti.

    Milli Savunma Bakanını da istifaya zorlamıştı.

     

    İbretlik

    Ama hükümet, Komitacı Bayarın tecrübesine itibar etmedi. Menderes, Silahlı Kuvvetlerle çatışmak istemedi.

    Bu, orduya ait bir yaradır. Bunu deşmek bütün Silahlı Kuvvetlere sirayet ettirmek olur. Onlar kendi içlerinde halletsinler dedi. İşi takip etmedi.

    Bu hatasını, pahalıya ödedi.

    9 subayın yargılanması 6 ay sürdü.

    Sonunda 8i beraat etti.

    Tek mahkum olan sanık, ihbarcı Binbaşı Samet Kuşçu oldu. Orduyu isyana teşvikten iki yıl hapse mahkum edildi.

    Olay kapatıldı.

    İki yıl sonra, 27 Mayısta Menderesi devirecek askerler, o çekirdeğin içinden çıkacak, devrilen Cumhurbaşkanı Bayar ise yıllar sonra gazeteci Cüneyt Arcayüreke 9 Subay olayı iyi değerlendirilse 27 Mayıs olmazdı diyecekti

     

     

    Can Dündar


  3. İcâzetli Ulema ve Fukaha Şûrası Kurulmalıdır

     

    TÜRKİYE'de, (bu sayı yeterli değil ama) tahminimce bir iki bin icazetli Sünnî din âlimi, fâkih bulunmaktadır. Bunlar (nâdir istisnâlar dışında) elbette laik ve Kemalist rejimin baskısı ve kontrolü altındaki ilahiyat fakültelerinden çıkmadı. Bir kısmı dış ülkelerdeki İslam medreselerinde okudular, yetiştiler, icazet aldılar. Bir kısmı da, Kemalizmin bütün baskılarına, terörüne, sindirme hareketine rağmen ülkemizdeki medreselerde yetiştiler.

     

    Vehhabî olarak yetişenleri bu sınıfa ve bu sayıya dahil etmiyorum.

     

    Benim kasd ettiklerim akaitte İmamı Eş'arî ve İmamı Mâturidî'den birine bağlı olan ve Şeriat ahkâmında dört hak mezhepten birini taklid eden ulema ve fukahadır.

     

    İşte bu icazetli Sünnî ulema ve fukaha bir dernek veya vakıf çatısı altında bir araya gelmeli ve ülkemizdeki dinî kaos ve anarşiye dur demelidir.

     

    İcazetli Sünnî ulema ve fukahanın seçkinlerinden bir şûra ve fetva heyeti kurulmalıdır.

     

    Bu hizmetlerde, ilahiyat fakültelerinde hocalık yapan Sünnî zevat da hissesine düşen vazifeleri yapmalıdır.

     

    Kemalist vesayet rejimi, ilahiyat fakültelerindeki elemanlarına ve işbirlikçilerine şu misyonu vermişti:

     

    1. İslam dininde reform yapılacak.

     

    2. Dinde köklü değişim yapılacak.

     

    3. Dinde yenilik yapılacak.

     

    4. Şeriatsız ve fıkıhsız yepyeni bir İslam türetilecek.

     

    5. Müslüman halk sekülerleştirilecek, yani din ile hayat birbirinden ayrılıp kopartılacak.

     

    6. Pakistan'dan kovulan Fazlurrahman'ın Tâtiliye (tarihsellik) mezhebi hâkim mezheb haline getirilecek.

     

    7. Diyanet, Sünnî bir kurum olmaktan çıkartılacak ve mezhepler üstü yapılacak.

     

    8. Kemalizme uygun bir İslam oluşturulacak.

     

    9. Yeni bir İslam Protestanlığı çıkartılacak.

     

    10. Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) hadîsleri AB standartlarına, Kemalist ideolojiye ve Feminizme göre ayıklanacak. (BBC News'de yayınlanan "Turkey in radical revision of Islamic texts" başlıklı ve Robert Pigott imzalı yazıyı veya Türkçe tercümesini (internette var) okuyunuz.)

     

    11. Türkiye'deki Sünnî halk mümkün olduğu kadar fazla hizip ve fırkaya ayrılacak.

     

    12. Farmason Afganî büyük bir din imamı (önderi) olarak gösterilecek.

     

    13. Yeni naylon "müctehidler" çıkartılacak.

     

    14. İslam'ın tek hak din olduğu inancı kırılacak, üç hak ibrahimî din vardır akımı çıkartılacak.

     

    Bu planlar maalesef hayata geçirilmiş bulunmaktadır.

     

    Müslümanlar onlarca büyük, yüzlerce orta, binlerce küçük hizip ve fırkaya ayrılmıştır.

     

    Ortaya, bazıları küfre giden ve götüren bir yığın bozuk fetva ve ictihad konulmuştur.

     

    Ümmet paramparça edilmiş, Müslümanlar birbirleriyle çekişmeye başlamıştır.

     

    Halk ve gençliğin önemli bir kısmı, gerçek dindarlıktan uzaklaştırılmış, faydasız veya zararlı münakaşaların içine itilmiştir.

     

    Dinde bid'atler çıkartılmıştır.

     

    Sünneti yıkmak için yoğun faaliyet yapılmıştır.

     

    Mezhepsizlik yangını körüklenmiştir.

     

    İslam'ı, Tevhid'i, Kur'anı, Resulullahı, Şeriat-ı Ahmediye'yi red, inkar ve tekzib eden kafirler de Cennetliktir bozuk inancı ortaya atılmıştır.

     

    Farmason Afganî'nin tezi olan "Her Müslüman Kur'andan kendi re'y ve hevasına göre hüküm çıkartıp ictihad yapabilir" yolu açılmıştır.

     

    Televizyonlarda, basında seviyesi çok düşük dinî programlar tertiplenerek en mukaddes konular ayağa düşürülmüştür.

     

    Birtakım reformculara milyonlarca dolarlık servetlere kavuşma yolları açılmıştır.

     

    Reform, yenilik ve değişim konusunda çok yüksek telif ücretleri dağıtılmıştır.

     

    Ehl-i Sünnet İslamlığını yıkıp yerine yüzlerce ayrı ve birbirinden kopuk kiliselerden oluşan bir İslam Protestanlığı için hayli yol alınmıştır.

     

    İslam'ı ve Ümmet'i içinden çökertmeye yönelik yıkıcı, tahrip edici faaliyetlere son verilmezse, Ümmet olarak geleceğimiz karanlıktır.

     

    Bugünkü kaos, tefrika, çekişme ve anarşi içinde din ve iman kardeşliği kavramı yerlere serilmiş, çiğnenmektedir. Kimler tarafından? Maalesef bir kısım Müslümanlar tarafından.

     

    İnternetteki e-maillerin bazısına bakınız: Kardeş olması gereken bazı Müslümanlar birbirlerini şirk ve küfürle itham ediyor.

     

    Ülkemizde ve dünyada petro-dolarlarla taraftar kazanan bozuk bir mezhebe göre tasavvuf ve tarikat Müslümanları müşriktir, kafirdir.

     

    Havada Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete uymayan birtakım saçma sapan fetvalar ve ictihadlar uçuşuyor.

     

    Düşünebiliyor musunuz, kaderi inkar edenler bile var.

     

    Haramı helal, helali haram yapan bazıları kısa zamanda şöhret-i kâzibe sahibi oluyor.

     

    Türkiye'deki Müslümanlık Ehl-i Sünnet Müslümanlığıdır. Bizde Şeriatın yanında, Şeriata uygun olan tarikat ve tasavvuf da vardır. Tarikat ve tasavvuf kanadını kestiniz mi, Türkiye Müslümanlığı çöker.

     

    Bir İslam toplumunu çökertmek istiyorsanız, o toplumun fertlerini birbiriyle çekiştiriniz, aralarına nifak ve tefrika tohumları ekiniz. Âlim, fazıl, kâmil insanların müzakerelerinden hakikat nurları çıkar.

     

    Câhillerin çekişmesinden ve tartışmasından is, pas, kurum oluşur.

     

    Mukallid Müslümanlara "Al eline bir Kur'an tercümesi, bir de hadîs kitabı, sen de bol bol ictihad yap" denirse tefrika, tartışma, fitne, fesat baş gösterir.

     

    Devlet-i Aliyye-i Osmaniye zamanında dinî konuların çocuk oyuncağı haline getirilmesine kesinlikle izin verilmezdi.

     

    Dört hak mezhebe aykırı fetva ve ictihad yaptırılmazdı.

     

    Ehl-i Kıble ve ehl-i Tevhid olan Müslümanlara kâfir ve müşrik diyen aşırılar ve azgınlarda hiç vicdan yok mu?

     

    Teklif ettiğim icazetli ulema ve fukaha şûrası ve fetva heyeti kurulmazsa anarşi, kaos, fitne, fesat, nifak, şikak artarak sürecektir.

     

    Tartışmalar, şirk ve küfürle suçlamalar yüzünden iman kardeşliği berhava olacaktır.

     

    Sapıklıklar, dinde bid'atler ile gereği ve yeteri kadar mücadele edilemeyecektir.

     

    Ehl-i Sünnet iyice sarsılacaktır.

     

    Benden yazması...

     

    25 Temmuz 2011

    • Like 1

  4. Yeni Anayasa Nasıl Olmalı?

     

    Artık açıkça anlaşıldı ki, ideolojik kopukluk devri sona ermektedir. Halk kopukluk değil, tarihi devamlılık istiyor.

     

    Halk vesayet ve baskı rejimi değil, milli kimlik ve kültüre dayalı (ne kadar olabilirse) gerçek demokrasi istiyor.

     

    Halk egemen azınlıkların baskılı, yasaklı, tabulu rejimini istemiyor.

     

    M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra imal edilmiş Kemalizm ideolojisinin sultası sona ermektedir.

     

    Fabrikalar, devlet tesisleri özelleştiriliyor da, resmi ideoloji niçin özelleştirilmesin?

     

    İspanya'da Frankizm artık resmi ideoloji değildir ama orada isteyen vatandaş bu ideolojiye din gibi inanabilir, onu isteyebilir.

     

    Bizde de Kemalizm böyle olmalıdır. İsteyen benimsesin, sevsin, istesin ama çoğunluğa bu konuda baskı yapılmasın, ideoloji din gibi benimsetilmeye kalkışılmasın, devlet bu ideolojiye göre yönetilmesin.

     

    Kemalistler bir parti kursunlar, seçimlere girsinler, kazanırlarsa iktidar olsunlar. Yüzde 1 nispetinde oy alabilirler mi acaba?

     

    Seçimlerden sonra yeni bir anayasa hazırlıkları başlayacaktır. Bu anayasada:

     

    (1) Resmi ideoloji heyulasının zerresi bile yer almamalıdır.

     

    (2) Bizde laiklik de laikçilik de çığırından çıkartılmıştır. Binaenaleyh laiklik de yer almamalıdır. Portekiz ve Fransa hariç hiçbir Avrupa devletinin anayasasında laiklik yoktur.

     

    (3) Anayasada milli kimlik ve kültür değerleri yer almalıdır.

     

    (4) Çoğunluğu oluşturan Sünnilere, İngiltere'de olduğu gibi geniş bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak, din eğitimi hürriyeti sağlanmalıdır.

     

    (5) Sünnilik dışındaki azınlıklara da din ve kimlik hürriyeti verilmelidir.

     

    (6) Alfabe, takvim, kılık kıyafet, serpuş, hafta tatili gibi konulardaki yasaklar, tabular, diretmeler kaldırılmalıdır.

     

    (7) Tasavvuf konusundaki yasaklar kaldırılmalıdır.

     

    (8) Tevhid-i Tedrisat eğitimi lağv edilmeli, Fransa'da olduğu gibi genel eğitim veren özel din okullarının önü açılmalıdır. Bizde Katolik misyonerlerinin ve papazlarının Saint Joseph lisesi var da, Müslümanların niçin bir İmamı Gazali Lisesi yoktur?

     

    9. Başörtüsü konusundaki yasaklar, baskılar, tabular kaldırılmalıdır.

     

    10. Bütün partilerin Atatürkçü olma mecburiyeti kaldırılmalıdır.

     

    11. İdeolojik milletvekili yemini değiştirilmelidir.

     

    12. Paraların ve pulların üzerine, Türkiye'yi, onun kimlik ve kültürünü temsil eden çeşitli büyük şahsiyetlerin resimleri basılmalıdır.

     

    13. Türk ordusu, resmi ideolojinin bekçisi olma statüsünden çıkartılmalıdır.

     

    14. Anayasanın değişmez, değiştirilmesi bile teklif edilemez ideolojik değer ve tabularla ilgili zorlayıcı ve baskıcı bir maddesi olmamalıdır.

     

    15. Çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanlara en az Masonlara verilen kadar hak, hürriyet verilmelidir.

     

    Yeni anayasaya yeniden Kemalizm ideolojisi konulacak olursa emekler boşa gidecektir.

     

    Ne şiş yansın ne kebap zihniyeti ve eyyamcılığı Türkiye'nin önünü açamaz.

     

    Türkiye Masonlar, Sabataycılar, egemen azınlıklar cumhuriyeti olarak kalamaz.

     

    İslam dininin temel prensiplerinden biri "Gayr-i Müslimlere dinde zorlama yapılamaz"dır.

     

    Çoğunluğu oluşturan ve bu ülkenin hem tarih, hem kültür ve hem de kimlik bakımından dominant unsuru olan Sünni Müslümanlara masonik, sabataist, kemalist değerler, ilkeler, dogmalar zorla empoze edilemez.

     

    Yahudiler 20'nci asırda Ortadoğu'da iki devlet kurmuşlardır.

     

    Cumhuriyet, fazilet=erdem üzerine kurulu bir rejimdir.

     

    Fazilet temelleri üzerinde yükselmeyen bir cumhuriyet gerçek cumhuriyet değildir.

     

    Türkiye'nin sosyal ve kültürel yapısı AB normlarının ve değerlerinin hepsini toptan kabul edip benimsemeye müsait değildir.

     

    Zinayı suç olmaktan çıkartan ve suç işlemekten caydırma fonksiyonunu yitiren yeni Ceza Kanunu toplumun temellerini sarsmıştır.

     

    Yeni medeni kanun toplumumuzun temeli olan aileyi tahrip etmektedir.

     

    Tevhid inancına karşı olan ideolojik Tevhid-i Tedrisat eğitimi sistemi ile Türkiye daha uzun müddet ayakta kalamaz.

     

    Tabular, ideolojik yasaklar ve dogmalar anayasası kaldırılsın ama yerine hafifletilmiş de olsa başka ideolojiler getirilmesin.

     

    Türkiye bir İslam ülkesidir. Hiçbir ideoloji İslam'dan üstün olamaz, İslam ile eşit tutulamaz.

     

    Birleşik Krallıkta (İngiltere) devlet kimsenin dinine karışmıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti de çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanların dinine karışmamalıdır.

     

    Biraz milli kimlik, on dirhem milli kültür, beş gram insan hakları, yedi gram milliyetçilik, sınırlı din hürriyeti, bol bol vesayet, miktar-ı kafi Kemalizm, İsveç'ten alınma Dağ Başını Duman almış marşının yanında mehter marşı, okullarda Kemalist din dersleri aldatmacası, halk kadınları başını örtebilir ama milletvekilleri, avukatlar, doktorlar, öğretmenler, profesörler örtemez, Kiril harfleriyle Türkçe yayın yapılabilir ama İslam yazısıyla yapılamaz, Masonlar localarında Masonik ayin yapabilir ama Müslüman çoğunluk tekkelerde zikir yapamaz... gibi yamalı bohça zihniyetiyle yapılacak yeni anayasa ölü doğacaktır.

     

    Gökdelenler, otoyollar, fabrikalar, hava alanları, barajlar, limanlar, yedi yıldızlı lüks oteller, israf ekonomisi, lüks otolar, yatlar kimsenin gözünü kamaştırmasın. Adaletsiz bir ülke ayakta durmaz. Türkiye'de çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanların hakları ve hürriyetleri baskı altındaysa ülkenin geleceği karanlık demektir.

     

    *(İkinci yazı)

    Suriye Hadiselerinin İçyüzü

     

    SURİYE'de vahim hadiseler oluyor, halk protesto ediyor, silahlar patlıyor, insanlar ölüyor ama bunların içyüzü, perde arkası nedir, işte bu pek iyi bilinmiyor. Herkes kendi etnik kökenine, dinine, mezhebine, ideolojisine, menfaatine göre bakıp görüyor ve hüküm veriyor. Aşağıda madde madde yazacağım gerçekler kesindir ve tartışılamaz.

     

    Madde 1. Suriye'deki bugünkü rejim bir azınlık rejimidir.

     

    2. Bu rejimin temelini, belkemiğini Aleviliğin en aşırı ve uç bir kolu olan Nusayriler oluşturuyor. Onların genel nüfusa oranları yüzde 10 civarındadır.

     

    3. Bu rejim askeri bir darbe ile kurulmuştur.

     

    4. Suriye'de, çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanlara, yakın tarihte çok ağır baskılar yapılmıştır. Bir ara on binlerce Sünni Müslüman silahlı kuvvetler tarafından öldürülmüştür.

     

    5. Suriye'de gerçek manada demokrasi yoktur, otoriter bir rejim ve sistem vardır.

     

    6. Suriye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu 10 üzerinden 2,5'tur.

     

    7. Müslüman Kardeşler Teşkilatı Suriye'de yasaktır, bu teşkilata üye olmak suçtur.

     

    8. Baba Esad zamanındaki çok ağır baskılar oğul zamanında oldukça hafiflemişti.

     

    9. Suriye'de olup bitenler sadece iç dinamiklerin eseri değildir. Dış müdahaleler ve etkiler de mevzuubahistir.

     

    10. Suriye'ye ait Golan bölgesi 1967'den beri İsrail'in işgali ve kontrolu altındadır.

     

    11. Suriye ile İsrail arasında ilişki ve münasebet yoktur.

     

    12. Suriye ile İsrail arasında oturmuş ve rutinleşmiş bir ateşkes vardır. İsrail, bugünkü statünün bozulup yerine militan bir rejimin gelmesinden endişe etmektedir.

     

    13. Nusayri azınlık rejimi yıkılıp yerine oldukça demokratik bir sistem gelirse Sünni çoğunluk siyasi haklarına sahip olacak, Suriye İslam'a doğru (şu veya bu şekilde) kayacaktır. Bu ise İsrail'in, ABD'nin, AB'nin işine hiç gelmez.

     

    14. Şii İran Nusayri Suriye rejimini desteklemektedir.

     

    15. Suriye'deki halk hareketlerini bastırmak için İran'ın silahlı elemanlar gönderdiğine dair rivayetler vardır.

     

    16. Suriye Ankara rejimini yakından ilgilendiriyor. Şam'daki Nusayri rejiminin büsbütün İran tarafına kayması Ankara'nın işine gelmez.

     

    17. Suriye'de şöyle veya böyle Sünni-İslami bir rejimin kurulması ABD, AB, İsrail, İran, Irak'ın işine gelmez.

     

    Suriye konusunda bendenizin temennileri ve istekleri şunlardır:

     

    A: Azınlık rejimi gitsin, olabildiğince demokrasi gelsin. (Yüzde yüz gelmez...)

     

    B. Çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanlar üzerindeki ağır baskılar ve vesayet kalksın.

     

    C. Sünnilere din, kimlik, kültür, eğitim, ülke idaresinde söz hakkı ve diğer temel haklar tanınsın.

     

    Ç. Azınlıklara ve farklılıklara da bu haklar tanınsın ve garanti altına alınsın.

     

    D. Yakın tarihte yapılan zulümlerin hesabı adil mahkemeler tarafından adil kanunlara göre sorulsun, suçlular cezalandırılsın.

     

    1960'lı yılların başlarında Suriye'ye bir seyahat yapmıştım. O tarihte ülkede çok geniş bir hürriyet vardı. Koalisyon hükümetinin başında Maruf Devalibi isminde alim, munsif ve efendi bir zat bulunuyordu. Kabine'de İhvanül-Müslimin'in de üyeleri vardı. Basın hürdü. Bir müddet sonra darbe yapıldı, baba Esad başa geçti. İsmini hatırlamıyorum, o tarihteki başbakan canını kurtarmak için Türkiye elçiliğine sığındı, bir müddet orada yaşadı.

     

    Suriye'deki bugünkü durum, çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanların orduya önem vermemelerinden, en zeki ve kabiliyetli çocuklarını askeri mekteplerde ve harbiyede okutup subay yapmamalarından dolayı meydana gelmiştir. Sünniler çocuklarını doktor, mühendis, tacir yaptılar, Nusayriler bu esnada orduyu ele geçirdiler ve sonunda ülke azınlığın eline geçti. Siz bu hikayenin başka bir versiyonunu duymuş muydunuz?

     

    Mühendislik, doktorluk, tacirlik iyi para getiren mesleklerdir ama Müslümanlar yeteri kadar vasıflı öğretmen ve subay yetiştirmezlerse sonunda bu ihmallerinin faturasını canları ve hürriyetleri ile öderler.

     

    (1960'lı yıllarda Salih Özcan imzalı "Suriye Bugünkü Duruma Nasıl Düştü?" başlıklı küçük bir broşür yayınlanmıştı. Şu günlerde onun mutlaka okunması gerekir ama nüshalarını nasıl bulmalı?)

    17 Haziran 2011


  5. On Önemli Mesele

     

    Birinci mesele: Üç veya beş milyon taraftarı olduğu söylenen o topluluk partiyi tutuyor ama başkanını tutmuyor. Tutar görünse de kerhendir.

     

    İkinci mesele: Çok yükseklerdeki sayın X ile sayın Y'nin araları şekerrenktir.

     

    Üçüncü mesele: Başarılı her insanın bir kompetans sınırı vardır. Bunu aşmamalıdır. Aşarsa bocalamaya başlar ve başarısız olur. Bazı sayın kişilere bunu anlatmak gerekir. (Peter Prensibi)

     

    Dördüncü mesele: Bolluk, refah, zenginlik, genişlik yılları ilanihaye devam etmez. Bolluk devrinden sonra yokluk, kriz ve sarsıntı devri başlar. Tedbir alınmalıdır. (Yedi şişman, yedi sıska inek...)

     

    Beşinci mesele: Türkiye, kaldırabileceğinden çok fazla iç ve dış borca batmıştır. Bunun sonu iyi olmaz.

     

    Altıncı mesele: Bir ülkenin milli eğitim sistemi bozuksa, müflis (iflas etmiş) ise, çağın gerisinde ise, milli kimlik ve kültürle uyumlu değilse, resmi ideoloji heyulasını yaşatmaya yönelikse o ülkenin maddi kalkınması ve başarısı kurtuluş ve selamet için yeterli olmaz.

     

    Yedinci mesele: Siyaset dine alet edilebilir ama din siyasete alet edilemez. Kutsal ve ulvi dini, süfli siyasete alet edenler büyük günah işliyor.

     

    Sekizinci mesele: Uluslararası temizlik ve şeffaflık notunun 10 üzerinden 5'in altında olduğu bu memlekette kokuşmaya, yolsuzluklara, haksızlıklara, haram yollarla zengin olmaya karşı muhalefet etmeyenler; aksine yalakalık, yağcılık, pohpoh, dalkavukluk, evet efendimcilik yapanlar vasıflı ve dürüst vatandaş değildir, hele gerçek aydın hiç değildir.

     

    Dokuzuncu mesele: Kadın erkek eşitliği, kadın özgürlüğü, kadın hakları diye yırtınan, parçalanan, feryad u figan eden kişiler; rejimin TC başlıklı "vesikalarla" bazı kadınlara yasal fuhuş belgesi vermesini, bu seks ticaretinden KDV ve gelir vergisi almasını, yasal genelevlerin kapılarında resmi polis bekletmesini görmüyorlar, kınamıyorlar, protesto etmiyorlarsa onlar samimiyetsiz ve ciddiyetsiz yalancılar ve sahtekarlardır.

     

    Onuncu mesele: Atalarının mezar taşlarındaki Türkçe yazıları ve 1928'den önce basılmış Türkçe kitapları okuyamayacak kadar cahil bir topluma okumuş diyenlere ne demeli?..

    *(İkinci yazı)

     

    Bozuk Düzen

     

    Bozuk düzenin çanak yalayıcıları.

     

    Bozuk düzenin haram rantlarına talip olanlar.

     

    Bozuk düzenin kirli nemaları.

     

    Bozuk düzenin haram kemikleri.

     

    Bozuk düzenin ganimetleri.

     

    Dün çok kötü bu bozuk düzen diyenler.

     

    Bozuk düzen yıkılsın, yerine iyisi gelsin diyenler.

     

    Bunların çoğunun şimdi sesleri solukları çıkmıyor.

     

    Bozuk düzenin zehirli nimetleri onları semirtti.

     

    Eski sahte mücahitler, yeni müteahhitler.

     

    Haram yiyiciler.

     

    Saçı bitmedik yetimlerin hakları.

     

    Ne yurtta, ne cihanda barış var.

     

    Silahlar patlıyor, gerilla savaşı, ölenler, yaralananlar, her yer toz duman.

     

    Yağma, talan, vurgun gece gündüz devam ediyor.

     

    Bina ve zina.

     

    İrtikab irtişa.

     

    Dava deve.

     

    Altın gümüş, euro dolar, para para.

     

    Asker rap rap rap diye yürür.

     

    Bunlar rant rant rant diye.

     

    Otuz sene önce içmeye ayranı olmayanlar bugün yedi yıldızlı hayat sürüyor.

     

    Lüks hayat, oh yan gel de yat!

     

    Lüks otomobiller uçar gider, ufukları aşar gider.

     

    Lüks kravatı rüzgarla ters döndü, markası göründü, adam zevkten dört köşe.

     

    Lokanta devri bitti, şimdi süper restoranda yiyor.

     

    Boğaz'da Bilmem Ne Kitchen'da lüferin porsiyonu 500 lira.

     

    Bin lira da olsa yer, denizde kum, onda para.

     

    Çağdaşı Maldiv adalarında tatil yapar.

     

    Dincisi Umreye gider.

     

    Kabe'nin yanıbaşındaki lüks otelin on beşinci katından bakar.

     

    On bir ay günah işlemiş, umreden pir ü pak döner.

     

    Bazı eski mücahitler Ramazan'da pek neşeli olur.

     

    Etkinlikler, eğlenceler, Haliç Direklerarası, sahura kadar vur patlasın çal oynasın.

     

    Kutsal ay edebiyatı.

     

    Eski mücahitler ihaleleri çok sever.

     

    Denizin dibi ısınır, yer deprenir.

     

    Balıklar kütle halinde ölür, karıncalar yuvalarından dışarıya uğrar.

     

    Yetim çocuklar ağlar, zenginler güler.

     

    Hıçkırıklar kahkahalara karışır, bu ne konserdir.

     

    Binalar yükselir, zinalar artar.

     

    Camiler süslü, ezanlar gür, cemaat yok.

     

    Altın Buzağı heykelleri güneşte parıldıyor.

     

    Rejim baronları, ideoloji baronları, çağdaş baronlar, din baronları, cemaat baronları sürü sepet.

     

    Ümmet yetmiş fırkaya bölünmüş.

     

    Çekişme tepişme.

     

    Zina artık suç değil, zinacılar bayram yapıyor.

     

    Küçük çocuklara özel din ve Kur'an dersi vermek yasak. Veren kodesi boylar. Din hürriyeti böyle olur.

     

    Başı örtülü diye Dr. Zeliha hastaneden kovuldu.

     

    Başı örtülü avukat hanım duruşmaya giremez.

     

    Başı örtülü hanım öğretmen ders veremez.

     

    Liseli kız başı örtülü okula gidemez.

     

    Meclis'te bir tek başı örtülü hanım vekil yok.

     

    23 Nisan neşe doluyor insan.

     

    19 Mayıs kutlu, mutlu ve ulusal olsun.

     

    Yaşasın Kemalizm!.. Yaşasın demokrasi!.. Yaşasın İslamcılık!.. Yaşasın BOP!..

     

    BOP BOP Hop Hop!..

     

    *(Üçüncü yazı)

     

    Yardımcıya Talimat

     

    Zaman zaman geçici olarak yardımcılarım oluyor. Onlardan birine vaktiyle verdiğim talimatı aşağıya derc ediyorum:

     

    1. Sabahleyin işe tam vaktinde gelirsin. Tayin edilen saat 10 ise, saat tam 10'u gösterirken zile bir kere (iki kere veya daha fazla değil!) basarsın.

     

    2. Çok nadir ve istisnai hallerde geç kalınabilir ama İstanbul'da trafik sıkışıklığı geçerli bir mazeret değildir. Yoğun sis olması ve vapurların çalışmaması, bir iktidar büyüğü geçeceği için yolların zulmen veya zarureten kapatılması geçerli iki mazerettir.

     

    3. Kapı açılınca ilk yapacağın şey selam vermektir. Selamı küçük büyüğe verir. Küçük büyüğe nasılsınız diye sormaz, bunda öncelik büyüğe aittir.

     

    4. Güne, işe, her meşru şeye besmele ile başlanmalıdır.

     

    5. Size harçlık/ücret verdiğim zaman, alırken "bereket versin" demelisiniz. Ben "Bereketini görün" derim, siz "Amin" dersiniz.

     

    6. Fazilet bakımından sizden üstün bir tarafım yoktur. Lakin yaşım dolayısıyla bana hürmet etmeniz gerekir.

     

    7. Benim küçüğüm olduğunuz için Müslüman olarak size şefkatli olmam icab eder.

     

    8. Yemek yerken kesinlikle ben şu yemeği yemem gibi sözler söylememenizi rica ederim. Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) "Paça yemeğine davet edilseniz gidiniz" buyurmuşlardır. Müslüman yenilmesi helal olan her temiz yemeği yer. Ben şunu yemem bunu yemem demek şımarıklıktır, adaba aykırıdır.

     

    9. Bazıları şişmanlamamak için yemekte ekmek yemiyor, aşırı yemek yiyor. Böyle bir şey israf olacağından lütfen benim soframda böyle yapmayınız. Perhiz yapmak isteyen, (kepekli doğal ekmek olmak şartıyla) çok ekmek, az yemek yemelidir.

     

    10. Tecessüs etmeyiniz. Tecessüs, yani insanların gizli günah, kusur ve ayıplarını araştırmak Kur'anla, Sünnetle, icma ile haramdır. İnsanların günah ve ayıplarını araştıranlar ve ifşa edenler günün birinde rezil olurlar. Başkalarının günah ve ayıplarına karanlık gece gibi olunuz.

     

    11. Miktarı az da olsa helal ve temiz paranın bereketi çok olur.

     

    12. Size beş vakit namaz kılmanızı önemle tavsiye ederim.

     

    13. Başın takke ile örtülü olması namazın sünnet ve edeblerindendir. Cebinizde bir namaz takkesi bulundurmanızı tavsiye ederim, böyle yaparsanız memnun olurum.

     

    14. İnsanın en büyük ve en korkunç düşmanı kendi nefs-i emmaresidir.

     

    15. Benim yanımda lütfen cep telefonunuzu kullanmayınız.

     

    16. Otomobil sürerken cep telefonunuza bakmayınız.

     

    17. Bilhassa yola çıkarken beni, sadaka vermem hususunda uyarmanızı rica ederim.

     

    18. Evimdeki karıncalar, örümcekler, zararsız böcekler kesinlikle öldürülmeyecektir.

     

    19. Kedilerime ve bitkilerime bakmak zahmet ve külfetine katlanırsanız size dua ederim. Allah iyilikleri karşılıksız ve mükafatsız bırakmaz. Kediye, köpeğe, kuşa, balığa, çiçeğe iyilik eden kendisine etmiş olur.

     

    20. Süfli işlerden biri hela temizlemektir. "Ben hela temizlemem!" diyen kişi gururlu ve kibirlidir. Gurur ve kibir ise helak edici huylardandır.

     

    21. Size merhum Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendinin Büyük İslam İlmihali adlı kitabından bir nüsha hediye ediyorum. Her Müslümanın öğrenip bilmesi gereken temel ve zaruri din bilgilerini o güvenilir kaynaktan öğrenmenizi hararetle tavsiye ederim.

     

    22. Lisanla size yapabileceğim haksızlıklar dolayısıyla beni peşinen bağışlamanızı ve hakkınızı helal etmenizi çok rica ederim.

     

    23. Daha iyi veya devamlı bir iş bulursanız dost olarak ayrılmanızı istirham ederim. İşten ayrıldıktan sonra nadiren ve telefonla da olsa hatır sorarsanız memnun olurum.

     

    24. Evimde ve işyerimde ekmek kırıntılarını yere ve çöpe, yemek artıklarını lavaboya atmamanızı ehemmiyetle rica ediyorum.

     

    25. Kimseye, şahsımla ilgili, masum görünen bilgileri bile vermemenizi rica ederim. (Güvenlik açısından)

     

    26. Yüzüme karşı ve gıyabımda en ufak bir övgü istemediğimi ve kabul etmediğimi size hatırlatırım.

     

    27. Beğenmediğiniz, paylaşmadığınız fikirlerim olabilir, bunlar dolayısıyla benimle tartışmamanızı rica ederim.

     

    16 Haziran 2011


  6. Maşallah ne samimi bir ortam böyle. Biz olmadan da kıymetli üyelerimiz ne güzel işler başarıyorlar. :) Allah razı olsun hepinizden.

     

    Bir ihtiyacınız olduğunda bizim kapımızı çalmayı ihmal etmeyiniz Tunç Yürekli kardeşim, elinden gelen seferber olur inşallah. Karşılık olarak sadece sayın nfkkfn üyemizin dediği gibi içten bir "Allah razı olsun" kafi. Neticede burada rızaullah için vazife üstlenmiş vaziyetteyiz.

     

    Allah sizlerden de razı olsun ki, yaptığımız hizmetin boşa gitmediğini günbegün müşahede etmekteyiz.

     

    saygılarımla

    • Like 2

  7. Üstad'ım merhum Menderes için kaleme aldığı adeta yas tuttuğu ve her satırında ciddi bir samimiyet gözlemlediğim, her okuduğumda içten sarsıldığım, güzide şiiridir.

     

    İzmir'de Menderes'in verdiği bir konferanstan sonra "Yoksa beklediğimiz kurtarıcı Menderes mi?" diyecek kadar medet uman ve de karşısında el pençe duracak kadar rapt olunmuş ama umduğunu bulamamış bir manzara görürüz Üstad'da. Nice kapısını arşınlamalar, adına mektup yazmalar olsun hiçbirince bilfiil aradığını bulamayan Üstad'ın ölümü akabinde son vazifesini yine getirdiğini görüyoruz.

     

    Büyük Doğu'larda köşe köşe adına döşenmiş medhiyeleri, zatına yapılan telkinleri, siyasi takdik açıdan zayıf olan Menderes'i Üstad her ne kadar tepesinde bir tokmak gibi daim hissettirse de neticede akıbet mukedderattır ve de kaçınılmazdır. Dar ağacına giden sabık başvekilimiz geride gözü yaşlı, davasına hala sımsıkı bağlı, yalnız ama yılmamış bir Üstad bıraktı.

     

    Kendisinden beklenen çoktu, umud O'ydu ama olmadı. Yalnız günümüzde inşallah hakkını verecek, beklenenden daha fazlasını üretecek gençler, idealist ruhlar inşallah zuhur edecektir. Bu nakkaşın nakkaşlığını yapmak ile vazifeliyiz.

     

    İnşallah zeybekleri diriltmek nasip olur..


  8. Kürtçe Ezan Bid'ati

     

    İşte bu olmadı olmadı olmadı!.. Kürtçe ezan okutmak büyük bir fitne ve nifak hareketidir. Böyle bir bid'ati hiçbir mü'min ve müslim Kürt kabul etmez. Hürmetle ellerinden öptüğüm Kürt uleması, Kürt fukahası, Kürt meşayihi, Kürt mürşid-i kamiller bunu asla kabul etmez.

     

    Böyle bir bid'ate tevessül edenleri kınıyorum, ayıplıyorum, uyarıyorum.

     

    Ezan-ı Muhammedi Kur'an diliyledir ve İslam aleminin sesli bayrağıdır.

     

    Bizde geçen asrın 30'lu yıllarında bu bid'ati Müslümanlar çıkartmadı.

     

    Bendeniz bir Türk olarak Türkçe Ezan'ı kabul etmezsem, Kürtçeyi hiç kabul etmem.

     

    Bu memlekette 78 etnik köken olduğu iddia ediliyor. Çerkezler Çerkezce Ezan okumaya kalkarsa ne olacak?

     

    Gürcüler Gürcüce.

     

    Lazlar Lazca.

     

    Çeçenler Çeçence.

     

    İla ahirihi...

     

    Kürtçe Ezan okumak dinde bid'at çıkartmaktır. Dinde çıkartılan her bid'at merduttur, mezmumdur, kabihtir.

     

    Olmuş bir vak'a anlatayım:

     

    Bir yaz akşamı Fransa'nın Marsilya kentinde deniz kenarında dindar birkaç Türk seyyah oturuyor. Güney ufka yaklaşmış. Oradakilerden birinin sesi ve musiki bilgisi varmış. Arkadaşlar içimden geldi şuracıkta güzel bir Ezan okuyayım demiş. Kalkmış ve okumaya başlamış. Orada bulunan Mağribliler (Faslılar, Cezayirliler, Tunuslular) ve diğer ülkelere mensup Müslümanlar hemen seğirtmişler, zevk içinde dinlemişler, Ezan bitince okuyana sarılıp kucaklamışlar, selam vermişler.

     

    Marsilya'daki o Türk Türkçe Ezan okumuş olsaydı ne olacaktı? Çeşitli kavimlere, lisanlara, coğrafyalara mensup Müslümanlar ilgilenmeyecekti.

     

    Ezan-ı Muhammedi Türklerle Kürtleri birleştiren manevi bir bağdır.

     

    Bir kısım Kürt kardeşlerimiz cuma günleri ayrı cuma namazı kılıyorlarmış.

     

    Bu ayrı kılışta niyet çok önemlidir.

     

    İstanbul'da, bugünkü bozuk düzene muhalif ihlaslı Müslümanlar beratlı bir imam ve hatip bulsalar ve bir yerde namaz kılsalar, hutbede zamanın İmam-ı Kebirinin ve Emir'inin adını zikr etseler, bendeniz uzak bir yerde de olsa taksi tutar oraya gider o imamın arkasında namaz kılarım.

     

    Bugünkü düzende, cuma namazı kıldıktan sonra ihtiyaten ahir zuhur namazı da kılmak gerekir.

     

    Acaba ayrı cuma namazı kılanlar bunu hangi niyetle yapıyor?

     

    Yakın tarihimizde Kürt uleması, fukahası, meşayihi küfürle, nifakla, fesatla mücadele etmiş, bazıları şehid olmuş, kimisi mahkemelerde sürünüp zindanlarda inlemiştir. Onları rahmet ve minnetle anıyorum.

     

    İslam için canlarını veren o ulema ve meşayih bugün sağ olsalar, Kürtçe Ezan'ı duysalar memnun mu olurlardı, yoksa bu bid'ati kınarlar mıydı? Elbette kınarlardı.

     

    Ya Rabbi ne günlere kaldık!.. Kemalist düzene kızıp Kürtçe Ezan okunduğunu da duyduk ve gördük. Allah beterinden saklasın.

     

    Bu yazımı okuyacak Müslüman Kürt kardeşlerime selam ve hürmetlerimi sunuyorum. Böyle çirkin bid'atlere var güçleriyle (yasal sınırlar içinde) karşı çıksınlar, lutf edip bu fakire de dua etsinler.

    * (İkinci yazı)

     

    Korkunun ve paranoyanın hakimiyetindeki ABD

     

    Son haftalarda cereyan eden bir hadise: Bir Amerikan uçağı New York'tan Batı Afrika'daki bir başkente gitmek üzere havalanmış. Yolculardan biri saatlerce sürecek uçuş esnasında rahat etmek için koltuğunu arkaya doğru eğmiş. Arkadaki yolcu rahatsız olmuş. Münakaşa etmişler. Sonra yumruklaşmışlar. Hostesler ve uçak personeli araya girmiş, baş pilot merkezi aramış. "Uçakta kavga çıktı. Geri dönüyorum" demiş. Yolcu uçağı bir F16 savaş uçağı refakatinde New York havaalanına inmiş...

     

    ABD'nin ne hallere düştüğünü anlamak için şu haber bile yeterlidir.

     

    Uçakta tatsız bir tartışma olabilir, sinirli iki yolcu yumruklaşabilir. Böyle bir durumda yapılacak iş nedir? Onları sakinleştirmek, gerekiyorsa birinin yerini değiştirmek ve yola devam etmek.

     

    Amerika'da kolektif bir paranoya ve histeri olduğunu yıllardan beri duyuyorum. İkiz kulelerin yıkılması orada halkın büyük kısmının akli ve ruhi dengesini bozmuştur.

     

    Birkaç yıl önce Amerikan vatandaşı olan birkaç Müslüman uçakta namaz kılmaya kalktı, başlarına gelmeyen kalmadı. Uçak havalandığı alana geri döndü, sorgulama, rezalet, öteki yolcuların perişan olması...

     

    ABD dünyanın en güçlü ülkesi... Ruhlarına sinen korkular, kaygılar, paranoyalar onun yıkılmasına yol açacağa benziyor.

     

    Şu Amerika'nın ne günahı var da, bunca maddi güce rağmen başına böyle afetler geliyor?.. Günah listesi uzun olacak...

     

    1. Beyazlar kırk milyon yerli halkı iki Amerika kıtasında kıyıma tabi tuttular. Korkunç bir katliam yaptılar.

     

    2. Bir Amerikan generali 19. asrın ortalarında "En iyi Kızılderili, ölü bir Kızılderilidir" demişti.

     

    3. Afrika'dan milyonlarca zenciyi korkunç, cehennemi şartlar altında getirip köle olarak çalıştırdılar.

     

    4. 1945'de Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine birer atom bombası atarak yüz elli bin sivil insanı öldürdüler.

     

    5. Yine 1945'te Almanya'nın Dreslen şehrini yoğun şekilde bombalayarak bir gecede iki yüz bin kişiyi feci şekilde öldürdüler.

     

    6. Üçüncü Dünya'nın petrolünü, madenlerini, ürünlerini sömürmek için global bir neo-kolonalizm sistemi kurdular.

     

    7. İslam, bilhassa Arap dünyasında kendilerine itaatkâr kukla rejimler kurarak halkın ezilmesine, yaygın zulme, yoğun sömürüye sebep oldular.

     

    8. Ortadoğu'da gerçek, adil, kalıcı bir barışı engellediler, kayıtsız şartsız İsrail'i desteklediler.

     

    9. İslam dünyasına dışarıdan gelen bütün kötülüklerin, günahların, isyan ve tuğyanların büyük kısmı Amerika'dan gelmiştir. Müstehcen filmler, hedonizm, fuhşun her türlüsü.

     

    10. İkinci dünya savaşından sonra esir aldıkları bir milyon 200 bin Alman askerini, Cenevre savaş esirleri sözleşmesi kurallarına aykırı olarak açlıktan, susuzluktan, yaralıları tedavi etmeyerek, barınaksız bırakarak öldürdüler. (The Other Losses kitabına bakabilirsiniz.)

     

    ABD milyarlarca insanın ahını almıştır.

     

    Bu ahlar dünyada ve ahirette cezasız kalmaz.

     

    Allahu Teala adildir, zulmü sevmez.

     

    Amerika'da adaletten yana olan, zulmü kötüleyen ve protesto eden, ezilen halklara arka çıkan bir kesim yok mudur? Vardır ama güç onların elinde değildir.

     

    Bir devletin, bir ülkenin ve bir halkın üzerine bela ve azap gelince genel gelir. Kurunun yanında yaş da yanar.

     

    ABD, kendi sınırları içinde sınırsız, mutlak bir din, inanç, inandığı gibi yaşama hürriyeti uygulamaktadır ama Türkiye'de böyle yapmamıştır. Bizdeki gayr-i meşru vesayet rejimini Amerika desteklemiş ve ayakta tutmuştur. Böylece, vesayet rejiminin zulmüne uğramış on milyonlarca Türkiyeli Müslüman'ın ahını almışlardır. Birkaç yıldan beri ABD'deki bazı derin ve gizli güçlerin Türkiye'de kendilerine bağlı fantoş bir hilafet rejimi kurmak istediklerini duyuyoruz.

     

    Bazı sözde İslami Arap rejimleri gibi...

     

    Onların istediği Kur'ana ve sünnete dayanan gerçek bir İslam rejimi ve hilafeti değil; CIA ve MOSSAD'ın planlarına göre uydu, itaatkâr, ABD'nin ve Tel Aviv'in direktiflerine itaat edecek sahte bir halifedir. Müslümanlar inşallah böyle korkunç bir tuzağa düşmezler.

     

    ABD yıkılmaktan kendini kurtarabilir mi?

     

    Mümkündür, lakin bu kurtuluşun sebep ve vesilelerine yapışmak gerekir.

     

    (A) İslam dünyasıyla samimi şekilde barışmak.

     

    (B) Ortadoğu'da adil, gerçek ve kalıcı bir barışı gerçekleştirmek.

     

    © Üçüncü Dünya'yı sömürmemek.

     

    (Ç) Afganistan'da, Irak'ta, Somali'de yapılan haksız ve zalim savaşlara son vermek. O ülkelerin halklarını rahat bırakmak.

     

    (D) Bir İslam ülkesi olan Pakistan'ın iç işlerine karışmamak, oradaki entrikalara son vermek ve bu ülkeden çekilmek.

     

    Sovyetler birliği, çöküp dağılmadan önce çok güçlü bir ülkeydi. Dünyayı altüst edecek ordusu ve silahları vardı. Allah o rejimi yıktı.

     

    Roma imparatorluğu, Osmanlı Devleti, İngiliz sömürge İmparatorluğu yıkıldılar.

     

    ABD de yıkılışa, çöküşe doğru yol almaktadır.

     

    Orada hür fikirli nice büyük tarihçi, büyük düşünür, büyük bilge aynı şeyi söylüyor.

     

    Ahir zamanda zuhur edecek akıl almaz, acayip hadiselerden biri de ABD süper devletinin yıkılışı olacaktır.

     

    Ömrü olan görür.

     

    15 Haziran 2011


  9. Sahte Müctehidler, Bozuk İctihadlar...

     

    Bu devirde mutlak müctehid yoktur. İlmi, ehliyeti, liyakati, derecesi ictihad yapmaya müsait olmayan biri re'y ve heva ile yanlış ve isabetsiz ictihadlar yaparsa ne olur? Dall ve mudil (sapıtmış ve sapıttıran) olur.

     

    Bu devirde müctehid fi'l-mezheb de yoktur.

     

    Bu devirde o eski icazetli, ehliyetli ve güçlü büyük din alimleri, büyük fakihler de yoktur.

     

    İmamı Gazali hazretlerinin üstadı İmamü'l-Haremeyn el-Cüveyni hazretleri ilimde mutlak müctehidlik derecesine yükselmişti. Lakin zamanının yeni bir fıkıh mezhebi kurmaya uygun olmadığını, dört hak mezhebin yeterli olduğunu firasetiyle anladı ve İmamı Şafii hazretlerinin fıkhına tabi oldu.

     

    Yakın tarihte çok yüksek derecelere çıkmış ulema, fukaha, müfessirin, muhaddisin, allame hazeratı dört fıkıhtan birine bağlı kalmışlar ve müctehidlik taslamamışlardır. Allah onların hepsine rahmet eylesin.

     

    Mutlak müctehid olmayanların müctehidlik taslamaları, re'y ve heva ile ictihad yapmaları Müslüman halkın ve gençliğin zihnini karıştıran büyük bir fitnedir.

     

    Bu fitneyi miladi 19'uncu asırda Farmason ve aldatan Afgani çıkartmıştır.

     

    Bugün büyük sayıda Müslüman yüzlerce fırkaya ve hizbe ayrılmış, birbirlerinden kopmuş, çekişip tepişiyor. Bu tefrikada, bu fitnede sahte müctehidlerin, mezhepsizlerin çok tuzu biberi vardır.

     

    Din alimleri ikiye ayrılır: (1) Gerçek icazetli, ehliyetli, ihlaslı, mürüvvetli, takvalı din alimleri... (2) Ulema-i su' denilen kötü alimler. Bu ikinciler dünya için dini satarlar, zalim rejimlere ve sultanlara yağcılık yaparlar. Sözde hizmetlerini para, mal ve zenginlik elde etmek için alet ederler. Vaktiyle Hindistan'da Ekber (Ekfer) Şah etrafında toplanıp onun sapıklıklarına kılıf uydurmaya çalışan, dünyaları için ahiretlerini harap eden bedbaht alim taslakları bu sınıftandır.

     

    Osmanlılar zamanında ülkemiz çok büyük ulema ve fukaha yetiştirmiştir.

     

    Son devir Osmanlı ulemasının içinde ilim, irfan, hamiyet, mürüvvet heykeli şahsiyetler vardır.

     

    Onların hiç biri, tekrar ediyorum hiç biri müctehidlik taslamamış, ictihad yapmamıştır.

     

    Osmanlı devletinin resmi fıkhı Hanefilikti. Diğer üç hak mezheb de serbestti.

     

    Fıkıh bir ilm-i bi-payandır. Bin senede oluşmuş bir hukuk abidesidir.

     

    Fıkıh ilmindeki otuz bin kadar hüküm Kur'andan, Sünnetten çıkartılmıştır.

     

    Müslümanlar fıkıhsız kalırsa büyük bir bozukluk, dağılma, çözülme başlar.

     

    Şeytan (Allah'ın laneti onun üzerine olsun!) iyi niyetli cahilleri şöyle kandırır. "Ebu Hanife de senin gibi bir insandı, o nasıl ictihad yapmışsa sen de yapabilirsin..." Cahil bu tuzağa düşüp "Evet sayın Şeytan efendi haklı bir söz ettin" dedi mi işi bitiktir. Fetva verecek hali yoktur ama ictihad yapmaya başlar, saçmalar, sapıtır, sapıttırır.

     

    Selef-i Salihin efendilerimizden sonra, bütün İslam tarihi boyunca en fazla yirmi kadar mutlak müctehid çıkmıştır. O gerçek müctehidler ilimde, irfanda, takvada, anlayışta, firasette çok yüksek insanlardı. Yüz binlerce hadisi varyantlarıyla birlikte ezberlemişlerdi. Bazısı 40 yıl boyunca sabah namazını yatsının abdestiyle kılmıştır. Haram yemezlerdi. Lüks ve israf içinde yaşamazlardı. Ebu Hanife hazretleri kumaş ticareti yapardı, güzel elbiseler diktirir, onları namazda giyerdi. Rabbimin bana olan nimetleri O'na ibadet ederken üzerimde görünsün derdi.

     

    Bugünkü sahte müctehidler o gerçek müctehidlerin ayağının tozu olamaz.

     

    Şu kişilere bakınız: İçinde bozuk yorumlar, bozuk tercümeler olan din kitapları yazacaklar ve çuvalla te'lif ücreti alacaklar... İhlas ve takva böyle bir şeye izin verir mi?

     

    Benim sevgili Müslüman kardeşlerim!.. Yaşlı genç hepinizin ellerinden ayaklarından hürmetle öperim. Gerçek icazetli ulema ve fukahaya tabi olunuz. Mezhepsizlik ve telfik-i mezahib tuzağına düşmeyiniz.

     

    Din, iman, Şeriat elden gidiyor veya gitmiş, bu devir müctehidlik taslamak, ictihad yapmak devri değildir.

     

    Bu fitne fesat fetret devrinde bırakın mutlak müctehid, tabakat-ı fukahanın en alt derecesi olan müftü bile çok azdır. En son büyük müftüler Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen ve Bulgaristanlı Ahmed Davudoğlu hocaefendilerdir.

     

    Peşinden gidilecek alimler Şeyhülislam Tokadi Mustafa Sabri, Düzcevi Muhammed Zahid el-Kevseri, Yusuf İsmail en-Nebhani, Mekke Şafii Reisüluleması Ahmed Zeyni Dahlan ve benzeri gerçek alimlerdir.

     

    İcazetleri, ehliyetleri, liyakatleri olmadığı halde kendilerini müctehid gösterenlerden, yersiz ve yanlış ictihadlar yapanlardan uzak durunuz. Hiçbir gerçek Rabbani alim ve fakih bu devirde ictihad yapmaz.

     

    Vehhabilerin ve Selefilerin göklere çıkardıkları Nasuriddin Albani isminde bir zat var. Bu kişi, bir otodidakttir, ilmi icazeti yoktur, mesleği saatçiliktir. Kendisini büyük muhaddis olarak göstermiş ve Sahih-i Buhari'ye bile dil uzatmıştır. Yaptığı vahim hataların, büyük imamlara ve ulemaya karşı saygısızlık ve hakaretlerinin, bid'atlerinin, tahribatının haddi hesabı yoktur. Ehl-i Sünnet uleması ve fukahası ve muhaddisleri bu kişiyi red için ciltlerle kitaplar yazıp Müslümanları uyarmışlardır. Reformcuların yere göğe sığdıramadıkları bu bid'atçinin içyüzünü anlamak isteyenler, "Zamanımızın Önde Gelen Reformcusu Nasuriddin el-Albani Hakkında Kısa bir Rehber" (Dr. Cibril Fuad Haddad) adlı risaleyi mutlaka okumalıdır. (Bedir Yayınevi'nden temin edilebilir. Tel: 0212/519 36 18)

     

    Bendeniz gençliğimde Afgani hayranıydım. Sonra iç yüzünü öğrendim ve hayranlığım bitti. Bu adam taqiyye yaparak Müslüman kardeşlerini aldatmıştır. Şii olduğu halde kendisini Sünni göstermiş, İranlı olduğu halde Afganım demiştir. Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuşlardır. Bu adam azılı bir Farmasondur. Bu adam bi'l-irs ve'l-istihkak Halife-i Müslimin olan Abdülhamid-i Sani efendimiz hazretlerini hal' etmek için Blunt adlı bir İngiliz ajanıyla işbirliği yapmıştır. Bu adam Kahire'de yaşadığı yıllarda Müslüman mahallesinde değil, Yahudi mahallesinde oturmuştur. Bu adam son derece karışık ve bulaşık bir kimsedir.

     

    Sünni Müslümanlara hitab ediyorum:

     

    Sahte müctehidlerin hile ve yalanlarına kanmayınız.

     

    Onların, dört hak mezhebe aykırı bozuk ictihad, re'y ve fetvalarını kabul etmeyiniz.

     

    Mezhepsizliği reddediniz.

     

    İçinde bozuk ve yanlış yorumlar olan Kur'an tercüme, meal ve tefsirlerini almayınız, okumayınız. Bid'atçiler ve fesatçılar Ümmet-i Muhammed'i Kur'anla aldatmaya çalışıyor.

     

    AB, BOP, Batı medeniyetinin sapık normlarına göre ayıklanmış hadis külliyatlarını okumayınız.

     

    Sekülarizm büyük bir sapıklıktır, küfre götürür.

     

    İslam dinini ve Şeriatını tehdit eden en büyük tehlike mezhebsizliktir. (Prof. Said Ramazan el-Buti)

     

    Mezhebsizlik dinsizliğe köprüdür. (Zahid el-Kevseri)

     

    Sevad-ı Azamdan ayrılmayınız.

     

    Cumhur-i ulemanın yorumlarına tabi olunuz.

     

    Müteşabihatı yanlış yorumlayarak Allah'a noksan sıfatlar yakıştıranları reddediniz.

     

    Tasavvuf ve tarikat evliyasını tekfir edenlerde hayır yoktur.

     

    Allahü Teala zamandan mekandan, inmekten çıkmaktan, cihetten, insanlar gibi eli ve ayağı olmaktan münezzehtir. Kur'an, O kendisi dışındaki yaratıklardan hiçbirine benzemez diyor.

     

    Az veya çok te'lif ücreti karşılığında İslam dinini tahrif etmeye çalışan kişiler çok bozuktur.

     

    Kur'an tefsiri, Kur'an tercüme veya meali Allah rızası için ihlasla yazılır. Para için, zenginlik için yazılmaz.

     

    Hakiki ulema ve fukaha efendilerimiz ilmi Allah için öğretmişler, faydalı kitapları Allah rızası için yazmışlardır.

     

    "Tefsirde mi çok para var, hadiste mi..." diye hesap yapan, bu hesaba göre kitap yazan kimselerde hayır ve meymenet yoktur.

     

    Birtakım uyduruk ve sahte müctehidlerin dört mezhebin fıkhına aykırı bütün sözde ictihadları ve fetvaları geçersizdir.

     

    Ağır konuşacağım ama yazmaya mecburum: Fakir ve imkansız bir tek sahte müctehid var mıdır? Servetlerini nasıl elde etmişler?

     

    Keşfi açık olanlar istihareye yatsınlar ve sorsunlar...

     

    Dinde reform yapmak ve yaptırmak, ilahi İslam dininin yerine sulandırılmış Şeriatsiz ılımlı bir İslam türetmek, Dinimizi Feminizme uydurmak, İslam'ı AB ve BOP norm ve standartlarına ayarlamak, Hak din İslam ile batıl bir ideolojiyi bağdaştırmak, cihad farizasını kaldırmak isteyen şer güçleri muazzam telif ücretleri dağıtarak, paralar harcayarak kitaplar yayınlıyor, sözde ilmi araştırmalar yapıyor. Bunların tuzaklarına düşmeyelim.

     

    Müslümanın en kıymetli varlığı imanıdır. İmanımızı reformcu uğrulardan koruyalım.

     

    14 Haziran 2011


  10. Necip Fazıl’ın 18 Mayıs 1952’de Menderes’e gönderdiği mektup

     

    Sizi uzun müddet, hatta Demokrat Parti kuruculuğunuz içinde, muayyen bir vâhid olarak tanıyamadım. Ne şube varlığınız, ne de kısım kısım yokluğunuz üzerinde bir teşhise varabilmiştim. Benim için, uzaktan, (hiç) gibi, (yok) gibi, (meraka değmez) gibibir şeydiniz. Manevralarda askerlerin kullandığı, mücerret ve hepsi birbirinin aynı hedefleri andırıyordunuz. Sizi birçoğunun umumî ve hususî vasıflarını yakından tanıdığım bazı Demokrat Parti büyüklerinden ayırt edici bir hususiyet içinde görebilmem için, gereken delil ve emarelerden hiçbirine malik değildim. Muhakkak ki, siz, o zamanlar, doğrudan doğruya kendi öz rengini kumaşa hâkim kılmaktan çekinen, bir tohumun merkezindeki gizli mihrak halinde için için yaşıyan ve sert çizgili tezahür ifadelerinden kaçınan bir mizaca sahiptiniz. Bense, bu şartlara göre, sizi, Demokrat Parti içinde Demokrat Parti’nin olduğu gibi sanmakta mazurdum. Demokrat Parti’nin olduğu şeyse, nazarımda, -beni daima samimi bulacaksınız- kolaycı, ucuzcu ve seri malı bir muhalefetten üstün değildi. Aranızda, Ağaoğlu ve Karaosmanoğlu gibi nisbeten genç ve eski dostlarım, bir gün Maraş’da, sizi mutlaka yakından tanımam lüzumunu müdafaa ettikleri zaman hayli taaccübe düşmüştüm.

     

    İktidarı, tasdik buyurursunuz, kendi müsbet kudretinizle değil, Halk Parti’sinin nerdeyse toprağı iki şakkedip kendisini yutmaya sevk edecek kadar derinleştirdiği menfî kudretiyle ele aldığınız zaman, sizi Başkanlığa getiren muazzam isabet, partinizin, tâbiye ve sevkülceyş dehâsı olarak gösterdiği misilsiz bir buluş oldu. Hemen o andan itibarendir ki, telaşsız, nümayişsiz, rahat, emin ve bilhassa hesap ustası şahsiyetiniz, pek cesur ve ileri bir ilk çıkıştan sonra, zaman ve mekana göre parça parça kendisini göstermeye başladı. Müslümanlara, İslam cemiyetinin namaza davet sesini (agora) nidası halinde Allah kelamının diliyle yükseltmekte serbest, olduklarını gösterdiğiniz günden, İzmir’deki meşhur hitabenize kadar, göztaşlarına boğulmuş, öyle anlar geçirdik ki, ihtiyarsızca kendi kendimize sorduk:

     

    “_Yoksa beklediğimiz kahraman bizzat Adnan Menderes midir?”

     

    Bütün dünya ve insanlığı kuşatıcı ve hayatın her devresini muhasebe edici titiz dünya görüşümüze rağmen, o anda şahsınızın bize her şeyi vaat eder gibi olmuştu.

     

    Fakat sonra, öyle şeyler gördük ki, öyle akıbetlere çarpıldık ki, öyle eser ve tesirlere şâhid olduk ki, öyle hâl ve vaziyetlere dikkat ettik ki, sizi, Büyük İskender’in kestiği düğümden daha girift bir muamma farz etmeye başladık. Neydiniz; ilcaî mi, hercaî mi, sun’î mi, zamanî mi, yoksa hakikî mi, siyasî mi, hesabî mi, şuurî mi?

     

    Bu hayretimizi geçen Büyük Doğularda ne samimi bir sesle fışkırttığımız ve sizi hakim ruh vâhidinizle görünmeye davet ettiğimizi belki hatırlarsınız. Ne ince cilvedir ki, devatimizin ertesi günü Meclis’teki beyanatınız, Ankara muhabirimiz tarafından telefonla verilir ve kısım kısım tarafımdan arkadaşlara okunurken, bütün bir Büyük Doğu kadrosu, yine gözyaşlarına battık ve size, yine bilmeniz gereken bağlılık nüshamızı takdim ettik.

     

    Artık kanaat getirmiştim ki, siz, Demokrat Parti kadrosunda, zaman ve mekanı kollayıcı ve büyük küçük huzursuzluklardan kaçınıcı mizacınız gereğince, bütün bir bünye taklibini sindire sindire başarmak istiyen ve mensup bulunduğu umumî topluluğun birkaç istikamete bölümlü hizipleri arasında çetin bir kulis ıstırabı yaşıyan, fakat simyacı gibi (doz)ları tanıyan ve nihaî terkibine güvenen ve esasta bu mahzun vatanın, bu öksüz milletin hasretini heykelleştirmeye namzet bulunan biricik şahsiyettiniz.

     

    Sizinle doğrudan doğruya temasım, bundan evvelki günlük Büyük Doğu’da şahsıma ve davama ihanet eden maddeci ortağımın fenalık kasdını en büyük iyiliğe döndürücü İlahî bir sevkle oldu. Hadiseler, kendilerini savunan kader rüzgarının emriyle, başka türlü sittin sene sizi aramak teşebbüsüme imkan olmadığı halde beni kollarınıza attı ve dava adına biricik hayr ve muvaffakiyetin bu istikamette olduğunu gösterdi.

     

    Geldim; ve davasını arz ve ifade ihtiyacına düşmüş insanın şahıs intihabındaki peşin emniyet ve kıymet ölçüsiyle sizi kendime ve kendimi size tesbit etmek istedim.

     

    Sabit olan şuydu:

     

    Siz, her parti alâkası dışında, Adnan Menderes olarak, bu vatanın şiddetle muhtaç olduğu ve en hassas dakikada bulduğu ender zekâ ve ruhlardan biriydiniz!

     

    İkinci mektubumda izah edeceğim.

     

     

    Syf:111, 112


  11. Havada Donan Şimşek

     

    Nerede ki, kımıldanma, silkelenme, davranma yoktur ve nerede ki, gevşeme, uyuşma, donup kalma vardır; orada örümcek hazır. Hemen, Hakkın icra memuru gibi gelir ve hareketsizliğin kapısını mühürler…

     

    Fatih Sultan Mehmed, yenilerin yenisi ve hareketlerin hareketlsi bir dava ve iman heykeli tavrıyla, gevşek, uyuşuk ve donuk Bizans’ın larşısında fısıldamıştı:

     

    “_Kayserin sarayında, perdedar, örümcek olmuş…”

     

    Yıkılan kaç medeniyet şekli tanıyorsanız, biliniz ki, kalplerinin içindeki hareketsiz saat rakkasiyle, adalelerinin altındaki cansız sinir düğümleri arasında örümcekler ağ çektikten sonra o hale gelmişlerdir.

     

    Aşk ve iman olmayan yerde hamle ve hareket, su bulunmayan yerde kayıl gibi bir şey…

     

    Ateşi gül bahçesine çeviren mübarek ayak… Deryayı, karşılıklı iki sıra asker gibi açan kudretli asâ… Ölüyü dirilten ilahî nefes. Ve kameri ikiye bölen mukaddes parmak… Ve bunların ucundaki hamle ve hareket şimşekleri… Bütün akıcılık ve fışkırıcılığın mihrakı onlardır…

     

    Tarihin sahifelerini bir taraftan örümcekler, bir taraftan şimşekler çevirir…

     

    Bize gelince:

     

    En keskin ve parlak şimşekten başka bir şeyi olmayan İslam ruhunu o hale getirmiş bulunuyoruz ki, bu şimşek, kırık ve zikzaklı bir sopa gibi gökte donmuş ve onun her köşesini birbirine örümceklerle bağlamış bulunuyor.

     

    Halimize bakalım da, domuz kafalıların bize örümcek beyinli demelerine kızmayalım!..

     

    101 Çerçeve III, s.76-77


  12. Necip Fazıl’ın Yazdığı Diğer Mektuplar

     

    Ankara Akdeniz Palas Oteli’nde kaldığı sırada Menderes’e takdim edilmek üzere yazılan mektup:

     

    “Bu mektubu Başvekil’e göstermenizi ulvi seciye ve cesaretinizden beklerim.” Diyerek başlayan mektuptan bazı maddeler şöyle:

     

    1-Benim yaptığımı yapanlara, hükümetler ve rejimler servetlerini verir ve nimetlerini yağdırır.

     

    2-Muhalif matbuat ve partilere karşı temsil ettiğim silah kıymeti, haşerata karşı DDT’den daha müessir olsa gerektir.

     

    3-İyice bilinmesini isterim ki beni münevver ve entelektüel mukeddasatçılar ve milliyetçiler topluluğunu rejiminize bağlayan biricik vasıtayım. Ben olmadığım an onlar da yoktur. Benim kıymetim, olduğum zaman değil, olmadığım zaman anlaşılacaktır.

     

    4-Bütün bunlara karşı beni, hükümetten tek merkezi ve esaslı alaka görmeden üstelik toplanan nüshamla 15 bin lira zarara çarptırılmış ve daha nice sabotaja karşı yalnız bırakılmış olarak sürünmekteyim.

     

    5-Ruhumun ve davamın mihrakı olan Adnan Menderes’in bir selamına bile nail değilim. Kendisine kopardığım her çığlık, dipsiz bir kuyuya atılan taşa benzemiştir. O, benim için kendi iradesiyle mevcut olmamak kararında mıdır?

     

     

    22 Kanunuevvel 1957

     

    Haydarpaşa Numune Hastanesi’nden

     

    Muhterem efendim

     

    Sizi üst üste rahatsız ediyorum. İnşallah bunun da sona ereceği bir gün gelir.

     

    Kemal-i ciddiyet ve hulûs ile arz ederim ki eğer bu hafta içinde encamımın ne olacağına dair alamet sahibi olamazsam –Müslüman olduğuma ve intihar edemeyeceğime göre- başımı secde noktasına koyup bütün bir indifa ve parçalanma halindeki yürekle, “Allah’ım ruhumu kabzet!...” diye dua etmekten ve ölünceye kadar o vaziyette kalmaktan başka elimden bir şey gelmeyecektir. Sizi daha fazla yakmaması için halimden çok bahsetmiyor ve beklediğimiz zat hem de zaferle döndüğüne göre, gereken kararın ittihazını, hiçbir dünya muradı için değil, yalnız Allah için sizden istiyorum.

     

     

    2 Şubat 1958 tarihli bir başka mektup

     

    Efendim

    Yapılmayan basın affı, verilmeyen tebdil-i hava emrinden sonra bütün ümit tashih-i karara kalıyor.

     

    Heyhat ki kanunen de mazlumum… Köprülü mahkumiyetine, esastan haksız ve kanunsuz olduğu bir tarafa hiçbir tebliğ yapılmadan, çekilmiş mahkumiyetlerim zemmedilmiş… Hukuki skandal… Kosti Veled Yanko olsam kanunen hakkımın kabulü lazım gelirken Necip Fazıl olmaya ve yakınınız bulunmaya rağmen başımdaki haileyi görüyor musunuz?

     

    Tashih-i karar müracaatımın tarih ve numarasını iki gün evvel Ankara adresine takdim ettim. Tevfik İleri her şeyi biliyor.

     

    Temyiz Başmüdde-i Umumisi sadece hakkımı varid ve daire-i iadesine havaleye layık görmekle derhal İstanbul’a telgrafla tehiri infaz emrini verir. Bununla mükelleftir. Öbür mahkumiyetlerim çoktan doldu. Her şey Temyiz Başmüdde-i Umumisi’nin bir kuru jestine bağlı…

     

    Olanca ses, çığlık, akıl, iktidar, muvazene ve sabır mevcudumla yükseltebildiğim bu son imdat işaretinden sonra encamımı Allah bilir.

     

    Ellerinizden gözyaşı ile öperim

     

     

     

    14 Mayıs 1958 Ankara Palas

     

    Muhterem Efendim;

     

    Dünyanın en büyük ruh tahlili eserlerinden biri olan (Hamlaet)’te Danimarkalı melankolik prens –ki kendisini çok andırırsınız- kelamın artık iflas ettiği bir tefekkür ufkunda dostu Horaçiyo’ya hitap eder:

     

    _Horaçiyo, bana bir şey söyle…

     

    Ve cevap alır:

     

    _Ne söyleyeyim efendimiz?

     

    Bense öyle bir hitap almaksızın 7 yıldır çırpınıyorum:

     

    _Sözüm var efendimiz, bir şey söyleyeceğim…

     

    Dipsiz muhasebe ve manalandırma izah ve kıymetlendirme edebiyatından artık bıktım, usandım. Her çizgi ve hareketiyle bildiğiniz insan, karşınıza çıkıyor ve diyor ki;

     

    _Sözüm var efendimiz. Bir şey söyleyeceğim…

     

    Bu insana bu kadarcık bir hak tayin edemez misiniz?

     

     

    Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde yattığı sırada 26 Kasım 1957 tarihli mektup

    …Hâlâ içi yana yana size dua edenler müstesna, maşeri takdir ve idrak kubbesinde hakkınızda tek hak ve hakikat nidasının duyulmadığı, kimsenin sizi anlamadığı, yakınlarınızın bile kavramadığı ve düşmanlarınızın bütün bir milli saadet hissesine rağmen kuyruk acısı ile hırlamak cesaretini gösterdiği…

     

    Bu hengamede,

     

    Beni…

     

    Uğrunuza bunca çile çeken, bunca imtihan geçiren ve bunca ilahi nimete malik bu insanı; sizin tek ideoloğunuz olmak mevkiindeki fikir adamını bir an evvel kurtarıp hizmetinize memur etmek için daha bekleyecek misiniz?

     

    Dert ve ızdırap derecemi Allah’a havale ediyor ve sizi O’na emanet ediyorum.”

     

    Syf:108.109.110

    • Like 1

  13. Necip Fazıl Ve Menderes’e Mektuplar

     

    Ünlü şair Necip Fazıl Kısakürek’in Andan Menderes’e ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ye gönderdiği mektuplar için Yassıada evraklarının içinde ayrı bir klasör düzenlenmiş. Mektupların sayısı oldukça fazla. Kısakürek mektuplarını hep Osmanlıca olarak kaleme almış.

     

    Üstad Necip Fazıl, mektuplarında ağırlıklı olarak sitemde bulunmuş. Bunun sebebi Kısakürek’in DP iktidarı döneminde dahi zaman zaman cezaevinde tutuklu kalmış olması. Sert kalemiyle dönemin iktidar mensuplarından bazılarını bile sorgulama cesareti gösteren Necip Fazıl Kısakürek, bunun bedelini cezaevinde yatarak ödemişti. Ağır hükümler içeren Basın Kanunu’na muhalefetten dolayı büyük para cezalarına bile çarptırılmış;hatta evindeki babasından kalma eşyaları dahi satmak zorunda kalmıştı.

     

    Nezip Fazıl’ı esas üzen, kendisine vefa gösterilmediğini düşünmesiydi. Basının büyük bölümü Demokrat Parti iktidarına cephe alırken Büyük Doğu Gazetesi’nden Menderes’e açık destek veriyordu halbuki. Kaldı ki İnönü’nün açıktan desteklediği birçok basın kuruluşu olduğunu da savunuyordu ünlü şair. Buna rağmen maruz kaldığı muamele ünlü şairi zaman zaman kızdırıyor; bu açık desteği DP içinde çekememezliğe sebep olması O’nu büsbütün kahrediyordu. Daha doğrusu Necip Fazıl başına gelenleri DP içinde bazı kıskanç isimlere bağlıyordu.

     

    Ünlü şairin mektupları, edebiyat dünyasının bu ünlü simasının o dönemlerde hangi psikoloji altında kaldığını gösterir mahiyette. Necip Fazıl, Menderes ve Tevfik İleri’ye gönderdiği mektupların hemen hepsinde, sağ cenahtaki fikir önderlerinden biri olmasına karşın tutuklu kalmasına isyan etmiş, yeterli desteği alamamaktan şikayetçi olmuş.

    Milletvekili Olmayı İstemiş

     

    Necip Fazıl’ın mektupları arasında en çarpıcı olanı Menderes’e ‘vekiliniz olayım’ önerisi. Kısakürek, CHP’nin muhalefetinden bunalan Menderes’e ‘İsmet İnönü ile başa çıkması için yardımcı olmayı’ teklif etmiş. Vekil yapılması halinde Meclis’te “Demokrat Parti’nin ateş topu” olacağını belirten Kısakürek, mektubunda Menderes’e, “Seçimlere gidilirse bu azim hamlede benim rolüm düşünülmeyecek midir? Neşriyat ve fiilî konuşma yolu ile bütün Anadolu’yu fethetmek benim için iş midir? Memleketim olan Maraş’tan listenizden müstakil olarak mebus çıkacak olursam muhalefetin suratında partinizi angaje etmeksizin tokatların en tesirlisi bulundurulmuş olmaz mı?” diye sormuş.

     

    Ünlü Şair, ‘Efendim’ diye başladığı mektubunda ince bir üslup kullanmış. Mektuptan bazı satırbaşları şöyle:

     

    “İhya ettiğiniz ve servet sahibi kıldığınız insancıklar bugün kuyunuzu kazmaya bakarken, beni en hasis şartlar altında sizin için nefsini fedadan ve mevcut sanat ve fikir şahsiyetinin olanca perestij ve tesirinizi kefenize atmaktan çekinmemiş olan ferdim. Nihayet feda olmuş bulunuyorum. Muhtemel hayat bakiyemin çok üstünde bir müddetle hapse mahkûmum. 18 Mart’ta girmem icap eden hapse sokulduğum an ertesi güne çıkabileceğimi sanmıyorum, bu bir gerçektir. Kaderime teslimim.

     

    Bugüne kadar bana, alet ve madde bakımından haysiyetli bir (organ) imkanının binde biri dahi gösterilmedi. Hep hazırdan hareket edip maya tutturmaya çalıştığım teşebbüsler en büyük manevi kıymetleri devşirdiği halde hiçbir maddi desteğe kavuşturulmadı. Temellendirilmedi. Başkanlarında ise aksi… Mana hazır; madde kuvveti sonsuz.

     

    Seçimlere gidilirse bu azim hamlede benim rolüm düşünülmeyecek midir?Neşriyat ve fiilî konuşma yolu ile bütün Anadolu’yu fethetmek benim için iş midir? Bugün sizin ciddiyetle ve samimiyetle seven Türk milletinin bu duygusunda acaba benim tesir ve telkin hissem ne kadardır? Ve ne kadar olabilir?

     

    Memleketim olan Maraş’tan listenizden müstakil olarak mebus çıkacak olursam Meclis’te cephenizin en ateşli hitabet merkezi kurulmuş ve muhalefetin suratında partinizi angaje etmeksizin tokatların en tesirlisi bulundurulmuş olamaz mı?

     

    Bunlardan hangisinin olmasını istersiniz? Yoksa hapse girip bir daha çıkamamamı intaç edecek bir seyirci mevkiinde kalmayı mı tercih buyuruyorsunuz? Basın affı olmayacaksa bana hastahaneden verilecek altı aylık bir tecil –ki cidden her türlü hastayım- ve peşinden arz ettiğim şartlar çerçevesinde günlük bir gazete, harika çapında bir faide getirmez mi?

     

    Bütün vatan yükünü çeken omuzlarınıza lütfen bu fedayi dostunuzun tek dirhemlik yükünü de bir an için alınız, ve sonunda tek dirhemin sizden kaç ton yük hafifleteceğini görünüz. Hayatî suallerimin cevabını, biricik vasıtam, rehberim ve muinim Tevfik İleri ile bekliyorum. Ellerinizden öperim.”

     

    (devamı gelecek)

     

    Yassıada’nın Karakutusu/ Erdal Şen

     

    Syf:106.107.108

    • Like 1

  14. En Kârlı Ticaret

     

    SORU: En kârlı ticaret nedir?

     

    CEVAP: Allah ile yapılan ticarettir?

     

    SORU: Bu ticaret nasıl olur?

     

    CEVAP: Tevhid'e, İman'a, İslam'a, Kur'ân'a, Sünnet'e, Şeriat'a, Ümmet'e (Allah'ın rızasına uygun şekilde) yapılan hizmetlerle olur.

     

    SORU: Bu ticaret hangi vasıtalarla yapılır?

     

    CEVAP: Para harcayarak, mal sarf ederek, canla, başla, ömrünü tüketerek, ilimle irfanla hikmetle... Doğrudan doğruya yapılabildiği gibi dolaylı şekilde de yapılabilir.

     

    SORU: Dolaylısı nasıl olur?

     

    CEVAP: Kendisi bizzat yapmaz, yapanları destekler, onlara manen ve maddeten yardımcı olur.

     

    SORU: Bu ticaretin makbul olması (Allah tarafından kabul edilmesi) için birinci ön şart nedir?

     

    CEVAP: İhlastır. Yani sadece Allah için, O'nun yüce rızasını kazanmak için yapılmalıdır.

     

    SORU: Bir adam hem Allah için çalışsa, hizmet etse, hem de nefs-i emmaresi ve maddi menfaati için...

     

    CEVAP: İhlas müşareket (ortak) ve kesir kabul etmez. Ya yüzde yüz olur, ya olmaz.

     

    SORU: Bir zengin, bütün malını ve servetini Allah'ın rızasına, Kur'ana ve Sünnete uygun bir şekilde harcasa ve sonunda fakir düşse, onun durumu nedir?

     

    CEVAP: Çok büyük, çok karlı bir ticaret yapmış ve çok zengin olmuştur o.

     

    SORU: Süslü fakat sanatsız camiler yaptırmak, onları sanatsız bir şekilde saçma sapan tezyin etmek, onların içine kalorifer döşemek, klima ve soğuk su cihazları koymak, ibadet yerini hoparlörlerle, ışıldak, fırıldak ve zırıldaklarla doldurmak İman'a, İslam'a, Kur'ana hizmet midir?

     

    CEVAP: Kesinlikle değildir. Peygamberimizin ahir zamanda camilerin süslü, fakat ibadet konusunda harap olacağı mealinde hadisleri vardır. Dinin, imanın, Şeriat'ın elden gittiği bir zamanda camileri zevksizce süslemek akıl karı mıdır?

     

    SORU: En önemli hizmet nedir?

     

    CEVAP: İnsanları imana davet etmektir.

     

    SORU: İkinci hizmet nedir?

     

    CEVAP: İman etmiş olanların inançlarının doğru inançlar olması için çalışmaktır. (Tashih-i itikad)

     

    SORU: Kur'ana, Sünnet'e, Şeriat'a aykırı faaliyetler hizmet olur mu?

     

    CEVAP: Olmaz.

     

    SORU: Zaruriyat-ı diniyeyi inkar edenlerin faaliyetleri hizmet midir?

     

    CEVAP: Değildir.

     

    SORU: Bir kişi, "İslam tek hak din değildir. Zamanımızda başka hak dinler, öteki ibrahimi dinler de vardır, Resulullahı red, tekzib ve inkar edenler de cennetliktir" bozuk inancına sahip olsa, o kişi hizmet edebilir mi?

     

    CEVAP: Edemez.

     

    SORU: Erbab haline getirilmiş rühbanların riyaseti, şöhreti, itibarı, revacı için yapılan faaliyetler hizmet midir?

     

    CEVAP: Değildir.

     

    SORU: Allah'a noksan sıfatlar izafe eden bozuk bir mezhebin revacı için yapılan faaliyet ve hizmetler gerçek hizmet midir?

     

    CEVAP: Değildir.

     

    SORU: İlimle, kültürle hizmet edilebilir mi?

     

    CEVAP: Hizmetin başı ilim ve kültür hizmetidir ama ihlas şarttır. Bir alim halkın kendisi için "Ne büyük alimmiş" demesi için yahut zengin olmak için hizmet ediyorsa, yaptıkları zahirde hizmet gibi görünse de gerçekte hizmet olmaz. Çünkü ihlasa mukarin değildir.

     

    SORU: Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, BOP'çuluk, Fazlurrahmancılık, ılımlı İslam, Kemalizme uygun İslam, Şeriatsız İslam, mezhepsizlik, telfik-i mezahib gibi bid'atlerle hizmet edilebilir mi?

     

    CEVAP: Böyleleri hizmet etmez, hezimete sebep olur.

     

    SORU: İçinde kasıtlı yanlışlar bulunan Kur'an tercümeleri, Kur'an mealleri ve tefsirleri ile hizmet olur mu?

     

    CEVAP: Olmaz. Bu kasıtlı yanlışlar ve aykırı yorumlar yüzünden bazı cahil ve gafiller imanlarını bile yitirebilir.

     

    SORU: Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) hadislerini AB normlarına, Feminizme, Kemalizme göre ayıklamak bir hizmet midir?

     

    CEVAP: Neuzübillah!.. Böyle bir şey küfre kadar gidebilir.

     

    SORU: Halkın cemaatle namaz kılması için telkinde bulunmak, propaganda yapmak hizmet midir?

     

    CEVAP: Büyük hizmettir.

     

    SORU: Halka, öğrenilmesi farz olan temel din bilgilerini (ilmihalini) öğretmek için çalışmak hizmet midir?

     

    CEVAP: Çok büyük bir hizmettir.

     

    SORU: Yüklü ücretler karşılığında vaaz eden, dini konferanslar veren, dini sohbetler yapan kimseler hizmet mi ediyorlar?

     

    CEVAP: Hayır, onlarınki hizmet değildir.

     

    SORU: Yahu bu hizmet dediğin şey nedir?

     

    CEVAP: Yazımın başında açıklamıştım. Kur'ana ve Sünnet'e uygun şekilde ihlasla; İman, İslam, Tevhid, Ümmet, Şeriat, İmamet-i Kübra, Ahlak-ı İslamiye için doğru dürüst çalışmak, ücretini Allah'tan istemek ve beklemektir.

     

    *(İkinci yazı)

     

    Halkı Namaza Başlatmak İçin Bir Milyar Dolar

     

    İmanı olan halkı beş vakit namaza başlatmak, bugün yüzde on olan namaz kılanların nispetini yüzde otuza, elliye, altmışa çıkartmak için üç senelik bir program yapılsa, bu iş için bir milyar dolarlık bir fon bulunsa...

     

    Çok iyi olur...

     

    Biz Müslümanlar bugünkü ilmimiz, irfanımız, kültürümüz, ahlakımız ile böyle bir hizmeti yapabilir ve başarılı olabilir miyiz?

     

    İnşallah yapabiliriz.

     

    Böyle bir hizmet için teşebbüse geçilirse ortaya büyük bir tehlike çıkacaktır.

     

    Bir milyar dolarlık bir fon var ya, işte bu fonu hortumlamak için ne kadar adi din sömürücüsü münafık haşarat varsa ortaya çıkacaktır.

     

    Ehliyetsizler, kurulacak teşkilatta memuriyet almak için akın akın başvuracaktır.

     

    En iyisi böyle bir hizmetin, en az para ile yapılmasıdır. Ehliyeti olmayanlar bu namaz seferberliği faaliyetinde kesinlikle istihdam edilmemelidir.

     

    Bendeniz 1950'li yıllarda has ve gerçek Nurcuları tanıdım, din iman Kur'an hizmetlerini ücretsiz yaparlardı.

     

    Gerçek şeyhler, onların halifeleri, gerçek dervişler de hizmetlerini ücretsiz yapardı.

     

    Bırakın ücret almak, nice hizmetkarlar işlerini, ticaretlerini yitirmişler, fakr u zarurete düşmüşlerdi.

     

    Halkı ve gençliği namaza çağırmak için broşürler, kitaplar hazırlanacak... Bunları yazanlara telif ücreti vermemek gerekir. Allah için yazsın, ücretini de Allah'tan istesin.

     

    Ücret verilmezse, ihlassız haşarat gelip taciz etmez.

     

    Namaz seferberliği için toplanan bir milyar dolarlık para şu kalemlere harcanmalıdır:

     

    1. Broşürlerin, kitapların kağıt, baskı, teclid, depolama, sevkiyat, irsalat masrafları.

     

    2. Bu işte çalışacak işçilere ve küçük memurlara maaş.

     

    3. Medyada ve basında reklam. (Dini gazete, dergi ve tv'lerde çıkacak ilanlar için para ödenmeyecektir. Para yok diye basmayacak çıkarsa basmasın!..)

     

    Dini imanı para olan bir açıkgöz Namaz Seferberliği Teşkilatına genel müdür olacak ve ayda 30 bin dolar maaş alacak... Almaz olsun, olmaz olsun!.. Kahr olasıca!.. Böyle dini bir hizmet ancak Peygamber, Ashab-ı Güzin, Ehl-i Beyt, Selef-i Salihin, evliyaullah, süleha ahlakı ile yürütülebilir.

     

    İmamı Gazali bu devirde yaşasaydı, ondan namaza çağıran, namazı anlatan bir kitap yazmasını isteseydik, telif ücreti mi taleb edecekti? O istemese, biz bir zarfa koyup versek ne yapardı? Paraları zarftan çıkartıp suratımıza çarpardı.

     

    Abdülkadir Geylani, Ahmed er-Rufai, Şahı Nakşibend, Hasan eş-Şazeli, Hacı Bayramı Veli, Ahmed Yesevi ve benzeri ehlullah böyle hizmetler için telif ücreti, maaş mı isterlerdi?

     

    Bu gibi hizmetlerde, zaruret derecesinde lüzum varsa birtakım idari personele geçimleri için maaş ve ücret verilebilir ama ulemaya, fukahaya, mürşidlere para verilmez.

     

    Dini irşad hizmetlerinin bazı kimseler tarafından para ile yapılması devrimize mahsus büyük bid'atlerden ve ahlaksızlıklardandır...

     

    Müslümanlar bir araya gelecek, halkı ve gençliği namaza çağırmak için büyük bir teşkilat kuracak, bu hizmet için bir milyar dolarlık bir fon oluşturulacak, bir kısım idareciler ve işçiler dışında para ödenmeyecek, hele hiç telif ücreti verilmeyecek...

     

    Bendeniz iyice sapıttım, münafık oldum galiba!..

     

    10 Haziran 2011


  15. Allah Resmi İdeoloji Çılgınlarına Fırsat Vermesin

     

    ALLAH Ergenekonculara, resmi ideolojiyi putlaştıranlara, vesayetçilere, Derin Güçlere (DG) fırsat ve imkan vermesin. Ellerine fırsat geçerse Müslümanların hali duman olur.

     

    Bendeniz hayatım boyunca onlardan çok çektim. İnançlarımdan, düşüncelerimden, görüşlerimden, haklı tenkitlerimden dolayı bana çok eziyet edildi.

     

    Allah bu devletin, bu halkın, bu ülkenin başından resmi ideoloji ve vesayet belalarını kaldırsın.

     

    Her darbe başımıza bir balyoz gibi indi.

     

    27 Mayıs 1960... 12 Mart 1971... 12 Eylül 1980... 28 Şubat...

     

    Gençler bilmez, bu Müslüman millet neler çekmedi ki...

     

    Beş kişi bir evde toplanır, yatsı namazı kılar, ardından tesbih çeker, dini risaleler okur, ev basılır, Müslümanlar caniler gibi yakalanır, götürülür ve tutuklanır.

     

    Din ve dünya birbirinden ayrılmaz diye bir yazı yazmıştım. Ağır Ceza Mahkemesine verildim, iki yıl hapse mahkum oldum, ilaveten hapis cezasını çektikten sonra Çanakkale'ye sürgün cezası da vermişlerdi...

     

    Resmi ideoloji bu memlekette Cumhuriyet'ten sonra on binden fazla tarihi camiyi, tekkeyi, medreseyi, taş mektebi, imareti, vakıf binasını yıkmış, satmış, kiraya vermiş, başka amaçlar için kullanmıştır.

     

    Ülkemizdeki tarihi İslam kabristanları vandalca, yamyamca, vahşice, düşmanca, domuzca tahrip edilmiştir. İslam kabristanlarını düzlemişlerdir ama Bülbülderesi'ndeki Selanik Avdetileri mezarlığı titizlikle, hassasiyetle korunmuş, bir taşına bile dokunulmamıştır.

     

    Resmi ideoloji halkımızın dilini kesmiş, Türkçenin canına okumuştur.

     

    Resmi ideoloji halkı yabancılaştırmak için elinden gelen haksızlığı ve baskıyı yapmıştır.

     

    Resmi ideoloji yapay ve sahte bir tarih üretmiştir.

     

    İstiklal Mahkemelerinin zalimane kararlarıyla binlerce din hocası, şeyh, derviş, Müslüman şehid edilmiş, ocakları söndürülmüştür.

     

    Düzmece Menemen vak'ası ile ülkede terör kasırgaları estirilmiştir.

     

    Din hocası yetiştiren bütün mektepler, medreseler ve fakülteler kapatılmıştır.

     

    Yıllar boyunca Müslümanların hacca gitmesi engellenmiştir.

     

    Yine uzun yıllar boyunca Ezan-ı Muhammedi okunması yasaklanmış, okuyanlara korkunç zulümler yapılmıştır.

     

    Dini gazete ve dergi çıkarttırılmamıştır.

     

    Basında dinden bahs eden yazı yayınlanması yasaklanmıştır.

     

    Hatta bir ara, halkı zorla Protestan yapmak fikri ortaya atılmış, Kazım Karabekir Paşa'nın "Halk bizi parçalar" demesi üzerine bu çılgın proje uygulamaya konulmamıştır.

     

    Bütün evliyaullah ve ecdat türbeleri kapatılmıştır.

     

    Vakfiyesinde "Benim bu camimi camilikten çıkartacakların üzerine Allah'ın ve meleklerin laneti olsun..." yazılan büyük cami ibadete kapatılmıştır.

     

    Resmi ideolojinin Müslüman halka yaptığı zulümleri kısaca sıralamaya kalksam günlerce yazmam gerekir.

     

    Türkiye Ortadoğu'nun Japonya'sı olabilecekken, hatta ondan ileri gidebilecekken resmi ideoloji yüzünden geri kalmıştır.

     

    Resmi ideoloji toplumu yabancılaştırmıştır.

     

    Resmi ideoloji milli kimlik ve kültürü, toplumsal barış ve uzlaşmayı berhava etmiştir.

     

    Bendeniz, suçlu olduğu adil kanunlarla ve adil mahkeme kararlarıyla sabit olmayan hiç kimseyi peşinen suçlu kabul etmem. Lakin Ergenekon'dan nefret ediyorum. Resmi ideolojiden nefret ediyorum. Vesayet rejiminden nefret ediyorum.

     

    İnsanların en temel ve kutsal hakkı din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak, çocuklarını kendi dininde yetiştirmek, dinini ayakta tutmak için din eğitimi yapmak hakkıdır.

     

    Çoğunluğu oluşturan Türkiye Müslümanlarının bu haklarını çiğneyen herkes zalimdir, merduttur, haindir. Açın evrensel insan hakları ve hürriyetleriyle ilgili beyannameleri, sözleşmeleri, metinleri, hepsinde din ve inanç hürriyetinin öncelikle yer aldığını göreceksiniz.

     

    Halk çoğunluğunun kabul etmediği, milli kimlik ve kültüre aykırı olan, insan hak ve hürriyetleriyle çatışan bir ideolojiyi Müslüman bir millete din gibi dayatmak çok büyük bir zulümdür.

     

    Bugün bu memlekette büyük bir Kürt problemi ve krizi varsa resmi ideoloji yüzündendir.

     

    Resmi ideoloji meftunları Türklerle Kürtleri birbirlerine düşman etmek, kan döktürmek, ülkeyi allak bullak etmek, devletin temellerini dinamitlemek için her habaseti yapmıştır ve yapmaktadır.

     

    1984'ten bu yana gerilla savaşının tozu dumanı içinde yüz milyarlarca liralık uyuşturucu trafiği, ticareti, kaçakçılığı yapmışlardır.

     

    Bu ülkenin, bu halkın, bu devletin huzuru, dirliği, birlik ve beraberliği, saadeti, güveni, iç barışı, toplumsal uzlaşması için Kürt meselesinin adilane, kalıcı bir şekilde çözülmesi gerekmez mi? Gerekir ama onlar istemiyorlar bunu.

     

    Resmi ideoloji hastaları ne diyor:

     

    Halkın yüzde doksan çoğunluğu bizim istemediğimizi istese, o şeye izin vermeyeceğiz!..

     

    Gerekirse bin yıl baskı yapacağız!..

     

    Biz ne kadar din ve inanç hürriyeti verirsek, bununla yetineceksiniz, daha fazlasını istemeyeceksiniz!..

     

    Bizim verdiğimiz din hürriyetinin ötesi irticadır!..

     

    Biz halka Müslümanlığı yasaklamadık ama bizim istediğimiz şekilde ve kadar Müslüman olacaksınız!..

     

    Çocuklarınızı milli kimlik, kültüre göre değil, bizim dayattığımız resmi ideolojiye göre yetiştireceksiniz.

     

    Asıl olan resmi ideoloji ve ...zmdir, din hürriyeti ondan sonra gelir.

     

    Onlar gerçek cumhuriyetin de canına okumuşlar, cılkını çıkartmışlardır.

     

    Bir 1923'te, İstiklal savaşından sonra kurulan cumhuriyete bakınız, bir de bunların cumhuriyetine.

     

    Egemenlik kayıtsız şartsız halkındır diye diye milli iradeyi, milli kimlik ve kültürü çiğnemişlerdir.

     

    Ülkemizde Nazi Almanya'sına ve Sovyet rejimine paralel ideolojik bir tek parti rejimi kurmuşlardır.

     

    Onların seçim sistemine bakınız:

     

    * Bir tek parti vardır.

     

    * Adaylar merkezde tesbit edilir.

     

    * Birinci seçmenler ikinci seçmenleri seçer.

     

    * İkinci seçmenler merkezden gelen seçim pusulalarını sandığa atar.

     

    Sahte cumhuriyetçiler sadece Sünni Müslümanları ezmemiştir.

     

    Alevilerin canına da okumuşlardır.

     

    1944'te ırkçı yaftasıyla milliyetçilere ve Türkçülere kan kusturmuşlardır.

     

    Onların Altın Çağında bu ülkede yol yoktu, su yoktu, çalışanların sosyal güvencesi yoktu, adalet yoktu. Onlar bir korku rejimi kurmuşlardı. Diktatörlüklerinin en koyu ve amansız günlerinde Şark Fatihi Kazım Karabekir Paşa ev hapsindeydi.

     

    Onların Türkiyesi'nde verem, sıtma, frengi kol geziyordu.

     

    1943'te İstanbul'da Sultanahmet camii asker deposu yapılmıştı.

     

    Ben eski günleri hatırlıyorum, halkın büyük bir kısmının ayakkabısı bile yoktu. Köylüler çarık giyiyor, çarık bulamayanlar yalın ayak geziyordu.

     

    Türkiye'nin halk, ülke ve devlet olarak önünün açılması ve geleceğinin garanti altına alınması için resmi ideoloji heyulasının ortadan kaldırılması gerekmektedir.

     

    Resmi ideoloji özelleştirilmeli, resmi olmaktan çıkartılmalıdır.

     

    İnanan inansın, inanmayana baskı ve zulüm yapılmasın.

     

    Çoğunluğu oluşturan Türkiye Müslümanları, İngiltere'de yaşayan Müslümanlar kadar insan haklarına ve hürriyetlerine, din inanç ibadet ve inandığı gibi yaşamak serbestliğine sahip olmalıdır.

     

    Resmi ideoloji hastaları ve çılgınları çoğunluğa hak tanımıyor.

     

    Onlar Müslüman çoğunluğa sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, parya, zenci muamelesi yapıyor.

     

    Onlar çoğunluğun temel hak ve hürriyetlerini kısıtlıyor ve ihlal ediyor.

     

    Onlar, kendileri azınlık olduğu halde, çoğunluğa azınlık muamelesi yapıyor.

     

    Müslüman bir kadın ve kız isterse başına eşarp örter, isterse çarşaf giyer, onlara ne!..

     

    Onlar şu anda öfkeden ve kinden çılgına dönmüş vaziyettedir.

     

    Ellerine fırsat ve imkan geçerse yapmayacakları yoktur.

     

    Müslüman halk çoğunluğu bunu bilsin ve ayağını denk alsın.

     

    Artık baskılar, tabular, vesayetler devri sona ersin.

     

    Erdem, hukuk, milli kimlik ve kültür üzerine kurulu gerçek bir cumhuriyet istiyoruz.

     

    Milli barış ve uzlaşma istiyoruz.

     

    Saçma sapan çağdışı bir ideolojinin darbeleri altında kahr olmak istemiyoruz. Egemen azınlıkların Müslüman çoğunluğu ezdiği bir rejim istemiyoruz.

     

     

    09.06.2011


  16. Dinde Reform, Değişim, Yenilik Olmaz!..

     

    1. Dinde reformun her çeşidi kötüdür. Dini değiştirmeye yönelik reformun azı da sapıklıktır, çoğu da.

     

    2. Dinde tecdid vardır, her asırda müceddidler gelmiştir ama dinde reform yoktur, reformcular bozuktur.

     

    3. İslam'ı Avrupa Birliği (AB) normlarına, standartlarına uydurmaya kalkışmak küfürdür.

     

    4. İslam'ı Haçlıların ve Siyonistlerin BOP plan ve projesine uydurmak ve ayarlamak küfürdür.

     

    5. Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) sahih hadislerini AB ve BOP süzgecinden geçirip ayıklamak büyük bir ihanet ve suikasttır.

     

    6. Ilımlı İslam emperyalistler, sömürgeciler, Siyonistler ve militan Haçlılar tarafından Müslümanlara hazırlanmış bir tuzaktır.

     

    7. İslam dini ile Feminizm ideolojisi asla bağdaşmaz ve uyuşmaz.

     

    8. Mezhepsizlik İslam Şeriatını tehdit eden en büyük bid'attir.

     

    9. Dört fıkıh mezhebinin kolaylıklarını cem etmek din ile alay etmektir.

     

    10. Ehl-i Sünnet'e karşı yeni bir "İslam Protestanlığı" çıkartma teşebbüsleri hıyanettir.

     

    11. İlahi İslam dini ile M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra uydurulmuş Kemalizm ideolojisini bağdaştırmaya çalışan ilahiyatçılar çok bozuktur.

     

    12. İmanın şartları altıdır ve bunlardan biri kadere imandır. Kadere imanı inkar eden doğru yoldan çıkmıştır.

     

    13. Zinanın dinen suç ve günah olduğuna inanmayan dinden çıkar, mürted olur.

     

    14. Kur'andaki ve sahih hadislerdeki muhkem hükümler Kıyamet'e kadar yürürlüktedir.

     

    15. Din "sadece" bir vicdan meselesidir, din ile dünya ayrıdır, din dünyaya karışamaz diyen kişi Müslümanlıktan çıkmış olur.

     

    16. Tesettür Kitab, Sünnet ve icma-i ümmet ile farzdır, inkar eden mürted olur.

     

    17. Şefaat haktır, inkar eden bid'atçidir.

     

    18. Cumhur-i ulema görüşüne aykırı bütün şazz görüşler geçersizdir.

     

    19. İcazetli ulema, fukaha sınıfından olmayan, tefsir yapma ehliyetine sahip olmayan kişilerin yaptıkları Kur'an tercümeleri, mealleri, tefsirleri yanlışlarla doludur ve okunmamalıdır.

     

    20. Tefsir ehliyeti ve icazeti olduğu halde "sırf" para kazanmak, mal edinmek, köşeyi dönmek niyet ve amacıyla yazılan tefsirler de ihlasa mukarin olmadıkları için alınmamalıdır.

     

    21. Kendisini bir tür imam ve mürşid gibi gösteren reformcu, bid'atçi ve binamaz kişiler dall ve mudildir.

     

    22. İslam dini ile hayatı birbirinden kopartmak ve ayırmak, dini sadece vicdanlara haps etmek isteyenler ve bu yolda çalışanlar sapıktır.

     

    23. Dinde değişim istemek bir tür reformculuktur ve sapıklıktır.

     

    24. Din hükümleri eskimez, binaenaleyh dinde yenilik yapılamaz.

     

    25. Kur'anın ve Sünnetin nice muhkem hükmü zamanımızda geçerli değildir, onlar tarihseldir diyen ve bu yüzden Pakistan'dan kovulan Fazlurrahman çok bozuk bir kişidir ve onun Tatiliye mezhebi bozuk ve sapık bir mezheptir.

     

    26. Müslümanlar elbette hadis çalışmaları ve tasnifleri yapabilir, ortaya yeni hadis kitapları koyabilirler ama asla ve asla AB ve BOP normlarına göre hadis ayıklaması yapamazlar.

     

    27. Sahih-i Buhari'nin, Allah'ın Kitabı Kur'andan sonra en sahih (doğru) kitap olduğunda icmaya yakın çok kuvvetli bir ittifak vardır.

     

    28. Nasirüddin Albani'nin ilim, fıkıh ve hadis icazeti yoktur ve çağımızın en büyük bid'atçisi olduğuna dair aleyhinde on beş kadar (bazısı birkaç cilt) reddiye yazılmıştır. Bu kişi kesinlikle din alimi ve imam değildir, ona itibar edilmez.

     

    29. Tarikat ve tasavvuf evliyası evliyaurrahman değil, evliyauşşeytandır diyen taife yoldan çıkmıştır.

     

    30. Necid mezhebinin Ehl-i Sünnet ve Cemaat'e aykırı bütün iddia, inanç, görüş, fikir, fetva ve tenkitleri batıldır. Bunlardan bir teki bile isabetli ve sahih değildir.

     

    31. Din ilmi okumamış bir Müslüman İslam'ı ve kulluk vazifelerini doğrudan doğruya Kitab ve Sünnet'ten değil, muteber akaid, fıkıh, ilmihal ve ahlak kitaplarından öğrenebilir/öğrenmelidir.

     

    32. Ümmet-i Muhammed arasında dini konularda anlaşmazlık çıkınca, Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) Sevad-ı Azam dairesi içinde bulunmayı tavsiye etmiştir.

     

    33. Bir mürşide mutlak ihtiyacı olduğu halde kamil bir mürşidi olmayanın mürşidi şeytan olur.

     

    34. Sürüden ayrılanı kurt kapar.

     

    35. Din sömürücüleri en azılı harbi kafirlerden fazla zarar vermektedir.

     

    36. Merhum Şeyhülislam Tokadi Mustafa Sabri, merhum Düzcevi Muhammed Zahid Kevseri, merhum Mekke Şafii Reisüluleması Ahmed Zeyni Dahlan, merhum Yusuf İsmail en-Nebhani gibi ulema bid'atçilere, reformculara, sapık fırkalara karşı Ümmet-i Muhammed'i uyarmışlardır. Ehl-i Sünnet Müslümanları onlara şükran borçludur. Onları unutmamalıyız ve hatıralarını, eserlerini, görüşlerini canlı ve taze tutmalıyız.

     

    37. Bulgaristanlı Ezheri merhum Ahmed Davudoğlu hocaefendi hazretleri hem komünist Bulgar devletinin, hem de ülkemizdeki bozuk rejimin zulmüne uğramış, inançlarından dolayı zindanlarda yatmış mücahid, alim, fakih bir Ehl-i Sünnet büyüğüdür. Reformcularla mücadele etmiş ve Müslümanları uyarmıştır. Onun uyarılarını ve öğütlerini hiç unutmamalıyız.

     

    38. Cemaleddin Afgani yalancıdır ve Müslümanları aldatmıştır. Çünkü İranlı olduğunu saklamış, kendisini Afgan olarak göstermiş, yine Şii olduğunu gizleyip Sünni postuna bürünmüştür. Bu adam azılı ve koyu bir Farmasondu. Bu kişiyi bir İslam büyüğü olarak tanıtmak büyük bir aldatmacadır.

     

    39. Afgani'nin müridi Muhammed Abduh da Masondur ve bozuktur.

     

    40. Afgani ve Abduh ile bir sacayağı oluşturan Reşid Rıza bozuktur.

     

    41. Türkiye'de Ehl-i Sünneti yıkmak için sinsi ve açık, genel ve yoğun bir tahrip kampanyası yürütülmektedir. Bütün Müslümanlar bunu bilmeli ve yasal sınırlar içinde buna karşı çıkmalıdır.

     

    42. Şu anda ülkemizde mutlak İslam müctehidi ve mezheb müctehidi yoktur. Bazı reformcular ve bid'atçiler kendilerinin müctehid olduğunu iddia ediyor. Bunlara aldanmamalıdır.

     

    43. Sekülarizm cereyanı Ümmetimizi tehdit eden büyük tehlikelerden biridir.

     

    44. Gizli ve derin şer güçleri, reformcuları şaibeli telif ücretleriyle cömertçe desteklemektedir.

     

    45. Dinini, imanını korumak isteyen, ebedi saadetini tehlikeye atmak istemeyen akıllı, firasetli Müslümanlar bilcümle reform, yenilik, değişim, BOP'çuluk, ılımlı İslam, İslam Protestanlığı, Üç ibrahimi din, kafirler de cennete girecektir, Kemalizme uygun İslam, mezhepsizlik, telfik-i mezahib gibi bozuk bid'at cereyanlarından uzak durmalıdır.

     

     

    (İkinci yazı)

    Gafleti Bırakalım

     

    ÜLKE ve dünya çok karışık. Çok alametler belirdi. Bunun sonu ya küçük kıyametlerdir, yahut büyük kıyamet. İnsanlığı saran gaflet ve dalalet bulutları ve sisleri çok yoğun. Ülkemizde milyonlarca vatandaş şaşkın vaziyette. Müslümanların bir kısmı hem biz Allaha inandık diyor, hem Allahın yap dediklerini yapmıyor, yapma dediklerini yapıyor. Büyük günahlar, büyük ayıplar, büyük isyanlar açıkça işlenmeye başladı. Fısk, fücur, tuğyan kebair sokaklara taştı. Mal ve para hırsı nicelerini azdırdı, çıldırttı, kudurttu. Onlara dur diyen hemen hemen kalmadı. Müslümanların büyük bir kısmı küfre alıştı ve kanıksadı. Gelip geçici dünyaya yöneldiler, ahireti sanki unuttular. Yüksek binalar ve zina çok yaygın. Riba ile ticaret birbirine karıştı. "Onların dinleri paradır, kıbleleri karılarıdır..." Lüks, israf, bin türlü beyinsizlik. Niceleri var ki, cep telefonuna verdikleri önemi dine vermiyor. Şunlara bakınız: Hem biz Müslümanız diyor, hem de azgın ve ekfer Tağut'un peşinden gidiyor. Bir kısım taife-i nisa büsbütün şaşırdı. Bazıları rühbanlarını erbab edindi, putlaştırdı. Şu şaşkınlara bakın: Tevhid'i, Resulullah'ı, Kur'anı, İslam'ı red, inkar ve tekzib edenleri Cennete dolduruyor. Bre nabekarlar!.. Cennet sizin babanızın çiftliği midir?

     

    Ebedi saadetini yitirmek istemeyen gafletlerden arınsın uyansın, Kur'ana ve Sünnete uygun doğru yola girsin.

     

     

    08 Haziran 2011


  17. Cizre'den sonra ikinci harekat adresi Diyarbakır.. Dün haberlerde takip ettiğimde dehşet içinde izledim. Neye sürüklemeye çalışıyorlar anlamıyorum. Aynı vatanın evladı değil miyiz? Aynı havayı solumuyor muyuz, aynı suyu içip, aynı Allah'a el açmıyor muyuz? Bunların insiyatifi Hitler'i buldu desenize. Binlerce Yahudi'yi fırınlara atıp diri diri yakmıştı. Günlerdir olan operasyonları ürperti içinde izleyebiliyorum. İnsan canının kaç oy edeceği hesap edileceği zamanlar da gelecekti demek. Ciddi manada insanlık mefhumunda ve de vicdani mahkemelerde tahribat, bir insan olarak kanıma dokunuyor.

     

    Referandum olur saldırılar artar, bağımsız adayı reddedilir binalar bombalanır, bir cumhurbaşkanı seçmeye kalkarsın Keşmir sorunu gibi bir hal kazanır içinden çıkılmaz olur, bir seçim vakti gelir ölen ölene.. Umarım demekten başka çare yok ama bir son bulsun artık. Kaçıncı asırda yaşıyoruz ama, Milli Şef'in kuruculuğunu yaptığı cumhuriyet ve de laiklik, demokrasi kelimelerinin içini ne sağ cenah doldurabildi ne de sol. Artık bir şeylerin çivisi çıkmış vaziyette. Lugatte kalan değerlerin uzun zamanda o sayfalarda çürüyeceği, eriyeceği aşikar. Yavaş yavaş şu korkuyu çekmiyor da değilim; halkı daha seçkin ifade ile kürdü ve Türk'ü birbirine düşürme politikası. Bunu Evren zamanında sağ ve sol olarak tarihte oynadık sıra bu stratejide. O zamanın darbeleri bu kanla beslendi. Sokak başında eli silahlı gençler 'sağ mısın sol mu?' aksi cevaba; kafaya kurşun! Buydu resmen. Şimdi de oynanan sahnede taktik aynı, kartların rengi farklı.

    İnşallah Rabbim fırsat vermesin ve kısa zamanda nihayet bulsun muradındayız. Sağduyulu bir vatandaş olarak derin teessür ile ekranlardan olayları takip edebilmek de bir yerde çare getirmiyor. Hakk'ın inayeti kısa zamanda tecelli ede inşallah.


  18. Yüreği pırl pırıl, iman dolu halis muhlis Vakıf kardeşim.. Hakikaten Vakıf olasınız inşallah.. İnanın okurken gözlerim doldu. İnşallah sık sık ekleyiniz buraya, öte buddları hisseden, yaşayan insanın kaleminden döküldüğü ne kadar da aşikar..

     

    Rabbim bu acize de nasip etmişti vakti zamanında o mukaddes insanların eteğinden tutulmayı, ciddi manada dediğiniz gibi, insanın kafası, ruhu adeta kaynıyor, her hücrenize kadar sarsılıyorsunuz. Tasavvuf kitaplarından öğrendiğimiz o gizli alemi insanın bilfiil yaşaması, hissetmesi gerçekten dünyada hiçbir meseleye ve de vaziyete denk değil.. İştirakın olmuştu tarikat sohbetlerine, evet sürüden biri olmayark gizli kapaklı sızmıştım aralarına. Her biri manevi olarak gizli perdelerle muştulanmayı hak eden muttakiler arasına, benim gibi henüz Efendi Hazretleri'nin tabiriyle "balıklarım" girivermiştim aralarına. Allah'ım öyle bir atmosfer, öyle bir sohbet ben ahyatımda dinlemedim. Kitaplar hafif bile anlatıyor kardeşlerim, azıcık.. Bir insanın her hücresiyle, bedeniyle Allah'ı zikretmesi.. Sübhanallah! Aralarında kaldık.a kendimi hayvandan aşağı bile göremiyorum. Öyle bir ezilmişlik, öyle bir nedamet musallat oluyor ki insana, çıktığım gibi dünyayı bir yumrukya devireceğim sanırdım. Hele sizde de olmuş, o gözgöze gelme anı alim ile.. İki büklüm oluyor, kaburgalarınızı birbirine geçiriyorsunuz değil mi? Bende de oldu. Çünkü yüzlerinde hafif ekşime oluyori bir kaşı çatılık, çünkü bilmem kaç beygir kuvvetinde içimde ne pislik varsa O'nu doğru yol alıyor, böyledir bu; kalpten kalbe akar.. Dedim aha, beni ya katır olarak gördü ya da fil.. Ahh onun bir aczi oluyor bir tuhaflığı.. Dedim Rabbim senin karşında nasıl ayakta duracak bizim gibi leşler.. Sohbet boyu kapının eşiğinin altında gelip geçen o nurdan insanların ayaklarının altında ezilmeyi bekledim, deli gibi ağladım ağladım.. Yaşadığımı hissettiğim ender anlardı.. Ben gayrısını bilmedim.. İnşallah Rabbim ömür, imkan verirse de o kapıya deli divane yapışşacağım. Hangi kapı mı? "Büyük Kapı"

     

     

    Allah tekrar tekrar razı olsun güzelim müslüman, halis insan, hakiki gönüldaş.. Yine bekleriz, yine..

     

    Ömer-ul Faruk.. Ne müjde!

    • Like 1

  19. Kitaplar

    Kalbi vardır kitapların, onları bir kerhane sermayesi gibi haşin parmaklarınla mıncıkladın mı senin oldular sanıyorsun. Gaflet. Senin olan sadece on dakikalık tenleri. Konuşmaz seninle kitap, o bir basamak değildir, sırtına basıp ikbale tırmanamazsın. Tırmanmaya tırmanırsın ama, Kapitol’den Tarpea’ya fırlatılmak için.

     

    Kahrını çekeceksin kitabın, hizmetinde bulunacaksın. Senelerce, senelerce hiçbir şey beklemeden diz çöküp emirlerini dinleyeceksin. Adam vardır, Aristo’yu Atina kerhanelerinin adresini sormak için, köşebaşında bekler. Adam vardır, kenef süpürtür Venüs’e. Ve kitabı, ağzına ruhla dolu kutsal bir emanet olarak değil, maddî refahına hizmet edecek bir hüddam olarak görür.

     

     

    Kleopatra’nın Burnu

     

    Anlayacak mı? Kim, neyi? Sen kendin anlıyor musun? Aç uzviyetin sesini yükseltmek istedikçe gırtladığına sarıldın. Kalbinin konuşacak hali var mı?

     

    Kopmaktan korkuyuorsun; yapıştığı kayadan sökülmek istemeyen midyenin korkusu, mahallesinden uzaklaşınca kuyruğunu bacakları arasına alan köpeğin korkusu… Ama yaşamak kopmak demek, doğum da bir kopuş, bir parçalanış.. Sanatı da, tarihi de yürüyenler halketti…

     

    Gurbete çıkan adam… Gurbet bazen odası insanın, bazen vücudu, bazen… Nereye? Kendini ırmağın sularına bırakan kayık hangi okyanusa açılacağını bilir mi? Kayığı suya salan kendi iradesi mi zaten? Oyun yazılmış. İte kaka çıkarıldığımız sahnede görülmeyen bir suflörün fısıldadığı kelimeleri tekrarlamaya, manalandırmaya çalışıyoruz. Vazife ahlâkı! Senin, kendine karşı hiç vazifen yok mu? Bhagavad doğru söylüyor belki. Belki hizmet-i vücudumuz, ezelden beri devam eden oyunda bizden bekleneni, kızmadan, sevinmeden yapıp göçmek. Ama bizden beklenen ne?

     

    Değer levhasının her gün yazılıp bozulduğu bir çağda hareketlerimizi yöneltecek kıstas nerede? Aile? Aile var mı? Nasıl aile? Tesadüfen bir araya gelmiş insanlar topluluğu, bir tren kompartımanında karşılaşmışlar.

     

    Emerson, fikir adamı kendini egoizmle zırhlamalı, diyor. Evet, cemiyet bir sümüklüböcek gibi ezer seni, zırhlı değilsen. Annen ezer, kardeşin ezer, çocuğun ezer. Neden başkalarından farklısın? Hem farklı, hem zayıf. İki büyük cinayet… Peki Emerson, bize “fikir adamı” hilatı giydirecek hangi makam? Raskolnikof faciası, alnını, bir şeyler var içinde diye yumruklayan bir hayalpereste soğuk terler döktürecek kadar korkunç… Elbette yaşamak öldürmek demek, her adımımızda birtakım canlara kıyıyoruz.. Ölmek ve öldürmek…

     

    Bir öfkenin, bir acının kızgın demiri kalbimize dokunmadıkça ses gelmiyor oradan. Halbuki bizden ebediyete kalacak;bu çığlık. Sevinç çığlığı, azap çığlığı, merhamet çığlığı…

     

    Zavallı midye! Seni kayandan söken iraden mi sanıyorsun? İsyan vahim, tevekkül güç… Ama isyansız tarih olmaz, bütün dinler, bütün efsaneler bunu haykırıyor. İblis’in isyanı, Promete’nin isyanı… Neden tevekkül güç? Ve Allah insanı yarattıktan sonra istirahate çekildi, insana yükledi vazifelerini, hilkatin son şaheseri insana. Yaratmak, daima bütünün parçalanması. Tanrı kainatla sınırlandırdı kendini ve her varlıkta bir kere parçalandı. İnsan da öyle.

     

    Nietzsche haklı; Kanla yazılan yazılar yaşıyor. Ne kanı? Çocuk kan içinde doğuyor, milletlerin beşiği kan, Kapitol’un harcında kan. Kalbin kaynayacak ki yaratabilesin. Ne Luther bir kavga adamı idi, ne Gandi… Meçhul bir dalga umulmadık kıyılara sürüklüyor kayığımızı…

     

    Sen istiyorsun ki, kucağında yaşadığın dünya hep aynı kalsın, havan aynı, suyun aynı, dekorun aynı… Bu mümkün mü? Mümkün değil, çünkü hayatın kanunu değişmek. Zaten zindanında yeni pencereler açılmazsa boğulmaz mısın? Beni bulmamış olsaydın aramazdın diyor Tanrı. Kendini erkeğe teslim eden bir bakirenin korkusu; meçhul karşısında duyulan ürperti. Ama her meselenin muayyen hal yollar var. Ve sfenks sorularını yanıtsız bırakanları parçalar.

     

     

    Jurnal

    Sf: 67.68.69


  20. 190 Küsur Kur'an Tercümesi ve Tefsiri!..

     

    "Her meseleyi, her ihtilafı, her derdi, her konuyu Kur'ana soralım, Allah'ın Kitabını hakem tutalım" sözü çok doğru bir sözdür.

     

    Lakin işin teferruatında (ayrıntılarında), metodunda çok incelikler vardır.

     

    Kur'anı nasıl anlayacağız?

     

    Onu nasıl yorumlayacağız?

     

    Ondan nasıl hüküm çıkartacağız?

     

    Bu konuda İslam dünyası birlik halinde değildir.

     

    Yetmiş küsur fırka zuhur etmiştir.

     

    Kur'anı anlamanın, yorumlamanın, ondan hüküm çıkartmanın şartları vardır.

     

    Birincisi: Alet ilimlerini öğrenip İslami diploma (icazet) almış olmak.

     

    İkincisi: Kur'anı anlamak için gerekli yüksek ilimleri okumuş ve diploma almış olmak.

     

    Bir adam ki, nasih mensuh nedir, esbab-ı nüzul nedir, tahsis nedir, tevcih nedir, muhkem ve müteşabih nedir bilmiyor, o kişi Kur'anı bütünüyla nasıl anlayabilir ve yorumlayabilir?

     

    Kur'anı anlamak ve onu yorumlamakta birinci anahtar Peygamberi, onun Sünnetini ve sahih hadislerini bilmektir.

     

    Sünneti, hadisleri inkar eden bir kişi Kur'anı hakkıyla ve bütünüyle anlayamaz.

     

    Tarihteki ve bugünkü İslam dünyasına bakınız: Ümmet yığınlarla fırkaya, hizbe ayrılmış, her kafadan bir ses çıkıyor.

     

    Hepsi Kur'an diyor ama birinin ak dediğine öteki kara diyor.

     

    Hangisi haklıdır?

     

    Mirza Gulam Ahmed Kadiyani'ye nebi diyen fırka da gece gündüz Kur'an okuyor.

     

    Hazret-i Ali'yi tekfir ve şehid eden Hariciler de Kur'an okuyor.

     

    Ashab-ı Kiram'ın çoğunu nifak ve küfürle suçlayan yoldan çıkmışlar da Kur'an okuyor.

     

    Ne kadar bid'at fırkası varsa hepsi Kur'an diyor, Kur'an okuyor.

     

    Peygamberlik Hz. Ali'ye gönderilecekti, Hz. Ali ile Hz. Muhammed birbirlerine iki karganın birbirine benzemesi gibi benziyordu, bu yüzden Cebrail aleyhisselam şaşırdı da, vahyi Hz. Muhammed'e getirdi diyen sapık Gurabiye taifesi de Kur'an diyor.

     

    Peygamberimiz bundan 1400 yıl önce haber vermiş: "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunların biri müstesna diğerleri ateştedir... Ashab sormuş: Kurtulacak olan fırka hangisidir? Benim ve Ashabımın peşinden gidenler, izinde olanlar" buyurmuştur.

     

    Demek ki: Doğru yolda olmak, İslam'ı ve Kur'anı doğru anlamak için Peygamber (Salat ve selam olsun ona) ve Ashab (Allah onlardan razı olsun) peşinde ve yolunda olmak gerekiyor.

     

    Bu yol cumhur-i ulema yoludur.

     

    Bu yol Sevad-ı Azam yoludur. Sevad-ı Azam büyük karaltı (büyük kalabalık) demektir. Peygamber Efendimiz "Ümmetim içinde ihtilaf (anlaşmazlık) çıkarsa siz büyük karaltıya tabi olunuz" buyurmuşlardır.

     

    Diyelim ki, İbn Teymiye ve yandaşları bir konuda ihtilaf çıkardılar. Biz onlara mı tabi olmalıyız? Hayır, Sevad-ı Azam'a, yani ulema, fukaha, eimme çoğunluğuna tabi olmalıyız.

     

    Muhammed ibn Abilvehhab bazı konularda çoğunluğa muhalefet etmiş, onlara ters sözler söylemiş, hükümler vermiştir. Ona mı uyacağız, yoksa çoğunluğa mı?

     

    Muhammed ibn Abdivvehab'ın kardeşi Süleyman ibn Abdilvehhab onun aşırı fikir, görüş, yorum ve ictihadlarını çürüten bir kitap yazmıştır. Ben bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanı olarak Muhammed ibn Abdilvehhab'ı değil, Süleyman ibn Abdilvehhab'ı dinler ve tutarım. Çünkü cumhur-i ulema yolunda ve Sevadı Azam dairesi içinde olan Süleyman'dır.

     

    Kur'an apaçık (mübin) bir kitaptır ama ondan her Müslüman kendi kafasına ve re'yine göre hüküm ve mana çıkartamaz.

     

    Kur'anı ancak ilimde rasih olanlar anlayabilir, yorumlayabilir.

     

    Din ilimleri okumamış bir terzinin, tabibin, mühendisin, bakkalın, çiftçinin, balıkçının Kur'andan kendi kafasına göre hüküm çıkartması Kur'ana hıyanet olur.

     

    Böyle bir hıyaneti ancak cahiller yapabilir. İlim sahibi olan yapmaz.

     

    Hulefa-i Raşidin devrinden sonra İslam'ı Kur'an ve Sünnete göre en iyi yorumlayan ve uygulayan Osmanlı Hilafeti zamanında herkesin kendi re'yiyle, kendi hevasıyla cahilane bir cür'etle Kur'an yorumu yapmasına izin verilmezdi.

     

    Bugün Türkiye kitap piyasasında 190 küsur Kur'an tercümesi, Kur'an meali, Kur'an tefsiri bulunmaktadır.

     

    Allah aşkına elimizi vicdanımıza koyarak doğru cevap verelim: Bunların kaç tanesi sırf Allah rızası için ehliyetli alimler tarafından yazılmış ve yayınlanmıştır?

     

    İnsaflı ve adil bir ulema ve müfessir heyetine bunları tedkik ettirin, yirmi tanesine bile doğrudur raporu vermezler.

     

    Kocaman bir tefsiri açıyorsunuz, İslam'ı inkar eden, Resulullahın risaletini ve davetini duyup da ona iman etmeyen kafirler de Cennetliktir diye yazıyor.

     

    Öyle aşırı giden bir fırka vardır ki, onlar müşrikler için indirilmiş ayetleri Müslümanlar için yorumlayıp ehl-i Tevhidi ve ehl-i kıbleyi tekfir ediyor.

     

    Reformcunun meal ve tefsiri alın, Kur'anı reformculuk için yanlış yorumluyor.

     

    Dinde değişim isteyen Allah'ın kitabını kendi tezine uygun şekilde yorumluyor.

     

    Dinde yenilik... Ilımlı İslam... BOP'çuların istediği İslam... Fazlurrahman'ın tarihsellik mezhebine göre İslam... M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra çıkartılmış Kemalizm ideolojisine göre ayarlanan ve uyarlanan İslam... Bunların taraftarları hep kendi fırka ve mezheplerine göre tercüme, meal ve tefsir yapıyor.

     

    Bir İslam düzeninin ilk yapacağı iş din konusundaki kaos ve anarşiyi kaldırmak, Asr-ı Saadet ve Selef-i Salihin anlayışına ve yorumuna dönmektir.

     

    Müslümanlar, Allah'ın kitabını, İslam dinini anlamak ve yorumlamak konusunda hizaya gelmelidir.

     

    Mezhepler, fıkıh bid'attir, herkes kendi kafasına ve re'yine göre Kur'anı yorumlasın gibi sözler tehlikeli hezeyanlardır.

     

    Asr-ı Saadet'te mezhep yokmuş... Elbette yoktu. Çünkü İslam henüz tamamlanmamıştı.

     

    Asr-ı Saadet'te Mushaf da yoktu. İlk Mushaf Hz. Ebubekir zamanında toplanıp yazılmıştır. Fıkıh mezhebine bid'at diyenler Mushaf'a da mı diyecekler?

     

    Kur'an "Bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?" buyuruyor.

     

    Aklı başında olan Müslümanlar din ve Kur'an konusunda bilenlere yani gerçek ulemaya ve fukahaya tabi olmalıdır.

     

    "Bana alim ve fakih gerekmez, ben kendi kafama ve re'yime göre Allah'ın Kitabını yorumlarım, mezhep falan kabul etmem..." diyenler, farkına varmadan Şeytanı şeyh ve mürşid edinmiş olur.

     

    Cumhur-i ulema yolundan, Sevad-ı Azam dairesinden ayrılmayalım.

     

     

    * (İkinci yazı)

     

    Cami'de Ortodoks Ayini

     

    Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos İzmir Alaçatı'da 88 yıl boyunca cami olarak kullanılan eski kiliseye gitmiş; devletin, hükümetin, mahalli otoritelerin, Diyanet'in izniyle orada yeni restore edilen kilise kalıntısı üzerinde bir Nasrani ayini yapmış.

     

    Yunanistan'da Türkler zamanından kalan nice cami şu anda kilise olarak kullanılmaktadır. Bunların içinde Mimar Sinan yapısı binalar da vardır.

     

    Ben bir Müslüman olarak ülkemizdeki Yahudi ve Hıristiyanlara din, inanç, ibadet, kimlik hürriyeti verilmesine karşı çıkmam. İslam evrensel bir dindir, İslam Barışı şemsiyesi altında başka din mensupları da huzur, adalet ve güven altında yaşayabilir.

     

    Ancak 1924 mübadelesinden (nüfus değiş tokuşundan) sonra İzmir'de ve Batı Anadolu'da Rum nüfus kalmamıştır. Yunanistan'daki camilerin kiliseye çevrilmesi gibi, bizdeki bazı kiliseler de cami yapılmıştır.

     

    Her şeyin bir sınırı olduğu gibi toleransın da bir sınırı vardır.

     

    Durup dururken, Avrupa Birliği'ne gireceğiz diye, İslam dininin kabul etmediği toleranslar sergilemek yanlıştır.

     

    Yunanistan'da yüz binlerce Müslüman yaşıyor ama Atina'da hâlâ bir cami yok. Yunan başkentinin merkezindeki iki Osmanlı camii de İslam ibadetine kapalıdır.

     

    İstanbul'da onlarca Rum kilisesi mevcuttur.

     

    Ankara iktidarı, İzmir Alaçatı'daki camide Ortodoks ayini yapılmasına izin vermeden önce Atina'da Müslümanların Cuma ve vakit namazlarını kılabilecekleri bir cami açılması için komşu hükümete baskı yapsa daha iyi eder.

     

    05.06.2011


  21. To onoma mou ine Kemal

     

    Efendim biliyorsunuz bunların "CHP olarak projeleri vardır"... Bunlar yalnız Türkiye'ye değil Yunanistan'a da yönelik projelerdir.

    Sayın Kılıçdaroğlu'nun açıkladığına göre CHP iktidara gelince Türkiye'yi kurtarmakla yetinmeyecek, komşumuza da yardım elini uzatacak ve Yunanistan "rahaaat" bir nefes alacaktır. (İkinci a uzatılacak...) Ancak, CHP'nin Yunanistan'a nasıl ve ne şekilde yardım edeceği, örneğin kaç milyar avro vereceği açıklanmamaktadır. Ana muhalefet, bu gibi projeleri açıklarsa iktidarın kopya çekmesinden korkmaktadır.

    Bu durumda, Yunanistan, ana muhalefet liderimizin "benim adım Kemal, ederim dediysem ederim" tarzı kesin bir garantisiyle yetinmek zorundadır. Şimdilik.

    Bazı münafıklar CHP'nin bu gidişle ancak 2049 seçimlerinde iktidara geleceğini söylüyorlar ama Yunanistan'ın o tarihe kadar dayanabileceğini sanmıyoruz.

    Onun için en iyisi, The Economist dergisinin sözünü dinleyip oyumuzu hemen şimdi CHP'ye verelim ki Yunanistan kurtulsun.

    Bakın bir oyla kaç ülkeyi kurtarıyorsunuz... Oyunuz dağdaki çobanın oyuyla eşit sayılmasa Burkina Fasso'yu falan da kurtaracaksınız arada...

    CHP'nin bu seçimi kazanamayacağını öne sürenler, Büyük Türk Büyüğü İnan Kıraç'ın konuyla ilgili açıklamalarını okumamış olan cahiller ya da ona inanmayan gafillerdir.

    Hangi parayı vereceğimizi soracak Yunanlı dostlarımıza da, Sayın Kılıçdaroğlu'nun unutulmaz özdeyişini tercüme edip dayayalım: "To onoma mou ine Kemal, an sas leo 'tha vrisko', tha vrisko!"

    Fakat kötü niyetli bir Yunanlı da çıkıp bize şunu sorabilir: "Seçim otobüslerinde 'bir daha gel Samsun'dan sarı saçlım, mavi gözlüm' şarkısını çalan parti mi Yunanistan'a yardım edecek?"

    Kendisine, bu kadar çelişkinin kadı kızında bile bulunacağını anlatabiliriz ama "kadı" kelimesini duyunca "Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden kurmak istiyorlar" diye endişeye kapılabilir...

    Yok canım, niçin kapılsın, hiçbir Yunanlı bazı Türk basın mensupları kadar salak değildir ki!

    Onun için, Atatürk'ün Samsun'dan bir daha gelirse Ankara'da kalmayacağını, oradan İzmir'e gideceğini bilir.

    Fakat İzmir'de Rum bırakılmamış bulunduğundan, artık onlar açısından bir sakınca da yoktur.

    Öte yandan bizatihi "Kemal" ismi de Yunanlı dostlarımızda allerji yaratabilir.

    Hani "senin de ismin Kemal, onun da ismi Kemal, bundan böyle seninki Kemal Kemal olsun" desek, bu sefer ortaya "futbolcu Kazım Kazım" gibi bir tuhaflık çıkacak...

    En iyisi gene Gandhi Kemal... Fakat okuyucunun anlayabilmesi ve kolay okuyabilmesi için "h" harfini kullanmamak gerekiyor, Gandi yazalım. (Okuyucuya nasıl muamele edileceğini Zafer Bey'den iyi mi bileceksiniz?)

    "Dayan Yorgo, geliyoruz" demiş Gandi Kemal.

    Gülmeyin, vallahi de demiş.

    Onun adı Kemal, geliyoruz dediyse gelir.

    İnanmayan İnan'a sorsun.

    İngilizce bilen The Economist dergisine de sorabilir: Kemal is coming.

    Aha bu da kurtarılmayı bekleyen dostlarımız için: "O Kemal erkhete!"

    Neler mi saçmalıyorum pazar pazar?

    Ne olmuş hemşerim, adam saçmalıyor, parti başkanı yapıyorlar, biz de karınca kararınca saçmalayalım, belki bize de bir mebusluk falan düşer!

    05 Haziran 2011

×
×
  • Create New...