Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Search the Community

Showing results for tags 'faruk köse'.



More search options

  • Search By Tags

    Type tags separated by commas.
  • Search By Author

Content Type


Forums

  • Üstadın Eserleri
    • Şiirleri
    • Diğer Edebi Dallarda Üstad
    • Kitaplar Etrafında
    • Üstaddan
  • Üstadın Fikirleri
    • Büyük Doğu ve İdeolocya Örgüsü
  • Yakından Üstad
    • Ne Dediler?
    • Hazır Cevaplar, Nükteler, Polemikler
    • Üstadın anıları ve hayatındaki kişiler
    • Üstad Hakkında Haberler
    • Multimedya
    • Üstad Hakkında Diğer Konular
  • Diğer
    • Diğer Şairler
    • Diğer Yazarlar
    • Kendi Yazdıklarınız
    • Güncel
    • İslâmî Konular
    • Esseyyid Abdülhakim Arvasî Hz.
    • Serbest Kürsü
    • Tarih
    • Kitaplar
    • Mizah
    • Kültür-San'at
    • Bilişim & Teknoloji
    • Şahsiyetler
  • N-F-K.com
    • Duyurular
    • Etkinlikler
    • Proje Grupları
    • Sınıf Çalışmaları
    • Şikâyet ve Dilek Kutusu
    • Yeni Uyelerimiz
    • Geri Dönüsüm

Find results in...

Find results that contain...


Date Created

  • Start

    End


Last Updated

  • Start

    End


Filter by number of...

Joined

  • Start

    End


Group


AIM


MSN


Website URL


Yahoo


Skype


Nereden


İlgi Alanları


Okunan bölüm veya meslek

Found 1 result

  1. ilk yazı yavuz bahadıroğlu'nun, İranın güvenilmezliği ile alakalı tarihsel gerçekler ışığında yazılmış bir yazı. ikinci yazı da faruk köse'nin İran'ın her daim kendi menfaatleri ve şiilik doğrultusundaki siyaseti ile alakalı. okunmasında fayda var... İran ve söz Bizim Başbakan, İran’ı yönetenlere hitaben, “Sözünüzde durmazsanız itibar kaybedersiniz” deyince, içim “cız” etti, sevgili dostlarım... Neden derseniz, İran’ın verdiği sözleri tutmadığına ilişkin çok bilgi var tarihte... Yıl 1559: İstanbul’un fethinin üzerinden 106 yıl sonra... Kanuni’nin son yılları... Osmanlı hâlâ en parlak dönemini yaşıyor... Devletin muktedir kadroları, yenilmez bir ordusu, sağlam bir maliyesi, ülke çapında yoksul bırakmayan bir sosyal yapısı var... Ama aynı tarihte bir büyük olumsuzluk gelişiyor: İran’daki Safevi Devleti tehlike arz etmeye başlıyor... Osmanlı barış arıyor, ama mümkün değil. Safevi Şahı, Çaldıran’ın intikamını alma sevdasında.. İlle de babasının (Yavuz) sert yumruğunu oğluna (Kanuni’ye) iade edecek... Bunun çarelerini ararken, Kanuni ile oğlu Şehzade Mustafa’nın araları açılıyor. Mustafa Bey, “Artık babamız kocadı, şanlı dedemizin babasına yaptığını yapmak zamanıdır” diyerek, babasına meydan okuduğunu ilân ediyor. Safevi (İran) Şahı Tahmasb’dan yardım istiyor. Tahmasb, yardım sözü veriyor, ama babasının karşısında Şehzade’yi yalnız bırakıyor. İran’a güvenip yola çıkan Mustafa Bey bu yolda hayatından oluyor (1553). Bir süre sonra bu kez Şehzade Bayezid’le Şehzade Selim arasında kavga patlıyor. Şehzade Bayezid, babasının emrini dinlemiyor, tayin edildiği Amasya’ya gitmekte ayak sürçüyor. Bir taraftan da ordu topluyor. Nihayet Şehzade Selim ile Şehzade Bayezid’in orduları Konya Ovası’nda kapışıyor. Osmanlı Ordusu’yla takviye edilen Şehzade Selim’in ordusu, Bayezid’in ordusunu iki günde perişan ediyor. Bayezid, Padişahlık umudunu Konya’da bırakıp önce valilik yaptığı Amasya’ya, oradan da Kağızman’a çekiliyor. Artık her şey bitmiştir. Babasından yedi kıtalık bir şiirle özür diliyor: “Ey seraser âleme Sultan Süleyman’ım baba, “Tende canım canımın içinde cananım baba... “Bayezid’ine kıyar mısır benum canım baba? “Bîgünahım Hak bilür devletlü sultanım baba.” Aynı ölçü ve kafiyeye sadık kalan Kanuni, idam fermanını yedi kıtalık bir şiirle tebliğ ediyor: “Ey demaden mazhar-i tuğyan u isyanım oğul, “Takmıyan boynuna hergiz tavk-ı fermanım oğul... “Ben kıyar mıydım sana ey Bayezid Han’ım oğul? “‘Bîgünahım’ deme bari tevbe kıl canım oğul.” Şehzade Bayezid, öldürüleceğini anlayınca, Kağızman’dan Safevi (İran) topraklarına giriyor. Revan Beylerbeyi Nizamüddin Şahkulu’ndan, kendisinin ve ailesinin hayatının garanti edilmesi şartıyla, sığınma talebinde bulunuyor... Osmanlı şehzadelerinin arasına kılıç girdiği günden beri, bundan nasıl yararlanabileceğini düşünen İran Şahı Tahmasb’a sığınma talebi ilâç gibi geliyor. “Fırsat ayağımıza geldi” diyor ve hayat garantisi vererek Şehzade’yi topraklarına kabul ediyor. Kazvin’de büyük bir törenle karşılıyor. Padişah muamelesi yapıyor. Hatta sarayında ağırlıyor. Ama el altından da Kanuni’yi haberdar ediyor: “Şehzadeniz bizim şerefli misafirimizdir.” Bunun Şehzade’nin idam hükmü olduğunu elbette biliyor. Verdiği sözü unutmuş, durumdan yararlanmaya çalışıyor. Kanuni ile İran Şahı Tahmasb arasında zorlu bir pazarlık başlıyor. Sonunda anlaşma sağlanıyor: Şehzade Bayezid, 1 milyon 200 bin altın ve Kars Kalesi karşılığında Kanuni’ye satılıyor. Ayrıca Şehzade Selim padişah olduğunda (çünkü tahtın başka varisi kalmamıştır), İran’la dost kalacaktır. İran verdiği sözü yine unutmuş, çoktan sözünün üstüne yatmıştır. İran’a güvenerek yola çıkan Şehzade böylece babasının cellâtlarına teslim ediliyor (25 Eylül 1561). Tarih, “ders” almasını bilene ders, “ibret” almasını bilene ibrettir! Yavuz Bahadıroğlu http://www.habervakt...-soz-49547.html İran: İslam Cumhuriyeti mi, Fars Cumhuriyeti mi? İran Anayasası, “İran devletinin yönetim şekli İslâm Cumhuriyeti’dir” der. Ardından, İslam Cumhuriyeti’nin hangi inançlar üzerine kurulu olduğu sıralanır. Bunların başında “La ilahe illallah” yer almaktadır. Madde-3’te ise, 2. maddede zikredilen gayelere ulaşılması amacıyla gerçekleştirilecek hususlar sayılır. İşte bu hususlardan üç tanesine, İran’ın bugün yürüttüğü iç ve dış politika ve tutum açısından dikkat çekmek istiyorum: 1- “Her türlü diktatörlük, keyfi idare ve tekelcilik ruhunu kaldırmak.” Anayasasının aksine İran, Suriye’deki Alevi-Nusayri diktatörlüğünü alenen destekliyor, hatta diktatörü ayakta tutmak için cepheye silah ve adam gönderme düzeyine varacak kadar yardım veriyor. Bu, anayasada vurgulanan “La ilahe illallah” ilkesine de aykırı. Çünkü kendini ilah olarak gören ve genel Şia ekolü içinde olsa da, gulat kesimden olup, “liderin ilahlaşabileceği inancı”na sahip bir anlayış taşıyan zümrenin önderi olan Esed zaliminin desteklenmesi, hatta yaptığı kıyımlarda ona yardım etmesi başka neyle izah edilebilir? 2- “İslâm kardeşliğini ve genel yardımlaşmayı bütün halk arasında yaygınlaştırmak ve sağlamlaştırmak.” Her ne kadar İslam kardeşliğinden söz edilse de İran’da Şahlık döneminden bu yana bir devlet politikası olarak, Fars olmayan halkların kimliklerini izhar etmeleri tehdit sayılmış, kendi kimliğini ve dilini koruma talepleri “yönetime sadakatsizlik” olarak algılanmış ve Farslaştırmaya devam edilmiştir. Yine, Azeri kimliğinin giderek kuvvetleneceği endişesiyle, kendileri gibi Şii Müslüman olan Azerbaycan’ın bir kısmını işgal eden Hıristiyan Ermenilere maddi ve manevi destek verilmiştir. İran’da Şia dışındaki diğer Müslüman topluluklara tanınan haklar siyasi değil, kültürel düzeydedir. İran’da yaşayan dini azınlıklardan Zerdüşt, Musevi, Asuri ve Keldani Hıristiyanları ile Ermenilerin parlamentoda birer temsilcisi olduğu halde, Şiilik anayasada devletin resmi mezhebi olarak belirlendiğinden, İran Sünnileri azınlık da sayılmaz, temsil hakkı da tanınmaz. Yani İran’ın uyguladığı “İslam kardeşliği”, aslında etnik olarak Farslılaştırmayı zorunlu kılan “Şii kardeşliği” şeklinde tezahür etmektedir. 3- “Dış siyaseti; İslâmi ölçüler ve bütün Müslümanlarla kardeşlik taahhütlerine bağlılık ve dünyanın bütün mustaz’aflarını himaye temelleri üzerine tanzim etmek.” İran, anayasasındaki bu ilkeyi de uygulamıyor. İran’ın desteklediği herhangi bir Sünni İslami hareket yoktur. Hatta, nerede bir İslami hareket varsa, orayı önce kendi kontrolüne almaya, “Şii kütürünün hakimiyeti”ni kabul ettirmeye çalışmış, bunu sağlayamamışsa oradaki İslami hareketin başarısızlıkla sonuçlanmasına yönelik çalışmalarda bulunmayı ihmal etmemiştir. Örnek verelim: Cezayir’de İslami hareket başarıya kavuştuğunda İran hemen “İslam Devriminin sedası”ndan ve başarısından söz eden beyanatlara başladı. Zaten İran’a tahammül edemeyen Avrupa, hemen dibinde “İranvari bir devlet” daha kurulacağı korkusuyla harekete geçti ve Cezayir’de İslami yönetimin kurulması önlendi. Afganistan’daki İslami hareket bugün bu noktaya gelmişse, bunun baş sorumlusu İran’dır. Oradaki Gulat Şii varlığını başat unsur haline getirmeye çalışan İran, bunu başaramayınca, Ehl-i Sünnet bir İslam devletinin kurulmasına engel olacak politikalar yürütmüştür. İşte Yemen... Halk yönetimi devirme noktasına geldiğinde, oradaki Şii varlığını harekete geçiren İran, İran etkisinin yayılmasını istemeyen ABD ve Batı’nın etkin müdahalesine sebep oldu ve Yemen’deki Ehl-i Sünnet varlığı yönetim karşısında başarısız kaldı. Lübnan’da Ehl-i Sünnet ile ittifaktan ısrarla kaçındı. Suriye’deki Sünni İslami hareket karşısında Gulat Şii ekolü içinde bulunan Alevi-Nusayri yönetimi açıkça destekliyor. İran’ın bölgedeki etkisinin genişlemesini istemeyen güçler, gözden çıkardıkları Esed’i şimdi başta tutmanın formüllerini arıyorlar. Bütün bunlara bakıldığında denebilir ki, herhangi bir yerde Şii varlığı varsa, İran’ın müdahalesi sonucu oradaki İslami hareketin başarı kazanma şansı kalmamakta. Yani İran nereye el atsa, oradaki Ehl-i Sünnet varlığı başarısızlığa uğruyor. Üstelik İran, anayasasına da aykırı olarak, tevhid inancı dışındaki Gulat Şii ekollerini desteklemeyi, Ehl-i Sünneti desteklemeye tercih ediyor. Bir başka husus: Geçtiğimiz haftalarda İran, “zina ve livata suçlarına uyguladığı recm cezası”nı kaldırdığını ilan etmişti. Şunu sormak lazım: Eğer recm İslami bir hüküm değil idiyse, bu zamana kadar “İslam Cumhuriyeti”nde niçin uygulandı? Yok, eğer İslami bir hüküm ise, nasıl olur da bir “İslam Cumhuriyeti” İslami bir hükmü kaldırır? Bana öyle geliyor ki İran, başlangıçta belki İslami bir devlet olarak kurulmuş olabilir, ama bugün gidişatı Fars Cumhuriyeti olmaya doğru hızla ileriyor. Yanılıyorsam, biri izah etsin! Faruk Köse http://www.habervakt...i-mi-49546.html
×
×
  • Create New...