Search the Community
Showing results for tags 'Şehidimiz Bayram Ali Öztürk'.
Found 1 result
-
Cihad İçinde Geçen Bir Ömür! Şehidimiz Bayram Ali Öztürk 30 Ağustos 2012 Perşembe 18:39 Şehidimiz Bayram Ali Öztürk Hoca, 1952'de Trabzon'nun Of İlçesi'nde doğdu. Çocukluğu Adapazarı'nda geçen Öztürk, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Farsça, Arapça, Osmanlıca, İngilizce ve Fransızca bilen Bayram Hoca, hukuk eğitimi de aldı. Büyük İslam âlimlerinden İmam Rabbani'nin mektuplarından oluşan 'Mektubat-ı Rabbani kitabını ezbere bilen ve her pazar sabahı İsmail ağa Camii'nde sohbet veren Şehit Bayram Ali Öztürk'ün bir oğlu, iki de kızı bulunuyordu. Bayram Hoca yıllarca Mahmud Efendi’nin halkasında sohbetlere katıldı; Sadreddin Yüksel, Halil Gönenç ve Mehmet Savaş gibi hoca efendilerle de teşriki mesaisi olmuştur. Bayram Hoca’nın hatipliği ve bir şeyi izahındaki sarihlik ilim ehli tarafından takdirle karşılanırdı. Mahmut Efendi Hazretleri’nin Bayram hoca’ya Mektubat-ı Rabbani’nin inceliklerinden anlamasından ötürü ayrı bir alakası vardı. İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin “Mektubat”ını okuyup, şerhetme işini bu sebebten ona vermişti; Mahmud Efendi minbere çıkmadığı vakitler dersleri Bayram hoca sürdürürdü. Mektubat üzerine konuşacak sayılı birkaç ilim adamlarından birisi idi ki, burada “Mektubat” eseri üzerine bir vurgu yapmamız lazım geliyor. Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl Kısakürek, sadeleştirdiği “Mektubat” isimli eserinde şöyle diyor: “Allah ve Resulünün kitaplarından sonra dinin en büyük eseri. … Mektubat-ı İmam-Rabbani... Eser sahibi, İkinci Bin Yılın Yenileyicisi Şeyh Ahmed-i Faruk-i Serhendî (İmam-Rabbani) Hazretleri de, resuller, nebiler ve sahabilerden sonra ümmet kadrosunun en büyük ferdi...” Bayram Hoca, böyle ehemmiyetli bir eser üzerine olan vukûfiyetinden ötürü “Mektubatçı Bayram Hoca” diye tanınırdı ki bu aslında büyük ve şerefli bir lakabtır! Ayrıca Doğu ve Batı’nın nadide eserleri üzerine olan vukûfiyeti, medreselerde okutulan, takib edilen eserler üzerine de bir ilim adamı sıfatı ile derin bilgisi ile nadir hocalarımızdan idi. Öyle ki, bu devirde öyle her hocanın dersini veremeyeceği Şerhu’l-Mevakıf gibi eserlerin dersini verirdi. Her kitabı tavsiye etmez, her sözü herkese söylemez idi; vaazlarında ümmetin birliği için dert yanar, Siyonizme, Yahudilere şiddetli bir şekilde muhalefet ederdi; bu toprakların, Anadolu topraklarının çok ehemmiyetli olduğunun altını çizer, İslam davası’nın bu topraklardan fışkıracak bir nidâ ile kurtulacağını söylerdi. Hakikatleri söylemekten, İslâm dâvâsı neyi emrediyorsa onu söylemekten imtina etmez, bunları adetâ su içer gibi tabiî bir şekilde yapardı; bu samimi hâli sebebi ile ömrünün son yıllarında çok sıkıntılar çekmiş ve cami cami sürgüne gönderilmişti emekli olana kadar. İsmail Ağa’daki dâimi yılları emekli olmasından sonradır. Bayram Hoca’nın sözlerinden: “Diyalog süreci diyorlar… Diyalogun başını çekenler, Bizim ile sizin aranızdaki ortak noktaya gelin âyet-i kerîme-i duydukları zaman, ta 100 yıl evvel, biz bu âyetlere çağırdığımız zaman yanaşmadılar da şimdi siyasi ve ekonomik bakımdan çok güçlü oldukları şu zaman diyalog sürecini başlattılar. Bunlar çok mu düşkün imana, İslâm’a ki bizimle diyaloga girmek istiyorlar. İhtiyacı da yok. Silâh onda, teknoloji onda… Derdi ne? Şunu unutma: Batı, tarihin hesabını görmek istiyor! Ne gerekiyorsa yapacak. Hocaları kullanacak, onu kullanacak, bunu kullanacak… Ne taktikler, ne taktikler!.. Fetullah Hoca’nın ilmi tam değildir. Benim hocamın da medreseden arkadaşıdır. Tamam ufku, muhakemesi, felsefesi büyük olabilir… Çok sakatları var! Hocanın yaptıklarından hesaba çekilmeyeceği kanaati o cemaati bitirmiştir. Buradan bu cemaat gidecek, kesinlikle… Hitabetiyle herkesi büyülemiştir. Siyasi ve ekonomik lobileri güçlü. O gücünü bu sefer davada da haklıyız anlamına çekiyorlar… Aynı Hıristiyanlar gibi…” Ehli Sünnet Vel Cemaat mevzuunda çok pür dikkatli davranırdı; Şehidimiz Bayram Hoca, bu hak yolun yılmaz savunucularındandı ve hassasiyetle bu meselenin üzerinde durmuştur. Ehli sünnet vel cemaat yolunun inceliklerini bilir ve Şii’ler başta olmak üzere her türlü sapık mezheb ve fırka’ya karşı şiddetle ve iman hiddeti ile bu yolda mücadele vermiş nadir hocalarımızdandı. Ehli Sünnet Vel Cemaat yolunun bayraktarlığını yapan İBDA’cılara, Şiilere karşı destek vermek maksadıyla Aylık Taraf Dergisi için Mektubat-ı Rabbani’den bu meseleyle alakalı yerleri aslından tercüme ederek yazmış, yayınlanması maksadıyla Aylık Taraf Dergisi’ne iletmişti. Bayram Ali Hocamızın tercüme ettiği bu kısımlar Aylık Taraf Dergisi’nde yazı dizisi olarak yayınlanmıştı. Cemaat içine karışmış münafık tipler Mektubat’tan parçaları okumamasına dâir Bayram Hoca’nın defalarca önünü kesmiş, o ise bunlara aldırmayarak, Şia ve benzer sapıklara karşı cihad ve gazâ etmekten geri durmamıştır; bu münafık tipler İsmailağa sokaklarından İBDA’cılar tarafından kovalanmış ve gereken dersler verilmiştir. İslam dâvâ’sının özünde “kendini fedâ” vardır; nitekim Abdülhakîm Arvasi hazretleri “Dini işlerde bid’atlerin türemesi öyle bir fitnedir ki, zararı bütün mahlûkları sarar. Bunlardan biri de cihad ve gazâda gevşeklik ve tembelliktir. Burada bir nükte vardır ki, münafıklığın alemeti olmaya kadar gider. O da şehitlik nimetinden kaçınmak… Şehitlik, İslamın kuvvet bulması yolunda can vermektir. Her mümin fert, bu yüksek makamı kalb ve zevk yolu ile benimsemeye, istemeye memurdur. Bu sır icabı olarak Resul ve nebilerin birçoğu, sahabiler ekserisi ve Peygamber evladının hepsi şehadeti arzulamış ve o yolda ruhlarını teslim etmişlerdir.” Buyuruyor. Ömrü boyunca fitne ve bid’atlere karşı mücadele vermiş şehidimiz Bayram Hoca’nın ömrü cihad ve gazâ ile geçmiş, bu yolda gevşeklik göstermemiştir. O günümüzün sıradan “Hoca tipi” nin aksine ilmini kavga ile süslemiş ve davanın saflarında nasıl durulması gerektiğini hayatı ile de göstermiştir; neticede mükafat olarak ta şehadet şerbetini içmiştir. Şehadetinden sonra evdeki eşyalarının arasında bulunan bir notu, cihad içinde geçen ömrünü de adeta özetliyor: “İnsan davasına ana hasretiyle şakıyan bülbül gibi olmalı, insan davasına canını öyle bir açmalı ki bedeni ruhuna ve canına yetişememeli… Dava adamı devamlı hedefe bakacak; cambazlar iplerinde marifet gösterdiğinde daima ileri bakarlar, asla yere bakmazlar… Yere bakan cambazın düşmesi çok yakındır. Vücudunun kaçta kaçı sana aid, söyler misin?” 3 Eylül 2006 tarihinde İsmailağa Camii'nde sabah namazının ardından cemaate vaaz ederken bıçaklanarak şehid edildi hocamız; şehadetinin haberi ile İbda’cılar İsmailağa ya hareket etmişler ve sâir zamanlarda görüştükleri hocalarına sahip çıkmışlardı; ertesi günkü Hürriyet gazetesi İstanbul eski Emniyet Müdürü Celalattin Cerrah’ın fotoğrafını İBDA işaretleri arasında ve “Cerrah’ın Önünde İBDA-C Şov” diye vermiş, “tekbir getirerek intikam yeminleri” atıldığı yazılmıştı gazetelere. Sonrasında Fatih Camii’ndeki cenaze namazı esnasında 22 İBDA’cı gözaltına alınmış İstanbul Emniyet Müdürlüğünden Fatih Adliyesine sanki bir cürümleri varmış gibi sevk edilmişler, cumhuriyet savcısı tarafından sorgulanmışlardı. Suç isnadı ise ''Terör örgütü propagandası yapmak'' ve ''görevli memura mukavemet'' idi. Aslında düzenin kimden ve neden korktuğu da bu gözaltılar vesilesi ile ortaya çıkmıştı… “Köhne düzen”in karanlık dehlizlerinde planlanan cinayetin ardından, 11 gün sonra mezarı başında Kur’an okuyarak şehidimizi anmak isteyen bir grup İBDA’cıya 250-300 kişilik polis ile barikat kuran polis o gün G. Antepten bu eylem için gelen A. Kocaoğlan Cem Yılmaz ve beni gözaltına aldı. Bu anma eylemi sebeb gösterilerek Dönemin Genel Kurmay Başkanı Yaşar büyükanıt’ı tehdit ettiğim iddiası ve İBDA-C Örgüt propagandası Yapmak iddiası ile de iki ayrı dâva açıldı… İBDA’cılara böyle bir meseleden kanun yolunu kullanarak davalar açan, gözaltına alan emniyet yetkililerine, savcılarına onun katillerini hâlâ bulamamak ayıbı yeter. Üzerinden 6 yıl geçmesine mukabil bu cinayet hakkında bir yol alınamadığı gibi şu an dava dosyalarının da kayıp olduğu haberini gazetelerden okuyoruz; görülen o ki bu cinayetin üstü hâla örtülmeye çalışılıyor, bir türlü çözülmüyor. İsmailağa’da, Bayram Hocamız öncesinde Mahmut Efendi’nin damadı Hızır Ali Murat Hoca şehid edilmiş ve o hâdise de bu hâdise gibi örtbas edilmişti; Hızır Hoca’nın katili, hadiseden üç yıl sonra yakalanmış ve cinayet hakkındaki tüm karanlık noktalar ortada dururken mahkeme kararı ile “akıl hastası” olarak görüldüğünden cezâi ehliyet taşımadığına kanaat getirip serbest bırakmış ve dosyanın üstü örtülmüştür. Şimdi üzerinden seneler geçmesine mukabil bu iki cinayet hâlâ çözülmeyi bekliyor; işine gelindiğinde “koca koca” Paşaları içeri atan mevcut hükümet, İslamcılık iddiasıyla yaklaşan seçimler için kapı oy oy dilenirken, İslam dâvâsının bu iki neferinin dosyalrını çözmekten acizse, “dükkanı kapatıp” Seyşeller’de tatile gitsin; bu tavırda hiç olmazsa samimiyetten bir pay bulunur! Son söz olarak; Şehidlerimiz ve Bayram Hoca için “Yolu Yolumuzdur!” diye haykıran İBDA, bunu sloganik olarak ifade eden değil, fikirde ve kavgada, cemiyet meydanında bunun savaşını verendir. Fatih Turplu Baran Dergisi 294. Sayı