Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Çilekeş

Osman Yüksel Serdengeçti

Recommended Posts

Osman Yüksel Serdengeçti, ilkokulu Akseki’de, orta ve liseyi Antalya’da bitirdikten sonra 1940 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girdi. Fakülte son sınıfta iken karıştığı olaydan dolayı okuldan atıldı. Yapılan tahkikat neticesinde beraat etmesine rağmen tekrar okula alınmaz. Bundan dolayı dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e hitaben yazdığı “Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline” adlı dilekçesinden dolayı mahkemece tutuklandı.

 

Tek sayı çıkarabildiği “Bağrıyanık” adlı mizah gazetesi yasak yayın sayıldı.

 

1965 yılında Adalet Partisi’nden bir dönem maceralı bir şekilde Antalya milletvekilliği de yapan Serdengeçti, akrabası da sayılan İsmet Hanım’la evlenir ve bu evlilikten bir erkek çocukları dünyaya gelir. Lakin o da iki yaşında vefat ettikten sonra bir daha da çocukları olmadı.

 

Yakalandığı parkinson hastalığından kurtulamayarak, 10 Kasım 1983’te Ankara’da Hakk’ın rahmetine kavuştu.(1)

 

Sempatik ve cesurdu

 

66 yıllık hayatının büyük bir kısmı, akıl almaz mücadelelerle geçen, hapishaneleri mekan tutan, bildiğini söylemekten çekinmeyen dava insanının asıl adı Osman Yüksel’dir. Merhum Akseki Müftüsü Salim Yüksel’in oğludur. Eski Diyanet İşleri Başkanlarından merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin yeğenidir.

 

Bir topluluk içerisinde derhal kendisini belli eden, dikkatleri üzerine çeken bir kişiliği vardı. Yasak, kural, baskı tanımayan bir karakter taşıyordu. Başkalarının tesirlerine kapılmaz, kendisi çevreye tesir ederdi. Serapa espiri dolu bir konuşma ve yazı üslubu vardı. Sempatik, cesur ve ataktı. Şahsiyetinin temel esaslarını içerisinde yetiştiği İslamî iklimden almış; dinî, tarihî, edebî eserleri okuyarak kültürünü zenginleştirmişti. Aynı zamanda şairdi.

 

Onun Sakarya Türküsü adlı şiirinden bir parçaya yer verelim:

 

“Trenimiz geçerken Sakarya kenarından,

 

Rüzgarlar esiyordu şehitler diyarından.

 

Dağlar rükûa varmış kabul olmuş dilekler,

 

Göklerden halka halka iniyordu melekler.”

 

“Ey bu ıssız yerlerde sükut eden sırların

 

Ulvî bir ilham ile manasına erenler!

 

Ey bir karış yer için dağ gibi can verenler,

 

Ey bu yollardan hergün geçen kara trenler,

 

Durun, susun, dinleyin...

 

Burada her bir zerre nabız gibi atıyor,

 

Sakarya ufukları kıpkızıl, gün batıyor.”

 

Yüksel Serdengeçti, bütün cesaret ve şecaatine rağmen daima aksiyonu değil, fikri önplanda tutmuştur.

 

Bir sorgulama esnasında Osman Y. Serdengeçti

 

Kalabalık bir yürüyüşün ardından tutuklanırlar. Siyasi Şube Müdürü sert ve asabi bir şekilde Serdengeçti’nin her cümlesi için ayrı bir zabıt tutturuyor, mühür v.s. Serdengeçti, adamın haline gülmeye başlıyor. O:

 

- Ne gülüyorsun be! Burada komedi mi oynuyoruz, deyince Serdengeçti:

 

- Ben ileride bu olayın romanını yazacağım. Sizin tipinizi bu olayın kahramanı olarak tesbit ettim. Romana çok uyuyorsunuz, onun için sevincimden gülüyorum, diyor. Tabi ki adam daha da zıvanadan çıkıyor.

 

Kendisi lider konumunda olduğu için ayrıca bizzat Vali Nevzat Tandoğan ifadesini almaya başlıyor.

 

- Gel bakalım isyanın elebaşısı, Ankara kazan, sen kepçe, karıştır bakalım ne çıkaracaksın? Ama hesabın yanlış, burada vali olarak ben varım, sana bunu yaptıracağımı mı sanıyorsun? Söyle bakalım nümayiş esnasında:

 

- Neden Dil Tarih’te gençleri kışkırttın?

 

- Neden Hukuk Fakültesi’de ayaklanma çıkarttın?

 

- Neden Mülkiye’de, Ziraat Fakültesi’nde ordu bozanlık yaptın? diye sual yağmuruna tutuyor. Hepsini reddedince, bu defa; sen hareketin başındaymışsın, nağralar atıyormuşun, deyince onu da reddetmiş. Bu sefer çekilmiş fotoğrafları çıkartmış:

 

- Pekala bu resimler de mi yalan söylüyor, bunlar da mı sahte diye çıkışmış. Bu kez felsefe bölümü talebesi olduğunu isbat eden şu cevabı veriyor:

 

- Vali Bey! Siz elbette ki, ciddi bir devlet adamısınız. Kesinlikle yalan söylemeniz mümkün değil. İthamlarınızın hepsini aynen kabul ediyorum. Felsefede bir cevher-suret nazariyesi vardır. Bir insanın cevheri bir mekanda olduğu halde, onun birden fazla nüshası (yani sureti) olabilir; bir sureti başka başka yerde gözükebilir.

 

Vali çok kızar ve:

 

- Suratına bir tane tokat atarsam cevher nerede, suret nerede anlarsın. Atın bunu, der.

 

Sorgulanması esnasında dahi serbest davranan, kimlik ve kişiliğinden ödün vermeyen bir prensibe sahip olan Serdengeçti, sıradışı hal ve hareketleriyle, sözünü esirgemeyen bir cesarete sahiptir.

 

Serdengeçti Mecmuası

 

Toplam 32 sayı çıkarabilen mecmuanın herbir sayısı binlerce basılıp dağıtılmak suretiyle toplumda ciddi tesir bırakmaktaydı. Şunu ifade etmek sanırım mübalağa olmaz: Hemen hemen bütün sayılarındaki yazılarından dolayı defalarca mahkemeye çıkmıştır. Henüz ilk sayısında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel için:

 

- Evet ağzının sağ yanıyla Kur’an okuyan, sol yanıyla kızıl ıslıklar çalan bakan sensin, demiştir.

 

Avukatlığını yapan ve aynı zamanda dava arkadaşı olan Süleyman Arif Emre:

 

- Osman, yazdığın yazıları neşredilmeden önce bana göster, zararsız hale getirerek yazalım da başın belaya girmesin. Ne mümkün özellikle benden, nâmahremden kaçınır gibi gizlerdi.

 

Ben ancak mahkemeden, açılan dava için celpname veya tutuklama müzekkeresi geldikten sonra işe vâkıf olabilirdim. Çar-nâçar cübbeyi omuzlayıp arkadaşımızı savunmaktan başka çare kalmıyordu.

 

Meşhur Malatya davasından beraat ettikten sonra avukatına:

 

- Arif, ben şimdi devletten on dört ay alacaklıyım. Bir devlet mensubuna hakaret etsem bundan dolayı verilecek cezaya, bu yattığım mahsub edilir mi? diyerek tekrar içeri gireceğinin sinyalini vermekte. Çünkü o, hapishaneyi “evim” diye tanımlıyor.

 

Korkuyu korkutan, ölümü öldüren Serdengeçti, davasıyla ilgili, uzun bir ara geçtikten sonra çıkardığı mecmuasında şöyle ifade ediyor:

 

Davasının kendi dilinden tanımı

 

“Çünkü davamız, Allah davası, millet davası, vatan davasıdır. Bu mukaddes dava karşısında biz, nefsimizi sildik, kendimizi bildik.

 

1940 yılından beri kötü niyetlere, şer kuvvetlere karşı amansız bir mücadele açmış bulunuyoruz. Yıllardır bin bir facia ile dolu mücadele hayatımızda, türlü mahkumiyet ve mahrumiyetlere uğradık. Üniversitelerden mi kovulmadık? Kollarımıza kelepçeler, şehirlerden şehirlere mi sürülmedik? Hangi birinden bahsedelim.

 

Bütün bunlara rağmen sinmedik, yılmadık, ölmedik... Çünkü O’na inanıyoruz. O’na güveniyoruz. Hiç ölmeyene, hiç solmayana, eşi nâzir olmayana gönül verdik. Mücadeleye, er meydanına yalın kılıç atılanların, Serdengeçtiler kafilesine yeni katılanların pervasızlığı, imanı, heyecanı, zindeliği var içimizde... Kim ne derse desin, önümüze hangi engel çıkarsa çıksın, bu ateş sönmeyecek, bu dava ölmeyecek. Serdengeçti yolundan dönmeyecek.”

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Öncelikle konuyu "Diğer Şairler"den, merhumun yazarlığının ön plânda olmasından dolayı "diğer yazarlar" bölümüne taşıdığımı söylemek isterim.

 

Hapishanelerde Üstad'a da arkadaşlık yapmış olan Serdengeçti nükteleri ve mücadelesi ile ünlüdür. Üstad, daha çok belli bir birikime sahip kesime seslenirken o hiçbir şey bilmediğini düşündüğü kesimlere seslenmiş ve Üstad'la birbirlerini tamamlamıştır. Fakat uyandırdığı yankı doğal olarak Üstad kadar büyük olamamıştır.

 

Allah rahmet eylesin...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

osman yüksel malatya davasında hüseyin üzmezin kitabında (şu bizimkiler) anlattığında esprili hazırcevap bir dava adamıymış üstad dan farklı olarak daha basit (her kesin anlayabileceği)dilden yaılar yazarmış

aklımda kalan bir olay var

osman yüksel serdengeçti ve arkadaşları sanıyorum bir yerde kavga ederken biri sol kroşeyi suratına indiriyor hemen akabinde şöyle söyleniyor ulan ne geliyosa şu sol dan geliyo başımıza diye farklı bir insan

ruhu şad olsun

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir Serdengeçti klasiği :

 

Osman Yüksel milletvekili olduğu dönemlerde bir mesele ile alakalı meclis kürsüsünde konuşurken CHP milletvekilleri sıra kapaklarına vurarak protesto eder ve konuşmasını engellemeye çalışırlar. Bunun üzerine Osman Yüksel SERDENGEÇTİ” Bu meclisin yarısı hıyar.”deyip kürsüden iner. Bunun üzerine CHP’li vekiller meclisin şahs-ı manevisine hakaret söz konusudur. Lütfen sözünü geri al, diye itirazda bulunurlar. Bunun üzerine Serdengeçti yeniden kürsüye gelip şöyle der:

 

-Tamam sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı hıyar değil.

.....

4 yıl mebus 10 yıl hapis yatan, “Allah’sıza, vatansıza, bayraksıza karşı SERDENGEÇTİ” dergisini çıkaran; her çıkardığı sayıdan sonra “Nasıl olsa tutuklayacaklar.” Deyip emniyete giden ve her gittiğinde de hakikaten tutuklanan; hapse giderken de “AÇIN KAPILARI OSMAN YÜKSEL GELİYOR.” Diyen Serdengeçtilere, dalkavukluğun, iki yüzlülüğün, menfaatperestliğin ayyukaya çıktığı günümüzde ne de çok ihtiyacımız var.

Share this post


Link to post
Share on other sites

ONLAR

 

Korkuları dürenler

Ölümü öldürenler

Rabbinin huzuruna

Peygamberle gelenler

 

Zalimlere ortak olmak yerine

Mazlum düşmek toprak üstüne

 

Afganlı mücahit soruyor :" Bizim iyilerimiz şehit oldu .Sizin iyileriniz hangi sevdalar peşinde?"

Onların neslinden Hekimoğlu İsmail hapse girerken şu yorumda bulunuyor: "Tüm dünya duysun ki türkiye"de davası için hapse girecek erler tükenmedi."

Share this post


Link to post
Share on other sites

Cumhuriyet Dedüğün Demokrasi Dedüğün

Bizim eski Antalya Valisi, bilâhare Maarif Vekili, sonra Umumî müfettiş, şimdi de Afyon Valisi bulunan Sayın Abisin Özmen, Cumhuriyet Bayramı'nda nutuk söylüyormuş:

"Cumhuriyet, şöyle bir idaredir; böyle bir idaredir" demiş, bir hayli saymış dökmüş... Fakat karşısındakiler bu sözlerden bir şey anlayamamışlar. O zaman sayın valimiz de Niğde ağzıyla: "Velhâsıl, demiş, Cumhuriyet dedüğün öyle bir şey ki dadından yenmez."

Onun dediği gibi biz de demokrasi denilen şeyi bir türlü anlayamadık. Kimi seçim diyor, kimi geçim diyor, kimi açım diyor. Bu da Cumhuriyet gibi, dadından yenmez bir nesne galiba. Biz bu yeni dünya meyvesinden bir tadalım, dedik, doğru hapishaneyi boyladık. Ağzımızın tadını aldık.

 

GÜLÜNÇ HAKİKATLER- Serdengeçti

Share this post


Link to post
Share on other sites

CİNSİ İRTİCA

 

İrtica!..İrtica!..İrtica!..Farmasonların,dönmelerin,bolşeviklerin bitmez tükenmez nakaratı...Nerede ise insan daireden evine dönemeyecek.Öyle ya...Hemen karşınıza bir "inkılap softası" çıkacak,soracak:

-Nereye gidiyorsun?

-Eve dönüyorum.

-Vay mürteci vay...

Bu asırda dönüş,dönmek ha...Atatürk inkılaplarına...Hakaret...diyecek.

Nihat Erim,"Ulus"ta siyasi irticadan,Barlas "Posta"sında iktisadi irticadan,"Yeni İstanbul"un kiralık nikahsız kalemleri kültürel irticadan bahsediyor.

Oldu olacak bir seksoloji(cinsi) irticadan bahsedilsin...

Siz ne dersiniz,bilmem!Biz bunu en çok Süleyman Nazif'in kızdığı bir başmuharrire yakıştırdık.Malum ya...İrtica geri,gericilik...Bir kafiye uyduralım: "veri..." Haydi bay yazar!..Görelim seni!..Al eline kalemi,yaz başına geleni...

 

(Gülünç Hakikatler)

Share this post


Link to post
Share on other sites

CENK TÜRKÜSÜ

 

Sabahlar olmadan çıktım köyümden.

Ayrı düştüm yaranımdan evimden,

Nideyim vazgeçtim ben her şeyimden;

 

Vatansız malı mülkü niderim;

Elimde süngüm cenge giderim.

 

Hısımlar,komşular siz hoşça kalın,

Arada sırada bir haber salın.

Yurt için gidiyorum müsterih olun.

 

Ne yapim böyle imiş kaderim;

Elimde süngüm cenge giderim.

 

Kara gözlü anam neden ağlarsın;

Ağlarsın da yüreğimi dağlarsın.

Sabaha doğru ben gideceğim

Akşamdan azığımı bağlarsın

 

Ağlama kızana Hudamız kerim

Elimde süngüm cenge giderim.

 

Gel ey ela gözlü güneş yüzlü yar

"Gidip de gelmemek var gelip de görmemek var"

Son olarak beni bir kerecik sar

 

Vatanımdır şimdi benim sevgilim

Elimde süngüm cenge giderim.

 

(Akdeniz Hilalindir)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu Kervan Böyle Gitmez

 

İster beni hoş görün, ister vurun, öldürün,

 

İster bir cani gibi zindanda süründürün,

 

Yeter artık illallah, şu yangını söndürün!

 

Amerikan doları bu yangına kâr etmez!

 

Be hey Adnan MENDERES, bu kervan böyle gitmez!

 

 

“I love you America” yazılı her duvarda

 

Donanmalar taşıdı yığın yığın hovarda,

 

Kızlarımız dans etti, viski içerek barda,

 

Kimse görmez bunları, hayâ etmez, ar etmez!...

 

Be hey Adnan MENDERES, bu kervan böyle gitmez!

 

 

Bankalar mabed oldu, daktilo sesi dua,

 

Hırsızlık adet oldu, dalkavukluk ve riya,

 

Yapmayanlar düz yolda kalıverirler yaya,

 

Vallahi bilmem amma, bu millet iflah etmez!

 

Be hey Adnan MENDERES, bu kervan böyle gitmez!

 

 

Her yerden yükselirken avaza-i sefalet,

 

Yurdu cennet gösterir, radyo denen piç alet,

 

Milleti helak eder, vallahi bi delalet!

 

Zorbalık, namussuzluk kimseye gık dedirtmez

 

Be hey Adnan MENDERES, bu kervan böyle gitmez!

 

 

Ben hep Hak’kı haykırdım, sözlerim ağır oldu,

 

Yazdığım her makale İsmet’e kahır oldu,

 

Şimdi Adnan MENDERES ondan da sağır oldu!

 

Bu derde çare lazım, nutuklarla iş bitmez

 

Be hey Adnan MENDERES, bu kervan böyle gitmez!...

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hapishane Türküsü

 

 

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

İçtiğimiz gözyaşı, ekmeğimiz gam

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

 

Her yeri kaplamış bir kara duman

Geçmiyor, geçmiyor şu kahpe zaman

Bir af çıkmazsa da halimiz yaman

 

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

 

Feryadıma ses vermez, duvarlar dilsiz

Geçiyor baharlar çemensiz, gülsüz

Kötürüm gibiyim ayaksız, elsiz

 

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

 

Hep de bize imiş feleğin cevri

Döndü gayrı dünya, değişti seyri

Bu devir alçaklar, korkaklar devri

 

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

 

Herkesin derdi de başından aşkın

Her kimi gördümse serseri, şaşkın

Yemeksiz, gömleksiz, perişan, düşkün

 

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

 

Bozulmuş düzeni, çalmıyor sazım

Geçmiyor, geçmiyor kimseye nazım

Ben bir Köroğlu'yum, nerde Ayvaz'ım

 

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

 

Çıkar avluda volta vururum

Bu sefil hayatı böyle sürürüm

İflah etmez, ben bu yerde çürürüm

 

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

 

Düşmüşüm yatağa hastayım, hasta

Gözlerim kapıda, kulağım seste

Yastayım kardaşlar yastayım yasta

 

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

 

Geceler iner de, doğar yıldızlar

Köyümü andıkça yüreğim sızlar

Aklıma geliyor gelinler, kızlar

 

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

 

Akşam olur, kapılar kitlenir

Kimi kumar oynar, kimi bitlenir

Buraya düşen her derde katlanır

 

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

 

Kimi esrar çeker, düşer dalgaya

Kimi bıçak çeker, girer kavgaya

...............................

 

Yıkılası hapishane damları anam

Yandım Allah yandım, daha mı yanam

 

 

Osman Yüksel Serdengeçti

Share this post


Link to post
Share on other sites

VEDA

 

 

 

Artık iş kalmadı yarenler bizde

Tökezliyor olduk yazıda düzde

Şairdik,hatiptik,yazardık sözde

 

Ekmeği yemeğe ağızda diş yok

Dedik ya efendim bizlerde iş yok

 

Sağ yanım titriyor,sol yanım tutmaz

Nabzım tekler durur,muntazam atmaz

Ayağım bir türlü ileri gitmez

 

Ağzım her an kuru,gözümde yaş yok

Artık bundan böyle bizlerde iş yok

 

Bir secdeye varsam başım dolanır

Ne yesem ne içsem,miğdem bulanır

Bütün dertler birbirine ulanır

 

Yuvamız da bomboş uçacak kuş yok

Hayra yorulacak hayal yok,düş yok

 

Yakını uzağı seçemez oldum

Bir ufak hendeği geçemez oldum

Bir bardak soğuk su içemez oldum

 

Tatlılarda bile lezzet yok,tat yok

Benim bu halime takacak ad yok

 

İki adım atsam durmaz düşerim

Eski hallerime şimdi şaşarım

Allah’ım ben böyle nasıl yaşarım

 

Kendimi kollayacak gövdede baş yok

Bağrıma basacak evlat yok,eş yok

 

Yaşıtlarım birer birer ölüyor

Yeşil yaprak kara toprak oluyor

Azrail de baş ucumda soluyor

 

Üstüme dikmeye ağaç yok,taş yok

Arkamdan vermeye yemek yok,aş yok...

 

 

 

 

Serdengeçti'nin vedasından önceki son şiiri. Allah gani gani rahmet eylesin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hasan Aksay anlatıyor:

 

1961 yılında AP’den Adana Milletvekili olarak meclise girmiştim. Adanalı gençler, Serdengeçti’yi Adana’ya getirmemi istiyorlardı. Rica ettim, kırmadılar. O zaman Adana’nın en güzel otellerinden biri olan Pehlivan Palas’ta iki oda ayırttım. Gece saat 01:00 sıralarında otele gelip odamıza çıktığımız zaman Osman ağabey feryadı kopardı. “Ben burada yatmam, yatamam” diyordu. “ Böyle rahat yatağa bir kere alışırsam bir daha hapishaneye girmeyi gözüme kestiremem. Bu demektir ki inandığım gibi konuşamam. Olmaz … Bu hayatımın anlamının kaybolması demektir. “ diyor ve yazın sıcağında bir handa yatak aramaya çıkıyorduk. Bir hanın ter kokulu yatağında kalıyordu…

 

*** *** ***

 

Osman ağabey, 1965’te Antalya’dan milletvekili seçildi. İlk gün meclise birlikte gittik. Döner kapının önünde durdu, “ Ben ömrümde fırıldak çevirerek bir yere girmedim. Bu kapıdan girmem. Beni doğru dürüst açılan bir kapıya götür” dedi.

 

Hüseyin Üzmez anlatıyor:

 

İnandığı dava dışında hiçbir şeyi ciddiye almazdı. En yüksek mevkiler bile O’nun dilinde alay konusuydu. Bir gün “ Tebrik ederim, yüce meclise seçilmişsiz” diyen birisine şöyle cevap vermişti : “ Evet yüce meclisin, cüce mensuplarıyız.” Meclisin döner kapısından ilk defa içeriye girerken de şöyle bir espri yapmıştı : “ Döneklik daha bu meclisin kapısında başladı yahu…”

 

Ayhan Songar anlatıyor :

 

Bir gün muayenehanemde otururken Serdengeçti içeri girdi. Bu kadim dostuma bir şeyler olmuştu. Yüzü incelmiş, süzülmüş, beli bükülmüş, elleri titremeye başlamıştı. Karşıdan görür görmez onun Parkinson hastalığına tutulduğunu anladım. “ Başbuğ, ‘ Ey Türk, titre ve kendine dön’ demişti. Ben de işte titremeye başladım böylece” diyerek kendi durumunu bile istihza mevzuu etmesini bilmişti o gün. Ondan sonra bu dostum, benim aynı zamanda hastam da oldu. Parkinson hastalığı iyi olmaz fakat ilaçlarla idare edilir cinsten bir beyin hastalığıydı. Ben elimden geleni yaptım, O da Allah’ın verdiği ömrü tamamlayıp gitti bu dünyadan. Vefatından önce dünyadaki tek mülkü olan evini de Türk edebiyatı Vakfı’na bağışlamıştı.

 

Abdurrahman Dilipak anlatıyor :

 

Ne fötr şapka giydi, ne de kravat taktı. Şapka ve kravat yeni düzenin, aydın/bürokrat, daha doğrusu maymun tipinin vazgeçilmez aksesuarı idi.

 

Mizah dilini ustalıkla kullanan bir devrimci idi. Nedense devrimci ruhu taşıyan insanlar, günümüzde gülmeyi pek bilmiyorlar… Osman Yüksel, gülmesini bilen ve güldürebilen bir devrimci idi.

 

İzzeti ikbal ile girdiği bab-ı TBMM’den Demirel’in partiden ihraç kararı ile, masonların gazabına uğrayarak uzaklaştırılacaktır. Mabedsiz şehir artık Osman Yüksel’e dar gelir… Bir neslin nasıl mahvedildiğini gören biridir O. Yırtınır, haykırır hep. Haksızlıklar karşısında susmaz.

 

Süleyman Arif Emre anlatıyor:

 

Serdengeçti Mecmuasının ilk sayısında, hasan Ali Yücel’e “ Komünistleri himaye eden Milli Eğitim Bakanı sensin” dedi. Milli Eğitim Bakanına hakaretten mahkemeye verildi. Dil Tarih Fakültesi kendisini ihrac edince, “ Talebelerinin yarıdan çoğu randevuevlerine devam eden bir fakültenin diplomasını almak şeref değildir” diye yazılar yazdı. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin, manevi şahsiyetine hakaretten mahkemeye verildi. Sabahattin Ali’ye komünist dediği için mahkemeye verildi. Hepsinden de, altışar, sekizer ay hapis cezası yedi. Hapse giriyor, çıkar çıkmaz atom bombası etkisi yapan yazılar yazıyor, yine giriyor, yine çıkar çıkmaz daha şiddetlisini yazıyordu. Hayatı böyle başladı, hep böyle devam etti…

 

*** *** ***

 

Demokrat Parti döneminde, 27 Mayıs ihtilali öncesi, bir seçimde bağımsız aday olarak parlamentoya girmeyi denedi. “ Bizim partilerle, pırtılarla işimiz yok” dedi. Bağımsız adaylığı sırasında, halkın büyük kitlesinin teveccühüne mazhar oldu. Seçimden iki gün önce DP teşkilatı bir yalan haber uçurdu:” Çok iyi, çok mücadeleci bir insandı ama Allah rahmet eylesin bir trafik kazasında vefat etti” dediler. Bundan dolayı oy kaybetti ve kazanamadı. Ardından 65 seçimlerinde, Adalet Partisi’nin Antalya adayı oldu ve kazandı.

 

*** *** ***

 

Ben ona her davada “ sakın ha benim çizdiğim çizgiden çıkmayacaksın. Nasıl istersem öyle ifade vereceksin, böyle ifade vermezsen ben mahkemenin kapısından çıkar, giderim “ derdim. Fakat zapdedilmesi mümkün olmayan bir kişiliği vardı. Hele şahane bir espri gelirse aklına, idam edileceğini bilse, söylemeden rahat edemezdi. Bir davada bir savcıyla tartışırken :” Efendim, ceza evlerinde veya dışarıda esrar çekilir, bıçak çekilir, adam öldürülür, savcılar bu olayları görmezler. Ben ne söylersem, ne yazarsam savcılar hemen suç diye yakama yapışırlar. Bu savcılara göre suçun tarifi gayet kolaylaşmıştır. Benden hangi söz ve hareket sadır olmuşsa o suçtur. Hakim Bey senin anlayacağın bunlar savcı değil, avcıdır. Yani vatandaş düşmanıdır! O savcı kalktı. Bereket versin dili kekeme: “ Hahahakim bey, bababana hahahahakaret edildi “ diye zapta geçilmesini istedi. Zapta geçilse bir dava daha doğacak. Kalkıp dedim ki : “ Hakim Bey, görüyorum ki, mahkemede, hem Osman bey hem de savcı bey sizden müsaade almadan birbirleriyle tartışıyorlar. Bu usul kanuna aykırıdır. Her ikisine de ihtarda bulunulmasını…” Hakim , savcıyı sanıkla izinsiz tartıştığı için biraz azarladı. Sözler zapta geçmedi. Bunu böyle atlattık ama hak etmiş olduğumuz tahliyeyi koparamadık.

 

Serdengeçti’nin devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e yazdığı tarihi dilekçe:

 

Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline / Ankara

 

Ben, 3 Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla, Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin Felsefe şubesinin son sınıfının son noktasından bir telefon emrinizle atılan ben, Osman Yüksel...

 

İstanbul’a sürülüp, örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten, tabutluklara tıkılıp, zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır.

 

Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir.

 

Hakkımı istiyorum efendi, hakkımı !..

 

Senden bahşiş istemiyorum !..

 

İmtihan hakkımı ya verirsin, ya zorla alırım...

 

Beni tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez !..

 

10 kuruşluk Pul ve imza

 

Osman Yüksel

 

-------

 

*Cuma Dergisinden ( Aralık 1991 ) derlenmiştir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gazetelerimiz

 

Bu milletin bir derdi var: bir değil bin derdi var!... Fakat bu dertlerin başında, şu demokrasi devrinde Müslüman Türkün davasını benimseyen, onun derdini kendine dert edinen, onun isteklerini, ihtiyaçlarını dile getiren bir tek, amma bir tek yevmi gazetenin bulunmayışı geliyor. Bugün kelimenin hakiki manasıyla ortada 'Türk Matbuatı' diye bir şey yoktur. Sadece Türkçe çıkan yahudi menşeli, yabancı ruhlu, yalancı haber veren bir yığın basma kağıt tüccarı vardır.

 

27 yıllık, nefes aldırmaz, kopkoyu bir tiranlık devrini alkışlayan, gidene söğen, geleni övenler bunlardır. Zavallı Türk Milleti fakrü zaruret içinde inim inim inlerken, meçhul şehidin kanı, kanıyla kurtardığı vatanı, namusu, şerefi, malı bu maksatlar için kullanılırken, ortalığı gül-gülistan gösteren bunlardır. Kıtalara, iklimlere sığmayan, dalgası Viyana surlarına vuran imparatorluğun kurucuları, tezlil ve tahkir edilirken; Hz.Peygamber içki masalarında, sarhoş ağızlarda 'Arap Mehmet' diye istihfaf olunurken, bir şehitler gaziler mücadelesi olan Milli Mücadele ve onun kurtardığı vatan, aziz Anadolu toprakları, Selanik dönmelerine, imansızlar saltanatına babalarının çiftliği gibi teslim edilirken; nice nice din uluları, ahlak kahramanları, vatanperver insanlar, meçhul şahıslar tarafından gece yataklarından kaldırılıp ve sürülüp, şafakla darağaçlarında sallandırılırken susan, susan değil, herzeler kusan, canileri, katilleri alkış tufanına tutan yine bu gazetelerdir.

 

İçlerinden bir tanesi Akdenize düşse Akdenizi Karadeniz yapacak kadar kirli, mülevves olan bu adamlar ve takipçileri, şimdi birer vatanperver, hürriyet kahramanı, ahlak, seciye başbuğu kesildiler...

 

Hangisini sayalım?

 

Biri var: Mandacıdır, yahudidir!... Vatanı satılığa çıkarmıştır. Ispat edilmiş tam 5 ihaneti vardır. 5 damgalıdır.

 

Bir diğeri 6 damgalı... Gençliğini hamamda geçiren bu adam, yıllarca devletin resmi gazetelerinin başköşesine oturdu. Yazıları adeta milletin alın yazısı oldu. Ne yazdıysa kanun haline geldi. İmansızlar saltanatı yıkıldıktan sonra, şimdi üç gazetede Atatürkçülük ve inkilapçılık perdesi arkasında tahrikçilik yapmakta, gençliği çileden çıkarmaya çalışmaktadır.

 

Günde yalnız ilandan 2000 lira alan mağrur, büyük bir gazete var. Bu gazetenin kurucusu hakkında bir hadiseyi nakledelim: Devir Atatürk devri...

 

Soyadı kanunu çıkacağı sıralarda bir sürü soysuz Atatürk'ün etrafını kuşatmış, soyadı istiyorlar. Mahut gazetenin kurucusu: '-Atam bana bir ad' ver deyince, Atatürk: '-Sen' der 'KÖPEK' adını al.'

 

-Köpek mi?

 

-Evet.

 

Dalkavukta cevap hazırdır:

 

-Atam, kurtarıcım, senin kapında köpek olmak bile benim için bir şeref!...

 

Şimdi bu adamın veledi, mahut gazetenin başındadır. Bu veled, Beyoğlunda bir gecede, bir içki masasının başında, bir fahişenin koynunda üç köyü birden harcar. Para yerine imza bırakır.

 

İmzası Merkez Bankasının çıkardığı bankonotlardan daha muteberdir.

 

Adı güzel, kendi müptezel bir diğer gazetenin bütün sermayesi de çıplak kadın resimleri, Holivut röportajlarıdır. Halkı daha iyi soymak için kahramanlık ticareti de yapar...

 

Mehmetçiğin resimleri, kahramanlık sahneleriyle, fuhuş sahneleri yan yana, iç içedir.

 

Birinin ismi cismine uygundur... Sütun sütun, satır satır, hece hece yepyeni, terütaze yahudilik, dönmelik, bolşeviklik kokar.

 

Yegane itimat ettiğimiz, baş makalelerini seve seve okudugumuz gazeteyi bile katlayınca gazetesine koyduğu çıplak kadınların ayıp yeri, sürümü arttırmak için neşrettiği hacıların ve Kabe'nin yüzüne kapanır, yamanır.

 

Az kaldı Ankara'da Ezrailin ziyaretten unuttuğu hortlağı biz de unutuyorduk...

 

Bu hortlak üç devir yaşamıştır. Üç devrin kiri kat kat üzerindedir. Bu üç devirde herşeyi değişmiş, yalnız ve yalnız mukaddesat düşmanlığı degişmemiştir.

 

Bu ittihat ve terakki artığı (tereddi desek daha iyi) şimdi C.H.P. kalemşörlerinin yeni açtığı İnönü meydan muharebesinin başkomutanlığını yapmaktadır.

 

Türk Milleti, kendi öz davalarını Bab-ı adi sekenesinin elinden kurtarmadıkça kurtuluş yolu yoktur.

 

Benim, zavallı yoksul, sabırlı milletim: işte senin okuduğun gazete ve gazetecilerin iç yüzleri...

 

'Gazete okudum, gazetede gördüm' diye, sen bu pespayelerin yazdıklarına inanıyorsun! Bunlar senin yıllarca imanına, vicdanına hükmettiler. Seni 'Köylü efendimizdir' diye diye boyuna soydular, ne utandılar, ne bıktılar ne doydular... Yıllar ve yıllarca imansızlar saltanatının şakşakçılığını, yardakçılığını yaptılar. Sen Allah'a imanınla bir türlü yaşar, bir türlü konuşurken, bunlar bin türlü konuştular, bin türlü yaşadılar, bin türlü yediler, bin türlü içtiler... İnkilapçılık perdesi altında akla gelmeyen fenalıkları yaptılar. Yalnız ve yalnız beyaz kadına, sarı altına iki yüzlü paraya taptılar!...

 

Bunları alma, satma, okuma okutma!...

 

Serdengeçti

Osman YÜKSEL , 11 / 9 / 1949

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...