Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Ü.Y

Fuzuli

Recommended Posts

evvela TÜRKÇESİ BOZUK MUHARRİR NAMZEDİ ithamına karşılık vermek istedim. bana fena dokundu.

 

efendim tekavül ile tekabül eş anlamlıdır. kelime haznenize ekleyiniz.

 

fuzulinin maaş alması türbedarlığından ileri gelir.

kanuni fuzulinin şiirlerini hiç görmemiş hiç okumamıştır.

baki buna engel olmuştur.

fuzuli adının duyulması bakinin ölmesinden sonra zuhur eden bir vak'a.

fuzulinin kullandığı dil çağatay türkçesidir. ki bunda kasıt vardır. o mıntıkada çağatay türkçesi konuşulmazdı.

çağatay türkçesi şii azerilerin sunni anadolu türkçesine TEKAVÜL geliştirip edebiyat dili haline getirdikleri osmanlıya karşı bir isyan dilidir.

 

divan-ı lügat'ül türk değil divan-ı lügat'üttürk arapça bilen arkadaşlar tamlama yaparkan sessizlerin çiftleştiğini bilir. sultan'uşşara, dar'üşşafaka örneklerinde olduğu gibi.

 

gelelim konuyla olan bağlantısına:

 

çok değerli şeyler bazen çok geç farkedilebiliyor demeye getirmiştim. ama bağlantı kurulamamış.

 

antalayaya döndüğümde bir bilgisayara sahip olabilirsem ismi zikredilen kitabı olduğu gibi farazi aleme aktaracağımı tahhüt ediyorum

Share this post


Link to post
Share on other sites

efendim dokunmuş ama düzelteyim..namzed demekle pek mültefid davranmışım. sanki bir "ihtimal varmış, bir istidad taşıyormuş" gibi olmuş. geri alıyorum. namzed olamayacak kadar kabiliyetsiz buldum şu son yazıdan sonra. kusura bakılmaya şahsi kanaatim budur. sebeblerine gelince;

tekavül kelimesini klavye sürçmesi dese idiniz belki bize özür dilemek düşerdi.. ama efendiciğim hatanızda ısrar ile sözlük tavsiyesi pek trajikomik olmuş. "herkesi kör alemi sersem mi sanırsın" diyen şaire rahmet olsun. tekavül "kalv" den müştak bi kelimedir ve kavillşme yani sözleşme manasına gelir. eş anlamı olduğunu hangi lügattan öğrendiniz acep :)

 

fuzuli'ye hırsız demeniz kesmemiş bâki'ye kulis arsızı, kıskanç şair muamelesi yapmışsınız buna da gülecektik gülemedik. acı bir tebessüm belki.. "kanuni fuzulinin şiirlerini hiç görmemiş hiç okumamıştır" demişsiniz. hayretler içinde kalınası bi iddia daha ama alışkınız şaşırmıyoruz. buna gülmekten çekinmiyoruz mesela.. bağdat'ın fethinden sonra kanuni'nin huzurunda bizzat kendisi "geldi burc-ı evliyaya padişah-ı nâmdar" diye giden meşhur kasidesini okuyup takdir edilmiştir fuzuli. hatta aynı mecliste damat ibrahim paşa ve sair paşalara da kasideler sunmuş hediyer almıştır.. fuzuli ile ilgili herhangi bir kitapta bunu görmeniz mümkün. hatta gölpınarlı dahi inkâr etmez "hiç görüşmediler hiç şiirini okumadı" diye sallamaz... ama sağlam kaynak isterseniz halil inalcık hocanın "şair ve patron" adlı eserini tavsiye ederim. kanuni, fuzuli, baki ve ilişkileri hayli tafsilatlı geçer. kitap okumam google yeter diyenlerdenseniz buyrun link vereyim. http://www.kultur.gov.tr/TR/Tempdosyalar/1...emmedfuzuli.pdf

 

fuzuli azeri türkçesi kullanırdı çağatay türkçesi ile azeri dilinin çok ilgisi yoktur. ne isyanı? tekavülün orda ne işi var? şaka mı bu? ("yahu "yalan atmak kolay da saçma bulmak zor" diye bi atasözü vardı şu cihetten takdir etmiyor değilim. pek münbit bir dimağ..)

 

gelelim "divan-ı lügat'ül türk" meselesine (burası çok komik bakın) cevap vermek için alıntı yaptığınız yazılıştan hemen sonraki cümlenin "kaşgarlı mahmut'un divan-ı lügatü't türk ü türk edebiyatının değil türk dilinin köşe taşıdır. aradaki nüansa dikkat edelim" şeklinde devam ettiğini kimden gizlemeye çalışıyosunuz kuzum? yazı az yukarda duruyor. kör sersem beklentisi içindesiniz hâlâ.. yani alıntı yaptığınız ilk kısmın sehven olduğu aşikar. nerden biliyoruz? çünkü hemen devamındaki cümlede doğrusu varmış. tekrar bakalım bi kontrol edelim....evet varmış. kaldı ki fakir hasbelkader "arapça bilen arkadaşlar" sınıfına girmeye çalışan bi miktar tahsilini görmüş biriyim. geçtik oraları çok şükür. harfu't tarif denir ona ve kameri harferde ayrı şemsi harflerde ayrı cem edilir. bahs-i diğer. girmiyim şimdi. mevuyla ilgisi yok.

 

efendim iddialı olmak iyidir iddiali kişileri ve bu gibi insanlarla fikir alışverişini severim. öğrenir gelişirsiniz. ama sizin iddialı olmakla desteksiz sallamak arasındaki çizgiyi tarumar ettiğiniz hepimizin malumu. evvelen biraz iz'an, biraz kıraat (devellioğlunun lugatinden başlayabilirsiniz mesela. alır almaz da "tekavül"e bakın, sonra biraz biyografi, edebiyat tarihi falan zorlamdan yavaş yavaş.) biraz da imlâ çalışması tavsiye ediyorum nacizane.

 

bilvesile vesselâm

Share this post


Link to post
Share on other sites

hadi bu da hamiş olsun;

 

tekavül tekabül ile eş anlamlı sayalım bi an için (uzatmayalım ama o anı) "TEKAVÜL geliştirip edebiyat dili haline getirdikleri" şeklinde bi cümle olmaz. tekabül geliştirilmez. tekabül eder.

 

 

 

evvela TÜRKÇESİ BOZUK MUHARRİR NAMZEDİ ithamına karşılık vermek istedim. bana fena dokundu.

 

efendim tekavül ile tekabül eş anlamlıdır. kelime haznenize ekleyiniz.

 

fuzulinin maaş alması türbedarlığından ileri gelir.

kanuni fuzulinin şiirlerini hiç görmemiş hiç okumamıştır.

baki buna engel olmuştur.

fuzuli adının duyulması bakinin ölmesinden sonra zuhur eden bir vak'a.

fuzulinin kullandığı dil çağatay türkçesidir. ki bunda kasıt vardır. o mıntıkada çağatay türkçesi konuşulmazdı.

çağatay türkçesi şii azerilerin sunni anadolu türkçesine TEKAVÜL geliştirip edebiyat dili haline getirdikleri osmanlıya karşı bir isyan dilidir.

 

divan-ı lügat'ül türk değil divan-ı lügat'üttürk arapça bilen arkadaşlar tamlama yaparkan sessizlerin çiftleştiğini bilir. sultan'uşşara, dar'üşşafaka örneklerinde olduğu gibi.

 

gelelim konuyla olan bağlantısına:

 

çok değerli şeyler bazen çok geç farkedilebiliyor demeye getirmiştim. ama bağlantı kurulamamış.

 

antalayaya döndüğümde bir bilgisayara sahip olabilirsem ismi zikredilen kitabı olduğu gibi farazi aleme aktaracağımı tahhüt ediyorum

Share this post


Link to post
Share on other sites

Oy oy oyyyy...

 

Rembo kardeşim, bence siz kalenizin önünden fazla açılmadan mücadelenizi sürdürmeye devam edin... Yoksa ufukta tarihi bir hezimet, acıklı bir tablo var :) Antalya'ya döndüğünüzde kitabı PC ortamına aktararak bizimle paylaşabilirsiniz inşallah, bekliyoruz dört gözle. Bu sayede ilk iddianızın kuvvetini görmüş olacağız. Diğer iddialarınızdaki hale değinmeyi dahi lüzumsuz görüyorum. :)

 

Bu arada divan-ı lügatüttürk örneği biraz alakasız olmuş sanki? Çünkü Divan-ı lügatüttürk iyi bilinmediği için saklı kalmıştı, yani bu kitap bir nevi keşfedildi. Fakat Fuzuli bilinen bir şairdi. Ayrıca bu adam sizin dediğiniz gibi sevilmeyen bir insan olsaydı, hataları, hırsızlıkları direk afişe edilirdi, onu gözden düşürmek için bırakın hakikatin gösterilmesini, kendisine iftiralar dahi atılırdı (nitekim bu amaçla kendisine iftira atılan çok şahsiyet var). Meseleye bu bakışaçısıyla yönelmek, sizin yöneliş biçiminizden çok daha tutarlı...

Share this post


Link to post
Share on other sites

yahu böylesini görmemiştim. hakkaten komedi oldu bu! ben de hatayı kendimde görüp cevap vermişim. şu "divanı lügat'ül türk " meselesi.

 

be güzel kardeşim benim yazımdaki yanlış yazılış aynen sizin yazınızdan copy paste edilmiş. şimdi farkettim yani siz önce

 

"ki yani türk edebiyatının köşe taşı sayılan divan-ı lügat'ül türk 19 yy da farkedilmiştir."

 

demişsiniz, ben de ona cevap vermek için o kısmı kopyalamışım kendi yazıma. sonra da siz o kısmı "yanlış yazım" sayıp arapça dersi vermeye kalkıyosunuz. "öyle yazılmaz bi kere arapça bilenler anlamıştır" falan diye de pek mütekebbir bi ifade takınmışsınız. ben de şaşırmış "harfu't tarif nedir bilirim nasıl öyle saçma yazmışım" diye hayıf etmiştim. meğer yazımda bulabildiğiniz tek yanlış, tek saçmalık kendi cümlenizmiş zaten. sizin hatalı yazımınızı düzeltmeden kopyaladığım için cümle kariiden özür dilerim. bi daha ona da dikkat ederim. ama iyi güldüm akşam akşam. sağolunuz var olunuz..

Share this post


Link to post
Share on other sites

efendim kendi yapmış olduğum hatayı düzelterek sizin TÜRKÇESİ BOZUK MUHARRİR NAMZEDİ ithamınıza atıfta bulunmak istedim. çünkü ben yazımda hata olarak bunu gördüm. sizin bunu görmeyerek hedef hatası yaptığınızı müspet hale getirmekti kaygım lakin yine anlayamamışsınız.

 

tekavül geliştirmek diye bir şey yok biraz türkçe bilen insan orada bir virgülün unutulduğunu görecektir. imla meselesine gelince özür dilerim klavyeyle yakın tarihte tanıştım. yılların verdiği bir klavye tecrübem yok ama en azından türkçede Bİ diye bir sıfatın olmadığını biliyorum. sözlüktede ancak arapçadan geçme olumsuzluk öneki olarak bulabilirsiniz.

 

tekavül kelimesinin kavl kökünden geldiğini biliyorum. sizin bilmediğiniz kelimelerin kökün anlamından uzaklaşma durumudur. buna en bariz örnek intizar kelimesidir. nazar dan gelir ve bekleme, gözleme manasını taşır fakat bu kelime türkçede beddua karşılığı olarak kullanılır. cengiz kurtoğlunun bir şarkısı vardı ya sana intizara kıyamıyorum diye. neyse efendim bu etimolojik bi® mevzu.

 

divan-ı lügat'türk türk edebiyatının köşe taşlarındandır. türk dilinin köşe taşı olan eser muhakeme'tül lügateyndir.

 

divan-ı lügat'türk edebi muhtevası sebebiyle türk edebiyat tarihine ışık tutar.

 

muhakeme'tül lügateyn(iki lügatın kıyası) adı üzre türkçe'nin üstün bir dil olduğunu ispetlamak için yazılmıştır. hatta öyle ki türkçeden yabancı menşeili kelimelerin tasfiyesi döneminde tdk'nun çok sık baş vurduğu bir eserdir olmuştur. bir örnek vermek gerekirse aygıt(aymak fiiline -gıt,güt) eki gelerek) kelimesi bu kitaptan alınmış ve günümüz türkçesine dayatmayla konulmuştur. hatta buradaki ekle örmek fiilinden örgüt kelimesi yine tdk tarafından teşkilata karşılık uydurulmuştur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

valla üzülerek söylemeliyim cevap niyetine yazılan metinden mantıklı bir bütünlük bir diskur, söylenenlere bir cevap çıkaramadım. sürrealist olmuş hayli. ilk cümleye bakalım mesela; divan-ı lügatü't türk ü bilerek mi yanlış yazmış sonra kendi yanlışını benim gibi gösterip ders mi vermeye çalışmış? ne diyor anlamadım. nasıl atıfmış? kendiniz yanlış yazıp "yanlış yazmışsın" diye göstermediniz mi? başka, paralel bi evrende mi yaşıyosunuz? "sizin bunu görmeyerek hedef hatası yaptığınızı müspet hale getirmekti kaygım " ne demek. bunu anlayan özelden mesaj atsın sevaptır..

 

tekavül tekabül ile eş anlamlıdır iddiası nooldu devam mı? ben lügate baktım siz de baktınız mı? baktınızsa yüzünüz kızardı mı, bakmadınızsa nasıl böyle iddialı olabiliyorsunuz? bu yerde kalkıp "bir yerine bi demiş" diye kusur aramak da çok hoş "bi" çırpınış.. intizar nazar falan lafı gevelemeyin. intizarın etimololojik ve deyim manası herkesin malumu. o da lugatlarda var. aksini söyleyen mi var bu tekavüle delil mi olur? bakın diyorum sözlük, kitap bi şeye. yoksa yine yardımcı olayım link vereyim ordan bakın. http://www.turkmusikisi.com/download/osman...gat/default.asp. şu tekavül işini isterseniz keselim üzücü oluyor artık.. tadı kalmadı bu saçma inadın.

 

 

divan-ı lügatü't türk nasıl edebiyatın köşe taşı olur bi kere lugattır, sözlüktür. sözlükleri edebi eser mi sanıyorsunuz. divan-ı lügatü't türk türk dilinin teknik gelişiminde bir kerterizdir. budur. ne edebiyatı?

ali şir nevai'nin muhakemetü'l lugateyn'i ise lugat değil lugatlerin mukayesesini yapan, divan-ı lügat'türke nisbetle bir edebi eserdir. türk dilinin gelişmesine katkısı vardır faydalanılmıştır tamam ama bir metod eseri değil türkçeyi öven bir inceleme eseridir. yani sapla samanı acaip karıştırmışsınız.. edebiyat eseri ile dil üzerine teknik çalışma arasındaki farkı idrak etmesi çok mu zor yoksa yine sadece "yazmış olmak için" mi yazıyorsunuz.. (haa yine gülüyoruz, gülmeye doyamıyoruz. kimbilir nerelerden alelacele bulup ekleştirdiğiniz bu eserin de adını yine yanlış yazmışsınız kuzum. allahtan yine sizden copy yapmadım.. gerçi bütün mânâ bozuklukları, cümle katliamı, fikir abukluğu içinde pek küçük ama "hatırası olan" bi kabahat. hatırlatırım arif susam'ın da "hatırası var" diye bi şarkısı var :) )

 

"muhakeme'tül lügateyndir." demişsiniz o apostorof ü den sonra l den önce olacaktı. çabuk unuttunuz arapçayı bakıyorum :lol:

 

tamam güldük eğlendik sadede gelelim; fuzuli hırsız dediniz baki arsız dediniz delil yok, belge yok. bekliyoruz. bunları iddia ederken yaptığınız hataların ikazını yapınca iyice içinden çıkılmaz cevaplara daldınız mevzu kaynadı. ha bunları dedik diye unttuk sanılmasın "kanuni ile fuzuli hiç görüşmedi" iddiasının da sallama olduğunu söyledim. ses etmediniz. çıktı mı google'da bi şeyler yoksa?

Share this post


Link to post
Share on other sites

konu asıl ekseninden sapmış vaziyette.

arkadaşlar..herkes herşeyi bilecek diye bir durum yoktur. Hele hele sözkonusu olan dil ve edebiyat gibi bilgi ve fikir ummanlarıysa, her detayın bu denli irdelenmesi maalesef zaman ve enerji kaybından başka bir şey değildir.

lütfen..bildiklerimizi karşı tarafı rencide etmeden, sadece hakiki bilginin tecellisi adına ve tevazuyla nakşedelim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

arkadaşlar biraz mola :lol: fuzuli'nin en sevdiğim gazeli...buyrun

 

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı

Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

 

Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan

Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

 

şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım

Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı

 

Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su

Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

 

Gâmım pinhan dutardım ben dedîler yâre kıl rûşen

Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı

 

Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil

Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı

 

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır

Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

 

FuzuLi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şiiri şiir yapan, mana ve şekil bütünlüğü olması...Yani ne şekil feda edilerek yazı şiir olmaktan çıkarılmalı ne de mana feda edilerek manasız bir "sanat" yapılmalı ki buna sanat denilemez.Sanat, yapılan işteki manayı görebilen insanların işidir.Malesef bilinçli

yozlaştırılmış Türkçe'miz her şarkı söyleyene, şiir okuyana, resim yapana "sanatçı" sıfatını yüklüyor.Bundan nefret ediyorum.Gerçek sanatçıların manaya ve şekle hakim gerçek sanat üstâdlarının hakları gasp ediliyor.Bir magazin maymununa sanatçı denilmesi gerçekten dokunuyor insana...

Share this post


Link to post
Share on other sites

İlim kesbiyle pâye-i rif'at

Arzu-i muhal imiş ancak

Aşk imiş her ne var âlemde

İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak

 

İlmî çalışmalarla derece yapmak yalnızca bir boş hayalmiş. Alemdeki herşey aşktan ibaretmiş, ilim ise dedikoduymuş, geyikmiş...

 

Fuzuli üstadın en sevdiğim bercestelerindendir bu şahsen. Sebeb-i hilkati aşk olan alemde, herşeyin aşk üzerine kurulmasından tabii ne olabilir ki? Dereceyi ve manevi olgunluğu laf-ı güzafta değil, aşkta aramalı insan. Hayatın en ehemmiyetli mevzusuna yönelmeli, kapatmalı diğer kapıları. Allah aşkı... İşte insanı eşref-i mahlukatlığa yükseltecek anahtar. Belhümadal'e giden yolu tıkayacak olan bariyer bu. Gerisi ise dedikodu, masiva dediğimiz şey sadece fasa-fiso...

 

Aşık, sevdiğinin her emrini yerine getirecek ve onu memnun etmek için gayret edecektir. Netice itibarıyla da, dünyaya O'nun yeryüzündeki halifeliğini yapmaya gönderilen insan, amaç değil de, araç haline gelen ilim bahsinde de gelişme kaydedecektir. Hakiki aşk, hilkatinin gerektirdiklerini insana bildiren Lâtîf'in her emrini yerine getirmeyi gerektirir. İnsan sevdiğinin kuludur ya, aşkın hakikisinde de öyle!.. Fakat arada çok büyük bir fark var: Dünyevî aşklarda her emrini yerine getirdiğiniz sevgili size bir baş belası olup çıkar, sizi tabir yerindeyse maymuna çevirirken, aşkların hakikisinde ise, hem sonsuzluğun arefesinde, hem de tükenmezlik aleminde size muhayyilelerin ötesindeki güzellikleri, kemalati, mükemmeliyeti sunuyor. Zira asıl sevilmesi gereken o, sevilmeye en layık olan o. Sevilmeyi hak eden o.

 

Hakiki aşka tutulmak bir nasip işi herşeyden önce. Hudud tespiti nefislerin eline bırakılmış bir silah var evvela: Akıl... Kullanmayı bilir ve sınırını başarıyla çizersen, gerektiğinde fırlatıp atabilme mertliğini gösterebilirsen hakkını verebileceğin bir silahtır akıl. Aksi takdirde, yani amaç haline getirildiği halde ise sahip olanın helakine vesile bir intihar aracından başkası değil. İşte bu silah, bazı durumlarda insanın amacını gerçekleştirmesine dahi engel olabiliyor, aşkın önüne sed çekiyor. Hayır, aklın hududu asla gerçek aşka giden yolu kapatacak şekilde çizilmemeli. Bu yapılırsa, aşık olunanın kendisine varmamız için bağışladığı bu avansı çarçur etmiş, kendimizi perişan bir halde, yollarda kalmaya mahkum bırakmış oluruz. Selîm akıl denen, tam da gerektiği gibi çerçevelenmiş olan o ulvi yardımcı da bu felaketi kabul etmez asla.

 

Dedik ya, 'hakiki aşka tutulmak bir nasip işidir' diye... İnsanlar, beşerî aşk basamağında takılıp kalıyor genelde. Bastıkları yer onlara o kadar hoş geliyor ki, bir adım ötesinin daha da güzel olabileceğini unutuyor bedbaht insanoğlu. O adımı atabilmekte herşey... O adımı attığı için Kays, Mecnun oldu. Şeyh Galib o adımı attı ki, biz bugün Hüsn-ü Aşk'ı okuyabiliyoruz. İşte meselelerin meselesi... Sanatın da gayesi olan Allah'ı bulmak, ona kapılanmak. Onun aşkından kölelere dönmek, daha doğru bir ifadeyle köleliğimizin hakkını vermek... Bir kölelik ki, kendisinden âlâ sultanlık bulunmaz. Ne mutludur o kula ki, aklından ve hevesinden, nefsinden sıyrılmayı başarmış, yaradılışına sebep olan işi hakkıyla gerçekleştirebilmiştir. Sorumluluğunu yerine getirirken büyük zevkler tatmak ne saadettir!..

 

İnsanoğlu, aşık ol! Asla korkma, basamaklara takılma; vazifeni ifa et, gerisini boşver. Göreceksin ki, yalnızca vazifeni ifa etmen, seni dünya ve ahiret saadetine erdirecektir. Bir insan daha başka ne isteyebilir ki?..

(Trra)

Share this post


Link to post
Share on other sites

selamlar

Ellerine sağlık abi güzel yazı..

 

da yalnız şöyle bir durum var ki söylemeden geçemeyeceğim :

 

İlmin aşk ile nispetlenmeyecek kadar küçük bir hacimde olduğu malum...Fakat, buruşturulup tümüyle bir kenara atılması ne kadar doğru, tartışılır

İlmi,kişiyi basamak basamak aşka yükselten bir merdiven olarak görmek gerek.

Çünkü yazınızda üzerinde durduğunuz dörtlüğü yazan Fuzuli aynı zamanda şu cümleyide kuruyordu : “ ilimsiz şiir, harcı ve hesabı olmayan duvar gibidir”

 

sizin dörtlükle bu aforizma arasında görünürde kati bir fark olduğu sezilebilir fakat meseleye şöyle bakarsak farklılıktan ziyade sentezin olduğunu göreceğiz :

Sizin dörtlükte aşk ve ilim arasında bir kıyas yapılmış ve doğal olarak aşkın iktidarına boyun eğilmiş; benim paylaştığım aforizmada ise ilmin vazifesi tetkik edilmiş.bu tetkik sonunda ilim görünürde ehemmiyetli bir merhaleye ulaşmış gibi sezilse de hakikat o yönde değil:

Duvar örülüp göğe yükseldiğinde yapım aşamasında ilmi temsil eden (harç-hesap-ölçü) direkt ikinci planda kalıyor.

 

Demek ki ilim, duvarın(aşkın) oluşumundan sorumlu, fakat onun ameleliğini yapmadığı sürece,yani tek başına bir önemi olmayan bir olgu.

 

İlimle aşkı rekabet konusu yapma gafletinde bulunmayalım.Birbirilerini tamamlayan mevzular.Hangi aşk ehli ilimden uzak durdu ki.Özellikle dinimizin üzerinde hassasiyet ve rikkatle durduğu bir kurumdur ilim.

 

"Müslümanlar dinlerine yaklaştıkça cehaletten ,Hristiyanlar ise ilme yaklaştıkça dinlerinden uzaklaşırlar"

Bu sözü kelimesi kelimesine doğru yazdım mı bilmiyorum ama Dinimizin hamurundaki ilim ile aşkın muazzam sentezini gözler önüne sermesiyle kulaklara küpe olacak bir söz olduğunu düşünüyorum

 

not:yazımda yanlış veya eksik bir beyanda bulunmuş isem fark eden arkadaşların düzeltmesini rica ediyorum :lol:

 

saygı ve selamlarımla..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendim öncelikle yorumlarınızdan ve teveccühünüzden dolayı teşekkür ediyorum.

 

Bana sanki biraz farklı hususlardan bahsediyormuşuz gibi geldi. Ben ilmi zatından dolayı değil, ilmin amaç kabul edilmesini eleştirmiş ve aşkın altına tıkmıştım. Şu şekilde izah etmeyi deneyeyim o halde:

 

Hakiki aşka ulaşmak için, bir miktar ilim, daha doğru bir ifadeyle irfan lazım olur çoğunlukla Elbette ki, işin ilmine vakıf olmayan bir insan da tamamen hislerine dayanarak hakiki aşkı bulabilir, fakat bu durumda inşa edilen binanın temeli zayıf olacağından ilerleyen merhalelerde riskler başgöstermeye başlayacaktır. Bu bir yerde dursun şimdilik.

 

Bakınız; şurası çok önemli: İnsan, aşkın neticesi olarak, bulduğu yaratıcısının halifeliğini yapmak üzere yeryüzüne gönderilmiştir. Bu hikmetin farkına varabilen, bu hikmetten müstefid olabilen insan aşk yoluyla ilime yönelirse, hem yaradılış amacına uygun davranmış, hem de yaradılmasına vesile olan halin hakkını vermiş olur. Bizim anlatmaya çalıştığımız buydu. Bu hikmetin hakkını verebilen insan, yani Allah aşığı olan ve halifelik bilincini taşıyan kişi, hem manevi ve maddi ilimlerde ilerleyecek, hem de maşuğunun nazarındaki mertebesini yükseltecektir.

 

İlim zatıyla kötü bir şey değildir. Internet gibi tahayyül edebiliriz ilmi bu cihetten... Nasıl ki Internet kullanış amacınıza ve ona yaklaşım tarzınıza göre faydalı veya zararlı olabiliyorsa, ilim de öyledir. Sizin ona yaklaşım tarzınız, yöneliş amacınız meselenin kilit noktası... İlmi amaç bellerseniz, pozitivist bir ahmaklıkta karar kılma ihtimaliniz yükselir; Hayır, aksine onu var ediliş amacınıza uygun davranabilmek için vakıf olunması ve üretilmesi gereken sistemli bilgiler bütünü olarak görürseniz, dünya saadetinizi de, batındaki amacınız bu olmadığı halde, yakalamış olursunuz. İdeal olan budur. Aşığın ilmle uğraşması da, hakikatte aşkıyla iştigalidir yani... Bu nüans meselenin temelini oluşturuyor.

 

Fuzuli'nin, bizim alıntıladığımız kıtasında, bir Allah aşığının aşkı ilimle karşılaştırmasını görüyoruz. Bu, amaçların karşılaştırılması olarak görülmelidir; yani asıl amacın ilim değil, aşk olması gerektiğinin anlatıldığı bir şaheser olarak bakmalıyız iktibas edilen manzumeye. İlimle yükselmek için ilimde ilerlemek, aşk basamağıyla ilim ve diğer alanlarda ilerlemekten daha boştur.

 

İlmi, yaradılış amacımıza bağlayarak kucaklayabiliyor muyuz? O halde hoşgelsin, safa gelsin!.. Yok, onu amacımız belliyor ve yaradılış amacımız olan aşkı görmezden geliyorsak, yazıklar olsun bize...

 

Ümid ediyorum ki kastımı izah edebilmişimdir, sürç-i lisan eylediysem affola.

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

 

Gazel

 

 

Zülfü gibi ayagın koymaz öpem nigarın

Yoktur anın yanında bir kılca i'tibarım

 

 

Bildi tamam alem kim derd-mend-i aşkım

Ya Rab henüz halim bilmez mi ola yarim

 

 

Vaslından ayrı kanım nola dökülse gül gül

Ben gülbün-i hazanem bu fasldır baharım

 

 

Tasvir eden vücudum yazmış elimde sagar

Ref' olmaya bu suret yok elde ihtiyarım

 

 

Dür istemem zamani mey neş'esin başımdan

Toprag olanda ya Rab derd-i mey et gubarım

 

 

Rüsvalarından ol meh sanmaz beni Fuzuli

Divane olmayam mı dünyada yok mu arım

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gazel

 

 

Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür

Men kimem sâkî olan kimdür mey û sahbâ nedür

 

Gerçi cânândan dil-i şeydâ içün kâm isterem

Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedür

 

Vasldan çün aşık-ı müstâğni eyler bir visal

Aşıka maşukdan her dem bu istiğnâ nedür

 

Hikmet-i dünyâ vü mâfiha bilen arif degül

Arif oldur bilmeye dünyâ vü mâfiha nedür

 

Ah u feryâdun Fuzûlî incidübdür âlemi

Ger belâ-yı ışk ile hoşnûd isen gavga nedür

 

 

Fuzuli

Share this post


Link to post
Share on other sites

can verme sakın aşka aşk afeti candır

aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır

sakın isteme sevdayı gam aşkta her an

kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır

her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz

her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır

yahşi görünür yüzleri güzellerin emma

yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır

aşk içre azap olduğu bilirem kim

her kimseki aşıktır işi ahü figandır

yadetme güzel gözlülerin merdümi çeşmin

merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır

gel derse fuzuli ki güzellerde vefa var

aldanmaki şair sözü elbette yalandır.

 

FUZULİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

NE BEYÂN-I HALE CÜR'ET,NE FİGÂNA TAKATIM VAR

NE RECÂ-YI VASLA GAYRET,NE FİRÂKA KUDRETİM VAR...

 

fuzuli

Share this post


Link to post
Share on other sites

suda aks_ı serv sanmam kim koparıp bağ ban... suya salmış servini serv_i hıramanım görüp ..fuzuli

Share this post


Link to post
Share on other sites

Fuzulî üstad, bağrında açılan aşk yarasına merhem istemediğini anlattığı ve bunu, yanan aşk ateşini söndürmeye benzettiği,

Merhem koyup onarma, sînemde kanlı dağı

 

Söndürme öz elinle

 

yandırdığın çerağı

 

Beytinden sonra şöyle bir feryatta bulunur:

 

Uymuş cünûna gönlüm, ebrûna der meh-i nev

 

Ne i'tibâr ona kim, seçmez karadan ağı

 

Beyit şöyle demek: "(Ey sevgili!) Gönlüm cinnete uymuş, (şimdi) senin kaşına yeni ay (=hilal) diyor. Onun bu sözüne inanmayın siz, (zavallının aşk ile gözü kör olmuş) aktan karayı seçemiyor!..

 

Şöyle de demek: "(Ey sevgili!) Gönlüm çılgınlık yoluna uymuş olmalı ki senin kaşını yeni ay zannediyor. Zavallı!.. Aktan karayı seçemez hâle gelmiş, sayıklıyor, sakın sözüne inanmayın.

 

Bir de şöyle demek: "(Ey sevgili!) Gönlüm senin kaşını hilal zannettiğine göre durumu çılgınlığa varmış olmalı. Karadan ağı seçemeyen bu delinin sözüne inanıp da hilal göründü (ve bayram başladı) zannetmeyin!..

 

Her üç anlamda da şair gönlündeki çılgınlığın had safhaya vardığını dillendiriyor ve sevgilinin hilal kaşlarını ak-kara bağlamında okuyucuya hatırlatıyor. Kaşların siyah olduğu halde nurdan ibaret olan hilale benzetilmesi hemen bütün şairlerce dillendirilmiştir. Ne ki Fuzulî bu benzetmeyi tersinden okuyor ve "sevgilinin kaşına nisbetle gökteki hilal nedir ki, o müstesna kaşı hilale benzetmek ancak çılgınların, delilerin işidir, böyle bir benzetmeye inanılabilir mi?" biçiminde yorumluyor. Yani başkaları kaşı hilale benzetirken o, hilali kaşa benzetmeye kalkılmasına bile itiraz ediyor, delilik bu, diyor. Fuzulî'yi erişilmez yapan işte bu şairane tavır değil midir?!..

 

Beyitteki mübalağa eski bir geleneği bize hatırlatıyor:

 

Bilindiği gibi kamerî aylar hilalin görünmesiyle başlar, hilal görünmeden ne oruç, ne de bayramdan söz edilebilir. Osmanlı devletinde her yıl ramazanın başlaması için tekrarlanan bir ritüele göre hilali en az iki kişinin görmesi ve bunun kadı önünde ikrar edilip kayda geçirilmesi gerekmektedir. Güya üzerinden yıl geçmiş bir alacak-verecek meselesi hakkında mahkeme kurulur ve alacaklı, parasını alabilmek için hilalin göründüğünü, binaenaleyh ramazanın başladığını iki şahit ile ıspat eder ve kadı efendi kararı deftere yazdıktan sonra Şeyhülislam Efendinin izniyle Süleymaniye Camii minarelerindeki kandiller ve fenerler yakılır (vakit gündüz ise sancaklar asılır) kandilleri gören mahalle davulcuları davullarını döverler ve günün hangi saatinde olursa olsun halk ramazan orucuna başlardı. Hatta sofra başında olsalar bile...

 

Bu göstermelik mahkemede en ziyade, hilali gördüklerini söyleyen şahitlerin aklı başında, sözüne güvenilir, kendinden emin, halk arasında itibarlı kişiler olmalarına bakılır, kadı efendi şahitlerin bu yönünü inceler, tartar ve kararını ona göre deftere geçirir, hilal bahşişi alma peşindeki sahtekarları itibara almazdı. Bütün bu bilgiler ışığında şairin beytine tekrar dönelim ve Fuzulî'nin ne derece itibar edilir bir âşık portresi çizdiğine yeniden hayran olalım. Yılbaşı, ramazan, bayram, nevruz gibi zaman dilimlerini gökteki dolunaya değil de hilalin görünmesine göre ölçen bir toplumda, bu beytin ne derece zengin çağrışımlara kapı araladığını tahmin etmekte bile zorlanırız. Kaldı ki dolunay tamlığı, mükemmelliği ifade edip dururken insanların eksikliğe, yani hilale itibar etmeleri de şairin çizdiği âşık portresini bize tasvir eder. Henüz gepegenç iken boyu hilale dönmüş, iki büklüm bir aşk hastası!.. Ancak o sayede itibar bulabilen bir âşık... Üstelik bütün zaman dilimlerini sevgilinin hilal kaşlarına endekslemiş...

 

Ne diyelim, adın, dünya durdukça dursun ey hazret-i Fuzulî!..

 

İskender Pala

Share this post


Link to post
Share on other sites

Beyhude gamlanma divane gönül

Cümle alemin rızkını veren vardır

Yaptığın hatayı görmüyor sanma

Kalpte gizli en derin sırları bilen vardır

 

Mal-ı emlakım var deyu güvenme

Arkam var deyu dayanma

Sırt üstü insanı yere varan vardır

 

Beyhude gamlanma divane gönül

Cümle alemin rızkını veren vardır

 

Derdime vakıf değil canan

Beni handan bilir

Hakkı vardır şad olanlar

Herkesi şadan bilir

 

Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil

Çektiğim alamı bir ben birde Allah’ım bilir

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mende Mecnundan füzun aşıklık istedadı var

Aşık-ı sadık menem Mecnunun ancak adı var

 

Kıl tefahür kim senin hem var ben tek aşıkın

Leylanın Mecnunu Şirinin eğer Ferhadı var

 

Ehl-i temkinem beni benzetme ey gül bülbüle

Derde sabrı yok anın her lahza bin feryadı var

 

Öyle bed-halem ki ahvalim görende şad ol

Her kimin kim dehr cevrinden dil-i naşadı var

 

Gezme ey gönlüm kuşu gafil feza-yı aşkta

Kim bu sahranın güzer-gahında çok sayyadı var

 

Ey Fuzuli aşk men'in kılma nasihten kabul

Akıl tedbiridir ol sanma ki bir bünyadı var

fuzuli

Share this post


Link to post
Share on other sites

Divan edebiyatının en büyüğü olan Fuzuli sana ne kadar övgü yazsakta az.Sen zaten herşeyi yazdıklarınla şiirinle ve geldiğin noktada kimsenin senden sonra sana ulaşamamasıyla gösterdin.senden sonra senin gibisi gelmedi dünyaya.Büyüklerin en büyüğü Fuzuli.

Share this post


Link to post
Share on other sites

GAZEL

 

Benî candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı

Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

 

Kamû bîmârınâ cânan devâ-yî derd eder ihsan

Niçin kılmaz banâ derman benî bîmâr sanmaz mı

 

Gamım pinhan dutardım ben dedîler yâre kıl rûşen

Desem ol bî vefâ bilmen inânır mı inanmaz mı

 

Şeb-î hicran yanar cânım töker kan çeşm-i giryânım

Uyârır halkı efgaanım karâ bahtım uyanmaz mı

 

Gül'î ruhsârına karşû gözümden kanlu âkar sû

Habîbım fasl-ı güldür bû akar sûlar bulanmaz mı

 

Değildim ben sanâ mâil sen etdin aklımı zâil

Bana ta'n eyleyen gaafil senî görgeç utanmaz mı

 

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır

Sorun kim bû ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

 

(Fuzûlî)

Share this post


Link to post
Share on other sites

EL ÇEK İLACIMDAN TABİP!..

 

Aşiyan-i mürg-i dil zülf-i perişanındadır

Kanda olsam ey peri gönlüm senin yanındadır

 

Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib

Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır

 

Çekme damen naz edip üftadelerden vehm kıl

Göklere açılmasın eller ki damanındadır

 

Bes ki hicranındadır hasiyyet-i kat'-i hayat

Ol hayat ehline hayranem ki hicranındadır

 

Ey Fuzuli şem'-veş mutlak açılmaz yanmadan

Tablar kim sünbül rişte-i canındadır

 

Fuzuli

 

 

 

GAZELİN AÇIKLAMASI

 

Gönül kuşum dağınık saçların arasında yuva kurdu ey sevgili!.. Artı nerde olursam olayım veya iki elim kanda da olsa gönlüm senin yanındadır.

 

Aşk derdiyle başım pek hoş benim ey tabib, bırak bana ilaç vermeyi. Bana derman vermeye ki, senin dermenın beni helak edecek zehrin ta kendisidir.

 

Ey sevgili naz edip düşkün aşıklardan eteğini çekme. Eteğine yapışan ellerin (sen eteğini çevirince) göklere açılmasından (dua eder gibi) sakın!..

 

Senin ayrılığında, hayatı sona erdirme özelliği gizlidir, ayrılığın ölüm demektir. Senden ayrı düşüp de hala yaşayanlara hayranım.

 

Ey Fuzuli! Sevgilini saçının büklümü sen can ipliğine bağlıdır. Sen mum gibi yanmadan o büklümler açılıvermez.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...