Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Recommended Posts

...

 

İki yaşında, Sarıyer'deki köşkün üst katında, beşikten yuvarlandığımı ve en önde büyükbabam, bütün ev halkının telâşla pat pat, merdivenlere koştuğunu hatırlıyorum.

Anneme, büyüklüğümde bu hâtıramı anlattığım zaman, gözleri dehşetle açılmıştı:

-Hayret! Tamamiyle doğru! Bütün köşk birbirine girmişti. Nasıl da hatırlayabiliyorsun?

O vakitler ilâve etmiştim:

-Köşkün arkasında, bahçe tarafında, çamaşırlık gibi bir yer vardı. Rafında da, bir tabak içinde beyaz bir madde. Duvara dayalı merdivenden çıkıp kaymak sandığım o maddeden yemeğe başladım. Meğer kireç kaymağı değil miymiş?... Yine bütün köşk birbirine girmişti.

-Evet, evet, demişti annem; olur şey değil, sendeki hâfıza!...

Devam etmiştim:

-Galiba İstanbul'a gelen ilk otomobillerden birini babam satın almıştı. Bahçede otomobilin tekerlekleri, takozla hafifçe havaya kaldırılmıştı. Muayene mi, tamir mi bir şeyler yapıyorlardı. Gizlice arabanın altına girip alêtleri kurcalamaya başlamıştım. Üç dört yaşında var mıydım, yok muydum, bilmem! O sırada motoru işlettiler. Tekerleğin pul pul demirli lâstiği başıma çarptı ve derin bir yara açtı. Kanlar içinde yere serildim.

Annem haykırmıştı:

-Sus, sus! O meseleden büyükbaban, az kaldı hepimizi öldürecekti. Günlerce yatakta kaldım!

60 küsûr yıllık yaranın izini, sağ kaşımın üstünde, alnımın sağ yanında taşıyorum. Yara izi alnımda, fakat o günler nerede?...

Share this post


Link to post
Share on other sites

TELKİN

 

 

 

Büyük babam kitap odasında ve bir sedirde… Sedire çömelmiş, gözlüğü gözünde, dırıltılı bir şarkı söyler gibi Fuzulî Divanını okuyor. Ben de odaya girip yanına sokuluyorum. Beni kürkünün içine alıp öpüyor ve sonra bir kâğıt çıkarıp üstüne birtakım yazılar yazdırıyor ve:

-Yaz bakalım şuraya; diyor, büyük babanın ismini yaz!..

Özene bezene, kâğıda bir "Hilmi" konduruyorum. Fakat sonundaki "ye" harfi biraz çarpık kaçıyor; bunu beğenmiyorum, büyük babam duruşumdaki tereddüdü anlıyor ve gülümseyerek ne yapacağıma bakıyor, "ye" harfinin kuyruğundan imza çizgisi gibi bir şey çekip düzeltiyorum ve kâğıdı uzatıyorum. Çirkinliği sezişim ve düzeltişim o kadar hoşuna gidiyor ki, beni göğsüne basıyor ve iftihar gözyaşları döküyor.

 

Yatakta da Büyük babamla beraberim ve hep kürkünün içindeyim…

İlk dinî telkinlerimi ondan aldım.

Yatakta ondan hep dinî menkıbeleri dinliyorum.

İşte, üçüncü katta, bizim yatak odamızın karşısındaki büyük yatak odasında, kocaman bir ceviz karyolada büyük babamın yanında ve kürkünün içindeyim. Hazret-i Ali'ye, onun misilsiz kuvvet şecaatine dair bir menkıbe dinlemiş bulunuyorum.

Soruyorum:

-Büyük baba, Hazret-i Peygamber mi daha kuvvetliydi, Hazret-i Ali mi?..

Beş - altı yaşındaki çocuk saffetinin içinden fışkıran bu sual, büyük babama hem çocuklara, hem büyüklere verilebilecek cevapların en güzelini verdiriyor:

-O kimseyle ölçülmez, O'nda peygamber kuvveti vardı.

Büyük babamın "O'nda Peygamber kuvveti vardı." sözünü, hecesi hecesine hiçbir ân unutmadım.

Allah büyükbabama rahmet eylesin...

Share this post


Link to post
Share on other sites

SELMA'NIN TABUTU

 

 

 

Kız kardeşim Selma öldü. Annem, ikinci kattaki salon - sofada, orta yerdeki sedirin üstünde, yüzünü tırnaklariyle gererek çığlık çığlık ağlamakta... Yanında onu sükûnete getirmeğe çalışan, mahzun tavırlı iki erkek... Dayılarım...

Üstünde beyaz gelin telleri uçuşan küçücük tabut, konağın selâmlık kapısından çıkıyor...

Annem Selma'cığın ölümünden öyle sarsıldı ki, ağır beyin hummasına tutuldu. O hastalıktan da kalkıp verem oldu.

Annemi büyük dayımın yanında, İsviçreye gönderdiler. Orada bir sanatoryumda bir müddet kalıp İstanbul'a döndü.

Bu devre benim, tekrar kitaplara dalıp hassasiyetimin en had derecelere ulaştığı çığır...

Hele Vaniköyünde, Serasker Rıza Paşa yalısındaki «Rehber-i İttihat» mektebinde, ilk defa tattığım yatılı talebe acısıyle, Rıza Tevfik'in «Selma sen de unut yavrum» şiirini okuyarak, Boğaziçi'ne bakan büyük pencereler önünde döktüğüm gözyaşları..

Selma'ya ait bir hatıram sonra sonra beni yakacak hale geldi:

Büyük babamdan kıpkızıl bir lira çeyreği kopardığım bir gün, onu Selma'ya göstermiştim. Yavrucağın elinde, hafifçe ısırılmış, mini mini dişlerinin izini taşıyan bir elma vardı. Lira çeyreği o kadar hoşuna gitmişti ki, o ebediyen mahzun, yahut hüzün ebediyetiyle dolu gözlerini bana dikmişti de:

-Ağabey, demişti; bu elmayı sana vereyim de o parayı bana ver! Biraz ısırdım ama, ziyanı yok, değil mi?

Pırıltılı lira çeyreğini vermiş, fakat elmayı da almak gibi bir gaflete düşmüştüm.

Sonra sonra dövündüğümü hatırlıyorum:

-Ah, niçin lira çeyreğini verdim de, hafifçe ısırılmış elmayı kendinde bırakmadım? Niçin «O da senin olsun!» diyemedim.

Hayatımın ilk büyük vicdan azabı budur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

ŞAİR

 

Mektepte lâkabım şairdir, bir de koca kafa... Küçük yaşlarda da kafam buydu; vücudum sonradan ona yetişti.

Şair aşağı, şair yukarı!... Benden bir kaç sınıf ileri olan Nâzım Hikmet de şair... Amma lâkapsız... Heveskâr şiirleri yazıyor.

 

...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Okuduğum ilk eseridir. Otobiyografi olduğu için budur.

Büyük Mürşid Abdülhakim Arvasi Hz. ile tanışmaları ve ona bağlanışını anlattığı eşsiz eser.

 

Manevi buhranları olanların okuması ve örnek alması gereken en önemli eserlerindendir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

selamlar,

 

ustadin o ve ben adli eserinden kucuk bir yazi iktibas ediyorum.en azindan bir sureligine dusundurecek gibi duruyor! hadi hayirlisi.

 

--

 

Kapali carsi'dan gecerken,karsilarina,tanidiklardan bir dukkanci cikmis:

 

-efendi hz.leri,dua edin de ALLAH,M.......Ummetinini kurtarsin!

bir levhaya yazilip kiyamete kadar bakilmak degerinde,bir cevap vermisler:

''siz bana M.......ummetini gosterin; ben de size onun hemen kurtuldugunu haber vereyim..nerede o ummet?...''

Share this post


Link to post
Share on other sites

ELVEDA

 

...

 

Erzurum; sonraları Anadolu'nun en saffetli yerlerinden biri olarak kalbime nakşedilen Erzurum'da, bu yere ve onun yerlisine ait ilk intibam yine ata bağlıdır:

Bir gün ahırımızda ariyet olarak bırakılan ve benim besleye besleye şişirdiğim, hattâ azgınlaştırdığım ata binmiş, çarşı tarafından geçiyordum. Her taraf kar... Kar iki yana tepeleme çekilmiş ve ortasında ancak tek adamın geçebileceği, üstüne kömür tozu serpili ince bir yol bırakılmış... Atım azgın... Kantarmaya abanmış, yavaşlamak bilmez bir hızla ilerliyor, dizginlere asılışıma hiç aldırmıyor, önümde baştan aşağı damalı bir çarşafa bürülü bir kadın yürüyor. Kadına çarpacağım! Ata hâkim olamamamın hicabiyle kadına haykırmak zorunda kalıyorum:

-Hey, hatun! Kenara çekil!

Nereye çekilsin?.. Kar yığının tepesine mi çıksın?.. Kadın dönüp arkasına bakmıyor bile... Var kuvvetimle dizginlere asılıyorum. At biraz yavaşlıyor, fakat kadına hafifçe çarpmaktan da kendini alamıyor. Birden dizginlere yapışan ve atı zınk diye olduğu yere mıhlayan bir el... Genç bir Erzurum dadaşı...

-Ata binmeyi bilmezsin! Zenne kişiye de çarparsın! Nola senin halin!

Korkunç hakaret!.. Bu hakarete hak verip geçeceğime onun daha büyüğüne lâyık bir adilikte bulunuyorum. Polis Müdürü dayımın mevkiine güven duygusuyla genç Erzurum'luya diyorum ki:

-Sen benim kim olduğumu biliyor musun?...

İşte o zaman Erzurum delikanlısı, beni hayran bırakan ve asla hatırımdan çıkmayan cevabını veriyor. Yüzüme nefretle bakıp atımın sağrısına bir tokat aşkediyor ve:

-İstersen vali paşanın oğlu ol, diyor; haydi çek git!

Ufukları, feza cüsseli bir pehlivanın sişkin kol adalelerini andıran dağlarla sınırlı, geceleri aya merdiven dayamak ve yıldızları yemiş gibi koparmak hissini verici, hiçbir şek ve şüphe karartısı taşımaz, berrak, sonsuz berrak bir madde çerçevesi içinde, işte en basit bir Erzurum delikanlısının tüttürdüğü mânadaki saffet ve asalet!...

Aradan uzun yıllar geçtikten sonra, güya Erzurumlu şair Kemaletten Kâmi'ye (Kamu) bu madde ve mâna hususiyetlerini anlattığım zaman, o benzetişime hayran olmuştu. Halbuki o, halis bir Erzurumlu, yahut Erzurumlu'nun halisi değil, tersiydi; En ucuz tarafından bir inkarcı, bir dinsiz...

Ne örümcek, ne füsun;

Kabe Arabın olsun,

Çankaya bize yeter!

 

Diyen adam...

Share this post


Link to post
Share on other sites

bu eser hayatımda dönüm noktası olmuştur..

 

bu eser memleketimizde ne yaptığını bilmeyen ve güya komunizme sosyalizme kapitalizme..,dünya da ne kadar sapık akım varsa onları karşı çıktığını zanneden,bu yola girmek isteyen,kitap okumak isteyen,okumayı sevmeyipte sevmek isteyen,dinini aşkla yaşamak isteyen...herşeyin en iyisini isteyen insanların ilk okuması gereken kitaptır..bu eser bana üstadı tanımaya başlamama yol açmış kendimi sorgulama fikrini bana aşılamıştır..bu eser bu eser bu eser!...

Share this post


Link to post
Share on other sites

OK MEYDANI

 

...

 

Düğümlenirken uzun yolların ufukta ucu,

Bugün de gelmedi, hasretle beklenen yolcu.

 

Ok Meydanı gezintilerimde içimi şiir rügâriyle şişiren demlerin bana aruz vezninde söylettiği ilk denemelerden biri...

İlk şiirlerimden biri (postayla göndermiştim) bir gazetenin edebî ilâvesinde çıktı. Heyecanım büyük... İsmimi matbaa harfleriyle şiirimin altında görünce, sandım ki dünya-âlem o ânda gazeteye eğilmiş beni okumakta... Elimde gazete, çarşıdan eve doğru yürürken, nargilesini çeken kasap, esneyen bakkal, sırıtan manav ve şunun bunun, yanıma koşup:

-Tebrik ederiz Necip Fazıl Bey! İşte şöhrete kavuştunuz!

Dememelerinden âdetâ hayretteyim.

Bahriye Nezaretinden aldığım tahsil vesikasında, sonradan ilâve edilen dördüncü sınıfı bitiremediğim kayıtlı olduğundan bununla "Darülfünun"a kabûl edilip edilmeyeceğim bir meseleydi. Hiç uğraşmamaya, hakkımı tespit ettirmek için zahmete katlanmamaya karar verdim.

O zaman, ya lise, yahut yüksek mektep diplomasiyle, olmazsa imtihanla girilen "Darülfünun" kapısındaki istekli kalabalığa karıştım ve imtihanı parlak şekilde kazandım

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir arkadaşımın sofi olmasına vesile olan kitaptır. Okuduktan sonra 'ben de sofi olucam' diyerek soluğu adıyaman menzilde nakşibendi yolunun gözbebeği seyyid abdulbaki hazretlerinin yanında aldı.

 

Üstad kimbilir daha nice böyle güzelliklere vesile olmuştur.

 

Nacizane tavsiyem, yollara düşünüz, arayınız, bir mürşide varınız, varınız, ölüm gelmeden varınız kardeşlerim...

 

Üstadı hakiki manada anlamak isteyen ve daha da önemlisi kendi menkibesini, kendi Allah a giden yolunu keşfetmek isteyenler bir mürşide varmak zorundadırlar,

 

 

Allah dostlarını sevenler, gün gelir onlardan olurlar....

Share this post


Link to post
Share on other sites

O VE BENi okudum ve ÜSTADin hitabi ile büyülendim diyebilirim

AMA BAZEN RESULULLAHI mi kastediyor yoksa ABDULHAKIM ARVASI hazretlerini mi diye kendime sordum acikcasi

 

AMA insallah herkes okur birgün

SELAMETLE

Share this post


Link to post
Share on other sites

İŞ BİLMEKTE VE TATBİKTE

 

Tefecilere ve tefeciliğe göre bir fark belirtmesi gereken ve iktisadî nâzım rollerini inkâr mümkün olmıyan bankaların aldığı faiz için:

 

«Bu namla almamak, ücret ve masraf karşılığı diye almak lâzım...»

 

Buyurmuşlardı.

 

Bankada çalışan bir memurun aldığı aylık da, kâr yekûnunda faiz ifade eden şeylerle ifade etmeyen şeylerin birbirine karışması ve neyin nereden geldiğinin bilinmemesi yüzünden kendini kurtarıyordu.

 

Her işde kurtuluş ve rahmet yolu bu kadar açıkken, Tanzimattan beri işlerin ve hele baş iş dinin aslını görebilen çıkmamıştı. Yâni, ya lâfta iman, ya gerçekte küfür yobazı elinde haraplık, perişanlık...

 

Yekpare, bölünmez, fedakârlık ve pazarlık kabul etmez mukaddes vâhidleri, zaman ve mekâna tatbik liyakatinde insandan, dört yüz yıldır eser yok...

 

 

O VE BEN...

Share this post


Link to post
Share on other sites

üstadın okuduğum en nadide kitabıdır benim için,kesinlikle kitaplığınızda bulunması gerek 1 numaralı kitap diyebilirim .kitabı okuyacak arkadaşlara tavsiyem önce üstadın babıali kitabını daha sonra o ve ben i okumalarını tavsiye ederim.çünkü hayatının ilk evresi babıali kitabında anlatılmaktır.

 

 

 

 

 

 

beni kimsecikler okşamaz madem

öp beni alnımdan sen öp seccadem!!!

Share this post


Link to post
Share on other sites

benim de hayatımda en kıymetli diyebileceğim kitaplar arasında "O ve Ben".Bitmesin diye yavaş yavaş okurdum.Hemen ardından Başbuğ Velilerden 33 adlı eserle pekişti mürşid arayışım.Tam iki sene sonra Allah nasip etti ve Ş.efendi hz.lerine bağlandım.Hayatımın sonuna kadar yalnızca şükretsem yine de yetmez bu lütfu beyana.Benim Efendim: Şeyh Nazım Kıbrısi el Hakkani Hz.leri.Allah makamını yüceltsin.

Share this post


Link to post
Share on other sites
benim de hayatımda en kıymetli diyebileceğim kitaplar arasında "O ve Ben".Bitmesin diye yavaş yavaş okurdum.Hemen ardından Başbuğ Velilerden 33 adlı eserle pekişti mürşid arayışım.Tam iki sene sonra Allah nasip etti ve Ş.efendi hz.lerine bağlandım.Hayatımın sonuna kadar yalnızca şükretsem yine de yetmez bu lütfu beyana.Benim Efendim: Şeyh Nazım Kıbrısi el Hakkani Hz.leri.Allah makamını yüceltsin.

Allah efendinizin yolundan sizi ayırmasın. Ne güzel; kardeşlerimin kamil-i mürşid eteğinde görmek beni mutlu kılıyor..

 

 

Aramıza da hoş geldiniz..

Share this post


Link to post
Share on other sites
Tam iki sene sonra Allah nasip etti ve Ş.efendi hz.lerine bağlandım.Hayatımın sonuna kadar yalnızca şükretsem yine de yetmez bu lütfu beyana.Benim Efendim: Şeyh Nazım Kıbrısi el Hakkani Hz.leri.Allah makamını yüceltsin.

Şeyh Nazım Kıbrısi el Hakkani Hz.leri hakkında biraz bilgi verebilirmisiniz

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendim, mazur görür iseniz ben yanıtlayayım. Arkadaş, sanırım tekrar siteye giriş yapmadı.

 

Şeyh Nazım-ı Kıbrısi hazretleri; Nakşibendi tarikatının, kollarından(tam olarak bilmiyorum hangi kol olduğunu) birinin şeyhidir. Kendisinin, Avrupa,Amerika gibi Batı ülkelerinde çok müridi vardır. ABD'de 10.000 kişinin İslam'la  şereflenmesine vesile olmuştur. Kıbrıs'ta doğduğu için, Kıbrıs-i denir.

 

1999 senesinde, Star tv'ye verdiği röportajda;

 

-Efendim, Prens Charles'in müslüman olduğu söylenmekte...

 

--Hüseyin Charles O

 

-Müslüman mı yani?

 

--Evet

 

-Peki, kendisi ile görüştünüz mü? Vesile oldunuz mu?

 

--Manevi himayemizdedir.

 

-Görüştünüz mü yani?

 

--Görüşmeye gerek yok..

 

...............

 

Aynı röportajda

 

-Efendim, Nakşibendi olarak büyük bir gücü elinizde tutuyorsunuz

 

--Evet. Tutuyoruz. Ne yapalım. Sultan olacak değiliz ya bu yaştan sonra. 100 milyondan fazla Nakşibendi var dünyada.

 

.............

 

-Efendim, İngiliz Lordlar Kamarası'ndan da müridleriniz varmış?

 

--Evet var. Bütün sultanları Nakşibendi yapıcam.(gülüyor bu sırada kendileri, sakallarıyla oynayarak)

 

..........................

 

Cübbeli Ahmet Hoca'da kendisini ziyaret ettiğinde;

 

-Efendim .....(ismini hatırlayamadım şuan kusura bakmayın) Efendiyi ziyaret ettiğiniz gün; hazret; "Allah'ım bana bugün kutuplardan(evliyanın büyüklerinden) birini gönder" diye dua etmiş. Siz gitmişsiniz o an.

 

--Hıı. Kütük demiştir o.

 

...................

 

 

 

Mübarek çok şakacı, ve bakmaya doyulmaz bir yüzü var....

 

 

 

Allah şefaatlerine nail eylesin.. 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kendileri dünyaca tanınmış Nakşibendi Şeyhidir. Maneviyâtı çok yüksek bir şahsiyet... sohbetlerini dinlemenizi tavsiye ederim.

 

Ayrıca kendileri Kıbrıs Lefke şehrinde 5 Haziran 2009 Cuma günü yaptığı sohbetinde Manevi Varisinin Şeyh Mehmed Adil Hakkanî olduğunu açıkladı...

 

...

 

Şeyh Muhammed Nazım Kıbrısî Hazretleri hakkında kısaca bilgi :

 

 

Kıbrıs’ın Larnaka şehrinde 21 Nisan 1922 tarihinde doğdu. Soyu, baba tarafından, Abdülkadir Geylani’ye, anne tarafından ise Mevlana Celaleddin Rumi’ye dayanır. 1940 yılında liseyi Kıbrıs’ta bitirdikten sonra iki ağabeyi ve bir kız kardeşinin yaşadığı İstanbul’a gitti. İstanbul Üniversitesi’nde Kimya Mühendisliği okudu. Mühendislik eğitimi sürerken biryandan bazı alimlerden Akaid, Fıkıh, Tefsir ve Hadis dersleri aldı. Manevi bir işaret ile mürşidi olarak gösterilen ve 1936’da Yalova’dan hicret ederek Şam’da yerleşen Şeyh Abdullah Dağıstani vasıtası ile Nakşıbendi tarikatına intisab etti. 1952 yılında Şam’a yerleşip mürşidi Abdullah Dağıstani’nin müridlerinden Hacı Emine Hanım ile evlendi. 1973 yılında mürşidi Abdullah Dağıstani’nin emri ile Nakşıbendi tarikatını Avrupa ve Ameriak kıtaların taşımak ile görevlendirildi. O tarihten sonra tyaptığı irşad çalışmaları ile pek çok insanın İslam ile müşerref olmasına ve sufilik öğretisini benimsemesine vesile oldu. Bugün Avrupa’nın tüm ülkelerinde Japonya’dan Peru’ya; Arjantin’in Patagonya bölgesinden Endonezya’ya kadar dünyanın dört bir yanında birer mürşid olarak eğittiği vekilleri vasıtası ile etkinliği devam etmektedir. Komünizmin yıkılması sonrasında Özbekistan ve Dağıstan gibi tasavvuf tarihinin ve Nakşıbendi silsilesinin önemli merkezlerini barındıran eski Sovyet Cumhuriyetleri’ni ziyaret eden Şeyh M. Nazım Kıbrısî bu bölgelerde müridliğe kabul ettiği ve yetiştirdiği temsilcileri vasıtası ile tasavvufi kökleri yeniden canlandırmıştır. Kıbrıs’ın Lefke ilçesinde kurmuş olduğu merkez dergahında dünyanın her köşesinden kendisini ziyarete gelmiş ve her sosyal statüde dervişleri görmek mümkündür. Son zamanlarda sufilive.com sitesinden naklen canlı olarak yayınlanan ve İngilizce olarak verdiği sohbetleri ile tasavvufi irşad çalışmalarına dünya ölçeğinde yeni bir boyut getirmiştir. Dünyanın her köşesinden kendisine intisab etmek isteyen ancak KKTC’ye ulaşma ve yüzyüze biat alma imkanı bulamayan talibler için de 2007 yılından bu yana internet sayfalarında ayrıntıları yayınlanan bir içtihadı ile on-line biat kapısını açmış ve tasavvuf tarihinde şimdiye kadar bir benzeri ancak uzaktan mektublaşma şeklinde örneği görülen yepyeni bir irşad yönteminin de öncüsü olmuştur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Merhabalar,

Foruma yeni katıldım..Ben şimdi bu kitabı okumak istiyorum ve şu anda bulunduğum şehirde ne gariptir ki bulamıyorum kitabı..Sizlerden bu kitabın içeriği hakkında biraz bilgi istiyorum..Kitabı alıp okuyana kadar..İnşallah tabii..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Merhaba, hoşgeldiniz.

Üstad'ın beğenerek ve haz alarak okuduğunuz şiirlerinin çıkış noktası olan iman aşkıyla dolu ruhunun kim tarafından nasıl yoğurulduğunu, Üstad'ın İslam ve iman şuurunu nasıl kazandığını ve sanatkârlık gücünü cumhuriyetten beri horlanan, küçümsenen, gerilik olarak lanse edilen bu hak yolda kullanmaya nasıl başladığını, "Tam 30 yaşımda kanlı bir fikir çilesinden ve nefs muhasebesinden sonra her bakımdan tek kurtuluş yolunu Müslümanlık'ta görmüş bulunuyorum!" demesine vesile olan Allah dostunu nasıl tanıdığını, kısaca Üstad'ı Üstad yapan zât-ı mübarek ile tanışmadan önceki ve sonraki hayatını ve daha fazlasını bulacaksınız bu kitapta. Üstad'la birlikte Üstad'ın mürşidini de, o Allah dostunu da tanıyacaksınız Üstad'ın kaleminden. Kitabın başlığında yer alan "O" zamiri, Üstad'ın mürşidi olan Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerine işaret etmektedir.

Bu konunun toplam 3 sayfa tutan diğer mesajlarında da kitabı okuyanların fikirlerine ve kitaptan yapılmış iktibaslara ulaşabilirsiniz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu kitabı okuma isteğim günden güne artıyor ama gariptir ki kitabı kolay kolay bulamıyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...