Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nfk321

Kendi Halinde Bir Maraşlı Sütçü İmam

Recommended Posts

Bilirsiniz tehditle, baskıyla, cinayetle genelkurmay başkanlığını gasp eden Enver Paşa rütbeleri üçer beşer atladığı için acemice işler yapar. Sadece koltuk heveslisi olsa neyse, üç beş yıl oturur kalkar. Ama öyle değil işte, bu serüvenci subay sırf Almanları korumak ve kollamak uğruna koca devleti savaşa sokar. Şu anda üzerinde 27 devletin yer aldığı 20 milyon kilometrelik bir imparatorluğu ateşe atar. Enver Paşa Berlinin sıcak ve ışıltılı salonlarında bıyık burup çalım satarken, Anadolu çocukları yaralarına ot basar, çarık kemiremeyenler acından kıvranırlar. Düşünün Mekteb-i Tıbbiye gibi bir okulda talebe, Kastamonu gibi bir vilayette erkek kalmaz. Sadece Çanakkalede 250 bin yedek subay (muallim, mühendis, mimar) şehit olur, 110 bin evladımız, çöl kıyafetleri ile (Yemenden getirilmişlerdir) buzlu doruklara (Allahuekber Dağlarına) sürüldükleri için mermi atamadan donarlar. İnanın İttihatçıların bu millete yaptığını Rumlar, Ruslar yapmaz. Enver, Talat, Cemal üçlüsü Çanakkale haricindeki bütün cephelerde (Süveyşte, Kut-ül amarede, Galiçyada) yenilir, Devletimizi parasız pulsuz, milletimizi silahsız, ordusuz bırakırlar. Mondros mütarekesine oturduğumuzda atacak mermimiz, sürecek askerimiz, hâsılı söyleyecek sözümüz kalmaz. Adamlar idam fermanımızı önümüze koyarlar ki buna göre İtilaf Devletleri güvenlik bahanesiyle herhangi bir yeri işgal hakkına haiz olurlar. İngilizlerin gözü Musuldadır ama öncelikle Kilis, Antep ve Maraşa sulanırlar. Bi haller olur...

15 Şubat 1919 tarihli telgraf emriyle Maraştaki askeri ağırlığın Ceyhan Nehrinin batısına kaydırılması istenince düşmanların maksadı ortaya çıkar. Tehlikeyi hisseden çocuklarımız silah ve cephaneyi ormanlık alanlara saklar, zor günlere hazır olurlar.

Maraşlı Ermenilerin bir eli yağda bir eli baldadır, henüz millet-i sadıkalıktan güruh-u sabıkalığa geçmedikleri için memurluk yapar, üniformalar kuşanıp, madalyalar takarlar. Maraşta ne kadar göze çarpan dükkan varsa onlardan sorulur, adamlar bal kaymak yer, köşklerde, kaşanelerde otururlar.

Ancak Mondrosun ardından Ermenilere bi haller olur, gül gibi geçinip giden adamlar ayağa kalkarlar. Hele işgal kuvvetleri yaklaşınca maskelerini hepten atar biz buyuz demeye başlarlar.

Şehirdeki Trasanta rahipleri alelacele bir bando takımı kurar, İngiliz ordusunu muhteşem bir kortejle karşılarlar. Ardında çiçekler, buketler, allanmış pullanmış kızlar... Çalımlı çalımlı hükümet caddesinden geçer, Şeyhadil mevkiinde süvari alayıyla buluşurlar. Nasıl gulgule, nasıl şaşaa? Maraşlılar o günü (22 Şubat 1919) ve o acıyı unutamazlar.

Osmanlıların güvenip masa başına oturttuğu, önlerine hokka divit koyduğu azınlıklar bile şirazeden çıkar, akıl almaz taşkınlıklar yaparlar. Sebeplendikleri çanağa tükürür, kahrolsun padişah diye haykırırlar. Yıllardır Türklerin hoşgörüsüne sığınan çapulcular nasırımıza basar, sabrımızın sınırlarını zorlarlar.

■ İşgali tanımaz

Ermeniler Uzunoluk Caddesini boydan boya geçer ve İngiliz desteği ile kışlaya saldırmaya kalkarlar. Teğmen Cemâlin emrinde hepi topu bir bölük asker vardır ama tereddütsüz kılıçlarını çeker, çarpışma vaziyeti alırlar. İngiliz komutan Max Andrio bakar işin şakası yok, yürüyüş istikametini değiştirir ve ilk sürtüşmeyi vukuatsız atlatırlar.

Bilirsiniz yabancı okullar, yabancı okullardır ve daima işgalcilere mekân olurlar. Nitekim İngilizler de karargâhlarını Amerikan Kolejine kurarlar. Max Andrio, hükümet binasına bir subay yollayarak mütareke hükümleri gereğince Maraşı işgal ettiklerini bildirir ve gerekçeye güvenliği sağlamak gibi bir kulp takar. Mutasarrıf Ata Bey Maraş sakin bir şehirdir diye itiraz eder, burada vakayı adiye bile olmaz. İşgal için bir sebep göremiyorum ancak misafir olarak geldiyseniz başımızın üstünde yeriniz var. Kısacası ve kibarcası işgali tanımaz.

■ Aynı kıbleye dönünce

İngiliz kuvvetlerindeki askerler ekseri Hintli Müslümanlardan seçildiği için Maraşlılarla takışmazlar. Halk da onlardan rahatsız olmaz. Hatta zaman zaman yan yana saf tutar, sımsıcak dostluklar kurarlar.

Ermeniler havayı germek için çok uğraşır, tenhada yakaladıkları köylüleri öldürmeye başlarlar. Ellerinin kanı kurumadan işgal komutanına çıkar, akla gelmedik şikâyetlerde bulunur, habire iftira atarlar. Kimi satıp parasını aldığı gayrimenkulün Türkler tarafından işgal edildiğini söyler, kimi iki yalancı şahit bularak sahte alacaklarını tahsile kalkar. Yıllar evvel Türklerle evlenerek çoluk çocuğa karışan Ermeni gelinleri tehdit eder, sen gönlünle gitmedin, kaçırıldın der, yuvalarını yıkmak için baskı yaparlar.

Şüphesiz bu gelişmelerden Sütçü İmam da bizardır ama Lâ havle... çeker içine atar. Ezanını okur, camisini süpürür, şadırvanı paklar. Artan zamanlarda süt yoğurt satıp çorbacağızını kaynatmaya bakar...

Mütebessim müezzin Sütçü İmam

Sütçü İmam ne iş yapardı" diye sorulsa, çoğumuz "imam" deriz.

Hayır. "İmam" adıdır ve yine adı üzerinde "sütçülük" yapar...

Gelelim hikâyemize, imam ilme meraklı bir çocuktur. 0 da akranları gibi rahle-i tedristen geçer ama ma halle mektebinden aldıklarıyla doy­maz. Sohbet sohbet ariflerin, abidlerin peşinde dolanır, ulemadan hisse kapmaya bakar. Babası Kireççi Ömer ile Annesi Emine Hatun onu İstanbullarda okutmayı çok arzularlar. Arzularlar ama paranın gözü kör ol sun, üç kuruşu üst üste koyamazlar.

İmam, çok okur, çok dinler, ken dine göre notlar tutar. Ciddi bir âlimdir ama diploma icazet peşinde koşmaz. Adı İmam olsa da imamlık yapmaz. Lakin müezzinliği kimsele re bırakmaz. Hizmetine koştuğu ca miyi çiçek gibi temizler, gözü gibi bakar. Kış günleri herkesten önce gelir sobayı yakar. Camları siler, pi rinçleri ovar, mermerleri yıkar, ortalık mis gibi gül suyu kokar. Kandilleri, peşkirleri, ibrikleri, takunyaları, hasır ları, tabutları hep ondan sorarlar. İmam, herkese hesap verir ama kimseye iş buyurmaz. Bu işlere mu kabil tek kuruş ücret almaz. Maişeti ni mi? Süt, yoğurt satarak karşılar.

■ Şikâyetler bıktırınca

Maraş'a yerleşen İngiliz İşgal or dusunun tecrübeli komutan Kolonel Max Andrio uyanık bir adamdır, iddi alar, iftira çıktıkça Ermenilerden sıkıl­maya başlar. Ama yine de şehir eşra fını karargâhına davet eder, iki yerli papazın yanında "bundan böyle azınlıkları üzecek hareketlerde bulun mayın" der, tabiri caizse adamların gazını alır, bir nevi pansuman yapar.

Bunun üzerine söz alan Şeyh Ali Sezai Efendi veciz bir konuşma ile iddiaların asılsız olduğunu ispatlar. Her şey o kadar nettir ki papazlar sükût eder ve "arkadaşın görüşle rine katılıyorum" demek zorunda kalırlar.

O günden sonra İşgalciler Erme nilere yüz vermez, ne yalan söyleyelim Türklere de mülayim davranırlar. Mahalli hükümetin işlerine karışma maya, Osmanlı zaptiyesine müda hale etmemeye çalışırlar. Yine de gâvur gâvurdur, mesela bir zaman lar Maraş'ta Sancak Beyliği yapan İsmail Kemal'i sebepsiz mesnetsiz tevkif eder, içeri tıkarlar.

■ Huzur batınca...

Ermenilerin keyfi beyde yoktur gelgelelim adamlara huzur batar, yeni bir şikâyet dalgası ile İşgal Or dusu karargâhını ablukaya alırlar. İş­galcilerin siyasi komiseri Mısırlı Ha san Rufai: "Biz buraya asayişi temi ne geldik. Hukuki işleriniz için müra caat mercii hükümet daireleridir" deyip adliyenin yolunu gösterince bir anda İngiliz aleyhtarı kesilir ve o günden sonra Fransızlara oynarlar.

Hasılı Mısırlı Hasan Rufai ile Şeyh Ali Sezai arasındaki dostluk halka da yansır, kimsenin başı ağrımaz.

Hoş, İngilizlerin gözü Anadolu'da değildir, onlar petrol yataklarına su lanırlar. Nitekim ne yapar, yapar (Su riye İtilafnamesi ile) Musul'a el atar­lar. Sus payı olsun diye Maraş'ı, Antep'i ve Urfa'yı Fransızlara bırakırlar. Yol gözükmeli olunca Hintli Müs lümanlar Türklere gizli gizli silah ve cephane sızdırırlar. Hele Maraş'ın Fransızlara devri "netleşince" riski göze alır, sandık sandık mermi bıra kırlar.

■ "Fransız" kalırlar

İngilizlerden aradıklarını bulama yan Ermeniler yeni işgalcileri dört gözle bekler, Çukurova'da halka kan kusturan Fransızlardan çok şey umarlar. Türkler Fransızların Ma raş'a girmesini önlemek için miting ler yapar, İngiliz ve Amerikan makamlarına mektuplar atarlar. Lâkin ordusu kalmamış bir milleti kimse kaale almaz.

29 Ekim günü Fransız öncü kuv vetleri Yüzbaşı Julie komutasında Maraş'a gelir. 30 Ekimde de De Fontzine komutasında 1000 Fran sız, 500 Cezayir asıllı asker ile Fran sız üniforması giymiş 400 Ermeni, Maraş'ı işgal etmeye başlar.

Ermeniler çok sevinir adeta zil ta kıp oynarlar. Setirek isimli bir Erme ni tüccar şehrin kıvrak davulcusu Abdal Halil'i tutmaya kalkar ancak Halil önüne konulan mangırları Setirek'in yüzüne çarpar. "Kasnağı altın la doldursan olmaz" der, "ben kar deşimin bağrına tokmak vuramam!" Ermeniler işgal ordusunu taşkın gösterilerle karşılar, bilinen çılgınlık ları tekrarlarlar. Bu alengirli alâyişlere Fransızlar bile şaşar.

■ Önce teşkilat!

Derken 2 bin Fransız lejyoneri da ha şehre girer. Aralarında az sayıda Cezayir ve Tunuslu'ya mukabil ek seriyetle Avrupalı Ermeniler yer alır­lar. Bunlar da tezahüratlarla karşıla nır, Hıristiyan kadınları, işgalcileri öpücüğe boğarlar. Gençler "Ay doğdu gün doğdu, Maraş Ermenis tan oldu" diye bağrışır, bütün Türk lere ve hassaten Padişaha sövüp sayarlar.

Maraşlılar heyecana kapılmaz, hadiseleri ölçer, tartar, hangi hare ketin neye mal olacağını hesaba ça lışırlar. Adamlar Kilikya Devleti hül­yasına kapıldıklarına göre çatışma kaçınılmazdır ama öncelikle teşkilatlanmaya bakar, ayaklarını sağlam basarlar.

Hemen bir araya gelir vazife tak simi yaparlar. O günden sonra Çavuşlu Mahallesini Çuhadar Zade Hacı Mustafa'dan, Bektutiye'yi Ser Müsevvid Ahmet Efendi'den, Restebaiye'yi Halil Zade Ahmet'ten, Acemliyi Evkaf Memuru Evliya Efendi'den, Kayabaşı'nı Tapu Me muru Faik Efendi'den, Divanlı'yı Hasan Bey'den, Ekmekçi'yi Sapsız Ha cı Efendi'den, Cığcığı Nasrullah Efendi'den, Alemli'yi Dülkadiroğlu Süleyman Bey'den, Hatuniye'yi Şeyh Ali Sezai'den sorarlar. Hızla para, silah ve erzak toplar zor günle re hazır olurlar...

Gözü kara mücahit Sütçü İmam

Fransızlar yöredeki menfaatlerinin devamı için azınlıkları kullanır, Maraş merkezli Kilikya Devletinin alt yapısını hazırlarlar. Bu devlet sözü terennüme başlanınca Ermeniler yerinde oturamaz olur, sokaklara çıkarlar. Müslümanlara hakaret eder, din ve mukaddesatımıza dil uzatırlar.

Fransızlar sömürgecilikte İngilizler kadar mahir değildirler, gaf üstüne gaf yapar, pot üstüne pot kırarlar. Halkın nabzını tutamaz, belki de bilerek ve isteyerek Ermenilerden yana oynarlar. Öyle ki Agoplar, Artinler, Mıdırgıçlar şehri keşfe çıkar şu minareyi yıkalım, buraya çan takalım... Bu evi sen al, ötekini bana bırak deyip kendi kendilerine gelin güvey olurlar.

İşgalciler keyfî ev baskınlarında ekmek bıçaklarına bile el koyar, sakinlerini tutuklarlar. Liderlik vasfına haiz Türkleri eften püften bahanelerle içeri alırlar. Hele Şerefoğlu ve Çakıroğlu köylerini yaylım ateşine tutup katliam provası yapınca Türklerin sabrı taşmaya başlar.

■ Anladıkları dilden

Ermeniler 31 Ekim 1919 günü hepten zıvanadan çıkar, arkalarını Fransız askerlerine dayayınca saldırıların dozunu artırırlar. Şarap imalatı ile uğraşan bir Hıristiyan mahzenindeki yıllanmış fıçıları caddenin ortasına çıkarıp lejyonerlere sunar. Askerler çakır keyif olunca sırtlarını sıvazlar, Türklerin üstüne salar.

Bu sarhoş güruh Hükümet konağının kapısındaki nöbetçi askere sataşır, git bize kadın bul diyecek kadar sırnaşırlar. Derken yoldan geçmekte olan bir posta müvezziine saldırır, garibe tekme tokat girişir, ağzını burnunu kırarlar.

O gün nedense çok kasvetlidir, vakit geçmek bilmez, halkın içini bir sıkıntı basar. İkindi üzeri bir grup Fransız askeri ve Ermeni milis kışlalarına dönerken Uzunoluk Hamamından çıkan Türk hanımlarını sıkıştırırlar. Yanında çocuğu olmasına rağmen genç kadına sarkıntılık yapar, Burası artık Fransız müstemlekesi oldu güzelim. Öyle başörtüsüyle gezemezsiniz, açın da yüzünüzü gözünüzü görelim diye yılışırlar. Mütecavizlerden biri kadıncağızın peçesini pençeleyince garibim baygınlık geçirir, zemin ayaklarının altından kayar. Çocukcağız ne yapsın, hemen Kel Hacının kahvesine koşar gâvurlar anama saldırdılar diye bağırmaya başlar. Maraşlılar kahveden boşanır, saldırganları kuşatırlar. Ancak milisler silaha sarılır, kalabalığa kurşun yağdırırlar. O hengâmede Çakmakçı Sait şehit düşer, Gaffar Kabuloğlu Osman ve birkaç genç yaralanırlar. Adamlar buna rağmen ne kadınları bırakır, ne de halkı dipçiklemekten cayarlar.

İmam Efendinin süt sattığı kulübe oralarda bir yerdedir. Doğu cephesinde askerlik yaptığı yıllardan kalma emektar emaneti çıkardığı gibi lejyonerlerin ensesinde biter ve tetiğe asılmaya başlar. Mütecavizlerden birini zıbartır, birini yaralar. Diğerleri tabana kuvvet kaçarlar...

Sütçü İmam tutuklanmayı bekleyecek kadar saf değildir, Nalbant Bekirden aldığı emanet atla derhal Ahır Dağını aşar. İncebel mevkiinden geçerken Süleymanlı tarafından dönen bir Fransız müfrezesi tarafından durdurulur. Ancak şehirdeki olaylardan haberi olmayan askerler, onu tehlikeli bulmaz, serbest bırakırlar.

Sütçü İmam Bertizin Ağabeyli köyünde Beyazıt oğlu Muharrem Beyin yanına sığınır, civar köyleri muhtemel bir direnişe hazırlar.

■ Suçu akraba olmak

İşgalciler ölen askerleri için büyük bir cenaze töreni düzenler ancak bütün çabalarına rağmen Sütçü İmamı bulamazlar. İntikam!.. İntikam!.. teraneleri ile ayaklanan Ermeniler sağa sola ateş açar. Ağzı salyalı militanlar Türkleri öldürüp kadınlarını alacaklarını, camileri yakacaklarını haykırırlar. Nitekim Zülfikar Çavuş oğlu Hüseyini göz göre göre vururlar. Fransızlar da aşağı kalmaz, Sütçü İmamın dayısının oğlu Tiyekli oğlu Kadiri tutuklar. Garibi domuz bağı ile bağlayıp burnunu, kulaklarını doğrarlar. Nihayet koyun gibi boğazlayıp Ermenilerin önüne atar, tekme tükürük yağdırırlar (1. Kasım 1919). Mazlum şehidin cesedini ibreti âlem için Hükümet konağı önünde teşhir eder, akılları sıra göz korkuturlar.

Görünen o ki Maraşlıların Fransızlarla çok işleri vardır ve içten içe örgütlenseler iyi yaparlar. O günlerde Arkbaşı, Devecili, Divanlı, Restebaiye, Acemli Mahalleleri birbirinden mesafelidir, aralarda bahçe ve bostanlar uzar. Ama evler bitişik nizam olduğu için kâh bodrumlardan kâh çatılardan irtibatı sağlarlar. Olmadı yer altından tünel kazarlar. Düşünün Sütçü İmam bu yolları kullanarak Maraşı dolaşır, kimsenin haberi olmaz.

Ama o çoğu kez arazideki direnişçilerle birlikte olur, zaman zaman şehre sızar, genç mücahitlere destek olmaya bakar.

Kahramanmaraşta düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmamı, düşmanın kovulmasından sonra Belediyede odacı kadrosuyla işe alırlar. Vazifesi ağır değildir, kaleye göz kulak olur, fidanları sular, iftarda, sahurda topu atar o kadar... Ancak söz konusu top çok eskidir ve bir gün kendini paralar. Sütçü İmamı da ağır yaralar. Onu Eytamhanede (yetimler evi) tedavi altına alırlarsa da ancak iki gün yaşar. Maraşlılar Unutulmaz mücahidi Çınarlı Cami haziresine defneder (1936) fatihasız bırakmazlar.

Acemi ve uçarı komutan Guvernör Andre

Maraşlılar Ermenilerin gitgide artan saldırılarından ve işgalcilerin yanlı tavırlarından sıkılmaya başlar. Şehrin ileri gelenleri 2 Kasım 1919da Fransızların Antepteki komuta merkezine gider, şikâyette bulunurlar. Hafif tehditvari bir üslupla olabilecekleri anlatır, vebali üzerlerinden atarlar. İngiliz ve Fransız komutanları ortak imzayla bir beyanname yayınlar, bundan böyle güvenliğin kesinkes sağlanacağını duyururlar. Ancak değişen bi şey olmaz.

Bundan birkaç gün sonra Fransızların Adanada bulunan Valisi Albay Bremond, Cebel-i Bereket (Osmaniye) komutanı Andreyi, Goueveneur Militaire Monsieur sıfatıyla Maraşa atar.

Ermeniler Andreyi parlak bir törenle karşılar (26 Kasım 1919) önceden hazırladıkları büyük bir Fransız bayrağını açarak Yaşasın Fransa, Yaşasın Kilikya sloganlarıyla ortalığı yıkarlar. Ermeni kızları zafer şarkılar söylerken, yeni yetme kopiller Türklere küfür yağdırırlar.

■ Çatışmaya çeyrek kala

Guvernör ve mahiyeti Cizvit rahiplerinin çaldığı marşlar eşliğinde Maraşa girerler. Jandarma Bölük Komutanı Mahmut Bey, Andre ile tercümanından başkasını hükümet binasına almaz.

Guvernör Andre, Mutasarrıf Ata Beyle bir müddet görüşür. Adam ilk elde kaleden Türk Bayrağını indirtmeye kalkar. Ancak Ata Bey asla geri adım atmaz monşeri eli boş yollar.

Hani yenilen pehlivan güreşe doymaz derler ya Andre rövanşı almak ister. Eşrafa birer tezkere çıkarıp, Kadir Paşa Konağına çağırır. Maraşlılar Boğazkesen Camiinde toplanır ve bu şımarık adamın davetine icabet etmeme kararı alırlar. Guvernör buna çok bozulur, tehditkâr bir dille, toplantının Cumartesi günü Belediye binasında yapılmasını emreder, eser gürler, tehditler peş peşe yağar.

■ Hayır mösyö!

Aynı gün akşamı (27 Aralık 1919) Ermeni liderlerinden Hırlakyanların evinde bir ziyafet tertip edilir. Yemekler neşeyle yenir, kadehler şerefe kalkar. Şarkılar, marşlar, şuh kahkahalar... Andre çakırkeyf olunca baloyu açmak için ortaya çıkar. Bir el işareti ile orkestrayı susturur, Ermenilere methiyeler düzen bir konuşmadan sonra herkese iyi eğlenceler diler ve Agop Hırlakyanın torunu müstakbel Ermenistan Prensesi Osep kızı Helenayı dansa davet eder. Militan kız Maalesef mösyö der, sizinle dans edemeyeceğim için müteessirim, zira kendimi hâlâ esir ve zelil görüyorum. Kalesinde Türk Bayrağı dalgalanan bir memlekette Fransızların hakim olduğunu, bizim emniyet ve hürriyet içinde yaşadığımızı kim iddia edebilir ki?

Baş döndürecek kadar güzel bir kız olan Helena tarafından reddedilmek Andreye çok koyar. Koca Guvernör, bu basit zokayı yutar ve O bayrak indirilsin! diye haykırmaya başlar. Askerler kaleye koşarken Helena kendini Andrenin kollarına atar. Çalgılar çılgınca çalar, içkiler su gibi akar. Artık piste çıkan çıkana, sabahlara kadar oynar kıvırır, dökecek kurt bırakmazlar.

28 Kasım 1919 Cuma sabahı Maraşlının en kara sabahı olur. Kale burcunda bayrağını göremeyen Türkler adeta yıkılırlar. Kısakürek ailesinden Avukat Mehmet Ali Bey, kalenin karşısındaki evinde hasta yatmaktadır. Nazlı hilali göremeyince kaleme sarılır, bir beyanname yazar. Bunları çoğaltır, Ulucami, Çarşıbaşı Camii, Sarayaltı Camii ve Arasa Camiinin görülebilecek yerlerine asarlar. Cuma namazına gelenler çok heyecanlanırlar.

Âlem-i İslâma Hitap

Ey millet-i necibe-i Osmaniye, vaktine hazır ol. Müminler 1300 küsur seneden beri Hazret-i Allah ve Peygamber-i Zîşan uğruna can verdiler. Ecdadımız kanı pahasına bu kaleyi fethettiler ve burcuna Al Sancağı diktiler. Fransızlar bayrağımızı indirip, yerine kendi bandıralarını çektiler. Şimdi bunu yerine koyacak birkaç yüz gayretli Müslüman yok mu? İğtişaş (coşkunluk) yapmayalım, yalnız pür vekar ve azamet olarak Al Sancağımızı yerine koyalım ve tekrar kemal-i mehabetle avdet edelim.

Korkma!... Korkma!... Seni buradaki birkaç Fransız kuvveti kıramaz. Sen mütevekkilen Alellah kendi mevcudiyetini gösterecek olursan, değil birkaç Fransız, hatta bütün Fransız milleti de kıramaz. 28 Teşrin-i Sani 335

■ Cuma hür olana!

O gün sanki bir ses halkı Ulucamiye çağırır, nasıl bir kalabalık iğne atsanız yere varmaz. Ezan-ı Muhammedi okunur, sünnetler kılınır. Rıdvan Hoca ayaklarını sürüyerek minbere çıkar ve benden hutbe okumamı beklemeyin der, zira hürriyeti olmayan bir millet Cuma Namazı kılamaz!

Caminin içinden bir gürültüdür kopar. Şerbetçioğlu Mehmet Sancağı çıkarın diye bağırır, cemaat minberdeki sancağı kaptığı gibi dışarı çıkar. Kalabalık sel gibi kaleye akar. Tekbir ve tehlil sesleriyle kaleye ulaşırlar. Fransız jandarmaları, silahlı bir çatışmayı göze alamaz, arka kapıdan kaçarlar. Zalhocaoğlu Osman bir kenara atılan Türk Bayrağını hürmetle öpüp başına koyar Allahuekber! diyerek yerine asar. Birkaç el silah atarak bayrağı selamlar ve dönüp namazlarını kılarlar.

O nasıl bir namazdır, nasıl anlatsak. Ağlamayı unutan bir millet doya doya hıçkırır, seccadeler gözyaşına kanar...

Bayrağa çarpınca Guvernör Andre

Ulucamiden boşalan cemaat bir anda kaleyi ele geçirip nazlı hilali göndere asınca Guvernör Andre hükümet konağının önüne gelir ve Mutasarrıf Ata Beyle tartışmaya başlar.

Guvernörün Ermeni tercümanı Vahan söze karışarak Bir bez parçası için bu kadar gürültü çıkarmaya ne lüzum var deyince halk hiddetle üstüne yürür. Ansızın tekme tokat yağınca Vahan fena tırsar. Bunun üzerine Guvernörün yaveri kamasını çekip erkeklenmeye kalkarsa da Nacarların Mehmet, kâfirin bileğine yapışıp, kamayı alır. Kocabaşların Nacioğlu Mahmut peş peşe patlattığı Osmanlı sillesi ile adamı buruşturup kenara atar. Guvernör Andre donar kalır, zira Türk jandarmaları süngü takmış beklemektedirler, bir işarete bakarlar. Mutasarrıf Ata Bey bir el hareketi ile çatışmayı durdurur ve sükûneti sağlar.

Guvernörünü ve yabancı askerlerini derhal şehirden at! Eğer sen bunları yapabilecek kudrette değilsen, biz yapacağımızı biliriz diyen Maraşlılara acele etmeyin der, bizim de bir bildiğimiz var.

İşte tam da o gün İslâhiyeden Maraşa gelmekte olan bir Fransız müfrezesi, Türkoğlunda pusuya düşürülüp imha edilir ki, Maraşlıların kuru gürültü olmadığını herkes anlar.

Ertesi gün dükkânlar açılmaz, pazar kurulmaz. Guvernör yanına tercümanını alarak sokağa çıkar. Aklı sıra ziyaretlerde bulunacak, halkı iknaya çalışacaktır. Ancak Maraşlılar onun yüzüne bile bakmaz, muhatap alıp tek kelime konuşmazlar. Nakip Camii önünden geçerken Aşıklıoğlu Hüseyin adlı kendi halinde bir genci çevirip sorar: Bir bayrak için bu kadar gürültü çıkardınız. İstesem hepinizi yok edebilirdim, yapmadım. Yarın top tüfek kullanacak olsam nereye kaçacaksınız? İnsan çoluk çocuğuna acımaz mı?

- Bayrağı görmemek için ya kör olmak ya da ölmek lazım. Kör olmadığımıza göre bizi öldürmen gerek. Maraş bize mezar olmadan, size gülzar olmaz!

Guvernör Andreye bu yeter, başını manalı manalı sallar, adeta karargâhına kaçar.

■ Harp mi lütuf mu?

Andre, 29 Kasım 1919 Cumartesi günü şehrin ileri gelenleriyle, ilim adamları, daire müdürleri, hakimler, komiser ve jandarma komutanı ile bir toplantı yapar ve ben memleketin imarına, tımarına, ahalinin refah ve mutluluğuna çalışıp lütufla muamele edecektim. Dün kuvve-i işgaliyem aleyhine kıyamda bulundunuz. Eğer isteseydim, bayrak için kaleye hücum edenleri makineli tüfekle taratabilirdim. Binlerce adam ölür ve yaralanırdı. (Sağ kolunu kaldırırarak) Bakın bu kolum kuvvettir, (sonra sol kolunu kaldırır) şu kolumda lütuf! Siz hangisine sarılmak istiyorsunuz? Amacınız harp yapmak mı, af dilemek mi? Söyleyiniz!

Şeyh Ali Sezai Efendi söz alır.

-Dört yüz küsur sene evvel Kanuni Sultan Süleymanın Fransa Devleti ve Milleti hakkındaki iyi niyet ve himayeleri tarihi hakikattir. Osmanoğulları Fransızları adil, medeni ve dost olarak tanıdılar ve mekteplerde lisanınızı okuttular. Sizden evvel İngilizler de şehre girdi, ama hükümet işlerine karışmadılar. Dini ve millî sembolümüz olan sancağımıza el uzatmadılar. Siz tarafsız hareket edeceğinize dair beyannameler yayınlamanıza rağmen aksine hareket ediyorsunuz. Ermenilerin işlediği hunharca cinayetleri görmezden geliyorsunuz. Bakın benden söylemesi bir daha sancağa dokunursanız bu halkı kimse tutamaz.

Guvernör, Mutasarrıf Ata Efendiyi gösterip Milletin galeyanına o sebep oldu deyince; Ali Sezai Efendi Hayır der, hadisenin müsebbibi sizsiniz. Size İslâm ülkelerinden senede iki bayram ve haftada bir Cuma Namazı kılındığı, bayrağın milletimizin istiklâl ve şerefinin alameti olduğu anlatılmadı mı?

Andre İnanın ben sancağın mütekidat-ı diniyenizden (dini inançlarınızdan) olduğunu bilmiyordum. Bilseydim kaleye asker koymaz ve onu kaldırtmazdım dese de Ermenileri arkalamaya devam eder ve işin çivisi çıkar. Bayrak olayında gururu kırılan Fransızların, yeni hamlelerle vaziyeti kurtarmaya çalışacakları aşikardır.

Bu yüzden şehir eşrafı Veziroğlu Mehmetin evinde toplanır, aralarında İlyas Zade Refet Efendi, Belediye Reisi Bekir Sıtkı, Hacı Naci ve Hacı Ahmet, Şişman Zade Arif, Dede Zade Mehmet, Hacı Nuri, Hafız Ali, Hacı Mustafa, Kısakürek Hacı, Fatmalıoğlu Derviş, Hüdayi Tahsin, Çanakoğlu Hüseyin ve Mühendis Abdüllatif Beylerin bulunduğu bir heyet kurarlar. Milletin ve vatanın selameti uğrunda feda-i can edeceklerine, hainlere (velev ki öz kardeşleri olsa bile) acımayacaklarına ve sır saklayacaklarına yemin eder, ölümü göze alırlar.

Derken Şekerli ve Hatuniye semtlerinde de teşkilatlanır, hepsi birleşip Merkez Heyetini kurarlar. Başkanlığa Arslan Beyi getirir şehri on bölgeye ayırırlar.

■ Teşkilat şart

Bunlar derhal işe girişir, para, erzak toplar, silah teminine çalışırlar. Tüccarlardan Hacı Nuri Bey hesap defterini tutar, Jandarma Komutanı Yüzbaşı Mahmut kurmay hassasiyeti ile planlar yapar. Guvernör Andre az hin değildir, teşkilatı ortaya çıkaramasa da bir şeyler döndüğünü anlar. Ermenilerle fazla yüz göz olduğu için pişmandır, zira bunlara iyilik yaramaz. Hatta cazibesi ile baş döndüren müstakbel Ermeni Prensesi Helena Hırlakyanın bile adını anmaz. Maraşın karışacağını hisseder ve bir an önce buradan yırtmanın yollarını arar. Paristeki dostlarını araya koyarak tayinini çıkartır 30 Kasım 1919 günü Antepe gidip yeni görevine başlar.

Kana susayan komutan General Queret

Maraş, Antep ve Şanlıurfadan sorumlu Fransız komutanı General Queret 6 Aralık 1919da bizzat Maraşa gelir. Yanında Albay Saint Mari gibi bir savaş kurdu ve 1500 kişilik bir muhafız gücü taşıdığı için Maraşlılara tepeden bakar.

Şehrin ileri gelenlerini hükümet konağına çağırarak bir toplantı yapar. O da diğerleri gibi önce alttan alır amaçlarının Maraşlılara yardım olduğunu söyleyerek peşrev yapar. Yollar, okullar vaad eder, ancak Batı medeniyeti terimini o kadar sık terennüm eder ki Türklerin içini bayar. Derken dişlerini göstermeye, yumruğunu sıkmaya başlar. Emredici bir ifadeyle Pazarcık civarlarında yol kesen Kılıç Alinin derhal yakalanarak teslim edilmesini isteyince Refet Hoca kehribar tesbihini şakırdata şakırdata ayağa kalkar, Kumandan Bey, kumandan bey! der, himayeden medeniyetten bahsediyorsunuz da biz sizden kötülükten başka bir şey görmedik. Maraşta kadınlara saldırılıyor, masumların canına kıyılıyor. Hem Ermenileri silahlandırdığınızı cümle alem biliyor. Bu kadar melaneti yapmaya gücünüz yetiyor da Kılıç Aliyi niye tutamıyorsunuz?

■ Ulufe istemiyoruz

Hele Şeyh Ali Sezai Efendi ortaya çıkıp yolunuz, okulunuz sizin olsun, ulufe isteyen yok deyince konuşulacak bir şey kalmaz. Bir karar alamadan dağılırlar. General Queret şuursuz bir şekilde şehirden çıkar, o hızla Antepe doğru uzar.

16 Aralık 1919 günü akşamı Çukuroba Camiine bomba atılması ve müezzinlere anırma diye hakaret edilip kurşun sıkılması üzerine, şehrin ileri gelenleri tarafından bir protesto name hazırlanır, General Querete gönderilir. Bu beyanname ile işgal kuvvetleri komutanlığı kibarca ikaz edilir, doğacak vahim neticelerin altı çizilir.

Bu arada Antep ve İslâhiyeden erzak ve silah getiren Fransız birlikleri Türk çetelerinin baskınına uğrar, hem imha olur, hem de malzemelerini kaptırırlar.

■ Tehdide tehdit...

Bu ciddi darbeler karşısında General Queret derhal bir bildiriyi yayınlar. Buna göre Üzerinde silah bulunduran Türkler, soruşturma yapılmadan kurşuna dizilecektir. Öldürülen bir Fransız askerine karşılık, Türklerden kura çekilmek suretiyle iki kişi öldürülecektir. Bir evden silah atılırsa, o ev yakılacaktır. Küçük bir olay bile meydana gelse o sokak makineli tüfek, bomba ve gazlı mermilerle tahrip edilecek kimsenin gözünün yaşına bakılmayacaktır.

Bu bildiri yüzünden halim selim bilinenler de direnişe katılır, tek yürek olurlar... Maraşlılar Querete anladığı lisandan cevap verir, öldürülen her Türke karşı üç Ermeninin öldürüleceğini ilan eder ve ilk cinayeti müteakiben mezarlıkta kıstırdıkları hainleri infaz ederek dediklerini yaparlar.

Görünen o ki bu saatten sonra çatışma kaçınılmazdır, hazırlıkları hızlandırsalar iyi yaparlar. 20 Ocak 1920 günü şehirde tansiyon iyice yükselir, dükkânlar kapanır ve fırtına öncesi sessizliği başlar.

■ Pamuk eller cebe

Maraşlılar direniş için ellerinde avuçlarında ne varsa ortaya koyar. Kadınlar kulaklarında, göğüslerinde, bileklerinde ne varsa sıyırıp atar, torbalar küpe, kolye, bilezik dolar. Ahmed Ağa adı üzerinde ağadır, ağır adamdır. O bile gümüş kakmalı kuka tespihini bir çomağa asar, bedeli cihada harcanmak üzere satılıktır, var mı alan diye bağırmaya başlar. Bir ara hüzünlenip yutkunur, gözünü sevdiğim Maraş der bu saatten sonra bize de tellallık yaptırdın ya...

Gerginliğin artması üzerine Queret geri adım atar. Kız Kolejinde dikiş nakış kursu açtırır, aklı sıra kadınları kazanmaya bakar. Ancak kursa tek Maraşlı katılmaz. Öyle ya Fırnız köyü kana bulanırken, Ahırdağında köylüler kurşuna dizilirken, Türk kahvelerine bombalar atılırken pileli eteğe fır fır yakıştırmakla uğraşacak değillerdir ya.

21 Ocak 1920 günü General Queret şehrin ileri gelenlerini toplantıya çağırır ve galeyan gelen halkı yatıştırmalarını ister. Ancak davet ettiği insanları nezarette tutunca işin çivisi çıkar. Maraşlılar hep birden ayaklanırlar.

■ Orduya karşı halk

Fransızların; bir piyade alayı, dört topçu, iki süvari bölüğü, dört zırhlı araçları ve 5000 kadar silahlı adamları (2 bini Ermeni gönüllü) vardır. Türklerin elinde ise 800 kadar mavzer, iki makineli ve mermisi olmayan bir top bulunur o kadar... Gerisi ne olsun, fitilli av tüfekleri, balta, bıçak, satır, nacak...

Silahsız olanlar bir düşman askeri öldürüp, silahına sahip olmaya bakarlar. Mücahit sayısı da 2 bini aşar.

Maraşlılar Kâtip Zade Mehmet Efendinin evini karargâh merkezi yapar, telgrafhaneyi ne olur ne olmaz diye Maksutlu Köyüne taşırlar.

Fransızların gözü şehir üzerindedir ancak Bertizden İncebele inen Eczacı Lütfi Bey (Köker) ve Cineviz Mustafanın adamları onları geriden kuşatıp kilitler, bir yere oynatmazlar.

Nitekim beklenen olur, işgalciler tarafından atılan kurşunla bir Türk jandarması yaralanır ve fırtına kopar. Maraşlılar da hükümete doğru ilerlemekte olan Fransız birliğine kurşun yağdırırlar.

Arslan Bey, savaşın başladığını ilan eden bir beyanname yayınlar: Arkadaşlar Allahın inayeti, Peygamberin ruhaniyeti, din kardeşlerimizin fedakârlığı ile her şey göze alınmıştır. Tek kişi kalana kadar vuruşacağız. Haydin! Gayret bizden, tevfik Allahtan!..

Adı gibi derler ya Evliya Efendi

Maraşı işgal eden Fransızlar asla yakın dövüşe girmez, güçlü toplarıyla Türk mahallelerini vururlar. Önceleri bir iki uyarı ateşinden sonra halkın korkup teslim olacağını sanırlar ama bekledikleri olmaz. Mücahitler 23 Ocak günü Antepten gelmekte olan bir Fransız kolunu Şeyh Adil mevkiinde pusuya düşürür, çoğunu öldürür, on ikisini esir alırlar. Derken Benli Ökkeş 17inci Senegal alayına bir baskın yapar.

Bu arada Kılıç Ali Bey, adamlarının bir kısmını gelmesi muhtemel takviye birliklerine mani olsunlar diye Aksu Köprüsüne bırakır, diğerleriyle şehre yerleşir, Arapkirli Çiftliğini karargâh yapar. Halkın maneviyatını yükseltmek için yayınladığı beyannameye Küffarla göğüs göğüse çarpışmak için aranızdayım. Allahın inayeti bizimledir, hiç şüpheniz olmasın yazar.

■ Evlerini yakarlar

Fransızlar 24 Ocakta Kayabaşı yönünden saldırırlar. Doğrusu muhkem bir kaleye dönen Abarabaşı Kilisesi baskı altına alınmadıkça işimiz zordur. Karakızoğlu Muhittin Bey ve Abdullah Çavuş birer teneke gaz dökerek kendi evlerini yakarlar. Alevler bölgedeki Ermeni evlerine sıçrar ve nihayet kiliseye atlar.

Yine Ermenilerin elinde olan Bulgurcu konağı kale gibidir ama Süleyman Usta da aynı oyunla künde atar, kendi evini ateşe verir, düşmanlar fırına dönen konakta barınamazlar.

26 Ocakta Zülkadiroğlu Süleyman Adanadan erzak ve mühimmat getiren bir kola pusu atar, İçinde Sütçü İmamın da bulunduğu çeteler İslâhiyeden gelen takviyeleri Karaçayda durdururlar. Benli Ali şehit düşse de büyük bir zafer kazanır, Fransızların elini kolunu kırarlar.

Bu arada Yüzbaşı Kamil (Polat) 200 kişilik bir süvari bölüğü ile Cancıkta karargâh kurar ve iki Şınaydır topuyla Kışlayı ateş altında tutar. Fransızlar zaten kaçak güreşir o günden sonra burunlarını çıkaramaz olurlar.

Ermeniler şehirde dolanan her haberi Fransız garnizonuna ilettikleri için Türkler asılsız haberler yayar Yeşil ordunun yolda olduğu ve birkaç gün içinde Maraşa gireceği şayiasını çıkarırlar. İşgalciler çok huzursuz olurlar.

■ Kilise mi kale mi?

Evliya Efendi Evkaf Dairesinden tekaüdünü bekleyen bir ihtiyardır ama mevzu cihad oldu mu gençlere fark atar. Hısım akrabasını etrafına toplayıp bir çete kurar. İlk işi dikiş yurdunu basmak olur. İçeriden kırkı dişi militan, 400 Ermeni çıkar. Alayını teslim alır, silah ve cephaneye el koyar. Türkler en çok tahkimli kilise ve konaklardan bizar olurlar. Evliya Efendi bunları tek tek yakarak unutulmaz hizmetler yapar.

Mesela 30 Ocak Cuma günü hakim bir noktada bulunan ve etrafını ateş altında tutan Tekke Kilisesini kuşatır ama kaleyi andıran binaya yaklaşamazlar. Evliya Efendi bir bakır güğüme çivi, nal parçaları ve barut doldurup fitil takar. Ağzını sıkıca kapatıp güçlü bir bomba yapar. Sürüne sürüne kilise duvarına kadar sokulur ve Ermenilerin bir boş anını yakalayıp güğümü içeri atar. Bu eğreti bomba beklenenden de büyük bir gürültü ile patlar, kilise alev topuna döner, dışarı çıkanları tek tek esir alırlar. Ancak bu arada Göllülü Yusuf Çavuş gibi bir kahramanı toprağa bırakırlar.

■ Kadınlar köylere

Şubatın girmesiyle savaş sertleşir. Fransızlar, kadın çocuk ayırmadan mermi yağdırırlar. Maraşın en gözde eserlerini Mevlevîhaneyi, Üdürgücü Camiini ve Belediye Dairesini yakarlar. Kulaklar patlama sesinden çöker, ortalık kan ve barut kokar. Yollara yağmur gibi kafa, kol, bacak yağar. Kadınlar ceset görmekten yıkılır, çocuklar çıldırmalı olurlar.

Bunun üzerine Maraşlılar savaşamayacak durumda olanları civar köylere yollarlar. Halkın Kaç Kaç adını verdiği göç kolay olmaz. Buzlu zeminde kara, tipiye rağmen ilerleyen kadınlar yumuk elli bebekleri göğüslerine basar nefesleriyle ısıtmaya çalışırlar. Civar köylüler bunlara evlerini açar, evladları gibi sahip çıkarlar. Bu harekât zor olur ama değer, şehirde sadece savaşçılar kalır ve çok rahatlarlar.

Maraştaki mücadeleye civar beldeler de bigane kalmaz, mesela Yörük Selim, Göksun ve çevresinden topladığı seksen süvari ve 120 piyade ile Sulutarla mevkiinden hücuma kalkar (2 Şubat 1920). Ancak kuzey kesimde arazi açık ve örtüsüzdür. Hedefledikleri kadar başarılı olamazlar.

Mıllış Nuri ve adamları Kuyucak mıntıkasında düşmanla göğüs göğüse savaşıp hâkimiyeti ele alırlar. Ancak aynı Mıllış bir mevzi haline çevrilen Kümbet Kilisesini berhava etmeye çalışırken şehit olur.

■ Haine acırsan!..

Derken Fransızların Martı Kolu, Yılanlıoğlunun pususuna düşer, hadise mahalline gelen takviyeler Ufacıklı çetesine hedef olurlar. Aynı zokayı tekrar yutar, Hacıahmetten baskın yiyen birlikler, Hasan Efenin kucağına düşer ve kırılırlar.

Maraşlılar, Fransızlarla boğuşurken Ermeniler yakaladıkları garipleri haça gerer, ellerine gözlerine kazık kadar çiviler çakarlar.

Şehirdeki Ermeniler her geçen gün mevzilerini kaybederler ama Tuzhanda külliyetli miktarda savaşçı bulundururlar. Evliya Efendi Tuzhana yüklenince, Ermeniler Katolik Kilisesi ile bedestene kaçarlar. Bedesteni de ateşe verince, Taşhana sığınırlar. Burada çok zor anlar yaşar ve nihayet beyaz bayrak açarlar. Teslim şartlarını konuşmak için Evliya Efendiyi kapıya çağırırlar. Mübarek adam vicdan sahibidir, onları rahatlıkla yok edecek güçte olmasına rağmen bunu yapamaz. Merhametten maraz doğar diyen adamlarını susturup ortaya çıkar. Tam kapıya yaklaşmıştır ki namlular mermi kusar, dalavereci Ermeniler affına sığındıkları mücahide zerre kadar acımazlar.

Evliya Efendinin şehâdeti ile adamları dağılır, direniş ciddi ciddi sekteye uğrar.

Maraşın Neronu Albay Norman

Maraşta savaş bütün hızıyla devam ederken, Ermeniler ekseriyette oldukları köylerde şeytanın aklına gelmeyecek işkenceler yapar, bebekleri duvarlara vura vura öldürür, ateşte kızartıp analarına yedirmeye kalkarlar.

Fransızlar da onlardan aşağı kalmaz köyleri basar, camileri yakar, Kuran-ı kerimleri yırtar, faciâ-yi şenâat yaparlar.

Bakın şu işe ki kiliseler karargâha dönmüşken misyonerler ellerini kollarını sallayarak halkın arasında dolanır, utanmadan papalığın şefkatinden(!) söz açarlar.

Doğrusu kışladan çıkamayan, Fransızların durumu da parlak değildir. 6 Şubat 1920 Cuma günü İslâhiye tarafından gelen bir Fransız uçağı şehrin üzerinde uçar, ısrarla kışla ile irtibat kurmaya bakar.

Bu arada Albay Norman komutasındaki takviye birlikleri Aksu Köprüsü civarında karargâh kurar. Bu kuvvetler iki süvari bölüğü, iki piyade taburu ve biri uzun menzilli olmak üzere dört top bataryasından ibarettir. Düşünün sadece ağırlıklarını 400 araba kaldıramaz.

■ İki ateş arasında

Maraşlılar oturup istişare yapar bunları şehre sokmama kararı alırlar. Ama buna rağmen mani olamazlarsa yapacak şey kalır: Maraşı yakmak.

General Queret inat bir adamdır, elindeki bütün askerler erise de daha fazla Müslüman kanı akıtmaya bakar. Kim bilir, belki de yanı başındaki Ermeniler böyle akıl satarlar. Ancak Maraş cephesi dışarıdan daha berrak görünür, eğer Fransızlar katliama devam ederlerse kışla düşecek ve topyekûn imha olacaktırlar. Nitekim Adana Valisi General Dufieuxdan geri çekilin mesajı gelir ve Querete söyleyecek söz kalmaz. Gelgelelim binlerce askeri ve onca ağırlığı toparlayıp çıkmak kolay olmaz, Fransızlar kayıpları asgariye indirmek için şaşırtmaca yapar, bombardımanı alabildiğine artırırlar.

8 Şubat 1920 günü Albay Normanın askerleri şiddetli bir topçu ateşiyle Mercimek Tepeyi adeta düzler ve buraya mevzi kurarlar. Sıtma Pınarı ve Aksuya yerleştirdikleri toplar da gürlemeye başlayınca şehir iki ateş arasında kalır, tutunacak dalımız kalmaz. Hâsılı 9 Şubat 1920 Pazartesi günü, durum iki taraf için tehlikeli olmaya başlar. Fransızlar canım Maraşı cayır cayır yakar, Türklerin cephaneleri çok azalır ama geri adım atmazlar.

Doğrusunu isterseniz Fransızlar da erzak bulamaz, günde bir öğün tayını güç çıkarır, hayvanları hepten unuturlar. Haberleşme hatları kesildiği için sağlıklı bilgi alamaz, fısıltılardan etkilenmeye başlarlar. Kendilerini kışlaya hapseder, adeta mahsur kalırlar.

Bir ara şehrin güneyindeki Ermenilere destek olmak için Binbaşı Corneloup komutasında on piyade ve üç makineli tüfek bölüğü çıkarırlar. Ancak o gün Türklerin baskısı daha da artar, böyle bir işe girdiklerine gireceklerine pişman olurlar.

10 Şubat 1920 Salı günü bombardımanının hızı artar, ancak Türkler mevzilerini terk etmez Fransızlara soluk aldırmazlar.

Maraşlılar Fransızların ısrarla belli bir sahayı ateş altında tutarak yol açma çabasında oldukları anlarlar. Ancak o günlerde çekilebileceklerini sanmazlar.

■ Bade harab-ü Maraş

General Queret çekilme planı üzerinde hassasiyetle çalışır. Nitekim 10 Şubat akşamı çantaları sırtlanırlar. Maksatlarını maskelemek için şehri son defa top ateşine tutarlar. Atlarının ayaklarına keçeler sarar ve yükleri bırakırlar. Gıdaları imha eder, barutları ıslatırlar. Işıklı mermiler atılır atılmaz ricat başlar. Şehrin kuzeybatısından sessizce süzülür, Mercimek Tepeye ulaşırlar. Sıtma Pınarı mevkiinde kendilerini bekleyen Albay Normanın kuvvetleriyle buluşur, hesapta kurtulurlar.

Maraşlılar işgalcilerin kaçtığını ancak 11 Şubat sabahı anlar, derhal adam toplayıp peşlerine takılırlar. Bakın şu Allahın işine ki Fransızlar şiddetli bir tipiye yakalanır ve fazla uzaklaşamazlar. Ağırlıklarının büyük bir kısmı kar altında kalır, katiller telef olurlar. Maraşlılar paniğe kapılan düşmanı kolay avlar. Ta İslâhiyeye varıncaya kadar mermi yağdırır ve yüzlercesini kırarlar.

Şehirdeki Ermeniler Fransızların çekilmesine rağmen ateşe devam eder, bir bakıma kaşınırlar. Bunlar kısa sürede susturulur, teslim alınırlar. Kalkıştıkları maceranın ne kadar tutarsız olduğunu onlar da anlarlar ama şehir harap olduktan sonra...

Dile kolay evlerin dörtte üçü kullanılmaz olur, 15 mektep 8 cami bir o kadar kilise yanar, yol, yolak, çarşı, pazar kalmaz. Ermeniler bizi yanlış anladınız, hem şehri değil miyiz diye sırıtsalar da Alman Hastanesi, Kolej, Yetimler Yurdu ve Katolik kilisesinden yüzlerce mavzer ve sandık sandık mermi çıkar.

Her yaştan mücahidin, dışarıdan destek almadan, erkeğiyle kadınıyla 22 gün 22 gece verdikleri büyük mücadele güzel bir misal olur, o günden sonra birçok il Maraşlaşır, tek tek düşman çizmesinden kurtulurlar.

Ne yalan söyleyelim biz Maraş direnişi denince Sütçü İmamın sıktığı üç kurşunla Fransızların kaçtığını, Ermenilerin dağıldığını sanırdık. Okuyup araştırınca gördük ki Mutasarrıf Ata Bey, Belediye Reisi Bekir Sıtkı, Avukat Mehmed Ali Kısakürek, Ali Sezai Bey, Evliya Efendi, Rıdvan Hoca, Yüzbaşı Mahmud, Kılıç Ali Bey, Zülkadiroğlu Süleyman, Benli Ali, Hasan Efe, Göllülü Yusuf Çavuş, Şerbetçioğlu Mehmed, Zalhocaoğlu Osman, Mıllış Nuri, Tiyeklioğlu Abdülkadir, Veziroğlu Mehmed, Ahmet Ağa, Hacı Nuri, Arslan Bey ve çoluğu çocuğu ile bütün Maraşlılar birer Sütçü İmam olurlar. Gelin şu mübarek gün onlara da birer Fatiha-i şerife okuyalım, unutulmadıklarını anlasınlar. (İz Bırakanlar: İrfan Özfatura Ahmet Sırrı Arvas)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Maraş gördüğüm yerde dayanamıyorum atlıyorum hemen milliyetçilik damarı işte kurumasın :tek_dis: Sütçü imamın hikayelerini büyüklerimizden dinlerdik hep..Paylaşım için teşekkürler..:shiny:

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ayrıca bacısının başörtüsüne uzanan eli kıran Sütçü İmam'ın adını taşıyan üniversitemizde şimdi torununun başörtüsüne el,dil.. vs başka şeyler uzanıyo ki bu uzantılar gavurdan değil tam da kendi içimizden...İnşallah o yalamaya şahit olacağız..Elbet yakındır..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Her yağmurun ardında bir rahmet vardır.

 

O rahmeti bulana kadar göz yaşlarımızı akıtıp, yağmurlara vesile olmasından başka ne gelir elden...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...