Muvazene 190 Report post Posted June 6, 2010 Sanatın bütün dallarında eser vermiş, fikirleriyle bir neslin yetişmesinde etkili olmuş, ömrünü mücadele ile geçirmiş rahmetli Necip Fazıl hakkında bugüne dek iki elin parmakları kadar kitap yazılmış. Bunlar da ya Arif Bülendoğlu (Hilmi Oflaz), Mustafa Miyasoğlu gibi onu sevenler tarafından kaleme alınmış yahut da vefatının ardından yazılan yazılar makaleler derlenerek vücuda getirilmiş. Yirminci yüzyıl Türk fikir ve sanat hayatından söz edildiğinde akla ilk gelen isim hiç şüphesiz Necip Fazıl'dır. Bunca edebiyat fakültemiz var; buralarda vazife ifa eden binlerce akademisyenimiz var, hangi konularla uğraştıklarını merak etmemek mümkün mü? Okuduğum doğruysa 1980 yılına kadar Goethe'ye dair yirmi iki binden fazla kitap yazılmış. Şimdiye kadar Necip Fazıl'ın şiiri, tiyatroları, hikâyeleri, fikrî eserleri, fıkraları, baş makaleleri, polemikleri, romanları ele alınıp kütüphanelerimize yüzlerce eser kazandırılmalıydı. Üstadın tabiriyle "üstüne sükut külü" dökülse de güneş balçıkla sıvanmaz. Necip Fazıl denince akla öncelikle şiir gelir: "Sol her taraftan, dağdan, gökten, pencereden sol/ Nihayet kala kala dünyada tek kişi kal" gibi dizeler yirmi iki yaşında kaleminden çıktığına göre, harcının şiirle karıldığına şüphe yok. Gencecik yaşta "Kaldırımlar" şiiriyle edebiyat dünyamızı başka türlü sarsabilir miydi? Sanatkâr beğenmekte çok seçici olan Ahmet Haşim ona hiç "Çocuk! Bu sesi nereden buldun?" diye sormak ihtiyacını duyar mıydı? Abdülhakim Arvasi ile tanışmadan önceki yıllarını genellikle "bohem" dönemi olarak nitelendirirler. Necip Fazıl büyük bir zekâdır ve maddenin üç boyutunun böyle bir zekâyı tatmin etmesi zordur. Maddenin ardında gerçek bir dünya aramayan ona göre ahmaktır. Faniliğin ürpertisini iliklerinde duymayan bir insan şunu yazabilir mi? "Gün geldi saat çaldı/ Aranızda yer verin/ Sararmış biri kaldı." Üstün yeteneğine rağmen Necip Fazıl şiirin teorisiyle de yakından ilgilenmiştir. Şiire dair yazıları, bilhassa "Çile" kitabının girişindeki "Poetika"sı onun sanatının teorisine ne derecede vakıf olduğunu gösterir. Üstad, çok iyi bilmektedir ki tesadüf ile güzel bir eser gün ışığına çıkmaz. Yüz bin maymun yazı makinelerinin başına oturup yüzlerce yıl tuşlara vursalar, Shakespeare'in Hamlet'inin bir sayfasını yazamazlar. Şiirde kabaca iki unsur vardır: his ve fikir. Necip Fazıl şair mizaçlı olduğuna göre his, fıtratında fazlasıyla mevcuttur. Gençliğinde "metafizik sancı" veya "aydın krizi"yle boğuştuğunu biliyoruz. Bu sancılar onu fikre, felsefeye zorladı. O yıllardaki şiirlerine bakınca sadece hisle karşılaşmıyor, fikrî derinlik de buluyoruz. Hem de bayatlamış, sıradanlaşmış değil, ilk defa karşılaştığımız ufuk açıcı fikirler. Her yerde bir sükut müşahede ediyor; ama bir iz görüyor, bir çağrı duyuyordu. Akıl almaz derecede girift, izahı kolay olmayan bu evrenin bir anahtarı olmalıydı; onu nerede, nasıl ele geçirecekti? Üstad'ı Ağa Camii'ne, oradan da Eyüpsultan'a götüren bu metafizik sancıyı Arvasi hem derinleştirdi hem de dindirdi. Bu kez de fizikî âleme ruh ve vücut veren ulvi, metafizik âlemden haberi olmayanların acısını duymaya başladı. "Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak / Haykırsam kollarımı makas gibi açarak" feryadıyla ortalığa düştü. Bu tavrı onu maddenin sathıyla mutlu olanlarla karşı karşıya getirdi; çileli yıllarının başlamasına sebep oldu. Rahmet-i Rahman'a kavuştuğu zaman bile raporla hapishane dışında bulunuyordu. Şuurlu bir Müslüman kâinatta olup bitenden kendisini sorumlu sayar; gücü yettiği nispette mücadele eder. Necip Fazıl da kendisini adalarda rüzgârın savurduğu etekten, Beyoğlu'ndaki tepişmeden, Karacaahmet'in ağlamasından sorumlu tuttu, yalın kılıç en ön safa atladı. Bu bir tankla, bir güvercinin savaşıydı. Beyninden, yüreğinden, kaleminden başka hiçbir şeyi yoktu; büyük kitlelerin arasında yalnızca birkaç gençle, eli bastonlu üçbeş cami cemaati onun acısını duyardı ama o hak bildiği yolda yalnız da olsa yürümekten vazgeçmiyor, ızdırabın en kahredicisini göğsünde dindirmeyi bir zevk sayıyor, kendisini tevkif edenlerin arasında yürürken bile sevenlerine umit vermek için vakarını bozmuyor, başını dik tutuyordu. 31 Mayıs 2010, Pazartesi MEHMET NİYAZİ ÖZDEMİR http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1045 Quote Share this post Link to post Share on other sites
Metafor 3 Report post Posted June 8, 2010 Üstün yeteneğine rağmen Necip Fazıl şiirin teorisiyle de yakından ilgilenmiştir. Şiire dair yazıları, bilhassa "Çile" kitabının girişindeki "Poetika"sı onun sanatının teorisine ne derecede vakıf olduğunu gösterir. Üstad, çok iyi bilmektedir ki tesadüf ile güzel bir eser gün ışığına çıkmaz. Yüz bin maymun yazı makinelerinin başına oturup yüzlerce yıl tuşlara vursalar, Shakespeare'in Hamlet'inin bir sayfasını yazamazlar. Mehmet Niyazi hocanın bu teşbihi, Üstad'ın konferanslarında da geçen maymun-taklitçilik misalini hatırlattı. Bir tarafta eser veren, ruhundaki ateşi telif ederek kağıda döken bir yazar, diğer tarafta iktibasçı, (ç)alıntılayarak bir şeyler karalamaya çalışan maymunlar. Bu maymunlar yüzlerce yıl tuşlara vursalar hocanın dediği gibi ortaya bir kelime bile çıkamaz. Quote Share this post Link to post Share on other sites