Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Ömer

"Üstad Az Okurdu(!)" Safsatasına Cevab !

Recommended Posts

"ÜSTAD AZ OKURDU(!)" SAFSATASI

 

Hakan YAMAN

 

 

- I. Bölüm -

 

 

 

Üstad Necib Fazıl etrafında empoze edilmeye çalışılan yanlış kanaatlerin en yaygınlarından birisi O’nun “az okuduğuna” dâir olanıdır. İnsana ve topluma yönelik her meseleyle ilgilenen, fikir için yaşayan, “kâinatı kalburdan geçirircesine” tefekkürün ufuklarına süzülen; dinî, tarihî, siyasî, edebî ve sosyal her alanda kalem oynatan, dev eserlere imza atan ve her yazdığı “olay” olan dünya çapında bir dahinin etrafında buna benzer dedikodular üretmek eğer cahilce ve budalaca değilse “haince” ve “düşmanca” telâkki edilmelidir.

 

Bahsi geçen zevâta "okumaktan murad nedir" diye sormayı anlamsız buluyoruz., zirâ bir kaçış yolu bulamayacaklarına eminiz. Eğer okumaktan murad, kafa ve ruh olarak zenginleşmek, bir mevzu ve mesele etrafında sağlam kanaatlere varmak, parlak bir muhakeme geliştirmek, hakikatin can damarı olan hükümlere ulaşabilmekse, Necib Fazıl son devrin en çok okuyanlarındandır ve bulunduğu yer bu noktanın kıyas kabul etmez çapta ilerisindedir. Üstelik bu iş bir sayı meselesi değil ve “ârif olana bir harf yeter” hikmeti meydanda... Kaldı ki Necib Fazıl’ın “bir harfle” yetinmediğini, “kafasının içinde kocaman bir kütübhane” taşıdığını ve “arı gibi” hangi çiçeklerden neler süzdüğünü bizzat kendi kaleminden göstermeye çalışacağız.

 

 

 

"ARŞİV FARESİ” DEĞİL, SAHİCİ “FİKİR ADAMI”

 

Üstad "kitab yüklü eşeklerden” ve sentez cehdinden nasibsiz “arşiv farelerinden” nefret ederdi; bir çok eserinde bu hislerini ifade etmiştir. Ama bazı kıskanç tiplerin iddialarının aksine “az okuyan” birisi de değildi, eserlerine şöyle böyle bir göz atan her dürüst idrâk bunu farkeder. O ÜSTÜN DEHÂ VASFIYLA FAYDALIYI FAYDASIZDAN TECRİD EDEREK İTİDAL SEVİYEDE OKUYAN SAHİCİ BİR FİKİR ADAMIYDI. Şübhesiz bu itidallik, düşüncelerinin belli bir olgunluğa eriştiği devreden itibârendir. Yoksa çocukluğunda ifrada varan bir okuma hastalığına tutulduğunu, yine gençliğinde aralıksız, harıl harıl okuduğunu bizzat hatıralarında ifade etmiştir.

 

Bu noktada Nietzsche’nin meşhur “Zerdüşt”ündeki “Üç Değişim Üstüne” bölümünü hatırlamamak elde değil: "Ruhun üç değişimini anlatacağım size: ruhun nasıl deve, devenin aslan, aslanın da en sonu çocuk olduğunu” der Nietzsche... Galiba Üstad’ın okuma serüvenini en iyi ifade edecek bir üçlemedir bu. Ruh başlangıçta deve gibidir, ne bulursa yüklenir bilgi adına... Necib Fazıl’ın köşe bucak taradığı, harıl harıl okuduğu gençlik çağıdır bu dönem, "Bütün bu en ağır şeyleri yüklenir dayanıklı ruh: ve yükünü alan deve nasıl çöl yolunu tutarsa, ruh da öyle yollanır kendi çölüne.” Sonrasında "ikinci değişim olur: ruh burada aslanlaşır; özgürlüğü ele geçirmek ve kendi çölünde efendi olmak ister.” Yani bilgi yığınlarını taşımak, başkalarının yazdıklarını yüklenmek yetmez olur ruha; bir aslan gibi onların üstüne sıçramak, kavram ve kelimelere pençesini geçirmek, okuduklarına hükmetmek ister. Bu dönem Necib Fazıl’ın büyük bir “nefs muhasebesi” neticesi yolunu çizdiği, artık kitab ve fikir adına abur cubura iltifat etmeyip, faydalıyı faydasızdan tecrid ederek okumaya başladığı çağdır. Zannımızca, İslâm tasavvufu ve batı tefekkürüne dâir temel eserler, bellibaşlı tarih kitabları, yazacaklarına hammadde nevînden kaynak olacak çalışmalardır Necib Fazıl’ın öncelikli tercihleri.

 

Artık kuru bilginin üstüne sıçramış, aslan pençesini geçirmiştir “malûmatın” ensesine. Bu hâl ve muhasebenin ilk işaretini 1934 yılında verilen “Beklenen Sanatkâr” hitabesinde tesbit edebildik. Ondan öncesini, yani köşe bucak kitab taradığı yılları kendi kaleminden okuyalım: "Tam otuz yaşındaydım... Yedi yaşından beri, çok defa yatağıma yüzükoyun uzanıp bir mum ışığında okuduğum kitaplar uçsuz bucaksız bir sahife...”

 

(Necip Fazıl, Allah Kulundan Dinlediklerim, 4. Basım, sayfa: 9)

 

Evet, Üstad Necib Fazıl’ın yukarıdaki satırları, Nietzsche’nin “deve”ye benzettiği bilgileri yüklenme yıllarının kendi kaleminden tasviridir.

 

Ruhun "aslanlaştığı” bu devrede, Büyük Doğu Mimarı’nın kitablara olan tavrındaki sırrı en harika biçimde mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Marifetname”sinde yer verdiği şu satırlar canlandırır kanaatindeyiz:

 

"Okuyorsan, ne karşındakileri susturmak ve bilgiçlik satmak için, ne her okuduğuna körü körüne inanmak, ne de konuşmalarına mevzu bulmak için oku... (...) KİTAB VARDIR, ANCAK TADINA BAKMAK İÇİNDİR; KİTAB VARDIR YUTULMAK, KİTAB VARDIR ÇİĞNENMEK VE ÖZÜMLEMEK İÇİNDİR... BAŞKA İFÂDEYLE; KİMİ KİTABLARIN ANCAK BİRKAÇ BÖLÜMÜNE GÖZ ATMALI, KİMİSİNİ BAŞTAN SONA ŞÖYLE BİR OKUYUP GEÇMELİ, PEK AZINI DA HER AYRINTI ÜZERİNDE TİTİZLİKLE DURARAK ADAMAKILLI OKUMALI.”

 

(Salih Mirzabeyoğlu, Marifetname, İbda Yayınları, sayfa: 39)

 

Sıradan bir zekâ için “her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak ‘adamakıllı’ okunması gereken” bir eserin, bir dahinin elinde ya “birkaç bölümüne göz atılacak”, yahut “baştan sona şöyle bir okuyup geçilecek” herhangi bir kitab muamelesi görebileceğini unutmamak gerekir. Şuur seviyesi yükseldikçe “her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak” okunacak kitab sayısı azalır. Meselâ bir lise talebesi için “üzerinde titizlikle durulması” gereken fizik dersi kitabı, (Aynştayn) gibi bir dahinin elinde en fazla “birkaç bölümüne göz atılacak” kâğıt yığınından ibarettir. Böyle bir durumda (Aynştayn)ı ayıblamak kimsenin aklına gelmez de, Necib Fazıl etrafında dedikodu kopartılır; yuh olsun!..

 

Düşmanlarının bile zekâsını ve tecrid yeteneğinin benzersizliğini takdir ettikleri Üstad’ın “alelâdeye” tahammülünün olmadığı bilinmektedir. Böylesine üstün bir kafanın, ruhun “aslanlaştığı” bir çağda eline kitab diye tutuşturulan her şeyi baştan sona okuma sabrı gösteremeyeceği malûm olmalıydı; ama kıskançlığın gözü kör olsun!..

 

Anladığımız kadarıyla, sıradan bir okuyucunun günlerce üzerinde çalıştığı ortalama seviyede bir kitabın mânâsını süzmek için Üstad’ın tecrid dehâsına aynı eseri şöyle bir karıştırmak yetiyordu. (Lütfü Şehsuvaroğlu, yıllar önce “Yeni Hafta” gazetesinde bu son paragrafta temas ettiğimiz bahse kısacık değinmiştir.)

 

Ve ruhun son hâli çocukluktur. Nietzsche’den dinleyelim:

 

"Fakat söyleyin, kardeşlerim çocuğun yapıp da aslanın yapamayacağı şey nedir? Neden yırtıcı aslan çocuklaşmak zorundadır.”

 

"Suçsuzluktur çocuk ve unutkanlık bir yeni başlangıç, bir oyun, kendiliğinden dönen bir tekerlek...”

 

Ruhun bu değişimi yaşadığı, “kendiliğinden dönen bir tekerlek” gibi kelimelerin ötesinde bir aşk hâline büründüğü çağdır. O ki; harfler, tuğla kalınlığında kelime yığınları ve her türlü bilgiçlik tiksinti verir dâhiye. Fuzûlî bu çağ için “Aşk imiş her ne var âlemde/ İlm bir kîl-û kaal imiş ancak” demek hakkını bulur kendinde. Ama ilmi “dedikodu, boş söz” telâkki ettiği bu aşk sarhoşluğuna bürünmeden evvel, yine kendi ifâdesiyle “AKLÎ ve NAKLÎ bütün ilimleri” okuyup, onlardan pay almıştır. Tıpkı Büyük Doğu Mimarı Necib Fazıl gibi... Üstad’ın son yıllarındaki bu ulvî “çocukluk hâlini” kendi mısralarından süzelim: “Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hâl oldu / Sonunda bana kalan yalnız ilmihâl oldu.”

 

Kaldı ki Üstad’ın şahsî tekâmülü adına kitablara, kelimelere ihtiyacının kalmadığı bu çağında bile içtimâî sorumluluğu uğruna kitab alâkasını büsbütün kesmediğini yazımızın akışı içerisinde işaretlemeye çalışacağız.

 

 

 

"KAFASI KÜTÜBHÂNE" ADAM!..

 

Necib Fazıl bir aksiyon adamıydı, ateş hattının içindeydi. Cemil Meriç gibi bütün zamanını kitaba ve okumaya ayıracak lüksü yoktu. Kader çizgisi aynı misyonu Cemil Meriç’e yükleseydi, belki Üstad’ın okuduğunun çeyreğini bile okuyamazdı.

 

Okuduğu kitablar dışında insanlara anlatacak hiçbir şeyi olmayan Cemil Meriç, “fazla okumazdı, buna zaman bulamazdı” dediği Necib Fazıl’ın doğuya, batıya, tarihe ait bir çok tezini, üstelik kendi malıymış gibi kullanmaktan gocunmamıştır. Rahmetli Meriç’in bu kıskançlığını bir noktaya kadar anlayabiliyoruz; kendisinin tırnaklarını kanatırcasına, sürünerek, gözlerini fedâ ederek tırmanmaya çalıştığı hakikatin yalçın kayalıklarına, Necib Fazıl aşkın sihirli kanatlarıyla bir çırpıda süzülüp yerleşiyor, ideolocyasının mührünü vuruyordu.

 

Üstad Necib Fazıl dâvâ ve cemiyet meydanına atıldığı günden itibaren öyle belâlarla karşılaşmıştır ki, evine çekilip şahsi kütübhanesini dilediğince zenginleştirme zevkine hasret kalmıştır. Bunu Prof. Dr. Osman TURAN’ın dilinden nakleden de Kadir Mısıroğlu... Evet, Üstad’a dair yazdıkları bir “kıskançlık” ve “ard niyet” şâheseri olan Mısıroğlu... “Üstad Necib Fazıl’a Dair” adını verdiği iğrenç karalamaların arasından bir pırıltı hâlinde naklediyoruz:

 

"Rahmetli Prof. Dr. Osman Turan Bey’den dinlediğime nazaran Üstad, bir zaman Ankara’da kendilerine misafir olmuş. Yatağını kütüphâneye sermişler. Üstad bu zengin kütüphâneyi görünce:

 

-"Maşallah Osman, pek zengin kütüphânen varmış. BEN HAPSE GİRİP ÇIKMAKTAN KİTAP BİRİKTİRİP MUHÂFAZA EDEMEDİM!..” demiş.

 

Osman Turan merhum da biraz O’nu teselli ve biraz da iltifat olmak üzere:

 

-"Üstad, sen ne yapacaksın kütüphâneyi!.. SENİN KAFAN KÜTÜPHÂNE!” demiş.”

 

(Sebil Yayınevi, 1993, sayfa: 83-84)

 

Mısıroğlu’nun Üstad’a karşı yine garazkârane bir tavır sergileyip araya sıkıştırdığı “biraz O’nu teselli ve biraz da iltifat olmak üzere” yorumunu bir yana bırakın, Osman Turan’ın tesbiti hakikatin tâ kendisidir. Sadece “İdeolocya Örgüsü” ile “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu” bile şahiddir ki, ÜSTAD NECİB FAZIL, KAFASININ İÇİNDE KOCAMAN BİR KÜTÜBHÂNE TAŞIYAN ADAMDIR.

 

Üstadın “hapse girip çıkmaktan kitab biriktirip muhafaza edemediğine” gelince... Ergun Göze de bunu yazar. Bilindiği gibi Cemil Meriç’in bir dönem sekreterliğini yapan Halil Açıkgöz, günlük hâlinde tutmuş olduğu notları “Cemil Meriç ile Sohbetler” adıyla yayınlamıştı. 1993 yılında Seyran Yayınevi’nden çıkan bu eserde Cemil Meriç’e ait olarak nakledilen ileri-geri bir sürü safsata vardı Üstad hakkında... Ergun Göze aynı yıl Boğaziçi Yayınları’nın neşrettiği bir eserle kendi çapında cevab vermeye çalıştı bu mide bulandırıcı iddialara... “Üç Büyük Mustarip” adını taşıyan, bu, ismi muhtevasından kat kat büyük eserde Ergun Göze bir avukat ağzıyla Üstadı müdafaa ediyor, kendince Peyami Safa, Necib Fazıl ve Cemil Meriç’e dair mukayeseler yürütüyordu. Bu kitabın 112. ve 113. sayfasındaki “Üç Kütüphane” bölümünden kelimesi kelimesine aktarıyoruz:

 

"Necip Fâzıl’ın diğerlerininki gibi gelişmiş bir kütüphanesi yoktu. Olamazdı da. Sürekli tevkifler, kira evlerinde semtten semte dolaşmalar buna pek müsaade de etmezdi. O kadar ki zaman zaman “Üstad hiç okumuyor galiba” diye sızlananlarımız da oluyordu. Ama ZAMAN ZAMAN DA KİTABLIĞININ ZENGİNLEŞTİĞİNİ ve kendisinin bazen mucizeye benzer bir şekilde başka şâirlerden de mısralar okumaya başladığını görürdük.”

 

(Ergun Göze, Üç Büyük Mustarip)

 

Üstad Necib Fazıl’ın “sürekli tevkifler, kira evlerinde semtten semte taşınmalar” gibi ulvî mücadelesinin sırtına yüklediği çilelerden bir misâli bizzat kendi kaleminden okuyalım da “zaman zaman zenginleşen” kitablığının nasıl yağmalandığını, darmadağın edildiğini görüp, “az okurdu” dedikodusunu yayanların mânâsına bir kez daha tükürelim. Necib Fazıl, 1960 darbesi üzerine tevkif edilişini anlatıyor:

 

"Evime, düşman karargâhını basmış komandolara mahsus tavırlarla girdiler ve gecenin 9’unda girdikleri evden saat 12’de kollarında ben, ayrıldılar... KÜTÜPHANEMİN BİNLERCE CİLT KİTABINDAN, zevceme ait giyim eşyasının astar içine ve soba deliklerine kadar aramadık, didiklemedik yer bırakmadılar... Bula bula ne ele geçirseler beğenirsiniz: Vaktiyle Türkiye ordu hizmetinde çalışan (Von der Goltz) Paşanın “Silahlı Millet” eseriyle (Karl Marks) ve (Engels)in 19’uncu Asır ortalarında neşrettikleri meşhur (Manifest Komünist-Komünist Beyannamesi)...

 

Biraz sonra, komünizma karargâhı ve küfür tezgâhı malûm gazete, “Süper Mürşid”in evinde komünistliğe ait eserlerin ele geçtiğini yazacak, bunu da benim, savcılık kanalıyla:

 

-"Bir bakteriyologun lâboratuvarında mikrop şişelerinin bulunmasından daha tabiî ne olabilir?”

 

Şeklindeki tekzibim takip edecektir.”

 

(Necib Fazıl KISAKÜREK, Benim Gözümde Menderes, Büyük Doğu Yayınları, sayfa: 467)

 

Üstadın “kütüphanemin binlerce cilt kitabından” ifadesini özellikle vurguluyoruz. Haydi “binlerce” olmasın da, seçme ve süzme “yüzlerce cilt” olsun; Kadir Mısıroğlu gibilerin yalanını suratına çarpmıyor mu bu satırlar?..

 

Büyük Doğu Mimarı, aynı hadiseyi “Cinnet Mustatili”nde şöyle tasvir eder:

 

"Zevcemin kürk eşyasına kadar jiletle söküp her tarafı aradılar, kitaplarımı delik deşik ettiler...”

 

(Necib Fazıl KISAKÜREK, Cinnet Mustatili, Büyük Doğu Yayınları, 8. Basım, sayfa: 300)

 

Bir gazetenin, Üstadı “komünist kitabları okuyor” diye itham etmesi de garib!.. Birileri “az okurdu” safsatasıyla “Büyük Doğu’nun ilmî olmadığını(!)” yaymaya çalışırken, küfür tezgâhı gazetenin, okuduğu kitabdan dolayı suçlamasındaki tezada bakın ve şu ıstırabı görün ki, okusa kabahat, okumasa kabahat!..

 

Cemil Meriç de, yukarıda bahsettiğimiz sohbetlerinde, "hâlâ Mallarme’ye, Baudelaire’e âşıktır. Necip bir tezatlar mahşeridir.” demek gafletinde bulunuyor. Oldu olacak Üstadın eline bir “okunacak kitablar listesi” tutuştursalardı; komikliği görüyor musunuz? Bu arada bir şerh düşelim: Biz Üstadın bırakın Mallarme’ye âşık olmasını, müsbet veya menfî, ondan bahseden hiçbir ifâdesine rastlamadık. Evet, (Bodler), (Rembo) (Verlen) ve (Valeri) gibi Fransız şairlerine bir şekilde göndermelerde bulunan Necib Fazıl’ın, bu isimlerle bir çeşit kan kardeşliği bulunan Mallarme’yi okumadığı düşünülemez; ama nedense hiç ismini anma ihtiyacı hissetmemiştir yazılarında. Peki Üstadın ona âşık olduğunu nereden çıkarıyor Cemil Meriç? Böyle asılsız spekülasyonlara iltifat etmek yerine, meselâ Yahya Kemal’in meşhur “Sessiz Gemi”sinde Mallarme’nin “Deniz Meltemi”nden derin izler bulunduğunu ifade etseydi, “dedikoduculuğu” edebiyatımız adına bir işe yarardı.

 

Neyse dağılmayalım ve hemen Üstadın “okuma serüveni”ne dönelim. Onun kitablığına dair bir hatırayı da Rasim Özdenören’den nakletmek istiyoruz. Vefatının 20. yıldönümü münasebetiyle, 2003 Mayısında TRT-2’de yayınlanan ve galiba Talat Sait Halman’ın sunduğu “Sözün Büyüsü” programında “Necib Fazıl” konuşuldu. Programın konuklarından Rasim Özdenören bir hatırasını nakletti. Söylediklerini aklımızda kaldığı kadarıyla aktarıyoruz:

 

"1960’lı yıllar... Necib Fazıl hapisten yeni çıkmıştı. Arkadaşlarla evine ziyarete gittik. Başka misafirleri de vardı. Cahit (Zarifoğlu), “Üstadım kitablığınıza bakabilir miyim?” diye izin istedi. Üstad izin verdi. KİTABLIĞINDAKİ ESERLERİN BİR ÇOĞU FRANSIZCA İDİ. Bir köşede klasik batı müziğine ait plâklar vardı. Beethoven, filân... Üstad tam bize bir şeyler anlatmaya başlıyor, ayakta kitablığı inceleyen Cahit bir soruyla sohbeti bölüyor: “Bu kitabı nasıl buldun Üstad?”, “En çok hangi müzisyeni seviyorsunuz?” gibi... Birkaç kez böyle tekrar edince Üstad dayanamadı, Cahit’e dönüp aynen şunları söyledi:

 

-Artist, virtüoz burda konser veriyor, sen orada notaları karıştırıyorsun!”

 

Aslında üzerinde durduğumuz meselenin özü bu son cevabda gizlidir. Ama madem ki, bazıları konser dinlemek yerine notaları karıştırmayı tercih ediyor; bize de bu yazımızda o “notaları” gücümüz yettiğince göz önüne sermek düşüyor.

 

 

 

"BESTE" KADAR, "NOTALAR" DA MUHTEŞEM OYSA!..

 

Tekrar Ergun Göze’den aktardığımız satırlara dönelim ve Üstadın başka şairlere ait “ezberinden mısralar okumasından” bahsedelim... Burada şaşırtıcı olan Ergun Göze’nin bu durumu “mucizeye(!)” benzetmesidir. Diğer yazı türleri bir yana Homeros’tan (Valeri)’ye, Yunus Emre’den (Rembo)’ya, Fuzûlî’den (Bodler)’e (Şekspir)’den Abdülhak Hamid’e, Bâki’den Yahya Kemal’e, Şeyh Galib’den Ahmed Haşim’e, Namık Kemal’den Mehmet Akif’e kadar yerli ve yabancı şiir kültürüne hakim olan ve bunlar hakkında çarpıcı hükümlere imza atan bir dehânın hafızasının hacimli bir şiir antolojisi kadar dolu olmasında şaşıracak ne var? Asıl hayretle karşılanması gerekenler, Üstad’ın az okuduğu yalanı karşısında tereddüde düşenlerdir.

 

Mevzu bu noktaya kıvrılmışken, bir taşla iki kuş vuralım ve Üstad’ın “kendisinden başka şairleri okunmaya lâyık görmediği” iddiasının da temelsizliğini gösterelim. Necib Fazıl, belirli bir kalite tesbit ettiği yerli ve yabancı şiir ustalarını okumakla kalmaz, şiir heveslisi gençlere de tavsiye ederdi. İsbat mı? 20.12.1967 tarihli Büyük Doğu mecmuasının “Sizinle Başbaşa” köşesinde Trabzon’dan yazan Yaşar Nuri ÖZTÜRK imzalı (isme dikkat!) okuyucusuna şu cevabı vermiştir:

 

"Şiirde başarılı olmak için çok okumak, hususiyle Divân Edebiyatından günümüze kadar gelen bütün ekolleri inceden inceye tetkik ve tahlil etmek lâzımdır. Bir Batı diline vâkıf bulunmak da gâyeyi kolaylaştırır. Fakat herşeyden evvel şiir bir Allah vergisi ve hususî bir istidat işidir. Her şeyden evvel şairin kendi kendisini kontrol edebilmesi ve eserini kolayca benimsemek gafletinden uzak bulunması şarttır. Bir tecrübeden 999 tanesini yırtıp ancak birini benimseyen sanatkâr titizlik şartının ilk basamağına ayak atmış demektir.”

 

Necib Fazıl, yukarıdaki satırlarda bir okuyucuya tavsiyede bulunmanın yanında kendi şiirinin de köklerini işaretlemektedir adeta. O, şiirde başarılı olmak için “çok okumuş, hususiyle Divân Edebiyatından günümüze kadar gelen bütün ekolleri inceden inceye tetkik ve tahlil etmiş”, ilk olarak İngilizce kanalıyla, daha sonra ise Fransızca yolundan “gayeyi kolaylaştırmıştır.” Bütün bunlardan öte “Allah vergisi bir istidada” sahibtir ve ustalık yollarında gençlik çağındaki bazı şiirlerini “benimsemek gafletinden uzak bulunmuştur.”

 

Onun sadece şiir bahsinde bile geniş çaplı bir antoloji kadar zengin olan hafızasıyla ilgili bir hatırayı da “Kültür Dünyası” dergisinden gösterelim. İlk kez Mayıs 1997’de yayın hayatına atılan bu dergi 1. sayısının büyük bir bölümünü Necib Fazıl’a ayırmıştı. O sayının 47. sayfasında “Üstün İnanç” imzalı bir yazı vardı. Bu adam güya şiir yazan ve dergi çıkaran Güngör isimli solcu bir arkadaşıyla Üstadı ziyarete gitmiş. Gerisini aynen aktaralım:

 

"Bir yandan çaylarımızı içiyoruz, bir yandan Güngör’le Üstad şiir tartışıyorlar. Buna tartışma da denmez hani. Güngör kem küm ediyor, Üstad konuşuyor. AĞZINDAN SU KASİDESİ ANLATILMAZ BİR TEMPO VE TONLAMA GÜZELLİĞİYLE DÖKÜLÜYOR. Teklemeden, ezbere hepsini okuyor. HEMEN ARDINDAN (BODLER)’İN BALKON ŞİİRİ AYNI BAŞARIYLA GELİYOR.”

 

Bundan başka, Hasan ÇEBİ, “Bütün Yönleriyle Necib Fazıl’ın Şiiri” isimli kitabında, kendisinin gerçekleştirdiği bir röportajda Üstadın, Fransızca’sıyla birlikte (Valeri)’nin bir şiirinden misâl verdiğini sayfaya dipnot olarak düşmüştür. Üstad’ın dilinden nakledilen mevzu şu:

 

"Size bir şey nakledeyim. Paul Valery’nin bir mısraı:

 

«Ayak sesleri benim kalbimdir.» diyor. Birisi çıktı, Ayak Sesleri şiirimdeki; «Artık, atan kalbimde bir ayak sesi oldu» mısraını ondan aldığımı iddia etti. Bir de baktık ki onun şiiri benimkinden iki sene sonra neşredilmiş. Şimdi... (Valery) benden aldı demeye niyetim yok.”

 

(A.g.e. Sayfa: 140, 141)

 

Hasan Çebi’nin 1980 yılında gerçekleştirdiğini ifade ettiği, yukarıdaki ilginç satırların da yer aldığı röportaja –ne hikmetse- “Konuşmalar” kitabında yer verilmemiş. İlgililere duyurulur!..)

 

 

 

"KİTAB KURDU” DİYE BAŞKA KİME DERSİNİZ?..

 

Fazla dağılmadan, Üstad’ın “okuma serüvenini” kitablarına yansıdığı kadarıyla bizzat kendi kaleminden işaretlemeye başlayalım; hem de okumayı yeni söktüğü çocukluk günlerinden itibaren:

 

"Haftada bir broşür halinde çıkan, bitmez tükenmez “Güzel Prenses”... (Mişel Zevako) ve (Aleksandr Düma)’nın bütün eserleri... Kılıcını bir çekişte 5-6 kelle uçuran (Şövalye dö Rogesten), (Lükres Borjiya), (Güliver) filan falan...

 

Hele, kasketli, minkâri burunlu ve ağzında piposu (Şerlok Holmes)?..

 

Kahramanlarım bunlar... Henüz hissî eserlere geçmiş değilim... Sedirin üstüne bir yastık koyup romanımı açıyor ve yüzükoyun uzanmış, bir taraftan da bir tatlı atıştırarak madde ve mâna tadını birleştirici şekilde okuyorum.”

 

(Necib Fazıl, Kafa Kağıdı, 3. Basım, Sayfa: 94)

 

Devamını bir başka eserinden takib edelim:

 

"Oniki yaşıma kadar süren bu ölçüsüz, abur cubur okuma hastalığı bende o hale gelmişti ki, on, onbir yaşıma doğru (Pol ve Virjini), (Graziyella), (Ladam –o- Kamelya), (Zavallı Necdet) gibi hissîlik ve edebîlik iddiasındaki eserlere kadar tırmanan alâkam, nihayet hastalığa dönmüş, gecelerimi ve gündüzlerimi bir ağ gibi sarmıştı. Sonraları (Pol ve Virjini)’yi Heybeliada’da Papaz mektebi tarafındaki çamlar altında sabahtan akşama kadar okuyup gözlerim yaş dolu, oracıkta kaldığımı, güneş battıktan sonra beni arayıp bulduklarını ve zorla eve sürüklediklerini söylersem ne dersiniz?”

 

(Necib Fazıl, O ve Ben, 8. Basım, Sayfa: 25)

 

Tekrar "Kafa Kağıdı”na dönüp, aynı bahsi bir de oradan seyredelim:

 

"Romanlarım arasında bu defa “Zavallı Necdet”, “Ölmüş bir kadının evrak-ı metrukesi”, “Lâdamokamelya”... gibi hissî ve aşkî diye bilinenler de var...

 

(Margrit)in sevgilisine:

 

-Az yaşayacağımı biliyorum; onun için çabuk çabuk yaşamalıyım ki, kaybımı kapatabileyim!

 

Cevabını vermesi, beni hazin hazin düşündürüyor.”

 

(Necib Fazıl, Kafa Kağıdı, 3. Basım, Sayfa: 115)

 

Aynı yıllar:

 

"(Pol ve Virjini)yi, (Verter)i, (Anna Karenin)i okuyor ve henüz 10 yaşındaki beynimi bunların teknesinde yoğuruyorum. (Mişel Zevako) ve benzerlerinden vazgeçmiş değilim”

 

(A.g.e, Sayfa: 118)

 

Dikkatinizi çekeriz, Goethe’nin meşhur aşk romanı (Verter)i ve Tolstoy’un dünya edebiyatının şaheserlerinden sayılan (Anna Karenin) isimli dev klasiğini daha 10 yaşında bir çocukken okumuş “az okuyan(!)” Necib Fazıl.

 

Yine aynı eserde Leon Cahun adlı yahudinin güya Türk tarihine dair yazdığı bir romandan bahsettiğini görüyoruz:

 

"Elime ‘Gök Bayrak’ diye bir kitap geçti. Onda da büyücülük hikâyeleri... Fakat daha ziyade kahramanlık...”

 

(A.g.e. Sayfa: 119)

 

Üstad’ın bahsettiği bu “Gök Bayrak” romanını, bilmem kaçıncı sınıf çocuk romancısı Yavuz Bahadıroğlu’nun “Buhara Yanıyor” adıyla şamanî unsurlardan ayıklayıp İslâmîleştirerek(!) yeniden yazdığını ve beleş tarafından bir romana imza attığını hatırlatalım; bahsimizle alâkasız bir not olarak...

 

Üstad aynı çocukluk yılarında, kız kardeşi Selma’nın ölümü üzerine, Boğaziçine bakan pencereler önünde gözyaşı dökerek, Rıza Tevfik’in “Selma sen de unut yavrum!” şiirini okuduğundan da bahseder hatıratında. Uzun sayılabilecek, hissî bir manzumedir bu.

 

Artık ilk gençlik çağına adım atmış, Bahriye Mektebi’ne yazılmıştır. Hocaları devrin en kaliteli isimleridir. Sonranın meşhur Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Hamdi Akseki’den din, şair Yahya Kemal’den tarih ve “derin irfan sahibi” diye anlattığı İbrahim Aşkî Bey’den edebiyat dersleri almanın zannımızca bir ayrıcalığı olsa gerek.

 

Tasavvufla ilk teması bu mektebde ve İbrahim Aşkî Bey vesilesiyledir:

 

"Sınıfın kapısında ona:

 

-Ne okuyayım, dedim; ne okumamı tavsiye edersiniz?

 

-Ben getiririm!

 

Dedi ve bana iki kitap getirdi: Sarı Abdullah Efendi’nin Semerat-ül-Fuad (Gönül Verimleri) isimli meşhur eseriyle, “Divan-ı Nakşî” diye, sahibini bilmediğim manzum bir kitap...

 

Tasavvufla, deri üstü bir satıh planında da olsa, ilk temasım başlıyordu.”

 

(Necib Fazıl, O ve Ben, 8. Basım, Sayfa: 42,43)

 

"Koltuğumun altında öd ağacı ve gül yağı kokan “Semerat-ül-Fuad” ve yumurta akıyle parlatılmış esmer kâğıt üzerine yazma “Divan-ı Nakşî”, rıhtım boyunda dalgalara karşı derin düşünce... Darağacına çekilen Mansur’un menkîbesi, taç ve tahtını yele veren İbrahim Ethem’in macerası ve dünyayı bütün nakışlarıyle perde üzerindeki gölgelere benzeten Nakşî şair, ruhumu akşam ıssızlığına çevirmişti.”

 

(Necib Fazıl, O ve Ben, 8. Basım, Sayfa: 44)

 

Devamlı okur, araştırır, bunun neticesi, “plastik görünüşlere takılan ilk şiir zevki yavaş yavaş istikâmet değiştirmeye” başlar:

 

"Şeyh Galib’e kadar Divan şiirinin ve Anadolu halk şairlerinin soylu ve köklü hüviyetleri bir tarafa; Abdülhak Hamid’ine ve Tevfik Fikret’ine kadar bütün Tanzimat ve Tanzimat sonrası edebiyatı gözümde her ân kuklalaşmakta...”

 

(A.g.e, sayfa: 44)

 

Bu yıllar Necib Fazıl’ın okumaya, öğrenmeğe bir türlü doymadığı, kanmadığı yıllardır. Nietzsche’nin “deve”ye benzettiği, bilgi ve kitab adına ne varsa yüklenilen gençlik yılları... “O ve Ben”den büyük harflerle vurgulayarak aktardığımız aşağıdaki satırlar da bunu işaretlemekte:

 

"İNGİLİZCE YOLUNDAN GARP EDEBİYATİYLE DE TEMAS KURMUŞ, (ŞEKSPİR)DEN (OSKAR VAYLD)A, (FUZULÎ)DEN (AHMET HAŞİM)E KADAR KÖŞE BUCAK, TARAMAKTAYIM.”

 

(A.g.e. Sayfa: 48)

 

Umarız, Üstadın “az okuduğu” yalanına prim verenlerin yüzü hafiften hafife kızarmaya başlamıştır. Bunlar ne ki; diğer eserlerini karıştırınca karşımıza daha neler çıkacak, birlikte göreceğiz.

 

"İngilizce yolundan Garp edebiyatıyla temas kurduğu” bu yılları, bir Kafa Kâğıdı”ndan okuyalım:

 

"İngilizcesinden (Oskar Vayld)i, hattâ (Şekspir)i, (Lord Bayrın)ı okuyorum. Amerikan mektebinden aldığım sermayeden ötürü İngilizcem kuvvetli... Gittikçe de kuvvetleniyor.”

 

(Kafa Kağıdı, Sayfa: 161)

 

Necib Fazıl’ın ilk öğrendiği ve batı edebiyatıyla doğrudan temas etme fırsatı bulduğu yabancı dil İngilizce olmasına rağmen Maarif Vekaleti tarafından “felsefe eğitimi” almak üzere Fransa’ya gönderilmiş ve batının düşünce ve edebiyat dünyasıyla “hesablaşma” çapındaki asıl irtibatını Fransızca’nın yardımıyla kurmuştur.

 

Bahriye Mektebinden sonra "Darülfunun"... Ama fikir ve sanat adına ne varsa yutmak isteyen genç Necib Fazıl hâlâ aç kurt gibi okumaktadır:

 

"Sonbaharda Darülfunun’a gireceğim. Felsefe şubesine... GÜNDÜZLERİ FELSEFE ve EDEBİYAT OKUYOR, akşam üzerleri de Ok Meydanı’na doğru gezintiye çıkıyorum.”

 

(O ve Ben, Sayfa: 53)

 

Necib Fazıl’ın bu yıllarda ilgisini çeken ve dikkatle üzerine eğildiği muharrirlerden birisi de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur. Üstaddan okuyalım:

 

"Yakub Kadri üslûbu ve "Edebiyat-ı Cedîde” budalalarına nisbetle zengin dünyasıyle Bahriye Mektebinden beri ruhumu çekenlerden... Hususiyle onun “Erenlerin Bağında” isimli nesirlerine günlerce abandığım olmuştu.”

 

(A.g.e, Sayfa: 55)

 

Paris ve onunla birlikte "bohem hayatı...” Yurda dönüşünde aynı yaşantıya devam... Memleketin en önemli sayılan fikir ve sanat adamlarıyla sürekli temas halinde... Edebiyat muhitlerinin gözdesidir. Bir bankada çok güzel bir işe başlar... Okumaya ve düşünmeye de son hızla devamda... Kendisinden takib edelim:

 

"İşi gücü, banka işleri dışında OKUMAKLA ve düşünmekle geçiyor...”

 

(Necib Fazıl, Bâbıâli, 4. Basım, Sayfa: 174)

 

Daha evvel kısa bir askerlik tecrübesi yaşamış, “İhtiyat Zabit Mektebi”nde bile okumaya ara vermemiştir:

 

"Gündüzleri derslerde sol gözünü öğretmene gösterip, ön sıradaki arkadaşının ensesine sakladığı sağ gözüyle uyuyor, GECELERİ DE KUVVETLİ BİR AMPULÜN ALTINA İSABET ETTİRDİĞİ RANZASININ ÜST KATINDA NAPOLYON’A AİT FRANSIZCA ESERLER OKUYOR.”

 

(Bâbıâli, Sayfa: 121)

 

Yukarıda Fransızca eserler okumasından bahsedilen “Genç Şair”, adıyla sanıyla Necib Fazıl’ın kendisidir. Yine “Bâbıâli”den:

 

"Hatırına askerdeyken okuduğu, “İmparatorluğun Son Günleri” isimli Napolyon’a dair eser geliyor. Bir Fransız (akademisyen)inin yazdığı eser...”

 

(A.g.e, Sayfa: 177)

 

Askerde bir ara disiplin cezası alıp hapis odasına da atılmış, ama hiç gocunmamıştır bundan:

 

"Hapis odası değil bu, konforlu bir revir... OKU OKUYABİLDİĞİN, yaz yazabildiğin kadar...”

 

(A.g.e, Sayfa: 121)

 

Yıllar sonra dâvâ ve cemiyet meydanına atılıp, üniversite hayatını geçecek hapislik günlerinde aynı rahatlığı, okuma şevkini bulamayacak ve “yılanlı kuyu”ya düşmüş gibi hissedecektir kendisini.

 

19 Eylül 1939 tarihli “Hadiselerden Ders” başlıklı çerçevesinde ihtiyat zabitliği günleri ve orada okuduklarından bahseder:

 

“Meslekten asker değilim. Fakat HARP TARİHLERİYLE TÂBİYE ve STRATEJYA MESELELERİNİ OKUMAYA BAYILIRIM. İhtiyat zabitliğimi yaparken, alay kumandanımın hayretini çekecek mikyasta TÜRKÇE ve FRANSIZCA ASKERLİK ESERLERİNE DALMIŞTIM.” (N. Fazıl, Çerçeve 1, s. 242)

 

Üstad, Büyük Doğu’nun birçok sayısında ve “Raporlar” ve “Türkiye’nin Manzarası” gibi bazı kitablarında, askerlik ilminin inceliklerinden bahisle Von Klazviç, Molteke, Von Der Goltz, Büyük Frederik gibi subay veya hükümdar ünvanının yanında eser sahibi de olan birçok askerî mütefekkirin görüşlerine başvurur. Savaş tarihine damgasını vuran bu ve benzeri isimlerin askerlik sanatına dair yazdıklarını Üstad Necib Fazıl’ın büyük bir titizlikle okuduğu apaçık hakikattir. Ayrıca Onun bu türden kitablara gösterdiği ilgi, yazı hayatımızda pek örneği olmayan alışılmadık bir durumdur ve daha 30’lu yıllarda bile yazarlığın ötesinde bir aksiyon hasreti çektiğinin işaretidir.

 

BAŞKALARININ “ZİRVE”Sİ, ÜSTAD İÇİN “BAŞLANGIÇ”!

 

Zaman, kaderin çarkını döndürmekte ve büyük muhasebenin kapısına doğru sürüklemektedir Genç Şairi... Istırabına kardeş bir ruh aramaktadır. Garb âleminden birkaç isim çıkar karşısına: “Büyük mustariplerden (Paskal), (Bodler), (Göte), (Tolstoy) ve (Rembo)...” Fakat her şeye rağmen bir şeyler yarım kalır iç dünyasında; ve ismini sıraladığı bu “mustaribler” ve benzerleri hakkında genel hükmünü verir:

 

"Bunların hepsi Allah’ın pervaneleriydi; yol bilmeyen yanık pervaneler... Ve insanda kılavuzsuz, Allah’ı aramanın, bulur gibi olup bulamamanın veya büsbütün kaybetmenin, belki en ileri, fakat ümitsiz cehdini temsil ediyorlardı.

 

(Sokrat)tan (Bergson)a, (Şekspir)den (Meterling)e, (Epiktet)den (Dekart)a, (Homer)den (Valeri)ye kadar da kol kol, şu veya bu nisbet ölçüsü ve üstelik bir şeye ermiş olmanın mağrur vehmi içinde aynı dalgalanış.

 

Bunlar beni doyuramıyor, büsbütün acıktırıyorlardı.”

 

(O ve Ben, Sayfa: 73, 74)

 

Bu satırları nakletme ihtiyacını niçin hissediyoruz; tekrar hatırlatalım: “İlmi nisbetinde budala” bazı tiplerle, ilmi bile olmayan “kıskanç tekeler” el ele vermiş, Büyük Doğu’nun “ilmî olmadığı(!)”, zaten Üstadın “yeterince okumadığı(!)” şeklinde zırvalarla, yıllardır “mütefekkir Necib Fazıl’ı” genç müslümanlardan saklamaya çalışıyorlar. BİLİNSİN Kİ, NECİB FAZIL MUKADDES KAPININ EŞİĞİNE YÜZ SÜRMEDEN EVVEL, ONLARIN “İLİM VE KİTAB” DEDİĞİ BASAMAKLARI BİRER BİRER TIRMANMIŞ, EN MEŞHUR FİLOZOFLARIN, FİKİR VE SANAT ADAMLARININ POSASINI ÇIKARIP ATMIŞTI. Onların idealleştirip “varış ve bitiş” sandıkları yer, Necib Fazıl’ın iman adına “BAŞLANGIÇ” noktasıydı. Üstelik biz, eserlerine yansıdığı kadarıyla buzdağının sadece görünen kısmını toparlayıp sergilemeye çalışıyoruz; Büyük Doğu-İBDA külliyatının genişliğine ve derinliğine bakarak tahayyül edilsin.

 

 

 

İSLÂM İRFANI BİR UMMÂN, O UMMÂNDA BİR KAPTAN!..

 

Yıl 1934... Efendi Hazretlerinin mübarek nazarı değmiş, büyük muhasebe başlamıştır... Istırabı büyüktür, lâkin hâlâ okumaya devam etmekte... Yine “O ve Ben”den takib edelim:

 

"Hastayken Mısır Çarşısından ot seçmek yerine, SAHAFLARDAN KİTAPLAR DEVŞİRMEĞE BAKMIŞTIM. Henüz bu kitapları iyi, kötü diye ayırt edebilecek bir müdir fikir ölçüsüne de malik değildim. TASAVVUFA, İSLÂM MÜTEFEKKİRLERİNE, EVLİYA MENKIBELERİNE AİT NE VARSA... Kafamda tamamiyle posalaşmış; hurdalaşmış hale gelen Batı büyükleri bir tarafa; asıl Doğu ve İslâm büyükleri arasında benimkine benzer bir nefs muhasebesinden, fikir çilesinden geçmiş biri var mıdır diye bakıyordum.”

 

(A.g.e, Sayfa: 123)

 

Ve aradığı “büyük muztaribi” nihayet bulur: İmam-ı Gazalî... Gerçekten de Büyük Doğu Mimarı’nın o tarihten sonra, Abdülhakîm Arvasî hazretlerinin manevî himayesinde tefekkür ve hikmetlerinden pay devşirmeye baktığı üç İslâm büyüğünden birisi olmuştur Gazalî... Diğer ikisi malûm olduğu üzere, “müessirde derinleşen” ikinci binin yenileyicisi İmam-ı Rabbanî ile “eserde derinleşen” Muhyiddin-i Arabî hazretleridir.

 

Üstad özellikle konferanslarında İmam-ı Gazalî’den bir şekilde bahsetmenin yolunu bulur ve mevzuu onun “nefs muhasebesi”ne dayandırır. Kitab adı olarak zikretmez ama özellikle “el-Munkızu Mine’d Dalâl” ile “Tehâfütü’l Felâsife”yi okuduğu kolayca anlaşılır; bakışı ve yorumları zâviyesinden... Bir şekilde karıştırma fırsatı bulduğumuz 1959 Büyük Doğu’larında Üstadın takdim spotlarıyla “el-Munkızu Mine’d Dalâl”den bazı bölümler yayınladığını belirtelim de, “kolayca anlaşılır” dediğimiz durum bir “zan” ifadesi olmaktan çıksın. “İman ve İslâm Atlası”nın kaynakları arasında da yine Gazalî’nin adı zikredilir. Kısacası Üstadın titizlikle okuduğu İslâm büyüklerinden birisi de İmam-ı Gazalî’dir.

 

Üstad, ruhunun "büyük değişim”i yaşadığı yıllardan itibaren hep zirvelere muhatab olmuş, alelâdeye prim vermemiştir. İslâm dünyasındaki diğer kılavuzları İmam-ı Rabbanî ve Muhyiddin-i Arabî’dir. Yıllar boyu Büyük Doğu’larda “Mektubat”tan parçalar neşredilmiştir. Necib Fazıl her vesileyle İmam-ı Rabbanî hazretlerine ait bu eserin “Allah ve Resûlü’nün kitablarından sonra dinin en büyük eseri” olduğunu dile getirir. “Her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak” bir ömür baş ucundan ayırmadığı eserdir “Mektubat”... Bu “mektublardan” bazı parçaları kendi kalemiyle sadeleştirip Büyük Doğu’da yayınlamış ve daha sonra bunları toplayarak kitablaştırmıştır.

 

Mevzular içerisinde zaman zaman Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin "Füsus", "Fütuhat" ve "Satranc-ı Urefâ”sına göndermeler yapar. Abdülhakîm Arvasî hazretlerinin “er-Riyazü’t Tasavvufiyye” ve “Râbıta-i Şerife”sini, okumanın yanında bir “aşk disiplini” halinde benimsemiş, fikir ve sanat adına neyi varsa bu iki risâlenin mânâsı içinde eritmiştir. Bununla da yetinmemiş, önce Râbıta-i Şerife’yi, vefâtından bir ay kadar evvel de “er-Riyazü’t Tasavvufiyye”yi “Tasavvuf Bahçeleri”adıyla sadeleştirmiş, inanç ve kültür hayatımıza büyük bir armağan olarak sunmuştur.

 

Soruyoruz: Hadis okumayan "Nur Harmanı”nı, Siyer okumayan “Çöle İnen Nur”u, Sahabeye dair eserler okumayan “Peygamber Halkası” ve “Hazret-i Ali”yi, İlmihal okumayan “İman ve İslâm Atlası”nı, Fıkıh ilminden pay almayan ve Ehl-i Sünnet ulemâsını okumayan “Doğru Yolun Sapık Kolları”nı yazabilir mi? Yudum yudum okuduğu nur çeşmelerinin en büyük şahidi eserlerindeki manevî berraklıktır.

 

Onun klasik medrese eğitiminden geçmediği elbette doğrudur; ömrünü fetva kitablarına gömülmekle geçirmemiş, yıllarını ücrâ bir köşede sabit bir ilme adamamıştır. O, “mütefekkir yetiştiren mütefekkir” vasfı gereği bu ilimlerden itidal seviyede aldığı payla insan ve toplum meselelerine sarkmış, cemiyet meydanında “İslâmcı bakışı” misâllendirmiştir.

 

"Az okuyan(!)" Necib Fazıl’ın yüz civarındaki “cild cild telif eserinin” yanında, inanç ve kültür hayatımıza bir diğer armağanı da İslâm dünyasının en meşhur siyerlerinden olan ve ünlü divân şairi BAKÎ’nin, kendi devrinin diliyle Arabça’dan çevirdiği İmam-ı Kastalanî’ye ait “el-Mevahib-ül Ledünniye”yi "metin ve mânaya hudutsuz bir hürmet ve sadakat içinde, bazı faydasız nokta ve tekrarları çıkararak” ve "bahisleri başlıklandırarak” bugünkü dilimize kazandırmasıdır. "Çöle İnen Nur” ile “İman ve İslâm Atlası”nın da kaynaklarından olan bu hazine kıymetindeki eser, Büyük Doğu Mimarı’nın sadeleştirdiği hâliyle 750 sayfa civarında bir şâheserdir. Üstadın “Gönül Nimetleri” adıyla sadeleştirdiği bu kitaba, parantez içerisinde ve şerh bâbında düşmüş olduğu notlar ayrı bir kıymet katmaktadır.

 

Tasavvuf menkıbelerine dair de her kitaba iltifat etmez. Bu mevzuda başlıca kaynağı meşhur “Nefahat”tır. İkincisi de daha küçük hacimli olan “Reşahat”... Bu ikincisini bizzat sadeleştirmiş, yine yeri geldikçe parantez içinde çok değerli şerhler düşmüştür. Bu kitabların değerinin anlaşılması için “Reşahat”a yazmış olduğu önsözün ilk paragrafını aynen alıyoruz:

 

"Tasavvuf hikmetleri ve Evliya menkıbelerinin iki ana eseri vardır: Biri Mevlânâ Camî Hazretlerinin “Nefahat”, öbürü de, Şeyh Safiyüddin Hazretlerinin “Reşahat” isimli kitapları... Bunlardan ilki, “Halkadan Pırıltılar” isimli eserime malzeme kaynağı teşkil eder ve o kaynaktan söz ettiğim zülâl, benim ruh kabımda şekillenir, renklenir ve böylece aldığım, aynen isimlendirdiğim ve sadece özleştirip istiklâlli bir mâna kazanırken, “Reşahat” asliyle sadeleştirdiğim bir nevi tercüme denemesi oluyor. Fakat öyle bir tercüme ki, müellifini benim üslûbumla ifadeye davet eder gibi bir şey...”

 

(Necib Fazıl, Reşahat-Şeyh Safiyüddin; Büyük Doğu Yay. 2. Basım, ocak 1995, Sayfa: 5 )

 

Üstad Necib Fazıl’ın “kültürlenme dâvasına” bakışı ile günümüz Türkçesine Osmanlıca’dan sadeleştirerek kazandırdığı bu hazineler arasındaki ilgiye ilerleyen bölümlerde değineceğiz. Şimdi yazılarında zikredilen diğer dinî eserlerin bazılarını sıralayalım. Bunlardan birisi İslâm tarihinde tasavvufa dair kaleme alınan ilk eserlerden birisi olduğu söylenen “Risale-i Kuşeyriye”dir. 01 Ocak 1978 Tarihli “çerçeveye” bakalım:

 

"Tasavvuf deryasının incilerinden ‘Risale-i Kuşeyriye’ isimli kitapta İbrahim Ethem Hazretlerine ait bir menkıbeye rastladım.”

 

(Necib Fazıl, Çerçeve 4, Ocak 1996, Sayfa: 214)

 

Dikkat, yıl 1978’dir. Üstad 74 yaşında... Şeker hastalığı sebebiyle görme güçlüğü çektiği yıllar... Ve hâlâ İslâm büyüklerinin yazdıklarını okumakla meşgul...

 

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin meşhur “Marifetnâme”sinden de birçok kere bahsetmiştir. İşte onlardan birisi:

 

"O hâlis bir devirdi. Onun son bakiyelerini "Marifetnâme"de görürsünüz. Sahibi İbrahim Hakkı (kopist) olmakla beraber orijinal bir eser ortaya koymuştur. Zamana ve mekâna göre ilmin ne olduğunu onda bulursunuz”

 

(Necib Fazıl, Konuşmalar, Sayfa: 191)

 

"O ve Ben"de, "bana amel noktasından en doğru bilgileri toplamış hangi kitabı tavsiye edersiniz?” sorusuna, Abdülhkîm Arvasî hazretlerinin “Dürr-ü Yekta” şerhini tavsiye ederek cevab verdiğini anlatır. O tarihten itibaren Üstadın bir ömür başvurduğu kaynaklardan birisi de bu eser olmuştur. 1952 mahkûmiyetinde de bu eseri yanından ayırmadığını görüyoruz:

 

"Burada evimden getirdiğim “Dürr-ü Yekta” isimli “İlmihâl” kitabından başka yalnız iki eser okuyabildim. Biri Milli Eğitim Vekâletinin tercüme serisinden “Füsus”, öbürü de Ataî Hazretlerinin hikmetlerini toplayan “Kenz-ül-Hikem...”

 

(N. Fazıl, Cinnet Mustatili, 8. Basım, Sayfa 274)

 

Cezaevi, Necib Fazıl’ın okumaya en fazla yabancılaştığı yerdir. Zaten ruhu bir yangın yerine dönen “cins kafa”, orada kelimelere tahammül edemez. “Cinnet Mustatili”nde bu ıstırab bütün dehşetiyle hissettirir kendisini. Buna rağmen, yukarıdaki iktibasta görüldüğü gibi, Ankara Cezaevindeki o 7-8 aylık cinnet günlerinde bile İslâm büyüklerine ait üç önemli eseri okumaktan geri kalmamıştır.

 

"İman ve İslâm Atlası”nın kaynaklarına baktığımızda da aysbergin görünen kısmının bile hangi çapta geniş olduğunu ve nerelere uzandığını hissederiz:

 

"Bu eserin zâhirî ölçüler tarafı, Tahtavî, Halebî, İbn-i Âbidin, Kuturî, Dürr-ü Muhtar, Dürer, Mülteka, Behce, Fetava-yi Hindiyye, ve emsali mehazlara bağlı, NİMET-ÜL İSLÂM, MECMUAT-ÜZ ZÜHDİYYE, MEVZUAT-ÜL ÜLÛM, DÜRR-Ü YEKTÂ, MİR’ÂT-ÜL HAREMEYN, vesaire vesaire vesaireye dayanır.”

 

(Necib Fazıl, İman ve İslâm Atlası, 4. Basım, Sayfa: 12)

 

O "vesaire vesaire vesairenin" sırrı, yani Necib Fazıl’ın usûlünün "her mesele ve madde başında şahid gösterircesine allâmelik tavrı takınmak ve bu yoldan itibar kazanmak olmadığı” anlaşılsaydı, bu yazıya gerek kalmaz, biz de konser dinlemek dururken “notaları karıştırmakla” vakit harcamazdık. Büyük Doğu Mimarı’nın ilim ve fikirdeki kuvvet ve kendine güveninin ifadesi olan bu usûlü, kıskanç hokkabazlar tarafından “zaafına(!)”ve “az okuduğuna(!) yorumlanmıştır. Fikre saygısı olan herkes “kitab yüklü eşeklere” ve “ilmi nisbetinde cahillere” duyulan hıncı ve tiksinti tavrını sezmeye baksın o “vesaire vesaire vesairelerden”...

 

Üstadın usûlü “şifalı meyveyi kimyahane tahlilinden rapor göstermeksizin en canlı hâliyle belirtmek olduğu için selâhiyetlilerin tek tek imzalarını klişeleştirmeye kıymet vermez ve raporlarına çok evvelden hâmil olduğu bu imzaları zâhirî inşa işinde ana madde olarak kullanırken ayrıca faturalaştırmak zahmetini yersiz bulur.”

 

(Bakınız: İman ve İslâm Atlası, Sayfa: 12)

 

Âh şunu bir anlasalardı!.. Üstad tenezzül etseydi, dinî ve tarihî eserlerine öyle bibliyografyalar hazırlardı ki, bu “kaynak” tekerlemecilerinin çoğu dilini yutardı.

 

Toplam sayısı 500’ü aşan ve sadece ufak bir kısmını tedkik edebildiğimiz Büyük Doğu mecmuaları belge ve kaynaklarla doludur.

 

 

 

"ALELÂDE"YE TAHAMMÜLSÜZ BİR “FEVKALÂDE”

 

Necib Fazıl’ın bibliyografya hazırlama zahmetine katlandığı tek eseri, 1940 yılında devrin Milli Eğitim Bakanının ricasıyla yazdığı “NÂMIK KEMÂL”e dair kitabıdır. Daha sonra bu eseri tashihten geçirerek 1966 yılındaki 2. baskısıyla “dava külliyatının içine” almıştır. Bibliyografya bölümünde, “son yüz yıl içinde çıkmış çeşitli mecmua ve gazeteler haricinde” tam 92 adet kaynak sıralanmıştır.

 

Buna rağmen o yıllarda bile “kaynakçılığa” tenezzül etmediği şuradan bellidir ki, eserin akışı içerisinde adından bahsedilen ve iktibas yapılan kimi kitablara, bibliyografyadaki 92 kaynak arasında yer verilmediği görülür. Meselâ, Süleyman Nazif’in “Namık Kemâl”inden hem 64. hem de 67. sayfada bahsedilip iktibas yapılıyor. Aynı şekilde 94. sayfada da İsmail Hikmet’in “Türk Edebiyatı Tarihi”nden bilgiler sıralanıyor. Lâkin bu iki eser de “bibliyografyaya” alınmamış. Şair NABÎ’den de bahsedilip misâller getiriliyor, fakat Divân kaynakları arasında ismi yok. Bu ve benzerleri göz önüne alınınca 100’ü aşkın eserden süzüldüğü görülür “Nâmık Kemâl” kitabının...

 

Anlaşılıyor ki, Büyük Doğu bayrağının henüz açılmadığı 1940 yılında bile Üstad Necib Fazıl “kaynakçılığa” merak duymamış, bu yoldan itibar devşirmeğe heves etmemiş, titiz ve eksiksiz bir bibliyografya hazırlama tasası çekmemiştir. O hep terkibe kıymet vermiş, notalara takılıp kalmamıştır. Fakat biz bahsimiz gereği notaları hafiften kurcalayalım ve bibliyografyada neler var, kısacık bakalım: İsmail Habib’in “Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi”nden, Fuat Köprülü’nün “Âşık Tarzının Menşe ve Tekâmülü”ne; İbnülemin Mahmut Kemâl’in “Son Asır Türk Şairleri”nden, Recaizâde Ekrem’in “Talim-i Edebiyat”ına; Saadettin Nüzhet’in “Namık Kemâl-Hayatı ve Şiirleri”nden, İbrahim Necmi’nin “Edebiyat Tarihi Dersleri”ne; Muallim Naci’nin “Islahat-ı Edebiye”sinden, Ebuzziya Tevfik’in “Genç Osmanlılar Tarihi”ne; Raif Necdet’in “Hayat-ı Edebiye”sinden, Mustafa Nihat’ın “Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarihi”ne kadar neler yok ki!.. Ayrıca Nâmık Kemâl’in bütün eserleri, çeşitli tarih ve tezkere kaynakları, yirmiye yakın “Divan” kaynağı vesaire... Necib Fazıl’ın “az okuduğu(!)” iftirasını yayan Büyük Doğu düşmanlarının bir çoğu bu eserlerin adından bile habersizdir.

 

Büyük harflerle tekrar edelim: ÜSTAD TENEZZÜL ETSEYDİ DİNÎ VE TARİHÎ ESERLERİNE ÖYLE BİBLİYOGRAFYALAR HAZIRLARDI Kİ, BU “KAYNAK” TEKERLEMECİLERİNİN ÇOĞU DİLİNİ YUTARDI.

 

Bu eser (Şahsı, Eseri ve Tesiriyle NÂMIK KEMÂL, Büyük Doğu Yayınları, 3. Basım, 1992) sadece Nâmık Kemâl etrafındaki tesbitlerle değil, Necib Fazıl’ın çeşitli vesilelerle birçok meseleye ve (Şekspir)den bazı Divân şairlerine kadar kimi şahsiyetlere bakış açısını göstermesi bakımından da önemlidir. Meselâ Tanpınar gibilerinin çok sevdiği Divân şairi Nailî’nin adını yalnızca bu kitabında anmıştır Büyük Doğu Mimarı. Dedik ya; O hep zirvelerle meşguldür; hele edebiyat bahsinde büyüklüğün “gibi”sine bile tahammül edemez. Habersizliğinden değildir suskunluğu...

 

 

 

BÜYÜK DOĞU: “BİNBİR” ÇİÇEKTEN “İRFAN” BALI

 

Gelelim Üstadın “kültürlenme dâvasına” bakışı ile sadeleştirerek günümüz Türkçe’sine kazandırdığı eserler arasındaki ilgiye... Bu meseleye, Büyük Doğu’nun çıkışından dört yıl önce, 1939 “çerçevelerinde” bir yazı dizisiyle el atmış, memleket çapında bir kültür hamlesine girişmek için takib edilmesi gereken yolları, kuşanılması gereken anlayışı ve kültürümüzün köklerini bir bir sergilemiştir.

 

Önce "kitaba" bakışını tesbit edelim: Ona göre "YENİ bir görüş ve duyuş mimarîsinin toprak üstünde sarayını kuracak TEK VASITA KİTAP”tır.

 

(Tanrı Kulundan DİNLEDİKLERİM, Sayfa: 31)

 

Ve sorar: "İnsan mı kitaptan doğdu; kitap mı insandan?”

 

Necib Fazıl için kitabın ne mühim bir mesele teşkil ettiğini görüyorsunuz değil mi? Zaten, "kültürlenme dâvasında ilk iş olarak, herhangi bir dil çarşafına BÜTÜN DÜNYA KÜLTÜR YEMİŞLERİNİ silkelemek, o dile bütün dünya hakikatlerini konuşturmaktan” bahseden; "KÜLTÜRLENME DÂVASININ İLK VE BAŞ HAMLESİ, DÜNYA KÜLTÜRÜ İLE TEMASA GEÇMEKTİR” diyen ve "METODLU, SİSTEMLİ, GENİŞ ÇAPLI BİR TERCÜME İŞİ, KÜLTÜRLENME DÂVASININ TEMEL DİREKLERİNDEN BİRİDİR” ölçüsünü koyan bir adamdan başka ne beklenebilir ki?

 

(Bakınız: Çerçeve 1, Büyük Doğu Yayınları, Sayfa: 115)

 

Üstad beş fıkradan oluşan bu seri yazılarında kültürümüzün “ÜÇ ANA TEMELİ” olduğunu belirtir ve bunları tek tek izah eder.

 

Bu temellerden birincisi "Osmanlı imparatorluğunun kuruluşundan Tanzimat’a kadar gelen devre içindeki yüksek kültür mahsülleri”dir. Bir an önce "(Osmanlıca’dan Türkçe’ye) ismiyle geniş bir tercüme faaliyeti açıp, bütün zirve örnekleri günümüz diline, üslûbuna ve alfabesine mal etmek” gerekir. Çünkü "babadan kalma kültüre tabî olmak değil, fakat mâlik olmak şart! Tarih o kültüre mâlik olmaksızın onun fethettiği topraklar üzerinde mülkiyet iddia eden millete güler.”

 

(N. Fazıl, Çerçeve 1, Sayfa: 116, 117)

 

Üstteki satırları yazan adam, “babadan kalma kültüre mâlik olan”, yani “Osmanlı imparatorluğunun kuruluşundan Tanzimat’a kadar gelen devre içindeki yüksek kültür mahsüllerini” kafasında taşıyan, bir MÜTEFEKKİRE lâzım olduğu kadarıyla TANIYAN ve OKUYAN Necib Fazıl KISAKÜREK’in tâ kendisidir!..

 

İşte bu “yüksek kültür mahsüllerini” üreten kimi şahsiyetlere dair en ÖZLÜ hüküm çekirdekleri:

 

"Bu cemiyetin:

 

Dinî mizacı Süleyman Çelebi’de...

 

Derinlik ve olgunluğu Mevlânâ’da...

 

Mâverâ humması Yunus Emre’de...

 

Kahramanlık hayali Battal Gazi’de...

 

Aksülamel ve isyan psikolocyası Köroğlu’nda...

 

Nükte ve hiciv Nasreddin Hoca’da...

 

Halk duygusu kumaşı Karacaoğlan’da...

 

Hassasiyet cevheri Fuzulî’de...

 

Edâ ve (estetik) ruhu Bakî’de...

 

Kuru mantık ve akıl Nabî’de...

 

Belâgat ve hırçınlığı Nefî’de...

 

Şive ve zarafeti Nedim’de...

 

İrfan ve inceliği Şeyh Galip’te...

 

Usûl ve sistemi Kâtip Çelebi’de...

 

Tarih ölçüsü Naimâ’da...

 

Nas ve kalıp bilgisi Ebussuud Efendi’de...

 

Görgü ve merakı Evliya Çelebi’de...

 

Mâverâ görüşü İbrahim Hakkı’da...

 

Dekor zevki Yesarî’de...

 

(Plastik) fikri Sinan’da...

 

(Fonetik) fikri Dede Efendi’de...

 

Ve bütün bunların hepsi, başka başka mikyas ve kıratlarda hepsindedir.”

 

(Necib Fazıl, Tanrı Kulundan DİNLEDİKLERİM, Sayfa: 166)

 

Yukarıdaki isimlerin arasından, Büyük Doğu Mimarı Necib Fazıl’ın Osmanlıca kanalıyla süzüldüğü kültür ufuklarını görüyor musunuz? Bunların yanında, (Tanzimat sonrasına ait olmakla birlikte) öz kültürümüze sadakati su götürmeyen, Üstadın bazı eserlerinde kaynak olarak faydalandığı “Tarih-i Vekayi-i Devlet-i Âliye” ve “Kısas-ı Enbiya” muharriri Ahmed Cevdet Paşa’nın da adı pekâla zikredilebilir kanaatindeyiz.

 

1939 yılında "(Osmanlıca’dan Türkçe’ye) ismiyle geniş bir tercüme faaliyetine” başlanmasını teklif eden Üstad, bunu başkalarından beklemekle kalmamış, önceki sayfalarda bahsettiğimiz birkaç dinî ve tasavvufî eseri bizzat kendi kalemiyle Osmanlıca’dan günümüz Türkçesine kazandırmış, inanç ve kültür hayatımıza hediye etmiştir.

 

Büyük Doğu Mimarına göre kültürümüzün ikinci temeli “Şark kaynakları”dır: "Doğuyu başta Arab olmak üzere bütün şaheserleriyle dilimize geçirmeğe mecburuz, Garbla Şark arasındaki büyük nefs muhasebesini kavramak ve kendi kaynağımızı tanımak için tek yol bu.”

 

(Çerçeve 1, Sayfa: 118)

 

Bu satırları yazan adam, mecmuasında “doğu edebiyatına” dair bir köşe açan ve orayı çoğu zaman kendi kalemiyle tanzim eden; Arab edebiyatının meşhur “Yedi Askı” şairlerinden, Fars edebiyatının zirvesi “Şehnâme” sahibi Firdevsî’ye ve Nizamî, el-Maarî, Hayyam, İbn-i Fâriz, Sadî gibi Doğu’nun diğer şöhretlerine dair özlü bilgiler veren, bunların eserlerinden iktibaslar yapıp okuyucusuna tanıtan Necib Fazıl KISAKÜREK’in tâ kendisidir!.. İlgilenenler “Edebiyat Mahkemeleri” adıyla yayınlanan kitabının “Doğu Edebiyatı” bölümünü tedkik edebilir. Doğuyu asıl temsil mevkiinde olan İmam-ı Rabbanî, Muhyiddin-i Arabî ve İmam-ı Gazalî gibi din, iman ve tasavvuf cebhesinin büyük isimlerine ise Üstadın ilgisi zaten malûm.

 

Dikkat edilirse "az okudu(!)" safsatasına inad, hep Üstadın kitaba ve okumaya verdiği ehemmiyetin üzerindeyiz. Kafasındaki eşsiz fikir mimarîsinin temellerine de bu sebeple değiniyoruz. O, sadece tavsiye etmekle kalmamış, itidal seviyede bile olsa bu şark kaynaklarını (doğu edebiyatını) mecmuasında okuyucusuna tanıtmıştır. Hele Hayyam bahsinde, Onu “Maarî” ile mukayese eden satırları mevzua ne kadar hâkim olduğunu göstermesi bakımından ayrıca önemlidir:

 

"Görülüyor ki, Hayyam da Maarî gibi, bedbinlik ve hiçlik yolunun, oradan ilerisine geçit bulamamış menfî ve müntehir dehâlarından birisidir. Şu farkla ki, Maarî’nin hikmeti daha fikrî ve derin, Hayyam’ınki ise daha telkinî ve hissîdir. Buna rağmen his örgüsü olarak Hayyam’ın ulaştığı ifade iklimleri Maarî’ye nazaran çok daha san’atkârane bir hususiyet belirtir.”

 

(Necib Fazıl, EDEBİYAT MAHKEMELERİ, Büyük Doğu Yayınları, 1997, Sayfa: 155)

 

Anlaşılıyor ki, Üstadın kültürümüzün temeli olarak işaretlediği kaynaklar, aslında “bir kütübhane” taşıyan kafasındaki muhteşem fikir mimarîsinin sütunlarından başka bir şey değil! İdeolocyasının beslendiği, terkibe mevzu kültür kökleri de diyebilirsiniz! Bunlardan üçüncüsü de “Garb temeli”dir. Çünkü “bir azametli kütübhanedir” Garb. Yıl 1939 ve Necib Fazıl sorar:

 

"Nerede Batı fikirciliğinin ağası Yunan felsefesi ve Yunan edebiyatı, nerede (Rönesans) sonrası yeni zaman fikir ve sanat bütünü, nerede klasikler ve modernler, nerede müsbet ilimler, fenler, ideolocyalar?

 

Garb kültürünü, her şubede ve bütün örnekleriyle dilimize yığma teşebbüsüne girişmek için 24 saatimiz bile kalmamıştır.”

 

(Çerçeve 1, Sayfa: 119)

 

Bu satırları yazan adam, “batı tefekkürünü İslâm tasavvufu karşısında hesaba çeken”; şiirde (Homeros)ton (Rembo)ya, felsefede Sokrat’tan Bergson’a uzanan çizgiyi müdir fikir etrafında muhasebe ve muhakeme eden, (Şekspir)i seven, (Bodler)i yutan, “saf tefekkürde” (Paskal)ı beğenen, (Marsel Prust)un roman anlayışına dair ilk kez “İslâmcı bakışı” misâllendiren Necib Fazıl KISAKÜREK’in tâ kendisidir.

 

Hasan Ali Yücel, birkaç yıl sonrasının Milli Eğitim Bakanı sıfatıyla ve elbette “mahremiyetine nüfuz edemeden” Necib Fazıl’ın bu serî yazılarından almış olduğu ilhâmla büyük bir tercüme faaliyeti başlatacaktır. Daha sonra (70’li yıllarda) yine Milli Eğitim’in başlatıp, Tercüman gazetesinin devam ettirdiği “bin temel eser” dizisini de bahsi geçen “kültürlenme dâvası” yazılarının oluşturduğu havaya dayandırabiliriz.

 

Üstad Necib Fazıl’ın bir ân önce dilimize kazandırılmasını istediği Osmanlı, Şark ve Garba dair dev kütübhaneyi gördük. O, kafasında bir fikir sarayı inşa eden adam olarak, hangi kitabın ne zaman ve ne kadar okunacağını herkesten iyi biliyordu. “Kitab” diye yazdıkları harf çuvallarına umdukları ilgiyi bulamayan, bekledikleri iltifatı koparamayanlar, “az okurdu(!)” safsatasını yayarken, aslında şunu demek istiyorlar: “Tenezzül edip, bizim yazdıklarımızı okumazdı.”

 

 

 

EDEBİYATIMIZI KARIŞ KARIŞ TARAYAN “PROJEKTÖR”

 

Sadece doğunun, batının ve Osmanlı büyüklerinin değil, Tanzimat’tan kendi nesline kadar uzanan fikir ve sanat hayatının Türk kütübhanesine yığdığı erzak da, Necib Fazıl’ın “fikir ve ruh bünyesinde kan haline gelen” gıdanın arasındadır. “Nâmık Kemâl” eseriyle ilgili bahiste, zaten Tanzimat devrine ait zengin bir malzemeye sahib olduğunu gördük. 1936 yılında, devrin en tanınmış yazar ve aydınlarını kadrosunda barındıran ve kendi idaresinde yayınlanan “Ağaç” mecmuasının 4 Nisan tarihli 4. sayısından, 30 Mayıs’taki 9. sayısına kadar “Manzara” başlığı ile “Türk sanatkâr ve entellektüeline” bakışını resmetmiştir. Bu altı yazı, daha sonra “Tanrı Kulundan DİNLEDİKLERİM”de “MEKTUP” şeklinde, zenginleşmiş, olgunlaşmış ve yontulmuş olarak yayınlanacaktır.

 

Üstad bu "manzaralarda" Tanzimat’a kadar gelen devredeki Osmanlı entellektüeline takdirini ifade ettikten sonra, Nâmık Kemâl’in bazı kitablarından başlayarak, Ziya Paşa’nın “Harabat”, Recaizâde Ekrem’in “Zemzeme”, Muallim Naci’nin “Demdeme”, Abdülhak Hamid’in “Makber” gibi eserlerine dair yorumlar yürütür. Ahmet Mithat Efendi’nin romancılığını değerlendirir.

 

"Manzaralar" devam eder: Tevfik Fikret ve Halit Ziya’dan Cenab Şehabettin’e kadar bütün Edebiyat-ı Cedide şair ve romancılarını, hemen arkasından Şahabettin Süleyman, Rıza Tevfik, Abdullah Cevdet, Ahmet Şuayip, Baha Tevfik gibi isimlere bakışını “hüküm çekirdekleri” hâlinde sıralar. Sonrasında Ziya Gökalp’ten başlayıp, Yahya Kemal, Mehmet Akif, Hüseyin Rahmi, Refik Halit, Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Halide Edip, Ahmed Haşim ve benzeri şöhretler etrafında “Dünya Harbi ve sonrası Türk sanat ve fikir ve adamına” yaklaşımını dile getirir.

 

Son olarak; Mustafa Şekip Tunç, Peyami Safa, Tanpınar, Ahmet Kutsi, Hilmi Ziya Ülken, Nâzım Hikmet, Reşat Nuri, Vedat Nedim, Sait Faik, Orhan Veli gibi imza sahiblerini değerlendirir. (Not: Biz bu isimleri, Ağaç’taki “manzaralardan” değil, aynı yazıların, “Tanrı Kulundan DİNLEDİKLERİM”deki zenginleşmiş ve olgunlaşmış son hâlinden faydalanarak sıralıyoruz. Çünkü özellikle son paragraftaki isimlerin birçoğu o tarihte Ağaç’ın yazı kadrosundan olup, Üstadın henüz ümidini yitirmediği kişiler vardır aralarında.)

 

Üstad Necib Fazıl, birkaç paragraftır adını sıraladığımız kalem sahiblerinin hepsini, “Genç Şair” diye anıldığı yıllarda OKUMUŞ, yetişebildiklerinden bir çoğu ile arkadaşlık kurmuş ve sonrasında fersah fersah geride bırakmıştır onları. Gerek “Bâbıâli”de gerek “Edebiyat Mahkemeleri”nde, gerek bu serî yazılarında, verdiği hükümlerin ne kadar isabetli olduğunu anlamak için Türk edebiyatıyla birazcık haşır neşir olmak yeter.

 

 

 

KİTABLARIN EFENDİSİ, FİKİR ÜLKESİNİN SULTANI

 

Stefan Zweig, intiharından evvel kaleme aldığı son eseri “Montaigne” biyografisinde, rönesansın bu unutulmaz hümanistinin kitablarla olan ilişkisini bakın nasıl tasvir ediyor:

 

"Montaigne için kitaplar, sıkıntı veren, gevezelik eden, kurtulunması zor insanlar gibi değildir. Çağrılmadıkları sürece gelmezler; insan canı hangisini çekiyorsa, onun kapağını açabilir.”

 

(S. Zweig, Yarının Tarihi, Can Yayınları, Çeviren: Ahmed Cemil, 2. Basım, 1998, Sayfa: 151)

 

Montaigne’nin "kitaplığım, benim krallığımdır ve burada bir kral gibi saltanat sürmeye çalışıyorum” sözünü naklettikten sonra, devam eder Zweig:

 

"Kitaplar ona düşündüklerini söylerler; Montaigne de onları kendi düşünceleriyle cevaplar. Kitaplar düşündüklerini dile getirirler ve onda yeni düşüncelerin üremesine sebeb olurlar. Montaigne sustuğunda onu rahatsız etmezler; ancak sorulduklarında karşılık verirler. Evet, Montaigne’nin krallığı burasıdır. Ve kitaplar da ona hizmet etmekle yükümlüdürler.”

 

(A.g.e, Sayfa: 152)

 

Montaigne’nin, okumayı İRADÎ BİR FAALİYET olarak sevdiği anlaşılıyor ve bu yönüyle Üstad Necib Fazıl’ın kitablar karşısındaki tavrını bir cebheden aydınlatıyor. Üstad da, gençlik çağındaki “arama ve taramayla geçen” aç kurt gibi okuduğu yıllardan sonra, kitabların arasında hep kral gibi dolaşmış, bilgi hamallığına iltifat etmemiş, hizmetçiliğe yanaşmamıştır. “Kitablar ona düşündüklerini söylemiş, Necib Fazıl da onları kendi düşünceleriyle cevablamış, hizmet etmekle yükümlü” kılmıştır. İradî faaliyetinin neticesi olmak kaydıyla “kitablarına ve kâğıtlarına kapanarak tefekkür etmekten”, yani okuma ve yazma eyleminden müthiş haz almıştır. Kendisinden dinleyelim:

 

"Tefekkür –ki biricik, hayat hazzım, vücud hikmetimdir- benim için ya başkaları ile halleşerek, yahut İRADÎ FASILALARLA kitablarıma ve kâğıtlarıma kapanarak meydana gelen bir iş...”

 

(Necib Fazıl KISAKÜREK, Cinnet Mustatili, Büyük Doğu Yayınları, 8. Basım, sayfa: 90)

 

Cezaevindeyken kitablarla arasına soğukluk girmesinin bir sırrı da budur. Çünkü orada okuma ve yazma iradî bir faaliyet olmaktan çıkıp, "mütemadiyen bu fiile bağlı kalmaya mecburmuş” gibi dayatır kendisini. Oysa iç âleminin hürriyet alanını zindanda bile paylaşmaya yanaşmaz Necib Fazıl...

 

Bu noktadan sonra Büyük Doğu Mimarı’nın kitablara olan yaklaşımı Montaigne’den ayrılır. Evet, ikisi de okumayı HÜR BİR ÇABANIN ürünü olduğu müddetçe severler. Her ikisi de kitablığının hizmetçisi değil efendisidir. Buraya kadar tamam; lâkin “hürriyet” kavramına yaklaşımları ayrılıklarının başlangıcıdır. Montaigne’nin “kitablığında kral gibi saltanat sürmekten” anladığı, bir çeşit avareliktir. “Kitablar yüzünden ter dökmek gibi bir zorunluluğum yok, canım isterse onları bir yana atabilirim” diyen büyük entellektüelin, sokakları aşındıran bir serseri gibi sorumsuzca dolaştığını görüyoruz kütübhanesinde. Necib Fazıl’ın ise “zorunluluk” ve “sorumluluk” kavramlarına zıd bir hürriyeti benimsemesi düşünülemez. Evet, “kitablarına ve kâğıtlarına iradî fasılalarla kapanır”, fakat okuma ve yazma faaliyetini Montaigne gibi şahsî bir zevk, hayatını renklendiren eğlendirici ve dinlendirici bir meşguliyet olarak telâkki etmez. “Batı tefekkürünü İslâm tasavvufu karşısında hesaba çekmek, tarihi sahte kahramanlardan temizlemek”, kaba softa ve ham yobaz tasallutunu kırmak, reformcu şarlatanların maskesini düşürmek, küfre “dur” demek, iman mihrakına nisbetle doğuyu ve batıyı mânâlandırmak, köklü bir tarih muhasebesine girişmek, “bütün saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açmak” gibi kaderin omuzlarına yüklediği ve HÜR İRADESİYLE kabullendiği sorumlulukları vardır. Bu soylu misyonu icrâ etmek için dinî, tarihî, felsefî ve edebî kaynakları tarar, malzemeyi toplar; zaten bu çileyi kabullendiğinde “kafası bir kütübhane” kadar doludur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Artık kitablarla irtibatı “soru-cevab” ilişkisine dönüşmüştür. Dinî, fikrî, tarihî bir meseleyi “İslâmcı bakış” zaviyesinden aydınlatma ZORUNLULUĞUNU hissettiği ânda HÜR İRADESİYLE o mevzua el atar, bir efendi gibi kitabların, kaynakların karşısına geçer, “kitablar ona düşündüklerini söyler; Necib Fazıl onları kendi düşünceleriyle cevablar, onda yeni düşüncelerin üremesine sebeb olurlar.” Necib Fazıl sustuğunda rahatsız etmez, ancak sorulduğunda karşılık verirler. Çünkü bilgiye pençesini geçiren “aslanlaşmış” bir ruhun sahibidir O; olgunluk çağından itibaren, kitabların “sıkıntı veren, gevezelik eden, çağrılmadan gelen kurtulunması zor insanlar gibi” zamanını işgal etmesine müsaade etmez. Fildişi kulesini yıkıp ateş hattına atılan ve cemiyet meydanında ulvî dâvâsını heykelleştiren büyük bir AKSİYONCU-MÜTEFEKKİRİN bundan daha tabiî bir hakkı olabilir mi?..

Kadir Mısıroğlu’nun, kötülemek amacıyla “yalnızca, herhangi bir mevzuda yazacağı zaman kitablara bakma ihtiyacı hissederdi” şeklindeki karalamalarının izâhı budur zannımızca. Fikir ve aksiyon (teori ve pratik) öylesine iç içe girmiş ve birbiriyle bütünleşmiş ki; yazacağında okuyor, okuyunca da yazıyor. Hizmetçi gibi peşlerine takılmıyor, kral gibi hükmediyor kitablara. (Karşısında boynunun kıldan ince olduğu dinî temel eserlerin mânâsına duyduğu eşsiz hürmet tavrı, şu ânki bahsimizin dışında...)

Mevzu buraya kıvrılmışken, Peyami SAFA’nın “Okuyucu Olmak Sanatı”na dair yazdıklarını hatırlamadan geçemeyeceğiz:

"Bir yazı ancak kendi malımız olan fikirler doğurmak şartıyla faydalıdır. Yazıyle okuyucunun zekâsı arasındaki çiftleşmeden hiç bir fikir doğmazsa, o mütalaa tamamıyle akimdir. Faydadan ziyade zarar verir, çünkü beynin yükünü çoğaltır.”

"Kitap, adamı beslemezse şişirir, bilgilerin yağıyla şişmanlatır. (...) Bunun için sağlam yapılı bir kafa, dolu bir kafadan üstündür ve düşünmek bir fikre gebe kalmaktan başka bir şey olmadığı için, kitapların en güzelleri, düşündürücü ve doğurucu eserlerdir.”

"Kitapla okuyucunun zekâsı evlenmeli, mahsul vermelidir.”

(Peyami SAFA’dan SEÇMELER, Yağmur Yay.,2. Basım, 1976, Sayfa: 27, 28)

Eğer “okuyucu olmak sanatı” buysa, NECİB FAZIL BU İŞİN EN BÜYÜK SANATKÂRLARINDANDIR. Peyami’nin yazdıklarını Büyük Doğu Mimarı’nın meşhur “irfan-kültür” tarifiyle birlikte düşününce tesbitimize hak verilecektir:

"İrfan, arşın veya okka hesabıyla bir şahsın yüklendiği kuru malûmat değil; sahibinde fikir ve ruh bünyesi hâline gelmiş bilgidir. Gıdanın döne dolaşa damarlarımızda kan hâline gelişi gibi... Kimse bize, kilerdeki erzakını gösterip o mikyasta kan sahibi olduğunu iddia edemez. Kimse de kamûs ezberlemekle irfan sahibi olamaz.

Evet, evet; irfan, bilgi sahibi olmaktan ziyade, bilinen şeyler vasıtasıyla bilme hassasına ermektir. Bilme hassasına eren, bilmediği şeylerin de bir nevi âlimi olur. Nasıl ki parası olan, satın almadığı şeylerin de bir nevi mâliki sayılır. Demek ki, şu veya bu bilgi malından ziyade, mallar arasında müşterek kıymet vahidi olan manevî paraya, yâni ruh ve akıl kıvamına irfan demek lâzım...”

(Necib Fazıl, Tanrı Kulundan DİNLEDİKLERİM, Sayfa: 116)

"Yazan Necib Fazıl” da, “OKUYAN Necib Fazıl” da, "düşünen Necib Fazıl” da yukarıdaki satırlarda gizlidir

- II. Bölüm -

"TARİH KIYMET HÜKMÜ DEMEKTİR”

Bu bölümde Üstadın mevzuunu tarihten alan eserlerine eğilmek ve tesbit edebildiğimiz kadarıyla bunların kaynaklarını sıralamak istiyoruz. Necib Fazıl’ın tarih ilgisi “okuma hastalığına” tutulduğu çocukluk yıllarına kadar uzanır. 5 Haziran 1978 tarihli “çerçevesinden” okuyalım:

"Okuyup yazmayı (tabiî aslî harflerimizle) beş altı yaşlarındayken öğrenmiştim... (...)

Okuduğum kitaplar arasında, Osmanlı Tarihine ait menkıbelerden herhangi bir vezirin budalalığı, devletin aczi, ve zaman-mekâna hâkimiyetsizliği beni sinirlendirir, dehşetler içinde bırakır; hele yeniçeri rezaletleri, cinayetleri, isyanları, iliklerime kadar işleyici bir korku meltemi üflerdi ruhuma...”

(Necib Fazıl, ÇERÇEVE 5, Büyük Doğu Yay. 1. Basım, 1998, Sayfa: 67)

Çocuk Necib Fazıl’ın bu tarih alâkası ömür boyu sürecek, tâ çocukken nefretini toplayan her türlü budalalık, sahtekârlık, kaba softalık ve yeniçeri rezaletleri, günü gelecek, dünya çapında bir muhasebeyi başlatacaktır kafasında. Doğu ve batı arasında Türk’ü topyekün hesaba çekecek, bütün oluş ve olamayışlarıyla hükme bağlayacak, en sağlam terkibî hükümler hâlinde istikbâlin tarihçisine çıkış noktasını gösterecektir.

Bu mevzudaki kitablık çalışmaları dışında, Büyük Doğu’larda çeşitli müstearlarla (özellikle Prof. Rıdvan Balkır imzasıyla) yıllar boyu tarihe dair yazılar yazan Üstad Necib Fazıl’ın Toptaşı Cezaevi’nde de yanından tarih kitablarını ayırmadığını görüyoruz. 1952 yılında tek başına kaldığı hücresinde “odamın manzarasını noktası noktasına içime nakşetmek istiyorum” diyerek, çile doldurduğu mekânı tasvir eder:

"Yine masam... Sigara ve kibrit haşereleriyle dolu tabla... Kapağı sol tarafa eğik, küçük ispirto lâmbası... Yine sola eğik, mahzun bir kese kağıdı içinde kahve... TARİH KİTAPLARI ve bir sürü kâğıt...”

(Cinnet Mustatili, Sayfa: 49)

Büyük Doğu Mimarı’nın “Ulu Hakan 2. Abdülhamid Han” eserine yazmış olduğu önsöz, hem tarihe ve tarihçiliğe bakışta, hem de yazdığının hesabını verme, yani “hâl izahı” cebhesinden değerlendirildiğinde tam bir fikir şâheseri olarak çıkar karşımıza.

Üstada göre tarihçiliğin en alt tabakası, onun teknik bakımından incelenmesidir. Bunlar “malzeme ve hammadde verir ve gerisi için tasa çekmez.” O, bu usûle rağbet etseydi, yıllarca Büyük Doğu’larda “Prof Rıdvan Balkır” müstearıyla yazdığı tarih levhaları için "1943-1975 arasında, kendi imzamı atmayacak ve bu kadar dağılmayı kabul edemeyecek kadar basit fikir ve tarih işçilikleri...” ifadesini kullanmazdı ve Kadir Mısıroğlu’nun iddia ettiği gibi tarihe dair kitablarını sırf telif hakkı kaygısıyla yazmış olsaydı, bahsettiğimiz bu yazıları da kitablaştırırdı. (Zannımızca, Üstadın Büyük Doğu arşivlerinde kalan bu ve benzeri yazılarının bir an önce kitablaşması, özellikle araştırmacılar için faydalı olur. Meselâ bahsettiğimiz tarih yazıları “malzeme ve hammadde” vermekle birlikte, Üstadın hangi kaynaklardan neler süzdüğünü göstermesi bakımından da önemlidir.)

Okuyucusunu malûmat sahibi yapmak amacıyla dergi sayfaları için hazırladığı bu ve benzeri yazılar bir yana, kitablık çapta ele aldığı tarih tezlerinden anlaşılıyor ki, Necib Fazıl’ın tarihe yaklaşımı, çağını sorgulayan büyük bir fikir adamının tavrıdır.

"Aydın Sorumluluğu”na dair bir başka çalışmamızda yazmıştık: Tarih ne böbürlenme, ne küfür, ne aşağılama arenasıdır. Bugün bize ne atalarımızın kahramanlıkları fayda verir, ne de onların yanlışlarına küfrederek paryalıktan kurtulabiliriz. Tarih, önümüze yığılan meselelerin KÖKLERİNE inebilmek için “halihazırdaki insan şuuruyla” muhasebe edilmesi gereken bir ibretler levhasıdır.

Soru sormadan, meselelerin çözüm çekirdeklerini aramadan, sürü psikolojisi ile tarihe yanaşılmaz. Bugün “sağ” ve “sol” zihniyetlerin, birinde “övgü”, diğerinde “sövgü” tavrıyla tecelli eden tarih alâkası, meselelerin çözüm çekirdeklerini buldurucu olmaktan ziyade öldürücüdür.

Aydın, kafasında “düğüm” olan; fikrî, edebî, siyasî ve sosyal çelişkilerin kaynağını tarihî akış içerisinde takib edebilecek asgarî donanıma, usûl bilgisine sahib olmalıdır.

Aydın sorumluluğuna dair yazdığımız yukarıdaki satırlar, Necib Fazıl’ın tarihe yaklaşımından süzebildiğimiz kırıntılardan başka bir şey değildir aslında.

"Tarihi, hikmet yönünden ele alan" Üstad, "onu, kafasındaki tezatsız ve her örgüsü tamam bir dünya görüşüne nisbet eder.” Bu, "cemiyet hamurkârı büyük fikirci” tavrıdır. Onun öğretmek istediği "vâkıalar değil, mânâlardır.” Usûlü de "tarihin ikinci ve üçüncü nevinden (ilim ve teknik bakımından) inşasındaki kanunlara aykırılık göstermeden, üstelik bunlardan yeteri kadar pay alarak, birinci soya bağlı bir hikmet ve sanat fırçasiyle iç yüzlere inmek ve (dinamik) çizgiler yolundan, hikâye üstü ruha tırmanmak...”

(Bakınız: Necib Fazıl, Ulu Hakan II. Abdülhamid Han, 5. Basım)

Onun içindir ki "bibliyografya, endeks, fotokopi, vesika adresi gibi gerçekliği nisbetinde sahteliği mümkün" zahmetleri, dâvâsının ırgatlık tarafı olarak görür. "Dış yüzden meçhûlleri malûm kılmak yerine, iç yüzden malûmları meçhûlden kurtarmak ve sadece fikri getirmek dâvasında” olduğuna göre, bu O’nun hakkıdır.

Büyük Doğu Mimarı’nın “cemiyet hamurkârı büyük mütefekkir” misyonu gereği “ırgatlık” kabul ettiği işleri omuzlamak, bugün bizlerin görevidir. “Üstadın az okuduğu(!)” safsatasını yayanlara karşı, Onun tarihî tezlerinde de zengin kaynaklara dayandığını, tarihin “ilim ve teknik” usûllerine aykırılık göstermeden çalıştığını ve hikmetlerini bunların üzerinde temellendirdiğini, bir parçacık olsun hissettirmek istiyoruz. Bunun en güzel misâli “MOSKOF” isimli kitabıdır. Bu eserinde en fazla başvurduğu kaynaklar, Prof. Dr. Akdes Nimet KURAT’ın çalışmalarıdır. "Türk ve Rus münasebetleri üzerinde kaleme aldığı eserlerle maruf Prof. Dr.Akdes Nimet KURAT..." (Necib Fazıl, MOSKOF, 5. Basım, Sayfa: 20)

İşte bu şahsın, “Moskof”ta kaynak olarak sık sık başvurulan “Türkiye ve Rusya” kitabını bir vesileyle tedkik ettik. Şu kadarını söyleyelim: Kalın bir ansiklopedi cildini andıran 600 sayfa civarındaki bu eserde, mevzuyla ilgili hemen her malzeme var. Devlet arşivlerinden derlenen yerli ve yabancı belgeler, beyanatlar, uluslararası yazışmalar, antlaşma metinleri, yüzlerce kaynak... vs. şimdi, bu malzeme ortadayken, Üstadın, hem de “cemiyet hamurkârı büyük fikirci” sıfatıyla yeniden bu işe soyunması ırgatlıktan başka ne olurdu ve bir MÜTEFEKKİRİN böyle bir lüksü var mıdır? Üstad kendisine düşeni yapmış, bu toplu malzemeyi “her örgüsü tezatsız bir dünya görüşüne nisbet ederek” mânâlandırmış, işin ilim ve tekniği ile uğraşanların hayâl edemeyeceği tecridlere ulaşmıştır.

Irgatlık ürünü bu ve benzeri malzemeler, ancak soylu bir fikir adamının elinde mânâ kazanır ve hayatta dinamik bir rol üstlenir. Necib Fazıl’ın tarihî eserlerinde yaptığı budur ve kimsenin onu “kaynak” tekerlemesiyle eleştirmeye hakkı yoktur. Üstad, hangi malzemeyi nereden alacağını herkesten iyi biliyor, işin ırgatlığına dair incelemelere “bir kral gibi hükmediyordu.”

Üstadın “Moskof”ta faydalandığı bir diğer kaynak, KURAT’ın “Türkiye ve Rusya”sından birkaç yıl evvel yayınlanan Haluk F. Gürsel imzalı “Tarih Boyunca Türk-Rus İlişkileri”dir. 250-300 sayfa civarındaki bu çalışma da, yine işin ırgatlık tarafına ait bilgiler ihtiva etmektedir. Bu arada Prof. Dr. Akdes Nimet KURAT’ın “Rusya Tarihi” isimli yine ansiklopedik çapta bir başka eserine rastladık ve Üstadın “Moskof”ta adından bahsetmediği bu kitabdan da faydalandığını tesbit ettik. Özellikle “Türk Yumruğu Altında Moskof” bölümünde “Rusya Tarihi”nden epey istifade ettiğini sanıyoruz. Hatırlatalım: Terkibe mevzu malzemedir bu kaynaklar ve bir mütefekkirden beklenen “terkib”den başka nedir ki? İşin “ilim” ve “teknik” cebhesinin hakkı olan “takdir” ise, farklı terazilerin kıymetlendirme derecesine girer. Hassas kuyumcu terazisi ile toptancı kantarı arasındaki fark misâli...

Yeri gelmişken, bahsimizin bir uzantısı olarak ve “Moskof”tan başlayarak, Üstadın tarihe dair eserlerinde adı geçen kitab isimlerini rastlayabildiğimiz kadarıyla ve bahsedildiği şekliyle sıralayalım:

1) Türkiye ve Rusya: Prof. Dr. Akdes Nimet KURAT

2) Prut Seferi ve Barışı: Prof. Dr. Akdes Nimet KURAT (Bu eserin iki cild olduğunu tesbit ettik.)

3) Tarih Boyunca Türk-Rus İlişkileri: Haluk F. Gürsel

4) Kırım Harbi: Tarihçi Emin Ali

5) Cevdet Paşa Tarihi (Osmanlı tarihçileri arasında Rus ilişkilerine dair en geniş bilgileri Cevdet Paşanın verdiğini hatırlatmak istiyoruz.)

6) Raşid Tarihi

8) "Üniversite kütübhânesinin Türkçe yazmaları arasında bulunan Salih Hayri’nin Manzum Sivastopol tarihi..."

Bu listeye yukarıda bahsettiğimiz, KURAT’ın “Rusya Tarihi” de eklenebilir. Daha başka kaynaklara da göndermeler var ama bunlara özellikle KURAT’ın kitablarındaki iktibaslar kanalıyla ulaştığını tahmin ettiğimiz için listeye almadık.

"YENİÇERİ”de adı geçen kaynaklar:

1) Mufassal Tarihi

2) Solakzade Tarihi

3) Koçi Bey Risâlesi (Latin harfleriyle de birkaç kez basılmıştır.)

4) Peçevî Tarihi

5) Naima Tarihi (Üstad Necib Fazıl, bu eserinde en fazla Naima’ya başvurmuştur.)

6) Cevdet Paşa Tarihi

7) Koca Sekbanbaşı Risâlesi. (19. yüzyılın başlarında kaleme alınan bu risâle, Tercüman’ın “1001 Temel Eser” serisinden de neşredilmiştir.)

8) Ravza-tül-Ebrar: Şeyhûlislâm Kara Çelebizâde Abdülaziz Efendi

9) "Külhanbeylerine dair muharrir Refiî Cevdet Ulunay tarafından yapılmış bir etüd...”

Üstadın, Büyük Doğu’da uzun yıllar yazan, özellikle devşirmeliğe dair yazılarıyla tanınan tarihçi İsmail Hami DANİŞMEND gibilerin çalışmalarından da faydalandığı sanılmaktadır “Yeniçeri”de.

"ULU HAKAN II. ABDÜLHAMİD HAN”da adı geçen kaynaklar:

1) "İttihat ve Terakki Komitesinin neşrettiği Abdülhamid-i Sani ve Devr-i Saltanatı, Hayat-ı Hususiyye ve Siyâsiyyesi..."

2) Yıldız Hatıraları: Başkâtip Tahsin Paşa

3) İnkılap Tarihimiz ve İttihat ve Terakki: Ahmed Bedevi Kuran

4) Sultanın Politikası: (Viktor Berar)

5) Abdülhamid Devrinde Türkiye: (Şarl Hekar)

6) Veliahtın Hatıraları: "Bir Alman Veliahtına ait eser...”

7) "(Joen Haslip) isimli İngiliz muharririnin Abdülhamid’e dair eseri...”

8) Abdülhamid’in kızı Şadiye Sultan’ın yazdığı “vaziyeti canlı renkler ve çizgilerle resmeden” hatıraları...

9) Bizzat Abdülhamid’e atfedilen ve 1917’de kaleme aldığı iddia edilen, “sadrâzamlarından Halil Rıfat Paşa’nın torunu muharrir Vedat Örfi Bey tarafından 1922 tarihinde neşredilen ve 72 sayfa tutan” (Laypzig) basması hatıralar...

10) Midhat Paşa’nın, oğlu Ali Haydar Midhat Paşa Tarafından 1909 tarihinde neşredilen mektubları ve hatıratı...

11) Avrupa murahhaslarının (Müşterek Komisyonun), Ermeni hadiselerine dair hazırladığı “Mavi Kitap..." (Üstad, Abdülhamid’in "ne çapta bir vakar, heybet, haysiyet ve itibar belirten bir politika sahibi olduğunu” göstermek için bu kitabdan özetlediği birkaç sayfayı eserine almıştır.

12) Londra Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi profesörlerinden (Eli Kidor)un 1974 yılında, (Arabic Political Memories and Other Studies-Arap Siyasi Hatıraları ve sair İnceleme ve Çalışmalar) isimli kitabı...

13) Tarihçi İsmail Hami DANİŞMEND’in hazırladığı Abdülhamid kronolojisi...

14) Abdurrahman Şeref Lâç ve tarihçi Ahmed Refik gibi muharrirlerin bazı yazıları...

Ve daha birçok vesaire vesaire vesairedir.

Yukarıdaki kaynaklara baktığımızda bir çoğunun “Abdülhamid aleyhtarı” olduğunu görürüz. Ama onların sahte mantığını Necib Fazıl’ın tecrid dehâsı ters yüz etmiş ve silahları kendine dönmüştür. Üstada göre "Abdülhamid’in büyüklüğünü anlamak için onun aleyhine yazılmış olanları okumak yeter.” (A.g.e, Sayfa: 371) Demek ki, malzeme nereden gelirse gelsin, önemli olan terkib... Bu eserden Abdülhamid devrinin ilim ve fikir hayatına dair Büyük Doğu Mimarı Necib Fazıl’ın yazdığı şu satırları da bahsimiz gereği nakletmek istiyoruz:

«"Kısası Enbiya”, “Tarih-i Cevdet” ve “Mecelle” gibi ölmez eserlerin sahibi Cevdet Paşa, üstün verim çağını onun zamanında idrak etmiştir. “Mesnevî” şerhedicisi Âbidin Paşa, onun en küçük valilerindendir. Birçok ilmî ve dinî eser sahibi Giritli Sırrı Paşa da aynı...»

(Necib Fazıl, a.g.e, Sayfa: 212)

Üstadın Ahmed Cevdet Paşa’ya ilgisi malûm. 1940 yılında yayınlanan “Nâmık Kemâl” biyografisinden, 1978’de neşrettiği “Doğru Yolun Sapık Kolları”na kadar birçok dinî ve tarihî eserinde, onun tarihinden ve “Kısas-ı Enbiya”sından faydalanmıştır. “Kısas-ı Enbiya”dan özellikle “Doğru Yolun Sapık Kolları”nın ilk bölümlerinde istifade ettiğini tesbit ettik ve bu tür eserlerinde roman dinamikliğiyle canlandırdığı vak’aları en emin kaynaklardan süzdüğüne bir kez daha şahid olduk.

Dikkat çekmek istediğimiz bir başka isim daha var: “Birçok ilmî ve dinî eser sahibi Giritli Sırrı Paşa”...Diğer deyişle SIRRÎ GİRİDÎ... “İlm-i Kelâm’ın Özü”nü yazan zât... Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun da faydalandığı bu eseri, sayın Kâzım Albayrak özleştirerek sadeleştirmiş ve Tahkim Yayınları tarafından 1987’de neşredilmiştir. Giritli Sırrı Paşa’nın bu veya benzeri eserlerinden Üstadın da haberdar olduğu yukarıdaki iktibastan anlaşılıyor.

"Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu SULTAN VAHİDÜDDİN”de adı geçen kaynaklar:

1) Görüp işittiklerim: Mabeyn Başkâtibi Ali Fuad TÜRKGELDİ

2) Saray ve Ötesi: Halit Ziya UŞAKLIGİL

3) İnkılap ve Milli Mücadele Tarihi: Enver Behnan ŞAPOLYO

4) Anadolu İhtilâli: Sabahattin SELEK

5) Nutuk-1927: (Mustafa Kemâl)

6) T.B.M.M Zabıt Ceridesi- Cilt 1., 2. Basılış, 1940

7) Türkiye ve Tanzimat: Angelhard

8) Osmanlı Sultanları Tarihi: (Yazarının adı verilmemiş.)

9) Kâzım Karabekir’in Hatıraları: (Anladığımız kadarıyla Kazım Karabekir’e ait satırları bu hatıralara yer veren başka bir eserden aktarmış.)

10) Sarıklı Mücahidler: Kadir Mısıroğlu (Şehzâde Mahmud Şevket Efendi’ye ait bir beyan vesilesiyle adını anma lütfunda bulunduğu bu eseri, Üstad elbette baştan sona okumaya tenezzül etmemiş, şöyle bir karıştırıp atmıştır. İsmini anması da “gönül almak ve adam kazanmak” için olsa gerek...)

Necib Fazıl’ın çok gürültü koparan bu eserinin (Büyük Doğu Yayınları, 3. Basım, Ekim 1976) 17. sayfasında “şark meselesi” muharriri bir Avrupalı’ya ve 55. sayfasında Halide Edip Adıvar’ın “Yeni Turan”ına göndermeler yapıldığını da belirtelim.

Üstad yine bu kitabında “Vahidüddin’in Şeyhülislâmları arasında dinî ve ahlâkî vasıflarıyla en üstünü olan Mustafa Sabri Efendi’nin, Mısır’da neşredilip memlekete sokulması yasaklanan meşhur ve müthiş eserinden” bahseder: "Vesikaların en ehemmiyetlisi Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendinin, Mısırda Basılan, adını vermekten bile çekineceğim eseridir.

Ben bu eseri gözümle görmedim ve içinden hiçbir parçaya aslı ve tercümesiyle şahit olmadım. Sadece uzaktan eseri, onun memlekete girmesinin şiddetle yasaklandığını ve taşıdığı tezi biliyorum.”

(A.g.e., Sayfa: 180, 183, 184)

Üstadın “yasaklanmış yayını yurda sokmak ve propaganda etmek” gibi ithamlara maruz kalmamak, kısacası “kanun ağına takılmamak” için bunları yazdığını sanıyoruz. Büyük Doğu’ların çeşitli sayılarında Mustafa Sabri Efendi’nin bazı eserlerinden parçalar neşredildiğini düşünürsek, pekâlâ yukarıda bahsedilen eserin de Üstad tarafından temin edilip okunduğu ileri sürülebilir. Aksi takdirde niye “vesikaların en ehemmiyetlisi" olarak bahsetsin?..

"İHTİLÂL”de adı geçen ve geçMEyen kitab ve kaynaklar:

Necib Fazıl’ın “olmuş ve bitmiş” tarihi vak’aları, yaşayan ve yürüyen, gelişip serpilen bir fikre nasıl yakıt olarak kullanabildiğinin, bu işte nasıl bir tılsım ustası olduğunun en güzel misâllerinden birisi de “İhtilâl” adlı kitabıdır. Bir sahafta “İhtilaller ve Darbeler Tarihi” ismini taşıyan, Cem Yayınevi tarafından 1974 yılında ve minicik harflerle basılmış, 700 sayfalık bir kitaba rastlamıştık. Mevzuunda tanınmış birçok yabancı tarih ansiklopedisinden çevrilerek dilimize kazandırılmış ve bazı ilâvelerle zenginleştirilmiş bu kitabı biraz karıştırınca, Üstad Necib Fazıl’ın “İhtilâl”de işin malzemeye ve hammaddeye ait kısmının en az yarısını buradan aldığını farkettik ve elbette hemen o kitabı satın aldık. Üstadın eserinde, ırgatlık kısmına ait, yani “geldi-gitti” tarzındaki hadiseler planında bilgi eksikliği olduğunu ileri süren varsa, gitsin, önce bu “İhtilaller ve Darbeler Tarihi”nin derlendiği dünya ansiklopedilerini yalanlasın. Bu hadiselerin “sentez” süzgecinden geçerek, Necib Fazıl tarafından hükümlendirilmesi ise bir dünya görüşüne nisbetledir ve sonuç itibariyle “bilgi yanlışlığına” değil, BAKIŞ AÇISINA mevzudur.

Necib Fazıl’ın ideolocyasını benimseyip benimsememeyle ilgili olan bu durum sadece “İhtilâl” için değil, Üstadın diğer tarihî eserleri için de geçerlidir. Bu eserler her şeyden evvel, taşıdığı tezle, “bakış açısıyla” mütalaa edilmelidir. Üstad hammaddeyi mevzuun en yetkin bilinen kişi ve kaynaklarından, hatta bazen karşıtlarından alıp kullanır. Hem unutulmasın: Yanlış bir bilgi, sıhhatli bir TEZİN etrafında şifaya vesile olur da; en doğru bilgiler sakat bir kafanın elinde zehire dönüşür.

Büyük Doğu Mimarı, bahsi geçen bu “İhtilâller ve Darbeler Tarihi”nin adını anmamıştır eserinde. Zira bir ansiklopediyi andıran bu kitab, doğruluğu müştereken kabul edilen hadiseler ve genel geçer bilgilerden ibarettir. Bunlar her dünya görüşünden insanın kendi bakış açısına göre kullanabileceği hammaddedir.

Üstad özellikle bu eserinde (Mişle) isimli bir Fransız tarihçisine sık sık gönderme yapar. Bir halk kütübhanesinde bu isimle yayınlanan iki cildlik “Fransız İhtilâli Tarihi”ne tesadüf ettik, hatırladığımız kadarıyla 1940’lı yıllarda kazandırılmış dilimize... Üstad daha başka eserlerinde de adını andığı bu (Mişle)yi Fransa’nın en büyük tarihçilerinden kabul eder. “İhtilaller ve Darbeler Tarihi” kadar kesin konuşmamakla birlikte Necib Fazıl’ın faydalandığı kaynaklardan birisinin de (Mişle)nin “Fransız İhtilâli Tarihi” olduğunu zannediyoruz.

(Üstadın diğer eserlerinde en az (Mişle) kadar adından ve “Kahramanlar” isimli meşhur eserinden bahsettiği bir yabancı tarihçi daha var: İngiliz (Tomas Karlayl)... Bu adamın da Fransız ihtilâline dair bir eseri olduğunu biliyoruz. Fakat Necib Fazıl, sadece “Kahramanlar” vesilesiyle temas eder bu tarihçiye... İngiliz (Karlayl)’ın “Fransız İhtilâli”nde yürüttüğü tez, yine bir İngiliz romancısı Charles Dickens’in “İki Şehrin Hikayesi” romanına da ilhâm kaynağı olmuştur. Bu tez şudur: Fransız İhtilâli haklı sebeblerden doğar. Fakat ihtilâlden sonra zulüm yer değiştirir. Bu defa kinlerine yenik düşen ihtilâlciler zulmetmeye başlar ve akan kan bir türlü durmaz. Hatırlayınız: Necib Fazıl da bu bahiste benzer şeyler yazmıyor mu?)

"İhtilâl”de bahsedilen İsmail Hami DANİŞMEND’in “Osmanlı Tarihi Kronolojisi”nden ise Üstadın doğrudan faydalandığını sanmıyoruz, Necib Fazıl’ın “Şeyh Bedreddin” bahsinde eleştirilerine muhatab olan Danişmend’e ait satırlara, aynı mevzu ile ilgili olarak “İhtilâller ve Darbeler Tarihi”nde de yer verildiğini gördük. Üstadın o iktibasa binaen “Osmanlı Tarihi Kronolojisi”ne gönderme yaptığını sanıyoruz. Fakat yıllarca Büyük Doğu’larda tarih yazıları yazan Danişmend’in bu dev eserinden Üstadın habersiz olması düşünülemez. Lâkin mevzuun akışı en azından “İhtilâl”de doğrudan bu esere baş vurulmadığını gösteriyor.

Bu "Osmanlı Tarihi Kronolojisi” hariç, “İhtilâl”de adı geçen kaynakları hemen sıralayalım:

1) Fransız Temyiz Mahkemesi âzasından namlı bir ilim adamının "DANTON’UN KATLİ” isimli kitabı...

2) Harbe Dair: (Von Klâvzviç)

3) Hükümet Darbesi: (Malaparte)

4) Rus İhtilâli Tarihi: Troçki

5) 93 İhtilâli: Victor Hugo

Üstad, 1952 Malatya mahkemesinde, yukarıda adı geçen “Danton’un Katli” kitabını mahkeme heyetine uzatmış ve çarpıcı bir savunma yapmıştır.

(Bakınız: Necib Fazıl, İHTİLÂL, 4. Basım, Sayfa: 238)

"Tarih Boyunca BÜYÜK MAZLUMLAR"da adı geçen kaynaklar:

Necib Fazıl’ın çok zengin bir malzemeden damıtıldığını her hâliyle hissettiren, fakat kaynak ismi zikretmekte en tutumlu davrandığı eserlerden birisidir “Büyük Mazlumlar”... Tesbit edebildiklerimizi sıralayalım:

1) "Bir İngiliz hukuk mütefekkirinin "TARİHİ DÂVALAR” adlı eseri...

2) Sokrates’in Eflâtun tarafından zabtedilen ve "APOLOCYA" adıyla kitablaştırılan eseri... (Üstadın özellikle müdafaalarında gönderme yaptığı kitablardan birisi de bu “Apolocya”dır)

3) Eflâtun’un çeşitli eserlerinden, Sokrates’in diliyle yazılmış diyalog parçaları...

4) Bir Fransız tarihçisinin "Havariler ve Mazlumların Kilisesi” adlı eseri...

5) Kalas Ailesine Ait Gerçek Vesikalar: Volter

6) Emil Zola’nın "İtham Ediyorum” yazısı...

7) Hammer’in "Osmanlı Tarihi”... (Necib Fazıl, bu ecnebî tarihçinin eserine “Büyük Mazlumlar”da sık sık başvurup iktibas yapmakla birlikte, diğer tarihî eserlerinde aynı ilgiyi göstermez.)

8) Nâima Tarihi

9) Peçevî Tarihi

10) "Vukuât-ı Sultan Cem”

11) Tarihçi Ahmed Refik’in "İki Komite, İki Kıtal” broşürü...

12) Harb Hatıralarım: Lüdendorf

Ayrıca Danton’un mazlumluğu ile ilgili bölümde, “İhtilâl”in kaynakları arasında yer alan ve Malatya dâvâsında mahkeme heyetine uzattığı “Danton’un Katli” kitabından da faydalandığı malûmdur.

"SON DEVRİN DİN MAZLUMLARI”nda adı geçen kaynaklar:

1) 31 Mart Vak’ası: İsmail Hami Danişmend

2) Şeyh Sait ve İsyanı: Metin Toker

3) Tarihî Hakikatler: İbrahim Arvasî

4) Devrimler ve Tepkileri: Mahmut Goloğlu

5) Frenk Mukallitliği: İskilipli Atıf Efendi (Üstad Necib Fazıl, bu eser hakkında şunları yazar: "(...) bu eser, şahsiyet ve asliyet müdafaacısı ve İslâm ruhuna tam uygun bir fikir yapısı arzeder...”(Son Devrin Din Mazlumları, 12. Basım, Sayfa: 92)

6) Mektubat: Erbilli Şeyh Esad Efendi

7) Divan-ı Esad: Erbilli Şeyh Esad Efendi

(Üstad, Esad Efendi’nin "Mektubat ve divanına dair şunları yazar: "Şeyh Esad Efendi’nin eserlerinden “Mektubat” ile “Divan-ı Esad” isimli Farsça ve Türkçe şiir kitaplarını temin ve tetkik edebildik. Mektupları, hususî münasebet, şeriat ve tasavvuf mevzularında olup bu bahislerde dinî ölçülere sadık bir irfan sahibinin konuşmakta olduğu hissini aldık. Şiirlerine gelince, bunlar, Şeyh Esad Efendi’nin nadir bir hassasiyet ve şiir kabiliyetine mâlik bulunduklarına işaret...” (A.g.e., Sayfa: 169) Necib Fazıl, daha sonra Şeyh Esad Efendi’nin şiirlerinden birkaç misâl verir.)

8) Kenz-ül İrfan: Erbilli Şeyh Esad Efendi (Üstad, bu esere dair de şunları yazar: "Bir yakınımızdan sağladığımız “Kenz-ül İrfan” isimli hadis tercümelerinde ise aslî metne ve Osmanlıca’ya büyük bir sadakat ve hâkimiyet müşahede ettiğimizi belirtmek borcundayız.” (Necib Fazıl, a.g.e., Sayfa: 170)

9) "SAİD NURSΔ isimli bir kitab...

10) "NURCULUK" adlı bir kitab...

11) Said Nursî’nin bazı mektubları...

12) Kemal Kaçar’ın kendisine verdiği el yazması notlar...

Üstad Necib Fazıl, bu eserinin “Said Nursî”ye ayrılan bölümünde şunları yazar:

"Bediüzzaman’ın Kastamonu mektupları, Nur ve Nurculuk dâvasını ve onun bütün metod ve şahsiyetini izah eder mahiyettedir.” (A.g.e, Sayfa: 237)

" "Sözler", "Mektubat", "Lem’alar", "Şualar” diye dört büyük kısımdan teşekkül eden ve 130 parça hâlinde bütünleşen Nur Risâlesi, bu büyük ve son derece tesirli eser, Kur’ân ilhamlarına dayalı bir İslâmî hikmet manzumesidir ve bu ölçüyle ele alınmalı ve değerlendirilmelidir.” (A.g.e., Sayfa: 265)

Yine Büyük Doğu’ların eski sayılarında Said Nursî’nin “Gençlik Rehberi” gibi eserlerinden bazı parçalar, bizzat Necib Fazıl’ın takdimiyle yayınlanmıştır. Tüm bunlar, Büyük Doğu Mimarının “Risâle-i Nur” diye şöhret bulan eserleri de öyle veya böyle tedkik ettiğini göstermektedir.

Tarihî eserlerine ait bahsi kaparken:

Üstad Necib Fazıl, şu noktaya kadar sıralamaya çalıştıklarımız dışında, “Sahte Kahramanlar” konferansında da faydalandığı bazı tarihî kaynakları fısıldamıştır. Bunları sıralarsak:

1) Son Sadrazamlar: İbnülemin Mahmud Kemal. (Ansiklopedik çaptaki bu üç cildlik eser, mevzuunda başka söze hâcet bırakmayacak kadar zengin bir malzeme ihtiva eder.)

2) Lütfî Tarihi. (Hilmi Ziya Ülken’in "Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi”nden öğrendiğimize göre, Ahmed Cevdet Paşa’dan sonra vakanüvisliğe bu Lütfi Efendi getirilmiştir. Necib Fazıl’ın özellikle Midhad Paşa ile ilgili tesbitlerinde başvurduğu bir kaynaktır.)

3) Ahmed Rasim Tarihi.

4) Kahramanlar: (Tomas Karlayl)

5) Türkiye ve Tanzimat: Angelhard

"Sahte Kahramanlar"a böylece temas ettikten sonra, sıra geldi “Menderes”le ilgili eserine... Necib Fazıl’ın mevzu ile ilgili şahsî hatıralarını merkeze alarak yakın tarihimize dair ibretlik bilgiler verdiği “Benim Gözümde MENDERES”te, uzun uzun iktibaslar yapılan üç kaynak vardır:

1) Başvekilim Menderes: Celâl Bayar

2) Arkadaşım Menderes: Samet Ağaoğlu

3) Menderes’in Dramı: Şevket Süreyya Aydemir

Baş düşmanlarından Ahmet Emin Yalman’ın “Suikast Devam Ediyor”unu numaralandırmamıza lüzum yok sanırız.

"Tarihî Kaynak bahsini bağlamadan evvel, temas etmek istediğimiz birkaç husus daha var.

Birincisi: Reşat Ekrem Koçu da Büyük Doğu’da “Malûmat” türünden tarih yazıları yazan birisidir. Üstadın, işin ırgatlık cebhesine ait olan ve mecmuasında yayınlanan bu yazılardan da “malzeme” olarak faydalanması kuvvetle muhtemeldir.

İkincisi: Kadir Mısıroğlu’nun mâhut eserinden öğrendiğimize göre, Üstad Necib Fazıl’ın tarihî mevzularda başvurduğu kitablardan birisi de Charles Seignobos’un Ali Kadri Bey tarafından tercüme edilen “Asr-ı Hazırda Avrupa”sıymış.

Üçüncüsü: Yine Mısıroğlu’nun karalamalarının 84. sayfasında, Büyük Doğu Mimarının Türkiye’de neşir sahasına çıkmayan ve galiba Mısır’da Arabça’ya çevrilerek yayınlanan Mustafa Kemâl’le ilgili eserinden bahsediliyor. Mısıroğlu’nun yazdığına göre, Üstad Necib Fazıl, bahsi geçen eserinde Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya”sına, Dr. Rıza Nur’un “Hayat ve Hatıratım”ına, Şevket Süreyya’nın “Tek Adam”ına atıflarda bulunuyormuş. Mısıroğlu bunları belirttikten sonra yine kinini kusuyor: "Bilmem ne dereceydi, ama demek ki o eserlere az-çok bakmıştı.” İfadedeki ardniyeti görüyor musunuz? O daha belki ortaokul talebesiyken, Üstad Necib Fazıl’ın Ocak 1950 tarihli haftalık Büyük Doğu’larda Rıza Nur’dan hatıra parçaları neşrettiğini söylersek ne dersiniz? Asıl üzücü olan, sağcı ve solcu, seven ve sevmeyen hemen herkesin kültürünün zenginliğinden, fikrî derinliğinden, hem doğuyu, hem batıyı bilmesindeki ayrıcalığından bahsettiği ve bu müşterekte birleştiği Üstad Necib Fazıl hakkındaki “az okurdu(!)” safsatası karşısında bazı müslümanların tereddüde düşmesi, “Büyük Doğu’nun ilmî olmadığı(!)” iddiasına yeltenen “kaynak” budalalarına geçit vermesidir.

Tarih bahsine dair "araştırmadan yazardı” diyenlere cevab mahiyetinde, Mehmed Niyazi’nin “DAHİLER VE DELİLER” adıyla ve Marmara Kahvesi merkezinde romanlaştırdığı hatıralarından bir bölüm aktarmak istiyoruz:

"Necib Fazıl, son dönem tarihine dair bir araştırma yapacaktı. Hilmi Oflaz’ın Çengelköy’deki gecekondusunun ağzına kadar kitap, dergi, gazete dolu olduğunu biliyor, orada malzeme bulabileceğine inanıyordu.”

(Mehmed Niyazi, Dâhiler ve Deliler, Ötüken Yayınevi, Sayfa: 226)

Tekrar vurgulayalım: “Araştırmadan yazardı(!)” dedikleri Büyük Doğu Mimarı, bir ARI gibi hangi balı nereden süzeceğini hepsinden iyi biliyordu.

DOĞUYLA BATIYI “HAKİKAT”TE BULUŞTURAN KÖPRÜ

Yazımızın bu bölümünde yorumlarımızı mümkün mertebe azaltıp, Büyük Doğu külliyatının sayfalarında daha serbest bir gezintiye çıkmak istiyoruz. Umarız “az okuduğu(!)” yalanı bütün çıplaklığı ile sergilenir. Başlayalım:

-"Tıpkı “Sefiller” romanındaki “Javer” tipi gibi, vazifeden başka hiçbir şey anlamayan ve ruhundan, başka hiçbir şey sızmayan, bulanık suratlı bir adam...”

(Cinnet Mustatili, Sayfa: 59)

-"Bu ellibeş altmışlık, kart züppe tipi, (Monte Kristo) romanı boyunca maceralara sahipti."

(A.g.e., Sayfa: 199)

-"Yalnızlık Kâbusu”nu o kadar sudan yazan Bay (Stefan Zvayg) ile bu mustatil içinde biraz dolaşmak ve ona bazı şeyleri göstermek isterdim.”

(A.g.e., Sayfa: 199)

(Üstad Necib Fazıl’ın şu tarihe kadar kitablaşmış yazı ve konuşmalarında, ünlü biyografi ve roman yazarı Stefan Zweig’in adına rastladığımız tek yer, “Cinnet Mustatili”nden aldığımız yukarıdaki satırlardır.)

Necib Fazıl çeşitli yazı ve konuşmalarında, Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” ve “Kumarbaz” gibi romanlarını okuduğunun da işaretini veriyor. 1948 yılında, “Nâm-ı diğer Parmaksız Salih” piyesine dair kendisiyle gerçekleştirilmiş bir röportajda söyledikleri:

-"Dünyada (Dostoyevski)den itibaren, bu mevzuda yazılmış NİCE PİYES VE ROMAN OKUDUM. Fakat hiç birinin, kumar ejderhasını tam yakalayıp sımsıkı çerçeveleyebilmiş olduğuna inanamadım.”

(Necib Fazıl, Konuşmalar, Sayfa: 47)

-"(Dostoyevski), "Karamazov Kardeşler” romanında, (Rasputin)in kökünü gösteren bir tipi anlatır. Bu, o zamanki Rusya’da örnekleri pek seyrek olmayan (Starez)dir.

(Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, 4. Basım, Sayfa: 552)

Yine bir konuşmasından:

-"Meselâ bir (Dostoyevski)yi alın ele... Bir (Tolstoy)u alın... Hattâ (Turgunyef)i... Ki, Rus edebiyatında kuvvetli romancılardan biridir. Fakat Rus’tan kaydığı için pek tutulmaz. O tarihte usta bir Avrupa taklitçisidir... Bizimkilerden daha usta... (Turgunyef) budur.”

(Konuşmalar, Sayfa: 167)

Üstadın şu tarihe kadar kitablaşan yazı ve konuşmalarında, meşhur “Babalar ve Oğullar” romanının yazarı (Turgunyef)ten bahsettiği tek yer yukarıdaki sözleridir. Uzun yıllar Avrupa’da yaşayan (Turgunyef)in batıcı fikirlerinden dolayı (Tolstoy) tarafından ağır eleştirilere maruz kaldığı, hattâ bir defasında (Tolstoy)un kendisini silahlı düelloya davet ettiği bilinmektedir.

Yine Rus romanı ve yine Necib Fazıl konuşuyor:

-"Meselâ roman... Romanın kökü var bizde. Halk masallarında vesairede. Ama roman millî bir kisve giyemiyor. RUS ROMANI GİBİ MESELÂ, RUS ROMANI GARP ROMANINI EZMİŞTİR.”

(Konuşmalar, Sayfa: 216)

Görülüyor ki, Üstad, Rus romanının özellikle üç büyük ismi (Dostoyevski), (Tolstoy) ve (Turgunyef)i KENDİSİNE LÂZIM OLDUĞU KADARIYLA okumuştur.

Sıra geldi “başlangıçta roman dağlarının zirvelerini abideleştiren” Fransız romanına... Konuşan Necib Fazıl’dır:

-"Evet benim Fransız edebiyatında takdir ettiğim bir romancı var: (Prust)... (Marsel Prust)...

(Konuşmalar, Sayfa: 167)

-"Kaybedilmiş Zamanı Ararken” isimli cilt cilt eseriyle ancak Rus romanında ve (Dostoyevski)nin kaleminde rastlanan şekilde işi ruhî harekete döken (Marcel Proust)...”

(Necib Fazıl, Kafa Kâğıdı, Sayfa: 18)

Son dönem Büyük Doğu’larda birkaç hikâyesi de yayınlanan Prof Dr. Durali Yılmaz, “Çölde Bir Çığlık” başlığını taşıyan yazısında, Necib Fazıl’ın “az okuduğu” yalanına karşı çıkar ve O’nun, (Prust) başta olmak üzere batı romanının iyi bir okuyucusu olduğuna şahidlik eder:

"Üstad için, kitab okumaz, derler. Sohbetlerimizden biliyorum ki, O batı romanını derinliğine biliyordu. Hele Proust’u âdeta ezberlemişti. Benim hikâye ve romana olan merakımı bildiğinden, başbaşa kaldığımızda hep bu konulardan söz açardı.”

(Durali Yılmaz’ın yazısı için bakınız: Ahmed KABAKLI, Sultanüşşüarâ Necib Fazıl, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 1. Basım, 1995, Sayfa: 232)

Aşağıda, Necib Fazıl’ın “Edebiyat-ı Cedide” romanını tenkid vesilesiyle yazdıkları, aynı zamanda takdir hissiyle baktığı batılı romancıları topluca ifade bakımından da önemlidir:

-"Düşünün ki, bu roman, Garp edebiyat ve felsefesinin en olgun dönemlerini kadrolaştıran ve kördüğüm hâlinde giriftleştiren 19. asır sonları ve 20. asır başlarında, Fransız romanı bir taraftan cihana hakimiyetini sürdürür, bir taraftan da Rus romanı Fransız romanını ezmeye başlarken, Batının her türlü ukdesinden gafil, serî malı roman temsilcisi (Gonkur Biraderler)i model diye almış, ne (Zola)yı, ne (Mopasan)ı, ne (Prust)u, ne (Dostoyevski)yi, ne (Tolstoy)u, ne (Gorki)yi, ne (Göte)yi, ne (Oskar Vayld)ı, ne de son Batı fikir cereyanlarını görebilmiştir.”

(Necib Fazıl, Bâbıâli, 4. Basım, Sayfa: 197)

Bu satırların devamında da Yakup Kadri, Ömer Seyfettin, Refik Halit, Halide Edip ve Peyami Safa gibi meşhur Türk hikâye ve romancılarına dair bütün müsbet ve menfilikleriyle kısa ve özlü değerlendirmeler vardır. “Az okurdu(!)” iftiralarına maruz kalan Üstadın bu tesbitlerinin ne kadar isabetli olduğunu anlamak için Türk edebiyatıyla birazcık ilgilenmek yeter.

Üstad, "Bâbıâli”nin bir başka sayfasında, büyük romancılar arasında (Balzak)ı da sayar; ama –meselâ- Stendhal’ın adını andığına hiç rastlamadık. Hikâyecileri (Oskar Vayld), (Edgır Elın Po) ve (Mopasan)dır; ama (Çehov)la hiç ilgilenmemiştir. (Bunun sırrı, hangi mevzuda olursa olsun, Üstadın, mesâisini “bir numaralara” ayıran mizacı olsa gerek!.. Habersiz olması mümkün değil... Öyle ki, her bir yazının, elinden geçip adeta O’nun üslûbuyla yeni baştan yazıldığı 1945-46 Büyük Doğu’larında Vecdî Bürün’ün “Hangi Romanı Okusam” köşesinde tanıtılan romanlardan birisi de Stendhal’ın “Kırmızı ve Siyah”ıdır.)

Üstad "İhtilâl”de Balzac’ın bir romanına da gönderme yapar:

-"Devler gibi eser vermek için karıncalar gibi çalışmalıdır!

Diyeceği yerde “burjualar gibi çalışmalı tabirini kullanan (Balzak) nizamı ifadeye çok yaklaşmıştır.”

(Necib Fazıl, İhtilal, Sayfa: 332)

Yine Fransız romanı:

-"Evet; sonra yapı ustaları var... (Zola)’lar, şunlar, bunlar...”

(Necib Fazıl, Konuşmalar, Sayfa: 167)

Ya bizde? Üstad yazıyor:

-"Fuzulî’den Şeyh Galib’e kadar uzanmış bir çizgi olarak manzum bir roman zemini mevcuttu. İşte “Leylâ ile Mecnun” ve işte “Hüsn-ü aşk”... İşte “Şehnâme” ve işte "Gülistan" ve niceleri."

(Kafa Kağıdı, Sayfa: 11)

Fuzulî’nin "Leylâ ile Mecnun"u ve Şeyh Galib’in “Hüsn-ü Aşk”ı Osmanlı devri Türk edebiyatının mesnevî türündeki en güçlü iki eseri...

Firdevsî’nin "Şehnâme”si ve Şirazlı Sadî’nin “Gülistan”ı da aynı şekilde Farsça’nın ve doğu edebiyatının en zengin manzum eserlerinden... Necib Fazıl’ın beslendiği kaynak ve kültür temelleri arasında bunlara ve benzerlerine verdiği ehemmiyet bir kez daha görülmektedir.

Yine Üstad konuşmaya devam etsin:

"Fuzulî... Su Kasidesi saf şiirin en güzel numunesidir. Form içinde formu aşmak deyince...”

(Necib Fazıl, Konuşmalar, Sayfa: 223)

Büyük Doğu Mimarı Necib Fazıl, değişik yazı ve konuşmalarında “Leyla ile Mecnun” mesnevîsi ile “Su Kasidesi” dışında, Fuzulî’nin birçok gazelinden de mısra ve beyite yer verir. Hatıralarından öğrendiğimize göre Fuzulî divânıyla tanışması, daha dört-beş yaşındayken büyükbabasının dizinin dibinde başlamıştır. Büyükbabası küçük Necib’i yanına oturtur, arûzun ahengini vurgulayarak, yüksek sesle Fuzulî’yi okurmuş: "Gözüm canım efendim sevdiğim devletlü sultanım” (Bu mısrâ Fuzulî’nin bir “murabba”sındandır ve padişah kasidesi filan değildir.)

Diyebiliriz ki Necib Fazıl, Divân edebiyatının dört-beş ustasını çok sever ve saygıyla anar; ama bunlar arasında belki en fazla alâkadar olduğu Fuzulî’dir.

Üstad’ın en az Fuzulî kadar sevip kendisine yakın hissettiği diğer şairimiz, tekke ve halk edebiyatının en büyük ismi Yunus Emre’dir. Aşk bağının bülbülü bu “bağrı taşlı gözü yaşlı” derviş için iki şiir, bir piyes yazmış, bir hitâbe vermiş ve birçok yazı ve konuşmasında gerek mânâsına, gerek şiirlerine göndermelerde bulunmuştur.

Burhan Toprak, tıpkı (Oskar Vayld)ı olduğu gibi Yunus Emre’yi de Necib Fazıl’dan öğrenmiş, daha sonra bu mevzuda yazdığı kitabla devrin aydınlarının dikkatini Yunus’un üzerine çekmiştir. Yani, son altmış yıldır bu ülkede fikir ve sanat adına nerde soylu bir tesbit ve fışkırış varsa, onun arkasında doğrudan veya dolaylı Necib Fazıl’ın mührünü gören bizler, ezbere tarafından bile olsa bugünkü Yunus sevgisinin sırrını da Necib Fazıl’a bağlıyoruz.

Üstad konuşsun:

-"Şiirde varılmaz derece Yunus’tadır. Hiç kimse ölümü onun kadar duymamıştır... Ve ölüme sığınmanın cehdini onun kadar varılmaz bir derinlikte ölçememiştir.”

(Necib Fazıl, Konuşmalar, Sayfa: 239)

Yine Necib Fazıl’dan dinleyelim:

-"Yunus Emre, Türk cemiyet hayatında yetişen bildiğimiz edebî ve dinî tahassüs ve tefekkürün en büyük örneğidir. Umumiyetle metafizik ürpertisi zayıf olan ırkımızın bu bahisteki zaafını telafi edecek kudrette bir şahsiyettir.”

(Konuşmalar, Sayfa: 95)

Bunlardan hemen sonra "melankolik şair, büyük şahsiyet” dediği Şeyh Galib gelir sanırız. “Hüsn-ü Aşk”a bakışını kendi kaleminden göstermiştik; divânından da birkaç beyite kimi kitablarında rastlarız. Bakî, Nefî, Nedim ve hatta didaktik şiirleriyle tanınan Nabî de bu zincirde yer alır. Hülâsalandırırsak:

"Yunus Emre’de maveraî hasret...

Fuzulî’de beşerî rikkat...

Bakî’de sultanî haşmet...

Nefî’de hamâsî belagat...

Nedim’de garamî hassasiyet...

Şeyh Galip’te bediî zarafet...

Ve hepsinde, teker teker bu kıymetlerin hepsi...”

(Necib Fazıl, Rapor 7/9, 2.Basım, Sayfa: 201)

Üstad, fazla haşır-neşir olduğu intibâını vermese de “bu cemiyetin büyükleri” arasında saydığı Mevlâna’yı da (belki yukarıda sıraladığı isimler kadar değil ama) okumuştur. Dergisinde yayınlanan bütün yazıları kelimesi kelimesine elden geçiren Üstad, Ağaç mecmuasında Asaf Hâlet Çelebi’nin Mevlâna’dan çevirdiği rubailere yer vermiştir. Yine bazı yazı ve konuşmalarında Mevlâna’nın birkaç beyit ve hikmetine temas eder. Aşağıda söyledikleri, Mevlâna’nın eserine dair kafasındaki intibâın ne kadar sağlam olduğunu isbatlamaktadır.

-"Mevlana beşerî planda çok büyüktür. Bu bakımdan Avrupalılar tarafından anlaşılması da çok kolaydır. Fakat eseri bakımından şöhreti ve kolay anlayışı davet eder. Bu yolun büyüklerinden öyleleri vardır ki, şöhretten kaçmışlardır. Mevlana’nın bu kolaylığı onu bugünkü rejim tarafından bir turist terliği gibi kullanmasına bile müncer olmuştur. Tabiî bu kıyaslamalar tasavvufî gerçeklere ve büyüklere nisbetledir. Yoksa o, beşerî planın ve kelimelerin götürebileceği en son noktaya kadar varmış bir büyüktür. Amma tasavvufî marifet bütün bu kelime haşmetinin ötesindedir. Bu bakımdan Mevlana’yı anlayan Avrupa, İmam-ı Rabbanî ve Şahı Nakşibendî’nin keyfiyetini anlamaktan uzaktır.”

(Necib Fazıl, Konuşmalar, Sayfa: 94,95)

Necib Fazıl, özellikle şiire ilk başladığı yıllarda, başta Köroğlu ve Karacaoğlan olmak üzere halk edebiyatıyla da meşgul olmuştur. İlk şiirlerinde “koşma” tarzının derin izleri hissedilir. Sanırız, Rıza Tevfik’in halk edebiyatından mülhem yazdığı manzumelerin de bunda payı vardır. Üstadın çocuk denecek yaştaki şiirlerinde bile Mehmet Emin hececiliğinden uzak durduğunu görüyoruz. Tahminimizce, O, millî veznimizi ilk olarak halk âşıklarının eserlerinden benimsemiş ve sevmiştir. Ziya Osman SABA, 1933 yılında, Varlık dergisinin 10. sayısında “Sayıklama” şiirine gönderme yaparak, Üstad hakkında şunları yazmaktadır:

"Necib Fazıl’dan başka hiçbir şairimiz HALK ŞAİRLERİMİZİ TETKİK EDİP, meselâ bir Karacaoğlan’ın ancak düşünebildiği lakin muvaffakiyetle kullanamadığı bir şekli bu kadar yerinde, bu kadar mevzua uygun kullanmıştır...”

(Bakınız: Osman Selim Kocahanoğlu, Türk Edebiyatında Necip Fazıl Kısakürek, Ağrı Yayınları, Ekim 1983, Sayfa: 35)

Üstadın “Köroğlu” diye bir şiir yazdığını, ayrıca “At’a Senfoni”de Karacaoğlan ve Köroğlu’nun şiirlerinden at tasvirlerine dair bazı parçalara yer verdiğini hatırlatalım. “Raporlar”da ise bazı halk şairlerinin hiciv diliyle pahalılığa dair söylediği birkaç manzumeyi iktibas etmiştir.

Halk âşıklarından sonra, Büyük Doğu külliyatında bahse mevzu olan bazı batılı şairlere sıranın geldiğini düşünüyoruz. Necib Fazıl “Eski Yunan”ı anlatıyor:

"En büyük şairleri Omeros... (Homer) dedikleri... İki büyük eserin sahibidir ki, GARP EDEBİYATININ TEMELİDİR BUNLAR... Biri (İLYADA), biri (ODİSE)... (İLYADA) dış aksiyonun, (ODİSE) iç aksiyonun bestecisidir.”

(SAHTE KAHRAMANLAR -İman ve Aksiyon- 7.Basım, Sayfa: 139)

Yine ÇİLE’nin sonuna eklediği poetikasında, kronolojik tarih sırasıyla da olsa birinci sınıf şairlerin başında sayar Homeros’un adını. “At’a Senfoni” eserinde yer verdiği at tasvirleri arasında (İlyada)’dan da parçalar vardır.

"Büyük Muztaribler" arasında saydığı ünlü Alman şair ve yazarı (Göte)ye ilgisi ise hemen her eserinde hissettirir kendisini. “Mimar Sinan”la ilgili hitabesinde de “sanattaki zirve noktalar” arasında gösterir “madde ötesi işaretlerin çilekeşi (Göte)"yi.

Ama asıl üzerine eğildiği batılı şairler, Fransız edebiyatına ait isimlerdir:

-"Şiirde (Rembo)yu severim. (Bodler); -tam severim diyemem- şâyan-ı dikkattir. (Valeri) de bunların arasına girer.”

(Konuşmalar, Sayfa: 168)

Üstad Necib Fazıl, gerçekten de ömrünün son yıllarına kadar (Rembo)nun şiiriyle irtibatını koparmamıştır. İşte 70 yaşının üzerindeyken, 1975’de söyledikleri:

-"Geçen gün "Rimbaud"u okurken, ansiklopedi onun hakkında neler söyledi merak ettim. Şöyle hüküm halinde... Bayıldım Avrupalı kafasına... Larus diyor ki, Rimbaud için “Bu adam Absolut’yü, mutlakı arayan bir kafaya mâlik idi, çıldırma hududuna kadar bir kafa.” İşte Rimbaud böyle anlatılır. Şairdi mairdi diye değil, Absolüt’yü arayan kafa idi diye.”

(Konuşmalar, Sayfa: 93)

Necib Fazıl, yine (Bodler) ve (Rembo)yu anlatıyor:

-"(Bodler) ve (Rembo)... "Hafakan ve İdeal” şiiriyle (Bodler) gelmek üzere bulunan, bütün muvazenelerin kaybolduğunu haber veren dehşetli bir dünyanın habercisidir. “Fenalık Çiçekleri” ismindeki eserin sahibi, kötülük ifade eden zehirli ruhu içinde büyük bir haberciydi. (Rembo) da “Sarhoş Gemi”siyle aynı... (Bodler) her yerde üstün nizamı arıyordu. “Orada her şey nizam ve güzellik...” Meşhur mısralarından bir tanesi...”

(Necib Fazıl, Dünya Bir İnkılap Bekliyor, 2. Basım, Sayfa: 98)

(Rembo)nun 25 dörtlükten oluşan ve dünya şiirinin şâheserlerinden sayılan “Sarhoş Gemi”si Sabahattin Eyuboğlu tarafından temiz bir Türkçeyle dilimize kazandırılmıştır. Şair burada kendisini okyanusların dışına atmak ve dünyadan kaçmak isteyen sarhoş bir gemiye benzetir.

(Bodler)in "Fenalık Çiçekleri” ise (“Elem Çiçekleri” ve “Kötülük Çiçekleri” diye de çevrildiği olmuştur.) 157 şiirden oluşup, bugün çağdaş Fransız şiirinin temeli sayılmaktadır. Kendi çağında yeterli ilgiyi görmeyen bu eser, 20. yüzyıl dünya edebiyatında en çok gürültü koparan ve derin izler bırakan şiir kitablarının başında gelir. İlk şiirlerini yazdığında “Türkiye’nin Bodleri” diye alkışlanan Üstad, dilimize defalarca kazandırılmaya teşebbüs edilen bu “Fenalık Çiçekleri”ni elbette Fransızca aslından okumuştur. Fakat O’nun (Bodler)le irtibatı “Fenalık Çiçekleri”nden ibaret olmayıp, nesir sahasındaki bazı eserleriyle de ilgilenmiştir. Aşağıdaki satırlar Büyük Doğu Mimarı Necib Fazıl’ın 1969 yılında kaleme aldığı “Esrar” isimli hikâyesinin giriş bölümünden aynen alınmıştır.

-"Sen (Bodler)in "SUN’Ì CENNET" isimli nesir parçalarını okudun mu?

-Okudum.

-Nasıl buldun?

-Bilmeden Allah’ı aramak ihtiyaciyle yolunu şeytana saptırmanın destanı...

-Nasıl bir destan?

-Sanatkârca olabilir. Fakat hiçbir sanatın erişemeyeceği İlâhî hakikat önünde sefil...”

(Necib Fazıl KISAKÜREK, Hikâyelerim, 5. Basım, Ekim 1992, Sayfa: 251)

Üstad, "şâyan-ı dikkat” bulduğu diğer isim (Paul Valeri)nin sadece şiiriyle değil, “poetikasıyla” da ilgilenir. O, (Aristo)dan başlayan “poetik” yazıcılığının batıdaki son önemli halkasıdır ve ortaya attığı “sanatı üzerinde düşünme” dâvası da bizzat Necib Fazıl tarafından kabul görmüş ve pratikte en önemli tezahürüne kavuşmuştur. Bahsimiz noktasından şunu görüyoruz: Büyük Doğu Mimarı, Aristo’dan Valeri’ye kadar birçok büyük kafanın şiir ve sanata dair görüşlerini okumuş, tahkik etmiş, bunlardan aldığı payla ve inandığı dünya görüşü zemininde kendi “POETİKA”sını inşâ etmiştir.

Üstadın zaman zaman gönderme yaptığı dördüncü Fransız şair, (Verlen)’dir. Lâkin şiiri yalnızca musikî telâkki eden ve muhtevadan yana fakir olan, düşüncede değil, fakat his planında çok sarsıcı şiirlere imza atan 19. yüzyılın bu ünlü bohem şairini pek tutmaz Büyük Doğu Mimarı. Cezaevi notlarından okuyalım:

-"Yağmur, yağmur, boyuna yağmur... Kaç gündür yağmur... Küçük hassasiyet esnafı (Verlen)in:

Kalbim üstüne yağmur yağıyor

Şehrin üstüne yağar gibi.

Mısraını hatırladım. Bende onun aksi:

Şehrin üstüne yağmur yağıyor, kalbimin üstüne yağar gibi...”

(Cinnet Mustatili, Sayfa: 30)

Bir konuşmasında ise şunları söylüyor:

-"Şiirde sadece müzik aramaya gelince: bu gayet bayat bir telâkkidir. Verlaine de:

"De la masique avant toutes choses" demişti.

Ne müziği bu? Beşinci senfoni mi, leblebici horhoru mu?

Verlain’in ve onun gibi âhenk taraftarlarının anladığı müzik, kelimeler arasındaki akrabalığın esrarlı mânâ ihtizazları değil, gonk sesine benzer dış ve kaba mızıkasıdır. Mızıka, bak bu tabir iyi! Ben şiirde müzik ararım amma, mızıka değil.”

(Konuşmalar, Sayfa: 29)

Fransız edebiyatının bu isimlerinden ortalama 300 yıl evvel “üstünde güneşin batmadığı bir imparatorluk haşmetine bağlı bir (Melankoli)nin” ifadecisi, şiirle tiyatroyu birleştirip her iki zaviyeden de Üstad Necib Fazıl’ın takdirini kazanan, İngilizlerin dünya edebiyatına en büyük armağanı bir (Şekspir) vardır. Bu vesileyle, Türk edebiyatının en güçlü sahne eserlerine imza atan “Bir Adam Yaratmak” müellifinin engin tiyatro kültüründen ufacık bir bölümü seyredebiliriz. Yıl 1939 ve Necib Fazıl, “sevdiğiniz piyes muharrirleri kimlerdir” sorusunu cevablıyor:

-"Samimi olmak lâzımsa benim seven tarafım pek o kadar inkişaf etmiş değildir. Meselâ birçoklarının bayıldığı (Pirandello)yu hiç sevmem. Talaştan çıkarılmış. Alman icadı ipekli kumaşlar gibi bence onun sun’i bir özü vardır. Fransız tiyatrosunda da beni kapmış ve sürüklemiş tektük eser hatırlıyorum. (Strindberg) ve (İbsen) usanç verecek kadar bana tek cepheli ve tek sesli görünürler. Bugün için binbir iptidâîliğine rağmen Shakespeare’e pes.”

(Necib Fazıl, Konuşmalar, Sayfa: 23)

Tam 40 yıl sonra bir başka “konuşma”... Ve Necib Fazıl’ın Shakespeare’e bakışı hâlâ değişmemiştir:

-"(Şekspir)i çok beğenirim. Cidden çok beğenirim onu... “Cins Kafa” tâbiri (Şekspir) için caiz.”

(Konuşmalar, Sayfa: 167)

Birçok eserinde "Hamlet", "Othello", "Romeo ve Jülyet" gibi Shakespeare imzalı ünlü klasiklerden bahseder. Ayrıca “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu”nda “Fırtına”ya, “Cinnet Mustatili”nde (Makbet)e, “Bâbıâli”de ise “Kral Lear”a göndermede bulunmuştur. Hattâ tıpkı “Danton’un Katli” kitabıyla Sokrat’ın “Apolocya”sı “Othello”nun da bahsini mahkeme müdafaalarına taşır:

-"Dünya edebiyatında kıskançlığın şâheseri (Otello)dur. (Şekspir)in meşhur (Otello)su. İmdi; hastalık derecesinde kıskanç bir koca, sırf bu hissi yüzünden karısını öldürse de cebinden (Otello) çıksa, şu, kürsünün üzerine eğilmiş beni hayretle dinleyen kaytan bıyıklı savcı, (Şekspir)in iskeletine pranga vurulması için Londra savcılığına müzekkere mi yazacaktır?”

(Necib Fazıl, MÜDAFAALARIM, 4. Basım, Sayfa: 187)

Üstad gerek okuyarak, gerek Muhsin Ertuğrul’un “şehir tiyatrosunda” sergilediği oyunlar vasıtasıyla (Şekspir)i çok iyi biliyordu. “Nâmık Kemâl”le ilgili eserinde (Şekspir)e dair yazdıklarını hatırlamamak olmaz:

"Tiyatroda en büyük şiiri, en büyük duyguyu, en aç, titiz ve obur sahne mizacına göre pişiren büyücü hamurkâr Shakespeare’dir. Shakespeare, edebiyatın mücerret tefekkür ve tahassüs ufkunu çizerken kıymetlerini tiyatro âletini patlatacak kadar doldurup da verebilen kahraman..."

(Necib Fazıl, NAMIK KEMAL, Büyük Doğu Yay., 3. Basım, Sayfa: 331)

Üstadın, “büyük muztaribler” arasında saydığı isimlerden (Paskal)a olan alâkası da bilinmektedir. (Şekspir)e yakın bir devirde yaşayan ve daha çocuk yaşta bazı fizik kanunları keşfeden bu dehânın arayış destanına ve iman arzusuna bayılır Necib Fazıl. Onun çilesini ve arayıcılığını İmam-ı Gazâlî’ninkine benzetir; aklın rehberliğinde nereye kadar gidilecekse oraya tırmandığını, ama kurtuluş gemisinin eşiğinden içeri adım atamadığını belirtir ve bazı sözlerini sık sık vurgular. (Paskal)ın “Düşünceler” adıyla dilimize çevrilen eserini biraz inceleyen birisi, Üstad Necib Fazıl’ın “saf tefekkür” planında bu eserden de istifâde ettiğini hissedecektir

Büyük Doğu Mimarı’nın “20. asrın en büyük filozofu” kabul ettiği Bergson’a olan ilgisine de değinmek gerekiyor. 15 Mart 1939 tarihli “çerçeve”den:

"Büyük Filozof Bergson, "DİN VE AHLAKIN İKİ KAYNAĞI” isimli eserinde, kudretin yalnız (mistik) görüşte bulunduğunu kaydeder. Zira (mistik) görüş maddeyi aşmak, eşya ve hâdiselerin maverâsına ulaşmak hamlesidir.”

(Necib Fazıl, Çerçeve 1, Sayfa: 66)

"Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu”ndan:

"(Bergson) "YARATICI TEKAMÜL", sonra "YARATICI MUHAYYİLE” eseriyle aklı son hududuna kadar tarif, aklın kifayetsizliğini akılla ispat etmiştir.”

(A.g.e., Sayfa: 92)

Ve Bergson’un bir başka eserine dair yazdıkları:

"Filozof (Bergson)un dilimize "Gülmek Nedir, Kime Gülüyoruz?.." başlığı ile çevrilmiş (LE RİRE-GÜLMEK) isimli eseri... Bu eserde gülmek, gülünç bulmak keyfiyetini bir takım ruhî sebeplere bağlayan filozof, kitabın son baskısına meşhur güldürücü (Şarlo)yu da almıştır.”

(Necib Fazıl, RAPOR 7/9, 2. Basım, Sayfa: 53)

Necib Fazıl, Bergson’u “Fransa’da tefekkürün (Eyfel) kulesi” olarak görür. Tıpkı İmam-ı Gazalî ve (Paskal) gibi, neredeyse bütün fikrî eserlerinde onunla ilgili bir bahis vardır. Üstadın “Bergson felsefesini” çok iyi bildiği ve onunla ciddi anlamda meşgul olduğu anlaşılmaktadır. Freud’un ölümü üzerine yazdığı fıkrada da bunu belirtir:

"Modern filozoflar içinde (Freud), ırkdaşı (BERGSON)DAN SONRA, üstünde en fazla meşgul olduklarımdan...”

(Çerçeve 1, Sayfa: 254)

Zaten Bergson felsefesinin Türkiye temsilcisi Mustafa Şekip TUNÇ, Darülfünûn’da Necib Fazıl’ın felsefe hocası ve sonrasında uzun yıllar arkadaşıdır. Ağaç’ta ve ilk dönem Büyük Doğu’larda değerli yazılar yazmıştır.

Üstad, Bergson’dan sonra, yakın zamanların filozoflarından (Blondel)i de beğenir. Kendisinden dinleyelim:

"(Blondel) yeni ölmüş bir adamdır, modern bir filozof kabul edilir... (L’ACTİON) yani (AKSİYON) isimli bir müstakil kitabın sahibidir. Bu kitabı 1893 senesinde doktora tezi olarak yazdı, fakat bir daha aşamadı. Ondan sonraki eserler hep onun tekrarı oldu. Meselâ 1936’da “FİKİR” isimli eseri, bu eserin biraz daha genişletilmiş olmasından ibaret...”

(Necib Fazıl, SAHTE KAHRAMANLAR -İman ve Aksiyon-, Sayfa: 161)

"Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu”na baktığımızda büyük filozof Sokrates’i, Eflâtun ve Aristo’nun eserlerini, (Dekart)’tan “Usul Hakkında Nutuk”u, meşhur dinsiz (Volter)in “Felsefî Hikayeler” ve “Felsefî Mektuplar”ını, Kant’ın “Saf Aklın Tenkidi”ni, Hegel’in diyalektiğini, Marks ve Engels’in çıkış noktasını, Nietzsche’yi (“üstün insan” teorisine göndermede bulunması “Zerdüşt”ü okuduğunun işaretini veriyor), (Durkaym) sosyolojisini, (Haydeger)in “sıkıntı felsefesi”ni, çağdaşlarından (Jan Pol Sartr)a kadar daha onlarca düşünce adamı ve felsefesini okuduğunu görüyor, batı fikir tarihine dair köklü bir kültürü, zengin bir birikimi olduğunu hemen fark ediyoruz. Bir başka konferansında “çağdışı tekerlemecilerine” şunları sorması boşuna mıdır? Necib Fazıl soruyor:

"Sen çağın buhranını biliyor musun? Bugün, bu çağ felsefesinin (angs-filozofi) diye anıldığından haberin var mı? (Rosenberg)i okudun mu?.. (Haydeger)den malumatın var mı? (Eksistansiyalist)leri biliyor musun?.. (Blondel)i okudun mu? Ya makinenin insanı nereye götürdüğünü?.. Bir gün elektronik beynin çıkıp da senin beynini deleceğini biliyor musun?”

(HESAPLAŞMA, Sayfa: 45)

Başlı başına bir “kütübhane” olan “İdeolocya Örgüsü”nde bazı batılı entellektüellerin “doğu ve batı” mukayesesine dair yazdıklarından iktibaslar vardır. Üstadın bu iki ayrı dünyanın muhasebesine verdiği önemin büyüklüğü bilinmekte olup, aynı mevzudaki yayın ve eserleri dikkatle takib ettiği muhakkaktır.

"Türkiye’nin Manzarası”, “Sosyalizm, Komünizm ve İnsanlık”, “Rapor” ve “Çerçeve”lerdeki bazı yazılar, Necib Fazıl’ın “iktisad” ilminden “ÖZ” hâlinde pay aldığının ve bu ilim sahasının temel kavramlarına dair köklü bir kültüre mâlik bulunduğunun en canlı misâlleridir.

Bilvesile, Necib Fazıl, Türk edebiyatında sinema ile edebiyat ilişkisini ilk fark edenlerden birisi olup, 1940’lı yıllardan itibaren yazdığı senaryoları kitablaştırmıştır. Edebiyatımızın övünç kaynaklarından olan bu senaryolar, Yeşilçam’ın senaristlerine, elbette “mahremiyetine nüfuz edemeden” yıllar boyu ilham kaynağı olmuştur.

Üstad en dolgun muhtevayla Türkçe’mizin en güzel eserlerini vermekle kalmamış; dilde sadeleşme, uydurukça, gramer, imlâ gibi meselelerine de eğilmiştir. Yazdığı “Dil Raporları” bu mevzuda ne kadar sağlam bir otorite olduğunu göstermektedir. Türkçeye dair fikirlerinden, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canip gibilerin bu bahiste yazdıklarını gençlik yıllarında dikkatle okuduğu anlaşılmaktadır. “Sahte Kahramanlar”da Ziya Gökalp vesilesiyle şunları söyler:

"Bu sade Türkçe’de hizmeti vardır. Benim neslim, ana dilimizle yazanlar, o cereyana borçluyuz kendimizi..”

(Necib Fazıl, Sahte Kahramanlar, Sayfa: 87)

Müdafaalarının bir hukuk şâheseri olduğu kabul edilmektedir. Tıpkı “iktisad” gibi “hukuk” ilminin de temel mantığını kavradığını, bu ilmin hikmet cebhesine “ÖZ” hâlinde vâkıf olduğunu görüyoruz. “Tarih Boyunca BÜYÜK MAZLUMLAR” ve “Son Devrin DİN MAZLUMLARI” hukuk katliamlarına dair yazılmış en sarsıcı fikir ve sanat eserlerinin başında gelir.

Biz "az okurdu(!)" safsatasını yayan kıskanç tiplere inad, Büyük Doğu külliyatında dolaşmaya devam edelim:

-"(Peguy), (NOT KONJUANT) isimli eserinde bir fikrin yakacağı ateş nispetinde doğuracağı hareket ve kavga kabiliyetiyle ölçüleceğini söyler.”

(N. Fazıl, ÇERÇEVE 1, Sayfa: 208)

-"(Bernard Shaw), bundan yarım asır evvel yazdığı sosyalist temayüllü bir eserinde kahramanını şöyle konuşturur”

(ÇERÇEVE 1, Sayfa: 101)

"(Antonio Aniante) adında bir İtalyan muharriri, (MUSTAFA KEMAL) isimli eserinin 140-141. sayfasında diyor ki”

(ÇERÇEVE 1, Sayfa: 63)

"Bir Fransız papazının (Poesie Pure-SAF ŞİİR) isimli kitabı vaktiyle bütün dünyada bir sanat hadisesi kabul edilmişti. Bu kitabın ilk sayfasını açalım”

(ÇERÇEVE 1, Sayfa: 188)

"Akıl hastalarına dair bir kitapta da, bir delinin ağzından çıkmış şöyle bir cümle gördüm”

(ÇERÇEVE 1, Sayfa: 188)

-"Türkiye’de, bir zamanlar istidatsız birkaç çömezinin yaşadığını bildiğimiz, meşhur Fransız fikir adamı (Gustav Lebon), 1914 Cihan Harbinden sonra yazdığı “DÜNYA MUVAZENESİNİN KAYBOLUŞU” isimli eserinde, vatandaşlarına sulh anlarında işlenmiş üç tane ağır siyasî hata yükler.”

(ÇERÇEVE 1, Sayfa: 208)

"Burhan Toprak "Din ve Sanat" isimli yeni bir kitap çıkardı. Fransızca’dan tercüme bir etüt serisi...

Tercüme kokan telifler tanırız. Fakat telif kokan tercümeler var mıdır diye sorulabilse Burhan Toprak’ın tercümeleri derdim. Yeni kitabında bu incelik daha çok belli”

(ÇERÇEVE 1, Sayfa: 257)

Üstad Necib Fazıl bir sonraki yazısında “Din ve Sanat” tercümesinin muhtevasına ait bilgiler veriyor:

-"Burhan Toprak’ın kitabında beş tane etüd var.. (Massignon), (Moryak), (Groethuysen), (Montherlant) ve (Suares) gibi yazıcılara ait beş tane etüd... Bunlar batı dünyasının en namlı kalem sahiplerinden... Birincisi “İslâm sanatları” İkincisi “Roman”, Üçüncüsü “Goethe’nin hayatı”, Dördüncüsü “Arzu çeşmeleri”, Beşincisi “Don Juan” adlı birer görüş binası kurmuş...”

(ÇERÇEVE 1, Sayfa: 258, 259)

Yine Büyük Doğu külliyatında dolaşmaya devam ediyoruz:

-"(...) Büyük İngiliz mütefekkiri (Tomas Karlâyl)a bir göz atalım. “KAHRAMANLAR” isimli bir eserin sahibi (Tomas Karlâyl)... “Kahramanlar” isimli eserine Allah’ın Resûlü’nü alıyor; Hazret-i İsa’yı almıyor. Yani kitabına alamayacak kadar İsa peygambere duyduğu o haşyeti duymuyor; ama büyük hürmet hissiyle alıyor yine O’nu”

(Necib Fazıl, Sahte Kahramanlar, 7. Basım, Sayfa: 22)

Aynı kitabında yer alan “İslâm ve Öbürleri” konferansından:

-" (...) (J. J. Ruso) meşhur (Kontra Sosyal) “İÇTİMAİ MUKAVELE” isimli kitabına şöyle başlar”

(Sahte Kahramanlar, Sayfa: 280)

-"Cemiyetin tabiî şeklini istibdat olarak gören (Emil Fage)nin “LİBERALİZM” isimli eseri şu dövizlerle doludur”

(A.g.e., Sayfa: 280)

Devam ediyoruz:

-"Bir İngilizin yazdığı “İSLAMIN YAYILMA TARİHİ” isimli eserde ne büyük aşk levhaları var”

(Sahte Kahramanlar –Özlediğimiz Nesil-, 7.Basım, Sayfa: 210)

Ve yine aynı eserden:

-"(Monteskiyö) Romalıları anlatan eserinde Roma’nın yıkılışı için şöyle der: “Aşklarını kaybettiler ve kaybolup gittiler!" "

(Sahte Kahramanlar –Özlediğimiz Nesil-, Sayfa: 207)

Sonra... "Babıâli”nin ikinci baskısı için kaleme aldığı “Bu Eser” başlıklı önsözde de (Jan Jak Ruso)nun iki cildlik hatıralarından bahsettiğini görüyoruz:

"Temizi ve iyiyi görmeksizin, pislik ve iç bulantısı şehveti içinde çırpınmanın ihtilâç şiirini getiren (Bodler) ve (Rembo)dan evvel bir (Jan Jak Ruso) ve sonra (Dostoyevski) misalleri vardır ki, bunlardan ilki “İTİRAF”larında bir papazın kendisine tasallutunu anlatırken hiç de ahlâkî bir kaygıya sahip değil, öbürleriyse kötülük ve karanlığa battıkça batmanın ve teselliyi boyuna batmakta aramanın (mistik) zevkinde ve mesleğindedirler.”

(Babıali, Sayfa: 10)

"Rapor 12"deki "Bayram" yazısından:

-"Meşhur Yunan fikircisi (Ksenefon) “SPARTA VE ATİNALILARIN CUMHURİYETİ” isimli eserinde şöyle der”

(Necib Fazıl, RAPOR 10/13, Sayfa: 177)

1945 Büyük Doğu’larında, mecmuanın yazar kadrosuyla “Necib Fazıl’ın evinde, KİTAP ODASINDA” olduğu belirtilen 3. Akademya toplantısında, Üstadın dudaklarından dökülen cümlelerden birisi:

-"Bir İngilizin, (C. V. Gib)in, kitabının başında ilân ettiği Hadîs’in meali:

«Allahın sır hazineleri Arş’ın altındadır ve anahtarları şairlere verilmiştir.»”

(Edebiyat Mahkemeleri, Sayfa: 35)

Sayfalardır Üstad Necib Fazıl’ın “Çerçeve” ismiyle kitablaştırdığı fıkralardan iktibaslar yapıyoruz. “Sanatı üzerine düşünen” adam olan Büyük Doğu Mimarı’nın, şiir, roman, felsefe, tarih, tiyatronun yanında, sadece fıkra yazıcılığına dair kültürünün nerelere uzandığının isbatı halinde, “Fıkra” başlıklı bir çerçevesinden iki paragrafı zevkle takdim edelim:

"Halis fıkraya Avrupa’da en zengin iki örnek, biri yüksek aydına, öbürü aşağı takıma hitap eden iki muharrir olarak (Remi dö Gurmon) ile (Kleman Votel)... Birinde fikir ve şiir, öbüründe espri ve edâ.

Bizde (Remi dö Gurmon) aşık ve taklitçisi Ahmet Haşim, sadece şiir ve üslûptan ibaret, bulutlar üzerinde gezen mücerret fıkra üstadı... Ahmet Rasim de, halk esprisini nişanlamayı bilen bir nevî (Kleman Votel)... Bunlardan sonra yalnız şiir cevherinden yoksun, fakat öbür unsurlardan yana zengin Peyami Safa’yı hatırlamak lazım.."

(Necib Fazıl, Çerçeve 4, Ocak 1996, Sayfa: 106)

Necib Fazıl, tenkid sahasında da “Lessing” gibi Alman edebiyatına damgasını vuran bir münekkide takdirini yeri geldikçe belirtir. Beğendiği ve misâl gösterdiği birkaç münekkid daha vardır, fakat “Lessing” bunların başında gelir.

Biz külliyatın cildleri arasında dolaşmaya devam edelim. “Aynadaki Yalan” romanından birkaç satır:

-"(Oskar Vayld)ın (Leydi Sfenks) isimli hikâyesinde, esrarlı görünmek için arada bir sosyeteden kaçıp Londra’nın ücra bir köşesinde tuttuğu odaya çekilen kadın”

(Necib Fazıl, Aynadaki Yalan, 4.Basım, Sayfa: 18)

"Sigara" isimli hikâyesinin giriş kısmı:

-"Bir Fransız hikâyecisi, sigarayı Yeni Çağın en ileri keşfi diye gösterir.”

(Necib Fazıl, Hikayelerim, 5.Basım, Sayfa: 257)

Ve ilerleyen bölümde kendisininkiyle aynı adı taşıyan, Fransız muharririne ait “sigara” hikâyesinin özetini verir.

Hazret-i Ali’yle ilgili eserinde de farklı bir kaynağa rastlıyoruz:

"Mısırlı bir Hıristiyan tarafından kaleme alınmış “İSLAMIN ŞOVALYESİ” adlı bir kitapta, İslâm kaynaklarında tesadüf etmediğimiz harikûlâde bir tablo”

(Necib Fazıl, Hazret-i Ali, Sayfa: 21)

Şimdi de “Hac”la ilgili eserine göz atalım:

"Bu hali anlatmak için ‘’MİRAT-ÜL-HARAMEYN: MÜBAREK YERLERİN AYNASI” isimli kitabın muharriri merhum Eyüp Sabri Paşa’dan aynen şu satırları okumak yeter.”

(Necib Fazıl, Hac’dan Çizgiler, Renkler ve Sesler, Sayfa: 101)

Ve 24 Nisan 1981 günü Türk Edebiyatı Vakfı’nda yaptığı konuşmada 77 yaşındaki Necib Fazıl’ın yine kitablarla alâkadar olduğunu görüyoruz:

"Bir arkadaşım bir İngiliz’in eserini tercüme etmiş bana gönderdi: “YENİ CEMİYETTE RUH İNHİTATI...” Zavallı muharririn hâli dikkatimi çekti, adam ıstırabını söylemiyor, süblime edemiyor, edebilse belki teskin olacak, onun için şiire, teşbihlere kaçıyor.”

(Konuşmalar, Sayfa: 183)

Üstad, "Hücum ve Polemik" adıyla kitablaşan yazılarından birisinde Peyami Safa’nın tek tarihî romanı “Atila” ile (Marsel Briyon)dan tercüme yine “Atila” isimli bir başka roman arasındaki benzerlikleri sayfa sayfa göstermiş, satır satır işaretlemiştir. Ne kadar dikkatli bir okuyucu olduğu bu “Polemik” yazısından anlaşılabilir.

Önce "Türkiye’nin Manzarası”nda, sonraysa “Doğru Yolun Sapık Kolları”nda, Hamidullah’ın “İslam Peygamberi” ile, Mevdudî’nin “İslam’da İhya Hareketleri” adını taşıyan kitabındaki sapıklıkları, ehl-i sünnet zâviyesinden madde madde damgalamış, hele Hamidullah’ın eserini en ince teferruatına kadar ifşâ etmiştir. Onun ne dikkatli bir okuyucu olduğunun başka misâlleridir bunlar.

Üstad Necib Fazıl’ın özellikle “sahte müçtehitler”, “reformcular” ve türlü sapıklıklarla ilgili yayınları da takib ettiği fark ediliyor. 1975 yılında, ehl-i sünnet ulemâsından rahmetli Ahmed DAVUDOĞLU’nun “DİNİ TAMİR DAVASINDA DİN TAHRİPÇİLERİ” adlı eserine çarpıcı bir önsöz yazması da bunu göstermiyor mu?..

Bu bölümü bir soruyla kapatmak istiyoruz: Necib Fazıl kendisi hakkında “az okurdu(!)” safsatasına prim verenlerden birisinin herhangi bir kitabına birkaç satır önsöz yazsaydı, bu yalan karşısında yine aynı ölü tavrı gösterirler miydi?..

KİMLER VE KİMLERİ SÜZGECİNDEN GEÇİREN DEV!..

Üstadın kitablarında ismine pek tesadüf edilmeyen, fakat uzaktan uzağa eserinin büyüklüğünü takdir ettiği bir şair daha hatırlıyoruz: DANTE.... Evet, şu tarihe kadar kitablaşan yazı ve konuşmalarında sadece birkaç kez ismine rastladık Dante’nin... “At’a Senfoni”de birçok edebî şöhretle birlikte “Dante’de At” diye bir bahis açılabileceğine dair dolaylı bir göndermede bulunuyor. “Abdülhak Hamid Dolayısıyla” verdiği hitabesinde de büyük sanatkârları uğraştıran meseleler bahsinde “(Dante) bunlardan başka bir şey görmedi” tesbitini yapıyor. Bunların, paragraf başındaki tesbitimizi delillendirme noktasında yetersiz olduğunun farkındayız. Ama bu yazıyı yazdığımız tarih itibariyle hiçbir kitabında yer almayan ve “Dedektif X Bir” imzasıyla Büyük Doğu Mecmualarında yayınlanan “Yahudilikle” ilgili bir araştırmasında (DANTE)Yİ “BÜYÜK VE ULVİ” ŞAİRLER ARASINDA (ŞEKSPİR)LE BİRLİKTE BAŞ KÖŞEYE KONDURUR.

03.01.1968 tarihli 13. devre Büyük Doğu’nun 25. sayısında, 6, 7 ve 8. sayfalarda yayınlanan bu araştırmanın bir maddesini sadece Dante’nin bahsi geçtiği için değil, bir gazetecilik araştırmasında bile Üstad Necib Fazıl’ın tecessüsünün nerelere uzandığını ve meseleyi hangi kültür zenginliği içinde değerlendirdiğini göstermek amacıyla aşağı alıyoruz. “Dedektif X Bir” imzasıyla yazan, Necib Fazıl’ın ta kendisidir:

-"Gerçekten Yahudi dehâların hepsi (defist)tir. En muhteşemleri bile... (Aynştayn)dan insanlığa kalacak şey, içinde hiçbir hakikat yaşamayan korkunç bir izafilik dünyası ile son intihar aleti olan atom bombasıdır. (Froyd) mukaddesat hissini ve ruhî temelleri berhava etmeye baktı. (Şarlo), insanlığın sadece acıklı gülüncünü gösteren bir dehâ... Marks ve ona bağlı komünist aksiyoncuları malum.... (ANATOL FRANS) münkir ve müstehzî... (PRUST) bedbin ve şevksiz... Ne âlimleri ne kâşifleri arasında (Pastör) gibi bir tip var... NİÇİN YAHUDİLER ARASINDA (ŞEKSPİR) VEYA (DANTE) GİBİ, BÜYÜK VE ULVÎ TEK BİR ŞAİR YOK? Onların işi gücü sadece akıl; menfî tarafıyla tepetaklak edilen ve her an taraflarından yıkılıp, güya taraflarından bina edilen akıldır.”

Ve aynı araştırmanın bir başka maddesinden:

-"Yüksek Yahudi (elit)i Yahudilere hitap etmez; içine sokulduğu milletin veya dünyanın entelektüellerine hitap eder. (Bergson) veya (Froyd) veya (Prust) ile alâkalı kaç Yahudi bulabiliriz?”

Mevzuumuz Yahudi değil, Yahudi mizacını andıran kimi ağızların “Üstad az okurdu(!)” safsatası... O hâlde Üstadın çeşitli cebhelerdeki yazıları etrafında biraz daha dolaşalım.

14 Ekim 1949 tarihli 4. devre Büyük Doğu’nun ilk sayısı... Üstad Necib Fazıl’ın, en sık kullandığı müstearlardan “Prof. Ş. Ü.” imzasıyla “İslâm Âlemi: PAKİSTAN” başlıklı bir yazısı var. Bahsettiğimiz mecmuanın 15-16. sayfalarındaki bu çalışmasında Pakistan’ın coğrafyasına, tarihine, istiklâl hareketlerine, edebiyatına, lisanına, iktisadına, maarifine, idarî ve içtimaî vaziyetine ait bilgiler veriyor. Bu ve benzeri yazılar, Büyük Doğu Mimarı’nın sadece Türkiye ile değil, 1949’lu yıllardan itibaren diğer İslâm ülkeleri ile de yakından alâkadar olduğunu göstermektedir.

20. yüzyılın İslâm dünyasının tanınmış şairlerinden Muhammed İKBÂL... Üstad Necib Fazıl’ın kitablarına bakanlar, Pakistan’ın bu büyük şairine dair ne isim, ne bir işaret bulabilir. Ama henüz kitablarında yer almayan önceki paragrafta bahsettiğimiz “Pakistan”la ilgili yazısında Muhammed İKBÂL ile ilgili değerlendirmesine de rastlıyoruz. “Prof .Ş. Ü.” imzasıyla yazan Necib Fazıl’dır:

-"Pakistan istiklâlinin sırayla üç büyük rehberi yetişmiştir: Seyid Ahmed Gulâm, şair İKBÂL ve M. Ali Cinnah... Bunlardan ilki dâvayı ilk defa olarak filizlendiren, hamle ve teşkilata kavuşturan, İKİNCİSİ: ONU EN GENİŞ BİR FİKİR, NAZARİYE VE SANAT HAVASI İLE BESLEYEN; üçüncüsü de tam bir aksiyon ve tatbik âlemine döken ve gerçekleştirendir.”

Üstad Necib Fazıl, bu yazısının sonunda Muhammed İKBÂL’in birkaç tane güzel şiirine yer verir. Sonraki yılların Büyük Doğu’larında da zaman zaman İKBAL’in şiirlerine rastladığımızı belirtelim. Anlaşılıyor ki, Üstadın kitablarında bazı meşhur fikir ve sanat adamlarının bahis mevzuu olmaması, onları bilmediği ve okumadığından değildir. İşte (Dante) ve işte (İkbal)... Bu mesele sanırız “mizaç yakınlığı” ile ilgilidir; okumayla değil...

Büyük Doğu mecmuaları bu türden bilgi ve belgelerle doludur. Mesela Mayıs 1969 tarihli aylık Büyük Doğu... Ve yine “Dedektif X Bir” imzalı bir ifşâ... Üstad bu defa, devrin İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Profesörlerini teşhir masasına yatırmış. Bizi burada o profesörlerin “zaaflarından” ziyade, Üstad Necib Fazıl’ın kitab dünyasına ve kültür hayatına hakimiyeti ilgilendiriyor. Meselâ Hilmi Ziya ÜLKEN’e dair yazdıkları... O Hilmi Ziya ki kütübhanelerde nerdeyse okunmadık kitab bırakmamış, inanılmaz bir kaynak tarayıcısı... “Dedektif X Bir” imzasıyla ifşâ eden Necib Fazıl’dır:

-"Yirminci Asır Filozofları isimli eserinin (fenomenoloji) kısmı, (Gurvitch)in (Les tendanees actuelles de la philosophie Allemande) isimli eserinden, dinî sosyolojisi de (Van Genep)den aparmadır. (...) “Sosyal Doktrinler” doğrudan doğruya (Moska)dan ve aynen intihaldir.”

(Büyük Doğu, 14. Devre, Mayıs 1969, Sayı: 1, Sayfa: 20)

Aynı ifşâda Üstad Necib Fazıl’ın, Hilmi Ziya’nın çeşitli dönemlerde tecrübe ettiği fikrî maceralardan ve sonrasında yazdığı “Tarihi Maddeciliğe Reddiye”sinden de haberdar olduğunu görüyoruz.

Ve Büyük Doğu Mimarı, aynı derginin aynı sayfasında bir başka profesörü, Mazhar Şevket İPŞİROĞLU’nu da ifşâ ediyor:

-"Bütün eserleri intihal mahsulü... "Rönesans Sanatı” (Jilet)den aşırma.... “Sanatta Gerçek” Sabahattin Eyuboğlu’nun hediyesi... Eserin asıl müellifi ise (Volfing)... Eserin adı (Les Principes fandementaux de l’histoire de l’art)”

Tekrar soruyoruz: Yukarıdaki satırları yazan Necib Fazıl mı “az okuyor”muş?..

Daha evvel belirttiğimiz gibi 17 sayılık “Ağaç” ve çeşitli aralıklarla 500’den fazla sayıya ulaşan “Büyük Doğu”lar bu türden belge ve kaynaklarla doludur.

"Büyük Doğu”nun kapalı olduğu devrede, 1974 Kasım-Aralık ayında Necib Fazıl’ın “BORAZAN” isimli üç sayılık bir mizâh gazetesi çıkardığı bilinmektedir. Haftalık yayınlanan “Borazan”a dair yazılardan öğrendiğimize göre Üstadın oldukça zengin bir mizâh kültürü vardır. “Borazan” bir yana, “Ağaç” ve “Büyük Doğu”ları incelediğimizde de, çok geniş bir yazı kadrosuna sahib olduğunu görüyoruz. Devrin en ünlü isimleri, hemen her mevzuda bu mecmualarda yazmış, Necib Fazıl bu yazıları okumakla kalmamış, çoğunu satır satır elinden geçirmiş, tashih ederek yayınlamıştır. Bunların arasında yerli ve yabancı imzalara ait kitab hacminde çalışmaları da vardır. “Ağaç” ve “Büyük Doğu”daki bu yazılar bir araya getirilse herhalde zengin bir ansiklopediyle karşılaşırız. Üstad, dergisinin yazılarını tashih etmekle de kalmaz, hangi zâviyeden değerlendirilmesi gerektiğine dair kaleminden çıkma takdim spotlarıyla neşreder bunları.

Bu vesileyle Türk Edebiyatı dergisinin Mayıs 1993 tarihli sayısında “Mehmet Gökalp” imzasıyla yayınlanan “Ölümünün 10. Yıldönümünde NECİB FAZIL’DAN NOTLAR...” başlıklı yazıdan birkaç bölüm aktarmak istiyoruz:

"Yıl 1959... Prof. Dr. Mümtaz Turhan Garplılaşma hakkında bir kitap yayınlamıştı. “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” Necib Fazıl, Mümtaz Turhan’ın Garplılaşma taraftarı olduğuna dair bazı söylentiler duymuş, onun hakkında tenkitlerde bulunmuştu. Bir grup genç Cağaloğlu, Şeref Efendi Sokak’taki Büyük Doğu idarehanesine gittik. Merhum Mümtaz Turhan’ın kitabını da beraber götürdük:

"Üstad, Mümtaz Turhan bizdeki batılılaşmayı acı bir dille tenkid ediyor. Lütfen şu kitaba bir göz atınız,” dedik. KİTABI ELİMİZDEN KAPMASIYLA HIZLI HIZLI OKUMAYA BAŞLAMASI BİR OLDU. Ertesi hafta Büyük Doğu dergisinin ikinci sayfasında Mümtaz Turhan’ın kocaman bir sayfalık iktibası vardı. Tanıtma bölümünde ise: “Fikirlerimiz paralelinde bir fikir adamı olarak Mümtaz Turhan’ı tebrik ederiz” meâlinde bir cümle vardı. Bir süre sonra Mümtaz Turhan’ı ziyaret etmiştim:

"Necib Fazıl bütün kitabı dergisinde yayınlayacak galiba” diyor ve memnuniyetini ifade ediyordu.”

(Türk Edebiyatı, Mayıs 1993, Sayfa: 57)

Gerçekten de 1959 "Büyük Doğu”larında, birkaç sayı boyunca Mümtaz Turhan’ın eserinin önemli bir bölümü tefrika edilmiştir. Zaten “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” 100-150 sayfa arasında bir kitabtır ve 1959 “Büyük Doğu”ları büyük ebadda basılmaktadır. “Kültür Değişmeleri”ne dair önemli incelemeleri olan ve “sosyal psikoloji” alanında önemli bir isim olan Mümtaz Turhan’ın adı, Üstadın kitablaşmış yazı ve konuşmalarında hiçbir şekilde yer bulmaz. Ama Batının “ilim zihniyetini” öne çıkararak Türkiye’deki batılılaşma hamlelerini sorguladığı küçük hacimli kitabının önemli bir bölümü Büyük Doğu sayfalarında neşredilmiştir.

"Ağaç”ta ve “Büyük Doğu”larda kimler yazmamıştır ki?.. Felsefeci Mustafa Şekip Tunç, romancı Peyami Safa, hikâyeci Sait Faik ve Sabahattin Ali, ressam Bedri Rahmi, şair Tanpınar ve Ahmet Kutsi Tecer, yine Fikret Adil, Sabahattin Eyüboğlu, Zahir Güvenli, Asaf Halet Çelebi, Burhan Belge, Samiha Ayverdi, Falih Rıfkı Atay, H. Nihal Atsız, İsmail Hami Danişmend, Osman Turan, Cemil Meriç, Abdülhak Şinasi Hisar, Suut Kemâl Yetkin ve bunlara benzer daha onlarca isim... Bunların bir kısmı sadece “Ağaç”ta, bir kısmı sadece “Büyük Doğu”da, bir kısmı ise her ikisinde yazmıştır. Bunların verimleri kelimesi kelimesine Necib Fazıl’ın elinden geçiyor, okunmakla kalmayıp sıkı bir tashihe tâbi tutuluyordu. Özellikle “Büyük Doğu”larda elinin değmediği yazı nadirdir.

"Bâbıâli”de devrinin yazar-çizerlerine dair verdiği hükümler, bunların sadece eserlerini değil, CİĞERLERİNİ de okuduğunun ne güzel isbatıdır!.. Meselâ Tanpınar ile Ahmet Kutsi’nin şiirini mukayese eden satırlar... Meselâ Sait Faik ile Sabahattin Ali hikâyeciliğini kıyaslayan bölüm... Peyami’nin romancılığına dair yazdıkları...

"Bâbıâli”den bahsetmişken... Bu eserden öğrendiğimize göre Üstad Necib Fazıl, (Moris Meterling)in “ARILARIN HAYATI”, “KARINCALARIN HAYATI” gibi (etüd)lerini de okumuştur. (Bakınız: Bâbıâli, 4. Basım, Sayfa: 191) Bunlar, O’nun kitab alâkası ve okuma alışkanlığının özellikle gençliğinde tâ nerelere kadar uzandığını bir kez daha göstermektedir.

Yine "Bâbıâli”de “kendi dünyasını fikirden ziyade (plastik) planda bir kadın anlayışı ile” resmeden Münevver Ayaşlı Hanımefendi’nin “İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim” isimli eserinden bazı iktibaslar yapılmıştır.

Ayrıca “sosyalizm ve komünizm”e dair yazı ve konuşmalarında Fransız edebiyatının meşhur ismi Andre Gide’nin “DÖNÜŞ” kitabını yeri geldikçe misâl gösterdiğini nasıl unutabiliriz? Ve sosyalist düşüncenin köklerini inceleyen Necib Fazıl’ın (Sen Simon) ve (Baböf)ün de öncesine gidip (Kampenella)nın “Güneş Memleketi” ile (Tomas Mor)un “Ütopya”sına kadar uzandığını hatırlamamak olur mu?..

Üstad Necib Fazıl’ın Komünizme dair yüzlerce yazısından birisi, 15. devre Büyük Doğu’nun 03 Mart 1971 tarihli 9. sayısında neşredilen “Komünizma ve Türkiye” başlıklı ve Dedektif X Bir imzalı ifşadır. Necib Fazıl bahsi geçen mecmuanın 15. sayfasında hemen hiç tenezzül etmediği bir usûle başvurur ve faydalandığı kaynaklardan bazılarını topluca gösterir. “Komünizma ifşamızın Kaynaklarından Birkaçı” başlığı ile ve bir çerçeve içinde aşağıdaki bibliyografyayı tanzim eden bizzat Necib Fazıl’dır. Biz, numaralandırarak sıralıyoruz:

 

1-) Die Sowjetische Deutschlandpolitik (studiengesellschaft für zeitprobleme) – Sovyetlerin Almanya politikası

 

2-) David SCHUB – Lenin

 

3-) E:O:Volkmann – Der Marxismus un das deutsche Heer im Weltkrieg – (Marksizm ve Dünya Harbi Sırasında Alman Ordusu)

 

4-) Vergi – Lenin. Über Deutschland und die deutsche Arbeiterbe wegung – ( Almanya ve Alman işçi hareketine dair)

 

5-) Dr. Aziz Alpaut – Açık Mektup – (Ankara Ticaret Postası)

 

6-) George V. RAUCH – Geschichte des bolschewistischen Russland (Bolşevik Rusya Tarihi)

 

7-) Abdenk KOSSOVSKİY – Vozrojdeniye (Rusça Dergi) Paris, 1956.

 

8-) Dr. Aziz Alpaut – Deli Petro’Nun Vasiyeti – ( Türk Yurdu, 1961).

 

9-) Don WHARTON – Gift aus roten Druckereien (Das Beste) – (Kızıl Matbaalardan akan zehir).

 

Üstad Necib Fazıl’ın gazetecilik planında değerlendirebilecek bir “ifşa” yazısında bile meseleyi hangi kaynak zenginliği içinde ele aldığı birkez daha görülüyor. O, “mütefekkir yetiştiren mütefekkir” vasfı gereği hep terkibçiliğini konuşturup, tecride değer vermiş; yukarıdaki şekliyle bibliyografya tanzim etmeye kıymet atfetmemiştir. “Kaynak” budalalarının zaaf sandığı, fikirde kuvvetin bir tecellisidir. Yoksa, gazetecilik araştırmalarında bile mevzulara hangi kaynak zenginliği ile sarktığı yukarıda apaçık anlaşılmıyor mu?

 

Yahudi ve masonluğu da “baş nefret kutbu” olarak süzgecinden geçirip, onların menfî mânâları ve sinsi plânları etrafında “büyük ifşâlarda” bulunan Büyük Doğu Mimarı bu mevzuda da çok değerli bilgi ve belgelere sahib olduğunu görüyoruz. 25 Kasım 1949 tarihli Büyük Doğu’nun 14. sayfasında “(Roje Lâmbel) isimli bir Fransızın “Les Protocoles des sagesde Sion) adiyle Rusçadan tercüme etiiği ve emekli General Sami Sabit Karaman tarafından dilimize çevrilen, aslı ve esası gizli ve mahrem bir eserden” bahseder Necib Fazıl… Aradan 20 yıl kadar bir zaman geçecek ve 22 Kasım 1967 tarihli Büyük Doğu’nun 6. sayfasında yine aynı esere rastlayacağız. Necib Fazıl’ın kaleminden:

 

-“(Roje Lambel) isimli bir Fransızın “Les protocoles de sages de sion – YAHUDİ HÂKİMLERİN PROTOKOLLERİ” isimli, Rusçadan çevrilme, muazzam bir eseri vardır. Eski emekli general Sami Sabit Karaman tarafından dilimize aktarılmış bir eser…”

 

Üstadın yahudi ve masonluk mevzuundaki kaynaklarından başlıcasının bu eser olduğunu sanıyoruz. Aynı bahiste faydalandığı bir başka kitab da, galiba bir Fransız masonu olan Serge Hutin’e ait “Les Francs – Maçon”dur. “Doğru Yolun Sapık Kolları”nda Muhammed Abduh ve Cemaleddin Efgani isimli iki din tahrikçisinin aslında mason çemberine girmiş olduklarını bu kitabdan vesikalandırır.

 

Hep üzerinde durduğumuz gibi, Üstad Necib Fazıl doğu ve batıyı süzgeçten geçirip köklü bir muhasebe yaparken alelâde anlayışlara zerre kadar prim vermemiş, misâllerini dikkate şayan bir keyfiyet tesbit ettiği entelektüel muharrirlerden süzmüştür. Onun fikirde ucuz hayranlık ve anlayışsız dostluktansa, “biliş ve bildiriş haysiyetine sahib” kaliteli düşmanlığı tercih ettiği malûmdur. “Domuzuna katolik” diye damgaladığı (Fransua Moryak) ve yine (Andrea Morua), Fransa’da “entellektüellerin entellektüeli” diye anılan (Suares), İslâm’a ilgisi ve ve tasavvuf üzerine tetkiklerinden bildiğimiz (Masinyon) gibi halis aydınlar Necib Fazıl’ın yakından takib ettiği batılı entelektüel ve sanatkâr örneklerinden birkaçıdır. Ama meselâ Türk dostluğu ve Osmanlı hayranlığı ile tanınan (Piyer Loti)yi okumakla birlikte eserine ehemmiyet vermez ve böylesi ucuz hayranlıklardan doğu-batı muhasebesine dair ipucu devşirmeye yanaşmaz. Hissî zevk plânındaki yakınlıktansa, fikre-kafa sancısına dayalı aykırıklar daha anlamlıdır.

 

Bu vesileyle (Andrea Maruo)nın ölümü ve (Piyer Loti)nin 100. doğum yıl dönümü üzerine yazdıklarını görmek yerinde olur sanıyoruz. 18 Ekim 1967 tarihli Büyük Doğu’da Necib Fazıl yazıyor:

 

“FRANSIZ EDİBİ: (Andrea Morua) öldü. Koyu katolik, ruhçu ve materyalizma düşmanı meşhur edip… Romancı, tarihçi, yorumcu ve biyografi yazarı… (…) Onunla Fransız edebiyatı, ruhçu ve dinci kalemlerinden en büyüğünü kaybediyor ve arkadaşı (Fransua Moryak)dan ibaret kalıyor. Mansur (Hallaç) hakkında eser yazarken müslümanlığa kayar gibi olan ve bir aralık Hristiyanlıktan dönmeyi düşünen (Masiyon)a:

 

-Namussuz, nasıl dinini bırakabilirsin?

 

Diye saldırıp onu Hristiyanlıkta alıkoyanların başında (Morua) vardır. Herşeye rağmen (Morua), Batının kaybolan ruhunu müdafaada maddeci sisteme karşı korunması ve tutulması gereken bir kalemdir ve bizim Batı tezimizi gerçekleştirici bir şahsyettir.” (Necib Fazıl, Hadiselerin Muhasebesi-3, Büyük Doğu Yay., 2003, s. 127-128)

 

Üstadımız 2- Ocak 1950 tarihli “Hadiselerin Muhasebesi”nde (Piyer Loti)ye de yer verir:

 

“PİYER LOTİ: Piyer Loti’nin 100. doğum yılını İstanbul’da (Fransa’da değil) kutladılar. Bir Fransız romancısı ki, memleketinde üçüncü veya beşinci sınıf, fakat memleketinin hars taarruzuna geçtiği manevî tesir sahalarında bir istismar vesilesi… Bizim Tanzimat çığırımızın 11’inci yılında doğan ve en genç yaşlarında bu Tanzimat bulamacının “altı şişhane, üstü kaval” memleketine gelen, Avrupa ipeklileri ve kokularo içinde yarı feraceli Türk kadınlarına hayran olan Piyer Loti, bu duygularında samimi olsa da asla derin ve köklü değildi. Artık kandil kandil sönmeye başlayan ulvî Şark, onun gözünde, kırıntılariyle bile kendi ülkesinin sahteliği ve sathîliği önünde (romanesk) ve (egzotik) bir nesneydi. Fakat bu Avrupalı muharrirde, ne Garbın, ne de Şarkın ferdî ve içtimaî çilesini farkedecek bir muamma ruhu mevcut değildi. (…) Ucuz hayranlarımıza onlardan daha ucuz minnettarlıkla mukabelenin biraz üstünde bir fikir tavrına ihtiyaç vardır. Dünya, çengeline, dilediğimiz şekilde ablak suratlı yuvarlaklar asacağımız herhangi bir toparlaktan ibaret değildir.” (Necib Fazıl, Hadiselerin Muhasebesi-2, Büyük Doğu Yay., 2003, s. 43-44)

 

Bölüm başlığımız “kimler kimleri süzgecinden geçiren dev”di. Şöyle de söylenebilir: “Doğuyu, batıyı, Anadolu’yu, hâli, maziyi, istikbâli, sanatı, edebiyatı, felsefe ve ideolojiyi süzgecinden geçiren DEV!..” Ama “Necib Fazıl kimdir” sorusuna verilecek asıl cevab bu değil. Onun “mütefekkir yetiştiren mütefekkir” vasfının hem ifâdecisi, hem de hayatı ve eseriyle bizzat şahidi olan Salih MİRZABEYOĞLU’nun çizdiği şu muazzam portre, “Necib Fazıl kimdir?” mevzuunun hem başı, hem sonu, hem de merkezidir:

 

“Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte içinde yaşadığımız çağın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam…”

 

KİMDİR KİTAB ALÂKASI “ASLA” SON BULMAYAN?..

Üstad Necib Fazıl’ın şeker hastalığı sebebiyle görme güçlüğü çektiği ve şahsî tekâmülü adına harflere-kelimelere ihtiyacının kalmadığını düşündüğümüz son yıllarında bile içtimâî sorumluluğu uğruna kitab alâkasını kesmeyip, hâlâ okuduğuna şahid oluyoruz. 1981 yılında O’nunla bir röportaj yapan gazeteci, önce 77 yaşındaki Necib Fazıl’ın çalışma odasında gördüklerini yazıyor:

-"Necib Fazıl masası başında... Eşyası bir masa, birkaç koltuk, bir divan ve bir tabure üzerinde SEÇİLMİŞ KİTAPLARDAN İBARET bu küçük odada Necib Fazıl bir nevî hücre hayatı geçirmektedir.”

(Konuşmalar, Büyük Doğu Yay. Sayfa: 203)

Bir yıl sonra başka bir gazeteci röportaja gelir ve 1982 itibariyle Necib Fazıl’ın çalışma odasında yine değişen bir şey yoktur. Gazetecinin tasvirini okuyalım:

-"Eski ve (stil) eşya ile döşenmiş salonlardan geçtikten sonra beni küçük bir çalışma odasına aldılar. ETRAFI KİTAP ve dosyalarla doldurulmuş çalışma hücresinde, masası bir kâğıt denizi, Üstad...”

(Konuşmalar, Sayfa: 208)

Ve vefatından birkaç ay evvel, 5 Şubat 1983’te kendisiyle gerçekleştirilen sohbette söyledikleri:

"(...) "İSTİKBAL İSLAMINDIR” diye GÜVENDİĞİM BİR GENCE bir etüd yaptırdım. Güzel oldu etüdü...”

(Necib Fazıl, Konuşmalar, Sayfa: 262)

Bilindiği gibi, o “güvendiği genç” Sayın Salih MİRZABEYOĞLU’ndan başkası değildir. Üstadın “güzel oldu” dediği etüd de, İbda yayınları tarafından üç defa basılmıştır.

Üstad bu etüdü vefatından birkaç ay evvel o “güvendiği gence” okutmuş, her kelimesini can kulağı ile dinlemiş, bazı noktalar üzerinde mütalaalar yürütmüş ve “güzel oldu etüdü” hükmünü vermiştir. “Az okurdu” diyen fesad tipler yalan söylüyor! O, “İstikbal İslâmındır” örneğinde olduğu gibi, ömrünün son günlerine kadar kitab alâkasını kesmemiştir; yeter ki okumaya lâyık bir şey olsun...

Bundan bir yıl evvel de yine aynı “GENCİN” bir başka kitabını, “KÜLTÜR DAVAMIZ”ı okumuş ve bizzat el yazısıyla hükmünü vermiştir:

"Bu kitap, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi sesi ve ilk çileli nefs murakabesi eseridir.”

(Bakınız: Salih MİRZABEYOĞLU, KÜLTÜR DAVAMIZ, İbda Yayınları)

"Rapor 5"te yer alan "Müjdelerin Müjdesi" yazısından öğrendiğimize göre, 1979 yılında ruhu genç bir mücadele adamı olarak Necib Fazıl, “Akıncı Güç” dergisini okuyunca heyecanlanmış ve ağlamıştır:

"Gece yatağıma uzanıp dergilerini açtığım zaman ne görsem iyi?.. Bir baştan öbür başa Büyük Doğu idealinin destanı...”

(Necib Fazıl, RAPOR 4/6, 2. Basım, Sayfa: 186)

Üstadı bir çocuk gibi heyecanlandıran o “destan”, Salih MİRZABEYOĞLU’nun “AKINCI GÜÇ ÇEVRESİNDE” yazısıdır. Necib Fazıl, daha sonra bu yazıyı kendi takdim spotlarıyla Ortadoğu gazetesinde yayınlatacaktır. Görülüyor ki, yaşı yetmişi çoktan aştığı halde Büyük Doğu Mimarı hâlâ kitab ve dergi tedkik etmekle ve o “genci” aramakla meşguldür.

Üstad Necib Fazıl’ın son günlerine kadar kitablara olan “alâkadarlık şuurunu” kaybetmeyişi ve gençlere de bunu ihtar edişine misâl olarak, “Tilki Günlüğü”nün “12 Eylül” tarihli “yevmiye”sini hatırlamak yerinde olur.

"Sene 1982... Atatürk’ün yüz sayfalık bir hatıra defteri varmış, kitap olarak basılmış... “Seyyid Ahmed Arvasî, böyle bir kitabın varlığından Üstadı haberdar etmiş. Bunun üzerine Üstad, “İstikbal İslâmındır” etüdünü hazırlayan o “güvendiği gence” soruyor: “Bizim bundan niye haberimiz yok?”

(Bu bahis için bakınız: Salih MİRZABEYOĞLU, Tilki Günlüğü, Cild: 1 İbda Yayınları, Sayfa: 234)

Soruyoruz: 80 yaşın eşiğine gelmiş bir dâhinin şu “haberdarlık ve alâkadarlık şuurunu” nasıl görmüyor da, bir takım safsatalara rağbet ediyorlar?..

YÜZBİNLERCE “HURDACI”,

AMA TEK BİR “SİMYACI”:

İŞTE NECİB FAZIL!..

Üstad Necib Fazıl, yazdıklarını şuradan-buradan iktibas yaparak kıymetlendiren bir derlemeci değildir. Bilakis, iktibas ettiği en hurda malzeme bile, O’nun kaleminde simyacı eli değmişçesine altuna dönüşür.

"Az okuduğu(!)” korkunç bir yalandır. O, kimi ve neyi okuyacağını herkesten iyi biliyordu.

İlk gençliğinde, bulduğu kitabı devirmiş, bilgi adına ne varsa yüklenmiş, sonrasında bunların üstüne sıçramış; fakat kitab alâkasını “tenkid şuuru”nun SEÇİCİ ve ELEYİCİ vasıflarıyla hep yaşatmıştır.

O, ÜSTÜN DEHÂ VASFIYLA FAYDALIYI FAYDASIZDAN TECRİD EDEREK İTİDAL SEVİYEDE OKUYAN SAHİCİ BİR MÜNEVVER, DÜNYA ÇAPINDA BİR FİKİR ADAMIDIR.

Ve eğer OKUYUCU OLMAK SANATI, “bilmeyi bilici” hassaya ermekse, bu işin en büyük sanatkârlarından başlıcası Necib Fazıl KISAKÜREK’in tâ kendisidir!..

Hakan YAMAN/ Eylül 2003

ÜSTAD AZ OKURDU(!)" SAFSATASI’NA EK

HAKAN YAMAN

"Kitap Kurdu Diye Başka Kime Dersiniz?..” Bölümüne Ek

 

19 Eylül 1939 tarihli "Hadiselerden Ders" başlıklı çerçevesinde ihtiyat zabitliği günleri ve orada okuduklarından bahseder:

 

"Meslekten asker değilim. Fakat HARP TARİHLERİYLE TÂBİYE ve STRATEJYA MESELELERİNİ OKUMAYA BAYILIRIM. İhtiyat zabitliğimi yaparken, alay kumandanımın hayretini çekecek mikyasta TÜRKÇE ve FRANSIZCA ASKERLİK ESERLERİNE DALMIŞTIM.” (N. Fazıl, Çerçeve 1, s. 242)

 

Üstad, Büyük Doğu’nun birçok sayısında ve “Raporlar” ve “Türkiye’nin Manzarası” gibi bazı kitablarında, askerlik ilminin inceliklerinden bahisle Von Klazviç, Molteke, Von Der Goltz, Büyük Frederik gibi subay veya hükümdar ünvanının yanında eser sahibi de olan birçok askerî mütefekkirin görüşlerine başvurur. Savaş tarihine damgasını vuran bu ve benzeri isimlerin askerlik sanatına dair yazdıklarını Üstad Necib Fazıl’ın büyük bir titizlikle okuduğu apaçık hakikattir. Ayrıca Onun bu türden kitablara gösterdiği ilgi, yazı hayatımızda pek örneği olmayan alışılmadık bir durumdur ve daha 30’lu yıllarda bile yazarlığın ötesinde bir aksiyon hasreti çektiğinin işaretidir.

 

"Kimler ve Kimleri Süzgecinden Geçiren Dev" Bölümüne Ek

 

Üstad Necib Fazıl’ın Komünizme dair yüzlerce yazısından birisi, 15. devre Büyük Doğu’nun 03 Mart 1971 tarihli 9. sayısında neşredilen “Komünizma ve Türkiye” başlıklı ve Dedektif X Bir imzalı ifşadır. Necib Fazıl bahsi geçen mecmuanın 15. sayfasında hemen hiç tenezzül etmediği bir usûle başvurur ve faydalandığı kaynaklardan bazılarını topluca gösterir. “Komünizma ifşamızın Kaynaklarından Birkaçı” başlığı ile ve bir çerçeve içinde aşağıdaki bibliyografyayı tanzim eden bizzat Necib Fazıl’dır. Biz, numaralandırarak sıralıyoruz:

 

1-) Die Sowjetische Deutschlandpolitik (studiengesellschaft für zeitprobleme) – Sovyetlerin Almanya politikası

 

2-) David SCHUB – Lenin

 

3-) E:O:Volkmann – Der Marxismus un das deutsche Heer im Weltkrieg – (Marksizm ve Dünya Harbi Sırasında Alman Ordusu)

 

4-) Vergi – Lenin. Über Deutschland und die deutsche Arbeiterbe wegung – ( Almanya ve Alman işçi hareketine dair)

 

5-) Dr. Aziz Alpaut – Açık Mektup – (Ankara Ticaret Postası)

 

6-) George V. RAUCH – Geschichte des bolschewistischen Russland (Bolşevik Rusya Tarihi)

 

7-) Abdenk KOSSOVSKİY – Vozrojdeniye (Rusça Dergi) Paris, 1956.

 

8-) Dr. Aziz Alpaut – Deli Petro’Nun Vasiyeti – ( Türk Yurdu, 1961).

 

9-) Don WHARTON – Gift aus roten Druckereien (Das Beste) – (Kızıl Matbaalardan akan zehir).

 

Üstad Necib Fazıl’ın gazetecilik planında değerlendirebilecek bir “ifşa” yazısında bile meseleyi hangi kaynak zenginliği içinde ele aldığı birkez daha görülüyor. O, “mütefekkir yetiştiren mütefekkir” vasfı gereği hep terkibçiliğini konuşturup, tecride değer vermiş; yukarıdaki şekliyle bibliyografya tanzim etmeye kıymet atfetmemiştir. “Kaynak” budalalarının zaaf sandığı, fikirde kuvvetin bir tecellisidir. Yoksa, gazetecilik araştırmalarında bile mevzulara hangi kaynak zenginliği ile sarktığı yukarıda apaçık anlaşılmıyor mu?

 

Yahudi ve masonluğu da “baş nefret kutbu” olarak süzgecinden geçirip, onların menfî mânâları ve sinsi plânları etrafında “büyük ifşâlarda” bulunan Büyük Doğu Mimarı bu mevzuda da çok değerli bilgi ve belgelere sahib olduğunu görüyoruz. 25 Kasım 1949 tarihli Büyük Doğu’nun 14. sayfasında “(Roje Lâmbel) isimli bir Fransızın “Les Protocoles des sagesde Sion) adiyle Rusçadan tercüme etiiği ve emekli General Sami Sabit Karaman tarafından dilimize çevrilen, aslı ve esası gizli ve mahrem bir eserden” bahseder Necib Fazıl… Aradan 20 yıl kadar bir zaman geçecek ve 22 Kasım 1967 tarihli Büyük Doğu’nun 6. sayfasında yine aynı esere rastlayacağız. Necib Fazıl’ın kaleminden:

 

-"(Roje Lambel) isimli bir Fransızın “Les protocoles de sages de sion – YAHUDİ HÂKİMLERİN PROTOKOLLERİ” isimli, Rusçadan çevrilme, muazzam bir eseri vardır. Eski emekli general Sami Sabit Karaman tarafından dilimize aktarılmış bir eser…”

 

Üstadın yahudi ve masonluk mevzuundaki kaynaklarından başlıcasının bu eser olduğunu sanıyoruz. Aynı bahiste faydalandığı bir başka kitab da, galiba bir Fransız masonu olan Serge Hutin’e ait “Les Francs – Maçon”dur. “Doğru Yolun Sapık Kolları”nda Muhammed Abduh ve Cemaleddin Efgani isimli iki din tahrikçisinin aslında mason çemberine girmiş olduklarını bu kitabdan vesikalandırır.

 

Hep üzerinde durduğumuz gibi, Üstad Necib Fazıl doğu ve batıyı süzgeçten geçirip köklü bir muhasebe yaparken alelâde anlayışlara zerre kadar prim vermemiş, misâllerini dikkate şayan bir keyfiyet tesbit ettiği entelektüel muharrirlerden süzmüştür. Onun fikirde ucuz hayranlık ve anlayışsız dostluktansa, “biliş ve bildiriş haysiyetine sahib” kaliteli düşmanlığı tercih ettiği malûmdur. “Domuzuna katolik” diye damgaladığı (Fransua Moryak) ve yine (Andrea Morua), Fransa’da “entellektüellerin entellektüeli” diye anılan (Suares), İslâm’a ilgisi ve ve tasavvuf üzerine tetkiklerinden bildiğimiz (Masinyon) gibi halis aydınlar Necib Fazıl’ın yakından takib ettiği batılı entelektüel ve sanatkâr örneklerinden birkaçıdır. Ama meselâ Türk dostluğu ve Osmanlı hayranlığı ile tanınan (Piyer Loti)yi okumakla birlikte eserine ehemmiyet vermez ve böylesi ucuz hayranlıklardan doğu-batı muhasebesine dair ipucu devşirmeye yanaşmaz. Hissî zevk plânındaki yakınlıktansa, fikre-kafa sancısına dayalı aykırıklar daha anlamlıdır.

 

Bu vesileyle (Andrea Maruo)nın ölümü ve (Piyer Loti)nin 100. doğum yıl dönümü üzerine yazdıklarını görmek yerinde olur sanıyoruz. 18 Ekim 1967 tarihli Büyük Doğu’da Necib Fazıl yazıyor:

 

"FRANSIZ EDİBİ: (Andrea Morua) öldü. Koyu katolik, ruhçu ve materyalizma düşmanı meşhur edip… Romancı, tarihçi, yorumcu ve biyografi yazarı… (…) Onunla Fransız edebiyatı, ruhçu ve dinci kalemlerinden en büyüğünü kaybediyor ve arkadaşı (Fransua Moryak)dan ibaret kalıyor. Mansur (Hallaç) hakkında eser yazarken müslümanlığa kayar gibi olan ve bir aralık Hristiyanlıktan dönmeyi düşünen (Masiyon)a:

 

-Namussuz, nasıl dinini bırakabilirsin?

 

Diye saldırıp onu Hristiyanlıkta alıkoyanların başında (Morua) vardır. Herşeye rağmen (Morua), Batının kaybolan ruhunu müdafaada maddeci sisteme karşı korunması ve tutulması gereken bir kalemdir ve bizim Batı tezimizi gerçekleştirici bir şahsyettir.” (Necib Fazıl, Hadiselerin Muhasebesi-3, Büyük Doğu Yay., 2003, s. 127-128)

 

Üstadımız 2- Ocak 1950 tarihli “Hadiselerin Muhasebesi”nde (Piyer Loti)ye de yer verir:

 

"PİYER LOTİ: Piyer Loti’nin 100. doğum yılını İstanbul’da (Fransa’da değil) kutladılar. Bir Fransız romancısı ki, memleketinde üçüncü veya beşinci sınıf, fakat memleketinin hars taarruzuna geçtiği manevî tesir sahalarında bir istismar vesilesi… Bizim Tanzimat çığırımızın 11’inci yılında doğan ve en genç yaşlarında bu Tanzimat bulamacının “altı şişhane, üstü kaval” memleketine gelen, Avrupa ipeklileri ve kokularo içinde yarı feraceli Türk kadınlarına hayran olan Piyer Loti, bu duygularında samimi olsa da asla derin ve köklü değildi. Artık kandil kandil sönmeye başlayan ulvî Şark, onun gözünde, kırıntılariyle bile kendi ülkesinin sahteliği ve sathîliği önünde (romanesk) ve (egzotik) bir nesneydi. Fakat bu Avrupalı muharrirde, ne Garbın, ne de Şarkın ferdî ve içtimaî çilesini farkedecek bir muamma ruhu mevcut değildi. (…) Ucuz hayranlarımıza onlardan daha ucuz minnettarlıkla mukabelenin biraz üstünde bir fikir tavrına ihtiyaç vardır. Dünya, çengeline, dilediğimiz şekilde ablak suratlı yuvarlaklar asacağımız herhangi bir toparlaktan ibaret değildir.” (Necib Fazıl, Hadiselerin Muhasebesi-2, Büyük Doğu Yay., 2003, s. 43-44)

 

Bölüm başlığımız “kimler kimleri süzgecinden geçiren dev”di. Şöyle de söylenebilir: “Doğuyu, batıyı, Anadolu’yu, hâli, maziyi, istikbâli, sanatı, edebiyatı, felsefe ve ideolojiyi süzgecinden geçiren DEV!..” Ama “Necib Fazıl kimdir” sorusuna verilecek asıl cevab bu değil. Onun “mütefekkir yetiştiren mütefekkir” vasfının hem ifâdecisi, hem de hayatı ve eseriyle bizzat şahidi olan Salih MİRZABEYOĞLU’nun çizdiği şu muazzam portre, “Necib Fazıl kimdir?” mevzuunun hem başı, hem sonu, hem de merkezidir:

 

"Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte içinde yaşadığımız çağın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam…”

Share this post


Link to post
Share on other sites

üstadın doğruları yanlışları ayrı bir konu ama yazdıklarını okurken onun bir alim olmadığı gerçeğini geleneksel ulemaya mensup olmadığı gerçeğini her zaman akılda tutmak gerekir diye düşünüyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites
üstadın doğruları yanlışları ayrı bir konu ama yazdıklarını okurken onun bir alim olmadığı gerçeğini geleneksel ulemaya mensup olmadığı gerçeğini her zaman akılda tutmak gerekir diye düşünüyorum...
hattab.... geleneksel ulema ayağı ne ayak!!! adamlar ta nezaman neyden bahsetmişler. buna istinaden sen şimdi tutmuş okadar kelalaka bi yazı yazmışşınki..... etrafta fitnefesat zaten kolkeziyor bide senle uğraşmayalım. akılda bişey tutulması gerektiğine inanıyorsan burda kimse kimseyi tutmuyor!

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Üstad dipnot koymamış" mış...El cevap: O dipnotu şuurumuza koydu!

 

"Üstad klasik alim değilmiş" miş...Öyle bir iddiası mı var ki ? Haltettin Karaman, Baidullah gibi alim olacağına Kutbul Cihan Arvasi Hz. k.s. nin müridi olmak şerefine nail...

 

Yazı müellifi Hakan YAMAN gönüldaşınz, Allah u Teala yüreğine ve kalemine kuvvet versin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...