Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Selmanbey

Mehmet Şevket Eygi

Recommended Posts

Mezhebin Lüzumuna Dair

 

Asr-ı Saadet'te dört mezheb mi vardı?.. İtikatta Eş'arilik ve Maturidilik mi vardı?.." diye soruyorlar; yoktu deyince de "Öyleyse bunlar bid'attir" hükmünü veriyorlar.

 

A çok akıllılar, şimdi ben size sorayım: Asr-ı Saadet'te Vehhabilik var mıydı? Size göre o bid'at olmuyor da, Maturidilik niçin ve nasıl oluyor?

 

Asr-ı Saadet'te elbette fıkıh mezhebi yoktu. Çünkü, Kur'an ceste ceste 23 yılda gönderilmiş, Din-i Mübin-i İslam 23 yılda tamamlanmıştı. Tamamlandıktan kısa süre sonra da Fahr-i Kainat aleyhi ekmelüttahiyyat efendimiz bu dünyaya veda etmişlerdi.

 

Asr-ı Saadet'te Ashab-ı Kiram efendilerimiz dini, imanı, namazı, orucu, zekatı Efendimizden öğreniyorlardı. Bilenler bilmeyenlere öğretiyordu.

 

Sonra İslam yayıldıkça yayıldı. Aradan 100 sene geçmeden Tevhid inancı Çin sınırlarından Atlas okyanusuna kadar ulaştı; dilleri başka başka olan nice kavim Müslüman oldu. Bunlara Kur'anın ve Sünnetin, emirlerin ve yasakların, ibadetlerin, dünya ahkamının doğru şekilde anlatılıp yorumlanması gerekti. Tabiin ve Tebe-i Tabiin efendilerimizden derin ilme, irfana, nasibe sahip olanlar geceleri kandil ışığında (varyantlarıyla) milyonca hadisi incelediler, bütün rivayetleri topladılar ve fıkıh sistemlerini kurdular. Bunların dördü kabul gördü, diğer sistemler yaşamadı.

 

Yine İmamı Eş'ari ve İmamı Maturidi Kur'ana ve Sünnete dayanarak İslam'ın inanç hükümlerini bir araya getirdiler.

 

Böylece zaruret derecesindeki bir ihtiyaç karşısında fıkıh mezhepleri ve inanç mezhepleri meydana geldi.

 

Fıkıhta dört mezhep, inançta iki ekol arasında esasa, usule, temele ait hiçbir ihtilaf yoktur. Çeşitlilik teferruatla (ayrıntılarla) ilgilidir ve bu çeşitlilik Ümmet için geniş bir rahmet ve zenginliktir.

 

Bu hak ve doğru mezhepler sayesinde Ümmet-i Muhammed bid'atlardan, yanlış yorumlardan kurtulmuş oldu.

 

Sen kalkmışsın bunlara bid'at diyorsun.

 

Asr-ı Saadet'te mezhep yokmuş... Sevsinler... Asr-ı Saadet'te sayfaları birbirine bağlı ciltlenmiş bir Mushaf da yoktu. O halde senin mantığına göre o da bid'at midir?

 

Dört fıkıh mezhebi Müslümanlar için çok büyük bir nimettir.

 

Onları meydana getiren müctehid imamlarımıza ne kadar teşekkür etsek, ne kadar minnettar olsak azdır.

 

Mezhebe lüzum yokmuş, Kur'an yetermiş... Kur'an elbette yeter ama bir şartla: Onu doğru anlamak ve yorumlamakla...

 

Bin küsur seneden beri şu İslam aleminin haline bakınız. Peygamberimizin haber vermiş olduğu üzere bir yığın bozuk fırka zuhur etmiştir. Bunların hepsi de Kur'an diyor ama niçin ve nasıl sapıtmışlar?..

 

Kur'anı doğru anlayamadıkları, Resulullahın yorumuna uygun şekilde yorumlayamadıkları için...

 

Bazı bozuk ve sapık fırkaların fanatikleri bağırıyorlar:

 

Mezhepler bid'attir... Mezhepler sapıklıktır... Hatta çok ileri giden bazıları mezhepler puttur bile diyor.

 

Allaha zaman, mekan, cihat, cisim, insanlar gibi el, yüz, ayak; inmek çıkmak gibi noksan sıfatlar izafe eden şu fırkacıya bakınız. Ehl-i Sünnet mezhepleri bid'attir diye niçin yırtınıyor?.. Çünkü mezhepleri yıkarsa halkın bir kısmı onun bozuk fırkasına dahil olacaktır.

 

Aklı, firaseti ve vicdanı olan sağduyulu her Müslüman şu hususları kabul etmelidir:

 

* Eş'ari ve Maturidi itikad ekolleri doğrudur, haktır.

 

* Dört fıkıh mezhebi doğrudur, haktır.

 

* Fıkıh çok şerefli, çok yüksek, çok faydalı, çok hayırlı, çok mübarek ve mukaddes bir ilimdir.

 

* İlimleri ve irfanları Kur'anın inceliklerini doğru ve isabetli şekilde anlamaya ve yorumlamaya müsait olmayan Müslümanlar bu konuda rasih imamların, alimlerin yorum ve açıklamalarını kabul etmeli, kendi re'y ve hevalarıyla yorum yapıp, yanlış hükümler çıkartmamalıdır.

 

* Her mukallid Müslüman, İslam dinini hak mezheplerden birini taklid suretiyle hayatına uygulamalıdır.

 

* Bir mezhep bütünüyle uygulanır.

 

* Telfik-i mezahip, yani mezheplerin hükümlerini ve kolaylıklarını cem etmek dini oyuncak etmek demektir.

 

* "Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür". (Zahid el-Kevseri)

 

* "Mezhepsizlik, İslam Şeriatını tehdit eden en tehlikeli bid'attir". (Prof. Said Ramazan el-Buti)

 

* Hulefa-i Raşidin devrinden sonra Kitab ve Sünnete en uygun İslami uygulama olan Devlet-i Aliye-i Osmaniye zamanında fıkha dayalı bir İslami idare vardı, devletin resmi fıkhı Hanefilikti, diğer üç mezhep de serbestti.

 

* Fıkıh ilmi olmazsa doğru dürüst abdest alıp doğru dürüst iki rekat namaz kılamayız.

 

* Mezheplerin yıkılmasını ve ortadan kalkmasını isteyenler bozuk bid'at fırkalarıdır.

 

* Mezhepsizler, fıkıh mezheplerini ve Ehl-i Sünnet ve Cemaati yıkmak için Sünnete ve hadislere saldırıyorlar.

 

* Sünnet İslam Şeriatının ikinci temel kaynağıdır: Sünnet Kur'an-ı Azimüşşan'ın doğru yorumu için en lüzumlu bilgi kaynağı ve birikimidir. Kötü niyetli müsteşrikler (doğu bilimciler, oryantalistler), misyonerler, gizli din taşıyan iki kimlikli münafıklar bir yandan, bid'at fırkaları öbür yandan Sünnet'i yıkmaya çalışıyor. Hiçbir Sünni Müslüman bunların oyunlarına gelmemelidir.

 

09 NİSAN 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şu Selaniklilerin Müslümanlara Ettikleri

 

Selanikliler işi o kadar ileriye götürdüler ki, dindar ve koyu Müslüman olmayı bile suç saydılar, kötü gördüler.

 

Halkın elbette Müslüman olmaya hakkı vardı ama bu Müslümanlığa bir sınır çizmişlerdi.

 

Kimlik kartının din hanesine İslam yazılmasına göz yumuyorlar, ölülerin yıkanıp kefenlenmesini ve camiye getirilip cenaze namazı kılınmasına bir şey demiyorlar ama "dinciliği" ülke ve devlet için büyük hatta birinci tehdit ve tehlike olarak görüyorlardı.

 

O kadar mantıksız, tutarsız, dengesiz idiler ki, Müslümanlığı şu veya bu kadar kabul eder göründükleri halde İslam hükümlerinin tamamı olan Şeriat'a amansız düşmanlık yapıyorlardı.

 

Elbette din ve inanç hürriyeti vardı ama Müslümanlar devletten bağımsız medreseler açarak gerçek din alimi yetiştiremezlerdi.

 

Müslümanlar dergah, tekke, zaviyeler açarak zikrullah yapamazlardı.

 

Müslümanlar kızlarını tesettür kıyafetiyle okullara göndere- mezlerdi.

 

Onlar bikini mayolarla plajlarda, mini eteklerle kamu alanlarında fink atabilirler ama başı eşarplı bir kadın doktor, yine başı kapalı bir kadın avukat mesleğini bu kıyafetle icra edemezdi.

 

Bir ara işi o kadar azıttılar ki, imamlara bile bozuk düzene sadık kalıp hizmet edeceklerine dair resmi yeminler ettirdiler. (Halen devam ediyor...)

 

Kadınlara haysiyet kazandıran tesettürü öcü gibi gösterirken, fahişelere TC başlıklı resmi vesikalar verilmesini, bu resmi fuhuştan KDV ve gelir vergisi alınmasını bir kere bile protesto etmediler.

 

Namaz kılan, hanımlarının başları örtülü olan en çalışkan, en başarılı, en dürüst, en vatansever bazı memurları bile, bütün birikmiş haklarını çizerek, yargı yolu kapalı olarak işten atıp perişan ettiler.

 

Yurt dışında tahsil görmüş, yabancı dil bilen, kültürlü bir hanımı, seçimi kazanmış olmasına rağmen sırf başı örtülü olduğu için Meclis'e sokmadılar, olmadık hakaretler savurdular, eşkıyalık yaptılar, milli iradeyi ayaklar altına aldılar.

 

Resmi ideolojiyi İslam'a zıt bir din haline getirdiler.

 

Yıllar boyu laiklik terörü yaptılar.

 

Komünist Partisi kurulmasına izin verilmiş olduğu halde, İslam partisi kurulmasına izin verdirtmediler.

 

Taksim meydanında kocaman bir kilise var, ona bir şey demediler, Müslümanlar orada münasip bir yere cami yaptırtmaya kalkınca "Taksim meydanı laik ve Atatürkçü bir meydandır, oraya cami yapılamaz!.." diye delice direndiler. Sanki Müslümanlar Moskova'da Kızıl Meydan'a cami yaptırtmak istiyorlardı.

 

Velhasıl bu memlekette çoğunluğu oluşturan Müslümanlara ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, parya muamelesi yaptılar.

 

Müslümanlara gerçek demokrasiyi layık görmüyorlardı.

 

Müslüman halk vesayet sistemi altında yaşatılmalıydı.

 

Müslümanlara gerçek cumhuriyet hakkı verilemezdi.

 

Dindarlığın da bir hududu vardı.

 

Musalli Müslümanlar potansiyel tehdit ve tehlikeydi.

 

Müslüman olunabilirdi ama musalli değil, musalla Müslümanı olunabilirdi.

 

Masonlar localarda Mason ayini yapabilirdi ama Müslümanlar tekkelerde zikrullah yapamazdı.

 

İhtiyar kadıncağızlar, taşra halkı, okumamışlar başlarını örtebilirdi ama dindar üniversite profesörleri, dindar avukatlar, dindar memureler, dindar öğretmenler başlarını örtemezdi.

 

M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra resmi bir ideoloji türettiler ve Müslüman halka nefes aldırmadılar.

 

Okullara göstermelik, aldatmalık din dersleri koydular.

 

İslam'ı büsbütün yok edememişlerdi ya, öyleyse dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, Fazlurrahmancılık, BOP'çuluk, ılımlı İslam numaralarıyla işlerine gelen özel ve yapay bir İslam çıkartacaklardı.

 

Onların maskelerini çıkartın, altından cascavlak Moiz Kohen Tekin Alp'ler çıkacaktır.

 

Onların ana prensiplerinden biri "Benzeme benzettir".

 

Maalesef bir kısım Müslümanları kendilerine benzettiler.

 

Selanikliler bir yandan, benzetilmişler öte yandan Müslümanlara kan kusturuyorlar.

 

Müslüman kesimin yüzde kaçı bu anlattıklarımı şuurlu bir şekilde biliyor.

 

Bilenleri, uyanık olanları tebrik ediyorum.

15 NİSAN 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tahran'da Bir Tek Sünni Camii Yok!..

 

Siyonistler, İsrail, ABD ve Haçlı dünyası, Ortadoğu'daki şeytani projelerini (BOP) gerçekleştirmek için Türkiye ile İran'ı savaştırmak istiyor. Böyle bir şey hem Türkiye, hem İran, hem de İslam için büyük bir facia ve felaket olur.

 

Bundan önce defalarca yazdım, Türkiye ve İran emperyalist ve sömürgeci zalim güçlerin oyunlarına gelmemelidir.

 

İki devlet, savaşmayacaklarına dair bir saldırmazlık anlaşması imzalamalıdır. Türkiye laik bir rejime sahiptir. İran'da ise bir Şii Cumhuriyeti vardır. Türkiye ile İran arasında mezhep çatışması, mezhep propagandası, Türkiye'yi Şiileştirmek, İranı Sünnileştirmek gibi ihtilaflar olmamalıdır.

 

İran, Türkiye Alevilerini Şiileştirmek projesinden vaz geçmelidir. İran anayasasında devletin dini Şii mezhebidir, devlet başkanı bu mezhebe bağlı olacaktır denilmekte, kağıt üzerinde Sünnilere de din hürriyeti sağlanmaktadır ama gerçekte Sünniler büyük sıkıntı ve baskı altındadır.

 

İran'da 20 milyon Sünni vardır, Tahran'daki Sünni nüfus bir milyondur. Buna rağmen başkentte Sünnilerin Cuma namazı kılacak bir tek camileri yoktur, yapılmasına izin verilmemektedir. İran'daki durum hakkında bilgi edinmek isteyenler /irananaliz.wordpress.com/ sitesini kayd-ı ihtiyat ile okuyabilirler. Cenab-ı Hak, bu iki İslam ülkesinin savaşması felaketinden bizleri korusun.

 

Vaktiyle Siyonistlerin ve ABD'nin desiseleriyle İran ve Irak sekiz sene boyunca savaştılar da ne oldu? Milyonlarca ölü, milyonlarca yaralı, seller gibi akan gözyaşı ve kan, harabeler, lisan ile tarifi imkansız acılar... İki Müslüman ülkenin yaptığı aptalca savaşın parsasını da emperyalistler topladı, yüz milyarlarca dolar kar etti. Allah Müslümanları beyinsizliklerden, fanatizmden, mezhep taassubundan, birbirlerini boğazlamaktan muhafaza buyursun.

 

*(İkinci yazı)

 

Doğu ve Güneydoğu Niçin Boşal(tıl)ıyor?

 

Şu gerçeği kimse inkar edemez: 1980'lerden bu yana doğu ve güneydoğu Anadolu boşalmaktadır. Milyonlarca vatandaşımız evlerini, köylerini, bağ ve bahçelerini terk edip Batı'ya göç etmektedir. Diyarbakır, Adana, Tarsus gibi şehirlerde milyonlarca güneydoğulu vatandaşımız zor ve kötü şartlar altında yaşamaktadır.

 

Şimdi keskin bir soru yönelteceğim: Doğu ve güneydoğu Anadolu boşalıyor mu, boşaltılıyor mu?

 

İkinci dehşetli bir gerçek: Doğu bölgemizde üç ile beş bin arasında köy boşaltılmış, milyonlarca vatandaşımız mağdur edilmiştir. Bu kütlevi (yığınsal) boşatma işi sadece güvenlik sebebiyle midir, yoksa bu meselenin ardında gizli ve derin sebepler mi vardır? Varsa bunlar nelerdir?

 

Bir diğer keskin ve yakıcı sorum şudur: Birtakım dış mihraklı güçler ve onların içimizdeki işbirlikçileri, doğu ve güneydoğuda boşalan yerlere ileride başka nüfuslar ithal edilmesini mi planlıyor ve düşünüyor?

 

Üçüncü bir gerçek: Bir kısım Ermenilerin Türkiye'den toprak ve arazi istekleri vardır. Geçenlerde bir Ermeni politikacı "Ermenistan'ın başkenti Kars olmalıdır" mealinde bir beyanda bulundu. İnternetten ararsanız Ermenilerin ülkemizin bir kısmını istediklerine dair binlerce site, makale, beyanat, bilgi ve belge bulursunuz.

 

Evet sorularımdan birini tekrarlıyorum: Doğu ve güneydoğu bölgemiz kasıtlı ve planlı bir şekilde boşaltılıyor mu?

 

Sakın kimse, yukarıdaki sorularıma uçuk ve paranoyak sorular demeye kalkmasın... PKK terörü yangınının kasıtlı ve planlı bir şekilde sürdürüldüğü artık inkar edilemez bir gerçektir... Bu terörün gölgesinde şimdiye kadar yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti, kaçakçılığı yapılmıştır. Bir ara uyuşturucu helikopterlerle taşınmıştır. Birileri bu işten efsanevi servetler vurmuştur... Bazı devletler, şahıslar, mafyalar silah, mühimmat ve savaş malzemesi kaçakçılığından yine yüz milyarlarca dolar vurmuştur...

 

Büyük Ermenistan hayalleri besleyen emperyalist Ermenilerin ümidi PKK teröründedir.

 

Megali İdea'nın gerçekleşmesini isteyen Elen milliyetçilerinin ümidi PKK teröründedir.

 

Anadolu'yu tekrar bir Hıristiyan yurdu yapmak isteyen emperyalist, agresif, fanatik ve sömürgeci misyonerlerin ümidi PKK savaşındadır.

 

Şu meşhur BOP'un gizli protokollerinde Türkiye'nin parçalanmasına dair maddeler bulunduğu iddia edilmektedir.

 

Kürt nüfusunu yoğun olduğu bölgelerden, bütün Anadolu yüzeyine yaymak isteyen "iyi niyetliler" de bulunmaktadır. Nüfus yayılacak; Türk, Kürt, diğer unsurlar içiçe yaşayacak ve Türkiye'nin parçalanması böylece önlenecek...

 

Eskiden Kürt kardeşlerimizin ve vatandaşlarımızın en yoğun olduğu şehir Diyarbakır'dı.

 

Şu anda İstanbul'daki Kürt nüfusu oradakini geçmiştir. Mersin'de, İzmir'de, Bursa'da ve diğer büyük Batı ve orta Anadolu şehirlerinde büyük Kürt nüfusu yaşamaktadır.

 

Bendeniz bir Müslüman olarak bundan rahatsız olmam ama bu göçün, bu sürgünün, bu göç ettirilmenin planlı ve kasıtlı olup olmadığını da bilmek isterim.

 

Evet soruyorum: Beş bin Kürt köyü niçin boşaltılmıştır?

 

Milyonlarca Kürt kökenli vatandaşımız niçin perişan edilmiştir?

 

Türkiye'nin Müslüman nüfusu niçin batıya sürülmektedir?

 

Doğu ve güneydoğudaki boşluğu doldurmak isteyen güçler var mıdır?

 

Bu boşatmanın, bu sürgünlerin ardında gizli Kripto Yahudi, Kripto Ermeni, Siyonist, Haçlı, emperyalist, sömürgeci güçler var mıdır?

 

Türkiye'nin boşalan, boşaltılan yerlerine ileride dışarıdan nüfus mu ithal edilecektir?

 

23 NİSAN 2011

Mehmet Şevket Eygi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hadis Ayıklama Fırkası

 

Gelecekte ilm-i kelam alimleri yazacak, birkaç yıldan beri Türkiye'de "Hadis Ayıklama Fırkası" adını verebileceğimiz bozuk bir bid'at fırkası zuhur etmiştir.

 

Bu fırkanın ABD ve AB tarafından desteklendiğini sanıyorum.

 

Gayeleri şudur:

 

Resulullah'ın (salat ve selam olsun ona) on binlerce hadisini, yeni ölçülere ve kıstaslara (kriterlere) göre incelemek ve bunlardan istenilmeyenleri ayıklamak.

 

Bilindiği gibi Haçlı ve Siyonist dünya İslam'ın bazı inanç, hüküm ve değerlerinden son derece rahatsızdır ve bunların yürürlükten/tedavülden kaldırılmasını istemektedir.

 

Onlar neler istiyor:

 

1. Zinanın suç sayılmamasını istiyor.

 

2. Ailede mutlak şekilde kadın erkek eşitliği istiyor.

 

3. Din ile dünyanın, ruhani ile dünyevinin ayrılmasını, dinin sadece bir vicdan işi olmasını istiyor.

 

4. Cihad fi sebilillah (Allah yolunda cihad) istemiyor.

 

5. Geleneksel gerçek ve otantik İslam'ın "Allah katında tek geçerli ve hak din İslam'dır" inancının kaldırılmasını, onun yerine "Üç ibrahimi din vardır. Yahudilik ve Hıristiyanlık da haktır ve onların bağlıları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet'tir" bozuk inancının koyulmasını istiyor.

 

6. İslam dünyasında dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim yapılmasını istiyor.

 

7. Kur'an, Sünnet ve Şeriat'taki binlerce hükmün tarihsel olduğunun ve bugün geçerli olmadıklarının kabulünü istiyor.

 

8. Kur'an'ın yeniden AB kriterlerine göre yorumlanmasını istiyor.

 

9. Hadislerin gözden geçirilip ayıklanmasını istiyor.

 

10. Ilımlı bir İslam istiyor.

 

11. Sulandırılmış evcil bir İslam istiyor.

 

12. Müslümanların din konusunda onlarca büyük, yüzlerce küçük fırkaya ayrılıp birbirleriyle amansızca tartışmalarını, çekişip tepişmelerini istiyor.

 

13. BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile İslam ülkelerinin parçalanmalarını ve Müslüman dünyasındaki balkanlaşmanın daha da ileriye götürülmesini istiyor.

 

İşte hadis ayıklamaları faaliyeti bu cümledendir.

 

Bu işi bedavaya, "Allah rızası" için mi yapılmaktadır?.. Duyduğuma göre bu konuda büyük paralar harcanmakta, birtakım ayıklayıcılara yüklü telif ücretleri ödenmekteymiş.

 

Peki, Allaha, Resulüne, Kur'ana, Sünnete, Şeriata bağlı ihlaslı, şuurlu, uyanık Müslümanlar bu ayıklama fırkası karşısında ne yapacaklardır?

 

Birinci olarak buna karşı çıkacaklardır.

 

Dinde reform, dinde değişim, dinde yenilik akımlarına muhalif olacaklardır.

 

ABD'nin, AB'nin, İsrail'in, Siyonizmin, Papalığın, Evangelistlerin ve diğer İslam karşıtı güçlerin, Müslümanların din işlerine burunlarını sokmamasını isteyecektir.

 

Bir soru: Hadis çalışmaları ve araştırmaları yapılmasın mı?

 

Böyle bir şey diyen yok... Yapılsın ama bu iş, İslam'ı bozmak, dinimizi tahrif etmek isteyenlerin şeytani destek ve teşvikleri ile yapılmasın.

 

Bendeniz bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat müslümanı olarak üniversite seviyesinde "Darü'l-Hadisler" bile açılmasını isterim. Lakin bunların başında ve kadrolarında gerçek icazetli ulema, fukaha ve muhaddisler olmasını da temel şart olarak ileri sürerim.

 

Nasıl ulema ve fukaha?

 

Merhum Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi...

 

Merhum Düzceli Muhammed Zahid el-Kevseri...

 

Merhum Yusuf İsmail en-Nebhani...

 

Merhum Mekke Şafii Reisüluleması Ahmed Zeyni Dahlan...

 

Ve bunlar gibi saf İslam'ı bilen ve savunan icazetli gerçek ulema.

 

Hadislerin incelenmesi ve araştırılması mezhepsiz, reformcu, telfik-i mezahib isteyen ilahiyatçılara verilemez. Onlar hadis incelemesi ve araştırması yapmazlar, "ayıklaması" yaparlar.

 

Müslüman kardeşlerimi uyarıyorum... İslamdaki bütün yenilik, değişim ve reform hareketlerine karşı çıkınız. Amerikalılar, Avrupalılar, oryantalistler din işlerimize burunlarını sokmasınlar. Sinsi planlar yapmasınlar.

 

Müslümanları şu konuda da uyarıyorum: Reformcuların, ayıklamacıların, mezhepsizlerin, Fazlurrahmancıların bazısı açık çalışıyor. Bir kısmı ise taqiyye yapıyor. Bu ikincilerden çok korkunuz ve sakınınız.

 

Dinimiz içten yıkılmak isteniyor.

 

Emperyalistlere, sömürgecilere, Siyonistlere, Haçlılara zarar vermeyecek evcil bir İslam türetilmek isteniyor.

 

1924'te Hilafet-i Muazzama-i İslamiyeyi yıktılar ve o günden beri İslam dünyası başsız, otoritesiz, hiyerarşisiz kaldı.

 

(İngilizce bilen muhterem okuyucularımdan /khilafah.com/ sitesini fikir edinmek için tedkik buyurmalarını rica ederim.)

 

 

26 NİSAN 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Türkiye Nereye Gidiyor?

 

Seçimlerden sonra bu çalkantı, bu fırtına, bu toz duman biter, ortalık sükunete kavuşur mu?.. Hiç sanmıyorum. Daha kötü olmasından korkuyorum.

 

Türkiye'de iki cephe var:

 

STATÜKO cephesi: Kemalist askeri vesayet rejiminin devamını istiyor.

 

MİLLİ KİMLİK cephesi: Bunlar ideolojik vesayet rejiminin sona ermesini, tam ve gerçek bir demokrasi olmasını (Ne kadar olabilecekse) istiyor.

 

Bu iki cephe kendi içlerinde homojen midir, birlik ve uyum var mıdır?

 

Yoktur.

 

Nazik soru: Bu iki cephe temiz ve şeffaf mıdır?

 

Maalesef hayır.

 

Uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerinde Türkiye'nin notu, 10 üzerinden 4'tür, yani kirlidir, sınıfta kalmaktadır.

 

Türkiye toplumunun yapısı sağlıklı mıdır?

 

Değildir.

 

Türkiye'nin halkı (veya halkları) arasında sosyal barış ve uzlaşma var mıdır?

 

Maalesef yoktur.

 

Türkiye maddi bakımdan kalkınmakta mıdır?

 

Akıllara durgunluk verecek şekilde maddi kalkınma vardır. Komşumuz Yunanistan iflas ediyor, biz ise ortaya harikalar koyuyoruz, dünya kıskanıyor, dünya hayran.

 

Bu kalkınma bir keramet midir?

 

Benim cevabım: Keramet değil, bir tür istidractır.

 

Türkiye zenginleşiyor mu?

 

Zenginleşiyor, bunu kimse inkar edemez. Lakin bu zenginlik sağlık mıdır, değil midir, bu husus tartışılabilir.

 

Bir gerçek: Zengin kesim daha zengin olurken, fakir kesim daha fakir oluyor diyorlar, bu iddia doğru mudur?

 

Cevap: Bendeniz iktisat uzmanı değilim. Bilenlere, uzmanlara sormak gerekir.

 

Türkiye'nin halkı mı vardır, halkları mı?

 

Cevap: Bence halkları vardır.

 

Türkiye'nin dominant unsuru hangisidir?

 

Cevap: Çoğunlukta olan Sünni Müslümanlardır.

 

Sünniler son yetmiş beş sene içinde ezilmişler, ikinci sınıf vatandaş statüsüne itilmişler, çok haksızlıklara ve zulümlere maruz kalmışlardır.

 

Şu anda oldukça hürriyet, imkan, fırsat var, Sünniler bunlardan yararlanarak haklarını arıyor mu?

 

Maalesef arayamıyorlar.

 

Niçin?

 

Vesayet güçleri ve din sömürücüleri Sünnileri bölmüş, parçalamış, birbirinden kopartmış, sersemletmiştir.

 

Sünni kesimde yeteri kadar şuur, uyanıklık, birlik, plan program, hizmet ve faaliyet yoktur. (Hiç yoktur demedim, yeteri kadar yoktur dedim.)

 

Türkiye'nin düzeni bozuk bir düzen midir?

 

Hasta ve militan statükocular dışında herkes bu konuda ittifak halindedir. Şeriatçi Müslüman da bozuk diyor, Marksist de bozuk diyor.

 

Türkiye'nin bozuk düzenini tenkit etmeyen, bu bozuk düzenini haram rantlarını ve nemalarını yiyen Müslümanlar veya İslamcılar da var...

 

Cevap: Ben onlara Müslüman demem!..

 

Türkiye'de siyasi partilerin üzerinde güçler var mıdır?

 

Vardır ve en güçlü partilerden daha güçlüdürler.

 

Mesela ordu.

 

Mesela dini bir cemaat.

 

Türkiye'de sadece siyasi çekişmeler mi yaşanıyor?

 

Hayır... Siyasetten önce kimlik, kültür, menfaat çekişmeleri yaşanıyor.

 

Türkiye'de şu anda ne kadar Yahudi var?

 

Bir buçuk milyon kadar Gizli Yahudi olduğu iddia ediliyor. 20 bin kadar Musevi vatandaş, Sabataycılar, Alevi Bektaşi görünen Yahudiler, Kürt Yahudileri vs.

 

Bizde ne kadar Ermeni var?

 

Resmi istatistiklere göre açık Ermenilerin sayısı 100 binin altındadır. Ermeni kökenlilerin ise bir buçuk milyon olduğu iddia ediliyor.

 

Kripto Yahudiler ve Kripto Ermeniler bilinçli midir?

 

Hepsinin bilinçli olduğunu sanmam. Entegre olmuş, erimiş olanları az değildir.

 

Gizli Kürt Yahudisi var mıdır?

 

Olmaz olur mu? Sürü sepet vardır.

 

Türkiye'de iki dinli Gizli Rumlar var mıdır?

 

Olduğu söyleniyor, hatta bu konuda kitap bile yayınlandı. (Belge yayınları, Mare Nostrum dizisi içinde.)

 

Türkiye'de kaç etnik köken mevcut?

 

78 diyenler var.

 

Bunların hepsinde ırk ve köken asabiyeti var mıdır?

 

Hepsinde yoktur. Bir kısmında vardır.

 

Türkiye bugünkü haliyle huzura, iç barışa, istikrara kavuşabilir mi?

 

Bu haliyle kesinlikle kavuşamaz.

 

Nasıl kavuşabilir?

 

Cevap: (1) Kemalist ideolojiye dayalı vesayet rejimine son verilecek. (2) Milli kimlik ve kültür esas alınacak. (3) Temel insan hak ve hürriyetleri çoğunluğa tanınacak. (4) Hukuk adil bir hukuk olacak ve bu adil hukukun üstünlüğü kabul edilecek. (5) Bugünkü iflas etmiş ideolojik eğitimin yerine Singapur, Japonya, Tayvan, Güney Kore, İsviçre, Norveç, Almanya eğitimleri gibi güçlü bir eğitim getirilecek. (6) Halkımızın, devletimizin, ülkemizin bin yıldan fazla kullanmış olduğu milli yazı, alfabe, lisan üzerindeki yasaklar ve tabular kaldırılacak. (7) Sünni çoğunluğa, İngiltere'deki gibi din hürriyeti verilecek. Diğer çeşitliliklerin ve azınlıkların din ve inanç hürriyeti de garanti altına alınacak. (8) Kokuşma bataklıkları kurutulacak, Türkiye'nin notu en az 7'ye çıkartılacak. (9) Ahali arasında toplumsal barış ve uzlaşma sağlanacak.

 

Sünni Müslüman çoğunluğun sizce en büyük zaafı ve eksikliği nedir?

 

Cevap: Başlarında ehli bir başkan, bir İmam veya Emir bulunmaması ve Müslümanların bu zata itaat ve biat etmemesidir.

 

Sizce nereye gidiyoruz?

 

Cevap: Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete.

 

Ümitsiz misiniz?

 

Hiç Allah'tan ümid kesilir mi? Allah'tan ümidini kesmek küfürdür.

 

* (İkinci yazı)

 

Yangın Var!

 

BİR Müslüman düşünün... İtikadında bid'atler ve bozukluklar var... Namaz kılmıyor... Doğru dürüst zekat vermiyor... Oğlu züppe mi züppe, kızı hoppa mı hoppa... Kendisi ticaretle uğraşıyor ama dine ve ahlaka aykırı bir sürü muamelesi var... Riba ve faize batmış bir vaziyette... Haram yiyor... Bazen rüşvet veriyor... İhalelere fesat karıştırıyor... Dolaylı şekilde saçı bitmedik yetimlerin haklarını yiyor.

 

Bu adamın bazı hayırlı işleri de var: Az çok sadaka veriyor, hayır hasenat yapıyor... Köyündeki camiyi tamir ettirdi... Hacca gitmedi ama senede bir umre seyahati... Ramazan'da namaz kılmaz ama oruç tutar... Belediyenin iftar çadırında bir gece 300 kişiyi doyurdu...

 

Biz bu adamı tenkit etmeden, uyarmadan översek ne yapmış oluruz? Ona zarar vermiş oluruz.

 

Böyle bir kimsenin öncelikle uyarılması gerekir.

 

Kendisine karşı olumlu tenkitler yapılmalıdır.

 

İtikadını tashih etmesi, namaza başlaması, zekatı dosdoğru vermesi, çoluk çocuğunu zabt u rabt altına alması konusunda ona etkili nasihatler edilmelidir.

 

O, böyle iyi nasihatlere, olumlu tenkitlere, uyarılara son derece muhtaçtır. Onlar kendisi için şifa verici ilaç gibi olacaktır.

 

Bunlar, ona yapılabilecek en büyük iyiliklerdir.

 

Çünkü o bu nasihatleri tutarsa kendisini doğrultmuş ve ebedi saadetini inşaallah kazanmış olacaktır.

 

Bendenize şimdiye kadar belki yüz kere şu tenkit yöneltildi:

 

Be adam, bu memlekette hiç iyi iş yok mu ki, hep tenkit edip duruyorsun? Yahu biraz da iyi şeyleri, beğenilecek şeyleri yazsana!..

 

Türkiye'nin durumuna bütünüyle bakıldığında İslam'a, Kur'ana, Sünnete, fıkha, İslam ahlakına, Şeriata aykırı çok büyük ve yaygın kötülükler görülmektedir.

 

Ülkemiz bir tür darülharb haline gelmiştir.

 

Halkın itikadında büyük bozukluklar başlamıştır.

 

Beş vakit namaz kütlevi olarak terk edilmiştir.

 

Seherlerde halkın yüzde 90'dan fazlası gaflet içinde uyumaktadır.

 

Fısk ve fücur, nifak ve şikak, günah ve isyan yaygın haldedir.

 

Kur'an ve Sünnet hükümleri ayaklar altına alınmıştır.

 

İçki çok yayılmıştır ve yayılıp durmaktadır.

 

Açık ve gizli putperestlik yaygındır.

 

Zina artık suç sayılmıyor ve yayılıp duruyor.

 

Müslümanlar üzerinde ağır baskılar var.

 

15 yaşından küçük çocuklara tatillerde özel din ve Kur'an dersleri verdirmek yasaktır.

 

Bir İslam ülkesi olan Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu 10 üzerinden 5'in altındadır.

 

Müstehcen yayınlar milli bir afet ve felaket haline gelmiştir.

 

Bu manzara içinde ülkemizde bazı iyi işler yapılmıyor mu? Elbette yapılıyor ama yukarıda anlattığım gibi binanın her yerinde korkunç yangınlar başlamıştır. Bina siyasi, sosyal, kültürel depremlerle sarsılmaktadır. Milyonlarca Müslüman yanmaktadır. Fitne ve fesat korkunç boyutlara ulaşmıştır.

 

Böyle bir devirde uyarmadan, yangın var diye bağırmadan övmek çok yanlış olur.

 

İslami ve şer'i vazifelerini yapan iyi Müslümanları, iyi cemaatleri, iyi tarikatleri, iyi grupları elbette tebrik ediyorum.

 

Benim vazifem ve misyonum, onları övmekle vakit geçirmek değildir.

 

Aklımın erdiği, gücümün ettiği derecede "Yangın var, volkan patlayacak, zelzele yaklaşıyor... Uyanalım, tedbir alalım, doğru yola girelim, azaptan kurtulmak için gerekenleri yapalım!.." diye nida etmekle yükümlüyüm.

 

Dini bir cemaat Kazakistan'da Kur'an kursu açmış... Başka bir cemaat Jamaica adasında İslam Kültür Merkezi açmış... Bir ötekisi Ruanda'da okul açmış... Müslüman bir grup her hafta bir camiye gidip sabah namazı kılıyor, ardından kahvaltı yapıyormuş... Filan şeyh veya cemaat başkanı çok muhteremmiş... Filan muhterem kuşlar gibi uçuyormuş.. Bendenizden bu gibi şeylerin övgüsü beklenmemelidir.

 

Türkiye ahir zaman fitneleri içinde yanmaktadır.

 

Deccaliyet topluma hakim olmuştur.

 

Günah isyan fısk fücur tuğyan korkunç boyutlardadır.

 

Din ve Şeriat elden gitmiştir.

 

Evinden sabah Müslüman olarak çıkanların bazısı akşam mü'min olarak dönmüyor.

 

Halkın imanı tehlikededir.

 

Gaflet ve cehalet karanlığı çok koyudur.

 

Hizmetlerimin, uyarılarımın, tekliflerimin etkili olduğunu iddia etmiyorum. Aczimi ve zaaflarımı itiraf ediyorum. Hazret-i Süleyman aleyhisselama hediye olarak bir çekirge bacağını bin zahmetle sürükleyerek götürmeye çalışan bir karınca gibi olmak isterim.

 

Evimizde, vatanımızda yangın var!.. Bu yangının telaşesi içinde bazı salih kişi ve cemaatlerin övgülerini yapamıyorum. Kerem edip beni bağışlasınlar. Onlar bize dua etsinler.

 

Zaten iyilerin övgüye ihtiyacı yoktur.

 

30 MAYIS 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Beş vakit namaz kütlevi olarak terk edilmiştir.

Fısk ve fücur, nifak ve şikak, günah ve isyan yaygın haldedir.

Kur'an ve Sünnet hükümleri ayaklar altına alınmıştır.

İçki çok yayılmıştır ve yayılıp durmaktadır.

Açık ve gizli putperestlik yaygındır.

Zina artık suç sayılmıyor ve yayılıp duruyor.

Müslümanlar üzerinde ağır baskılar var.

15 yaşından küçük çocuklara tatillerde özel din ve Kur'an dersleri verdirmek yasaktır.

Müstehcen yayınlar milli bir afet ve felaket haline gelmiştir.

 

Allah ondan razı olsun. Doğruları söylüyor.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kimlerin Ardında Namaz Kılmam?

 

Kemalist bir imamın ardında namaz kılmam. Tarikat ve tasavvuf Müslümanlarına kafir ve müşrik diyen bir Vehhabinin ardında namaz kılmam.

 

İslam'ı, Kur'anı, Hz. Peygamberi inkar ve tekzib edenler de Cennetliktir diyen birinin arkasında namaz kılmam.

 

Üç yüzden fazla muhkem ve kesin Kur'an hükmü bugün geçerli değildir, onlar tarihseldir diyen birinin mezhebindeki kişinin arkasında namaz kılmam.

 

Müctehid olmadığı halde müctehidlik taslayan mezhepsiz birinin ardında namaz kılmam.

 

Fıkıh mezheplerinin kolaylıklarını karışık şekilde uygulayan bir telfik-i mezahib taraftarının ardında namaz kılmam.

 

Buhari'de mevzu hadis vardır diyenin ardında namaz kılmam.

 

Allah'a zaman mekan, cihet, cisim, insanlardaki gibi el, ayak, yüz izafe eden mücessime mezheplinin ardında namaz kılmam.

 

Şefaati, Münker ve Nekir'i, kabir hallerini inkar eden kişinin ardında namaz kılmam.

 

Secdede ayak parmaklarının alt kısmını yere değdirmeyenin ardında namaz kılmam.

 

"Ehl-i Kitab ile aramızda Amentü konusunda ittifak vardır, Tevhid ve Teslis inancı birbiriyle uyuşur" diyen kimsenin ardında namaz kılmam.

 

Kimlerin ardında kılarım:

 

Günahı ve bid'ati kendisini küfre götürmeyen kimsenin ardında namaz kılarım.

 

Ehl-i Sünnet ve Cemaat itikadında olan herkesin ardında namaz kılarım.

 

Bu devrin büyük bid'atlerinden biri, imamların bir kısmının namaz kıldırma memuru haline düşürülmüş ve dönüştürülmüş olmasıdır.

 

İmam cami cemaatinin ve civarının önderi demektir.

 

İmam alim, fakih, ahlaklı, faziletli olmalıdır.

 

İmamın bilgisi, kültürü, ahlakı, fazileti cemaatin üzerinde olmalıdır.

 

Camiler mahalle ve semt şuraları olarak çalışmalıdır.

 

Mahallede bir ailenin başına felaket mi geldi, sıkıntıya mı düştü?.. Cami bunu en kısa zamanda duymalı ve yardım etmelidir.

 

Mahallede ahlaksızlık mı oldu. Cami bunu önlemek için yasal yollardan harekete geçmelidir.

 

Cami imamı cemaat içindeki iş yeri ve dükkan sahiplerine, Cuma ezanı okununca ticarethanelerini kapatmalarını söylemelidir.

 

Cami, o semtin bütün lise ve üniversite gençlerini cezb eden bir mekan olmalıdır.

 

Semt halkı sabah namazlarında seve seve camiye gelmelidir.

 

Cami din ile hayatın merkezi, kalbi olmalıdır.

 

* (İkinci yazı)

Küçük Çocuklara Özel Din ve Kur'an Dersi Verdirmek

 

Ana babaların küçük çocuklarına din eğitimi vermeleri ve verdirmeleri temel insan haklarındandır.

 

15 yaşından küçük çocuklara özel din ve Kur'an dersi verdirmemek zulümdür, haksızlıktır, insan hakları ihlalidir.

 

Müslümanların bu zalimane yasağı, yasal sınırlar içinde kalarak delmeleri gerekir.

 

Birileri kalkıp "Zaten bütün okullarda mecburi din dersi verilmiyor mu?" diyebilir.

 

Kemalist eğitim sisteminin din dersleri bir aldatmacadan ibarettir.

 

Devletin okuttuğu din dersi kitabının başında M. Kemal Paşa'nın tam sayfa bir fotoğrafı bulunmaktadır, onun karşısında da Atatürk'in gençliğe hitabesi yer almaktadır.

 

Böyle din dersi olur mu?

 

Bizdeki din dersleri bir tür Ekberizm anlatıyor.

 

Küçük çocuklarımız bu yaz Kur'an, Sünnet esaslarına dayalı gerçek din dersleri almalıdır.

 

Çocuklara Allah'ın sıfatları, peygamberler, ahiret inancı öğretilmelidir.

 

Kurtuluşun Kur'ana uymakla olacağı kesin şekilde anlatılmalıdır.

 

Bu da, ehliyetli din hocalarının özel ders vermeleriyle olur.

 

Müslüman çocuklar için yaz kampları tertip edilmelidir. Bu kamplarda şuculuk, buculuk, oculuk değil Müslümanlık terbiyesi verilmelidir.

 

Müslümanların pedagoji ilmi tahsil etmiş yeterli miktarda ehliyetli din hocaları var mıdır?

 

Çocuklar ve gençler için kamp kuracak paramız var ama aklımız, birikimimiz, teşkilatımız var mıdır?

 

Çocuklarımız büluğ yaşından itibaren namaza başlatılmalıdır.

 

Müslümanlık, dindarlık şekilden, ism ve resmden ibaret değildir.

 

Bir çocuğa on beş yaşına kadar din ve Kur'an eğitimi verilmezse, onbeşinden sonra dindar olması çok zordur.

 

Çocuklarımıza İngilizce, matematik, bilgisayar öğretmek için çırpınıyoruz ama din ve Kur'an öğretmek konusunda o kadar hararetli ve gayretli değiliz.

 

Çocuklarını dindar, iyi Müslüman olarak yetiştirmeyen anne ve babalardan hesap sorulacaktır.

 

Ebedi saadet dindarlıkla kazanılır.

 

Ebedi saadetini yitirmiş... Hayatta başarılı olsa, zengin olsa, iyi bir hayat sürse ne faydası olur?

* (Üçüncü yazı)

O Zat Fazlurrahmancıdır

 

İsim vermeyeceğim... Sadece şunu söylüyorum: O zat Fazlurrahmancıdır. Lakin böyle olduğunu açıkça söylemiyor. Niçin?.. Taqiyye yapıyor.

 

Fazlurrahmancı olmak suç mudur? Laik bir rejimde elbette suç değildir.

 

Taqiyye yaparak Fazlurrahmancılığını gizlemek ayıptır.

 

Ehl-i Sünnet mensubu Sünniliğini,

 

Vehhabi Vehhabiliğini,

 

Tarikat ve tasavvuf taraftarı Müslüman, bu özelliğini...

 

Saklamamalı, gizlememelidir.

 

Müslümanları aldatmak çok vahim bir günahtır.

 

Madem ki, sana göre Fazlurrahmancılık iyi bir yol, göğsünü gererek "Ben Fazlurrahmancıyım!.." diye haykırmalısın.

 

Bendeniz naçiz bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanı olarak Fazlurrahman'a karşıyım.

 

Onun tarihsellik teorisine karşıyım.

 

Kur'andaki, Sünnetteki, Şeriattaki kesin emir ve yasakların Kıyamet'e kadar yürürlükte olduklarına inanırım.

 

Fazlurrahman mezhebi, bin kadar Pakistanlı ulema, fukaha ve müftünün fetvalarıyla çürütülmüştür.

 

Fazlurrahman merdut bir kimsedir.

 

Pakistan'dan hicret etmiş, ABD'ye sığınmıştır.

 

Bir ilahiyat fakültesi Fazlurrahmancıların kalesi haline gelmiştir.

 

ABD, AB, Siyonizm ve Haçlılar Şeriat temelleri üzerine dayalı Ehl-i Sünnet İslamlığını istemiyor; Şeriatsız, hafifletilmiş, ılımlı hale getirilmiş, BOP prensiplerine uygun, ilahi din olmaktan çıkartılmış, bir tür beşeri ideoloji ve hümanizma haline getirilmiş, tabiri caizse Protestanlaştırılmış yepyeni bir İslam istiyor.

 

Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) hadislerini ayıklama çalışmalarını biliyorsunuz. AB standartlarına, Feminizm sapık ideolojisine, Batı medeniyetine uymayan hadisleri ayıklamak istiyorlar.

 

Bendenizin iddiası şudur: Fazlurrahmancılık Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslamlığı ile bağdaşmaz.

 

Fazlurrahmancılık yasak değildir.

 

Fazlurrahmancı olan bu özelliğini açıkça söylemelidir.

 

Bendeniz Sünni bir Müslüman olarak bir Fazlurrahmancının arkasında namaz kılmam.

 

Fazlurrahmancılık firak-ı dalleden bir fırkadır.

 

 

2011-06-01

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mehmet Şevket Eygi yazıları insanımıza ulaştırılmalı değil midir? Bu denli mühim tesbitler, ihtarlar, reçetelerden biz ne kadar haberdarız? O ne kadar okunuyor?

 

Facebook acaba hiç mi doğru şeyler için kullanılamaz? Yok mu şu face denen sitede hayra vesile olacak güzel bir sayfa kuracak ve orada günlük yazılarını aksatmadan paylaşıp, TV'de yayımlanmış videolarını ve eski yazıları mühim paragrafları öne çıkararak güzelce sunacak, vakti buna müsait bir yiğit? Ve tabi sayfanın şiddetle reklamının yapılmasını, tanıtılmasını üstlenecek birileri?

 

Ucuz yazarların binlerle takipçisi görünürken, Eygi Bey'e yüz-ikiyüz beğenen reva mı?

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yaşayan ölü

 

Geçenlerde övgü makamında "yaşayan ölü gibi" tabirini kullanmıştım. Bazıları itiraz etti. Yaşayan ölü tabirini Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz Hz. Ebubekir'i (radiyalluhu anh) için kullanmıştır.

 

Yaşayan ölü "Ölmeden önce ölünüz" sırrına mazhar olmuş kişidir.

 

Yaşayan ölü, nelere ölmüştür?

 

* Bu fani dünyaya ölmüştür.

 

* Dünya şehvetlerine ve hırslarına ölmüştür.

 

* Nefs-i emmaresini öldürmüştür.

 

En diri kişi, yaşayan ölüdür.

 

Ölmeden önce ölenler ölüm kaygısı çekmez.

 

Zaten yaşarken ölmüş, ölümden korkmaz o.

 

Yaşayan ölülerin mal mülk, para pul sevgisi ve ihtirası olmaz.

 

Bu dünyaya ölmüş bir kere, riyaseti ne yapsın?

 

Riyaset ona teklif edilirse ve o buna ehilse kabul eder ama ateşten bir gömlek giydiğini bilerek.

 

Yaşayan ölünün gurur, kibir, nefret, haset, gıybet, mal iddiharı nesine gerek.

 

Yaşayan ölü dünyayı iki ayağının altına almıştır.

 

Övgülerle sövgüler onun nazarında birdir.

 

Salahaddin Eyyubi dünyaya ölmüş bir İslam büyüğüydü. Vefatında özel kasasını açtılar, bir altın dinar ile birkaç gümüş dirhem çıktı. Bu para cenazesini kaldırmaya yetmediği için cenaze masraflarını yakınları ve dostları verdi.

 

Büyük şeyh, büyük imam, gerçek mücahid Şamil hazretleri de ölmeden önce ölenlerdendi. Bir keresinde Moskoflarla cihad ederken ağır yaralanmış, onu dağlardan, uçurumlardan aşırarak kartal yuvası bir avula götürmüşler, orada günlerce komada baygın kalmıştı. Nice zaman sonra kendine gelince ilk sözü "Namaz vakti geçti mi?" olmuştu.

 

Şair ne demiş:

 

"Siz hayat süren leşler!.. Sizi kim diriltecek?.."

 

Peygamber-i Zişan öğüt veriyor: Mutu en kable temutu=Ölmeden önce ölünüz.

 

Yaşayan ölü olmak... En büyük rütbe...

 

İkinci Yazı

 

Anadolu Rumları ve Ermenileri

 

YIL 1918, Osmanlı devleti yenilgiyi kabul etmiş, Mondros mütarekesi imzalanmış. Osmanlı coğrafyasında birkaç milyon Rum yaşıyor. Bunların nüfus cüzdanında (kimlik kartında) Osmanlı vatandaşı oldukları yazılı.

 

Rumlar, tebaası oldukları devletin yenilmesini fırsat bilerek düşmanlığa başlıyor. Yunanistan İzmir'i işgal ettiğinde Rum metropoliti Hrisostomos düşman ordusunu merasimle karşılıyor ve onu kutsuyor.

 

Sonunda ne oluyor? 1922'de Türk ordusu Gazi Sakallı Nureddin Paşa'nın kumandasında İzmir'i geri alıyor.

 

Bir yığın facia yaşanıyor.

 

En son 1924'te Lozan anlaşmasının mübadiller maddesi uyarınca Türkiye topraklarındaki bütün Rumlar (İstanbul Rumları dışında) Yunanistan'a gönderiliyor.

 

Şöyle bir senaryo düşünelim:

 

Birinci dünya savaşında

 

Milli mücadele yıllarında

 

Türkiye Rumları Türk devletinden yana olsalardı.

 

İzmir'in işgalini protesto etselerdi.

 

Biz Türkiye Rumları Müslümanlarla birlikte barış içinde yaşarız deselerdi.

 

Kimlik kartını taşıdıkları devlete hıyanet etmemiş olsalardı.

 

Bugün ne olurdu?

 

Seksen milyonluk bir Türkiye'de beş milyon Rum yaşardı.

 

Milli kimlikleriyle, kiliseleriyle, okullarıyla...

 

Bir topluluk için en önemli şey hayatta kalmaktır.

 

Onlar Osmanlı bayrağı altında yaşamayı tercih etmiş olsalardı şimdi hayatta olacaklardı.

 

Ters yolu seçtiler, megali ideacılık yaptılar ve silindiler gittiler.

 

Bir kısım Ermeniler de misyonerlerin, emperyalistlerin, sömürgecilerin propagandasına kandılar ve onlar da silinip gittiler.

 

Rus ordusu Van'a saldırdığında, Ermenilerin Türklerle birlikte olması gerekirdi. Onların büyük kısmı maalesef işgalci düşman ordusunu kurtarıcı gibi karşıladı.

 

Rumlar ve Ermeniler "paylaşma, birlikte yaşama" zihniyetine sahip değildi.

 

Ermeniler, tarihte olduğu gibi Türk devletinden yana olmuş olsalardı, bugün bu topraklarda beş milyon Ermeni olacaktı. Kiliseleriyle, okullarıyla, kimlikleriyle...

 

Önemli ve hayati olan şey, var olmaktır, yaşamaktır. Rumların ve Ermenilerin varlığı, yaşamaları bu topraklarda Müslümanlarla birlikte barış ve uzlaşma içinde olmalarındaydı.

 

Kumar oynadılar ve kaybettiler.

 

Yanlış ata oynadılar, kaybettiler.

 

Bugün birtakım ihtilalci Kürtler çok yanlış işler yapıyor.

 

Ülkemizde Türk, Türkleşmiş nüfus ile Kürt nüfusu birbirine karışmış şekilde yaşamaktadır.

 

Bu yüzden bağımsız veya özerk bir Kürdistan kurulması mümkün değildir, böyle bir şey ütopyadır.

 

Bozuk düzen sadece Kürtlere zulmetmemiştir.

 

Müslüman Türkler de zulümden paylarını almışlardır.

 

Rum megali ideacıları Rumlara,

 

Ermeni teröristleri ve ihtilalcileri Ermenilere büyük zarar vermiştir.

 

Kürt ihtilalcileri ve teröristleri de Kürt halkına büyük zarar veriyor.

 

Bağımsız veya özerk Kürdistan kurulduğunu düşünelim... İstanbul'da yaşayan milyonlarca Kürt kökenli vatandaş ne olacaktır? Ege bölgesindeki milyonlarca Kürt ne olacaktır?

 

Kürt vatandaşlarımızın menfaati bu memlekette insan hakları ve Müslümanlık üzerine kurulu bir düzen için çalışmaktır. Kürt milliyetçiliğinin Kürtlere yararı olmaz, zararı çok olur.

 

Bağımsız veya özerk Kürdistan değil, herkesin rahatça güven içinde yaşayacağı adil bir düzen...

 

02 HAZİRAN 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mehmet Şevket Eygi yazıları insanımıza ulaştırılmalı değil midir? Bu denli mühim tesbitler, ihtarlar, reçetelerden biz ne kadar haberdarız? O ne kadar okunuyor?

 

Facebook acaba hiç mi doğru şeyler için kullanılamaz? Yok mu şu face denen sitede hayra vesile olacak güzel bir sayfa kuracak ve orada günlük yazılarını aksatmadan paylaşıp, TV'de yayımlanmış videolarını ve eski yazıları mühim paragrafları öne çıkararak güzelce sunacak, vakti buna müsait bir yiğit? Ve tabi sayfanın şiddetle reklamının yapılmasını, tanıtılmasını üstlenecek birileri?

 

Ucuz yazarların binlerle takipçisi görünürken, Eygi Bey'e yüz-ikiyüz beğenen reva mı?

 

Aynen katılıyorum.

Allah onlardan ve emeği geçenlerden razı olsun

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bozuk Düzene İyidir Denilmez

 

Bozuk bir düzene iyidir, hastır, güzeldir diyen bir Müslümana ne lazım gelir? El-cevab: Tecdid-i iman ve nikah lazım gelir.

 

Bozuk bir düzen çok bozuk, orta bozuk veya az bozuk olabilir ama asla iyi, güzel, doğru olamaz.

 

Sosyal adaletin olmadığı bir düzen bozuk bir düzendir.

 

Hırsızlığın önünü kesemeyen bir düzen bozuktur.

 

Vatandaşların can, mal, ırz, neseb, din, iman, inandığı gibi yaşamak haklarını koruyamayan bir düzen bozuktur.

 

Kur'an zinayı büyük günah ve suç olarak görürken, zinayı suç görmeyen bir düzen bozuktur.

 

Müslümanların küçük çocuklarına hafta ve yaz tatillerinde özel din ve Kur'an dersi verilmesine izin vermeyen bir düzen kötüdür.

 

Kadınlara resmi vesika vererek yasal fuhuş yaptırtan, bu fuhuştan KDV ve gelir vergisi alan bir düzene Müslüman iyidir diyemez.

 

Mason localarında masonik ayinlere izin veren, Müslümanların tasavvuf ve tarikat tekkesi açıp zikrullah yapmasına izin vermeyen bir düzen nasıl iyi olabilir?

 

Uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerinde notu 10 üzerinden 4 olan, yani ahlak bakımından sınıfta kalan bir düzen nasıl iyi oluyormuş?

 

Tekrar ediyorum: Kötü bir düzen çok kötü, orta kötü, az kötü olabilir ama asla iyi bir düzen olamaz.

 

İyi düzen bir vadide, kötü düzen başka bir vadidedir.

 

İyi düzenlerin de kategorileri vardır: En iyi düzen, iyi düzen, orta iyi düzen...

 

Şu tehlike de var: Orta kötü bir düzenden kaçayım ve kurtulayım derken, daha beterinin kucağına düşmek.

 

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak.

 

Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak.

 

Kötü düzenden kurtulup iyi bir düzene kavuşmanın şartları ve vesileleri nelerdir?

 

Sayıyorum, lütfen dikkat buyurunuz:

 

(1) İtikadını tashih etmek, taklidi imandan tahkiki imana geçmek... (2) Beş vakit namazı "dosdoğru" kılmak... (3) Cemaate devam etmek... (4) Zekatı "dosdoğru" vermek... (5) Kendisini, ailesini, çevresini, bütün ülkeyi ve halkı ıslah etmek için çalışmak... (5) Kur'anın yapılmasını istediği şeyleri yapmak, yapılmasın dediği şeylerden uzak durmak... (6) Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) Sünnetine yapışmak... (7) Ahlakını düzgün hale getirmek... (8) Gerçek ulemanın, fukahanın, mürşidlerin emirlerini, öğütlerini tutmak... (9) Azgınlıklardan vaz geçmek... (10) Ümmetin başına bir İmam-ı Kebir seçip ona biat ve itaat etmek... (11) Büyük ve küçük cihad yapmak... (12) Haram yememek... (13) Emanetleri (işler, vazifeler, memuriyetler, başkanlıklar) ehil olanlara vermek, ehil olmayanlara kesinlikle vermemek... (15) Dosdoğru olmak...

 

Bozuk bir düzene iyi diyen ve o bozuk düzenin haram, kara, necis nimetlerine, laşeye talip olan köpekler gibi talip olanların akıbeti iyi olmaz.

 

Müslüman her hal ü karda küfre, fıska ve fücura, zinaya, fuhşiyata, ribaya, irtişaya (rüşvete), işrete (alkollü içkiler içip sarhoş olma), kadın ve kızların seks aleti haline düşürülmesine razı olmaz.

 

Kötü ve bozuk bir düzen iyi bir düzen haline çevrilebilir mi?

 

Allah'ın izniyle mümkündür, lakin bunun şartlarına, sebeplerine ve vesilelerine yapışmak gerekir.

 

İtikadı bozulan, imanı zayıflayan Müslüman bir toplum iflah olmaz.

 

Namazı terk eden ve şehvetlerine uyan bir toplum necat bulmaz.

 

Çeşitli fırka ve hiziplere ayrılıp birbiriyle çekişip tepişen bir toplum iflah olmaz.

 

Ahlakı bozuk bir toplum iflah olmaz.

 

Bina ve zinanın yaygın olduğu bir toplumun sonu kötüdür.

 

Sabah namazlarını kılmayan Müslüman bir toplumun geleceği karanlıktır.

 

Lüks, israf ve sefahat bataklıklarına batmış bir toplum kurtulamaz.

 

Şu anda halkın yüzde onu beş vakit kılıyor. Yani durum çok kötü.

 

Yüzde ellisi kılmaya başlarsa kötülük orta derecede olur. Yüzde yetmişte az kötü olur. Nispet yüzde doksana çıkarsa o zaman namaz açısından iyi olur.

 

Sadece namazla da iş bitmez ama namaz dinin direğidir. Müslüman bir toplum namaz kılmazsa ağzıyla kuş tutsa yine iflah olmaz, necat bulmaz.

 

Adamın oğlu iyi bir iş bulmuş, kısa zamanda köşeyi dönmüş...

 

Damadının veya kızının durumu iyiymiş, işler tıkırında gidiyormuş...

 

Haram helal demeden malı götürmüş...

 

Rant kemikleri çok yağlıymış...

 

Nemalar çok tatlıymış...

 

Bu gibi şeytani gerekçelerle bozuklukları iyi gösterenler, ayaklarını denk alsınlar, imanlarını yitirebilirler.

 

Kur'an, Sünnet, fıkıh, Şeriat, ahlak-ı islamiye bir şeye iyi diyorsa o iyidir.

 

Kötü diyorsa o kötüdür.

 

Lüks bir evi varmış, yazlığı da lüksmüş. Giyimi kuşamı, yemesi içmesi, gezip tozması hep lüksmüş. Eh ezanlar okunuyor, camilerde fakirler ve yaşlılar namaz da kılıyormuş. Camiler klima, vantilatör, soğuk su sebilleri ile donanmışmış. Kış aylarında zeminden ısıtma da yapılıyormuş. Hoparlörler o kadar gür ses çıkartıyormuş ki, sabahları çocuk ağlamaya başlıyor, bilcümle binamazlar uyanıp verip veriştiriyormuş. Mankenler, türkücüler bile umreye gidiyormuş. Ramazanda Feshane'de sahura kadar vur patlasın çal oynasın etkinlik ve şenlik yapılıyormuş... Binaenaleyh düzen iyiymiş, daha da iyiye gidiyormuş...

 

Bu geri zekalıca gerekçeleri bırakın da Kur'an, Sünnet, fıkıh, Şeriat ve İslam ahlakı ölçü, değer ve kıstaslarıyla hüküm verin.

 

(İkinci yazı)

Bin Yıllık Milli Yazımız Hala Yasak

 

Türkçeyi Osmanlı alfabesiyle yazma yasağı bir insan hakları ihlalidir. Bu ülke, bu halk, bu devlet bin yıldan fazla bir müddet içinde Türkçeyi İslam-Kur'an yazısıyla yazmış ve okumuştur. Devlet arşivimizdeki belgeler bu yazı ile kayıt altına alınmıştır. Eski mahkeme sicilleri bu yazıyladır. Atalarımızın mezar taşları bu yazıyladır.

 

1928'te bu milli yazı yasaklanmış, onun yerine Latin yazısı alınmıştır.

 

Bugün ülkemizde her çeşit alfabe ile yayın yapılmaktadır ama bin yıllık milli yazımızla Türkçe yayın yapmak yasaktır.

 

Sadece yayın değil, eğitim yapmak da yasaktır.

 

Ortada korkunç bir kültür kopukluğu vardır.

 

İnsan haklarına aykırı, milli kimlik ve kültüre zararlı bu yasak artık kaldırılmalıdır.

 

Devletin resmi yazısı Latin yazısı olarak kalsın ama bin yıllık milli yazımız da yasak olmasın.

 

Geleneksel kültüre ve tarihi devamlılığa taraftar olan bendeniz Osmanlı yazısı ile gazete, dergi, kitap yayınlayabilmeliyim.

 

Böyle bir gazete, dergi ve kitaplar okuyucu bulur mu, tutunur mu, bu ayrı meseledir.

 

Türkçe tarih boyunca on beş kadar yazı ile yazılmıştır. Anadolu Rumları Türkçeyi Grek alfabesiyle yazmışlardır.

 

Anadolu Ermenileri Türkçeyi Ermeni alfabesiyle yazmışlardır.

 

Anadilleri Türkçe olan Karaylar Türkçeyi İbrani yazısıyla yazmışlardır.

 

Müslümanlar da İslam/Kur'an yazısıyla yazmışlardır.

 

Bu konudaki yasak genç nesilleri hafızasızlık illetiyle malül etmiştir.

 

Bir Fransız genci Balzac'ın 1928'den önce basılan kitaplarını okuyabiliyor ama bir Türk genci, o tarihten önce basılmış kitapları okuyamıyor.

 

Üniversite bitirmiş bir gencin eline bundan yüz yıl önce basılmış bir Fuzuli divanı veriniz, Çince veya Tibetçe bir kitaba bakar gibi aval aval bakacaktır.

 

İslam/Kur'an yazısı zormuş, Latin yazısı kolaymış, binaenaleyh kültür ve eğitimde büyük kalkınma olmuş... Bunlar boş ve mesnetsiz laflardır.

 

Dünyada Çin yazısı kadar zor bir yazı var mıdır?.. Çince bir gazeteyi okumak için binlerce ideogram ezberlemek lazım diyorlar. Hele aynı dilde felsefi, derin bir kitabı okuyup anlamak için on binden fazla eciş bücüş şekil bilmek gerekiyormuş. Japonca da öyle.

 

Zor bir yazı bir toplumu geri bıraksaydı, Çinliler ve Japonlar geri kalırdı.

 

Tam aksine, zor bir yazı bir toplumu ilerletir, güçlendirir.

 

Okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunun bir lisan zekaları, akılları tembelleştirir, dumura uğratır.

 

Osmanlı yazısı mı üstün, bugünkü Latin Frenk yazısı mı üstün, bu konu tartışılır ama milli yazımız üzerindeki yasak mutlaka kaldırılmalıdır.

 

Bendeniz Osmanlıca bir dergi çıkartsam, mahkemeye verilsem, mahkum edilsem, en sonunda Strasburg'taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvursam, o mahkeme beni haklı çıkartacak ve Türkiye'yi tazminata mahkum edecektir.

 

Sovyetler Birliği çok zalim, çok kanlı, çok amansız bir diktatörlük rejimiydi, bilhassa Müslümanlara ve Türklere kan kusturmuştu ama orada Stalin zamanında bile İslam yazısıyla Türkçe edebi kitaplar basılabilmiştir. Kütüphanemde 1950'li yılların başlarında Azerbaycan'da İslam yazısıyla yayınlanmış Leyla ile Mecnun ve Hophopname kitapları var.

 

Zulmün her türlüsü olur. Siyasi zulüm, iktisadi zulüm, kültürel zulüm.

 

Osmanlıca, liselere mecburi ders olarak konulmalıdır.

 

Bu dersi istemeyen ana babalar yazılı olarak müracaat ederek çocuklarının bu konuda cahil kalmasını isteyebilir.

 

Selaniklilerin ve onlara benzemişlerin, milli yazı ve alfabe konusundaki taassuplarına (bağnazlıklarına) artık son vermelerini bekliyoruz. Bülbülderei'ndeki Dönmeler mezarlığında onların atalarının mezar taşları da bu yazıyladır.

 

Mehmet Şevket Eygi

03 HAZ 2011 CUMA

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bakındım da bugünkü gecikmiş sanırım, o da benden olsun.

 

Derin Güçler, Lobiler, Baskı Grupları...

 

Ülkemizdeki belli başlı siyasi partileri herkes bilir. Büyük gazeteleri, tv kanallarını da. Büyük futbol kulüplerini de.

 

Türkiye'nin belli başlı lobilerini, baskı gruplarını, gizli ve derin güçlerini herkes bilmez. Onlar buzdağının su altında kalan kısmını oluşturur.

 

Bu belli başlı gizli ve derin güçler hangileridir?

 

Birincisi SABATAYCILARDIR: Onlar devlet içinde devlettir. 1923'te bir İslam cumhuriyeti olarak kurulan cumhuriyeti beş-on sene içinde ellerine geçirmişlerdir.

 

İkincisi: Bektaşi, Rumeli, Arnavut, Sabataycı lobidir.

 

Üçüncüsü: Çerkez lobisidir.

 

Dördüncüsü: Tatar lobisidir.

 

Beşincisi: Gizli Kripto Yahudi lobisidir.

 

Altıncısı: Kripto Ermeni lobisidir.

 

Daha çok lobi var ama bu altısını zikr etmek yeter.

 

Aleyhte bulunarak, mahkum ederek yazmıyorum, bir realiteye dikkat çekmek istiyorum.

 

Boğaziçi aşireti de bir lobidir.

 

Servetleri on milyarlarca dolar olan bazı büyük ailelerin, şirketlerin de büyük lobiler kadar ağırlığı vardır.

 

Kurtuluş savaşının başlangıcında öncülüğü ve önderliği Çerkezler yapmıştır. Savaş bittikten sonra bir kısım Çerkezler feci şekilde tasfiye edilmiştir. Bazı Çerkez köyleri haritadan silinmiştir.

 

Çerkez, Arnavut, Tatar derken hepsini kasd etmiyorum.

 

Türkiye'de hiçbir şey homojen değildir.

 

Birinci dünya savaşından sonra Çerkezler üçe ayrılmıştı:

 

Hanedana bağlı olanlar.

 

Milli mücadeleyi başlatanlar.

 

Yunanistan'ın koruması altında Batı Anadolu'da bir Çerkez devleti kurulmasını isteyenler.

 

İstiklal savaşını başlatma şerefi Çerkezlere aittir.

 

Bugün Türkiye sahnesinde oynanan oyun mu önemlidir, yoksa kulislerdeki oyun mu? Bence ikincisi daha önemlidir. Kulislerin içyüzünü bilmeden sahne oyunu anlaşılamaz.

 

Şimdi öyle midir bilmem ama bir zamanlar MİT ve Jandarma'nın, bir lobinin kontrolünde olduğu iddia ediliyordu.

 

Türkiye'de siyaset oyununu sadece siyasi partilerin oynadığını sananlar hiçbir şeyden anlamayan kişilerdir.

 

Bir grup Atatürk, Kemalizm, laiklik, çağdaşlık diye bağırıp çırpınıyorsa onların etnik ve kültürel kökenine bakmakta yarar vardır.

 

Yakın zamanlara kadar yeşil sermaye büyük tehlike diye yırtınanların da kökenlerini araştırmak gerekir.

 

Namaz kılanlara, oruç tutanlara, babası hacı, anası başörtülü olanlara göz açtırmayan, onları tard eden, mağdur eden grupların etnik kökenini ve kimliğini incelemekte de büyük yararlar vardır.

 

Bu konunun güçlü ve adil bir uzmanı çıksa da "Türkiye'de lobiler, baskı grupları, derin ve gizli güçler" adında kolay okunur ve kolay anlaşılır objektif bir kitap yazsa ne iyi olur.

 

1960 darbesinden sonra ordu ülkemizin en büyük partisi haline gelmiştir.

 

Bugün büyük bir dini cemaatin, en büyük siyasi partiden fazla ağırlığı vardır.

 

Türkiye'de tarikatlar yasak ama çok güçlü tarikat lobileri var.

 

Oynanan satranç oyununu anlamak için lobileri bilmek şarttır.

 

* (İkinci yazı)

Türkiyeliyim

 

Ben Türkiyeliyim demekte hiçbir sakınca yoktur. Türkiyeliyim demenin Türklüğünü inkar manasına alınması büyük bir mantık hatasıdır.

 

Bir Arnavut, bir Çerkez, bir Boşnak Türk olduğunu kabul ediyorsa o Türktür.

 

Etmiyorsa ona zorla Türküm dedirtmenin faydası yoktur.

 

Bendeniz Türküm ama Türkçü değilim.

 

Müslümanım ama İslamcı değilim.

 

Moiz Kohen Tekin Alp Yahudisinin çıkartmış olduğu Türkçülük ideolojisini kabul etmem.

 

Benim asıl kimliğim Müslümanlıktır.

 

Türkler İslam'a çok hizmet ettikleri için Türklüğümle iftihar ederim.

 

Türklüğümle iftihar ederim ama Türk olmayan din kardeşlerimi de asla hor görmem ve aşağılamam.

 

Irkçılığı kesinlikle kabul etmem.

 

Türklerin iyiliğini isterim.

 

Türk kardeşlerime Moiz Kohen Tekin Alp'i önder, rehber ve örnek olarak göstermem; özbeöz Türk olan büyük veli Ahmed Yesevi hazretlerini gösteririm.

 

Menfi kavmiyetçiliği kabul etmem.

 

Etnik köken, ırk konusunda sosyal barış ve uzlaşma için ne yapılması gerekiyorsa onun yapılmasını isterim.

 

İslam dinine hiçbir beşeri ideolojiyi ortak etmem.

 

Türklük bir realitedir, bir ideoloji değildir.

 

Türk daha salih ve iyi ise onu tercih ederim; Kürt, Çerkez, Boşnak daha salihse onları Türke tercih ederim.

 

Türklerin, Kürtlerin, Arnavutların, Boşnakların, Gürcülerin, Arapların ve diğer unsurların bu vatanda kardeşçe yaşamasını isterim.

 

Çerkezin Çerkezce, Gürcünün Gürcüce, Lazın Lazca, Kürdün Kürtçe konuşması beni rahatsız etmez. Yeter ki, müşterek ve ortak edebiyat ve kültür dilimiz Türkçeye zarar verilmesin.

 

İslam evrensel bir dindir, menfi kavmiyetçiliği ve ırkçılığı kabul etmez.

 

Kim daha takvalı ise üstün olan odur.

 

"Madem ki Türksün, Türkçü olmaya, Türkçülük yapmaya mecbursun" baskılarından hoşlanmam.

 

İslam dinine saygılı olan bütün Türkçülerle ve Türk milliyetçileriyle iyi geçinirim, onları kardeş bilirim.

 

İslam dinine saldıran, Şamanist Türkçülerden hiç hoşlanmam.

 

Dünyada gelmiş geçmiş en büyük Türk ailesi Osmanlı hanedanıdır. Bu aile Oğuz Türküdür ve İslam'a çok büyük hizmetler etmiştir.

 

Türkçülüğü kabul etmemek, Türkçü olmamak Türklüğünü inkar etmek manasına alınamaz.

 

M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra Avdetiler tarafından çıkartılmış Kemalizm ideolojisiyle İslam'ı ve Türklüğü bir arada götürmeye çalışanlara güler ve acırım.

 

Türk veya Çerkez, Kürt, Boşnak, Arnavut, Fellah olmak bizim seçimimize bağlı bir şey değildir.

 

Türklerin yücelmesini, kurtulmasını mı istiyorsunuz? O halde Fatih gibi, Kanuni gibi ve benzeri Hanedan-ı Al-i Osman sultanları gibi İslam'a ihlasla hizmet ediniz.

 

Moiz Kohen Tekin Alp gibi müfsitlere karşı olduğum için sakın beni kınamayınız.

 

Allah'ın Türklere, yine büyük hizmetler nasip etmesini dilerim.

 

Yakın tarihte yapılan hatalardan dönülmesini isterim.

 

Sağlam imanlı, namaz kılan, takvalı, yüksek ahlaklı, yüksek karakterli, hayırlı kim ise o üstündür.

 

04.06.2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

vakti zamanında çok kıymetli bir mübarek, şevket eygi'ye ehl-i sünnet bir eserin basılması için maddi destekte bulunmuş. sorsan kimseler bilmez. iş sallamaya gelince herkes sallıyor. şevket eygi hoca iyidir. okuyalım, okutalım.

Share this post


Link to post
Share on other sites

190 Küsur Kur'an Tercümesi ve Tefsiri!..

 

"Her meseleyi, her ihtilafı, her derdi, her konuyu Kur'ana soralım, Allah'ın Kitabını hakem tutalım" sözü çok doğru bir sözdür.

 

Lakin işin teferruatında (ayrıntılarında), metodunda çok incelikler vardır.

 

Kur'anı nasıl anlayacağız?

 

Onu nasıl yorumlayacağız?

 

Ondan nasıl hüküm çıkartacağız?

 

Bu konuda İslam dünyası birlik halinde değildir.

 

Yetmiş küsur fırka zuhur etmiştir.

 

Kur'anı anlamanın, yorumlamanın, ondan hüküm çıkartmanın şartları vardır.

 

Birincisi: Alet ilimlerini öğrenip İslami diploma (icazet) almış olmak.

 

İkincisi: Kur'anı anlamak için gerekli yüksek ilimleri okumuş ve diploma almış olmak.

 

Bir adam ki, nasih mensuh nedir, esbab-ı nüzul nedir, tahsis nedir, tevcih nedir, muhkem ve müteşabih nedir bilmiyor, o kişi Kur'anı bütünüyla nasıl anlayabilir ve yorumlayabilir?

 

Kur'anı anlamak ve onu yorumlamakta birinci anahtar Peygamberi, onun Sünnetini ve sahih hadislerini bilmektir.

 

Sünneti, hadisleri inkar eden bir kişi Kur'anı hakkıyla ve bütünüyle anlayamaz.

 

Tarihteki ve bugünkü İslam dünyasına bakınız: Ümmet yığınlarla fırkaya, hizbe ayrılmış, her kafadan bir ses çıkıyor.

 

Hepsi Kur'an diyor ama birinin ak dediğine öteki kara diyor.

 

Hangisi haklıdır?

 

Mirza Gulam Ahmed Kadiyani'ye nebi diyen fırka da gece gündüz Kur'an okuyor.

 

Hazret-i Ali'yi tekfir ve şehid eden Hariciler de Kur'an okuyor.

 

Ashab-ı Kiram'ın çoğunu nifak ve küfürle suçlayan yoldan çıkmışlar da Kur'an okuyor.

 

Ne kadar bid'at fırkası varsa hepsi Kur'an diyor, Kur'an okuyor.

 

Peygamberlik Hz. Ali'ye gönderilecekti, Hz. Ali ile Hz. Muhammed birbirlerine iki karganın birbirine benzemesi gibi benziyordu, bu yüzden Cebrail aleyhisselam şaşırdı da, vahyi Hz. Muhammed'e getirdi diyen sapık Gurabiye taifesi de Kur'an diyor.

 

Peygamberimiz bundan 1400 yıl önce haber vermiş: "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunların biri müstesna diğerleri ateştedir... Ashab sormuş: Kurtulacak olan fırka hangisidir? Benim ve Ashabımın peşinden gidenler, izinde olanlar" buyurmuştur.

 

Demek ki: Doğru yolda olmak, İslam'ı ve Kur'anı doğru anlamak için Peygamber (Salat ve selam olsun ona) ve Ashab (Allah onlardan razı olsun) peşinde ve yolunda olmak gerekiyor.

 

Bu yol cumhur-i ulema yoludur.

 

Bu yol Sevad-ı Azam yoludur. Sevad-ı Azam büyük karaltı (büyük kalabalık) demektir. Peygamber Efendimiz "Ümmetim içinde ihtilaf (anlaşmazlık) çıkarsa siz büyük karaltıya tabi olunuz" buyurmuşlardır.

 

Diyelim ki, İbn Teymiye ve yandaşları bir konuda ihtilaf çıkardılar. Biz onlara mı tabi olmalıyız? Hayır, Sevad-ı Azam'a, yani ulema, fukaha, eimme çoğunluğuna tabi olmalıyız.

 

Muhammed ibn Abilvehhab bazı konularda çoğunluğa muhalefet etmiş, onlara ters sözler söylemiş, hükümler vermiştir. Ona mı uyacağız, yoksa çoğunluğa mı?

 

Muhammed ibn Abdivvehab'ın kardeşi Süleyman ibn Abdilvehhab onun aşırı fikir, görüş, yorum ve ictihadlarını çürüten bir kitap yazmıştır. Ben bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanı olarak Muhammed ibn Abdilvehhab'ı değil, Süleyman ibn Abdilvehhab'ı dinler ve tutarım. Çünkü cumhur-i ulema yolunda ve Sevadı Azam dairesi içinde olan Süleyman'dır.

 

Kur'an apaçık (mübin) bir kitaptır ama ondan her Müslüman kendi kafasına ve re'yine göre hüküm ve mana çıkartamaz.

 

Kur'anı ancak ilimde rasih olanlar anlayabilir, yorumlayabilir.

 

Din ilimleri okumamış bir terzinin, tabibin, mühendisin, bakkalın, çiftçinin, balıkçının Kur'andan kendi kafasına göre hüküm çıkartması Kur'ana hıyanet olur.

 

Böyle bir hıyaneti ancak cahiller yapabilir. İlim sahibi olan yapmaz.

 

Hulefa-i Raşidin devrinden sonra İslam'ı Kur'an ve Sünnete göre en iyi yorumlayan ve uygulayan Osmanlı Hilafeti zamanında herkesin kendi re'yiyle, kendi hevasıyla cahilane bir cür'etle Kur'an yorumu yapmasına izin verilmezdi.

 

Bugün Türkiye kitap piyasasında 190 küsur Kur'an tercümesi, Kur'an meali, Kur'an tefsiri bulunmaktadır.

 

Allah aşkına elimizi vicdanımıza koyarak doğru cevap verelim: Bunların kaç tanesi sırf Allah rızası için ehliyetli alimler tarafından yazılmış ve yayınlanmıştır?

 

İnsaflı ve adil bir ulema ve müfessir heyetine bunları tedkik ettirin, yirmi tanesine bile doğrudur raporu vermezler.

 

Kocaman bir tefsiri açıyorsunuz, İslam'ı inkar eden, Resulullahın risaletini ve davetini duyup da ona iman etmeyen kafirler de Cennetliktir diye yazıyor.

 

Öyle aşırı giden bir fırka vardır ki, onlar müşrikler için indirilmiş ayetleri Müslümanlar için yorumlayıp ehl-i Tevhidi ve ehl-i kıbleyi tekfir ediyor.

 

Reformcunun meal ve tefsiri alın, Kur'anı reformculuk için yanlış yorumluyor.

 

Dinde değişim isteyen Allah'ın kitabını kendi tezine uygun şekilde yorumluyor.

 

Dinde yenilik... Ilımlı İslam... BOP'çuların istediği İslam... Fazlurrahman'ın tarihsellik mezhebine göre İslam... M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra çıkartılmış Kemalizm ideolojisine göre ayarlanan ve uyarlanan İslam... Bunların taraftarları hep kendi fırka ve mezheplerine göre tercüme, meal ve tefsir yapıyor.

 

Bir İslam düzeninin ilk yapacağı iş din konusundaki kaos ve anarşiyi kaldırmak, Asr-ı Saadet ve Selef-i Salihin anlayışına ve yorumuna dönmektir.

 

Müslümanlar, Allah'ın kitabını, İslam dinini anlamak ve yorumlamak konusunda hizaya gelmelidir.

 

Mezhepler, fıkıh bid'attir, herkes kendi kafasına ve re'yine göre Kur'anı yorumlasın gibi sözler tehlikeli hezeyanlardır.

 

Asr-ı Saadet'te mezhep yokmuş... Elbette yoktu. Çünkü İslam henüz tamamlanmamıştı.

 

Asr-ı Saadet'te Mushaf da yoktu. İlk Mushaf Hz. Ebubekir zamanında toplanıp yazılmıştır. Fıkıh mezhebine bid'at diyenler Mushaf'a da mı diyecekler?

 

Kur'an "Bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?" buyuruyor.

 

Aklı başında olan Müslümanlar din ve Kur'an konusunda bilenlere yani gerçek ulemaya ve fukahaya tabi olmalıdır.

 

"Bana alim ve fakih gerekmez, ben kendi kafama ve re'yime göre Allah'ın Kitabını yorumlarım, mezhep falan kabul etmem..." diyenler, farkına varmadan Şeytanı şeyh ve mürşid edinmiş olur.

 

Cumhur-i ulema yolundan, Sevad-ı Azam dairesinden ayrılmayalım.

 

 

* (İkinci yazı)

 

Cami'de Ortodoks Ayini

 

Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos İzmir Alaçatı'da 88 yıl boyunca cami olarak kullanılan eski kiliseye gitmiş; devletin, hükümetin, mahalli otoritelerin, Diyanet'in izniyle orada yeni restore edilen kilise kalıntısı üzerinde bir Nasrani ayini yapmış.

 

Yunanistan'da Türkler zamanından kalan nice cami şu anda kilise olarak kullanılmaktadır. Bunların içinde Mimar Sinan yapısı binalar da vardır.

 

Ben bir Müslüman olarak ülkemizdeki Yahudi ve Hıristiyanlara din, inanç, ibadet, kimlik hürriyeti verilmesine karşı çıkmam. İslam evrensel bir dindir, İslam Barışı şemsiyesi altında başka din mensupları da huzur, adalet ve güven altında yaşayabilir.

 

Ancak 1924 mübadelesinden (nüfus değiş tokuşundan) sonra İzmir'de ve Batı Anadolu'da Rum nüfus kalmamıştır. Yunanistan'daki camilerin kiliseye çevrilmesi gibi, bizdeki bazı kiliseler de cami yapılmıştır.

 

Her şeyin bir sınırı olduğu gibi toleransın da bir sınırı vardır.

 

Durup dururken, Avrupa Birliği'ne gireceğiz diye, İslam dininin kabul etmediği toleranslar sergilemek yanlıştır.

 

Yunanistan'da yüz binlerce Müslüman yaşıyor ama Atina'da hâlâ bir cami yok. Yunan başkentinin merkezindeki iki Osmanlı camii de İslam ibadetine kapalıdır.

 

İstanbul'da onlarca Rum kilisesi mevcuttur.

 

Ankara iktidarı, İzmir Alaçatı'daki camide Ortodoks ayini yapılmasına izin vermeden önce Atina'da Müslümanların Cuma ve vakit namazlarını kılabilecekleri bir cami açılması için komşu hükümete baskı yapsa daha iyi eder.

 

05.06.2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dinde Reform, Değişim, Yenilik Olmaz!..

 

1. Dinde reformun her çeşidi kötüdür. Dini değiştirmeye yönelik reformun azı da sapıklıktır, çoğu da.

 

2. Dinde tecdid vardır, her asırda müceddidler gelmiştir ama dinde reform yoktur, reformcular bozuktur.

 

3. İslam'ı Avrupa Birliği (AB) normlarına, standartlarına uydurmaya kalkışmak küfürdür.

 

4. İslam'ı Haçlıların ve Siyonistlerin BOP plan ve projesine uydurmak ve ayarlamak küfürdür.

 

5. Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) sahih hadislerini AB ve BOP süzgecinden geçirip ayıklamak büyük bir ihanet ve suikasttır.

 

6. Ilımlı İslam emperyalistler, sömürgeciler, Siyonistler ve militan Haçlılar tarafından Müslümanlara hazırlanmış bir tuzaktır.

 

7. İslam dini ile Feminizm ideolojisi asla bağdaşmaz ve uyuşmaz.

 

8. Mezhepsizlik İslam Şeriatını tehdit eden en büyük bid'attir.

 

9. Dört fıkıh mezhebinin kolaylıklarını cem etmek din ile alay etmektir.

 

10. Ehl-i Sünnet'e karşı yeni bir "İslam Protestanlığı" çıkartma teşebbüsleri hıyanettir.

 

11. İlahi İslam dini ile M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra uydurulmuş Kemalizm ideolojisini bağdaştırmaya çalışan ilahiyatçılar çok bozuktur.

 

12. İmanın şartları altıdır ve bunlardan biri kadere imandır. Kadere imanı inkar eden doğru yoldan çıkmıştır.

 

13. Zinanın dinen suç ve günah olduğuna inanmayan dinden çıkar, mürted olur.

 

14. Kur'andaki ve sahih hadislerdeki muhkem hükümler Kıyamet'e kadar yürürlüktedir.

 

15. Din "sadece" bir vicdan meselesidir, din ile dünya ayrıdır, din dünyaya karışamaz diyen kişi Müslümanlıktan çıkmış olur.

 

16. Tesettür Kitab, Sünnet ve icma-i ümmet ile farzdır, inkar eden mürted olur.

 

17. Şefaat haktır, inkar eden bid'atçidir.

 

18. Cumhur-i ulema görüşüne aykırı bütün şazz görüşler geçersizdir.

 

19. İcazetli ulema, fukaha sınıfından olmayan, tefsir yapma ehliyetine sahip olmayan kişilerin yaptıkları Kur'an tercümeleri, mealleri, tefsirleri yanlışlarla doludur ve okunmamalıdır.

 

20. Tefsir ehliyeti ve icazeti olduğu halde "sırf" para kazanmak, mal edinmek, köşeyi dönmek niyet ve amacıyla yazılan tefsirler de ihlasa mukarin olmadıkları için alınmamalıdır.

 

21. Kendisini bir tür imam ve mürşid gibi gösteren reformcu, bid'atçi ve binamaz kişiler dall ve mudildir.

 

22. İslam dini ile hayatı birbirinden kopartmak ve ayırmak, dini sadece vicdanlara haps etmek isteyenler ve bu yolda çalışanlar sapıktır.

 

23. Dinde değişim istemek bir tür reformculuktur ve sapıklıktır.

 

24. Din hükümleri eskimez, binaenaleyh dinde yenilik yapılamaz.

 

25. Kur'anın ve Sünnetin nice muhkem hükmü zamanımızda geçerli değildir, onlar tarihseldir diyen ve bu yüzden Pakistan'dan kovulan Fazlurrahman çok bozuk bir kişidir ve onun Tatiliye mezhebi bozuk ve sapık bir mezheptir.

 

26. Müslümanlar elbette hadis çalışmaları ve tasnifleri yapabilir, ortaya yeni hadis kitapları koyabilirler ama asla ve asla AB ve BOP normlarına göre hadis ayıklaması yapamazlar.

 

27. Sahih-i Buhari'nin, Allah'ın Kitabı Kur'andan sonra en sahih (doğru) kitap olduğunda icmaya yakın çok kuvvetli bir ittifak vardır.

 

28. Nasirüddin Albani'nin ilim, fıkıh ve hadis icazeti yoktur ve çağımızın en büyük bid'atçisi olduğuna dair aleyhinde on beş kadar (bazısı birkaç cilt) reddiye yazılmıştır. Bu kişi kesinlikle din alimi ve imam değildir, ona itibar edilmez.

 

29. Tarikat ve tasavvuf evliyası evliyaurrahman değil, evliyauşşeytandır diyen taife yoldan çıkmıştır.

 

30. Necid mezhebinin Ehl-i Sünnet ve Cemaat'e aykırı bütün iddia, inanç, görüş, fikir, fetva ve tenkitleri batıldır. Bunlardan bir teki bile isabetli ve sahih değildir.

 

31. Din ilmi okumamış bir Müslüman İslam'ı ve kulluk vazifelerini doğrudan doğruya Kitab ve Sünnet'ten değil, muteber akaid, fıkıh, ilmihal ve ahlak kitaplarından öğrenebilir/öğrenmelidir.

 

32. Ümmet-i Muhammed arasında dini konularda anlaşmazlık çıkınca, Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) Sevad-ı Azam dairesi içinde bulunmayı tavsiye etmiştir.

 

33. Bir mürşide mutlak ihtiyacı olduğu halde kamil bir mürşidi olmayanın mürşidi şeytan olur.

 

34. Sürüden ayrılanı kurt kapar.

 

35. Din sömürücüleri en azılı harbi kafirlerden fazla zarar vermektedir.

 

36. Merhum Şeyhülislam Tokadi Mustafa Sabri, merhum Düzcevi Muhammed Zahid Kevseri, merhum Mekke Şafii Reisüluleması Ahmed Zeyni Dahlan, merhum Yusuf İsmail en-Nebhani gibi ulema bid'atçilere, reformculara, sapık fırkalara karşı Ümmet-i Muhammed'i uyarmışlardır. Ehl-i Sünnet Müslümanları onlara şükran borçludur. Onları unutmamalıyız ve hatıralarını, eserlerini, görüşlerini canlı ve taze tutmalıyız.

 

37. Bulgaristanlı Ezheri merhum Ahmed Davudoğlu hocaefendi hazretleri hem komünist Bulgar devletinin, hem de ülkemizdeki bozuk rejimin zulmüne uğramış, inançlarından dolayı zindanlarda yatmış mücahid, alim, fakih bir Ehl-i Sünnet büyüğüdür. Reformcularla mücadele etmiş ve Müslümanları uyarmıştır. Onun uyarılarını ve öğütlerini hiç unutmamalıyız.

 

38. Cemaleddin Afgani yalancıdır ve Müslümanları aldatmıştır. Çünkü İranlı olduğunu saklamış, kendisini Afgan olarak göstermiş, yine Şii olduğunu gizleyip Sünni postuna bürünmüştür. Bu adam azılı ve koyu bir Farmasondu. Bu kişiyi bir İslam büyüğü olarak tanıtmak büyük bir aldatmacadır.

 

39. Afgani'nin müridi Muhammed Abduh da Masondur ve bozuktur.

 

40. Afgani ve Abduh ile bir sacayağı oluşturan Reşid Rıza bozuktur.

 

41. Türkiye'de Ehl-i Sünneti yıkmak için sinsi ve açık, genel ve yoğun bir tahrip kampanyası yürütülmektedir. Bütün Müslümanlar bunu bilmeli ve yasal sınırlar içinde buna karşı çıkmalıdır.

 

42. Şu anda ülkemizde mutlak İslam müctehidi ve mezheb müctehidi yoktur. Bazı reformcular ve bid'atçiler kendilerinin müctehid olduğunu iddia ediyor. Bunlara aldanmamalıdır.

 

43. Sekülarizm cereyanı Ümmetimizi tehdit eden büyük tehlikelerden biridir.

 

44. Gizli ve derin şer güçleri, reformcuları şaibeli telif ücretleriyle cömertçe desteklemektedir.

 

45. Dinini, imanını korumak isteyen, ebedi saadetini tehlikeye atmak istemeyen akıllı, firasetli Müslümanlar bilcümle reform, yenilik, değişim, BOP'çuluk, ılımlı İslam, İslam Protestanlığı, Üç ibrahimi din, kafirler de cennete girecektir, Kemalizme uygun İslam, mezhepsizlik, telfik-i mezahib gibi bozuk bid'at cereyanlarından uzak durmalıdır.

 

 

(İkinci yazı)

Gafleti Bırakalım

 

ÜLKE ve dünya çok karışık. Çok alametler belirdi. Bunun sonu ya küçük kıyametlerdir, yahut büyük kıyamet. İnsanlığı saran gaflet ve dalalet bulutları ve sisleri çok yoğun. Ülkemizde milyonlarca vatandaş şaşkın vaziyette. Müslümanların bir kısmı hem biz Allaha inandık diyor, hem Allahın yap dediklerini yapmıyor, yapma dediklerini yapıyor. Büyük günahlar, büyük ayıplar, büyük isyanlar açıkça işlenmeye başladı. Fısk, fücur, tuğyan kebair sokaklara taştı. Mal ve para hırsı nicelerini azdırdı, çıldırttı, kudurttu. Onlara dur diyen hemen hemen kalmadı. Müslümanların büyük bir kısmı küfre alıştı ve kanıksadı. Gelip geçici dünyaya yöneldiler, ahireti sanki unuttular. Yüksek binalar ve zina çok yaygın. Riba ile ticaret birbirine karıştı. "Onların dinleri paradır, kıbleleri karılarıdır..." Lüks, israf, bin türlü beyinsizlik. Niceleri var ki, cep telefonuna verdikleri önemi dine vermiyor. Şunlara bakınız: Hem biz Müslümanız diyor, hem de azgın ve ekfer Tağut'un peşinden gidiyor. Bir kısım taife-i nisa büsbütün şaşırdı. Bazıları rühbanlarını erbab edindi, putlaştırdı. Şu şaşkınlara bakın: Tevhid'i, Resulullah'ı, Kur'anı, İslam'ı red, inkar ve tekzib edenleri Cennete dolduruyor. Bre nabekarlar!.. Cennet sizin babanızın çiftliği midir?

 

Ebedi saadetini yitirmek istemeyen gafletlerden arınsın uyansın, Kur'ana ve Sünnete uygun doğru yola girsin.

 

 

08 Haziran 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bugünün durumu güzel yazdırılmış.

Allah razı olsun

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah Resmi İdeoloji Çılgınlarına Fırsat Vermesin

 

ALLAH Ergenekonculara, resmi ideolojiyi putlaştıranlara, vesayetçilere, Derin Güçlere (DG) fırsat ve imkan vermesin. Ellerine fırsat geçerse Müslümanların hali duman olur.

 

Bendeniz hayatım boyunca onlardan çok çektim. İnançlarımdan, düşüncelerimden, görüşlerimden, haklı tenkitlerimden dolayı bana çok eziyet edildi.

 

Allah bu devletin, bu halkın, bu ülkenin başından resmi ideoloji ve vesayet belalarını kaldırsın.

 

Her darbe başımıza bir balyoz gibi indi.

 

27 Mayıs 1960... 12 Mart 1971... 12 Eylül 1980... 28 Şubat...

 

Gençler bilmez, bu Müslüman millet neler çekmedi ki...

 

Beş kişi bir evde toplanır, yatsı namazı kılar, ardından tesbih çeker, dini risaleler okur, ev basılır, Müslümanlar caniler gibi yakalanır, götürülür ve tutuklanır.

 

Din ve dünya birbirinden ayrılmaz diye bir yazı yazmıştım. Ağır Ceza Mahkemesine verildim, iki yıl hapse mahkum oldum, ilaveten hapis cezasını çektikten sonra Çanakkale'ye sürgün cezası da vermişlerdi...

 

Resmi ideoloji bu memlekette Cumhuriyet'ten sonra on binden fazla tarihi camiyi, tekkeyi, medreseyi, taş mektebi, imareti, vakıf binasını yıkmış, satmış, kiraya vermiş, başka amaçlar için kullanmıştır.

 

Ülkemizdeki tarihi İslam kabristanları vandalca, yamyamca, vahşice, düşmanca, domuzca tahrip edilmiştir. İslam kabristanlarını düzlemişlerdir ama Bülbülderesi'ndeki Selanik Avdetileri mezarlığı titizlikle, hassasiyetle korunmuş, bir taşına bile dokunulmamıştır.

 

Resmi ideoloji halkımızın dilini kesmiş, Türkçenin canına okumuştur.

 

Resmi ideoloji halkı yabancılaştırmak için elinden gelen haksızlığı ve baskıyı yapmıştır.

 

Resmi ideoloji yapay ve sahte bir tarih üretmiştir.

 

İstiklal Mahkemelerinin zalimane kararlarıyla binlerce din hocası, şeyh, derviş, Müslüman şehid edilmiş, ocakları söndürülmüştür.

 

Düzmece Menemen vak'ası ile ülkede terör kasırgaları estirilmiştir.

 

Din hocası yetiştiren bütün mektepler, medreseler ve fakülteler kapatılmıştır.

 

Yıllar boyunca Müslümanların hacca gitmesi engellenmiştir.

 

Yine uzun yıllar boyunca Ezan-ı Muhammedi okunması yasaklanmış, okuyanlara korkunç zulümler yapılmıştır.

 

Dini gazete ve dergi çıkarttırılmamıştır.

 

Basında dinden bahs eden yazı yayınlanması yasaklanmıştır.

 

Hatta bir ara, halkı zorla Protestan yapmak fikri ortaya atılmış, Kazım Karabekir Paşa'nın "Halk bizi parçalar" demesi üzerine bu çılgın proje uygulamaya konulmamıştır.

 

Bütün evliyaullah ve ecdat türbeleri kapatılmıştır.

 

Vakfiyesinde "Benim bu camimi camilikten çıkartacakların üzerine Allah'ın ve meleklerin laneti olsun..." yazılan büyük cami ibadete kapatılmıştır.

 

Resmi ideolojinin Müslüman halka yaptığı zulümleri kısaca sıralamaya kalksam günlerce yazmam gerekir.

 

Türkiye Ortadoğu'nun Japonya'sı olabilecekken, hatta ondan ileri gidebilecekken resmi ideoloji yüzünden geri kalmıştır.

 

Resmi ideoloji toplumu yabancılaştırmıştır.

 

Resmi ideoloji milli kimlik ve kültürü, toplumsal barış ve uzlaşmayı berhava etmiştir.

 

Bendeniz, suçlu olduğu adil kanunlarla ve adil mahkeme kararlarıyla sabit olmayan hiç kimseyi peşinen suçlu kabul etmem. Lakin Ergenekon'dan nefret ediyorum. Resmi ideolojiden nefret ediyorum. Vesayet rejiminden nefret ediyorum.

 

İnsanların en temel ve kutsal hakkı din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak, çocuklarını kendi dininde yetiştirmek, dinini ayakta tutmak için din eğitimi yapmak hakkıdır.

 

Çoğunluğu oluşturan Türkiye Müslümanlarının bu haklarını çiğneyen herkes zalimdir, merduttur, haindir. Açın evrensel insan hakları ve hürriyetleriyle ilgili beyannameleri, sözleşmeleri, metinleri, hepsinde din ve inanç hürriyetinin öncelikle yer aldığını göreceksiniz.

 

Halk çoğunluğunun kabul etmediği, milli kimlik ve kültüre aykırı olan, insan hak ve hürriyetleriyle çatışan bir ideolojiyi Müslüman bir millete din gibi dayatmak çok büyük bir zulümdür.

 

Bugün bu memlekette büyük bir Kürt problemi ve krizi varsa resmi ideoloji yüzündendir.

 

Resmi ideoloji meftunları Türklerle Kürtleri birbirlerine düşman etmek, kan döktürmek, ülkeyi allak bullak etmek, devletin temellerini dinamitlemek için her habaseti yapmıştır ve yapmaktadır.

 

1984'ten bu yana gerilla savaşının tozu dumanı içinde yüz milyarlarca liralık uyuşturucu trafiği, ticareti, kaçakçılığı yapmışlardır.

 

Bu ülkenin, bu halkın, bu devletin huzuru, dirliği, birlik ve beraberliği, saadeti, güveni, iç barışı, toplumsal uzlaşması için Kürt meselesinin adilane, kalıcı bir şekilde çözülmesi gerekmez mi? Gerekir ama onlar istemiyorlar bunu.

 

Resmi ideoloji hastaları ne diyor:

 

Halkın yüzde doksan çoğunluğu bizim istemediğimizi istese, o şeye izin vermeyeceğiz!..

 

Gerekirse bin yıl baskı yapacağız!..

 

Biz ne kadar din ve inanç hürriyeti verirsek, bununla yetineceksiniz, daha fazlasını istemeyeceksiniz!..

 

Bizim verdiğimiz din hürriyetinin ötesi irticadır!..

 

Biz halka Müslümanlığı yasaklamadık ama bizim istediğimiz şekilde ve kadar Müslüman olacaksınız!..

 

Çocuklarınızı milli kimlik, kültüre göre değil, bizim dayattığımız resmi ideolojiye göre yetiştireceksiniz.

 

Asıl olan resmi ideoloji ve ...zmdir, din hürriyeti ondan sonra gelir.

 

Onlar gerçek cumhuriyetin de canına okumuşlar, cılkını çıkartmışlardır.

 

Bir 1923'te, İstiklal savaşından sonra kurulan cumhuriyete bakınız, bir de bunların cumhuriyetine.

 

Egemenlik kayıtsız şartsız halkındır diye diye milli iradeyi, milli kimlik ve kültürü çiğnemişlerdir.

 

Ülkemizde Nazi Almanya'sına ve Sovyet rejimine paralel ideolojik bir tek parti rejimi kurmuşlardır.

 

Onların seçim sistemine bakınız:

 

* Bir tek parti vardır.

 

* Adaylar merkezde tesbit edilir.

 

* Birinci seçmenler ikinci seçmenleri seçer.

 

* İkinci seçmenler merkezden gelen seçim pusulalarını sandığa atar.

 

Sahte cumhuriyetçiler sadece Sünni Müslümanları ezmemiştir.

 

Alevilerin canına da okumuşlardır.

 

1944'te ırkçı yaftasıyla milliyetçilere ve Türkçülere kan kusturmuşlardır.

 

Onların Altın Çağında bu ülkede yol yoktu, su yoktu, çalışanların sosyal güvencesi yoktu, adalet yoktu. Onlar bir korku rejimi kurmuşlardı. Diktatörlüklerinin en koyu ve amansız günlerinde Şark Fatihi Kazım Karabekir Paşa ev hapsindeydi.

 

Onların Türkiyesi'nde verem, sıtma, frengi kol geziyordu.

 

1943'te İstanbul'da Sultanahmet camii asker deposu yapılmıştı.

 

Ben eski günleri hatırlıyorum, halkın büyük bir kısmının ayakkabısı bile yoktu. Köylüler çarık giyiyor, çarık bulamayanlar yalın ayak geziyordu.

 

Türkiye'nin halk, ülke ve devlet olarak önünün açılması ve geleceğinin garanti altına alınması için resmi ideoloji heyulasının ortadan kaldırılması gerekmektedir.

 

Resmi ideoloji özelleştirilmeli, resmi olmaktan çıkartılmalıdır.

 

İnanan inansın, inanmayana baskı ve zulüm yapılmasın.

 

Çoğunluğu oluşturan Türkiye Müslümanları, İngiltere'de yaşayan Müslümanlar kadar insan haklarına ve hürriyetlerine, din inanç ibadet ve inandığı gibi yaşamak serbestliğine sahip olmalıdır.

 

Resmi ideoloji hastaları ve çılgınları çoğunluğa hak tanımıyor.

 

Onlar Müslüman çoğunluğa sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, parya, zenci muamelesi yapıyor.

 

Onlar çoğunluğun temel hak ve hürriyetlerini kısıtlıyor ve ihlal ediyor.

 

Onlar, kendileri azınlık olduğu halde, çoğunluğa azınlık muamelesi yapıyor.

 

Müslüman bir kadın ve kız isterse başına eşarp örter, isterse çarşaf giyer, onlara ne!..

 

Onlar şu anda öfkeden ve kinden çılgına dönmüş vaziyettedir.

 

Ellerine fırsat ve imkan geçerse yapmayacakları yoktur.

 

Müslüman halk çoğunluğu bunu bilsin ve ayağını denk alsın.

 

Artık baskılar, tabular, vesayetler devri sona ersin.

 

Erdem, hukuk, milli kimlik ve kültür üzerine kurulu gerçek bir cumhuriyet istiyoruz.

 

Milli barış ve uzlaşma istiyoruz.

 

Saçma sapan çağdışı bir ideolojinin darbeleri altında kahr olmak istemiyoruz. Egemen azınlıkların Müslüman çoğunluğu ezdiği bir rejim istemiyoruz.

 

 

09.06.2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

En Kârlı Ticaret

 

SORU: En kârlı ticaret nedir?

 

CEVAP: Allah ile yapılan ticarettir?

 

SORU: Bu ticaret nasıl olur?

 

CEVAP: Tevhid'e, İman'a, İslam'a, Kur'ân'a, Sünnet'e, Şeriat'a, Ümmet'e (Allah'ın rızasına uygun şekilde) yapılan hizmetlerle olur.

 

SORU: Bu ticaret hangi vasıtalarla yapılır?

 

CEVAP: Para harcayarak, mal sarf ederek, canla, başla, ömrünü tüketerek, ilimle irfanla hikmetle... Doğrudan doğruya yapılabildiği gibi dolaylı şekilde de yapılabilir.

 

SORU: Dolaylısı nasıl olur?

 

CEVAP: Kendisi bizzat yapmaz, yapanları destekler, onlara manen ve maddeten yardımcı olur.

 

SORU: Bu ticaretin makbul olması (Allah tarafından kabul edilmesi) için birinci ön şart nedir?

 

CEVAP: İhlastır. Yani sadece Allah için, O'nun yüce rızasını kazanmak için yapılmalıdır.

 

SORU: Bir adam hem Allah için çalışsa, hizmet etse, hem de nefs-i emmaresi ve maddi menfaati için...

 

CEVAP: İhlas müşareket (ortak) ve kesir kabul etmez. Ya yüzde yüz olur, ya olmaz.

 

SORU: Bir zengin, bütün malını ve servetini Allah'ın rızasına, Kur'ana ve Sünnete uygun bir şekilde harcasa ve sonunda fakir düşse, onun durumu nedir?

 

CEVAP: Çok büyük, çok karlı bir ticaret yapmış ve çok zengin olmuştur o.

 

SORU: Süslü fakat sanatsız camiler yaptırmak, onları sanatsız bir şekilde saçma sapan tezyin etmek, onların içine kalorifer döşemek, klima ve soğuk su cihazları koymak, ibadet yerini hoparlörlerle, ışıldak, fırıldak ve zırıldaklarla doldurmak İman'a, İslam'a, Kur'ana hizmet midir?

 

CEVAP: Kesinlikle değildir. Peygamberimizin ahir zamanda camilerin süslü, fakat ibadet konusunda harap olacağı mealinde hadisleri vardır. Dinin, imanın, Şeriat'ın elden gittiği bir zamanda camileri zevksizce süslemek akıl karı mıdır?

 

SORU: En önemli hizmet nedir?

 

CEVAP: İnsanları imana davet etmektir.

 

SORU: İkinci hizmet nedir?

 

CEVAP: İman etmiş olanların inançlarının doğru inançlar olması için çalışmaktır. (Tashih-i itikad)

 

SORU: Kur'ana, Sünnet'e, Şeriat'a aykırı faaliyetler hizmet olur mu?

 

CEVAP: Olmaz.

 

SORU: Zaruriyat-ı diniyeyi inkar edenlerin faaliyetleri hizmet midir?

 

CEVAP: Değildir.

 

SORU: Bir kişi, "İslam tek hak din değildir. Zamanımızda başka hak dinler, öteki ibrahimi dinler de vardır, Resulullahı red, tekzib ve inkar edenler de cennetliktir" bozuk inancına sahip olsa, o kişi hizmet edebilir mi?

 

CEVAP: Edemez.

 

SORU: Erbab haline getirilmiş rühbanların riyaseti, şöhreti, itibarı, revacı için yapılan faaliyetler hizmet midir?

 

CEVAP: Değildir.

 

SORU: Allah'a noksan sıfatlar izafe eden bozuk bir mezhebin revacı için yapılan faaliyet ve hizmetler gerçek hizmet midir?

 

CEVAP: Değildir.

 

SORU: İlimle, kültürle hizmet edilebilir mi?

 

CEVAP: Hizmetin başı ilim ve kültür hizmetidir ama ihlas şarttır. Bir alim halkın kendisi için "Ne büyük alimmiş" demesi için yahut zengin olmak için hizmet ediyorsa, yaptıkları zahirde hizmet gibi görünse de gerçekte hizmet olmaz. Çünkü ihlasa mukarin değildir.

 

SORU: Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, BOP'çuluk, Fazlurrahmancılık, ılımlı İslam, Kemalizme uygun İslam, Şeriatsız İslam, mezhepsizlik, telfik-i mezahib gibi bid'atlerle hizmet edilebilir mi?

 

CEVAP: Böyleleri hizmet etmez, hezimete sebep olur.

 

SORU: İçinde kasıtlı yanlışlar bulunan Kur'an tercümeleri, Kur'an mealleri ve tefsirleri ile hizmet olur mu?

 

CEVAP: Olmaz. Bu kasıtlı yanlışlar ve aykırı yorumlar yüzünden bazı cahil ve gafiller imanlarını bile yitirebilir.

 

SORU: Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) hadislerini AB normlarına, Feminizme, Kemalizme göre ayıklamak bir hizmet midir?

 

CEVAP: Neuzübillah!.. Böyle bir şey küfre kadar gidebilir.

 

SORU: Halkın cemaatle namaz kılması için telkinde bulunmak, propaganda yapmak hizmet midir?

 

CEVAP: Büyük hizmettir.

 

SORU: Halka, öğrenilmesi farz olan temel din bilgilerini (ilmihalini) öğretmek için çalışmak hizmet midir?

 

CEVAP: Çok büyük bir hizmettir.

 

SORU: Yüklü ücretler karşılığında vaaz eden, dini konferanslar veren, dini sohbetler yapan kimseler hizmet mi ediyorlar?

 

CEVAP: Hayır, onlarınki hizmet değildir.

 

SORU: Yahu bu hizmet dediğin şey nedir?

 

CEVAP: Yazımın başında açıklamıştım. Kur'ana ve Sünnet'e uygun şekilde ihlasla; İman, İslam, Tevhid, Ümmet, Şeriat, İmamet-i Kübra, Ahlak-ı İslamiye için doğru dürüst çalışmak, ücretini Allah'tan istemek ve beklemektir.

 

*(İkinci yazı)

 

Halkı Namaza Başlatmak İçin Bir Milyar Dolar

 

İmanı olan halkı beş vakit namaza başlatmak, bugün yüzde on olan namaz kılanların nispetini yüzde otuza, elliye, altmışa çıkartmak için üç senelik bir program yapılsa, bu iş için bir milyar dolarlık bir fon bulunsa...

 

Çok iyi olur...

 

Biz Müslümanlar bugünkü ilmimiz, irfanımız, kültürümüz, ahlakımız ile böyle bir hizmeti yapabilir ve başarılı olabilir miyiz?

 

İnşallah yapabiliriz.

 

Böyle bir hizmet için teşebbüse geçilirse ortaya büyük bir tehlike çıkacaktır.

 

Bir milyar dolarlık bir fon var ya, işte bu fonu hortumlamak için ne kadar adi din sömürücüsü münafık haşarat varsa ortaya çıkacaktır.

 

Ehliyetsizler, kurulacak teşkilatta memuriyet almak için akın akın başvuracaktır.

 

En iyisi böyle bir hizmetin, en az para ile yapılmasıdır. Ehliyeti olmayanlar bu namaz seferberliği faaliyetinde kesinlikle istihdam edilmemelidir.

 

Bendeniz 1950'li yıllarda has ve gerçek Nurcuları tanıdım, din iman Kur'an hizmetlerini ücretsiz yaparlardı.

 

Gerçek şeyhler, onların halifeleri, gerçek dervişler de hizmetlerini ücretsiz yapardı.

 

Bırakın ücret almak, nice hizmetkarlar işlerini, ticaretlerini yitirmişler, fakr u zarurete düşmüşlerdi.

 

Halkı ve gençliği namaza çağırmak için broşürler, kitaplar hazırlanacak... Bunları yazanlara telif ücreti vermemek gerekir. Allah için yazsın, ücretini de Allah'tan istesin.

 

Ücret verilmezse, ihlassız haşarat gelip taciz etmez.

 

Namaz seferberliği için toplanan bir milyar dolarlık para şu kalemlere harcanmalıdır:

 

1. Broşürlerin, kitapların kağıt, baskı, teclid, depolama, sevkiyat, irsalat masrafları.

 

2. Bu işte çalışacak işçilere ve küçük memurlara maaş.

 

3. Medyada ve basında reklam. (Dini gazete, dergi ve tv'lerde çıkacak ilanlar için para ödenmeyecektir. Para yok diye basmayacak çıkarsa basmasın!..)

 

Dini imanı para olan bir açıkgöz Namaz Seferberliği Teşkilatına genel müdür olacak ve ayda 30 bin dolar maaş alacak... Almaz olsun, olmaz olsun!.. Kahr olasıca!.. Böyle dini bir hizmet ancak Peygamber, Ashab-ı Güzin, Ehl-i Beyt, Selef-i Salihin, evliyaullah, süleha ahlakı ile yürütülebilir.

 

İmamı Gazali bu devirde yaşasaydı, ondan namaza çağıran, namazı anlatan bir kitap yazmasını isteseydik, telif ücreti mi taleb edecekti? O istemese, biz bir zarfa koyup versek ne yapardı? Paraları zarftan çıkartıp suratımıza çarpardı.

 

Abdülkadir Geylani, Ahmed er-Rufai, Şahı Nakşibend, Hasan eş-Şazeli, Hacı Bayramı Veli, Ahmed Yesevi ve benzeri ehlullah böyle hizmetler için telif ücreti, maaş mı isterlerdi?

 

Bu gibi hizmetlerde, zaruret derecesinde lüzum varsa birtakım idari personele geçimleri için maaş ve ücret verilebilir ama ulemaya, fukahaya, mürşidlere para verilmez.

 

Dini irşad hizmetlerinin bazı kimseler tarafından para ile yapılması devrimize mahsus büyük bid'atlerden ve ahlaksızlıklardandır...

 

Müslümanlar bir araya gelecek, halkı ve gençliği namaza çağırmak için büyük bir teşkilat kuracak, bu hizmet için bir milyar dolarlık bir fon oluşturulacak, bir kısım idareciler ve işçiler dışında para ödenmeyecek, hele hiç telif ücreti verilmeyecek...

 

Bendeniz iyice sapıttım, münafık oldum galiba!..

 

10 Haziran 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sahte Müctehidler, Bozuk İctihadlar...

 

Bu devirde mutlak müctehid yoktur. İlmi, ehliyeti, liyakati, derecesi ictihad yapmaya müsait olmayan biri re'y ve heva ile yanlış ve isabetsiz ictihadlar yaparsa ne olur? Dall ve mudil (sapıtmış ve sapıttıran) olur.

 

Bu devirde müctehid fi'l-mezheb de yoktur.

 

Bu devirde o eski icazetli, ehliyetli ve güçlü büyük din alimleri, büyük fakihler de yoktur.

 

İmamı Gazali hazretlerinin üstadı İmamü'l-Haremeyn el-Cüveyni hazretleri ilimde mutlak müctehidlik derecesine yükselmişti. Lakin zamanının yeni bir fıkıh mezhebi kurmaya uygun olmadığını, dört hak mezhebin yeterli olduğunu firasetiyle anladı ve İmamı Şafii hazretlerinin fıkhına tabi oldu.

 

Yakın tarihte çok yüksek derecelere çıkmış ulema, fukaha, müfessirin, muhaddisin, allame hazeratı dört fıkıhtan birine bağlı kalmışlar ve müctehidlik taslamamışlardır. Allah onların hepsine rahmet eylesin.

 

Mutlak müctehid olmayanların müctehidlik taslamaları, re'y ve heva ile ictihad yapmaları Müslüman halkın ve gençliğin zihnini karıştıran büyük bir fitnedir.

 

Bu fitneyi miladi 19'uncu asırda Farmason ve aldatan Afgani çıkartmıştır.

 

Bugün büyük sayıda Müslüman yüzlerce fırkaya ve hizbe ayrılmış, birbirlerinden kopmuş, çekişip tepişiyor. Bu tefrikada, bu fitnede sahte müctehidlerin, mezhepsizlerin çok tuzu biberi vardır.

 

Din alimleri ikiye ayrılır: (1) Gerçek icazetli, ehliyetli, ihlaslı, mürüvvetli, takvalı din alimleri... (2) Ulema-i su' denilen kötü alimler. Bu ikinciler dünya için dini satarlar, zalim rejimlere ve sultanlara yağcılık yaparlar. Sözde hizmetlerini para, mal ve zenginlik elde etmek için alet ederler. Vaktiyle Hindistan'da Ekber (Ekfer) Şah etrafında toplanıp onun sapıklıklarına kılıf uydurmaya çalışan, dünyaları için ahiretlerini harap eden bedbaht alim taslakları bu sınıftandır.

 

Osmanlılar zamanında ülkemiz çok büyük ulema ve fukaha yetiştirmiştir.

 

Son devir Osmanlı ulemasının içinde ilim, irfan, hamiyet, mürüvvet heykeli şahsiyetler vardır.

 

Onların hiç biri, tekrar ediyorum hiç biri müctehidlik taslamamış, ictihad yapmamıştır.

 

Osmanlı devletinin resmi fıkhı Hanefilikti. Diğer üç hak mezheb de serbestti.

 

Fıkıh bir ilm-i bi-payandır. Bin senede oluşmuş bir hukuk abidesidir.

 

Fıkıh ilmindeki otuz bin kadar hüküm Kur'andan, Sünnetten çıkartılmıştır.

 

Müslümanlar fıkıhsız kalırsa büyük bir bozukluk, dağılma, çözülme başlar.

 

Şeytan (Allah'ın laneti onun üzerine olsun!) iyi niyetli cahilleri şöyle kandırır. "Ebu Hanife de senin gibi bir insandı, o nasıl ictihad yapmışsa sen de yapabilirsin..." Cahil bu tuzağa düşüp "Evet sayın Şeytan efendi haklı bir söz ettin" dedi mi işi bitiktir. Fetva verecek hali yoktur ama ictihad yapmaya başlar, saçmalar, sapıtır, sapıttırır.

 

Selef-i Salihin efendilerimizden sonra, bütün İslam tarihi boyunca en fazla yirmi kadar mutlak müctehid çıkmıştır. O gerçek müctehidler ilimde, irfanda, takvada, anlayışta, firasette çok yüksek insanlardı. Yüz binlerce hadisi varyantlarıyla birlikte ezberlemişlerdi. Bazısı 40 yıl boyunca sabah namazını yatsının abdestiyle kılmıştır. Haram yemezlerdi. Lüks ve israf içinde yaşamazlardı. Ebu Hanife hazretleri kumaş ticareti yapardı, güzel elbiseler diktirir, onları namazda giyerdi. Rabbimin bana olan nimetleri O'na ibadet ederken üzerimde görünsün derdi.

 

Bugünkü sahte müctehidler o gerçek müctehidlerin ayağının tozu olamaz.

 

Şu kişilere bakınız: İçinde bozuk yorumlar, bozuk tercümeler olan din kitapları yazacaklar ve çuvalla te'lif ücreti alacaklar... İhlas ve takva böyle bir şeye izin verir mi?

 

Benim sevgili Müslüman kardeşlerim!.. Yaşlı genç hepinizin ellerinden ayaklarından hürmetle öperim. Gerçek icazetli ulema ve fukahaya tabi olunuz. Mezhepsizlik ve telfik-i mezahib tuzağına düşmeyiniz.

 

Din, iman, Şeriat elden gidiyor veya gitmiş, bu devir müctehidlik taslamak, ictihad yapmak devri değildir.

 

Bu fitne fesat fetret devrinde bırakın mutlak müctehid, tabakat-ı fukahanın en alt derecesi olan müftü bile çok azdır. En son büyük müftüler Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen ve Bulgaristanlı Ahmed Davudoğlu hocaefendilerdir.

 

Peşinden gidilecek alimler Şeyhülislam Tokadi Mustafa Sabri, Düzcevi Muhammed Zahid el-Kevseri, Yusuf İsmail en-Nebhani, Mekke Şafii Reisüluleması Ahmed Zeyni Dahlan ve benzeri gerçek alimlerdir.

 

İcazetleri, ehliyetleri, liyakatleri olmadığı halde kendilerini müctehid gösterenlerden, yersiz ve yanlış ictihadlar yapanlardan uzak durunuz. Hiçbir gerçek Rabbani alim ve fakih bu devirde ictihad yapmaz.

 

Vehhabilerin ve Selefilerin göklere çıkardıkları Nasuriddin Albani isminde bir zat var. Bu kişi, bir otodidakttir, ilmi icazeti yoktur, mesleği saatçiliktir. Kendisini büyük muhaddis olarak göstermiş ve Sahih-i Buhari'ye bile dil uzatmıştır. Yaptığı vahim hataların, büyük imamlara ve ulemaya karşı saygısızlık ve hakaretlerinin, bid'atlerinin, tahribatının haddi hesabı yoktur. Ehl-i Sünnet uleması ve fukahası ve muhaddisleri bu kişiyi red için ciltlerle kitaplar yazıp Müslümanları uyarmışlardır. Reformcuların yere göğe sığdıramadıkları bu bid'atçinin içyüzünü anlamak isteyenler, "Zamanımızın Önde Gelen Reformcusu Nasuriddin el-Albani Hakkında Kısa bir Rehber" (Dr. Cibril Fuad Haddad) adlı risaleyi mutlaka okumalıdır. (Bedir Yayınevi'nden temin edilebilir. Tel: 0212/519 36 18)

 

Bendeniz gençliğimde Afgani hayranıydım. Sonra iç yüzünü öğrendim ve hayranlığım bitti. Bu adam taqiyye yaparak Müslüman kardeşlerini aldatmıştır. Şii olduğu halde kendisini Sünni göstermiş, İranlı olduğu halde Afganım demiştir. Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuşlardır. Bu adam azılı bir Farmasondur. Bu adam bi'l-irs ve'l-istihkak Halife-i Müslimin olan Abdülhamid-i Sani efendimiz hazretlerini hal' etmek için Blunt adlı bir İngiliz ajanıyla işbirliği yapmıştır. Bu adam Kahire'de yaşadığı yıllarda Müslüman mahallesinde değil, Yahudi mahallesinde oturmuştur. Bu adam son derece karışık ve bulaşık bir kimsedir.

 

Sünni Müslümanlara hitab ediyorum:

 

Sahte müctehidlerin hile ve yalanlarına kanmayınız.

 

Onların, dört hak mezhebe aykırı bozuk ictihad, re'y ve fetvalarını kabul etmeyiniz.

 

Mezhepsizliği reddediniz.

 

İçinde bozuk ve yanlış yorumlar olan Kur'an tercüme, meal ve tefsirlerini almayınız, okumayınız. Bid'atçiler ve fesatçılar Ümmet-i Muhammed'i Kur'anla aldatmaya çalışıyor.

 

AB, BOP, Batı medeniyetinin sapık normlarına göre ayıklanmış hadis külliyatlarını okumayınız.

 

Sekülarizm büyük bir sapıklıktır, küfre götürür.

 

İslam dinini ve Şeriatını tehdit eden en büyük tehlike mezhebsizliktir. (Prof. Said Ramazan el-Buti)

 

Mezhebsizlik dinsizliğe köprüdür. (Zahid el-Kevseri)

 

Sevad-ı Azamdan ayrılmayınız.

 

Cumhur-i ulemanın yorumlarına tabi olunuz.

 

Müteşabihatı yanlış yorumlayarak Allah'a noksan sıfatlar yakıştıranları reddediniz.

 

Tasavvuf ve tarikat evliyasını tekfir edenlerde hayır yoktur.

 

Allahü Teala zamandan mekandan, inmekten çıkmaktan, cihetten, insanlar gibi eli ve ayağı olmaktan münezzehtir. Kur'an, O kendisi dışındaki yaratıklardan hiçbirine benzemez diyor.

 

Az veya çok te'lif ücreti karşılığında İslam dinini tahrif etmeye çalışan kişiler çok bozuktur.

 

Kur'an tefsiri, Kur'an tercüme veya meali Allah rızası için ihlasla yazılır. Para için, zenginlik için yazılmaz.

 

Hakiki ulema ve fukaha efendilerimiz ilmi Allah için öğretmişler, faydalı kitapları Allah rızası için yazmışlardır.

 

"Tefsirde mi çok para var, hadiste mi..." diye hesap yapan, bu hesaba göre kitap yazan kimselerde hayır ve meymenet yoktur.

 

Birtakım uyduruk ve sahte müctehidlerin dört mezhebin fıkhına aykırı bütün sözde ictihadları ve fetvaları geçersizdir.

 

Ağır konuşacağım ama yazmaya mecburum: Fakir ve imkansız bir tek sahte müctehid var mıdır? Servetlerini nasıl elde etmişler?

 

Keşfi açık olanlar istihareye yatsınlar ve sorsunlar...

 

Dinde reform yapmak ve yaptırmak, ilahi İslam dininin yerine sulandırılmış Şeriatsiz ılımlı bir İslam türetmek, Dinimizi Feminizme uydurmak, İslam'ı AB ve BOP norm ve standartlarına ayarlamak, Hak din İslam ile batıl bir ideolojiyi bağdaştırmak, cihad farizasını kaldırmak isteyen şer güçleri muazzam telif ücretleri dağıtarak, paralar harcayarak kitaplar yayınlıyor, sözde ilmi araştırmalar yapıyor. Bunların tuzaklarına düşmeyelim.

 

Müslümanın en kıymetli varlığı imanıdır. İmanımızı reformcu uğrulardan koruyalım.

 

14 Haziran 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kürtçe Ezan Bid'ati

 

İşte bu olmadı olmadı olmadı!.. Kürtçe ezan okutmak büyük bir fitne ve nifak hareketidir. Böyle bir bid'ati hiçbir mü'min ve müslim Kürt kabul etmez. Hürmetle ellerinden öptüğüm Kürt uleması, Kürt fukahası, Kürt meşayihi, Kürt mürşid-i kamiller bunu asla kabul etmez.

 

Böyle bir bid'ate tevessül edenleri kınıyorum, ayıplıyorum, uyarıyorum.

 

Ezan-ı Muhammedi Kur'an diliyledir ve İslam aleminin sesli bayrağıdır.

 

Bizde geçen asrın 30'lu yıllarında bu bid'ati Müslümanlar çıkartmadı.

 

Bendeniz bir Türk olarak Türkçe Ezan'ı kabul etmezsem, Kürtçeyi hiç kabul etmem.

 

Bu memlekette 78 etnik köken olduğu iddia ediliyor. Çerkezler Çerkezce Ezan okumaya kalkarsa ne olacak?

 

Gürcüler Gürcüce.

 

Lazlar Lazca.

 

Çeçenler Çeçence.

 

İla ahirihi...

 

Kürtçe Ezan okumak dinde bid'at çıkartmaktır. Dinde çıkartılan her bid'at merduttur, mezmumdur, kabihtir.

 

Olmuş bir vak'a anlatayım:

 

Bir yaz akşamı Fransa'nın Marsilya kentinde deniz kenarında dindar birkaç Türk seyyah oturuyor. Güney ufka yaklaşmış. Oradakilerden birinin sesi ve musiki bilgisi varmış. Arkadaşlar içimden geldi şuracıkta güzel bir Ezan okuyayım demiş. Kalkmış ve okumaya başlamış. Orada bulunan Mağribliler (Faslılar, Cezayirliler, Tunuslular) ve diğer ülkelere mensup Müslümanlar hemen seğirtmişler, zevk içinde dinlemişler, Ezan bitince okuyana sarılıp kucaklamışlar, selam vermişler.

 

Marsilya'daki o Türk Türkçe Ezan okumuş olsaydı ne olacaktı? Çeşitli kavimlere, lisanlara, coğrafyalara mensup Müslümanlar ilgilenmeyecekti.

 

Ezan-ı Muhammedi Türklerle Kürtleri birleştiren manevi bir bağdır.

 

Bir kısım Kürt kardeşlerimiz cuma günleri ayrı cuma namazı kılıyorlarmış.

 

Bu ayrı kılışta niyet çok önemlidir.

 

İstanbul'da, bugünkü bozuk düzene muhalif ihlaslı Müslümanlar beratlı bir imam ve hatip bulsalar ve bir yerde namaz kılsalar, hutbede zamanın İmam-ı Kebirinin ve Emir'inin adını zikr etseler, bendeniz uzak bir yerde de olsa taksi tutar oraya gider o imamın arkasında namaz kılarım.

 

Bugünkü düzende, cuma namazı kıldıktan sonra ihtiyaten ahir zuhur namazı da kılmak gerekir.

 

Acaba ayrı cuma namazı kılanlar bunu hangi niyetle yapıyor?

 

Yakın tarihimizde Kürt uleması, fukahası, meşayihi küfürle, nifakla, fesatla mücadele etmiş, bazıları şehid olmuş, kimisi mahkemelerde sürünüp zindanlarda inlemiştir. Onları rahmet ve minnetle anıyorum.

 

İslam için canlarını veren o ulema ve meşayih bugün sağ olsalar, Kürtçe Ezan'ı duysalar memnun mu olurlardı, yoksa bu bid'ati kınarlar mıydı? Elbette kınarlardı.

 

Ya Rabbi ne günlere kaldık!.. Kemalist düzene kızıp Kürtçe Ezan okunduğunu da duyduk ve gördük. Allah beterinden saklasın.

 

Bu yazımı okuyacak Müslüman Kürt kardeşlerime selam ve hürmetlerimi sunuyorum. Böyle çirkin bid'atlere var güçleriyle (yasal sınırlar içinde) karşı çıksınlar, lutf edip bu fakire de dua etsinler.

* (İkinci yazı)

 

Korkunun ve paranoyanın hakimiyetindeki ABD

 

Son haftalarda cereyan eden bir hadise: Bir Amerikan uçağı New York'tan Batı Afrika'daki bir başkente gitmek üzere havalanmış. Yolculardan biri saatlerce sürecek uçuş esnasında rahat etmek için koltuğunu arkaya doğru eğmiş. Arkadaki yolcu rahatsız olmuş. Münakaşa etmişler. Sonra yumruklaşmışlar. Hostesler ve uçak personeli araya girmiş, baş pilot merkezi aramış. "Uçakta kavga çıktı. Geri dönüyorum" demiş. Yolcu uçağı bir F16 savaş uçağı refakatinde New York havaalanına inmiş...

 

ABD'nin ne hallere düştüğünü anlamak için şu haber bile yeterlidir.

 

Uçakta tatsız bir tartışma olabilir, sinirli iki yolcu yumruklaşabilir. Böyle bir durumda yapılacak iş nedir? Onları sakinleştirmek, gerekiyorsa birinin yerini değiştirmek ve yola devam etmek.

 

Amerika'da kolektif bir paranoya ve histeri olduğunu yıllardan beri duyuyorum. İkiz kulelerin yıkılması orada halkın büyük kısmının akli ve ruhi dengesini bozmuştur.

 

Birkaç yıl önce Amerikan vatandaşı olan birkaç Müslüman uçakta namaz kılmaya kalktı, başlarına gelmeyen kalmadı. Uçak havalandığı alana geri döndü, sorgulama, rezalet, öteki yolcuların perişan olması...

 

ABD dünyanın en güçlü ülkesi... Ruhlarına sinen korkular, kaygılar, paranoyalar onun yıkılmasına yol açacağa benziyor.

 

Şu Amerika'nın ne günahı var da, bunca maddi güce rağmen başına böyle afetler geliyor?.. Günah listesi uzun olacak...

 

1. Beyazlar kırk milyon yerli halkı iki Amerika kıtasında kıyıma tabi tuttular. Korkunç bir katliam yaptılar.

 

2. Bir Amerikan generali 19. asrın ortalarında "En iyi Kızılderili, ölü bir Kızılderilidir" demişti.

 

3. Afrika'dan milyonlarca zenciyi korkunç, cehennemi şartlar altında getirip köle olarak çalıştırdılar.

 

4. 1945'de Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine birer atom bombası atarak yüz elli bin sivil insanı öldürdüler.

 

5. Yine 1945'te Almanya'nın Dreslen şehrini yoğun şekilde bombalayarak bir gecede iki yüz bin kişiyi feci şekilde öldürdüler.

 

6. Üçüncü Dünya'nın petrolünü, madenlerini, ürünlerini sömürmek için global bir neo-kolonalizm sistemi kurdular.

 

7. İslam, bilhassa Arap dünyasında kendilerine itaatkâr kukla rejimler kurarak halkın ezilmesine, yaygın zulme, yoğun sömürüye sebep oldular.

 

8. Ortadoğu'da gerçek, adil, kalıcı bir barışı engellediler, kayıtsız şartsız İsrail'i desteklediler.

 

9. İslam dünyasına dışarıdan gelen bütün kötülüklerin, günahların, isyan ve tuğyanların büyük kısmı Amerika'dan gelmiştir. Müstehcen filmler, hedonizm, fuhşun her türlüsü.

 

10. İkinci dünya savaşından sonra esir aldıkları bir milyon 200 bin Alman askerini, Cenevre savaş esirleri sözleşmesi kurallarına aykırı olarak açlıktan, susuzluktan, yaralıları tedavi etmeyerek, barınaksız bırakarak öldürdüler. (The Other Losses kitabına bakabilirsiniz.)

 

ABD milyarlarca insanın ahını almıştır.

 

Bu ahlar dünyada ve ahirette cezasız kalmaz.

 

Allahu Teala adildir, zulmü sevmez.

 

Amerika'da adaletten yana olan, zulmü kötüleyen ve protesto eden, ezilen halklara arka çıkan bir kesim yok mudur? Vardır ama güç onların elinde değildir.

 

Bir devletin, bir ülkenin ve bir halkın üzerine bela ve azap gelince genel gelir. Kurunun yanında yaş da yanar.

 

ABD, kendi sınırları içinde sınırsız, mutlak bir din, inanç, inandığı gibi yaşama hürriyeti uygulamaktadır ama Türkiye'de böyle yapmamıştır. Bizdeki gayr-i meşru vesayet rejimini Amerika desteklemiş ve ayakta tutmuştur. Böylece, vesayet rejiminin zulmüne uğramış on milyonlarca Türkiyeli Müslüman'ın ahını almışlardır. Birkaç yıldan beri ABD'deki bazı derin ve gizli güçlerin Türkiye'de kendilerine bağlı fantoş bir hilafet rejimi kurmak istediklerini duyuyoruz.

 

Bazı sözde İslami Arap rejimleri gibi...

 

Onların istediği Kur'ana ve sünnete dayanan gerçek bir İslam rejimi ve hilafeti değil; CIA ve MOSSAD'ın planlarına göre uydu, itaatkâr, ABD'nin ve Tel Aviv'in direktiflerine itaat edecek sahte bir halifedir. Müslümanlar inşallah böyle korkunç bir tuzağa düşmezler.

 

ABD yıkılmaktan kendini kurtarabilir mi?

 

Mümkündür, lakin bu kurtuluşun sebep ve vesilelerine yapışmak gerekir.

 

(A) İslam dünyasıyla samimi şekilde barışmak.

 

(B) Ortadoğu'da adil, gerçek ve kalıcı bir barışı gerçekleştirmek.

 

© Üçüncü Dünya'yı sömürmemek.

 

(Ç) Afganistan'da, Irak'ta, Somali'de yapılan haksız ve zalim savaşlara son vermek. O ülkelerin halklarını rahat bırakmak.

 

(D) Bir İslam ülkesi olan Pakistan'ın iç işlerine karışmamak, oradaki entrikalara son vermek ve bu ülkeden çekilmek.

 

Sovyetler birliği, çöküp dağılmadan önce çok güçlü bir ülkeydi. Dünyayı altüst edecek ordusu ve silahları vardı. Allah o rejimi yıktı.

 

Roma imparatorluğu, Osmanlı Devleti, İngiliz sömürge İmparatorluğu yıkıldılar.

 

ABD de yıkılışa, çöküşe doğru yol almaktadır.

 

Orada hür fikirli nice büyük tarihçi, büyük düşünür, büyük bilge aynı şeyi söylüyor.

 

Ahir zamanda zuhur edecek akıl almaz, acayip hadiselerden biri de ABD süper devletinin yıkılışı olacaktır.

 

Ömrü olan görür.

 

15 Haziran 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

On Önemli Mesele

 

Birinci mesele: Üç veya beş milyon taraftarı olduğu söylenen o topluluk partiyi tutuyor ama başkanını tutmuyor. Tutar görünse de kerhendir.

 

İkinci mesele: Çok yükseklerdeki sayın X ile sayın Y'nin araları şekerrenktir.

 

Üçüncü mesele: Başarılı her insanın bir kompetans sınırı vardır. Bunu aşmamalıdır. Aşarsa bocalamaya başlar ve başarısız olur. Bazı sayın kişilere bunu anlatmak gerekir. (Peter Prensibi)

 

Dördüncü mesele: Bolluk, refah, zenginlik, genişlik yılları ilanihaye devam etmez. Bolluk devrinden sonra yokluk, kriz ve sarsıntı devri başlar. Tedbir alınmalıdır. (Yedi şişman, yedi sıska inek...)

 

Beşinci mesele: Türkiye, kaldırabileceğinden çok fazla iç ve dış borca batmıştır. Bunun sonu iyi olmaz.

 

Altıncı mesele: Bir ülkenin milli eğitim sistemi bozuksa, müflis (iflas etmiş) ise, çağın gerisinde ise, milli kimlik ve kültürle uyumlu değilse, resmi ideoloji heyulasını yaşatmaya yönelikse o ülkenin maddi kalkınması ve başarısı kurtuluş ve selamet için yeterli olmaz.

 

Yedinci mesele: Siyaset dine alet edilebilir ama din siyasete alet edilemez. Kutsal ve ulvi dini, süfli siyasete alet edenler büyük günah işliyor.

 

Sekizinci mesele: Uluslararası temizlik ve şeffaflık notunun 10 üzerinden 5'in altında olduğu bu memlekette kokuşmaya, yolsuzluklara, haksızlıklara, haram yollarla zengin olmaya karşı muhalefet etmeyenler; aksine yalakalık, yağcılık, pohpoh, dalkavukluk, evet efendimcilik yapanlar vasıflı ve dürüst vatandaş değildir, hele gerçek aydın hiç değildir.

 

Dokuzuncu mesele: Kadın erkek eşitliği, kadın özgürlüğü, kadın hakları diye yırtınan, parçalanan, feryad u figan eden kişiler; rejimin TC başlıklı "vesikalarla" bazı kadınlara yasal fuhuş belgesi vermesini, bu seks ticaretinden KDV ve gelir vergisi almasını, yasal genelevlerin kapılarında resmi polis bekletmesini görmüyorlar, kınamıyorlar, protesto etmiyorlarsa onlar samimiyetsiz ve ciddiyetsiz yalancılar ve sahtekarlardır.

 

Onuncu mesele: Atalarının mezar taşlarındaki Türkçe yazıları ve 1928'den önce basılmış Türkçe kitapları okuyamayacak kadar cahil bir topluma okumuş diyenlere ne demeli?..

*(İkinci yazı)

 

Bozuk Düzen

 

Bozuk düzenin çanak yalayıcıları.

 

Bozuk düzenin haram rantlarına talip olanlar.

 

Bozuk düzenin kirli nemaları.

 

Bozuk düzenin haram kemikleri.

 

Bozuk düzenin ganimetleri.

 

Dün çok kötü bu bozuk düzen diyenler.

 

Bozuk düzen yıkılsın, yerine iyisi gelsin diyenler.

 

Bunların çoğunun şimdi sesleri solukları çıkmıyor.

 

Bozuk düzenin zehirli nimetleri onları semirtti.

 

Eski sahte mücahitler, yeni müteahhitler.

 

Haram yiyiciler.

 

Saçı bitmedik yetimlerin hakları.

 

Ne yurtta, ne cihanda barış var.

 

Silahlar patlıyor, gerilla savaşı, ölenler, yaralananlar, her yer toz duman.

 

Yağma, talan, vurgun gece gündüz devam ediyor.

 

Bina ve zina.

 

İrtikab irtişa.

 

Dava deve.

 

Altın gümüş, euro dolar, para para.

 

Asker rap rap rap diye yürür.

 

Bunlar rant rant rant diye.

 

Otuz sene önce içmeye ayranı olmayanlar bugün yedi yıldızlı hayat sürüyor.

 

Lüks hayat, oh yan gel de yat!

 

Lüks otomobiller uçar gider, ufukları aşar gider.

 

Lüks kravatı rüzgarla ters döndü, markası göründü, adam zevkten dört köşe.

 

Lokanta devri bitti, şimdi süper restoranda yiyor.

 

Boğaz'da Bilmem Ne Kitchen'da lüferin porsiyonu 500 lira.

 

Bin lira da olsa yer, denizde kum, onda para.

 

Çağdaşı Maldiv adalarında tatil yapar.

 

Dincisi Umreye gider.

 

Kabe'nin yanıbaşındaki lüks otelin on beşinci katından bakar.

 

On bir ay günah işlemiş, umreden pir ü pak döner.

 

Bazı eski mücahitler Ramazan'da pek neşeli olur.

 

Etkinlikler, eğlenceler, Haliç Direklerarası, sahura kadar vur patlasın çal oynasın.

 

Kutsal ay edebiyatı.

 

Eski mücahitler ihaleleri çok sever.

 

Denizin dibi ısınır, yer deprenir.

 

Balıklar kütle halinde ölür, karıncalar yuvalarından dışarıya uğrar.

 

Yetim çocuklar ağlar, zenginler güler.

 

Hıçkırıklar kahkahalara karışır, bu ne konserdir.

 

Binalar yükselir, zinalar artar.

 

Camiler süslü, ezanlar gür, cemaat yok.

 

Altın Buzağı heykelleri güneşte parıldıyor.

 

Rejim baronları, ideoloji baronları, çağdaş baronlar, din baronları, cemaat baronları sürü sepet.

 

Ümmet yetmiş fırkaya bölünmüş.

 

Çekişme tepişme.

 

Zina artık suç değil, zinacılar bayram yapıyor.

 

Küçük çocuklara özel din ve Kur'an dersi vermek yasak. Veren kodesi boylar. Din hürriyeti böyle olur.

 

Başı örtülü diye Dr. Zeliha hastaneden kovuldu.

 

Başı örtülü avukat hanım duruşmaya giremez.

 

Başı örtülü hanım öğretmen ders veremez.

 

Liseli kız başı örtülü okula gidemez.

 

Meclis'te bir tek başı örtülü hanım vekil yok.

 

23 Nisan neşe doluyor insan.

 

19 Mayıs kutlu, mutlu ve ulusal olsun.

 

Yaşasın Kemalizm!.. Yaşasın demokrasi!.. Yaşasın İslamcılık!.. Yaşasın BOP!..

 

BOP BOP Hop Hop!..

 

*(Üçüncü yazı)

 

Yardımcıya Talimat

 

Zaman zaman geçici olarak yardımcılarım oluyor. Onlardan birine vaktiyle verdiğim talimatı aşağıya derc ediyorum:

 

1. Sabahleyin işe tam vaktinde gelirsin. Tayin edilen saat 10 ise, saat tam 10'u gösterirken zile bir kere (iki kere veya daha fazla değil!) basarsın.

 

2. Çok nadir ve istisnai hallerde geç kalınabilir ama İstanbul'da trafik sıkışıklığı geçerli bir mazeret değildir. Yoğun sis olması ve vapurların çalışmaması, bir iktidar büyüğü geçeceği için yolların zulmen veya zarureten kapatılması geçerli iki mazerettir.

 

3. Kapı açılınca ilk yapacağın şey selam vermektir. Selamı küçük büyüğe verir. Küçük büyüğe nasılsınız diye sormaz, bunda öncelik büyüğe aittir.

 

4. Güne, işe, her meşru şeye besmele ile başlanmalıdır.

 

5. Size harçlık/ücret verdiğim zaman, alırken "bereket versin" demelisiniz. Ben "Bereketini görün" derim, siz "Amin" dersiniz.

 

6. Fazilet bakımından sizden üstün bir tarafım yoktur. Lakin yaşım dolayısıyla bana hürmet etmeniz gerekir.

 

7. Benim küçüğüm olduğunuz için Müslüman olarak size şefkatli olmam icab eder.

 

8. Yemek yerken kesinlikle ben şu yemeği yemem gibi sözler söylememenizi rica ederim. Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) "Paça yemeğine davet edilseniz gidiniz" buyurmuşlardır. Müslüman yenilmesi helal olan her temiz yemeği yer. Ben şunu yemem bunu yemem demek şımarıklıktır, adaba aykırıdır.

 

9. Bazıları şişmanlamamak için yemekte ekmek yemiyor, aşırı yemek yiyor. Böyle bir şey israf olacağından lütfen benim soframda böyle yapmayınız. Perhiz yapmak isteyen, (kepekli doğal ekmek olmak şartıyla) çok ekmek, az yemek yemelidir.

 

10. Tecessüs etmeyiniz. Tecessüs, yani insanların gizli günah, kusur ve ayıplarını araştırmak Kur'anla, Sünnetle, icma ile haramdır. İnsanların günah ve ayıplarını araştıranlar ve ifşa edenler günün birinde rezil olurlar. Başkalarının günah ve ayıplarına karanlık gece gibi olunuz.

 

11. Miktarı az da olsa helal ve temiz paranın bereketi çok olur.

 

12. Size beş vakit namaz kılmanızı önemle tavsiye ederim.

 

13. Başın takke ile örtülü olması namazın sünnet ve edeblerindendir. Cebinizde bir namaz takkesi bulundurmanızı tavsiye ederim, böyle yaparsanız memnun olurum.

 

14. İnsanın en büyük ve en korkunç düşmanı kendi nefs-i emmaresidir.

 

15. Benim yanımda lütfen cep telefonunuzu kullanmayınız.

 

16. Otomobil sürerken cep telefonunuza bakmayınız.

 

17. Bilhassa yola çıkarken beni, sadaka vermem hususunda uyarmanızı rica ederim.

 

18. Evimdeki karıncalar, örümcekler, zararsız böcekler kesinlikle öldürülmeyecektir.

 

19. Kedilerime ve bitkilerime bakmak zahmet ve külfetine katlanırsanız size dua ederim. Allah iyilikleri karşılıksız ve mükafatsız bırakmaz. Kediye, köpeğe, kuşa, balığa, çiçeğe iyilik eden kendisine etmiş olur.

 

20. Süfli işlerden biri hela temizlemektir. "Ben hela temizlemem!" diyen kişi gururlu ve kibirlidir. Gurur ve kibir ise helak edici huylardandır.

 

21. Size merhum Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendinin Büyük İslam İlmihali adlı kitabından bir nüsha hediye ediyorum. Her Müslümanın öğrenip bilmesi gereken temel ve zaruri din bilgilerini o güvenilir kaynaktan öğrenmenizi hararetle tavsiye ederim.

 

22. Lisanla size yapabileceğim haksızlıklar dolayısıyla beni peşinen bağışlamanızı ve hakkınızı helal etmenizi çok rica ederim.

 

23. Daha iyi veya devamlı bir iş bulursanız dost olarak ayrılmanızı istirham ederim. İşten ayrıldıktan sonra nadiren ve telefonla da olsa hatır sorarsanız memnun olurum.

 

24. Evimde ve işyerimde ekmek kırıntılarını yere ve çöpe, yemek artıklarını lavaboya atmamanızı ehemmiyetle rica ediyorum.

 

25. Kimseye, şahsımla ilgili, masum görünen bilgileri bile vermemenizi rica ederim. (Güvenlik açısından)

 

26. Yüzüme karşı ve gıyabımda en ufak bir övgü istemediğimi ve kabul etmediğimi size hatırlatırım.

 

27. Beğenmediğiniz, paylaşmadığınız fikirlerim olabilir, bunlar dolayısıyla benimle tartışmamanızı rica ederim.

 

16 Haziran 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yeni Anayasa Nasıl Olmalı?

 

Artık açıkça anlaşıldı ki, ideolojik kopukluk devri sona ermektedir. Halk kopukluk değil, tarihi devamlılık istiyor.

 

Halk vesayet ve baskı rejimi değil, milli kimlik ve kültüre dayalı (ne kadar olabilirse) gerçek demokrasi istiyor.

 

Halk egemen azınlıkların baskılı, yasaklı, tabulu rejimini istemiyor.

 

M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra imal edilmiş Kemalizm ideolojisinin sultası sona ermektedir.

 

Fabrikalar, devlet tesisleri özelleştiriliyor da, resmi ideoloji niçin özelleştirilmesin?

 

İspanya'da Frankizm artık resmi ideoloji değildir ama orada isteyen vatandaş bu ideolojiye din gibi inanabilir, onu isteyebilir.

 

Bizde de Kemalizm böyle olmalıdır. İsteyen benimsesin, sevsin, istesin ama çoğunluğa bu konuda baskı yapılmasın, ideoloji din gibi benimsetilmeye kalkışılmasın, devlet bu ideolojiye göre yönetilmesin.

 

Kemalistler bir parti kursunlar, seçimlere girsinler, kazanırlarsa iktidar olsunlar. Yüzde 1 nispetinde oy alabilirler mi acaba?

 

Seçimlerden sonra yeni bir anayasa hazırlıkları başlayacaktır. Bu anayasada:

 

(1) Resmi ideoloji heyulasının zerresi bile yer almamalıdır.

 

(2) Bizde laiklik de laikçilik de çığırından çıkartılmıştır. Binaenaleyh laiklik de yer almamalıdır. Portekiz ve Fransa hariç hiçbir Avrupa devletinin anayasasında laiklik yoktur.

 

(3) Anayasada milli kimlik ve kültür değerleri yer almalıdır.

 

(4) Çoğunluğu oluşturan Sünnilere, İngiltere'de olduğu gibi geniş bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak, din eğitimi hürriyeti sağlanmalıdır.

 

(5) Sünnilik dışındaki azınlıklara da din ve kimlik hürriyeti verilmelidir.

 

(6) Alfabe, takvim, kılık kıyafet, serpuş, hafta tatili gibi konulardaki yasaklar, tabular, diretmeler kaldırılmalıdır.

 

(7) Tasavvuf konusundaki yasaklar kaldırılmalıdır.

 

(8) Tevhid-i Tedrisat eğitimi lağv edilmeli, Fransa'da olduğu gibi genel eğitim veren özel din okullarının önü açılmalıdır. Bizde Katolik misyonerlerinin ve papazlarının Saint Joseph lisesi var da, Müslümanların niçin bir İmamı Gazali Lisesi yoktur?

 

9. Başörtüsü konusundaki yasaklar, baskılar, tabular kaldırılmalıdır.

 

10. Bütün partilerin Atatürkçü olma mecburiyeti kaldırılmalıdır.

 

11. İdeolojik milletvekili yemini değiştirilmelidir.

 

12. Paraların ve pulların üzerine, Türkiye'yi, onun kimlik ve kültürünü temsil eden çeşitli büyük şahsiyetlerin resimleri basılmalıdır.

 

13. Türk ordusu, resmi ideolojinin bekçisi olma statüsünden çıkartılmalıdır.

 

14. Anayasanın değişmez, değiştirilmesi bile teklif edilemez ideolojik değer ve tabularla ilgili zorlayıcı ve baskıcı bir maddesi olmamalıdır.

 

15. Çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanlara en az Masonlara verilen kadar hak, hürriyet verilmelidir.

 

Yeni anayasaya yeniden Kemalizm ideolojisi konulacak olursa emekler boşa gidecektir.

 

Ne şiş yansın ne kebap zihniyeti ve eyyamcılığı Türkiye'nin önünü açamaz.

 

Türkiye Masonlar, Sabataycılar, egemen azınlıklar cumhuriyeti olarak kalamaz.

 

İslam dininin temel prensiplerinden biri "Gayr-i Müslimlere dinde zorlama yapılamaz"dır.

 

Çoğunluğu oluşturan ve bu ülkenin hem tarih, hem kültür ve hem de kimlik bakımından dominant unsuru olan Sünni Müslümanlara masonik, sabataist, kemalist değerler, ilkeler, dogmalar zorla empoze edilemez.

 

Yahudiler 20'nci asırda Ortadoğu'da iki devlet kurmuşlardır.

 

Cumhuriyet, fazilet=erdem üzerine kurulu bir rejimdir.

 

Fazilet temelleri üzerinde yükselmeyen bir cumhuriyet gerçek cumhuriyet değildir.

 

Türkiye'nin sosyal ve kültürel yapısı AB normlarının ve değerlerinin hepsini toptan kabul edip benimsemeye müsait değildir.

 

Zinayı suç olmaktan çıkartan ve suç işlemekten caydırma fonksiyonunu yitiren yeni Ceza Kanunu toplumun temellerini sarsmıştır.

 

Yeni medeni kanun toplumumuzun temeli olan aileyi tahrip etmektedir.

 

Tevhid inancına karşı olan ideolojik Tevhid-i Tedrisat eğitimi sistemi ile Türkiye daha uzun müddet ayakta kalamaz.

 

Tabular, ideolojik yasaklar ve dogmalar anayasası kaldırılsın ama yerine hafifletilmiş de olsa başka ideolojiler getirilmesin.

 

Türkiye bir İslam ülkesidir. Hiçbir ideoloji İslam'dan üstün olamaz, İslam ile eşit tutulamaz.

 

Birleşik Krallıkta (İngiltere) devlet kimsenin dinine karışmıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti de çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanların dinine karışmamalıdır.

 

Biraz milli kimlik, on dirhem milli kültür, beş gram insan hakları, yedi gram milliyetçilik, sınırlı din hürriyeti, bol bol vesayet, miktar-ı kafi Kemalizm, İsveç'ten alınma Dağ Başını Duman almış marşının yanında mehter marşı, okullarda Kemalist din dersleri aldatmacası, halk kadınları başını örtebilir ama milletvekilleri, avukatlar, doktorlar, öğretmenler, profesörler örtemez, Kiril harfleriyle Türkçe yayın yapılabilir ama İslam yazısıyla yapılamaz, Masonlar localarında Masonik ayin yapabilir ama Müslüman çoğunluk tekkelerde zikir yapamaz... gibi yamalı bohça zihniyetiyle yapılacak yeni anayasa ölü doğacaktır.

 

Gökdelenler, otoyollar, fabrikalar, hava alanları, barajlar, limanlar, yedi yıldızlı lüks oteller, israf ekonomisi, lüks otolar, yatlar kimsenin gözünü kamaştırmasın. Adaletsiz bir ülke ayakta durmaz. Türkiye'de çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanların hakları ve hürriyetleri baskı altındaysa ülkenin geleceği karanlık demektir.

 

*(İkinci yazı)

Suriye Hadiselerinin İçyüzü

 

SURİYE'de vahim hadiseler oluyor, halk protesto ediyor, silahlar patlıyor, insanlar ölüyor ama bunların içyüzü, perde arkası nedir, işte bu pek iyi bilinmiyor. Herkes kendi etnik kökenine, dinine, mezhebine, ideolojisine, menfaatine göre bakıp görüyor ve hüküm veriyor. Aşağıda madde madde yazacağım gerçekler kesindir ve tartışılamaz.

 

Madde 1. Suriye'deki bugünkü rejim bir azınlık rejimidir.

 

2. Bu rejimin temelini, belkemiğini Aleviliğin en aşırı ve uç bir kolu olan Nusayriler oluşturuyor. Onların genel nüfusa oranları yüzde 10 civarındadır.

 

3. Bu rejim askeri bir darbe ile kurulmuştur.

 

4. Suriye'de, çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanlara, yakın tarihte çok ağır baskılar yapılmıştır. Bir ara on binlerce Sünni Müslüman silahlı kuvvetler tarafından öldürülmüştür.

 

5. Suriye'de gerçek manada demokrasi yoktur, otoriter bir rejim ve sistem vardır.

 

6. Suriye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu 10 üzerinden 2,5'tur.

 

7. Müslüman Kardeşler Teşkilatı Suriye'de yasaktır, bu teşkilata üye olmak suçtur.

 

8. Baba Esad zamanındaki çok ağır baskılar oğul zamanında oldukça hafiflemişti.

 

9. Suriye'de olup bitenler sadece iç dinamiklerin eseri değildir. Dış müdahaleler ve etkiler de mevzuubahistir.

 

10. Suriye'ye ait Golan bölgesi 1967'den beri İsrail'in işgali ve kontrolu altındadır.

 

11. Suriye ile İsrail arasında ilişki ve münasebet yoktur.

 

12. Suriye ile İsrail arasında oturmuş ve rutinleşmiş bir ateşkes vardır. İsrail, bugünkü statünün bozulup yerine militan bir rejimin gelmesinden endişe etmektedir.

 

13. Nusayri azınlık rejimi yıkılıp yerine oldukça demokratik bir sistem gelirse Sünni çoğunluk siyasi haklarına sahip olacak, Suriye İslam'a doğru (şu veya bu şekilde) kayacaktır. Bu ise İsrail'in, ABD'nin, AB'nin işine hiç gelmez.

 

14. Şii İran Nusayri Suriye rejimini desteklemektedir.

 

15. Suriye'deki halk hareketlerini bastırmak için İran'ın silahlı elemanlar gönderdiğine dair rivayetler vardır.

 

16. Suriye Ankara rejimini yakından ilgilendiriyor. Şam'daki Nusayri rejiminin büsbütün İran tarafına kayması Ankara'nın işine gelmez.

 

17. Suriye'de şöyle veya böyle Sünni-İslami bir rejimin kurulması ABD, AB, İsrail, İran, Irak'ın işine gelmez.

 

Suriye konusunda bendenizin temennileri ve istekleri şunlardır:

 

A: Azınlık rejimi gitsin, olabildiğince demokrasi gelsin. (Yüzde yüz gelmez...)

 

B. Çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanlar üzerindeki ağır baskılar ve vesayet kalksın.

 

C. Sünnilere din, kimlik, kültür, eğitim, ülke idaresinde söz hakkı ve diğer temel haklar tanınsın.

 

Ç. Azınlıklara ve farklılıklara da bu haklar tanınsın ve garanti altına alınsın.

 

D. Yakın tarihte yapılan zulümlerin hesabı adil mahkemeler tarafından adil kanunlara göre sorulsun, suçlular cezalandırılsın.

 

1960'lı yılların başlarında Suriye'ye bir seyahat yapmıştım. O tarihte ülkede çok geniş bir hürriyet vardı. Koalisyon hükümetinin başında Maruf Devalibi isminde alim, munsif ve efendi bir zat bulunuyordu. Kabine'de İhvanül-Müslimin'in de üyeleri vardı. Basın hürdü. Bir müddet sonra darbe yapıldı, baba Esad başa geçti. İsmini hatırlamıyorum, o tarihteki başbakan canını kurtarmak için Türkiye elçiliğine sığındı, bir müddet orada yaşadı.

 

Suriye'deki bugünkü durum, çoğunluğu oluşturan Sünni Müslümanların orduya önem vermemelerinden, en zeki ve kabiliyetli çocuklarını askeri mekteplerde ve harbiyede okutup subay yapmamalarından dolayı meydana gelmiştir. Sünniler çocuklarını doktor, mühendis, tacir yaptılar, Nusayriler bu esnada orduyu ele geçirdiler ve sonunda ülke azınlığın eline geçti. Siz bu hikayenin başka bir versiyonunu duymuş muydunuz?

 

Mühendislik, doktorluk, tacirlik iyi para getiren mesleklerdir ama Müslümanlar yeteri kadar vasıflı öğretmen ve subay yetiştirmezlerse sonunda bu ihmallerinin faturasını canları ve hürriyetleri ile öderler.

 

(1960'lı yıllarda Salih Özcan imzalı "Suriye Bugünkü Duruma Nasıl Düştü?" başlıklı küçük bir broşür yayınlanmıştı. Şu günlerde onun mutlaka okunması gerekir ama nüshalarını nasıl bulmalı?)

17 Haziran 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

'Biz Bu Yemini Etmeyiz!'

20 HAZİRAN 2011

 

 

Yeni seçilen bazı sosyalist Kürt milletvekilleri "Biz bu yemini yapmayız, bu yemin bizim ideolojimize aykırı" demişler. İdeolojik inançlarını paylaşmamakla beraber onları tebrik ediyorum. Bravo, mertçe ve samimi hareket etmişler.

 

M. Kemal'in ölümünden sonra çıkartılmış Kemalist ideolojiye veya dine inanmayanlar, mensup olmayanlar böyle bir yemini yapamaz.

 

Müslümanlar hiç yapamaz.

 

Son doksan yıl boyunca hep aynı yemin metni olagelmiş değildir. İlk Meclis'te mebuslar (milletvekilleri) Halifeye ve Padişaha sadık kalacaklarına dair "Vallahi Billahi Tallahi" kelimeleriyle yemin etmişlerdi.

 

Bugünkü yemin darbecilerin yeminidir.

 

Bu yemin ilk fırsatta kaldırılmalı, yerine Türkiye kimliğine, kültürüne, tarihine uygun, halkın yüzde doksanının münasip bulacağı ortak bir metin getirilmelidir.

 

Cumhuriyetimiz ideolojik bir cumhuriyet olmaktan çıkartılmalı, fazilet esası üzerine oturan gerçek ve milli bir cumhuriyet haline getirilmelidir.

 

İslam dininin yeminlerle ilgili hükümleri ve kuralları vardır. Din ilimlerine vakıf olanlar bunları bilir.

 

Bendeniz Diyanet İşleri Başkanlığına bir dilekçe ile müracaat etsem ve "Bir Müslüman böyle bir yemini edebilir mi?" diye sorsam, cevap veremeyeceklerdir. Yukarıya tükürsen bıyık, aşağıya tükürsen sakal.

 

Meclis'e giren bütün dindar milletvekilleri bu yemini yapageldiler ve şimdikiler de yapacaktır.

 

Samimi olarak yapamazlar.

 

O halde taqiyye yapıyorlar.

 

Taqiyye, fetvasız ve ruhsatsız yapılmaz.

 

Böyle bir fetva ve ruhsatı vermeye icazeti ve ehliyeti olan muttaqi bir müftüden fetva almışlar mıdır?

 

Dikkat buyurunuz icazetli, ehliyetli ve taqvalı bir müftü. Biz böyle bir yemin edemeyiz, bu bizim ideolojimize aykırıdır diyen Kürt milletvekillerini tekrar tebrik ediyorum. Müslümanları da düşünmeye, muhasebeye çağırıyorum.

 

*(İkinci yazı)

 

 

İlmihal Bilgileri Hangi Kitaplardan, Hangi Âlimlerden Öğrenilir?

DİNİ konularla, namazla, abdestle, oruç, zekat ve hacla ilgili bir bilgi mi arıyorsunuz? Hanefi fıkhına tâbi olanlar merhum Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük İslam İlmihali'ne bakınız. Şafiî mezhebinde olan kardeşlerimiz muteber ve güvenilir büyük bir Şafiî ilmihaline müracaat etsinler.

 

Hacı Zihni Efendinin Nimetü'l-İslam adlı ilmihali de güvenilir ve muteber bir kaynaktır. İlmihal konusunda başka sahih kitaplar da vardır.

 

İlmihal bilgileri reformcu, dinde yenilikçi, dinde değişimci, BOP'çu, Fazlurrahmancı, ılımlı ve sulandırılmış İslam taraftarı, Kemalist ilahiyatçıların kitaplarından öğrenilmez.

 

İslam'ı AB standartlarına göre yorumlayan, hadislerde ayıklama yapan ilahiyatçılara da dini konular sorulmaz.

 

Peki, Ehl-i Sünnet Müslümanları ahlak konusunda hangi kaynağa müracaat etmelidir?

 

Bu konuda en muteber ve mükemmel kaynak Hüccetülislam Zeynüddin İmamı Gazalî hazretlerinin İhya'sıdır. İhya'yı okuyan aydınlanır; İhya'daki bilgileri, öğütleri hayata uygulayan Müslüman inşallah veli olur.

 

Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) davetinden sonra, İslam'ın yanında başka hak dinler de olduğunu iddia eden kişi alim değil cahildir, dall ve mudildir. Böylelerine soru sorulmaz, onlardan fetva alınmaz. Onların batıl ve sahte ictihadlarından bucak bucak kaçmak gerek.

 

İmanın altı temel şartından biri olan kaderi açıkça veya zımnen inkar eden kişiye din sorusu sorulmaz.

 

Kabir ahvalini, iki soru meleğini, şefaati inkar edene de sorulmaz.

 

Ehl-i Sünnet ulemasının aleyhinde ciltlerle reddiye yazdığı bid'atçi Albanî'yi hadis imamı sanan kişiden fetva istenmez.

 

Tarikat evliyası evliyauşşeytandır hezeyanını savuran, mü'minlere kafir dediği için kendisi kafir olan kişileri din alimi sanan, onlara soru soran şaşkındır.

 

Sevgili Müslüman kardeşim, şayet Ehl-i Sünnet ve Cemaat itikadında ve mezhebinde isen, din konusundaki sorularını icazetli Ehl-i Sünnet alim ve fakihlerine sor, onların kitaplarını oku.

 

Reformculara, dinde yenilik ve değişim isteyenlere, BOP'çulara, Fazlurrahmancılara, Kemalist ilahiyatçılara, AB normlarına ve Feminizme göre hadîs ayıklayıcılarına soru soranlar aydınlanmaz, doğru bilgilen(diril)mez.

 

Dünyada şu anda başka hak dinler de var, onların (İslam'ı, Peygamberi, Kur'anı inkar eden) bağlıları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diyenler karanlıklar içinde yüzüyor. Başkalarını nasıl aydınlatacaklar?

 

*(Üçüncü yazı)

 

 

Mantık Dersleri

BÜTÜN dünya liselerinde mantık dersleri okutulur. Bizde, ders müfredatı listesinde yazılı olsa da genç nesillere mantık okutulmaz, mantık kültürü verilmez. Mantık kültürü nedir? Lisede iyi bir hocadan, iyi bir ders kitabıyla mantık okur, mantık öğrenirsin. Sonra hayata atılırsın, bunların yıllar sonra büyük kısmını unutursun, o unutmadan sonra geriye kalan şey (neyse) mantık kültürüdür.

 

Maalesef bizde on milyonlarca okumuş vatandaş yeterli mantık kültürüne sahip değildir.

 

Bana sık sık "Be adam hep olumsuz şeyleri yazıyor, içimizi karartıyorsun, bu memlekette hiç iyi şey yok mudur?" mealinde serzenişte bulunanlar oluyor.

 

Bendeniz kötü, olumsuz, helak edici, yıkıcı kötülükleri, hataları, noksanları uyarmak için yazıyorum. Bunları yazmam, mantıken iyi şeyler olmadığına delalet etmez.

 

Mantık okumayan kimseler iyilerle kötüleri birbirine karıştırıyor.

 

Çok kötü bir şeyin yanındaki az veya orta kötüyü iyi sanıyorlar.

 

İyi inançların, düşüncelerin, aksiyonların, davranışların kategorisi başkadır; kötü olanlarınki başka.

 

Şu mantıksızlığa bakın: Şu adam ötekinden daha az çalıyor, daha az rüşvet alıyor, daha az haram yiyor, binaenaleyh ondan iyidir... Doğrusu nedir: Az hırsızlık yapan çok hırsızlık yapandan daha az kötüdür, o asla ondan daha iyi olamaz. Her ikisi de kötüdür.

 

İslam hukukunda ve hikmetinde "Ehven-i şerreyn tercih olunur" maddesi vardır. Bugünkü kaba Türkçe ile "İki kötüden, az kötü olanı tercih olunur, seçilir" demektir. Arapçada birçok çoğul vardır. Şerreyn ikili çoğuldur, yani iki kötü demektir. Üç kötüye şerreyn denilmez.

 

Bu hukuk ve hikmet kuralının açıklaması şöyledir:

 

Önümüzde sadece iki şık var (bir üçüncüsü yok), bunlardan birini seçmek zorundayız. Hangisini seçeceğiz? Az kötü olanı seçeceğiz...

 

Birkaç örnek vereyim: Bir kadın çok zor doğum yapıyor. Kocasının ve doktorların önünde sadece iki şık, iki ihtimal var: Ya kadın kurtulacak, bebek ölecek, yahut bebek doğacak ama kadın ölecek... Her ikisinin birden tıbben kurtulma ümit ve ihtimali yok. Şimdi ne yapılacak? Ya anneyi, ya bebeği seçeceksin... Hangisi kötünün daha hafifidir?

 

İkinci örnek:

 

Bir gemidesin, gemi battı, sen (ancak seni taşıyabilecek) bir kalasa tutundun. Bir kazazede yüzerek sana yaklaşıyor. Kalas ikinizi birden çekmez, o tutunursa ikiniz birden boğulacaksınız. Onun kalasa çıkması durumunda iki kişinin boğulması ile ilgili büyük bir şer var, onu uzaklaştırırsan bir kişinin ölmesi ile ilgili birincisinden daha hafif bir bir şer var. Hangisi tercih olunur? Mecelle-i Ahkam-ı Adliye'nin Kavaid-i Külliye kısmında bulunan bu hikmet ve hukuk kuralını bilmeyen, mantık okumamış, şerreyn nedir, ehven nedir bilmez bir adam kalkıyor, sen kötüyü tercih ediyorsun, sen nasıl Müslümansın, sen kötüsün diye bir yığın saçma sapan laf ediyor, işi bazen hakarete kadar götürüyor.

 

Susuz kalan bir Müslüman, içecek hiçbir helal sıvı bulamıyor, sadece içilmesi haram olan şarap var. Onun önünde iki şer vardır (üçüncü bir şık ve ihtimal yoktur): Ya şarap haramdır diyerek içmeyecek ve ölecek, yahut susuzluğunu giderecek kadar (daha fazla değil) şarap içip kurtulacak. İkisi de şer ama hangisi ehven, daha hafif?

 

Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur kaidesinin geçerli olması için ortada üçüncü veya daha başka bir tercih imkanının bulunmaması gerekir.

 

Şartlar bir İslam düzeninin kurulmasına müsait değil. Önümüzde iki şık, iki yol, iki tercih var. İkisi de kötü. Birinden birini tercih zorundayız. Hangisini seçeceğiz? Ehven olanını.

 

 

Bir ara kendilerini dört dörtlük birinci sınıf mücahid gösteren hızlı radikaller vardı. Ehven-i şer ile ehven-i şerreyn arasındaki farkı bile temyiz edemezlerdi. Mantık falan hiç bilmezlerdi. Kendileri gibi düşünmeyenlere verir veriştirirlerdi.

 

İmkanı olan lise ve üniversite mezunu Müslümanlara şu dersleri almalarını bilhassa tavsiye ediyorum:

 

(1) Mantık dersleri.

 

(2) Mecelle-i Ahkam-ı Adliye Kavaid-i Külliye dersleri.

 

(3) Telhis-i Usul-i fıkıh dersleri.

 

Bu üç dersi ehliyetli hocalardan tederrüs etmezlerse (ders alıp öğrenmezlerse) vakitlerine ve paralarına yazık olur.

 

Bunları okuyacaklar, öğrenecekler ve imtihan verip belge alacaklardır.

 

 

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Taqiyye Yapmasınlar

 

 

Bendeniz iftihar ederek Ehl-i Sünnet Müslümanı olduğumu açıkça beyan ve ilan etmekteyim. İtikat (inanç) konularında imamım İmamı Mâturidî hazretleridir. İslam'ı Hanefî fıkhına göre hayata uygularım. Ebu Hanife hazretleri, bir yönden itikat konusunda da imamımdır. Meşreb itibarıyla, Şeriattan kıl kadar ayrılmamak şartıyla tasavvufa taraftarım. Allahü Teala hazretlerini kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh bilirim.Her kardeşimiz nasıl bir Müslüman olduğunu, hangi boyayla boyanmış bulunduğunu açıkça beyan etmelidir.

 

Müslümanların Müslümanlara taqiyye yapması doğru değildir.

 

Vehhabi, Vehhabi olduğunu açıkça söylesin.

 

Mezhepsiz, mezhepsiz olduğunu.

 

Telfik-i mezahib taraftarı, bu görüşte olduğunu.

 

Fazlurrahmancı, Fazlurrahmancılığını... Bir kısım Müslümanların taqiyye yapmaları fitne ve fesada sebebiyet vermektedir.

 

Fazlurrahmancılar inançlarını, görüşlerini, mezhep ve meşreblerini açıkça beyan etsinler ve olumlu bir tartışma zemininde ulema ve fukaha, Ehl-i Sünnet ile Fazlurrahmancılık arasındaki uyuşmazlıkları ilmin ışığında müzakere etsin.

 

İşte Fazlurrahmancılar bunu yapmıyor. Dinde Diyalog ve Hoşgörü mezhebi taraftarları da eteklerindeki taşları döksün. Çok açık, çok seçik şekilde inançlarını, görüşlerini, tezlerini ortaya koysunlar. Bunlar da Ehl-i Sünnet ulema ve fukahası tarafından müzakere edilsin. Ehl-i Sünnet dışı fırkalar genellikle böyle yapmıyor ve taqiyye siyasetiyle saman altından su yürütüyor.

 

Halk farkında değil ama şu anda Diyanet kadrolarını ele geçirmek için dehşetli bir faaliyet var. Sessiz sedasız sinsice...

 

Bendeniz bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak, fetva isteyeceğim müftünün, arkasında namaz kılacağım imamın, konuşmasını dinleyeceğim vaizin itikadını, mezhebini, meşrebini bilmeliyim. Bir imam "Bu devirde üç hak ibrihimî din vardır, Hz. Muhammed'i, Kur'anı, İslam'ı inkar eden gayr-i Müslimler Cennetliktir" diyorsa, Sünnî olarak onun ardında namaz kılamam.

 

Bir imam "Fazlurrahman büyük ve mübarek bir din önderidir. Onun Tatiliye mezhebi haktır. Kur'andaki nice kesin hükümler tarihseldir, bugün geçerli değildir" inancına sahipse onun ardında da namaz kılamam. Bir imam müteşabihatı lügavi manaya alarak "Allah'ın insanlar gibi eli, ayağı, yüzü vardır. O iner çıkar. Onun ciheti vardır..." gibi inançlara sahipse onun ardında da namaz kılamam. Evet tekrar ediyorum: Diyanet kadrolarını ele geçirmek için birtakım fırka ve hizipler var güçleriyle sinsice çalışıyor. Dehşetli taqiyye yapılıyor.

 

Taqiyye, zalim ve harbi kafirlere karşı yapılabilir.

 

Mü'minin mü'mine taqiyye yapması caiz değildir.

 

Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuştur. Fazlurrahmancılık mezhebinin hak olduğuna inanan kişi şayet samimi ise, bu inancını ve meşrebini gerekçeleriyle birlikte açıkça beyan ve ilan etmelidir.

 

Diyanet'i mezhebler üstü hale getirmek için son yıllarda sinsi bir faaliyet vardır. Bu faaliyet yanlıştır. Bunun BOP'tan kaynaklandığını sanıyorum.

 

Türkiye'deki Sünnî çoğunluğu diyalogçuluk yoluna sokmak için de yıllardan beri yoğun bir faaliyet yapılıyor.

 

Diyalogçular, Kur'anın "Allah katında din İslam'dır" kesin inancına aykırı görüşler ve beyanlar sergiliyor.

 

Resulullah'ı, Kur'anı, islamı inkar eden Ehl-i Kitabın da ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduğunu iddia etmek Kur'ana ve İslam'a aykırıdır. Büyük paralar harcanarak, büyük te'lif ücretleri ödenerek dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim yapmak isteniyor. 1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir hadîs ayıklama teşebbüsü var.

 

Peygamberimizin hadisleri ancak hadis ilmine göre tasnif edilebilir.

 

AB norm ve standartlarına göre hadîs ayıklamak bir faciadır.

 

Feminist ideolojiye göre hadîs ayıklamak bir rezalettir.

 

Eee Avrupalılar, Haçlılar, Siyonistler cihad istemiyormuş, öyleyse cihad hadîsleri ayıklansın... Böyle kepazelik olur mu? Herkes samimi olsun, açık konuşsun, mü'minler birbirine taqiyye yapmasın, birbirini aldatmasın.

 

İhtilaflı meseleler ve konular ulema ve fukaha tarafından ilmin ışığında müzakere edilsin.

 

Kemalist ilahiyatçılar, Yüce İslam dini ile M. Kemal'in ölümünden sonra çıkartılmış ideolojiyi birbirine uydurmak için çalışmasınlar. Gayretleri boşunadır. Çünkü dünyada birbiriyle hiç uyuşmayacak şeyler listesinin başında İslam ile Kemalizm gelir. Tevhid inancı ile Teslis inancı da asla uyuşmaz ve bağdaşmaz.

 

* (İkinci yazı)

 

 

Her şey para için

Para kazanmak, zengin olmak, köşeyi dönmek, voli vurmak gibi niyet ve maksatlarla yazılan ve yayınlanan din kitapları, içlerinde yanlış olmasa bile bereketli ve tesirli olmaz.

 

Peygamber Efendimiz "Ameller niyetlere göredir" buyurmuşlardır.

 

Bir din hocasının telif ücreti almak, zengin olmak, mal ve mülk edinmek için kitap yazması ihlas prensibine aykırıdır.

 

Matbaanın zuhurundan önce büyük ulema, fukaha, mürşidler kitaplarını, risalelerini sırf Allah rızası için yazarlardı.

 

Eserlerinden telif ücreti almazlardı.

 

Onların ücretleri mahlukata ait değildi, Haliq'a aitti.

 

Onlar ücretlerini dünyada değil, âhirette isterlerdi.

 

Bu devirde samimi ve ihlaslı bir din alimi faydalı ve hayırlı bir kitap yazmış, bundan birkaç kuruş telif ücreti kazanmış... Benim kasd ve tenkit ettiğim bu değildir.

 

Adam alim olmuş ve şeytanca düşünüyor: Tefsir mi yazsam, hadis külliyatı mı tasnif etsem, yoksa büyük bir siyer mi hazırlasam?.. Acaba hangisinde daha fazla gelir var? İşte bendeniz bu zihniyeti, bu hırsı, bu fasit ve bâtıl niyeti tenkit edip kötülüyorum.

 

Hıristiyan dünyasında Haçlı misyonerlik teşkilatları var. Onlar insanlığı Teslis inancına çekmek için yekun olarak yüz milyonlarca, hatta milyarlarca kitap, broşür, dergi yayınlıyorlar. Bunları para kazanmak, ticaret için yapmıyorlar. Kendi inançlarına hizmet için yapıyorlar. İşte böyle çalışmalar İslam dünyasında yoktur.

 

Yahova Şahitleri adında yarı din, yarı tarikat (sect) bir topluluk var. Bunlar, bazı küçük boy ciltli kitapları 100 dilde 100 milyon adet basıp yayıyor.

 

Bizde para kazanmak, ticaret yapmak, köşeyi dönmek için yayınlanan din kitaplarının, Kur'an tercüme meal ve tefsirlerinin bir kısmında çok vahim, inananı dinden imandan çıkartacak hatalar bulunmaktadır.

 

İslamî kesimde para çok. Denizde kum, Müslümanlarda para... Keşke bu paraların bir kısmı ile çok sahih, çok faydalı, çok etkili İslamî kitaplar, broşürler hazırlansa, bunlar on milyonlarca basılıp ya bedava olarak, yahut sermayesine Müslümanlara verilse.

 

İslam kitaplarında cemaat ve tarikat militanlığı ve holiganlığı yapılmamalıdır.

 

Böyle hayırlı kitapların kağıdı, baskısı, dizaynı, üslubu son derece çekici ve etkileyici olmalıdır.

 

Ümmet-i Muhammed, ilimlerini ve irfanlarını telif ücreti ve para konusunda satmayacak muhlis ulema, fukaha ve mürşidler yetiştirmelidir.

 

İmamı Gazalî hazretleri bugün yaşasaydı, bir grup Müslüman ona gidip "Efendi hazretleri gençliğe çok faydalı olacak bir risale kaleme alsanız da onu Allah rızası için yayınlasak" deselerdi seve seve yazardı. Bilahare bir zarf içinde kendisine bir miktar telif ücreti verilse öfkelenir, çok üzülür, parayı reddeder ve çok kırılırdı. Kamil, gerçek, varis-i Muhammedî ulema, fukaha ve mürşidler ilimlerini, irfanlarını, nasihatlerini, kitap ve risalelerini para mukabilinde yazmazlar. Ne kötü günlerde yaşıyoruz. Kur'an tercümesi meali tefsiri parayla, hadis kitapları (nâdir istisnâlar dışında) parayla, ilmihal parayla yazılıyor. Para ve maddi menfaat yoksa yazılmıyor...

 

Allah sonumuzu hayr eylesin, hepimize akıl, fikir, vicdan ihsan etsin.

 

* (Üçüncü yazı)

 

 

Birinci Madde Kokuşma

Önemli, hayatî konuları sık sık tekrarlamak gerekir. Ülkemizdeki kokuşma çok önemli bir konudur. Nasıl yüksek şeker, yüksek tansiyon, uyuşturucu almak vücudu çürütür ve çökertirse kokuşma da toplumu çürütür ve çökertir.

 

Şu anda İslam dünyasında hiçbir ülkenin ve toplumun temizlik ve şeffaflık notu 10 üzerinden 5'in üzerinde değildir. İslam ülkelerinde yoğun bir kokuşma müşahede edilmektedir.

 

Maalesef Türkiye'nin notu da 5'in altındadır, yani sınıfta kalmıştır.

 

Bu notu en kısa zamanda 7'ye çıkartamazsak (maddî kalkınmaya ve bazı siyasî başarılara rağmen) çöküş, çürüme, sarsılma, dağılma önlenemez.

 

Kokuşma sadece iyi bir anayasayla, iyi ve adil kanunlarla, temiz bir idareyle önlenemez.

 

İşin başı şunlardır:

 

1. Çocuklara, genç nesillere üstün bir aile terbiyesi vermek... 2. Bu iyi aile terbiyesinin yanında, iyi bir eğitim sistemi ile yeni nesilleri kaliteli insanlar ve vatandaşlar olarak yetiştirmek.

 

Ülkemizde birinci gücü oluşturan büyük medya, bilhassa tv'ler toplumu ahlaksızlığa sürüklemektedir. Müstehcen yayınlar geleneksel ahlakı yıkmakta, insanları en âdi hedonizme sürüklemektedir. Hırsızlığın, rüşvetin, haram yemenin, hortumlamanın her türü âdeta mübah hale gelmiştir. Sözde kadın hak, hürriyet ve haysiyetine taraftar düzen, kadınlara TC'li resmi fahişelik vesikaları vermekte, bunlardan alınan KDV ve gelir vergileri bütçeye katılmaktadır.

 

Seçimleri kazanan bütün vatansever milletvekillerinin birinci vazifesi kokuşmayla mücadele etmektir.

 

"Bu memlekette kokuşma mokuşma yoktur, Türkiye'miz tertemiz bir ülkedir" diyecek biri çıkarsa ona "Efendi sen kör müsün? Her yıl yayınlanan uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerine bakmıyor musun?.." derim. Yiyiciler malum sebepler dolayısıyla kokuşma konusunun gündeme getirilmesinden, müzakere edilmesinden, önleyici tedbirler alınmasından, çare ve çözümler aranmasından memnun ve hoşnut kalmıyorlar. Onlara bir kere daha hatırlatıyorum: Türkiye kokuşma bataklıklarından kurtulmadıkça, bütün maddî kalkınma ve gelişmelere rağmen batacaktır.

 

 

21 HAZİRAN 2011

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Deccallar ve Deccaliyet Fitnesi

 

 

 

Kıyamet kopuncaya kadar bir deccal değil, birçok deccal çıkacaktır. Sahih hadîste "Otuz kadar deccal ve kezzab zuhur edeceği, bunların kendilerini tanrı veya tanrının elçisi olarak gösterecekleri" haber verilmiştir.

 

Bu asırda iki tür deccal vardır: Kişi deccallar ve kurum, tüzel kişi, topluluk şeklinde deccallar.

 

İslam dünyasında Müslümanları Allah'tan, Kur'andan, Sünnetten, Şeriattan, din ve imandan, ahlaktan, faziletten, hikmetten ayırmak için, icabında kan dökmeye kadar uzanan zulümler ve baskılar yapan şahıslar, rejimler, sistem ve düzenler bir tür mecazî mânada deccaldir. Bunların başındaki zâlim diktatörler de...

 

Bugün başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasını saran, pençe-i hakimiyeti altına alan genel bir deccaliyet vardır.

 

Bu deccaliyetin zalim, şeytanî, merhametsiz, amansız komitaları vardır.

 

Bunların elinde deccalî kurumlar, aletler, güçler, araçlar bulunmaktadır.

 

Gerçek şahıs, tüzelkişi, kurum, zihniyet olarak deccal ve deccaliyetler neler yapıyor, onların amaçları nedir?

 

1. Onlar Allah'a ve Resulüne savaş ilan etmişlerdir. Bu savaşın bir kısmı açıkça, bir kısmı sinsice yürütülüyor.

 

2. Onlar Müslümanları Allah'a itaat dairesinden çıkartıp küfür, şirk, günah, isyan, tuğyan bataklıklarına sürüklemek için gece gündüz çalışıyor.

 

3. Onlar Kur'an sisteminin, nizamının, ahlakının en büyük karşıtları ve düşmanlarıdır. Onlar, Müslümanların Kur'anı hayata uygulamasını istemiyor.

 

4. Onlar, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, insanlar için en güzel örnek ve model Resulullah'ın düşmanlarıdır.

 

5. Onlar bütün doğru inanç, düşünce ve hükümlerin, bütün iyi amellerin ve iyiliklerin, bütün güzel şeylerin kaynağı olan Şeriat-ı Garra-i Ahmediyeye düşmandır. Onlar Müslümanları Şeriatsız Müslüman (!) yapmak için şeytanla birlikte çalışıyor.

 

6. Onlar din ile hayatı birbirinden ayırmak, dini vicdanlara hapsetmek istiyor.

 

7. Onlar kadınları ve kızları azdırıp toplumu ahlaksızlık tufanları içinde yıkmak istiyor.

 

8. Onlar Türkiye toplumunun modern Sodom ve Gomore olmasını, hatta beter olmasını istiyor ve bu yolda var güçleriyle çalışıyor. Bu konuda korkunç tahribat yapmışlardır.

 

9. Onların cehennemî ve şeytanî iletişim kurumları ve âletleri çok nâdir istisnalar dışında her Müslümanın evine girmiş olup, mü'minlerin harîm-i ismetlerine müstehcenlik, zina, fuhuş, içki, kumar, seks azgınlığı, yalan, dolan, gıybet, iftira, fitne, fesat, günah, isyan lağımları akıtmaktadır.

 

10. Deccalların ve deccaliyetin en büyük silahı ve aleti para, mal, zenginlik hırsı, benlik, lüks ve israftır. Deccallar Müslümanların Altın Buzağı'ya tapmasını istiyor.

 

11. Deccallar ve deccaliyet, toplumu kokuşturmak için her şeyi yapıyor.

 

12. Deccal içkiyi, ahlaksızca eğlenceleri, seks azgınlıklarını teşvik ediyor.

 

13. Deccallar ve deccaliyet yakın tarihimizde birtakım zayıf karakterli ve düşük ahlaklı sözde Müslüman, aslında katmerli münafık kimseleri de parayla, makam ve mevki vererek alet edip kullanmıştır.

 

14. Deccallar ve deccaliyet İslam'ı tahrif etmeye, Müslümanları doğru yoldan saptırmaya çalışıyor. Bu maksatla dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, ılımlı İslam, BOP İslam'ı, AB standartlarına uygun İslam, sekülerleşmiş İslam, İslam Protestanlığı, Tarihsellik mezhebi, Feminizme uyarlanmış ve ayarlanmış İslam, Kemalizm ile İslam bağdaşır mezhebi gibi akımlar türetiyor.

 

15. Vaktiyle Hindistan'da hükümdarlık yapmış olan Ekber (Ekfer) Şah da bir tür deccaldı ve maalesef birtakım ulema-i su' (kötü ve alçak alimler) onun etrafında toplanmışlar, ona yağcılık ve yalakalık etmişler, küfrüne hizmet etmişlerdir.

 

İslamî açıdan bugün ülkemizde korkunç ve dehşetli bir deccaliyet tahribatı görülmektedir.

 

Bir kısım kadın ve kızların hali yürekler acısıdır.

 

İçki son derece yaygın hale gelmiştir ve kısıtlama çabaları engellenmektedir.

 

Kur'an, Sünnet ve icma-i ümmetle büyük günah ve suç olduğu kesinlikle bildirilen ve bilinen zina suç olmaktan çıkartılmıştır.

 

Ahir zaman alametlerinden zina ve bina yaygın ve genel hale gelmiştir.

 

Müslüman kadın ve kızlarının tesettürüne cephe alınmıştır.

 

Bazı kurumlarda namaz kılmak, oruç tutmak, karısı ve kızı başörtülü olmak büyük suçtur.

 

Deccalların ve deccaliyetin sayesinde haram yemek genelleşmiştir.

 

Deccalların ve deccaliyetin en büyük korkusu Ümmet-i Muhammed'in alim, arif, fazıl, takvalı, cesur, hikmetli, ehliyetli, liyakatli, güçlü bir İmam-ı Kebir seçip ona biat ve itaat etmesidir.

 

Müslümanlar bugünkü durumlarıyla deccalların ve deccaliyetin şerlerini def' edip selamet ve necat sahillerine çıkamaz.

 

Âhir zamanda geleceği, inkârı mümkün olmayan derecede çok râvinin ve rivayetin delaletiyle bilinen Mehdi hazretleri zuhur ve huruc edince Deccal, Süfyan, deccaliyet ve süfyaniyet ile etkili mücadele edilebilecektir.

 

Mehdi'nin zuhur edeceğine dair rivayetler mânevi tevâtür derecesinde olup, bunları inkâr edenler bid'atçidir. İnkarları, cehaletten değil de, Resulullahı tekzip ve red şeklindeyse onların küfründen korkulur.

 

Mehdi ve etrafındaki iyiler ve doğrular ordusu Kur'an, Sünnet, Şeriat ahkamını tekrar yürürlüğe koyacaktır.

 

Yeryüzünde adaletli, güvenli, faziletli, ahlaklı, hikmetli bir Altın Çağ yaşanacaktır.

 

Âhir zamanda nüzulu kesinlikle, tevatür derecesindeki haber ve rivayetlerle bildirilmiş olan Hz. İsa aleyhisselam gelip Müslümanların safına katılınca gayr-i Müslimler kütleler halinde hidayete geleceklerdir.

 

Melhame-i Kübrada, büyük kanlı savaşlarda son büyük Deccal öldürülecek, deccaliyet yerin dibine batırılacaktır.

 

Bu benim yazdıklarımı binlerce büyük ulema, fukaha, eimme, müctehidîn, meşayih, mürşid-i kâmiller, kutublar, gavslar, ricalullah haber vermişlerdir.

 

Bütün süleha-i ümmet (dün ve bugün) Mehdi'nin zuhur, İsa aleyhisselamın nüzul edeceğinde ittifak etmişlerdir.

 

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kesin şekilde haber vermiş olduğu, haklarında tevâtür beyyinesi bulunan şeyleri tekziben ve muanniden inkâr edenlerin kâfir olacağı bildirilmiştir.

 

Bugün, imanını korumak isteyen şuurlu ve uyanık bir Müslümanın temel vazifelerinden biri deccallara, deccaliyete, tağutlara karşı olmak, onlara kalben buğz etmek, adavet beslemek, kardeşlerini onların pençelerinden kurtarmak için çalışmaktır. Bu çalışma münferiden iyi yapılamaz, müctemian planlı programlı yapılmalıdır. Deccalla ve deccaliyetle mücadele eden iyi ve hayırlı kimseler ve kurumlar desteklenmelidir.

 

Deccalin ve deccaliyetin teşvik ettiği kötü metotlarla hayır işleri yapılamaz.

 

Müslümanlar her hâl ü kârda müstaqim (dosdoğru ve dürüst) olmakla yükümlüdür.

 

Deccal aynı zamanda kezzabtır, yani çok yalan söyleyendir.

 

Kendisini deccal ve deccaliyet fitnesinden korumak isteyenler Kur'an ve Sünnet dairesine girip Allah'a ve Resulüne itaat etmelidir.

 

Deccale karşı olanlar Şeriat-ı Garra-i Ahmediyeye hizmet etmelidir.

 

Deccala karşı olanlar sakın haram yemesinler. Haram yiyenler, dolaylı şekilde Deccal'e hizmet etmiş olur. Görür müyüz, görmez miyiz bilmem ama Müslümanlar Mehdi ve İsa aleyhisselamın zuhuruna muntazır olsunlar (çıkışını beklesinler).

 

Âhir zamanın büyük fitneleri, melhameleri başlamıştır. Herkes safını belirlesin, yerini alsın.

 

Allah'ın, Resulullah'ın, Kur'ân'ın, İslam'ın, imanın, ahlak ve faziletin, hikmetin hizbi içinde yer alanlar en doğrusunu yapmış olurlar.

 

Ey Müslümanlar!.. Paralı kiralık askerler olmayınız. Gönüllü mücahidler olunuz.

 

Küçük cihatta başarılı ve muzaffer olmak istiyorsak önce nefislerimizle büyük cihad yapmalıyız.

 

Deccalin ve deccaliyetin en büyük yardımcıları din sömürüsü yapan, dinini dünya için satan sefihlerdir.

 

Gerçek ve sâdık mü'minler için, ömürleri ölümlerine iman ile bitişip hüsn-i hâtime ile göçmüş olurlarsa ebedî zarar ve ziyan yoktur, onlar için ebedî saadet vardır.

 

22 HAZİRAN 2011

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...