Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Selmanbey

Mehmet Şevket Eygi

Recommended Posts

Allah Cezanızı Versin!..

 

İSLAMCILIĞIN cıcığını çıkarttınız, Allah belânızı versin!.. Ben çoğunuzun o eski mücahitlik günlerini bilirim, ne nutuklar atıyor, mangallarda kül bırakmıyordunuz. Sonra mücahitlik postunu çıkardınız müteahhit oldunuz.

 

Müslümansan, hangi meşreb ve mezhepten olursan ol, mutlaka doğru ve dürüst olmak zorundasın. Siz yıllar var ki, doğruluk şişesini taşa vurup paramparça ettiniz. Allah bin kere belânızı versin!

 

Namaz kılıyor, günde onlarca defa Allah'tan sirat-ı müstaqime (doğru yola) kılavuzlamasını lisan ile niyaz ediyorsunuz ve hayatta tam tersini yapıyorsunuz.

 

Bre uğursuzlar!..

 

İslam'da devlet ve belediye bütçelerini hortumlamak var mıdır?

 

Rüşvet almak var mıdır?

 

Haram yemek var mıdır?

 

Her türlü emanete hıyanet etmek var mıdır?

 

Yalan söylemek, halkı aldatmak var mıdır?

 

Arsa ve arazileri yapılaşmaya açarak, binalara fazla kat çıkma izni sağlayarak haram komisyonlar almak var mıdır?

 

İhalelere fesat karıştırmak var mıdır?

 

Haram yollarla süper zengin olmak var mıdır?

 

Size beddua ediyorum. Allah belanızı versin!.. İki yakanız bir araya gelmesin!.. Haram servetlerinizi huzur içinde yiyemeyin emi!..

 

Müslümanların yüzünü kara çıkarttınız... Başınız belâdan kurtulmasın.

 

07.08.2010 - Milli Gazete

 

Selmanbey: İmza!..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu güzel yazıyı paylaştığın için teşekkür ederim kardeş. Allah razı olsun. Bende yazarın Abdulhamid Han'la ilgili bir yazısını burda paylaşmak istiyorum. Saygılarımla...

 

Sultan Abdülhamid Zamanında İstanbul’da Din

 

Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında İstanbul'da dinî durum şöyleydi:

 

(1) Osmanlı'nın "Milletler(Dinî cemaatler) sistemi" uygulanıyordu.

 

(2) Birinci Millet, çoğunluğu oluşturan "İslâm Milleti" idi.

 

(3) İkinci millet "Ortodoks Rum Milleti" idi.

 

(4) Bu ikisinden sonraki Milletler ve cemaatler şunlardı: Ermeni Milleti, Katolik Latin Milleti, Yahudi Milleti ve diğerleri.

 

(5) Her Millet okul açabilir ve çocuklarını kendi dinine göre yetiştirebilirdi.

 

(6) Müslümanların medreseleri vardı. En ünlü ve yüksek medreseler Fatih ve Süleymaniye sahn medreseleri idi.

 

(7) Bütün Müslüman okullarda her sabah din ve Kur'ân dersi vardı.

 

(8) En ileri, en parlak, en modern, şimdilerde "Batı'ya açılmış pencere" gibi gösterilen Galatasaray Mekteb-i Sultanîsi'nde (Lisesinde) Müslüman öğrenciler günlük namazları okul camiinde okul imamının ardında cemaatle kılmak zorunda idiler.

 

(9) Ramazan ayında açıkta oruç yemek yasaktı.

 

(10) Ehl-i Sünnet dairesi içinde olmayan Şiîlerin kendi camileri ve okulları vardı.

 

(11) Bütün Müslüman kadınları çarşaf ve peçe giyerdi. (Daha önce yaşmak ve ferace vardı, sonra çarşaf ve peçeye geçildi.)

 

(12) Nüfusu bir milyon olan şehirde yüzlerce tasavvuf tekkesi, zaviyesi, dergahı vardı, genellikle perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde toplu zikir yapılırdı.

 

(13) Halife ve Hakan Sultan Abdülhamid Şazelî tarikatına mensuptu. Şeyhi Muhammed Zâfir el-Medenî ile hemen hemen her gece gizlice görüşürdü. Başka şeyhleri ve intisabları da vardı.

 

(14) Sultan Abdülhamid beş vakit namazını kılan dindar bir devlet reisiydi.

 

(15) Kızları 11 yaşına gelince onları tesettüre sokardı.

 

(16) Şehirdeki toplu taşıma vasıtalarında (tramvay, tren, vapur) kadınlar için ayrı oturma yerleri vardı.

 

(17) Kadınlara laf atanlar, onları rahatsız edenler tutuklanırdı.

 

(18) İslâmî konularda, İslâmî eğitimde Ehl-i Sünnet ve Cemaat itikadı ve mezhebi esas alınmıştı.

 

(19) Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişiklik, ılımlı İslâm, Şeriatsız İslâm gibi konular dile getirilemezdi.

 

(20) Padişah her Cuma günü Yıldız Cami-i şerifinde Cuma Selamlığına çıkar, Cuma namazı kılardı.

 

(21) Müslüman halkın yüzde 90'i beş vakit namazı kılardı.

 

(22) Selanik Dönmeleri namaz kılar, oruç tutar gibi görünürdü.

 

(23) Farmason Cemalüddin Afganî Teşvikiye'de ev hapsinde idi.

 

(24) Bütün kışlaların, askerî mekteplerin, askerî birliklerin camileri, mescidleri, imamları vardı, ezan okunur namaz kılınırdı. Savaş gemilerinde müftüler veya imamlar olurdu.

 

(25) Ehliyeti ve icazeti olmayanların Kur'ân tercümesi, Kur'ân meali, Kur'ân tefsiri yayınlamasına izin ve ruhsat verilmezdi.

 

(26) Dinî kitaplar şeyhülislamlık dairesinde kontrol ve tedkik edilirdi.

 

(27) Müslümanlar arasında günlük hayatta, matbuatta, resmî işlerde İslâmî Hicrî takvim ile Rumî takvim esas alınmıştı. Efrencî takvim kullanılmazdı.

 

(28) Günlük vakit, alaturka ezanî saate göre ayarlanmıştı. Her gün güneş batarken saat 12.00'yi gösterirdi.

 

(29) Hıristiyan devlet memurları şapka giymezler, fes giyerlerdi.

 

(30) Müslümanların şapka giymesi yasaktı. Zaten giymek istemezlerdi.

 

Yukarıdaki yazıyı tartışmak için yazmadım. Bunlar iyi midir konusu tartışmalıdır. Dindar Müslümanlara göre iyidir, İslâm'a karşı olanlara veya ılımlı İslâm taraftarlarına, reformculara göre iyi değildir.

 

Rumlar ve Ermeniler için SultanAbdülhamid devri bir Altın Devir'di. Aradan yüz sene geçtikten sonra bir o zamanki hallerine, bir de bu günkü hal-i perişanlarına baksınlar...

Share this post


Link to post
Share on other sites

MANTIKSIZLIK 1950'lere kadar liselerimizde doğru dürüst mantık okutulurdu. Otuz kişilik bir sınıfta hiç olmazsa beş altı

gencimiz "mantık nedir, mantığın konuları nelerdir, doğru düşünmek ne demektir, doğru ile yanlışı ayırmak nasıl mümkün olur, yanlış nedir ve insan niçin yanılır?.." gibi konular hakkında bilgi sahibi oldu.

 

Şu hususun da iyi bilinmesinde yarar vardır: Eskiden az sayıda lise vardı ama onlar liseydi. Şimdi binlerce lise var ama onlar lise değil, "içine öğrenci doldurulmuş lise binalarıdır."

 

Eskiden lise diploması alabilmek için lise bitirme ve bakalorya (olgunluk)sınavları verilmesi gerekirdi. Onlar kalktı. Şimdi milyonla genç liselerin ön kapısından giriyor, birkaç yıl sonra arka kapıdan mezun oluyor.

 

Doğru dürüst edebî, yazılı, zengin Türkçe yok.

 

Doğru dürüst tarih kültürü yok.

 

Doğru dürüst felsefe kültürü yok. (Psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik...)

 

Doğru dürüst ahlâk ve karakter terbiyesi yok.

 

Doğru dürüst sanat kültürü ve tarihi yok.

 

Bugünkü zavallı liselerimiz cebir, geometri, fizik, kimya bile öğretemiyor. Öğretebilseydiler, gençler avuçla para vererek özel dershanelere gitmek zorunda kalmazlardı.

 

Mecburî din dersleri veriliyormuş... Okullarımızda okutulanlar din dersi değil, din dersi aldatmacasıdır. Vaktiyle Hindistan'da Ekber (Ekfer) Şah'ın Müslümanlığı, Hıristiyanlığı, Mecusiliği karıştırıp Din-i İlâhî adında uyduruk bir din çıkartması gibi resmî ideolojiyi, bazı İslâmî bilgi ve motifleri karıştırmışlar, olmuş resmî din dersleri.

 

Bugün politika hayatında, medyada, ülke idaresinde bir sürü yanlışlık, saçmalık, çelişki görülmektedir. Bunlar ahlâk ve mantık kültürü olmamasından kaynaklanıyor.

 

Liselerimizde doğru dürüst din, ahlâk, mantık dersleri verilmiş olsaydı, birtakım sefil sahte İslâmcılar "Bu düzen bozuktur, böyle bozuk düzenlerde nice bozuk işler yapılabilir" şeytanî fetvasına sığınıp bir sürü kötülük yapamazlardı.

 

Kütüphanemde bundan 100 yıl önce Fransa'da bazı liselerde okutulmuş, bir Katolik papazının yazmış olduğu iki cilt, bir zeylden oluşan bir felsefe dersleri kitabı var. Onun hayli geniş mantık kısmında yanlış bölümü onlarca sayfa tutuyor. (Bu kitabı merhum Celal Hoca (Celaleddin Öktem) pek beğenir ve kullanırdı.)

 

Bugün ülkemiz bir yanlışlıklar sergisi haline gelmiştir.Lise bitirmişlerimizde ise yanlış nedir, insan niçin yanılır, yanlışlar nasıl ortadan kaldırılabilir kültürü yok.

 

Medyada, politikada binlerce defa tekrarlanan şu yanlışa bakınız:

 

Lâiklik olmazsa demokrasi ve insan hakları da olmazmış...Böyle haykıran adama veya madama soralım: İngiltere'de lâiklik yok. Orada hükümdar (kral veya kraliçe) aynı zamanda resmî Anglikan kilisesinin başıdır. Ülkenin en büyük bölümünde 1944'ten beri lise ve kolejlerde, her sabah derslere başlamadan önce okul şapelinde (kilisesinde) âyin yapılmaktadır. Bu İngiltere dünyanın en demokrat ve insan haklarına bağlı ve saygılı ülkesidir. Peki bu iş nasıl oluyor. Bizim mantıksızlar cevap veremezler.

 

Ülkemizde en fazla kullanılan kelime ve kavramlardan biri hukuktur. Fransa liselerinde mantık okutulurken hukuktan da bahs edilir. Bizde ise hukuk içi boş bir kelimeden ibarettir.Lise tahsili görmüş kaç gencimiz hukuk hakkında ipe sapa gelir bir kompozisyon yazabilir?

 

Test imtihanları on binlerce Türkiyelinin kültürünü çökertmiştir.

 

Lise bitirmiş bir gencin kültürü olup olmadığı test sınavı ile değil, kompozisyonla anlaşılır.

 

Fransa'da her yıl yapılan bakalorya imtihanlarında sorulan soruların geçer not alacak cevaplarını bizde nice üstat veremez. Şu güzelim Türkiye'nin şu haline bakınız: Mantıksızlık, ahlâksızlık, bilgeliksiz, çılgınlık, aşırılık, bindiğimiz dalı kesmek, beyinsizlik, sahtekârlık, hırsızlık, talan, yalan, dolan, soygun, hortumlama, önemli ve hayatî işleri bırakıp boş ve faydasız işlerle uğraşma, kendimizi aldatma, kendimizi tatmin bataklıkları içinde kalmışız.

 

Geçen hafta olan bir rezaleti yazayım:

 

Bütün internet siteleri yazdı. Küçük bir köyde 82 yaşında bir vatandaş vefat etmiş. Cenazesini yıkamışlar, kefenlemişler, küçük olduğu için köyün kendi mezarlığı yokmuş, yakındaki köyün mezarlığına götürmüşler. Gömecekler ama o ne!.. Mezarlık hangi köye aitse oranın muhtarı yanında birkaç kişi ile "Olmaz!.. Bu mezarlık sizin değil, gömemezsiniz ölünüzü!" demiş. İki taraftan adam toplanmış... Kavga gürültü başlamış. Çatışma çıkacak... Jandarmayı çağırmışlar, resmî memurlar gelmiş, iki tarafı zar zor ikna etmişler de zavallı ölü (Allah ona rahmet eylesin) toprağa verilebilmiş...

 

Mezarlıklar devletin malıdır...

 

Mezarlığı olmayan komşu köyden 82 yaşındaki bir cenazeyi mezarlığa gömdürmek istememek, bu konuda gürültü ve çatışma çıkartmaya çalışmak, haklı ve mantıklı bir şey midir?

 

Türkiye'de nice işler işte bunun gibidir. Köylüler lise okumadılar. Peki lise ve üniversite okumuş, kimisi parlak yabancı üniversitelerden mezun politikacılarımızın, medya mensuplarımızın, aydınlarımızın, aydınımsılarımızın kaçta kaçı mantıklı ve ahlâklıdır?

 

Mantık, ahlâk, bilgelik sahasında çok fakiriz ve onlara çok muhtacız

 

 

MEHMET ŞEVKET EYGİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

BİR MİLYON VASIFLI TÜRKİYELİ

BU memlekette, aşağıda vasıflarını ve özelliklerini sayacağım Müslümanlardan YETERLİ miktarda bulunmazsa hiçbir iş doğru dürüst ve yerli yerinde olmayacaktır, olamayacaktır.

 

Yeterli miktar yuvarlak bir laf... Rakam vermek gerekirse ben bir milyon derim: Yani yetmişte bir...

 

1. Bilgi ve kültür boyutu Fransa,Japonya, Singapur, Güney Kore, İsviçre liselerinin parlak talebeleri seviyesinde olacak.

 

2. Hem genel kültür, hem de İslâmî kültür konusunda yeterli geniş kültüre sahip olacak.

 

3. Mantık, psikoloji, ahlâk (felsefî ahlâk), metafizik, estetik kültürüne sahip olacak.

 

4. Son derece güçlü bir ahlâka ve karaktere sahip olacak.

 

5. Sanat, mimarlık ve şehircilik kültürüne sahip olacak.

 

6. Az veya çok hikmet (bilgelik) sahibi olacak.

 

7. Yazılı, edebî, zengin Türkçeyi çok iyi (orta derecede değil) bilecek.

 

8. Fütüvvet ahlâkına sahip olacak.

 

9. Gerçek dindar olacak. Sahte ve sahtekâr dindar olmayacak.

 

10. İyi Müslüman, iyi insan, iyi Türkiyeli olacak.

 

11. Kesinlikle haram ve şüpheli kazanç elde etmeyecek, yemeyecek.

 

12. Son derece âdil, insaflı, hazımlı olacak.

 

13. Mütevâzı olacak, mütevâzı yaşayacak.

 

14. İnsanların kurdu değil, meleği olacak.

 

15. Son derece vatansever olacak.

 

16. Cesur ve şeci' olacak.

 

17. Çalışkan, becerikli, iş bitirir, başarılı, tuttuğunu koparır olacak.

 

Böyle adamlar ve kadınlar yetişir mi?.. Elbette yetişir? Nerede ve nasıl yetişir?

 

İyi okullarda yetişir.

 

İyi aileler yetiştirir.

 

İyi toplum yetiştirir.

 

Bugünkü adam yetiştirme sistemimizle (veya sistemsizliğiyle) Türkiye ilerler ama düşe kalka, bocalayarak, bir ileri bir geri, bir yığın hatâ yaparak ilerler.

 

Ülkeleri, devletleri, iyi, olgun, vasıflı, güçlü, üstün, temiz, ahlâklı, faziletli, bilge çocukları ilerletir, yüceltir.

 

Yazımın başında 17 vasıf, özellik, üstünlük saydım. Bunlar istemekle, heves etmekle, olsun demekle olmaz. Bunlar rehbersiz, muallimsiz, kılavuzsuz, mürşidsiz olmaz.

 

Dünyanın en iyi eğitim kitaplarını yazsanız, bunları okutacak vasıflı hocalar yoksa yine bir şey olmaz.

 

Bu yazdıklarımın şu anda gerçekleşmesi kabil değildir ama bilinsin, hatırda olsun diye kayd ettim.

MAHMET ŞEVKET EYGİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

İsmet Paşa ile başlayacağım. O cumhurbaşkanı, daha doğrusu Millî Şef olduğunda ben altı yaşındaydım... 1940'ta ilkokula gitmeye başladım. Galatasaray'ın Beyoğlu'ndaki orta ve lise kısmının süslü konferans salonunda sahnenin sağında M.KemalPaşa'nın, solunda İsmet Paşa'nın yağlıboya portreleri asılıydı.

 

İnönü 1950'de seçimleri kaybedince okuldaki portresi de kaldırıldıydı.

 

Sonra Celal Bayar ve Adnan Menderes iktidara geçtiler. Biri cumhurbaşkanı, diğeri başbakan oldu. Bu saltanat on sene sürdü. 27 Mayıs 1960'da tepetaklak oldular.

 

Orgeneral Cemal Gürsel cumhurbaşkanı oldu. Onun pek kültürlü olduğu söylenemezdi, devr-i saltanatında halka çok zulüm yapılmıştır. Bir müddet sonra ağır bir hastalığa yakalandı, askerî hastanede bir odaya konuldu. Ne kendine gelip ayağa kalkabiliyor, ne de teslim-i ruh edebiliyordu. Yatmaktan vücudu bozulmuş diye duyuyorduk.

 

Siyaset sahnesinden kimler gelip geçmedi ki... Hatâları olmuştur (hatâsız insan, hele politikacı olmaz) ama Turgut Özal'ı rahmetle anıyorum. Türkiye'nin beş vakit namaz kılan ilk cumhurbaşkanıydı. Tarikat-ı aliye-i Nakşibendiye mensubu idi. Şeyhi vardı. Eşi Semra hanım... Turgut beyin annesi Hafize teyze gelini ile görüşmezdi. Oğulları Ahmet ve Efe...Her neyse..

 

Atatürk'ü zehirlemişlerdi. Turgut Özal'ı da zehirlediler...

 

Siyaset bir değirmendir, politikacı öğütür. Cumhurbaşkanlarını, Başbakanları, bakanları, milletvekillerini...

 

Siyasî saltanatlar miadlıdır. Bugün var, yarın yoktur.

 

Koskoca Napolyon bile 1815'te Vaterlo'da yenildikten sonra İngilizlere iltica etmiş, bir gemiye bindirilmiş, Sainte-Hélène adasına sürülmüştür.

 

Hitler'in, Mussolini'nin sonları çok kötü oldu.

 

Salazar, Franco rahat döşeklerinde öldüler ama saltanatları bitti.

 

Dünya saltanatları sebatsızdır. Adnan Menderes ülke çoğunluğunun kalbinde de saltanat kurmuştur ama onu bir katil gibi asıverdiler. Hem de, asılmadan önce sağlık muayenesinden geçirilirken prostat muayenesi de yaparak...

 

Dünyada kalıcı saltanatlar vardır, mânevî saltanatlar...

 

Resulullah'ın muhabbet ve bağlılık saltanatı...

 

Büyük velilerin saltanatı. Abdülkadir Geylanî'nin, Ahmed er-Rufaî'nin, İmamı Rabbanî'nin saltanatları devam ediyor.

 

Dünya saltanatlarıyla gurura kapılanlar ne kadar büyük bir yanlış yapıyorlar.

 

Allah, mağrurları, kibirlenenleri, yer yüzünde azametle güm güm yürüyenleri sevmez.

 

Mağrurlar Allah'ın melekûtuna giremez.

 

Kul dünya sultanı da olsa tevâzudan, alçak gönüllülükten ayrılmamalıdır.

 

Fatih, İstanbul'u almış Topkapı'dan alayla Ayasofya'ya geliyor. Yanında şeyhi Akşemseddin, sadrazam, ümera ve ulema var. Ayasofya görünüyor, Padişah atından iniyor, yerden bir avuç toprak alıyor, başından aşağı saçıyor... Gururlanmamak, kibirlenmemek için...

 

Devlet büyükleri için en büyük zehir ve tehlike alkışlar ve övgülerdir. Zavallı Adnan Menderes'i, içinde yüzdüğü sevgi selleri, alkışlar, yaşa varollar mahv etti.

 

Her kemalin bir zevali vardır.

 

Yükseklere çıkanların düşme ihtimalleri büyüktür. Yüksekten düşen iflah olmaz.

 

İnsan topraktan yaratılmıştır. Sonunda toz toprak olacaktır.

 

Hep olmakta hayır yoktur. Mârifet hiç olmaktadır.

 

*

Share this post


Link to post
Share on other sites

CAMİ Mİ, İMAM MI?

SORU: Birinci cami: Yüksek, büyük, geniş kubbeli, dört minareli, her minaresinde üçer şerefe, her yeri nakış, yaldız, mermer, süs, 15 milyon dolara mal olmuş bir bina. Hoparlörleri çok gür. İmamı Diyanet'in klasik imamlarından.Cumaları doluyor, vakit namazlarında bir saf cemaat bile yok... İkinci cami: Sanat ve mimarlık boyutu olmakla birlikte çok basit ve sade bir bina. Kubbeli değil, kısa bir minaresi var. 1 milyon dolara mal olmuş. İmamı, Ezher ve Oxford mezunu icazetli bir fakih. Ayrıca Tarikat-i Aliye-i (....) şeyhi.Beş vakitte doluyor. Caminin etrafında 10 kadar araştırma ve sanat enstitüsü bulunuyor. Bu iki camiden hangisi daha hayırlı, daha fazla hizmet verendir?

 

CEVAP: Elbette ikincisi. Çünkü cami cemaati toplayan demektir. Biz şu anda camilerin binalarına, kubbelerine, minarelerine, süs ve nakışlarına önem veriyoruz; mihrabına geçecek, minberine ve kürsüsüne çıkacak hocalarına önem vermiyoruz. Yeni bir caminin binası 5 milyon dolara mal oluyorsa, onun mihrabına geçecek imamı için de, planlı ve programlı şekilde en az beş milyon harcanmalıdır. Nasıl? İhlaslı, zeki, akıllı, kabiliyetli, ahlâk ve karakteri yüksek dindar gençler bulunacak ve bunlara en az on sene eğitim verilecek. Beş yabancı dil: Arapça, İngilizce, Osmanlıca, Farsça, Fransızca... Mısır'da veya Hindistan'da tahsil, İngiltere'de doktora... Çeşit çeşit ilim, irfan, hikmet, sanat... Türkçe, Arapça, İngilizce ilmî ve ciddî kitaplar yazacak. Geleneksel bir sanat dalında behresi olacak. Bu kadar kültürlü olursa insan azar, gurur ve kibre kapılır. Bunu önlemek için de tarikata sokulacak, istidadı varsa şeyhinden hilafet alacak.

 

Bu anlattığım imam, Diyanet'in verdiği maaşı kendisine harcamaz. Her ay alır, zarflara koyar dağıtır. Peki nasıl geçinir? Aileden gelen rantları yoksa telif ücretleri, ürettiği sanat eserlerinin geliriyle yaşar.

 

İstanbul'da en az böyle 100 imam olmalıdır. İskender Paşa Cami-i şerifi imamı ve hatibi merhum Muhammed Zahid Kotku hazretleri Nakşibendî şeyhi idi. Camii beş vakitte dolardı. Fatih'te mahalle arasında o mabed bir Kâbetü'l-uşşak gibiydi. Politikacılar, profesörler, gazeteciler, yazarlar, büyük iş adamları hocaefendiye bağlıydı. 1970'li yılların sonuna doğru bir gün "Dün gece yatsıdan sonra Alparslan Türkeş geldi, Efendi ile görüştü..." diye duymuştum. Hocaefendi siyasetle meşgul olmazdı ama siyaset onu görmezlikten gelemezdi. Zahid efendi hazretlerinin milyonlarca muhibbi vardı. Bu muhabbet intisabı insanların imanının kuvvetlenmesine, namaz kılmalarına, ahlâklı Müslüman olmalarına yol açardı.

 

Evet önemli olan cami binaları, kubbeler, minareler hoparlörler, yaldızlar, tezyinat değildir. Önemli olan Dine, İmana, Kur'âna, Sünnete, Şeriata, Ümmete hizmet verecek ulemâ, fukaha ve eimmedir (din âlimleri, fakihleri, imamlardır.)

 

Caminin binasına, maddî yapısına 15 milyon dolar verip de, mihrabına geçecek, minberine çıkacak hocasına yatırım yapmayan zihniyet ile kurtulamayız.

 

İstanbul'da 3 bin cami olduğu söyleniyor, belki bu rakam daha fazladır, bu mabetlerin 100'ünde, hem İslâm'ı iyi anlamış, hem çağ kültürü seviyesinin üzerinde zülcenaheyn imamlar olmalıdır. Böyle imamlar iyi bir plan programla, büyük paralar sarf edilerek yetiştirilebilir. Böyle imamlar yetiştirmek muhal veya mümteni değil, mümkündür.

 

Türkiye Müslümanları hem İslâm'ın, hem de çağ kültürünün gerisinde kalmıştır.

 

Din-i mübîn-i İslâm'a ve Ümmet-i Muhammed'e gereği gibi hizmet edemiyoruz.

 

Caminin maddî binasına önem verip de hocasına önem vermemek, çok kaliteli hocalar yetiştirmek için planlı ve programlı şekilde, en az bina yapımına harcanan para kadar masraf yapmamak ilkelliktir.

MEHMET ŞEVKET EYGİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Niçin Almanya ve Japonya Gibi Olamıyoruz?

 

İŞÇİLERİNE, mühendislerine Çin'den yirmi misli fazla ücret ödeyen Almanya nasıl oluyor da Çin malları ile rekabet ediyor, Çin'i geçiyor?

 

Endonezya yüzölçümü bakımından Japonya'dan daha büyük. Petrolü var, bütün imkanları var, niçin bir Japonya olamıyor?

 

Denizden kazandığı topraklarda çiçekçilik yapan Hollanda, bütün dünyaya çiçek ihraç ederek muazzam paralar kazanıyor. Lalenin soğanları oraya bizden gitmiş. Bizim geniş topraklarımız, iklimi son derece müsait bölgelerimiz var da niçin Hollanda gibi/kadar çiçekçilik ve fidancılık yapamıyoruz?

 

600 küsur kilometre karelik Singapur ticarette, finansta, kalkınmada, eğitimde, bayındırlıkta harikalara imza atıyor. Biz bu sahalarda niçin Singapurlular kadar başarılı değiliz?

 

Bizim kadar yüzölçümü, nüfusu, imkanı olmayan Güney Kore otomotiv sanayiinde Japonya ile yarışıyor, Kore devlet adamları lüks Kore otomobillerine biniyor, dünyanın en ileri ülkelerinde Kore arabaları cirit atıyor. Bizim onlar gibi niçin yüzde yüz yerli ve millî otomobillerimiz yok?Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, devlet ve hükümet büyüklerimiz niçin harika ve muhteşem Türk otomobilleriyle gezmiyor? Bizim eksiğimiz nedir?

 

Bizde de muz yetişiyor. Üstelik lezzeti ve kokusu fevkalâde muzlar. Niçin kendi muzumuzu üretip yemiyoruz da, Güney Amerika'dan gemilerle muz ithal ediyoruz?

 

Ülkemiz hayvancılığa çok müsait. Niçin yeteri kadar hayvan üretemiyoruz da eti çok pahalıya yiyoruz, dışarıdan kalitesiz etler ithal ediyoruz?

 

Fert başına düşen gelir bakımından dünyanın en zengin ülkesi olan Norveç niçin ille de ABüyesi olacağım diye tepinmiyor? (Orada iki kere referandum yapıldı, halk AB üyeliğini istemedi.)

 

İsveç, Finlandiya gibi Kuzey ülkelerinin temizlik ve şeffaflık notları 10 üzerinden 9 küsur da bizim Türkiye'nin notu niçin 4 küsur?

 

Sualleri çoğaltabiliriz ama bu kadarı yeter. Evet biz niçin önde koşamıyoruz?

 

Bu ülkenin aqilleri, bilgeleri, gerçek aydınları ve seçkinleri bu soruya cevap bulmakla yükümlüdür.

 

Türkiye niçin bir Almanya, bir Japonya, bir Norveç, bir Singapur, bir Güney Kore, bir Tayvan olamadı, olamıyor?

 

Çok hızlı ilerliyormuşuz, az zamanda büyük mesafeler almışız, dehşetli kalkınma varmış...Ben yapılanları, kalkınmayı, ilerlemeyi, başarıları inkâr etmiyorum ama diyorum ki:

 

Türkiye imkânlarına, fırsatlarına, potansiyeline bakılacak olursa bugünkünden on misli daha kalkınmış güçlü, ileri olmalıydı. Olan değil, olması gereken üzerinde duruyorum.

 

Osmanlı cihan devletinin devamı olarak, bir İslâm ülkesi olarak, İslâm'ın bayraktarı olarak bizim temizlik ve şeffaflık notumuzun İsveç, Finlandiya, Yeni Zelanda'dan daha yukarıda bulunması, meselâ 9,5 olması gerekmez mi?

 

Türkiye cumhurbaşkanının harikalar harikası bir Türk otomobili ile dolaşması gerekmez mi?

 

Türkiye'nin her yıl bilim ve teknik dallarında birkaç Nobel kazanması gerekmez mi?

 

Bizim eksiğimiz nedir?

 

Sanırım insan unsurumuzun gücü, Türkiye'yi Japonya, Almanya seviyesine yükseltmeye yetmiyor.

 

Bir ülkenin insanları ikiye ayrılır:

 

İdare edenler.

 

İdare edilenler.

 

Halk idarecilerini seçer.

 

Her toplum layık olduğu şekilde idare edilir.

 

Türkiye, insanlarının kalitesini ve gücünü yükseltmedikçe asla bir Almanya ve Japonya olamayacaktır.

 

İnsanların kalitesi ve gücü nasıl arttırılır?

 

İyi bir eğitimle.

 

İyi üniversitelerle.

 

İyi bir nizamla.

 

Bugünkü resmî ideoloji, bugünkü eğitim, bugünkü üniversiteler, bugünkü hukuk sistemi ile Türkiye Almanya ve Japonya gibi olamaz.

 

Türkiye'nin üstün insanlara ihtiyacı vardır.

 

Hangi boyutlarda üstün?

 

Bilgi ve kültür boyutunda.

 

Ahlâk, karakter, aksiyon boyutunda.

 

Güzellik ve estetik boyutunda.

 

Nasıl üstün?

 

Japonlardan, Almanlardan, Güney Korelilerden, Singapurlulardan, Norveçlilerden üstün.

 

* (İkinci yazı)

 

DEV ADALET SARAYI

 

AVRUPA'nın mı, dünyanın mı en büyük adalet sarayı İstanbul'da yakında açılacakmış. Birkaç ay önce önünden otomobille geçtim, alamet bir binaydı. Alamet denilince insanın hatırına "Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete" tekerlemesi geliyor.

 

En büyük adalet sarayına sahip olmak bir gurur ve iftihar konusu mudur? Bence değildir. Üzülmemiz, utanmamız gerekir.

 

Pentagon binası gibi adalet sarayı ne demektir?

 

Önce, ülkede nizaların (çekişmelerin) son derece arttığını gösterir. İkinci olarak da suçların çoğaldığını gösterir.

 

Tek hakimli, üç hakimli mahkeme salonları... Savcıların, hakimlerin çalışma odaları... Kalem odaları...Sayısız odalar, salonlar, depolar...

 

Bu dev binanın koridorlarında avukatlar koşuşturacak... Mübaşirler bağıracak... Yüz binlerce dosya... İfadeler... İddianameler... Dâvâ dilekçeleri... Reis bey zabit kâtibesine "Yaz kızım..." diyecek... Bilirkişi raporları...

 

Dev bir adalet sarayında verilen kararların yüzde yüzü de âdil olsa, orada yine de adalet yoktur.

 

Çünkü (en geniş mânâsıyla) adaletin olduğu yerde adliye sarayları küçük olur.

 

Mahkemeler işsiz olur.

 

Bir mahkeme günde bir dosyaya bakar.

 

Orada hapishaneler de ıssız olur.

 

Âdil toplumlarda nizalar az olur.

 

Az suç işlenir.

 

Küçük ihtilâflar mahkemeye gitmeden mahalle kahvesinde, eş dost arasında hall ü fasl edilir.

 

Eskiden, benim çocukluğumda karakola düşmek, mahkemeye gitmek çok ayıptı.

 

Esnaftan, tüccardan biri yetmiş seksen sene yaşar, ömründe karakol ve mahkeme yüzü görmezdi. Giderse bazen bir şahitlik işi için giderdi.

 

Çekişmeler, nizalar, ihtilâflar korkunç derecede arttı.

 

Suçlarda patlama var.

 

Tavuk gibi adam öldürülüyor.

 

Hatırlıyor musunuz, birkaç ay önce İzmir'de bir üniversite öğrencisi küçük ve zavallı bir kedi yavrusunu tekmeleyerek, ezerek vahşiçe, gaddarca, merhametsizce öldürmüştü. İşte biz böyle bir ülkede yaşıyoruz. Elbette dünyanın en büyük adliye sarayına sahip olacağız.

 

Bu ülkede elbette adalet var, hukuk var, kanun var. Geçen sene adam otomobiliyle Bursa'da bir otobüs durağına dalmış ve vasıta bekleyen beş zavallı kadını feci şekilde ezerek öldürmüş ve on ay yattıktan sonra tahliye olmuştu.

 

Neyse sözü uzatmayayım, bazılarına göre saçmalıyorum... Avrupa'nın mı, dünyanın mı en büyük, en muazzam, en görkemli dev adalet sarayımız kutlu, mutlu ve ulusal olsun.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Erkek Müslümanlarla Kadın Müslümanlar Tokalaşabilir mi?

 

PEYGAMBERİMİZ kendisine biat etmeye gelmiş kadınlarla tokalaşmamıştır.Kur'âna, Sünnete, icmâ-i ümmete dayanan Şeriatın kesin ve genel hükümü şudur: "Erkekler kadınlarla tokalaşmaz."

 

Bu hükmü kabul eden, buna rağmen bazı kadınlarla tokalaşan kimse günah işlemiş olur.

 

Bu hükmü inkâr eden, dinde böyle bir şey yoktur diyerek kadınlarla tokalaşan kimsenin vebali ve günahı daha büyük olur.

 

Dinimizin kadın erkek münasebetleriyle ilgili başka hükümleri de vardır:

 

1. İslâm, Batı'da olduğu gibi yabancı (nâmahrem) kadınlarla erkeklerin birbirlerine sarılarak, el ele tutuşarak dans etmelerine izin vermez.

 

2. Bir kocanın, karısını başka bir erkeğin kolları arasına teslim edip dans ettirmesi büyük bir günah, ayıp ve faziletsizliktir.

 

3. İslâm dini, kadınların erkeklerle birlikte mayolu olarak denize girmesine de asla izin vermez.

 

Kadınlar elbette camilere gelip vakit namazlarını cemaatle kılabilirler ama, bu ibadeti erkeklerle aynı saflarda karışık olarak yapamazlar. Şeriat bunu doğru bulmaz. Şeriatın doğru bulmadığı şey kesinlikle yanlıştır. Camilerin arka tarafında veya üst katlarında kadınlara ayrılmış yerler vardır. Hanımlar ve kızlar oralarda serbestçe, huzur ve rahat içinde, rahatsız edilmeden ibadetlerini yaparlar. Camilerde kadınların yerlerinin ayrı olması onları dışlamak veya aşağılamak değildir, aksine onlara değer vermek, hürmet etmektir.

 

Bugünkü Batı medeniyeti ile İslâm arasında kadın konusunda büyük uyuşmazlıklar bulunmaktadır.

 

Kural şudur: Bir konuda İslâm ile, Şeriat ile Batı medeniyeti arasında uyuşmazlık, anlaşmazlık, ihtilâf varsa haklı, doğru, isabetli, güzel, iyi olan İslâm'ın hükmüdür. İhtilâflı konuların birinde bile Batı medeniyeti haklı değildir. Tamamında İslâm ve Şeriatı haklıdır, doğrudur.

 

Batı medeniyeti kadını hürleştireyim derken onu nice konularda tahkir etmiş şeref, iffet ve namusunu ayaklar altına almıştır.

 

* Kadını seks aracı haline düşürmüştür.

 

* Bazı kadınlara resmî fuhuş vesikaları vererek para mukabilinde kendilerini satmalarına izin vermiştir.

 

* Aile bağlarını zayıflatmıştır.

 

* Nikah dışı birlikteliklere izin vermiştir.

 

* Hiç alâkası olmayan konularda bile kadını ticarî reklam amacı olarak kullandırmıştır.

 

* Nikah dışındaki cinsel münasebetlere göz yummuştur. Kadın konusunda dinimizin kaynakları şunlardır:

 

* Allah'ın Kitabı Kur'ân. (Kur'ânı herkes kendi kafasına, re'yine, heva ve hevesine göre yorumlayamaz. İcazetli ulemâ, fukaha ve müfessirler yorumlayabilir.)

 

* Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) Sünneti.

 

*İcmâ-i ümmet.

 

* Selef-i sâlihînin (Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn) yorumları, görüşleri, uygulamaları.

 

* Cumhur-i ulemânın yolu.

 

Birtakım modern, çağdaş, reformcu, yenilikçi, değişimci, BOP'çu, Fazlurrahmancı, Kemalist,mezhepsiz, telfik-i mezahipçi, Farmason Afganîci ilâhiyatçıların kadın konusunda (ve diğer konularda) Ehl-i Sünnete ve Şeriata aykırı görüşlerinin, naylon ictihadlarının, bozuk fetvalarının hiçbir kıymeti yoktur.

 

* (İkinci yazı)

 

HEPİMİZ MÜSLÜMANIZ

 

BİRİNCİ dünya savaşının sonları... Rusya'da Bolşevik ihtilâli olmuş, Osmanlı devleti ile Sovyetler Birliği arasında savaş sona ermiştir. Yakın tarihimizin ünlü Marksistlerinden Şevket Süreyya (Aydemir) Doğu'da subaylık yapmaktadır. Munzur dağlarının kayalık tepelerinde mevcudu 38 kişi olan birliğine "Hepimiz Türküz" dediğinde askerler ona "Estağfirullah, hepimiz Müslümanız.." cevabını vermişti...

 

Askerlerin böyle demesi Türklüğü red ve tahkir etmek mânâsına alınabilir mi? Kesinlikle alınamaz.

 

Müslümanlık, İslâm dinini kabul etmiş bütün kavimleri içine alan, kuşatan, kavrayan en geniş kavram ve değerdir. Askerler bunun bilincinde ve farkında idiler ama ŞevketSüreyya farkında değildi.

 

O, Türkiye Müslümanlarına yeni bir kimlik, yeni bir din getirmek istiyordu. Lakin 38 kişi kalmış birliğinin askerleri ona:

 

"Esağfirullah kumandanım hepimiz Müslümanız..." demişlerdi.

 

O askerlerin içinde Türk, Kürt,Boşnak, Arnavut, Laz, Gürcü, Arap vardı. Hepsi Türkçe konuşuyordu ama onları birbirine bağlayan, onları aynı sancak altında birleştiren ana bağ Müslümanlıktı.

 

Müslümanlığı kaldırıp, yahut ikinci plana itip, onun yerine kavmiyet kimliğini getirmek en büyük fitnedir.

 

Türklük bir realitedir. Realiteler inkâr edilemez. Türklüğü bir din haline getirmek, İslâm'ı kaldırıp onun yerine koymak ise çok büyük bir yanlıştır.

 

Bugünkü Şevket Süreyya'lara bu millet yine:

 

"Estağfirullah, hepimiz Müslümanız..." demeye devam ediyor.

 

 

20.11.2010

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

İslâm'ı İçinden Yıkmak İstiyorlar

 

Açık ve net konuşuyorum. İddialarım şunlardır:

 

1. Sinsi, gizli ve derin çeteler Kur'ânı, içlerinde vahim yanlışlar ve çarpık yorumlar bulunan bozuk mealler, tercümeler ve tefsirlerle tahrif etmeye çalışıyor.

 

2. Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) Sünnetinin işlerine gelmeyen önemli bir kısmını, "ayıklama" metoduyla tasfiye etmek istiyorlar.

 

3. Batı'dan aldıkları talimat gereğince, feminizm inanç ve ideolojisine uymayan sahih hadislere mevzudur damgasını vuruyorlar.

 

4. Kiliselere benzetmek için camilerin arka tarafına, gerekenden/ihtiyaçtan çok fazla tabure, sandalye koyduruyorlar.

 

5. Genç Kur'ân kursu kadın öğretmenlerinden, kadın vaizlerden, kadın personelden ilahi grupları kurarak erkeklere konser verdirtiyorlar.

 

6. Taqiyyeci, azılı Farmason, Şiî olduğu halde kendisini Sünnî göstererek, İranlı olduğu halde Afganım diyerek Müslümanları aldatan bulaşık, karışık Cemaleddin Afganî'yi büyük rehber, mürşid ve kurtarıcı olarak gösteriyorlar.

 

7. Sünneti ayıklayıp darbeleyerek mezhepleri ve fıkhı yıkmak istiyorlar.

 

8. İslâm Şeriatını ve fıkhını oyuncak etmek demek olan telfik-i mezahib fikrini yayıyorlar.

 

9. Zaruriyat-ı diniyeden olan, Kitab ile, Sünnet ile, icmâ-i ümmet ile sabit bulunan "Allah katında tek hak din İslâm'dır" temel inancını yıkmak; onun yerine "Üç hak ibrahimî din vardır. İslâm'ı, Kur'ânı, Hz. Peygamber'i inkâr ve tekzib de etseler Ehl-i Kitab Cennetliktir" batıl inancını getirmek istiyorlar.

 

10. Üç ibrahimî din vardır diyerek, tahrife uğramış, nesh edilmiş, hükümleri yürürlükten kaldırılmış dinleri de hak din olarak göstermek istiyorlar.

 

11. İmanın temel şartlarından olan kaderi inkâr ediyorlar, İslâm'da kader yoktur diyorlar.

 

12. Şefaati, kabir ahvalini, soru meleklerini inkâr ediyorlar.

 

13. Dall ve mudil olanlardan bazısı Kitab,Sünnet, icmâ ile sâbit tesettür farz-ı 'aynını inkâr ediyor.

 

14. Pakistan'da binden fazla ulemânın, fukahanın, müftülerin protesto ettiği Fazlurrahman adındaki adamın bozuk mezhebini Türkiye'ye hakim kılmak istiyorlar.

 

15. Bozuk fikirlerini yaymak, Ehl-i Sünnet Müslümanlığını yıkmak için yekun olarak çok büyük rakamlara ulaşan telif ücretleri dağıtıyorlar.

 

16. Müslüman halk kitlelerini sekülerleştirerek Dinden ve Şeriattan uzaklaştırmak istiyorlar.

 

17. Hak katından indirilmiş gerçek İslâm'ın yerine, uydurulmuş ılımlı bir İslâm türetmek istiyorlar.

 

Din düşmanları İslâm'ı, Ehl-i Sünneti dıştan saldırarak yıkamamışlardı. Şimdiki sinsi, gizli, derin şer güçler dinimizi mihraptan yıkmaya çalışıyor.

 

Dindar, ihlâslı, samimî Müslümanlara hitap ediyorum:

 

Hz.Peygamberin, Ashab-ı Kiramın, Tâbiînin, Tebe-i Tâbiînin, Eimme-i müctehidînin icazetli ulemâ ve fukahanın, kâmil mürşidlerin yolundan ayrılmayınız.

 

Bütün yasal yollarla "ılımlı yeni bir İslâm türetme" hareketine karşı çıkınız ve protesto ediniz.

 

* (İkinci yazı)

 

TÜRKİYE MÜSLÜMANLARININ DİN HÜRRİYETİ YOKTUR

 

Ezanlar okunmuyor mu? Camiler açık değil mi? İmam-Hatip mektepleri ve İlâhiyat Fakülteleri yok mu?..

 

Türkiye'de din hürriyeti olduğunu iddia edenler böyle konuşuyor.

 

Ezan okunuyor, camiler açık, lâik rejimin resmî din mektepleri var ama bunlar, tam ve gerçek bir din hürriyetinin olması için yeterli değildir.

 

Demagoglara soruyoruz:

 

Dinî inançları dolayısıyla başını örten üniversiteli kızlara niçin bunca yıl güçlük çıkartıldı?

 

Şu anda liseli kızlar okula başörtüsüyle gidebiliyor mu?

 

Millî Eğitim Bakanı, bir aile çocuğunu okula başörtüsüyle gönderirse o kızı ailesinden kopartıp alabiliriz dedi mi, demedi mi?

 

İçinde namaz kılınan, zikrullah yapılan, iyi insan yetiştirilen tasavvuf tekkeleri niçin hâlâ kapalıdır?

 

Onları Atatürk kapatmıştır açamayız mı diyorlar?.. Soruyorum: Atatürk'ün kapattırdığı Mason localarını onun ölümünden sonra açtınız da tarikatları niçin açmıyorsunuz?

 

Türkiye'de Robert Kolej, Saint Benoît gibi misyoner okulları var da, niçin Müslümanların özel İslâm okulları yok?

 

Müslümanlar niçin Kur'ân ve İslâm yazısıyla Türkçe gazeteler, dergiler, kitaplar yayınlayamıyor?

 

Ezan okunuyormuş da, camiler açıkmış da, namaz kılana kimse kışt demiyormuş da... Yahu siz kimi kandırdığınızı sanıyorsunuz?

 

Bu ülkede tam ve gerçek bir din hürriyeti olması için:

 

Bağımsız bir İslâm Cemaati Teşkilâtı olması lazımdır.

 

Müslümanların Tevhidî tedrisat (eğitim) yapma, özel İslâm okulları, liseleri, üniversiteleri açması hakkı olması lazımdır.

 

Müslümanların başlarına bir İmam-ı Kebir yahut Emîrü'l-mü'minîn seçme hakları olması lazımdır.

 

İslâm ile bağdaşması ve uyuşması mümkün olmayan resmî ideolojiye din gibi iman etmek mecburiyetinin kaldırılması lazımdır.

 

Yahudilerin cumartesi günü, Hıristiyanların pazar günü hafta tatili yaptıkları gibi Müslümanların da Cuma günü hafta tatili yapabilmeleri imkânının sağlanması lazımdır.

 

Dinsizler tarafından baki bir din gibi algılanan lâikliğin veya lâikçiliğin rayına oturtulması lazımdır.

 

Tek kelime ile Türkiye Müslümanlarının, din konusunda İngiltere Müslümanları kadar serbest ve hür olması lazımdır.

 

Gerisi lâf u güzaftır!..

 

21.11.2010

Share this post


Link to post
Share on other sites

Uslubuna hayran zekasına gıpta ettiğim benim nezdimde son Osmanlı Beyefendilerinden olan saygıdeğer üstad Eygi Beyefendinin yazılarını paylaştığınız için teşekkürü borç bilirim efendim devamını hararetle bekler saygılarımı sunarım.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Müslümanlara Müşrik ve Kâfir Demek

MUHAMMED ibn Abdilvehhab'ın muhterem pederi Ehl-i Sünnet ulemasındandı. Kardeşi Süleyman ibn Abdilvehhab da din âlimi ve fakihti, o da Sünnî idi. Kardeşine karşı Es-Savaiqu'l-ilahiyye fi'r-red 'ale'l-Vehhabiyye kitabını yazmıştır.

 

Bendeniz bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak, Muhammed ibn Abdilvehhab'ı tutmam, kardeşi Süleyman'ı tutarım.

 

Vehhabîlere göre, İslâm âleminin büyük kısmı müşrik ve kâfirdir. Onlar tasavvuf ve tarikat Müslümanlarına müşrik der.

 

Müslümanların büyük bir kısmına kâfir ve müşrik demek büyük sapıklıktır.

 

Mü'mine kâfir diyen kişi iddiası doğru değilse kendisi kâfir olur.

 

Vehhabîler tarikat evliyası için "Onlar evliyauşşeytandır" diyor.

 

Vehhabîlik bütün dünyada yayılıyor. Çünkü onların elinde bol miktarda petro-dolarlar bulunuyor ve dâvâları için bunları cömertçe dağıtıyorlar.

 

Dünyada tasavvuf tarikatlerini yasaklamış iki ülke vardır: Laik Türkiye ve Vehhabî Suudî Arabistan.

 

Osmanlı devlet-i islâmiyyesi Şeriat ve Tarikat üzerine dayalı idi. Enkazından kırka yakın devlet çıkmış olan Osmanlı, bildiğimiz ulusal devletlere benzemezdi. O bir "İslâm Barışı" idi.

 

15'inci, 16'ıncı asırlar Osmanlı'nın yükseliş devridir. Bir Osmanlı devletine bakınız, bir de Vehhabî devletine. Firasetiniz, fetanetiniz, basiretiniz, vicdanınız varsa aradaki farkı anlarsınız.

 

Tasavvuf İslâm'ın gönül, vicdan, nefs terbiyesi, bâtın boyutudur.

 

Şeriat namaz kılın der, tasavvuf namazı güzel kıldırır.

 

Tasavvuf İslâm'ın ahlâk boyutudur.

 

Tasavvuf Şeriatın devamıdır.

 

İslâm'ın tasavvuf ve tarikat tarafı olmadan insanları ve toplumları zabt etmenin imkânı yoktur.

 

Biz Türkiye Müslümanları, bu coğrafyada tasavvuf ve tarikat ile var olmuşuzdur. Tasavvuf ve tarikati inkâr etmek, onlara sırt çevirmek bizim için intihar olur.

 

Nasıl bir tasavvuf?

 

Gerçek tasavvuf, Şeriata uygun tasavvuf; Kur'âna,Sünnete, fıkha bağlı ve mutabık olan tasavvuf.

 

Para ve maddî menfaat karşılığında Ehl-i Sünneti yıkmaya, darbelemeye çalışanlara teessüfler ediyoruz.

 

Bu işi samimiyetle parasız ve çıkarsız yapan akılsız kardeşlerimizi kınıyoruz.

 

Bütün gerçek tarikatlar birer Tarikat-ı Muhammediyye'dir (Salat ve selam olsun ona).

 

İmamı Gazalî hazretleri el-munkizu mine'd-Dalal adlı kitabında İslâm dünyasındaki taifeleri anlatıyor ve doğru yolda olanlar sûfîlerdir diyor.

 

Mutasavvıflar vardır, bir de mustasvife vardır. Mustasvife uyduruk, sahte mutasavvıf, mutasavvıf taslağı demektir.Bu ikisini birbirine karıştırmak büyük bir hata olur.

 

Gerçek tasavvuf, İslâm'ın hayata başarılı ve aslına uygun uygulanması demektir.

 

Türkiye Müslümanları gerçek tasavvuftan uzaklaştıkları için bozulmuşlar, İslâm'a yabancılaşmışlardır.

 

*(İkinci yazı)

MÜSLÜMANLAR VAZİFELERİNİ YAPIYOR MU?

 

TÜRKİYE Müslümanları İslâmî ve şer'î vazifelerini doğru dürüst eda ediyorlar mı? (Yerine getiriyorlar mı?)

 

Bu soruya göğsümüzü gererek evet diyemeyiz. Diyenin aklına şaşılır.

 

Din, iman, şeriat elden gitmiş, biz keyfimize bakıyoruz.

 

Eski sâlih Müslümanlar bizi görseydiler, bize deli derlerdi.

 

Ümmet bir sürü fırkaya ayrılmış.

 

İtikad konusunda sapıklıklar ve bid'atler yaygınlaşmış.

 

Beş vakit namaz terk edilmiş.

 

Camiler camilikten çıkmış.

 

İmamlar namaz kıldırma memuru olmuş.

 

Alkollü içki ibtilası genelleşmiş, memleket meyhaneye dönmüş.

 

Fuhuş ve zina son haddinde.

 

Paraya tapılır olmuş.

 

Lüks, konfor, aşırı tüketim çılgınlık derecesine varmış.

 

Riba/faiz her yeri sarmış.

 

İhlâsın pabucu dama atılmış.

 

ŞuMüslüman memlekette mü'min ana babalar 15 yaşından küçük çocuklarına din ve Kur'ân hocası tutup ders verdiremiyor.

 

Müslüman bir hanım avukat başında eşarbı ile mahkemeye çıkıp mesleğini icra edemiyor.

 

Medyada her gün dine, imana, Kur'âna, Sünnete, Şeriata hakaretler savuruluyor.

 

Bu arada bir kısım zengin Müslümanlar neler yapıyor?

 

Turistik ve lüks umre seyahatleri.

 

Lüks ve şaşalı meskenler.

 

Lüks yazlıklar.

 

Lüks otomobiller.

 

Lüks ev eşyası.

 

Lüks markalı giysiler.

 

Lüks ve pahalı yemekler.

 

Lüks hayat.

 

Oh yan gel de yat.

 

Eski gerçek din hizmetkârları gibi ihlâsla hizmet eden kaç kişi kaldı şu memlekette acaba.

 

Boş zamanlarda hobi gibi yapılan sözde din hizmetleri.

 

Müslümanlar vazifelerini hakkıyla yapmış olsalardı, bu ülke bugünkü hale düşer miydi hiç?

 

Kurban bayramında büyük bir şehrimizin müftüsü, yanında iki Hıristiyan papazı olduğu halde İslâm mezarlığına gidip Diyalog yapmışlar... Papazlar kendi dinî kisveleri içinde, müftü sarıklı ve cübbeli... Acaba İslâm mezarlığında "Pater Noster" Katolik duası da okunmuş mu?

 

Vay bizim halimize!

 

Vay bizim istikbalimize!

 

 

 

06/12/2010

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

KAYNAYAN CADI KAZANI

 

 

İkinci Meşrutiyet yılları...

 

Meclis-i Meb'usanda Şakir Paşa ile Memiş Paşa ağır şekilde tartıştı.

 

Peyam-ı Sabah gazetesi başmuharriri ile İntibah-ı Millet sermuharriri kapıştı.

 

Çerkes Tevfik Paşa ile Boşnak Remzi Paşa atıştı.

 

Rum Patriği şöyle dedi, Ermeni Patriği böyle dedi, Yahudi hahambaşısı "Yaşasin hürriyet, yaşasin uhuvvet!" diye haykırdı.

 

Himaye-i Nisvan cemiyeti başkanı Huriye Nevzad hanımefendi.

 

Devletli necabetli Şehzade Nureddin Efendi.

 

Resneli Kolağası Niyazi bey.

 

Evet, 1908'de sözde hürriyet, sözde adalet, sözde müsavat, sözde uhuvvet gelince memleket cadı kazanına dönmüştü.

 

Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu.

 

Bazısı birkaç sayı çıktıktan sonra kapanan gazeteler.

 

Her taşın üzerinde bir dilli düdük.

 

Etrafına toplanmış birkaç hödük.

 

Gayr-i Müslim bir gazete patronu "Ben Osmanlı Bankası kadar Osmanlıyım..." diyor.

 

Meşrutiyetin ilk günlerinde Selanik'te bir papaz ile sarıklı bir imamın kucaklaşıp öpüştüğü söylenir. Öyle ya hürriyet var. Demek ki, Diyalog o zaman başlamış.

 

Polemikler, münakaşalar, küfürleşmeler, çatışmalar, caddelerde alaylar... Herkes hürriyet ve meşrutiyet sarhoşu.

 

Sonra ne oldu?

 

1911'de (yüzüncü yıldönümü) İtalya Trablusgarp vilayetimize saldırdı ve 12 adayı aldı.

 

1912'de Balkan savaşı çıktı, Rumeli elimizden gitti.

 

1914'te Cihan savaşına katıldık, imparatorluk yıkıldı.

 

Yunanlılar İzmir'e asker çıkardı, Batı Anadolu'yu işgale başladı. İstiklal Savaşında küçük Trakya ile Anadolu'yu kurtardık, ardından CHP tek parti sömürgesi olduk.

 

CHP yıkıldı, askerî darbeler oldu. Ergenekon, askerî vesayet rejimleri...

 

Şimdi biraz demokrasi, biraz hürriyet, biraz serbestlik geldi ya, yine birbirimizi yemeye başladık.

 

Şakir paşa Memiş paşa... General Tunçman ile Amiral Denizman... Saylav Feşmekan ile yazar Fişmekan... Türkan Saylan ile Gülzar Sevi... Hokneti bey ile Dürümcan bey...

 

Memleket cadı kazanı gibi... Havada yumurtalar uçuşuyor. Felaket ufukları yaklaşıyor yaklaşıyor yaklaşıyor.

 

Militanların Jeanne d'Arc'ı 19 yaşında hamile bir kız polisle yırtıcı kaplanlar gibi kahramanca çarpışırken çocuğunu düşürmüş. Vah vah.

 

Üniversiteye konferans vermeye gitmiş, üzerine bir sürü yumurta atmışlar, adamcağız omlete dönmüş.

 

Açık göz bir profesör, konferansa giderken yanında iki kangal sucuk götürmüş, çocuklar yumurtaları atıp ziyan etmeyin, beraber kantine gidelim yumurtalı sucuk pişirtip afiyetle yiyelim demiş. Üniversiteliler çılgınca alkışlamış. Bravo demokratik çocuklara!.. Yumurtalı sucuklu demokrasi.

 

Kürdistan İmparatoru Birinci Abdullah hazretleri İmralı adasından talimat vererek Kürt ordusu kurduruyormuş.

 

Kızgın bir yazar başka bir yazara "Ulan seni yok ederim, hiç ederim, toz ederim!.." diye bağırmış.

 

Militan gençler yumurta yerine niçin domates atmıyorlar? Bunu bilmeyecek ne var. Yumurta ucuz, domates pahalı.

 

Cadı kazanında ne kaynıyor?

 

Demokrasi kaynıyor, özgürlük, kardeşlik, adalet, eşitlik, laiklik kaynıyor.

 

Bu kaynama ne zamana kadar sürecek.

 

Yorgan gidince ne kaynama kalır, ne kazan...

 

* (İkinci yazı)

 

KURTULMAK

Kurtulmak, ebedî saadeti kazanmak, Cennete girmek ancak/sadece Allahın fazlı, keremi, inayeti ile olur.

 

Namaz kılan, bu namazından dolayı ucba düşen, "Ben namaz kılıyorum, Cennetliğim..." diyen kişi yanılıyor.

 

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bile Allahın inayeti ile Cennete girecektir.

 

Hadis meali:

 

Resulullah şöyle buyurdu: "Hiç kimse kendi ameliyle Cennete giremeyecektir." Ashab sordular: "Sen de mi yâ Resulullah?" Buyurdular: "Evet ben de giremeyeceğim, ancak Allah beni rahmetiyle kuşatacaktır."

 

Namaz farzdır, herMüslümanın onu günde beş vakit dosdoğru şekilde kılması gerekir. Kılanlara ne mutlu... Lakin sakın ha, namaz bizi ucba, gurura, kibre götürmesin.

 

Namaz kılmak farz-ı ayndır... Ucb haramdır. Ucbtan korunmak farzdır.

 

Şeytan cahil ve kaba sofuya şöyle der:

 

- Sayın sofu, bak namazını güzelce kılıyorsun, sen Cennetliksin, aferin sana, ne mutlu sana!..

 

Cahil ve kaba sofu bu tuzağa düşer ve Şeytana:

 

- Hakkınız var Şeytan Bey ne doğru söylediniz cevabını verir, böylece Şeytanı tasdik etmiş olur.

 

Abdülkadir Geylanî hazretleri Dicle kenarında bir ağacın altında zikr u ibadetle meşgul oluyormuş. Kulağına şöyle bir ses erişmiş, "Ey Abdülkadir!.. Sen öyle bir mertebeye vâsıl oldun ki, artık sana ibadet gerekmez..."

 

Abdülkadir Geylanî hazretleri hemen "mel'un Şeytan" diye bağırmış.

 

Hâtiften gelen sesin Rahmanî olmadığını anlamış.

 

Çünkü insan mânevî bakımdan ne kadar yükselirse yükselsin ondan ibadet sâkıt olmaz (ibadet borcu üzerinden düşmez.)

 

İnsanların derece, makam, rütbe itibarıyla en üstünü, Âdem Oğullarının Seyyidi Muhammed Mustafa hazretleri ölünceye kadar namaz kılmış, ibadet etmişti.

 

Yakîn yani ölüm gelinceye kadar Yaratan'a ibadetle mükellefiz.

 

Bu devirde dinsizlik, kafirlik, şirk, büyük günahlar, fısk, fücur, fuhşiyyat (çeşit çeşit azgınlıklar) çok yaygın ve genel olduğu, bunlar küstahça açıkça işlendiği için bazı kaba ve cahil sofular ucba düşüyor, iki rekat namaz kılmakla kendilerini Cennetlik sanıyor.

 

Sakal sünnettir. Sakal bırakana ne mutlu. Ama sakal yüzünden ucba, kibre, gurura düşmemek gerek.

 

Gece teheccüde kalkıyor. Ne güzel, ne iyi, ne mutlu. Lakin gece namazına kalkıyorum diye gururlanmamak, ben gece namazı kılıyorum diye böbürlenmemek gerek.

 

Haftada iki gün nafile oruç tutuyor... Aman kimse bilmesin... Nafile ibadetler kul ile Rabbi arasındadır. Bunlar teşhir edilmez, bunlar insanlara gösterilmez.

 

"Efendim, son Umre ziyaretimde Kâbe'ye beş yıldızlı lüks otelin yirminci katından kuş bakışı baktım. Bu esnada parmak gibi Medine hurmaları yiyordum. Ah ne mübarek hurmalardı onlar..." edebiyatı yapanları uyarmak gerek.

 

Yaygaracı tavuk bir yumurta yapar, yedi mahalleyi gıdaklamasıyla ayağa kaldırır...

 

Ehlullah Efendilerimiz gece gündüz ibadet ederler, yine de acaba kurtulacak mıyım diye ağlarlardı.

 

Selef-i Sâlihîn devrinde zamanın kutuplarından bir zatın meclisinde, günahlarının cezasını çektikten sonra Cehennemden çıkartılacak son mü'min ile ilgili bir hadîs okunmuş. Son mü'min çıkartılacak, ondan sonra Cehennemin kapıları ebedî olarak kapatılacak...

 

Mânevî derecesi çok yüksek olan o zat hıçkırıklarla ağlamaya başlamış, "Ah keşke o mü'min ben olabilsem demiş.

 

Cahil ve kaba sofu iki rekat gece namazı kılar ve sonra "Allah Allah, gece namazı kılıyorum, hâlâ uçamıyorum..." diye söylenir.

 

Cenab-ı Hak cümlemizi ucbtan, gururdan, kibirden, kendini beğenmekten, kendi kusurlarını görmeyip başkalarınınkileri görmekten, kendi gözündeki merteği görmeyip başkasının gözündeki çöpü görmekten muhafaza buyursun.

 

MEHMET ŞEVKET EYGİ

17 ARALIK 2010

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bütünlük Müslümanlıkla Sağlanır

 

TÜRKİYE'nin bütünlüğü ancakMüslümanlıkla sağlanır. Kürtçülük ancak Müslümanlıkla önlenir. Bölücülük Müslümanlıkla dizginlenir.

 

Bunun için bu ülkede yaşayan Müslümanların en az yüzde doksan beşinin "Ben her şeyden önce Müslümanım... Benim ana kimliğim Müslümanlıktır..." demesi, diyebilmesi gerekir.

 

Türkün Türklüğü,

 

Kürdün Kürtlüğü,

 

Çerkesin Çerkesliği,

 

Lâzın Lâzlığı...Müslümanlığından sonra gelecektir ve Müslümanlığı ile çatışmayacaktır.

 

Türk, Kürt, Çerkes,Lâz, şu veya bu kavme mensup olmak bir realitedir. Realite inkar edilemez.

 

Irkçılık yapmamak şartıyla herkes kavmini sevebilir, tutabilir ama evrensel İslam dini ırkçılık ideolojisini kabul etmez.

 

Atatürk'ün ölümünden sonra Avdetîler ve Kriptolar tarafından çıkartılan Kemalizm ideolojisi, Moiz Kohen Türkçülüğü ile başta Kürtler olmak üzere nice Türkiyeliyi devletten soğutmuştur.

 

Türkiye'nin bütünlüğünü korumak istiyorsak, bu yurdun, bu halkın, bu devletin ayakta kalıp yücelmesini arzu ediyorsak var gücümüzle İslam'a sarılmalıyız.

 

Müslüman olmayan azınlıkların insan haklarını ve hürriyetlerini tanımak şartıyla Türkiye Müslümanlarına (İngilterede olduğu gibi)tam bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti verilmelidir.

 

İnsan haklarına ve hukuka aykırı olarak kapatılmış Sünnî İslam medreseleri tekrar açılmalıdır.

 

İnsan haklarına ve hukuka aykırı olarak kapatılmış tasavvuf tarikatları tekrar açılmalıdır.

 

İslam'ı ve Müslümanları en büyük tehlike ve tehdit olarak gören Derin Ergenekon sistemine/düzenine, bir daha hortlamamak şartıyla son verilmelidir.

 

Türkiye Müslümanlarının temel ve evrensel hakları ve hürriyetleri bitamamiha (bütünüyle, tamamıyla) tanınmalıdır.

 

Müslümanlara eğitim, teşkilatlanma, dinî başkan seçme, kılık kıyafet, alfabe-yazı, inançlarına göre bir hayat sürme hürriyeti verilmelidir.

 

Türkiye Yahudileri nasıl kendi kutsal günleri olan Cumartesilerde, Türkiye Hıristiyanları nasıl kendi kutsal günleri olan pazarlarda hafta tatili yapabiliyorlarsa, Müslümanlara da Cuma günleri tatil yapma hakkı tanınmalıdır.

 

Ayasofya tekrar Müslümanlara iade edilmelidir.

 

Kürt halkından, bilhassa halkına insan pisliği yedirilen köy ahalisinden, yapılan insanlık dışı zulümler dolayısıyla resmen özür dilenmelidir.

 

Bu dediklerim yapılmazsa Türkiye'nin bölünmesi kaçınılmazdır.

 

Tasavvuf tarikatlarına İngilterede olduğu gibi hürriyet verilmeli, Türklerin Kürt şeyhlerine, Kürtlerin Türk şeyhlerine intisab etmesi sağlanmalıdır.

 

Bu memleketin Müslüman çoğunluğu İslam şemsiyesi altında bir araya gelip kardeşçe yaşamalıdır.

 

Ben beş vakit namaz kılan, (Bu devrin ölçülerine göre dindar sayılan) bir Müslümanım. Dinim İslamdır ama İslamcı değilim. Çünkü İslamcılık bir ideolojidir.

 

Sâlih ve muttaki bir Kürdü, fâsık bir Türke tercih ederim. Bediüzzaman, Abdülhakim Arvasî, Şeyh Said gibi Kürt ulemasını ve meşayihini severim, onlara hürmet ederim.

 

Elbette Müslüman Kürt kardeşlerim de sâlih ve muttaki bir Türkü, fasık bir Kürde tercih ederler. Çünkü İslamda üstünlük ırk ve kavim ile değil, takva iledir.

 

İslamda kavmi, kabilesi, ailesi, akraba ve hısımları ile ilgilenmek, onlara yardımcı olmak vardır ama ırkçılık ve menfi kavmiyetçilik yoktur.

 

Türkiyede ırkçılık, asıl ismi olan Moiz Kohen'i gizleyip, takma Tekin Alp Oğuz adını kullanan fitneci adam ile başlamıştır. Bu adam kitaplarından birine "Kahr olsun Şeriat!" menfur bölüm başlığını koymuştur.

 

İslam dini, İslam bayrağı, İslam barışı gölgesi altında birleşirsek vatanımızı, devletimizi (bozuk düzen ve sistemi değil!) halkımızı kurtarabiliriz.

 

MüslümanTürkiye için İslamın dışında kurtuluş, selamet, izzet yoktur.

 

19 ARALIK 2010 Mehmet Şevket Eygi

Share this post


Link to post
Share on other sites

İlk Üç Halifeye Kâfir Demek

 

 

Azerbaycan'da yayınlanan /313NEWS.NET/ internet sitesinin bir forumunda şu soruyu gördüm:

 

"Qardaşlar!.. İmam Ali'nin (aleyhisselâm), hilâfeti gasb etmiş 3 kâfire beyat edip etmediği hakkında Şia menbalarında (kaynaklarında) malumat (bilgi) var mı? Eğer bu barede (konuda) malumatı olan varsa, geniş şekilde ve menbalarını yazarak, kömeklik göstermesini (yardımcı olmasını) hahiş ederim (isterim)."

 

Sünnî bir Müslüman olarak, İslam'ın ilk üç halifesine kâfir denmesi beni çok üzdü.

 

Biz Sünnîler, ilk dört halifeyi veli, sâlih, muttakî, sâdık, ihlaslı, âdil, örnek Müslümanlar olarak kabul ederiz. Bunun içindir ki, camilerimize bunların isimlerini levhalar halinde yazıp asmışızdır.

 

Biz Sünnîler Ashab-ı Kiram (radiyallahun anhüm ecmâîn) efendilerimizi, din konusunda âdil kabul ederiz. Onların beşer olmak hasebiyle hatâ ve günahları olabilir ama din konusunda Peygamber-i zişana (Salat ve selam olsun ona) asla hıyanet etmemişlerdir, ondan öğrendiklerini saklamadan, gizlemeden, tahrif etmeden bildirmişlerdir.

 

Biz Sünnîler Ehl-i Beyte de bağlıyız ve çok hürmet ederiz. Ehl-i Beyti sevmek ve desteklemek farzdır.

 

Osmanlı devleti seyyidlere ve şeriflere (Peygamber sülalesinden olanlara) maaş öderdi. Büyük şehirlerde bu gibi muhterem zevatın kaydını tutan naqibü'l-eşraf denilen resmî memurlar vardı.

 

Azerbaycan Şiî internet sitesinde ilk Üç Halifeye kâfir denilmesi beni gerçekten çok üzdü ve yaraladı.

 

Şiîliğin temellerinden biri de taqiyye ve kitmandır. Onların akaid kitaplarında taqiyye ve kitmanın namaz gibi farz olduğu, taqiyye ve kitmanı terk edenin dini terk etmiş gibi olacağı yazılıdır. Bari, biz Sünnî kardeşlerini üzmemek, yaralamamak için bazı aşırı inançlarını gizleseler de fitne çıkmasa...

 

Hz. Ömer kâfir olsaydı, Hz.Ali ona kızını verip, kendisine damat eder miydi?

 

Onların dördü de Resulullah efendimizin seçkin vezirleri ve müşavirleriydi. Allah için, Resulullah için, Kur'an için canla, malla çalışmışlardır. HzÖmer, Hz. Osman, Hz. Ali şehid olmuşlardır. Radiyallahu anhüm...

 

Şiî olsun,Sünnî olsun biz Müslümanlar hepimiz dillerimizi tutmalı, birbirimizi üzecek, yaralayacak, düşmanlık çıkartacak, fitne ve fesada sebebiyet verecek sivri laflar etmemeliyiz.

 

Kur'an-ı Kerimde Hz. Ebubekir'i öven ayet vardır. Allahın övdüğü kişiye kafir diyenin hali ne olur?

 

Allah için, Resulullah için, Kur'an hakkı için, İslam kardeşliğinin bozulmaması için dikkatli olalım...

 

* (İkinci yazı)

 

Üniversite Öğrencisi Edepli ve Efendi Olur

BİRİNCİ madde: Üniversite öğrencileri efendi, terbiyeli, nazik, kibar, (ruh bakımından) asaletli, (şehir) görgülü, ciddî, vakarlı, mürüvvetli olmalıdır.

 

Devlet adamlarının, profesörlerin, büyük bürokratların üzerlerine yumurta atmak, bağırıp çağırmak, taşkınlık yapmak, polisle kıyasıya çatışmak, rezalet çıkartmak efendiliğe ve medenîliğe yakışmaz.

 

Her şeyin bir edebi, erkânı, raconu vardır. Edepsizliğin bile edebi erkânı vardır.

 

Taşkınlık yapanlar normal öğrenciler değildir.

 

Reşid olmuş (18 yaşını geçmiş) gençler de memleket meseleleriyle ilgilenirler ama bizdeki militanların yaptığı gibi değil.

 

Öğrenci nümayişleriyle, halkın seçtiği bir iktidarı değiştirmeyi düşünüyorlarsa hava alırlar. Eski günler geride kalmıştır.

 

19 yaşında hamile kız öğrencinin polislerle çatışırken çocuğunu düşürmesi çok düşündürücüdür.

 

Madem hamilesin, kenarda otur, kavgaya gürültüye karışma. Çocuğa yazık oldu.

 

Militan çocukları kışkırtan gizli ve derin güçler bulunmalı, toplum bu konuda aydınlatılmalıdır.

 

Bu gibi öğrenci hareketlerinden medet uman kaşarlanmış politikacılar tehlikeli delilerdir.

 

Vatandaşların, bu arada öğrencilerin toplanma, yürüyüş yapma, protesto hakları ve hürriyetleri vardır ama bunlar yasal sınırlar içinde yapılmalıdır. Hiçbir vatandaşın başka bir vatandaşa yumurta veya domates atmaya hakkı yoktur.

 

Yumurta atmak acizlikten ve zavallılıktan ileri gelir. Bir firkin varsa, bir karton üzerine yaz, pankart yap, medya fotoğrafını filmini çeksin, gazetelerde yayınlansın, televizyonlarda gösterilsin. Herkes kör ve sersem değil, haklıysan elbette takdir edilecektir.

 

Milletvekilinin üzerine yumurta atacak, itiş kakışta çocuğunu düşürecek ve böylece vatansever olacak. Böyle vatanseverlik olmaz olsun!

 

* (Üçüncü yazı)

 

İyi Yiyen zengin Müslümanlara

 

Zekatlarını Kur'ana, Sünnete, fıkha, Şeriata uygun şekilde vermeyen zengin Müslümanlara hitap ediyorum:

 

Kaburgacı Selim Ustanın lokantasında yediğiniz içli pilavlı nar gibi kızarmış kebap ne kadar nefisti...

 

Geçen hafta, yediğiniz o dillere destan büryan kebabı ne kadar leziz idi.

 

Maşallah nefis, leziz, dillere destan, binbir gece masallarındaki gibi yemekler, tatlılar yiyorsunuz.

 

Sizin sofranıza konulan ordövrler bile fakir bir aileyi doyurmaya yeter.

 

Karnınız tok, sırtınız pek. Soğuklar size vız geliyor, çünkü doğalgazlı kaloriferleri sonuna kadar açıyorsunuz. Doğal gaz pahalı mı? Güldürmeyeyim sizi...

 

Lakin... Evet lakin...

 

Siz böyle krallar gibi yiyip içerken nice fakir Müslüman açlıkla, soğukla, sefaletle pençeleşiyor. Bir profesör dostum anlattı. Doğulu çok fakir, çok perişan öğrenciler varmış. Onlara yardım etmekten korkuyormuş, PKKdamgası yer diye...

 

O çocuklar ne yer ne içer? Bizim umurumuzda mı?

 

Siz Müslüman zenginler zekatlarınızı öncelikle fakir ve miskin Müslümanlara verseniz, bu memlekette sosyal adalet sağlanır, sefalet kalmaz.

 

Kur'anımızda ne yazılı? Zekatları sekiz sınıfa verin, onların ilk ikisi fakirler ve miskinler diye yazılı değil mi?

 

Peki biz niçin aç, sefil, işsiz, fakir, miskin, perişan kardeşlerimize zekat vermiyoruz?

 

Yarın Rûz-i Ceza'da Mahkeme-i Kübra'da zekat hesabı verirken sizleri Baronlarınızın kurtaracağını sanıyorsanız yanılıyorsunuz.

 

20 ARALIK 2010 Mehmet Şevket Eygi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dünya ve Ülkemiz çok bozuldu

 

Zamanımızda Kur'ân-ı Kerîm'e, Peygamberimizin (Salat olsun ona) Sünnetine, Şeriat'a, evrensel İslâm ahlâkına, hikmete (bilgeliğe), vicdana, adalet ve insafa uymayan kötülükler genel ve yoğun şekilde dünyayı ve insanlığı sarmıştır.

 

Böyle kötülükler her devirde olagelmiştir ama bu seferki durum gerçekten kaygı ve dehşet vericidir. Sanki dünyanın çivisi çıkmış gibidir.

 

Bundan bin sene önce uzak doğuda bir savaş olduğu vakit Avrupa'ya bunun haberi gelmiyordu. Günümüzde Kamçatka yarımadasında bir yanardağ patlasa birkaç dakika içinde haberini ve hattâ resmini bütün dünya öğrenip görüyor. Gerçekten, globalleşmiş bir dünyada yaşıyoruz.

 

Eskiden insanlar sakinleşmek için azı zararsız afyonlu macunlar tüketirmiş. Zamanımızda uçaklarla, gemilerle, motorlu vasıtalarla, hattâ denizaltılarla, afyona nispetle bin misli zararlı uyuşturucu ticareti yapılıyor.

 

Şirk, küfür, dinsizlik, ahlâksızlık, merhametsizlik, adaletsizlik dünyayı sarmıştır.

 

Yer küresinin akciğeri durumunda olan Amazon ormanları cayır cayır yakılıyor, kazınıyor.

 

Cahil ve akılsız milletlerin zenginlikleri talan ediliyor.

 

Avrupa'dan insanlar akın akın bazı Asya ülkelerine seks turizmi yapmak için büyük paralar harcayıp masraflar yapıp uçaklarla seyahat ediyor.

 

Zalimler en modern vasıtalarla kuzeyin buzlu bölgelerine gidip fok yavrularını (kürkleri için) sopalarla vurarak vahşice öldürüyor.

 

Her sene binlerce hayvan ve bitki türü yok oluyor.

 

Eski şeriatlarda ve bugün tek geçerli şeriat olan İslâm Şeriatında kesinlikle yasak kılınmış zulümler, ahlâksızlıklar alenen, hiç utanıp arlanmadan yaygın şekilde icra ediliyor. Batı ülkelerinin bazısında eşcinsel evlilikler kiliselerde kıyılıyor.

 

Altın Buzağı dini insanlığı pençesi içine almıştır.

 

Eskiden bir İslâm ülkesinde veya bir vilayetinde zulüm olabiliyordu ama zahiren de olsa orada Kur'ân, Sünnet, Şeriat vardı. Zalim sultanlar Cuma namazına gidiyordu, medreselerde İslâmî ilimler okutuluyordu, mekteplerde çocuklara ve genç nesillere islâmî terbiye veriliyordu, muhadderat-ı islâmiye hicaplı idi.

 

Bozukluk, fısk ve fücur, nifak ve şikak, harp ve darp, azgınlık, fuhşiyyat bugünkü gibi yaygın değildi. Terazinin maslahat ve mefsedet kefelerinde iyi kötü bir denge vardı.

 

Evet, Kur'ân, Sünnet, Şeriat gözlüğüyle bakılırsa dünya ve ülkemiz çok bozulmuştur. Camiler olmasa, ezanlar okunmasa, İslâm cenazelerinin namazı kılınmasa nice şehirlerimizin Müslüman şehri olduğunu söylemek zorlaşacak.

 

İslâm'ın, Kur'ânın, Sünnetin, şeriatın yasaklamış olduğu belli başlı kötülükler nelerdir, izninizle bunların kısa ve eksik listesini aşağıda vermek istiyorum:

 

1. İtikatta yani inançta büyük eksiklikler, bozukluklar, kopukluklar olmuştur, bu konuda bid'atler ve hurafeler toplumu sarmıştır. Ortaya bir sürü bozuk, sapık bid'atçi fırka çıkmıştır.

 

2. Beş vakit namaz büyük ölçüde terkedilmiştir.

 

3. İnsanlar kütleler halinde şehvetlerine uymuştur. Şehvet denilince sadece cinsel azgınlıklar hatıra gelmesin. Para, mal, zenginlik şehveti... Lüks şehveti... Aşırı tüketim, israf, gösteriş şehveti... Nefsaniyet şehveti... Lisan afetleri veya şehvetleri...

 

4. Toplumda zina ve bina almış yürümüştür.

 

5. Bir kısım kadın ve kızlar beyinsizlik selleri içinde sürüklenip gidiyor. Bu gidiş nereyedir?

 

6. Müslümanlar 1924'ten beri başsızdır, İmam'sızdır, Emîr'sizdir.

 

7. Bir tek Ümmet olması gereken Alem-i İslâm paramparça olmuştur, dehşetli bir kopukluk vardır.

 

8. Darülislâm kimisi büyük, kimisi küçük bir yığın ülkeye ayrılmıştır. Nice İslâm ülkesinden öteki İslâm ülkesine pasaportla gidilmektedir.

 

9. Faiz bütün insanlığı ve İslâm dünyasını kesif ve zehirleyici bir sis gibi sarmıştır. Faizden nefret eden ve kaçınan bir Müslüman bile dolaylı şekilde bu harama ve pisliğe bulaşmıştır.

 

10. Bir kısım muhadderat-ı islâmiye iffet ve hicap perdelerini ve örtülerini parçalamış, yırtıp atmıştır. Buna da kadın özgürlüğü denilmektedir.

 

11. Müslümanların şeairinden olan merhamet, mürüvvet ve fütüvvet, yardımlaşma ve paylaşma ahlâkı çok zayıflamıştır.

 

12. Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzı neredeyse tâtil edildi denilecek kadar azalmıştır.

 

13. Dünya, İslâmî ölçülere göre iyi ve adaletli bir şekilde imar edilmiyor, şeytanî ölçülere göre dengesiz bir şekilde imar ediliyor.

 

14. Ahiret kaygısı unutulmuştur. İnsanların büyük bir kısmı cep telefonuna, otomobile, müzeyyen meskenlere, fâhir giysilere, israflı yemeklere, lüks yaşama verdikleri önemi din ve ibadet işlerine vermiyor.

 

15. İslâm bir müjdeleme, uyarma ve öğüt verme dinidir. Bunlar gereği gibi ve yeteri kadar yapılmıyor.

 

16. Ülkemizde, Müslümanları olgunlaştıran, onların dindar ve ahlâklı olması için çalışan, insanları imana, Kur'âna, Sünnete, ahlâk ve fazilete, zikrullaha çağıran tasavvuf tarikatları seksen küsur yıldan beri yasaktır. Bunca hürriyet ve serbestlik olmasına rağmen Müslümanlar (Hiç olmazsa en azından tasavvuf Müslümanları) bu yasağın kalkması için canla başla çalışmıyor.

 

17. Ahlâk bozulduğu için haram yeme yaygın hale gelmiştir.

 

18. Yalan, emanete hıyanet, rüşvet, irtikab gibi toplumun temellerini dinamitleyen kötülükler çok yaygın ve yoğun hale gelmiştir.

 

19. Beşerî irade planında büyük, genel, etkili bir ıslah hareketi yoktur.

 

20. Fani dünya meşgaleleri, dünyanın aldatıcı zenginlik ve oyuncakları, lüks hayat büyük sayıda insanı sanki sarhoş ve sersem etmiştir.

 

Yukarıda yirmi büyük kötülük saydım. Bunlar böyle artarak devam ederse hem bütün insanlık, hem de bizim halkımız bir felâket uçurumuna yuvarlanabilir.

 

İnşaallah kopmaz ama koparsa Üçüncü Cihan Savaşı dünyayı ve insanlığı, şimdiye kadar görülmemiş acılara, tahribata, felâketlere, kan ve gözyaşına, ateşe, kıyıma sürükleyecektir.

 

Durumumuz, hızla akan bir nehirde şelaleye doğru sürüklenen gemide zevk ü safa, içki ve çalgı, sarhoşluk ve eğlence içindeki gafil bir taifeye benziyor.

 

1914 dünyası, bu kadar olmamakla birlikte böyleydi. 1939 dünyası da bugünküne benzeyen bir durum içindeydi. O tarihlerde de derin ve koyu bir gaflet dumanı ortalığı sarmıştı.

 

1939'da Fransa'nın gafilleri ve azgınları vur patlasın çal oynasın eğleniyordu. Sonra kendilerini İkinci Dünya Savaşı'nın felâketleri içinde buluverdiler.

 

Bir İslâm ülkesinde adaletsizlik, azgınlık, maddî ve mânevî sarhoşluk, fuhuş ve zina, faiz ve riba, merhametsizlik, fısk ve fücur, nifak ve şikak, haram yeme çok yaygın olursa, oradaki çivilerin hemen hepsi yerinden oynarsa, ahlâk ve faziletin pabucu dama atılırsa aldatıcı refah ve zenginlik ilelebet sürmez.

 

Büyük felâketten, büyük tokattan kurtulmak istiyorsak akıllarımızı başımıza toplamamız ve elbirliğiyle, bir İmam-ı Kebir'in riyaseti altında Kur'ânın, Sünnetin, Şeriatın, İslâm ahlâkının gösterdiği şekilde iyilik, hayır, maruf için var gücümüzle çalışmamız gerekir. Bunu yaparsak cüz'î beşeri iradelerimizle yatay kurtuluş ve ıslah yoluna girmiş oluruz. Aksi takdirde dikey küllî iradenin tokadına hazır olalım.

 

14 OCAK 2011 Mehmet Şevket Eygi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Milli Diktatör İsmet Paşa

 

 

Selanik Dönmelerine göre, Türkiye'nin tarihi 1923'te başlar, ondan öncesi karanlıklar devridir. Osmanlı Padişahlarını zalim gösterirlerken yakın tarihimizdeki milli ve kendilerince kutsal diktatörleri göklere çıkartırlar.

 

Yakın tarihimizin büyük zalimlerinden biri, Millî Şef İsmet Paşa'dır. 1938'den 1945'e kadar mutlak diktatörlük yapmış, 45'le 50 arasında "meşrutî" diktatörlük...

 

İsmet Paşa'yı demokrasi kahramanı olarak gösterenler ne kadar ayıplansa ve kınansa yeridir. Bu zat, 1938-45 arasında Tek Parti oligarşik rejiminin başıydı. 1945'te, İkinci Dünya Savaşını kazanan ABD ve diğer Batı ülkelerinin baskısıyla istemeye istemeye çok partili rejime geçmek zorunda kalmıştır. 1946 seçimlerinde hile, baskı, ikrah (korkutma) ile seçimleri CHP kazanmış, 1950'ye kadar bu şaibeli seçimin galibi olarak iktidarda kalmıştır.

 

Milli Şef İsmet Paşa neler yapmıştır?

 

1. Türk Ceza Kanununa 163'üncü maddeyi koyarak Müslümanların inanç, düşünce, görüş hürriyetlerine zincir vurmuştur.

 

2. Ülke sathında binlerce camiyi kapatmış, kimisini satmış, kimisini kiraya vermiş, kimisini yıktırmıştır.

 

3. İman-İslam ve Kuran hizmetkârı Bediüzzaman Saidi Nursî'ye zulmetmiştir.

 

4. Meşayih-i Nakşibendiyeden, hadim'ül-ümme ve'd-din Abdülhakim Arvasî Hazretlerine zulmetmiş onu İstanbul'dan Ankara'ya sürmüştür.

 

5. İsmet Paşa zamanında Türkiye Müslümanlarının gerçek mânâda din, inanç, inandığı gibi yaşamak, çocuklarına dini eğitim vermek hürriyeti olmamıştır.

 

6. Millî Şef İsmet Paşa hazretleri zamanında Müslümanlar Ezan-ı Muhammedi'yi bile okuyamıyorlardı. Gerçek ezanın yerini tutmayan ve "Tanrı Uludur" diye başlayan tercüme ezan okumak zorundaydılar.

 

7. İsmet Paşa'nın mutlak diktatörlüğü zamanında matbuat (gazeteler, dergiler) dinden bahsedemezler, dinî konulu yayın yapamazlardı. Bu konuda, basın yayın genel müdürü yardımcısı İzzettin Nişbay'ın gazetelere gönderdiği resmî bir uyarı vardır.

 

8. İsmet Paşa zamanında, kendi halinde Müslüman bir vatandaş, camiden çıkarken başındaki takkeyi cebine koymayı unutsa tutuklanabilirdi.

 

9. Açıp gazete koleksiyonlarına bakın, bir tarihte Ticânî tarikatına mensup iki Müslüman Büyük Millet Meclisi dinleyici locasında Arapça ezan okudukları için yakalanmışlar ve kendilerine işkence edilmişti.

 

10. İsmet Paşa zamanında müftü, vaiz, imam, hatip yetiştiren bir tek okul yoktu.

 

11. İsmet Paşa'nın başbakanlarından biri "Bana otuz sene mühlet verin, dinin kökünü kazıyıp ortadan kaldırayım" mealinde bir laf etmişti.

 

12. Bir başka İsmetî başbakan, "Komünizmi dizginlemek için dinden yararlanalım" diyenlere, "Ben kızıl zehri önlemek için yeşil zehri panzehir olarak kullanmam" cevabını vermiştir.

 

Diktatör İsmet Paşa zamanında Türk halkının büyük kısmı sefalet içinde yaşıyordu. 40 bin köyün 40 bininde de elektrik yoktu... Çoğunda içme suyu sıkıntısı vardı... Verem ve sıtma ülkenin tamamını pençesi altına almıştı... Batı Karadeniz bölgesinde frengi yaygındı... İşçilerin hiçbir sosyal hakkı yoktu... Çoğunluğu oluşturan Müslüman halkın temel insan hak ve hürriyetleri ayaklar altındaydı... İkinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul'da sıkıyönetim vardı... Üniversiteler Tek Parti rejiminin çiftliğiydi... 1944'te, Milliyetçi ve Türkçülerin ileri gelenleri tutuklanmış İstanbul'da Sansaryan Hanındaki tabutluklarda akla ve hayale gelmeyen işkencelere maruz bırakılmıştı... Halkın bir kısmının pabuç alacak parası olmadığı için çarıkla dolaşıyordu. Çarık alacak imkânı olmayan da yalınayak geziyordu. İkinci Dünya Savaşı yıllarında karaborsacılar, istifçiler, muhtekirler büyük paralar vurmuşlardı. Birader Kambur Rıza milyarder olmuştu... İsmet Paşa zamanında yargı, rejimin emrindeydi...

 

Şimdi kalkmışlar Selanik Dönmeleri bu diktatörün demokrasi havarisi olduğunu iddia ediyorlar.

 

Yalanlarından biri de şudur:

 

Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa sıkı fıkı can ciğer dost ve arkadaşmış. Yalan, yalan, yalan...

 

Bir tilki kadar kurnaz olan İsmet Paşa, Atatürk'ün onulmaz bir hastalığa yakalandığını öğrenince bir senaryo hazırlamış, "Ben rakı sofrasından emir almam!" diye rest çekmiş ve M. Kemal'den sonra rejimin başına geçmek üzere harekete geçmişti. Futbol maçı seyretmeye gitmiş, halka kendisini alkışlatmıştı.

 

M. Kemal Paşa vefatından önceki günlerde İsmet'in vefat etmiş olduğunu biliyordu. Hatta, engin servetinden onun çocuklarına burs verilmesini vasiyet etmişti. Acaba Paşa Hazretleri İsmet'in öldüğünü nereden öğrenmişti?

 

O tarihlerde bir gece, zamanın büyük gazetelerinden birinde bir kalıp değişikliği yapıldığını, "vefat eden İsmet Paşa'nın cenazesi resmî devlet töreniyle kaldırıldı" başlıklı bir haber konulduğunu bendenize merhum Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu söylemişti.

 

İsmet Paşa ve yakın tarihimizin öteki diktatörleri, Selanik Dönmelerinin; kahramanları, çok sevdikleri ve beğendikleri büyükleri olabilir ama Müslüman Türkiyeliler onların bu sevgilerini ve görüşlerini asla paylaşmazlar.

 

Kuzguna yavrusu şahin görünürmüş...

 

35 Milyar Dolar...

 

Parayı Kenz Yapmak

 

Ortadoğu'da bir kral ölmüştü. Gazeteler 30 küsur milyar dolar miras bıraktığını yazmıştı... Tunus diktatörünün de büyük miktarda serveti/parası olduğu söyleniyor. Hüsni Mübarek'in serveti 35 milyar dolarmış. İslam devletlerinden birinin büyük bir hocasının 67 milyar dolarlık bir servete sahip olduğunu geçen hafta bir internet sitesinde okudum.

 

Bugünkü İslam dünyasında, İslam'a uymayan çok yolsuzluk yapılıyor. Yüce dinimiz kenzi yani para istiflemeyi, yığmayı yasak ve haram kılmıştır.

 

Para geçinmek, ticaret yapmak, üretmek, hizmetleri yürütmek, istihdam etmek, halka iş ve aş sağlamak için bir vasıtadır.

 

Para amaç değildir.

 

Para ana değer değildir.

 

Parayı kenz etmek yani yığmak, istiflemek ve çalıştırmamak günahtır.

 

İki türlü kenz yapılabilir:

 

(1) Helal para kenz yapılır. Bu büyük günahtır.

 

(2) Haram ve kirli para kenz yapılabilir. Bu, birincisine nispetle bin misli günahtır.

 

Müslüman büyük tacirlerin, Müslüman sanayicilerin, Müslüman iş adamlarının elbette büyük paraları olacaktır ama bu para sermaye olarak kullanılacaktır. Bu sermaye ile insanlar çalıştırılacak, onlara iş ve aş temin edilecek, ülke ve toplum kalkındırılacaktır. Bu para ile çeşitli hizmetler yapılacaktır.

 

Para bu işlerde kullanılmaz da İsviçre veya Basra Körfezi bankalarındaki gizli hesaplara konulursa kenz yapılmış olur.

 

Adamın gizli hesabı yok, aileden, babadan kalma büyük parası var ve bunları bankalara koymuş, faizini yiyor. Bu hem kenzdir, hem de riba/faiz yemektir ki, iki büyük günah bir araya getirilmiş, katlandırılmıştır.

 

Bundan on beş yıl kadar önce muhterem bir şeyh efendinin aracılığı ile 15 bin liralık bir hayır parasının bir yerden alınması mevzuubahis olmuştu. Bendeniz "Bu para güvendiğimiz dostlarımızdan filancanın nezdinde emanet olarak dursun" demiştim. Şeyh efendi "Böyle bir şey kenz olur" diyerek reddetmişti. Çok şükür, o para alınmamış ve biz de kenz günahından kurtulmuştuk.

 

Müslümanların çoğu kenz nedir bilmezler, belki nicesi hayatları boyunca kenz kelimesini bir kere bile işitmemişlerdir. Ümmet-i Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) para, riba, kenz konularında aydınlatılmalıdır.

 

Bugün ülkemizdeki Müslümanların büyük çoğunluğunun dini İslam'dır ama paraya kapitalist gözlüğüyle bakmaktadırlar.

 

Allah'ın bize en güzel örnek ve model olarak göndermiş olduğu Resulullah efendimiz parayı sevmezler, nezdinde para tutmazlardı. Şu hadis-i şerifini hepimiz ezberlemeliyiz:

 

"Uhud dağı kadar altınım olsa, borç ödemek için alıkoyacağım birkaç dinar dışında, bu paranın bir gece bile nezdimde kalmasından hoşlanmam, hepsini tasadduk ederim (Allah rızası için sadaka olarak dağıtırım)."

 

Hayırlı ve helal işlerde kullanılan parada, sermayede hayır vardır.

 

Hapsedilen, istiflenen, yığılan kenz parada hayır yok, günah vardır.

 

Bir Müslüman, öldüğünde cenaze masraflarına harcanmak için beş on bin lirayı bir yere koymuş. Bu kenz sayılır mı, bilemem. İcazetli ve takvalı para-sevmez müftülerden fetva alınmalıdır.

 

Adı "MÜSLÜMANIN PARA TALİMATNAMESİ" olacak bir talimatname çıkartılmalı, bunda para konusunda Kur'anın, Sünnetin, Şeriatın, fıkhın, tasavvufun ve İslam ahlakının temel kuralları, emirleri, yasakları, öğütleri maddeler halinde Ümmet-i Muhammed'e bildirilmelidir.

 

İslam'da parayı israf etmek büyük günahlardan ve haramlardandır. Bazı şımarık zenginler "Biz helalinden kazandık, zekatımızı veriyoruz (sahiden veriyorlarsa yahut verdikleri zekat sayılıyorsa), canımızın istediğini yaparız" mealinde konuşuyorlar. Yanılıyorlar, çok yapılıyorlar. Onlardaki para (helal olsa bile) emanettir. Bu parayı Allahın rızasına, Peygamberin öğüdüne ve Sünnetine, Şeriata ve ahlaka uygun şekilde kullanmak, çalıştırmak, harcamak zorundadır. Dinimiz israfı kesin şekilde, farz-ı ayn olarak haram kılmıştır. Kur'an israf edenler için "Onlar şeytanın kardeşleridir" buyuruyor.

 

Adamın parası var, 100 bin dolara lüks araba alıyor. Haram haram harammm!.. Çünkü israf ediyor, çünkü bu araba onu gurur ve kibre götürüyor, çünkü bu lüks araba onu azdırıyor...

 

Ne yapmalı?..

 

50 bin liralık güzel bir oto almalı, artan 100 bin lira ile işini genişletip, yahut bir dükkan, küçük bir iş yeri açıp birkaç işsiz ve aşsız vatandaşa ekmek parası kazandırmalıdır.

 

Çağımızda Müslümanların para ile olan muameleleri feci ve dehşet verici şekilde kötüdür. Genelde para imtihanını kaybetmiş durumdayız.

 

Hele şu Mübarek'lerin 35 milyar dolarlık servetleri...

 

 

Mehmet Şevket Eygi

08.02.2011

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Osmanlı Sultanları ve Halifeleri

 

Bazı İslamcılar; Osmanlıyı, Osmanlı Padişahlarını, Osmanlı Halifelerini sevmezler. Onlarda İranî tesirler, esintiler vardır.

 

Vehhabîler, Osmanlıdan nefret ederler. Osmanlıları Müslüman bile saymazlar. Osmanlı Şeriat ile tasavvufu ve tarikatı birlikte yaşamış bir sistem kurmuştur. Vehhabilere göre, tarikat, tasavvuf şirktir, küfürdür; tarikat evliyası evliyauşşeytandır.

 

Bir kısım Arap aktivist İslamcıları da, Osmanlıdan hoşlanmaz.

 

Ehl-i Sünnet Müslümanları Osmanlıyı, Osmanlı Sultanlarını ve Halifelerini çok sever ve onlara rahmet okur. Bilhassa Halife-i Müslimîn Sultan Abdülhamid-î Sanî Hazretlerini şükran ve minnetle anarlar.

 

Türkiye'deki Sünnî çoğunluk Osmanlıyı, Padişahları, Halifeleri, Osmanlının İslam uygulamasını beğenir ve tutar.

 

Selanik Dönmeleri, Osmanlıdan nefret eder. Müslüman ve Türk postuna bürünmüş Sabataycılar, Osmanlı İslam sistemine, Devlet-i Aliyyeyi Osmaniyeye, Selatin-î Osmaniyeye, Hulefa-î Osmaniyeye kin, düşmanlık, nefret kusarlar.

 

Dünyada, Ehl-i Beyt'i Mustafa'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra hiçbir aile, Osmanlı ailesi kadar İslam'a, İmana, Kur'an'a, Sünnete ve Şeriata hizmet etmemiştir.

 

Selanik Dönmeleri Osmanlıdan ne kadar nefret ediyorsa, biz Ehl-i Sünnet Müslümanları da Osmanlıyı bu nefretin bin kat misli sevmeli ve tebcil etmeliyiz.

 

19'uncu miladî asırda Mekke-i Mükerreme, Şafiî Reisululeması olan Ahmet Zeynî Dahlan Hazretleri Fütühat-ı İslamiye adlı eserinin Osmanlılar bölümüne şu cümleyle başlıyor:

 

"Hulefa-i Raşidîn'den sonra Kur'an'a ve Sünnete en fazla bağlı devlet, Osmanlı devletidir."

 

Birkaç hafta önce Macaristan devlet büyüklerinden biri, bir konuşmasında şu cümleyi sarf etti:

 

"Biz Macarlar 150 sene boyunca Osmanlı Türklerinin hâkimiyeti altında kalmasaydık, millî kimliğimizi kaybedecek ve tarihten silinecektik."

 

Sabatay Sevi'yi Mesih kabul eden bir Selanik Dönmesinin, Osmanlı Sultan ve Halifelerine düşman olmasını anlamak kolaydır da, bir İslamcının düşmanlığını anlamak zordur.

 

Osmanlıyı değerlendirirken onun çökme ve yıkılma devrindeki hastalıklarına, zaaflarına, olumsuz taraflarına bakmak insafsızlık ve adaletsizlik olur. Osmanlı kuruluş ve yükseliş devrine bakılarak değerlendirilmelidir.

 

Osmanlı nedir?

 

1. Kur'an'ı, Sünneti, Şeriatı esas alan bir İslam Devleti ve nizamıdır.

 

2. Ehl-i Sünnet ve Cemaat üzeredir. Sevad-ı Azam ve Cumhur-i Ulema dairesi ve yolundadır.

 

3. İslam'ın Şeriat ve tasavvuf boyutlarına bağlı kalmıştır.

 

4. Beş vakit namazı emr ve teşvik etmiştir.

 

5. Müslüman kadın ve kızları tesettüre sokmuştur.

 

6. Adalet ve güvenlik sağlamıştır.

 

7. Osmanlı idaresinde yaşayan Hıristiyanlara ve diğer ehl-i kitaba din, kimlik, kültür hürriyeti sağlamıştır.

 

8. İslam dinini yaymış, İ'la-i Kelimetullah yapmıştır.

 

9. Başka ülkelerden gelen Müslümanlara yabancı muamelesi yapmamış, onlardan pasaport istememiştir. Yani Osmanlı mülkü bütün Müslümanların mülkü olmuştur.

 

10. İspanya'da Hıristiyanların zulmünden kaçan Yahudilere kucak açmış, onlara yaşama, kazanma, kimliklerini koruma hürriyetini sağlamıştır.

 

11. On altıncı asırda Osmanlı bir Cihan Devletiydi. Onun enkazından 40'a yakın irili ufaklı devlet çıkmıştır.

 

12. Osmanlı Müslümanların birliğini sağlamıştır.

 

13. Osmanlıda din ile devlet özdeşti. Devlet, İslam'ın ve Ümmet-i Muhammed'in hizmetindeydi.

 

Her kavim kendi büyükleriyle, kendi tarihinin zaferleriyle iftihar eder. Biz Müslümanlar da Osmanlı Devletiyle, Osmanlı Padişahlarıyla, Osmanlı Halifeleriyle, Osmanlı zaferleriyle, Osmanlı nizamıyla haklı olarak iftihar ediyoruz.

 

Kanunî Sultan Süleyman aleyhi rahmeti ve'l-gufran Hazretleri büyük bir Padişahımız ve Halifemizdir. Dini Mübin-i İslam'a, Ümmet-i Muhammed'e çok hizmet etmiştir. Onun bize miras olarak bıraktığı Süleymaniye Camii bile, kendisine ebediyen minnettar ve müteşekkir olmamız için yeter de artar.

 

İnsanlar hatasız ve günahsız olmaz. Peygamberler dışında hiç kimse masum değildir. Kanunî Sultan Süleyman Hazretlerinin de, hataları, kusurları, günahları olabilir. Vefatından 400 küsur sene geçtikten sonra biz onun günah ve kusurlarını görmeyiz. Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) "Geçmişlerinizi hayırla yad ediniz" buyuruyor. Sultan Süleyman bir mü'mindi, beş vakit namaz kılardı, mücahitti, gaziydi, Hadimü'l-Haremeyn idi. Çok hayır hasenat yapmış, geriye çok vakıflar bırakmıştır. Onun zamanında Türkiye, Avrupa içlerine, Macaristan'a, Ukrayna'ya, Cezayir'e, Sudan'a ve daha nice ülkelere kadar uzanan bir genişliğe, enginliğe sahipti. Tuna ve Nil o devletin iki iç nehriydi. Akdeniz bir İslam gölü haline gelmişti. Yeryüzünde zulme uğrayan herkes, Müslüman olsun Hıristiyan olsun Osmanlı ülkesine iltica ediyordu.

 

Bu saydıklarım Selanikli Dönmelerin hoşlanmadığı şeylerdir. Biz Müslümanlar ise bunlardan çok hoşlanır, fahr ederiz.

 

Kanunî Sultan Süleyman Hazretlerine saygısızlık eden soysuzları lanetliyorum; bütün Müslümanları atalarımıza, millî mefahirimize sahip çıkmaya davet ediyorum.

 

09.02.2011

Mehmet Şevket Eygi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bocalayan Müslümanlar

 

Dindar Müslümanların büyük kısmı tesettür konusunda büyük bir bocalama içindedir. Bu benim şahsi fikrim değildir. Kur'an'daki, Sünnetteki, Şeriattaki, fıkıhtaki, tesettür hükümlerini bilen her Müslüman bu bocalamayı kabul edecektir.

 

İki türlü tesettür vardır: (1) Şer'î tesettür (2) Şer'î olmayan, belki biraz ağır kaçacak şeytanî tesettür...

 

Müslüman bir hanım veya kız, daracık, vücut hatlarını gösteren, bazısının eteği yırtmaçlı elbiseler giyiyor, başına rengârenk parlak bir kumaşı sarıyor, kimisi saçlarını deve hörgücü gibi topuz yapıyor, topukları yüksek ayakkabılar, bazısı makyajlı, birtakım açıkgözler de makyaj yapıyorlar, sonra biraz siliyorlar. Böyle kadınlar, erkeklerin şehevî bakışlarını açıklardan daha fazla çekiyor. Olur mu böyle tesettür?..

 

İslamî tesettürün ölçüleri vardır.

 

Birincisi: Erkeklerin şehevî nazarlarından saklanıp gizlenecek.

 

İkincisi: Elbiseler vücut hatlarını belli etmeyecek, bol olacak.

 

Üçüncüsü: Renkler cırtlak ve parlak olmayacak. Sade, pastel renkler...

 

İslam kadın ve kızlarının yabancı erkeklerle ihtilat etmemeleri, onların arasına karışıp onlarla laubali şekilde görüşmemeleri gerekir.

 

Tesettürlü üniversiteli kız, kantinde beş altı arkadaşıyla oturmuş, çay içiyorlar, bir laubalilik, bir serbestlik ki sormayın. Kahkahalar, gülüşmeler, mimikler, el kol hareketleri, böyle şeyler tesettürlü bir öğrenciye kesinlikle yakışmaz.

 

Tesettürlü bir İslam hanımı sokakta, çarşıda, pazarda, toplu taşıma vasıtasında, şurada burada bırakın çıngıraklı kahkahalar atmayı, dişlerini gösterecek şekilde gülmez bile. İslam ahlâkında bir kadının namahrem erkekler arasında gülmesi çok ayıptır, kötü şeylere dalalet eder.

 

Tesettürlü İslam hanımı veya kızı, iffetin, ciddiyetin, vakarın, ismetin mücessem heykelidir.

 

Her şeyde olduğu gibi tesettür konusunda da din ile ticareti, mukaddesat ile rantı birbirine karıştırdık. Aklı fikri para kazanmak olan birtakım sözde modacılar, tesettür yoluyla büyük servetlere sahip oldular ama tesettürün de canına okudular, cılkını çıkarttılar.

 

Bir tesettür defilesi... Kulakları sağır eden çılgın ve cehennemî bir müzik... Podyuma genç mankenler, sözde tesettür kıyafetleriyle çıkıyorlar, maşaallah hepsi boylu poslu, endamlı, çekici hanımlar. Özel bir yürüyüşleri var, hızlı hızlı, tak tak, yeri titretircesine çalımlı bir şekilde yürüyorlar. Bütün kıyafetler Avrupaî... Tayyör, pardösü, tunik, pantolon... Başlarında birer örtü... Bu defilenin ismi de İslamî tesettür defilesi. Yahu kimi kandırıyorsunuz siz? Bu kıyafetlerin içinde bir tek İslamî, yerli, millî kıyafet yok.

 

Merzifon, Gümüşhane ve civardaki bazı şehirlerde Müslüman hanımların büründüğü ihramlar vardır. Niçin tesettür ticareti yapanlarımız ihramı gündeme getirmiyorlar?

 

Şu 73 milyonluk Türkiye'nin uleması, fukahası, meşayihi, âkil Müslümanları, muhteremleri, hazretleri tesettür konusunu gündeme getirseler, ümmeti uyarsalar ne iyi olur?

 

Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, sahih bir hadis-i şerifinde "Saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar cennetin kokusunu alamayacaklardır" buyurmuşlardır. Bari bu konuda kadınlar ve kızlar uyarılsın.

 

Çok yazık... Müslümanlar başıboş kaldılar... Karanlık gecede fırtınaya yakalanmış, yağmura tutulmuş, kurtların hücumuna uğramış çobansız bir koyun sürüsü gibi... Müslümanların başında bir İmamü'l-müslimin, bir Emirü'l-müminin olmazsa olacağı budur.

 

Yaz aylarında Sultanahmet Meydanında başı örtülü, kolu açık kızlar görüyorum. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu...

 

Yine sakallı genç bir erkekle, başörtülü kız el ele tutuşmuşlar, herkesin arasında laubali şekilde yürüyorlar. Böyle bir şey Sultan Abdülhamid zamanında görülseydi, çift birbiriyle nikâhlı olsa bile, erkek tutuklanır, kız da ağır şekilde azarlanırdı.

 

Allah sonumuzu hayreylesin!

 

*(İkinci yazı)

 

HİKMETSİZ CUMHURİYET ve DEMOKRASİ OLMAZ

 

Bazıları durumu toz pembe gösteriyorlar ama Türkiye'de büyük krizler, bozukluklar vardır. Vaktiyle CHP başbakanlarından Dr. Refik Saydam "Bu memlekette A'dan Z'ye kadar her şey bozuktur" demişti. Bu bozukluklar azaldı mı, yoksa artarak mı devam ediyor, bu husus tartışılabilir ama ülkemizde bozukluk, kopukluk, kokuşma, her çeşit kriz olduğu gerçeği tartışılamaz.

 

Bizdeki bozuklukların ana sebebi nedir acaba? Bendenize sorarsanız hikmetsizliktir. Hikmetin uyduruk Türkçede karşılığı, bilgeliktir. Hikmet sahibi kimselere, hakim bilge denir.

 

Yusuf Kamil Paşa'nın söylediği şu beyit devlet ve ülke idaresinde hikmetin ne kadar önemli olduğunu ifade ediyor:

 

"Hükümet hikmet ile müşterektir,

 

Vezir olan hakim olmak gerektir."

 

Devlet ve ülke idaresiyle ilgili ne kadar fazilet/erdem varsa bunların hepsi hikmetin içindedir.

 

Hikmet adaleti, doğruluğu, dürüstlüğü, insafı, güvenliği, disipline zarar vermemek şartıyla halka şefkat göstermeyi tavsiye eder.

 

Bir ülkenin idarecileri hikmet sahibi olursa, asla yalan söylemezler, iftira etmezler, halkı aldatmazlar.

 

Hikmet sadece idareciler için gerekli değildir. İdareye, sisteme, düzene, rejime muhalif olanların da bilge olması gerekir.

 

İktidar hikmetli, muhalefet hikmetli... Böyle bir ülkede derin ve vahim krizler olmaz.

 

Hikmetli bir muhalefet hiçbir zaman yıkıcı hareket etmez.

 

Hikmet sahibi bir iktidar ülkeyi nasıl idare eder?

 

1. Kendisini ülkenin ve halkın efendisi olarak değil, hizmetkârı olarak görür.

 

2. İktidarın imkân ve fırsatlarından yararlanarak zengin olmayı düşünmez.

 

3. Büyük veya küçük hiçbir işin mevkiin, makamın başına ehliyetsiz kimseleri geçirmez. Emanetleri ehil elemanlara verir.

 

4. Faaliyet ve hizmetlerin şeffaf olmasını sağlar.

 

5. Büyük bir yanlışlık yaptığı vakit iktidardan çekilir.

 

Demokrasi, cumhuriyet deyip duruyoruz. Hikmet olmadan demokrasi de, cumhuriyet de dejenere olmaya mahkûmdur.

 

Son yüz yıllık tarihimize bakalım: İkinci Meşrutiyet ve 31 Mart darbeleri... Jön Türklerin devleti batırmaları... Milli mücadeleden sonra Milli kimliğe ve kültüre ihanet edilmesi... Tek parti diktatörlüğü... Akla ve mantığa aykırı yenilikler... 1946 seçimlerinde hile yapılarak milli iradenin ayaklar altına alınması... 1950-60 arasında Celal Bayar'ın kraldan daha kralcı, Atatürk'ten daha Atatürkçü fanatizmi ile statükoculuk yapması... 27 Mayıs 1960 darbesi... Bir yığın zulüm, rezalet, kepazelik, soytarılık... 12 Mart 1971 darbesi... 12 Eylül 1980 darbesi... Beyinsizce zulümler, halkın temel haklarının ve hürriyetlerinin zorbaca çiğnenmesi... 28 Şubat post-modern darbesi... Ergenekonlar... Yeni darbe planları... Güneydoğu'da bir köy halkına insan pisliği yedirilmesi... Yargısız infazlar... PKK terörünün gölgesinde, tozu dumanı içinde 100 milyarlarca dolarlık uyuşturucu kaçakçılığı... Diz boyu hıyanet, rezalet, kepazelik, cellâtlık, gaddarlık...

 

Türkiye'de kriz mriz yok, her şey yolundadır, pembe ufuklara dörtnala koşuyoruz diyenlere soruyorum: Her sene dünya çapında temizlik ve şeffaflık anketleri yapılıyor, Türkiye şu ana kadar hep 5'in altında not almıştır. Yani sınıfta kalmıştır. Buna ne buyurursunuz?

 

Türkiye'deki bütün bozuklukların sebebi hikmetsizlik; hikmetsizliğin ana sebebi İslam'a cephe alınmış olmasıdır.

 

Türkiye bir İslam ülkesidir. Orada İslam'ı yıkmaya çalışırsanız, ülkeyi, devleti, halkı yıkmış olursunuz.

 

İslam doğru anlaşıldığı, doğru yorumlandığı, doğru uygulandığı takdirde devlete, ülkeye ve halka adalet, güvenlik, medeniyet sağlar.

 

Medeniyet sağlar dedim, şu anda dünya üzerinde 10'dan fazla medeniyet türü vardır. İslam'ın sağlayacağı medeniyet kendi medeniyetidir. Batı medeniyeti dünyanın ve insanın yapısına, fıtratına, boyutlarına uygun bir medeniyet değildir.

 

Medeniyet denilince Batı medeniyetini anlayanlar ve İslam medeniyetini istemeyenler farkında olmadan bir intihar hareketi içindedirler.

 

Türkiye, nasıl hikmetli bir ülke olacak? Hem iktidar, hem muhalefet nasıl hikmetli olacak? İdare edenler ve idare edilenler nasıl hikmetli olacak? Hikmetli bir eğitim sistemi nasıl kurulacak?

 

En hayati soru: Türkiye Müslümanları nasıl hikmetli Müslümanlar olacak?

 

10.02.2011

Mehmet Şevket Eygi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Petro-dolarlarla Gelen Kaos

 

Beşer yanılır ve şaşar. İki türlü yanılma ve şaşma vardır: Samimi yanılma bile bile danışıklı yanılma. Samimi şekilde yanılanları uyarmak aydınlatmak mümkündür ama bildiği halde yanılgı içinde olanları doğru yola getirmek pek mümkün değildir.

Bugün ülkemizdeki Müslümanlar içinde samimiyetle yanılanların yanında bile bile para veya başka menfaatler karşılığında "yanılanlar" vardır. Onlar savundukları bazı inançların görüşlerin hükümlerin doğru olmadığını çok iyi biliyorlar ama ağızlarını vicdanlarını kalemlerini kiralamış veya satmışlardır.

Son otuz kırk yıl boyunca bu memlekette İslami hizmet ve faaliyet yapmak için dış dünyadan birtakım paralar geldi. Maalesef bu paralarla Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolunda hizmet yapılmadı birtakım bid'atleri yaymak için onlara taraftar kazandırmak için çalışıldı.

Acaba dışarıdan Ehl-i Sünnet için para gelseydi kabul edilmesi doğru olur muydu?.. Benim vicdani kanaatim Ehl-i Sünnet için bile olsa dışarıdan gelen paranın kabul edilmemesidir.

Merhum Üstad Necip Fazıl para için "alet-i cariha" demiştir. Para iki tarafı keskin bir bıçaktır. Hizmet edenleri de keser yaralar.

Bunun içindir ki ehlullah ve evliyaullah efendilerimiz parasız hizmet etmişlerdir. Parasız hizmet olur mu? Öyle bir olur ki...

Himmetü'r-rical taklaü'l-cibal denilmiştir; ricalin (hak erlerinin) himmeti dağları devirir...

Dış dünyadan gelen petro-dolarlarla:

Bid'at fırkaları ve mezhepleri yayılmıştır.

İhtilalci aktivist cereyanlar yayılmıştır.

Rafizilik yayılmıştır.

Terörizm yayılmıştır.

Neo-haricilik yayılmıştır.

Bundan kırk elli yıl önce ülkemizde Ehl-i Sünnet inancı Ehl-i Sünnet fıkhı Ehl-i Sünnet ahlakı yaygın ve hakimdi. Bir de bugünkü manzaraya bakınız: Onlarca hatta yüzlerce çeşit İslam anlayışı ve yorumu zuhur etmiş bulunuyor.

Sünni Müslümanlara kafir ve müşrik diyenleri mi ararsınız

Tarikat ve tasavvuf evliyasına evliyauşşeytan diyenleri mi

Mezhepleri put olarak kabul edenleri mi

İslam'da terör meşrudur ve masum sivilleri öldürmek caizdir diyenleri mi

Mut'a nikahı meşrudur diyenleri mi?

Ashab-ı kiramın (radiyallahu anhüm ecmain) büyük kısmının kafir ve münafık olduğunu iddia edenleri mi?

Türkiye Müslümanları artık yüzlerce fırkayla hizbe cemaate gruba kliğe ayrılmıştır. Ümmet bütünlüğü berhava olmuştur. Allah'ın birbirlerine kardeş kıldığı mü'minler arasına düşmanlık kopukluk girmiştir.

Ümmet birliği ve şuuru yitirilmiş hizip ve cemaat asabiyeti galebe çalmıştır.

Bin tane İbn Sebe' gelmiş olsaydı bu kadar tahribat yapamazdı.

Dışarıdan gelen paralarla İslam'ın cihad müessesesi de çarpıtılmıştır. İslam'da elbette cihad farizası vardır ama onun hükümleri rükünleri şartları vardır. Öyle deli dana gibi cihad yapılmaz.

Beyimiz heyecanlı islami yazılar kaleme alacak. Bunlar için az veya çok telif ücreti yahut maaş alacak hatta bu yolla zenginleşecek sonra da ucuz tarafından mücahit olacak... İslam'da böyle bir şey var mıdır?

İlahi İslam dininde elbette din ile dünya ayırımı yoktur ama dinimizin hükümlerinin sırası ve önemi de bellidir.

Dini hükümlerin başında inanç ile ilgili hükümler gelir.

Sonra başta namaz olmak üzere ibadetlerle ilgili hükümler.

Kur'an Sünnet İslam ahlakı ile hükümler ve bilgiler.

Dünya işleriyle ilgili muamelat hükümleri.

Ceza ve hadlerle ilgili ukubat hükümleri.

İslam devleti Halife ile ilgili ahkam-ı sultaniyye hükümleri.

Dışarıdan gelen petro-dolarlarla yapılan bid'at propagandaları bu sırayı bozdu ve birinci madde olarak kendi kafalarına göre cihad anlayışını başa getirdi.

İnançlar bozulmuş namaz kılınmaz olmuş cemaat terk edilmiş Kur'ana ve Sünnete aykırı bir yığın ahlaksızlık sergilenir olmuş onlara göre pek önemli değil.

İslam'da elbette cihad vardır. Cihad Kur'anla Sünnetle icma-i ümmetle sabit bir farizadır. Cihadı inkar eden İslam'da böyle bir şey yoktur diyen kafir olur. Lakin:

Cihadın tarifini hükümlerini şartlarını Ehl-i Sünnet imamları ulema ve fukahası Kur'andan ve Sünnetten çıkartarak beyan etmişlerdir.

Müslüman mücahid masum çocukları kadınları muharip olmayanları öldürmez. İslam'ın kendine mahsus bir savaş hukuku vardır Müslüman onun hükümlerine uymakla yükümlüdür.

Haçlılar Siyonistler Emperyalistler Filistin'de Irak'ta Afganistan'da bin türlü zulüm ve vahşet sergileyebilir ama Müslümanlar aynı şeyi yapmazlar yapamazlar.

Haçlılar Kudüs-i şerifi aldıklarında şehrin sivil Müslüman halkını ve Yahudilerini kılıçtan geçirmişlerdi. Yetmiş bin kişi öldürdüklerini tarih kitapları yazıyor. Mescid-i Aksa avlusundaki Haçlı atları dizlerine kadar Müslüman kanına batmış... Selahaddin-i Eyyubi şehri geri aldığında hiçbir Hıristiyanın burnu kanamadı taşıyabildiklerini yanlarına alıp Kudüs'ü terk ettiler. Hatta göç edecek parası olmayanlara adil sultan para yardımı yaptı. Bazı Nasrani kadınlar yine gitmek istemediler. Onlara soruldu: Niçin gitmiyorsunuz? Kocalarımız harp esiri iken nasıl gidelim dediler. Sultan onları da salıverdi...

Bir realite olan savaşın acı tarafları vardır. İslam bu acıları en aza indirmiştir.

Dışarıdan gelen paralarla ülkemizde bir neo-haricilik fırkası türetilmiştir.

Hadis-i şerifte "Ahir zamanda öyle bir taife (grup hizip) türeyecektir ki onların yaşları küçük akılları güdüktür. Onlar Kur'an okurlar Kur'an hançerelerinden yüreklerine inmez. Onlar Hayrü'l-beriyyenin sözlerini söylerler. Onlar gergin yaydan fırlayan okun avı delip o hızla avdan da çıkıp gitmesi gibi dinden çıkarlar" buyrulmaktadır.

Dışarıdan gelen paralarla palazlanan bid'at cereyanları ve fırkaları yüzünden Müslümanlar arasındaki sevgi ve dayanışma bağları zayıfladı. Büyüklere hürmet edilmez küçüklere şefkat gösterilmez oldu. Müslümanlar arasında galiz kavgalar ve tartışmalar başladı... Birtakım cahil veya yarı cahiller Kur'anı kendi re'y heva ve batıl görüşleriyle tefsire başladı. Bid'atçilerin kimisi Sünneti bilkülliyye (bütünüyle) inkar etti bir kısmı işine gelmeyen sahih hadisleri yalanladı. Edeb erkan kalmadı. İmamı Azam Ebu Hanife de benim gibi bir insandır ben de onun gibi ictihad yapardım diyenler görüldü... Din imamları ulema ve fukaha reddedildi Cemalüddin Afgani isimli taqiyyeci Farmasonun peşine düşüldü... Şeyh-i Ekber'e Şeyh-i Ekfer diyen İbn Teymiyye imam kabul edildi. Velhasıl din konusunda söz ayağa düştü.

İş o raddelere vardı ki Kur'andaki birtakım kesin hükümler tarihseldir bu devirde geçerli değildir diyen Fazlurrahman'ı önder kabul eden ilahiyatçılar zuhur etti.

İsmini vermeyeceğim bir ilahiyatçı "İslam'da tesettür yoktur tesettür bize Yahudilikten ithal edilmiştir" diyecek kadar zıvanadan çıktı.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığını "İlmihal Müslümanlığı" diyerek tahkir tezyif ve tahfif eden bir ilahiyatçı kendi çıkardığı mezhebe Kur'an Müslümanlığı adını verdi.

Ümmetin bölünmüşlüğü ve birbirine düşmesi Ehl-i Sünnet'in sarsılması yüzünden bu ülkede ezici çoğunluğu oluşturan Müslümanlar ikinci sınıf vatandaş durumuna düştü. Haklarını koruyamaz oldu. Liselere giden kızlarımızın başlarını örtmesi yasak... Dindar hanım avukatlar dindar memureler başları örtülü olarak mesleklerini icra edemiyor. On beş yaşından küçük yavrularımıza hoca tutup din ve Kur'an dersi verdiremeyecek kadar esir zelil ve kepaze durumdayız. Kendi vatanımızda ikinci sınıf vatandaş parya sömürge yerlisi statüsüne düştük.

Dıştan gelen paralarla beslenen palazlanan bazı bid'atçiler bize Arabistan'daki Vehhabiliği model ve ideal olarak gösteriyor. Hiç Vehhabilik Osmanlı modelinden ve uygulamasından üstün olabilir mi? Bir Osmanlının kuruluş ve yükseliş devirlerindeki maddi ve manevi fütuhata bakınız bir de Vehhabilerin yaptıklarına.

Bu işler düzelir mi?

İnşaallah düzelir ama çok zor düzelir. Hak tealadan ümit kesilmez.

 

Mehmet Şevket Eygi

 

26.02.2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

İslam Gelirse Sahte İslamcıların İşi Biter

 

 

Türkiye'ye İslam gelirse, bundan en fazla sahte İslamcılar, din sömürücüleri, mukaddesat bezirganları, dindar görünen münafıklar, fasık ve facirler, mürailer, yarı mühtediler zarar görecektir.

 

Bu yüzdendir ki onlar İslam İslam diye bağırır ama yürekten İslam'ın gelmesini istemezler.

 

Yine sivri bir laf ettim değil mi?

 

İslami bir uygulamada neler olmaz?

 

Bir bir anlatayım:

 

(1) İslam rüşvet almayı ve vermeyi kesin şekilde yasaklar ve yine kesin şekilde önler. Mürailer, münafıklar, fasık ve merdutlar ne yapar?... "Rüşvet haramdır!.." diye bağırırken, gözüyle yan cebime koy diye işaret eder.

 

(2) İslam sisteminde veya düzeninde haram kazanç elde edenlere aman zaman verilmez.

 

(3) İslam, ihalelere fesat karıştırılmasına izin ve fırsat vermez.

 

(4) İslam ribayı ve ribaya benzer her şeyi yasaklamıştır. Allah ticareti helal, ribayı haram kılmıştır.

 

(5) İslam, şer'i olmayan tesettüre izin vermez, yeşil ışık yakmaz. Daracık, rengarenk, parlak, alaca bulaca, yırtmaçlı, markalı lüks ve pahalı elbiseler giyecek, saçlarını deve hörgücü gibi yapıp üzerine gökkuşağı gibi bir eşarp bağlayacak, takacak takıştıracak, sürecek sürüştürecek, kırıta kırıta, arada bir çıngıraklı kahkahalar ata ata caddelerde, meydanlarda, sokaklarda, marketlerde, kadınlı erkekli meclislerde arz-ı endam edecek, fink atacak... İslam buna izin vermez. Bu memlekete islami uygulama gelirse böyle yapan bayanların işi doğrusu çok zor olacaktır.

 

(6) İslam hırsızlığı önler.

 

(7) İslam kara, haram, necis, pis servet sahibi olmaya izin, imkan ve fırsat vermez.

 

Listeyi uzatmıyorum... Bugün koyu İslamcı geçinen bazıları İslam'ın gelmesini istemezler. Gelirse hoşaflarının yağı kesilir...

 

İslamcılık yapacak, 300 bin liralık lüks otomobile binecek... İslamcılık yapacak Nemrud ve Firavun gibi israflı, şaşaalı, debdebeli, ihtişamlı bir hayat sürecek.

 

İslamcılık yapacak malı götürecek, voliyi vuracak, az zamanda Karun gibi zengin olacak...

 

Peki İslam gelirse ne olacak?.. Bütün bu sahtekarların takkesi düşecek keli görünecek.

 

Onlar İslam İslam derler ama İslam'ın gelmesini ve uygulanmasını istemezler. Çünkü İslam gelirse, "Bozuk düzenlerde bozuk işler yapılır, her halt yenilir" şeytani fetvasına dayanarak haram yiyemeyecek, kara servet sahibi olamayacaklardır.

 

Ağızlarıyla İslam gelsin diye bağırırlar, kalplerinden gelmesin derler.

 

İslam gelmesin ki, eski sahte mücahitler müteahhitliğe devam etsinler.

 

*(İkinci yazı)

 

CHP Zulümleri

Aşağıda CHP'nin diktatörlük, tek parti, faşist rejimi zamanına ait üç belge sunuyorum. Türkiye halkının temel hak ve hürriyetlerini, din ve inanç serbestliğini nasıl hayasızca ve merhametsizce çiğnemişlerdi. Ellerine fırsat geçerse bu gibi zulüm ve baskıları bugün de yapmaktan çekinmezler. Şu anda çoğunluğa karşı taqiyye yapıyorlar. Allah ellerine fırsat ve imkan vermesin yapmayacakları yoktur.

 

Birinci belge:

 

(1) 1930 yılında T.C. İçişleri Bakanlığı, yayımladığı gizli bir genelge ile valilere şu talimatı vermişti:

 

"Türkiye'de yabancı lehçeyle konuşanların kıyafetlerini, şarkılarını, oyunlarını, düğün ve diğer geleneklerini kötü göstermek, bu kişilerin ve ailelerinin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek, onları hiçbir zaman Boşnak, Tatar, Çerkez, Laz, Kürt, Abaza, Gürcü, Türkmen, Pomak v.b. diye adlandırmamak, köylerin o lehçelerdeki isimlerini değiştirmek, evlerinde ve aralarında Türkçe konuşmaya zorlayarak onlara yürekten "Türküm" dedirtmek."

 

İskana tabi tutulanların Türkleştirilmesi uygulamasına ilişkin gizli genelge, no: 1/28, Ankara 1930 (M. Bayrak, Kürtler ve ulusal demokratik mücadeleleri üstüne gizli belgeler-araştırmalar-notlar, Ankara 1993: 506-509'dan).

 

İkinci belge:

 

(2) CHP Genel Sekreteri ve Kütahya Saylavı (Milletvekili) Recep Peker, CHP başkanlığına ilettiği bir tamimde şöyle dert yanıyordu:

 

"Geçen Ramazan ve bayramda Arapça ezan okumak, sala vermek, tekbir almak... gibi geri hareketlerin geçen senelere nispetle daha çok olduğu... anlaşılmıştır.

 

6 Haziran 935 tarihli ve 510 numaralı genelge ile de bildirdiğim gibi yurtta inkılabı ve ileri gidişi koruma ve yayma ödevini üstüne alan ve bu gibi devrim ve durumu müteessir edecek geri hareketlere karşı çok yakından ilgili ve duygulu olması icap eden partimizin bu hareketlere karşı duygulu bulunarak, hükümetle el ve işbirliği yapmalarını, alacakları haberleri vakit geçmeden hükümete bildirmelerini bu vesile ile bir kere daha tekrarlamayı değerli bulurum."

 

Kaynak: Cumhuriyet Halk Fırkası Katibi Umumiliği'nin (Genel Sekreterliğinin) CHP Başkanlıklarına 8 Şubat 1936 tarihli ve 3/672 sayılı tamimi (genelgesi), Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi, Cumhuriyet Halk Partisi Kataloğu, 490/01/3/12/9 (Cemil Koçak, Tek-Parti döneminde muhalif sesler, İstanbul 2011: 241'den).

 

Üçüncü belge:

 

(3) CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) Basın Yayın Umum Müdürü Selim Sarper, Diyanet İşleri Müşavere Heyeti azası Prof. Dersiam Yusuf Ziya Yörükan'ın 1 Eylül 1944 sayılı Kutlu Bilgi dergisinin 2. sayısında kaleme aldığı yazıyı tehlikeli bularak alıntı yapıyor ve Başvekaleti şu şekilde uyarıyor:

 

"... 'Kandil gecelerinde çocukların sevinçleri, Ramazan günlerinde iftar sofrasına yapılan ihtimam ve sahur yemeğinden sonra şafak ağarırken ve bütün tabiatın ıssızlığı içinde ezan seslerinin yükseldiğini dinlemek ve bayram sabahlarında yeni elbiseleriyle babasının yanında camiye gitmek, fakir çocuklara acımak, onların saadetini istemek, bütün Müslümanların aynı imanla aynı mabette bir Tanrı'ya ibadetle birleşmelerini görmek...' cümlelerinde ortaçağa has koyu bir dincilik ruhu görülmektedir."

 

Kaynak: Başvekalet Basın ve Yayın Umum Müdürlüğünden Başvekalete, 12 Eylül 1944, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı, Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü Kataloğu, no: 030/10/86/571/10. Cemil Koçak, Tek Parti Döneminde Muhalif Sesler. İstanbul: İletişim Yayınları, 2011: 83-85'den.

 

*(Üçüncü yazı)

 

Milletvekili Yemini

Seçimlere birkaç ay kaldı. Halkta bir telaş yok ama bir kısım adaylar yanıp tutuşuyor. Bazı büyük bürokratlar istifa ediyor. Medya bunlardan bahs ediyor, resimlerini basıyor.

 

İnsan niçin milletvekili olmak ister?

 

Bu isteğin çeşitli niyetleri, sebepleri olabilir.

 

Birincisi: Vatanına, halkına hizmet için.

 

İkincisi: Benliği için.

 

Üçüncüsü: Dindar bir Müslüman ise dinine hizmet için.

 

Dördüncüsü: Kürt milliyetçisi ise dokunulmazlık zırhına bürünüp Kürtçülük için çalışmak için.

 

Beşincisi: Sabataycı veya Kripto Yahudi ise kendi dinine ve kimliğine hizmet için.

 

Altıncısı: Milletvekilliği maaşından, kıyak emekliliğinden, nüfuzundan maddi bakımdan yararlanmak için.

 

Milletvekili seçilenler, 1982 Anayasasına göre aşağıdaki yemini yapmak zorundadır. Bu yemini yapmayana mazbatası verilmez, milletvekilliği düşer.

 

Yemin metni şudur:

 

"Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa'ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim."

 

Hiç şüphe yoktur ki, bu yemin ideolojik bir yemindir.

 

İslam dininin yeminlerle ilgili hükümleri ve şartları bulunmaktadır.

 

Böyle bir yemin İslam inançlarıyla bağdaşır mı?

 

Yemin metnindeki "Devletin varlığını, bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü korumak..." ve ona benzeyen kısımlara elbette itiraz edilemez. Lakin "Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağım" ibaresi kısıtlayıcıdır.

 

Atatürk inkılaplarından biri şapkadır. Bu yemini yapanlar şapka giymemek suretiyle yeminlerine ihanet etmiş olmuyorlar mı?

 

1928'de yürürlüğe giren Latin harfleri inkılabı ile devletimizin ve halkımızın bin yıldan beri kullandığı milli yazımız yasaklanmıştı. Bu yasak insan haklarına ve hürriyetlerine aykırıdır. Milletvekili, ettiği yemin gereğince bu yasağın kalkmasını istemeyecek midir?

 

Tamamı için söylemiyorum, ideolojik tarafıyla böyle bir yemini yapmak bir Müslümana büyük sorumluluk getirir.

 

M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra çıkartılmış olan Kemalizm ideolojisini din gibi benimsemiş birinin bu yemini yapması çok kolaydır ama samimi bir Müslümanın çok düşünmesi gerekmez mi?

 

Maaş, yağlı ballı emeklilik, maddi imkanlar, şan, ün, şeref, benlik için milletvekili olmak isteyenlere bir şey demem ama hizmet için Meclis'e girmek isteyen Müslümanların bu konuda fetva ve ruhsat almaları gerekir sanıyorum.

 

Hiç şüphe etmiyorum, birileri çıkacak benim bu fikirlerimi de laikliğe ve Atatürkçülüğe aykırı bulacaktır.

 

Mehmet Şevket Eygi

12.03.2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

MUHALİFİM.

 

1. Her gerçek aydın kötülüklere, sapıklıklara, zulümlere karşı muhalif olmalıdır.

2. Kötülüklere, zulümlere muhalif olmayan kişi aydın değildir, aydın müsveddesi veya karikatürüdür.

3. Gerçek aydın asla ve asla yalakalık, yağcılık, dalkavukluk, meddahlık yapmaz.

4. Gerçek aydın köpek değildir ki, kemik için kuyruk sallasın, önüne atılan kemiği yalayıp yesin.

5. Bendeniz aydın ve faziletli bir kişi olduğum için değil, sıradan vicdanlı bir vatandaş olarak muhalifim.

6. Benim muhalefetim siyasî/politik muhalefet değildir.

7. Elimden geldiği kadar yapıcı bir muhalefet yapmaya çalışırım.

8. Bir Müslüman yanlış bir iş yaparsa ona da muhalif olurum.

9. İslâmî bir rejim kurulsa ve bu rejim İslâm'a uymayan işler yapsa ona da (yıkıcı olmamak) şartıyla muhalif olurum.

10. Muhalefet etmeyeceğim tek sistem Mehdî sistemidir. Mehdi Allah'ın korumasıyla ve Resulullah Efendimizin ruhaniyeti bereketiyle bozuk işler yapmaz. Zuhur ettiğinde ona itaat ve biat etmek her Müslümanın vazifesidir.

11. Haram yenmesine muhalifim.

12. Yolsuzluğun her türlüsüne muhalifim.

13. İhalelere fesat karıştırılmasına muhalifim.

14. Haram rantlara, komisyonlara, rüşvetlere muhalifim.

15. Belediyelerin bütçelerinin hortumlanmasına muhalifim.

16. Hem salih Müslüman ve dindar geçinen, hem de Nemrud ve Firavun gibi lüks, israf, aşırı tüketim, gurur, kibir sergileyen beyinsizlere muhalifim.

17. Hangi tarikattan olursa olsun hakikî, gerçek, icazetli şeyhlere çok hürmet ederim ama sahtelerine muhalifim.

18. Müslümanların paralarını zimmetlerine geçirenlere muhalifim.

19. Zekâtları Kur'ân'a, Sünnete, icmâ-i ümmete, fıkha, Şeriata aykırı olarak toplayanlar ve aykırı olarak sarf edenlere muhalifim.

20. Allah'ın âyetlerini ucuza satanlara muhalifim.

21. İslâm'ı doğru dürüst bilmediği halde, mürşidlik taslayarak peşine takılanları yanıltanlara muhalifim.

22. Müslümanlara çok hürmet eder, onları severim ama İslâmcıların tümüne muhalifim.

23. Kendisinde Ümmet ve büyük cemaat şuuru olmadığı halde futbol kulübü tutar gibi hizip, fırka, grup, cemaatçilik militanlığı ve fanatizmi yapanlara muhalifim.

24. Başına rengarenk bir eşarp dolamakla tesettüre girdiğini sanan, toplumda açık kadınlardan fazla göze batan sahte tesettürlülere muhalifim.

25. Kur'ân'ın "Allah katında tek hak din İslâm'dır" beyanına rağmen, İslâm'ı reddeden Ehl-i Kitabın da Cennetlik olduğunu söyleyenlere muhalifim.

26. Mezhepsizliğe, Sünnet ve fıkıh düşmanlığına, bütün bid'at cereyanlarına, Yüce Kur'ân'ın re'y ve heva ile yorumlanmasına, ehliyetsiz ve icazetsiz naylon müçtehitlere hep muhalifim.

Muhalif olduğum için kendimi üstün ve faziletli görmem.

Muhalefetim dolayısıyla dünyaya yönelik maddî ve mânevî menfaat, prestij, şöhret, nüfuz istemem.

Anonim tenkitler yaparım, fitne ve fesat çıkartmaktan kaçınırım.

Müslüman olduğum halde, islâmî kesimi olumlu ve uyarıcı şekilde tenkit ederim, özeleştiri yaparım.

Muhalefetimi, tenkitlerimi paraya, mala, zenginliğe, nüfuza çevirmeyi aklımın köşesinden geçirmem.

Sırf bana ait fikir, yorum, tenkit, görüşlerde hatâ etmem mümkündür ama muteber kitaplardan nakl ettiğim kesin dinî hükümlerde ve değerlerde hatâ etmem mümkün değildir.

Ben kim miyim?

Ben hiç olmak isteyen, onu da olamayan bir kimseyim.

M.Ş EYGİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ben Şevket Eygi'nin yazılarını çok seviyorum fakat kanlı pazar olayında kötü bir rolü olduğunu söyleyip duruyorlar. Amerikan'ın yanında yer aldı falan diyorlar.

 

Bir de evlenmemesi bana garip geliyor. Bir müslüman yapabilme imkanı olduğu halde Peygamberimizin en kuvvetli sünnetlerinden birini neden terkeder?

 

Aydınlatırsanız sevinirim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın Şevket Eygi, malumunuz ehli sünnet bir kalemdir. Yazılarının ekseriyasında bunu sezinlemek mümkün hatta şer'i olarak biraz sert çizgilere sahiptir diyebiliriz.

 

Evlilik bahsinde kendisinin sabah gazetesine verdiği bir röportaj var. Cevabı;

 

"- Niye evlenmediniz?

 

- Başımdan çok macera geçti gazeteci olarak. Yurtdışında yaşamak zorunda kaldım, sıkıntılar çektim, mahkemeler, hapislerde yattık, kısmetimiz değilmiş." şeklinde. Tabi naçizane yorumumu dile getirecek olursam, sizin de dediğiniz gibi evlilik Efendimiz'in en kavi sünnetlerindendir ve de bahsedilen şekilde sebeplere isnad edilerek, terki, ihlali meşru görülemez. Yalnız biz kimseyi tenkid etme mevkiinde değiliz fakat yapılan işin keyfiyeti hakkında yorum dile getirebilirim ki kendisiyle mutabık değilim. Ama dediği gibi kısmet meselesi.

 

Kanlı Pazar Hadisesi'nde Sayın Eygi'nin rolü var mı? Açıkcası bu husus hakkında sağlam kaynaklardan bir demeç okumadım. Fakat siyasetçilerimizden Yaşar Okuyan'ın

 

"Şevki Eygi tahrik etti

 

Polis bakıyor, mavi kurdela varsa dost dokunmuyor, kurdele yoksa elindeki copla girişiyor. Biz de dedik ki kurdelelerimizi takalım, çünkü uzak olmamıza rağmen bir grup da bize doğru geliyordu.

Komünizmle mücadele dernekleri vardı. Onların birlikte organize ettiği bir şey. Bundan günler öncesinden de Mehmet Şevki Eygi diye bir gazeteci var. Gazeteden çağrılar yapıyordu. “Komünistler, Moskova uşakları geliyor, dinimize küfrediyorlar” gibi yazılarla belki 10-15 gün boyunca tahrik etmişti. Toplu olarak sabah namazları organize ediyordu. Böyle bir alt yapı oluşturulmuştu. ‘Kanlı Pazar’da, Hürriyet gazetesinde 6–7 sütunu kaplayan bir resim gözümüzün ödündedir hâlâ..." şeklinde vermiş olduğu demeç var. Şunu da bilmekteyiz ki Sayın Okuyan'nın yandaş zihniyetin adamadır. Ama şu ufak paragraftan ben şunu anladım:

 

Sayın Eygi'nin Amerika'nın maşası olarak bu Kanlı Pazar hadisesinde yer almasını yahut zemin hazırlaması nezdimde muhal görüyorum.. İlk paragrafımda dile getirdiğim gibi, kendisi dinî prensiplere sıkı sıkıya bağlı, ehli sünnet biri olarak sanmıyorum ki böyle bir vukuata en azından Amerika maşası olarak yataklık etmiş olsun. Tabi bu iş sanı-lara bakılarak değerlendirilemez fakat kendisinin gazetesinde, "Komünistler, Moskova uşakları geliyor, dinimize küfrediyor" gibi cümlelerle belki kısmen azmettiricidir. Yalnız bunun denen cümleden de anlaşıldığı gibi tamamen vatanı, milleti küfür ehlinden yahut kan emici izm-lerden salaha kavuşturmak amacı yapıldığı gözlemleniyor. Tabi çözüm kan akılarak mı olmalıydı, burası tartışılır. Netice itibarıyla bu konuda da keskin, köşeli bir cümle kurmak istemiyorum. Yanlışıyla, doğrusuyla Sayın Eygi'nin kesinlikle okunması gereken bir isim olduğu kanısındayım, bugün kiralık kalemşörlerin akıbetini gördükten sonra..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dinde Değişim ve Ayıklama

 

Bu konuda bazı işbirlikçilerle anlaşmışlar, bazen çok sinsice, bazen açıkça hummalı faaliyete girişmişlerdir.Aşağıda sıralayacağım güçler, İslam dünyasında ve bilhassa (özellikle) Türkiye'de büyük bir din devrimi (veya devirimi) yapmaya karar vermişler,

 

(1) Emperyalist sömürgeci büyük devletler... (2) İsrail ve Siyonizm... (3) Katolik Kilisesi... (3) Merkezleri ABD'de bulunan üç büyük Evangelist Protestan kilisesi ve onların uyduları... (4) Türkiye'nin en büyük gizli gücünü oluşturan Sabataycılar ve Kripto Yahudiler... (5) Ülkemizde nüfusları ve nüfuzları sanılandan çok büyük olan Kripto Hıristiyanlar.

 

Bunlar ile bilerek veya bilmeyerek işbirliği yapan zümrelerin başlıcaları:

 

(1) Fazlurrahmancı ilahiyatçılar.

 

(2) Dinde değişim, yenilik, reform isteyen ilahiyatçılar.

 

(3) Mutezile inancını ve mezhebini kabul etmiş, fakat bunu gizleyen birtakım ilahiyatçılar.

 

Emperyalist, sömürgeci, globalleşme taraftarı güçler İslam'ın hangi taraflarını beğenmiyor ve değiştirilmesini istiyor?

 

(Bir) İslam'ın kadın konusundaki hükümlerini beğenmiyor, bu konuda işlerine gelmeyen hadislerin ayıklanıp çıkartılmasını istiyor. Onlar kadınla erkeğin mutlak olarak eşit olmasını, erkeğin aile reisi olmamasını, kadının açılıp saçılmasını, zinanın suç sayılmamasını istiyor.

 

(İki) Faiz ve ribanın haram olmaktan çıkartılıp helalleştirilmesini istiyor.

 

(Üç) Onları çok rahatsız eden İslami değer ve hükümlerden biri de cihad fi sebilillahtır. Cihad ile ilgili hadislerin "ayıklanmasını" istiyorlar. Onlara göre İslam'ın cihad farzı bir tür terördür ve mutlaka yürürlükten kaldırılmalıdır.

 

(Dört) İslam'ın iffet, haya, namus mefhum ve değerleri de onları rahatsız etmektedir. Bu hususta da yumuşama olmasını istiyorlar.

 

(Beş) Kur'andaki "Allah katındaki tek din İslam'dır" hükmünün değişmesini, bunun yerine "Dünyada üç hak ibrahimi din vardır. Hz. Muhammed'in risaletini, Kur'anı, İslam'ı inkar ve tekzip eden Ehl-i Kitab da kurtulmuştur ve Cennet'e girecektir" bozuk akidesinin kabul edilmesini istiyorlar.

 

(Altı) İslam'ın davet ve tebliğ vazifesinin tatil edilmesini, onun yerine Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü yapılmasını istiyorlar.

 

İşbirlikçilerin başını çeken Fazlurrahmancılar taqiyye yaparak kendilerini açık görüşlü Sünni Müslüman olarak tanıtıyor ve gösteriyor.

 

Fazlurrahman bozuk fırkasına göre 300'den fazla Kur'an ayetinin ve hükmünün bugün geçerliliği yoktur. Bunlar tarihsel hükümlerdir ve miadları dolmuştur.

 

Yine onlara göre binlerce sahih hadis mevzudur, uydurulmuştur, onların da ayıklanması gerekir.

 

BOP'un (Büyük Orta Doğu Projesi'nin) iki ana gayesi vardır: (1) İslam dünyasını iyice parçalamak, Balkanlaştırmak, ortaya sürü sepet küçük İslam ülkesi ve devleti çıkartıp, bunları birbirine düşürmek. (2) İslam dinini değiştirmek ve emperyalist Siyonistlerin ve Haçlıların istediği ılımlı, uysal, evcil, kendi istedikleri manada demokrat, sömürülmeye müsait (colonisable) bir İslam dünyası oluşturmak.

 

Bir soru: Emperyalistler İslam'da yenilik, değişim ve sekülerleşme işleri için büyük paralar harcıyor mu?

 

Harcandığından hiç şüphe edilmemelidir. Yenilikçi, reformcu, değişimci işbirlikçilerin büyük çoğunluğu bedavaya küçük parmaklarını bile oynatmazlar.

 

"Ayıklama" işinin bedavaya, Allah rızası için yapıldığını sanmak büyük saflık olur. Son yıllarda bu ülkedeki bütün dini hizmetlerin, yayınların, teliflerin, tercümelerin, araştırmaların, ayıklamaların, hizmetlerin veya sabotajların maddi menfaat ve ücret mukabilinde yapıldığı gerçeğini bilmemiz ve kabul etmemiz gerekir. Üzülerek söylüyorum: Maalesef Sünni cephede de garazsız, ivazsız, ücretsiz, fi sebilillah, hasbeten lillah hizmet çok azalmıştır.

 

Türkiye'de gerçekleştirilmek istenen dinde yenilik, dinde değişim, dinde reform, Fazlurrahmancılık fırka/mezhebinin yayılması, mezhepsizlik, teflik-i mezahib, sekülerleşme faaliyetleri içinde bazı islamcılar da var mıdır? Elbette vardır.

 

Yine bir soru: Türkiye Ehl-i Sünnet mezhebi mensupları başta "hadis ayıklama" işleri olmak üzere dönen dolaplardan haberdar mıdır?.. Maalesef büyük ölçüde değildir.

 

İlm-i Kelam alimleri bu şeytani faaliyetleri inceliyor, Müslüman aydınları ve halkı uyarıyorlar mı?.. Bu konuda çok az yayın ve reddiye vardır. Dört başı mamur bir kelam kitabı ise hiç görmedim. Bilen varsa haber versin.

 

Fazlurrahman adlı adam Pakistan'da zuhur ve huruc ettiği zaman binden fazla icazetli ulema, fukaha, müftü onu reddeden bildiriler ve fetvalar yayınlamışlar ve ülkeden kaçmasını sağlamışlardı. Bizde ise bu konuda fazla bir şey yapılmıyor veya yapılamıyor.

 

Peki bu işlerin, bu fitne ve fesadın sonu ne olacaktır?

 

Tahminlerimi söyleyeyim:

 

Kur'anı bile bile bozuk yorumlayanların, Sünneti ayıklayıp işlerine gelmeyen hadisleri çıkartanların, Fazlurrahman yolundan gidip nice muhkem ayetin bugün hükümsüz olduğunu iddia edenlerin, Müslümanları Şeriattan kopartıp sekülerleştirmek isteyenlerin, dinde değişim ve yenilik yapma işbirliğine girenlerin sonu iyi olmaz. Şu veya bu şekilde tokat yerler.

 

Kur'anı, Sünneti, Şeriatı, sahih ve temiz itikadı, Ümmeti korumayan sorumlu Sünniler de, vazifelerini yapmadıkları için suçludur. Fitne ve fesat yangınını söndürmeye çalışmadıkları için onlar da tokat yiyebilir.

 

Dinde değişim, dinde yenilik, dinde reform yapmak, hadisleri ayıklamak isteyen zihniyet din hizmetleri alanına kendi adamlarını sokmak için yıllardan beri sinsi faaliyet içindedir.

 

İtikadındaki bid'at, kendisini dinden çıkartan, yahut çıkartmayıp namazının sıhhatine mani olan bir kimsenin ardında cemaat olmam.

 

Bir örnek vereyim: Adam mezhepsiz yahut telfik-i mezahib taraftarı... Abdestli iken bir yeri kanıyor... Bu adam tekrar abdest almazsa Hanefilere imamlık yapamaz.

 

İstitraden şu hususu da belirteyim: Adam mücessime denilen bozuk mezhebin itikadını kabul etmiş. Allah'ın cismi vardır. İnsanlar gibi eli, yüzü, ayağı vardır. İner çıkar. Ciheti vardır. Allah zaman ve mekanla mukayettir... diyor. Böylesinin de ardında namaz kılınmaz.

 

Alevi kardeşlerimiz ve vatandaşlarımız kendi inanç ve meşreblerini korumak için canla başla çalışırken Ehl-i Sünnet çoğunluk maalesef yedinci derece derin uykuda.

 

Allah cümlemizi bir an önce hayırlı şekilde uyandırsın.

 

*(İkinci yazı)

 

Devlet ve Düzen

 

1. Devletimi severim ve korurum.

 

2. Bozuk düzene veya sisteme muhalifim, karşıyım.

 

3. Devlet ile düzen/sistem özdeş değildir.

 

4. Devlet kalsın, güçlensin, bozuk düzen gitsin, yerine iyi, adil, güzel bir düzen gelsin.

 

5. Devlet devamlıdır; düzen kopukluk, arıza ve kazadır.

 

6. Devlet insan haklarına, adil hukukun üstünlüğüne, milli kimlik, kültür ve tarihe dayalıdır; düzen bozuk bir ideolojiye dayanır.

 

7. Düzen ile devleti özdeş görüp, ikisini birden batırmaya ve çökertmeye kalkışmak, bindiği uçağı düşürmek veya üzerinde yolculuk yaptığı gemiyi batırmak gibidir.

 

8. Devlet cevherdir, düzen/sistem arazdır. Devlet cam sürahidir; içine su konulabilir, süt konulabilir, şarap konulabilir. Su, süt ve şarap düzendir.

 

9. Devlet konusunda konuşup yazanların, fikir ve görüş beyan edenlerin yeterli miktarda amme hukuku bilmeleri gerekir.

 

10. Batsın bu devlet, yerine iyisi gelsin lafı cinnettir. Devletimiz kalsın, bozuk düzen/sistem gitsin demek gerekir.

 

07.04.2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...