Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Selmanbey

Mehmet Şevket Eygi

Recommended Posts

Müslümanların Dikkatlerine

LÜTFEN aşağıdaki başlıkları her gün bir kere tekrarlamanızı istirham ediyorum. Hafta tatili yapmadan senede 365 gün, dört senede bir 366 gün.

1. Ehl-i sünnet Müslümanlığı tehlikededir. İndirilmiş (münzel) Ehl-i Sünnet İslamlığının yerine (AB'nin, ABD'nin, İsrail'in, Siyonizmin, Haçlıların istediği) evcil, ılımlı, light ve uysal uydurulmuş bir İslam getirilmek istenmektedir.

2. Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu 10 üzerinden 4'tür, yani ahlak ve temizlik bakımından sınıfta kalmıştır.

3. Memleketin bütünlüğü tehlikededir. Vatan elden gitmektedir.

4. Güneydoğu'da bazı vilayetlerde ve şehirlerde devlet gündüz vardır, gece yoktur. Kurtarılmış bölgeler oluşturulmuştur.

5. Türkiye'nin bazı halkları arasında millî/toplumsal barış ve mutabakat bağları zayıflatılmış ve kopartılmıştır.

6. Alaçatı'da cami yapılmış eski bir kilisede papazlara Teslis âyini yaptırılmıştır.

7. Halkı ve gençliği aşırı derecede tahrik eden, ahlakı berhava eden müstehcen yayınlar almış yürümüştür.

8. Uyuşturucu 10 yaşındaki okul çocuklarına kadar inmiştir.

9. Fuhuş genelleşmiştir. Devlet, kadın haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelere imza koymuş olmasına rağmen TC başlıklı resmî vesikalarla fuhşa resmî izin vermekte, bu fuhuştan KDV ve gelir vergisi almakta, bu parayı bütçesine koymakta, yasal genelevlerin kapısında fuhşun güvenliğini sağlamak için polis bekletmektedir. Kadın hakları savunucuları bu rezalete ses çıkartmamaktadır.

10. Haram yeme yaygın hale gelmiştir.

11. Faiz ve riba yaygın hale gelmiştir.

12. Halkın yüzde 90'ı beş vakit namazı terk etmiştir.

13. Mal şehveti, para şehveti, lüks ve israf şehveti, gösteriş şehveti, cinsel şehvet, benlik şehveti korkunç boyutlara ulaşmış ve yaygın hale gelmiştir.

14. Türkiye'de 1,5 milyon Kripto Yahudi yaşamaktadır.

15. Türkiye'de 1,5 milyon Kripto Hıristiyan yaşamaktadır.

16. PKK hareketinin arkasında İsrail ve Ermenistan vardır.

17. PKK terörünün gölgesinde ve toz dumanı içinde yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ve silah ticareti yapılmıştır.

18. Para, madde, lüks hayat ana değer haline gelmiştir.

19. Atalarının Türkçe mezar taşlarını okumaktan aciz mürekkep cahil nesiller yetiştirilmiştir.

20. Gayr-i millî eğitim sistemi iflas etmiştir.

21. Büyük medya halk yığınlarının beyinlerini yıkayarak onların bir kısmını zombi haline getirmiştir.

22. Gelir dağılımında korkunç bir adaletsizlik vardır. Zengin kesim daha zengin olurken, fakir kesim daha fakir olmaktadır.

23. Halkın yarısı birbiriyle nizalıdır. Mahkemeler dosyalara bakamaz hale gelmiştir. Hapishaneler tıklım tıklım doludur.

24. Trafik kazaları anormal halde çoğalmıştır.

25. Bazı üniversitelerin ilmî dergileri yirmi yıldan beni yayınlanmamaktadır.

26. Mısır bile İskenderiye'de dünya çapında 8 milyon kitaplık ve belgelik büyük bir kütüphane kurmuşken İstanbul'da büyük bir kütüphane yoktur.

27. Liselerde doğru dürüst yazılı Türk lisan ve edebiyatı, mantık, tarih, sanat kültürü okutulmamaktadır.

28. Toplumda dağılma, çürüme, dejenere olma, çöküş emare ve alametleri görülmektedir.

29. Futbol tutkusu din haline gelmiştir.

30. Sabah namazlarında camiler hemen hemen boştur.

31. Türkiye'de her gün 4,5 milyon ekmek çöpe atılarak korkunç ve dehşetli bir küfran-ı nimet ve israf sergilenmektedir.

32. Mürüvvet, fütüvvet, istikamet, fazilet, hamiyet gibi değer ve kavramların pabucu dama atılmıştır.

33. Malatya'da Cuma hutbesinde Şeriattan ve Hilafetten bahs eden bir imam minberden indirilmiş ve hemen imamlıktan atılmıştır.

*(İkinci yazı)

Bunca Kitap İçinde Korkunç Cehalet

TÜRKİYE'DE son elli yılda 200'e yakın Kur'an tercümesi, meali, tefsiri yayınlanmış...

Dinî kitaplar sektörü bir endüstri haline geldi.

İrili ufaklı beş yüz kadar (belki de daha fazla) İslamî-dinî yayınevi var.

Her yıl on milyonlarca dinî kitap, kitapçık, risale yayınlanıyor.

Çeşit çeşit ilmihaller peynir etmek gibi satılıyor.

Mushaf ticareti ayrı bir branş.

Yayınlanan kitapların bir kısmı (yüzde kaçı?) bozuk ama yüzde 99'unda İslam'ın emirleri ve yasakları yazılı.

Milyonlarca kitap satın alınıyor.

Satın alanların bir kısmı bunları okumuyor.

Okuyanların bir kısmı okuduğunun manasını iyice anlamıyor.

Manasını anlayanların bir kısmı öğrendikleri bilgileri hayatlarına uygulamıyor.

Bunca kitaba rağmen...

Sabah namazlarında İstanbul camilerine gidiniz ve fecaati bizzat görünüz.

Camiler (Eyüp Sultan camii gibi birkaç nâdir istisnâ dışında) hemen hemen boş.

Tefsir kitaplarını, hadîs külliyatlarını, ilmihalleri, fıkıh kitaplarını satın almış Müslümanlar sabahleyin camiye gelmiyor.

İhyau Ulumiddin'in çeşitli tercümeleri şimdiye kadar (korsan baskıları dahil) birkaç milyon adet tiraj yapmıştır.

Evet camilerde tefsir, hadis, fıkıh, İhyâ okuyan Müslümanları göremiyorsunuz.

Demek ki, bu kitaplar hakkıyla gerçekten okunmuyor.

Gözle okunsa bile içlerindeki bilgiler, emirler, yasaklar, öğütler kalplere inmiyor.

Tefsir, hadîs, fıkıh, ahlak okuyan bir kimsenin sabah namazında camiye gelmemesi mümkün müdür?

Bırakın camiye gelmek, halkımızın yüzde doksanı artık beş vakit namaz kılmıyor.

Cuma namazlarında halk bilgilendirilmiyor, aydınlatılmıyor, uyarılmıyor.

Hutbeleri görüyorsunuz, Din İman Şeriat elden gitmiş, minberlerden Kur'an kursunun damının tamiratı için para isteniyor.

On milyonlarca Müslüman medya dedikoduları ile kendinden geçmiş.

En faydalı bir yazıyı okuyan pek yok. İki kodaman yazar şiddetli bir polemik yaparlarsa milyonlar okur.

Yetmiş iki milyonluk Türkiye'de sahih itikad, beş vakit namaz, cemaat konusunda yoğun, genel ve etkili propaganda yapılmıyor.

Her yıl Müslümanlardan milyarlarca dolar yardım ve hizmet parası toplayanların öncelikle itikadın sıhhati ve beş vakit namazın dosdoğru kılınması konusunda halkı uyarmaları, bilgilendirmeleri, aydınlatmaları gerekmez mi?

Müslümanların başında ehil bir İmam-ı Kebir bulunmazsa işte böyle olur.

Ticarî gayelerle milyonlarca Mushaf, Kur'an meal ve tefsiri, hadîs külliyatı, dinî kitap basılır ve fazla faydası olmaz.

Din kitapları ihlasla hazırlanmaz ve yayınlanmazsa tesirleri ya hiç olmaz, yahut pek az olur.

Türkiye Müslümanların beş vakit namaz konusundaki notu, 10 üzerinden 1'dir.

Erkeklerin farz namazları cemaatle kılması dersindeki notu 1 bile değildir, 10 Üzerinden 0,1'dir.

Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bu ülkede ahlak çok bozulmuştur.

Tesettürün bile bu ülkede cılkı çıkartılmıştır.

17 Ağustos büyük zelzelesinde bir kısım yağmacılar felaket bölgesine akın etmiştir.

İstanbul Ayamamaderesi sel baskınında suların sürüklediği mallar, koliler yağma edilmiştir.

Müslüman bir toplumun müstaqim/doğru olması gerekmez mi?

Dinî bir kurumumuzda bile yolsuzluk yapılmış, müfettişlerin raporlarını gördüm.

Cayır cayır Kur'an tercümesi, meali, hadîs kitabı, ilmihal satılıyor ama Müslümanlar paramparça olmuşlar.

Bu tefsirler, bu hadîs külliyatları, bu ilmihal ve ahlak kitapları Müslümanların bir tek Ümmet olması gerektiğini yazıyorlar ama zikr ettiğim kitapları satın alanlar onları ya okumamışlar, yahut okumuş olsalar bile anlamamışlar.

Yahu on milyonlarca din kitabındaki bunca bilgi ağaçlara, taşlara, odunlara söylenmiş olsalardı onlar bile secde ederdi.

Yolcu sarhoş hancı sarhoş...

Kur'an tercümesi, meali, tefsiri, hadîs kitabı, tek kelimeyle din kitabı nasıl yazılır?

İlimle ve ihlasla yazılır.

Mushaflar, tefsirler, mealler ve tercümeler, hadîs külliyatları, fıkıh ve ilmihal kitapları, ahlak ve tasavvuf kitapları para kazanmak, zengin olmak için yazılırsa ve yayınlanırsa işte manzara ortada, etkili olmuyorlar.

(Yazımdan sahih itikatlı ve namazı dosdoğru kılan salih ve muhlis Müslümanlar gocunmasınlar. Onların ellerinden öperim. Memlekette her şey yolundadır diyen varsa, kendileriyle görüşelim, bir program yapalım. Bir ay boyunca İstanbul camilerine sabah namazına gidelim...)

 

http://www.habervaktim.com/yazar/42606/muslumanlarin_dikkatlerine.html

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mehmet şevket eygi üzerine düşeni fazlasıyla yapan bir şahıs..Allah ebediyyen razı olsun kendisinden.

peki bizler ne yapıyoruz?

 

Müslümanlık nerde!bizden geçmiş insanlık bile!

Alem aldatmaksa maksad ,aldanan yok nafile!

Kaç hakiki müslüman gördümse hep makberdedir

Müslümanlık bilmem ama ,galiba göklerdedir!

M.A.ERSOY.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Masonluğun Üç Sarıklı Şövalyesi Afganî, Abduh, Reşid Rıza

 

Şu üç ismi hiçbir uyanık ve şuurlu Ehl-i Sünnet Müslümanı hatırından çıkartmamalıdır: Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh, Reşid Rıza.

Bunların müşterek özelliği üçünün de sarıklı Farmason olmasıdır.

Bunların üçü de İslam'da reform, yenilik, değişim taraftarıdır.

Afganî, asıl kimliğini gizleyerek Müslümanları aldatmıştır.

O, aslen İran'ın Esedabad şehrine mensup olduğu halde kendisini Afgan göstermiştir.

O, aslen Şiî olduğu halde kendisini Sünnî göstermiştir.

Böylece "Bizi aldatan bizden değildir" hadîsinin tehdidi altına girmiştir.

Bunların üçü de Osmanlı Hilafetinin yıkılmasında, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak rol oynamıştır.

Bunların üçü de Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslamlığına büyük zarar vermiştir.

Masonluk nedir?.. Evrensel, gizli ve özel bir kardeşlik hareketi perdesi altında dünyayı ve insanlığı hakimiyeti altına almak isteyen bir tür dindir. Masonlar iki ana gruba ayrılır: Allah'a inanan Masonlar. Allah'a inanmayan, kimi agnostik, kimi ateist Masonlar.

İki Mason grubu da İslam'a, Kur'ana, Şeriata, Hilafete karşıdır.

Masonlar kendi aralarına Hıristiyanları ve Müslümanları alırlar ama Masonluğu diğer dinlerden üstün kabul ederler.

Afganî, Abduh, Reşid Rıza Masonluğun İslam dünyasında üç büyük ajanı, üç şövalyesi olmuştur.

Afganî ve Abduh'un Masonlukları dışında Bahailikle de alakaları olduğuna dair iddialar ve belgeler vardır.

Hindistan arşivlerindeki şu belge hayli dikkat çekicidir:

(C:S:B) Report of D. E. McCracken, dated 14 August 1897, in file foreign: Secret E, Sept. 1898, no. 100. pp. 13-14; national archives of the governement of India, New Delhi.

Abduh Abdul Baha ile şahsen görüşmüş ve onun hakkında sitayişkar cümleler yazmıştır.

(Colm Juan R. I., "Rashid Rida on the Bahai Faith: A Utilitarian Theory of the Spread of Religions", Arab Studies Quarterly 5, 3 (Summer 1983): 278)

Bugünkü İslam dünyasındaki modernist, reformist, bazısı aşırı, bazısı ılımlı akım ve hareketlerde bu üçlünün büyük tesirleri ve tuzu biberi vardır.

Ehl-i Sünnet uleması, fukahası ve mürşidleri Masonluğa karşı olmuş, onu bir küfür ve fesat hareketi olarak görmüştür.

Hiçbir İslam aliminin, fakihinin, mürşidinin Bahailiğe en ufak bir sempatisi olmamış, görülmemiştir.

(Türkiye'de Bahaî cemaati vardır. Hattâ son birkaç yıl içinde onlardarn birinin bir üniversiteye rektör tayin edildiğini duymuştum.)

Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'nin yıkılmasında Masonlar büyük rol oynamıştır.

Hilafetin yıkılmasında Masonlar büyük rol oynamıştır.

Şeriatın kaldırılmasında Masonların büyük rolü vardır.

İslam medreselerinin kapatılmasında Masonların rolü büyüktür.

Bugün Türkiye'de bazı reformcu ve aykırı ilahiyatçılar Afganî'nin, Abduh'un, Reşid Rıza'nın hayranıdır ve onların izinden gitmektedir.

Alim, fakih, arif bir Müslümanın bu üç Masonun peşinden gitmesi, onları sevmesi, onların metot ve doktrinini benimsemesi dinen caiz olur mu?

Âqil ve bilge Müslümanların bu konuyu tartışmaları gerekir.

Kur'an tek hak, muteber, geçerli dinin İslam olduğunu, Allah'ın İslam'dan başka din kabul etmeyeceğini çok açık, çok seçik, çok vâzıh, çok sarih şekilde bildirmektedir.

Bir insan nasıl, hem Müslüman, hem Hıristiyan olamazsa; hem Mason, hem Müslüman olabilir mi?

Birtakım reformcu, yenilikçi, değişimci, yeni İslamcı ilahiyatçıların, Afganî, Abduh ve Reşid Rıza sevgilerini Ümmet'e açıklamaları ve savunabilirlerse kendilerini savunmaları onlar için bir vicdan vazifesidir.

Sünnî Müslümanlar bu üç ismi, bu sacayağını, Masonluk dininin bu üç şövalyesini bir an bile hatırlarından çıkartmamalıdır.

Onlar Osmanlı Hilafetini yıkarak, Müslümanlık alemini perişanlığa, esarete, zillete sürüklemiştir.

İslam alemi onların ektikleri zehirli tohumların ekinleriyle kaplanmıştır.

Onlar, bilerek veya bilmeyerek emperyalizme, sömürgeciliğe, global Kapitalizme ve Liberalizme hizmet etmiştir.

Ehl-i Sünnet Müslümanları böyle şâibeli, bulaşık, karışık, bulanık adamların peşinden gitmez.

Bizim yakın tarihteki imamlarımız Şeyhülislam Mustafa Sabri, Muhammed Zâhid el-Kevserî, Yusuf İsmail en-Nebhanî, Halid-i Bağdadî, Şeyh/İmam Şâmil, Ahmed Zeyni Dahlan, Bediüzzaman, Abdülhakim Arvasî, Muhammed Zâfir el-Medenî, Ebu'l-Hüda es-Sayyadî ve benzeri ehl-i Sünnet uleması, mürşidleri ve mücahidleridir.

Peygamberimizin zuhurundan, risaletini ilanından, tebligatından itibaren önceki dinler ve şeriatlar nesh olunmuş, yürürlüktan kaldırılmıştır.

İslam, tek hak din oluşunda hiçbir ortaklık kabul etmez.

Masonluk, kendini dinlerin üzerinde gören bir doktrin olarak Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre merduttur.

Afganî, Abduh, Reşid Rıza merduttur.

Onlan Müslümanlara önder olmaz, baş olmaz, örnek olmaz.

Onların yolundan gidilmez.

Onların eteklerini tutarak Mevla bulunmaz.

Gerçek, icazetli, muhlis, muttaki Ehl-i Sünnet ulemasının, fukahasının, mürşidlerinin peşinden gidenler Resulullahın (Salat ve selam olsun ona) hidayet yolunda olur ve Mevlasını bulur.

Afganî'nin, Abduh'un, Reşid Rıza'nın yolundan gidenler, silsilenin sonunda Masonların Hiram Ustasını bulur. Hiram Usta'nın yolu necat yolu değildir. Hiram Usta'nın eteğine tutunarak ebedî saadet bulunmaz, Cennete girilmez.

Fa'tebirû yâ ülü'l-ebsar...

* (İkinci yazı)

Kulağından Tutup Atmışlar!

FİLAN Parti'nin bir üyesi bir belediye kararına itiraz şerhi koymuş. Sonra iş sahibi ile anlaşmışlar. Elli bin lira karşılığında itirazını geri çekmeye razı olmuş. Bu para 10'ar bin liralık beş taksitte ödenecekmiş. Birinci taksit ödenmiş, sonra iş açığa çıkmış. Filan parti hemen apar topar üyeyi ihraç etmiş.

Buraya kadar normal... Rüşvetçiyi ihraç ettikleri için tebrik ediyorum.

Yalnız işin gerisi de var.

Partinin sözcüsü "Îşte biz rüşvet alanı, yolsuzluk yapanı böyle kulağından tutup atarız. Öteki partiler de böyle yapsalar ya!.." demiş.

İşte buna çok güldüm.

Yahu bu gibi işler, uzun süreden beri yapılıp duran işlerdir.

Bir değil, iki değil, on değil, binlercedir.

Bu konuda kamuoyunda tevatür derecesine varmış rivayetler, dedikodular vardır. Pis kokular vardır.

Kararlara itiraz edenler, imzalarının altına cep telefonu numalarınıı yazıyormuş... Bu ne demektir?

Birbirleriyle kanlı bıçaklı bazı partililer bu gibi konularda sıkı fıkı can ciğer kuzu sarması işbirliği yapıyormuş.

İçişleri ve Adalet Bakanlığı'nın bu konuda çok geniş, çok kapsamlı, çok amansız bir araştırma ve soruşturma yapması gerekmez mi?

Bu gibi konular yekun olarak yüz milyarlarca dolarlık bir sektör haline gelmiştir.

Bu konuda dönen dolapları Mısır'da Sağır Sultan bile duymuştur.

Bu gibi işler istisnâî suçlar olmaktan çıkmış genelleşmiş, kurallaşmıştır.

Bu yollarla muazzam paralar kazanılmış, kirli kara necis haram servetlere sahip olunmuştur.

Rezaletler ayyuka çıkmıştır.

"İşte biz yolsuzluk ve yamukluk yapanı ensesinden tutup böyle atarız..."

Yok canım!..

Öyle mi?

 

17.10.2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

müslüman cemaatçilik yapmaz ama cemaatleşir. Mehmet Şevket Eygi yine güzel bir noktaya temas etmiş Allah razı olsun...

 

 

 

İyi Müslüman Cemaatçilik Yapmaz

 

VASIFLI, olgun, şuurlu, ahlaklı, faziletli, akıllı, sağduyulu, mantıklı, ihlaslı, mürüvvetli iyi bir Müslüman dört hak fıkıh mezhebinden birine bağlanır ama asla mezhepçilik yapmaz.

Hak tarikatlardan birine mensup olabilir ama asla tarikatçılık yapmaz.

Şeriata uygun faydalı ve hayırlı bir cemaate mensup olabilir ama asla cemaatçilik yapmaz.

Şu veya bu meşrebe bağlı olabilir ama asla meşrepçilik yapmaz.

O, her şeyden önce Müslümandır.

O, şu veya bu tarikatın, mezhebin, cemaati üyesi ve mensubu olmanın üstünde evveliyetle (öncelikle) Ümmet-i Muhammed'in bir üyesidir.

Böyle bir Müslüman hayırlı ve doğru bir cemaatin bünyesi içinde hizmet edebilir ama asla dinî-/islamî bir sekte girmez, sekter düşünce ve zihniyete sahip olmaz.

Onun gözünde üstünlük şu veya bu mezhebe, tarikata, cemaate mensup olmakla elde edilmez, taqva ile elde edilir.

Onun nazarında hayırlı ve doğru cemaat amaç değil; imana, İslama, Kur'ana, Şeriata, Sünnete, Ümmete hizmet etmek için bir araçtır.

O, Parçayı bütünle özdeşleştirmek, parçayı bütünle eşit görmek, hattâ (Neuzübillah) parçayı bütünden büyük, üstün ve önemli görmek gibi dengesizlikler ve sapıklıklar yapmaz.

O, din ve iman kardeşlerini "Bizden olanlar" ve "Bizden olmayanlar" diye iki yapay sektöre ayırmaz.

O, cemaatini din haline getirmez.

O, bölücü, dışlayıcı değil, birleştirici ve kaynaştırıcıdır.

O, birtakım ruhbanları, din-başları erbab haline getirmez, putlaştırmaz.

O, futbol holiganları gibi cemaat holiganlığı yapmaz.

O, olumlu ve yapıcı eleştirilere kızıp köpürmez, sükûnetle karşılar.

Müslüman kardeşi ona bir tokat vurursa, o ona bir yumruk indirmez, tam aksine öbür yanağını uzatır.

O kin tutmaz, çünkü muhabbet fedaisidir.

O, din ve mukaddesat sömürüsünü en iğrenç ticaret olarak görür.

O, kötülüğe karşı iyilik yapar, böylece düşmanının kendisine dost olmasını sağlar.

İyi Müslümanlar!.. Selam size...

 

http://www.habervaktim.com/yazar/43782/iyi_musluman_cemaatcilik_yapmaz.html

Share this post


Link to post
Share on other sites


 

 

"Yüce Meclisimizi oluşturan zevat yalnız Türk, yalnız Çerkes, yalnız Kürd, yalnız Lâz değildir. Fakat bunların hepsinden oluşan Müslüman unsurlardır."

 

M. Kemal Paşa.

YIL 1920... Mayıs'ın 1'indeyiz. Vak'a Ankara'da geçer. Millet Meclisi daha yeni açılmıştır. 23 Nisan'la 1 Mayıs arasında kaç gün vardır...

Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey kürsüye çıkar ve Sıhhat Vekâleti (Sağlık Bakanlığı) hakkında bir konuşma yapar. Konuşmasında "Türk... Türklük..." kelimelerini sık sık kullanır. Bu konuşmadan bazı cümleler alalım.

Yusuf Kemal Bey (Kastamonu Mebusu)

" ...Her Türkün söyleyeceği şey: Memleketimizde görülecek ilk iş sıhhıye işidir. Çünkü sıhhat olmazsa, çünkü Türklük sıhhatli bulunmazsa, o Türkler üzerine bina edeceğimiz hiçbir iş kalmaz... Türkleri muhafaza etmek için evvelâ sıhhati muhafaza etmeli... Türklüğü bitiren hastalıkları bir an evvel kaldırmazsak, eğer Türk ailesinin ve Türk ferdinin refahını temin edecek esbabı istikmâl etmezsek hepsi boştur..."

Yusuf Kemal Beyin bu konuşması üzerine Sivas Mebusu Emir Paşa Kürsüye çıkar.

O da şöyle konuşur:

"Yusuf Kemal Beyefendi Hazretlerinin irad-ı kelâm ettiği sırada sıhhatlerinin muhafazası lüzumunu yalnız Türklere hasretmiş olmasına itiraz ediyorum... (İslâm demekti sedâları... Kelime ile oynamayın sesleri) Müsaade buyurun. Zannederim ki Müslümanlık namına teessüs etmiş bir Hilafet vardır. Değil buradaki Müslümanlar, aktar-ı cihanda bulunan umum Müslimînin bu Hilafete merbutiyetlerini unutmamak iktiza eder. Rica ederim ki, yalnız Türklük namını istimal etmeyelim. Çünkü Türklük namına biz buraya cem' olmadık. (gürültüler). Rica ederim sadece Türkler değil, Müslümanlar demek, hatta Osmanlılar demek kâfidir efendim. (İslâm deniliyor sadâları...) Bu vatanda Çerkes, Çeçen, Kürd, Laz ve daha birtakım İslâm kabileleri vardır. Bunları hariçte bırakacak, tefrikaya sebep olacak söz söylemeyelim." (Gürültüler)

Reis:

- Müsaade buyurunuz, devam etsin!

Emir Paşa (devamla):

"- Bendeniz bu mesele hakkında uzun söz söyleyecek değilim. Bu gibi sözlerin şimdiye kadar bir faidesini görmedik. Hepimiz Hilafete merbutuz. Bu Hilafet-i muazzamayı birçok asırlardan beri muhafaza edenin Türk kavm-i necibi olduğunu da kimse inkar edemez. Yalnız tefrikayı icab edecek hiçbir söz söylenilmemesini tekrar temenni ediyorum."

Sivas Mebusu Emir Paşanın bu ikinci konuşmasından sonra kürsüye, "Yaver-i Hazret-i Şehriyarî" Mustafa Kemal Paşa çıkar ve aşağıdaki konuşmayı yapar ki, Paşanın o tarihteki milliyetçilik anlayışını aksettirmesi yönünden son derece ehemmiyetli bir tarihî vesika teşkil etmektedir.

Muhterem okuyucularımın dikkatle mütalâa buyurmalarını istirham ederim.

Mustafa Kemal Paşa:

"- Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyet-i âliyenin temsil ettiği; hukukunu, hayatını, şerefini kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-ı İslâm'a münhasır değildir. Anasır-ı İslâmiyeden mürekkep bir kitleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-ı millîmiz İskenderun'un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-ı millîmiz budur dedik! Hâlbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi Kürd de vardır. Biz onları tefrik etmedik. Binaenaleyh muhafaza ve müdafaası ile iştigal ettiğimiz millet bittabi bu unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslâmiyeden mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-ı İslâm bizim kardeşimiz ve menâfii tamamıyla müşterek olan vatandaşımızdır. Ve yine kabul ettiğimiz esâsatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslâmiye ki, vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna; ırkî, ictimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr olduğunu tekrar te'yid ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh menâfiimiz müşterektir. Tahsiline azmettiğimiz vahdet, yalnız Türk değil, yalnız Çerkes değil hepsinden memzuc bir unsur-ı İslâmdır. Bunun böyle telâkkisini ve sui tefehhümata meydan verilmemesini rica ediyorum." (Alkışlar)

1920'de böyle konuşulurken, daha sonra, CHP tek parti iktidarı zamanında, bu söylenilenlere tamamen zıt bir ideoloji benimsenmiştir. Bu ideoloji, Tekin Alp takma adıyla kitaplar ve makaleler yazan Yahudi Moiz Kohen'in ortaya attığı sahte Türk milliyetçiliği, sahte Türkçülüktür. Bu adam, kitaplarından birine "Kahr Olsun Şeriat!.." başlıklı bir bölüm koyacak kadar azılı ve şiddetli bir İslâm düşmanıdır.

Türkiye tarihini sorgulamıyor, Türkiye yakın tarihinde olup bitenlerin iç yüzünü bilmiyor. Türkiye yasaklar, tabular, tehditler, cahillikler, karanlıklar içinde boğuluyor.

Mâzide yapılan yanlışları bilmeden, onları sorgulayıp telâfi etmeden, geleceğimizi güven altına almamız mümkün değildir.

Moiz Kohen ideolojisi Türkiye'yi bugünkü hale düşürmüştür.

İslâm dini menfi kavmiyetçiliği kabul etmez, meşru görmez.

1920'lerde, Millî Mücadele yıllarında Müslüman Kürtlere verilen sözler tutulmamıştır. Müslüman Kürtlere zulm edilmiştir. Sadece Kürtlere değil, Türklere de zulm edilmiştir. En fazla Sünnî Türklere, Kürtlere ve diğer unsurlara zulm edilmiştir.

Çerkeslere de zulm edilmiştir. Diğerlerine de...

Bugünkü toplumsal çürümenin, dağılmanın, kopukluğun, yabancılaşmanın ana sebebi CHP'nin benimsediği Moiz Kohen ideolojisidir.

Evet bu ülkenin adı Türkiye'dir, burada Türk dili konuşulur, Türkler dominant unsurdur ama Kürtler, Zazalar, Çerkesler, Çeçenler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar, Araplar ve daha düzinelerce anasır-ı İslâmiye vardır. Onların altkimliklerine ve hukukuna hürmet edilmesi gerekir.

Türkiye bir İslâm ülkesidir. İslâm bu ülkedeki çeşitliliğin harcı ve çimentosudur.

Türkiye İslâmsız ayakta duramaz.

Toplumsal barışı ve mutabakatı korumak istiyorsak İslâm'a sarılmalıyız. İslâm ırkçılığı reddeder. Üstünlük ve fazilet şu veya bu kavme mensup olmakta değil; ilimde, irfanda, ahlak ve karakter yüksekliğinde, hayır ve hasenattadır.

Müslüman bir Türk, sâlih bir Kürdü, fâsık bir Türke tercih etmekle yükümlüdür.

Müslüman bir Kürt, sâlih Türkü, fâsık Kürde tercih edecektir.

Bu memlekette, Osmanlı cihan devletinden kalan Alman, İspanyol, Rus, Macar, Leh kökenli nüfus da vardır. Onların bir kısmı erimiş ve kökenlerini unutmuştur.

Bu memlekette milyonlarca Kripto yaşamaktadır.

Moiz Kohen Tekin Alp kavmiyetçiliği Türkiye'yi bir uçurumun kenarına getirmiştir. Bu ideolojiden dönülmezse, 1920'lerin doğru ilkelerine yönelinmezse geleceğimiz çok karanlıktır.

Moiz Kohen ideolojisini benimseyen, savunan, resmî ideoloji haline getiren Sabataycıların, statüko konusunda direnmeleri meşru değildir.

Bazıları Türkiye'nin bölünmesini yıllarca önce kapalı kapılar ardında gizli konuşmalar ve protokollerle kabul etmiştir.

Biz anasır-ı İslâmiye yâni Müslüman Türkler, Müslüman Kürtler, Müslüman Çerkesler, Müslüman Arnavutlar, Müslüman Boşnaklar ve diğer Müslüman unsurlar böyle bir bölünmeyi ve parçalanmayı asla kabul etmeyiz. Biz hep kardeşiz. Biz evrensel bir Ümmet'in içindeki çeşitlilikleriz. Bu çeşitlilik fitne, fesat, tefrika sebebi değil, zenginlik ve güç kaynağıdır.

Tekrar ediyorum:

İslâmsız kurtuluş olmaz. İslâmsız istikbal karanlıktır. Moiz Kohen ideolojisinde ısrar felaketimize yol açar.

(İLAVE BİRKAÇ CÜMLE: Sultan Vahidüddin'in yâveri, Osmanlı paşası M. Kemal'in (Atatürk olmadan önce) 1920'de Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmayı bu yazının başında okudunuz. Aradan 90 yıl geçti ve ülke büyük bir kaos, kriz, terör içinde... Bölünmeden, iç savaştan bahs edenler var. Felaketi önlemenin tek çaresi İslam'dır, İslam kardeşliğidir. Türkiye'de İslam vardır ama yeterli değildir. İslam prensipleri hayata geçirilmezse çözülme, çürüme, dağılma, bölünme, parçalanma, kaos, anarşi, kokuşma kaçınılmazdır. Moiz Kohen Tekin Alp'in ideolojisi bu ülkedeki çeşitli halkları bir arada tutmaya, birliği sağlamaya yetmez. Kemalizm ideolojisi M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra fabrike edilmiştir, memleketi ve devleti bugünkü hale bu ideoloji getirmiştir. Türkiye'nin bugünkü korkunç krizi, çürüme ve çözülmeyi yenebilmesi için tarihî kopukluktan, tarihî devamlılığa geçmesi gerekir. Bunu yapamazsa yıkım kaçınılmaz olacaktır.)

 

26.10.2911

Share this post


Link to post
Share on other sites

Uzun Korna Çalan Lüks Otomobil ve Madam Manokyan

DARACIK bir belde yolundan geçiyoruz. Yol kenarındaki levhalarda 30 km yazılı. Çocuk çıkabilir, hayvan çıkabilir... Biz bu sınıra uyuyoruz. Arkamızda lüks bir araba var. Hızlanmamız için korna çalıyor. Hızlanmıyoruz. Trafik kurallarını bozmaktan hoşlanmıyoruz. Sağda boş bir yer bulsak oraya çekileceğiz, arkadaki geçip gitsin. Öyle bir yer de yok. Nihayet birkaç kilometre sonra o lüks araba önümüze geçiyor. Geçerken uzun ve sinirli bir korna çalıyor. Çalarken bize küfr etti mi acaba?

 

Bir insanın ne mal olduğu arabasından değil, o arabayı nasıl kullandığından belli olur.

 

Trafik kurallarına uymayan bir vatandaş iyi değil, kötü bir vatandaştır.

 

Otomobili lüks ve pahalı ama kendisi sefil bir herif.

 

On gün kadar önce Sultanbeyli TEM yolunda feci ve korkunç bir kaza oldu. Dev bir TIR yolun karşı tarafına geçti, birkaç aracı biçti, 9 ölü, bir yığın yaralı...

 

Siz dünyanın en iyi şoförü olsanız, yolun karşı tarafına fırlayan alamet bir TIR'a karşı ne yapabilirsiniz? Alınacak hiçbir tedbiriniz yoktur.

 

Trafik konusundan devlet, halk, düzen ve ülke olarak çok ama çok kötü durumdayız.

 

Zenginleştik ama büyük kısmımız medenî insanlar olamadı.

 

Bu hasta toplumda otomobil bir ihtiyaç ve nakil vasıtası olmaktan çıkmış, bir fetiş ve statü haline gelmiştir. Otomobil fetişizmi.

 

Sadece otomobil mi?

 

Lüks mesken fetişizmi.

 

Lüks yazlık.

 

Lüks dekorasyon.

 

Markalı lüks giyim kuşam.

 

Lüks cep telefonu.

 

Lüks ve pahalı lokantalarda lüks yemekler yemek.

 

Bir porsiyon lüfer 500 TL.

 

İzmir'de şaraplı bir yemek adam başına 2500 TL.

 

Lüks Nermin'leşen bir toplum.

 

(Lüks Nermin bundan elli-almış yıl öncesinin en büyük lüks randevucusuydu. Zengin, paralı, yüksek, elit tabakaya hizmet verirdi.)

 

Lüks, israf, sefahat toplumu hasta etti.

 

Kırk bin liralık bir otomobil ihtiyacını görecek ama o gidiyor 150 bin liralık bir araba alıyor. Bu adam hastadır, dengesizdir.

 

Bu ülkede lüks, pahalı araba sevdasına son kırk yıl içinde belki de bir trilyon dolar harcandı. Bu para/sermaye olarak iktisadî faaliyetlere yatırılmış ve adam gibi çalışılmış olsaydı Türkiye kalkınmada Almanya'yı ve Japonya'yı geçebilirdi.

 

Vasıflı, sağlıklı, dengeli vatandaşlar lükse, israfa, aşırı tüketime kapılmaz.

 

Onlar çok zengin de olsalar mütevazı bir hayat sürer.

 

Lüks, gösterişli, pahalı bir otomobil hiçbir kimseye zerre kadar şeref, haysiyet, itibar, değer kazandırmaz.

 

Cumhuriyet tarihinde bu ülkenin en lüks otomobili genelevler imparatoriçesi Madam Matild Manokyan'a ait olmuştur.

 

Onun şahane bir Rolls Royce'u vardı.

 

Otomobil konusunda İngiltere Kraliçesi ile boy ölçüşüyordu.

 

Onun lüks otomobilinin döşemeleri, dikenli yerlerde otlamamış antilop derisindendi.

 

Madam Matild Manokyan işte böyle şahane bir arabaya sahipti.

 

O genelevler imparatoriçesiydi.

 

Evleri TC'nin koruması ve gözetimi altındaydı.

 

O evlerde, üzerinde TC başlığı bulunan resmî vesikalarla sermayeler çalışırdı.

 

Madam yasal kadın ticareti yapardı.

 

Madam TC vatandaşı kadınları satardı.

 

Kadın özgürlüğü adına.

 

Evlerinin kapısında devletin polisleri beklerdi.

 

Müşterilere yazar kasalardan fiş verilirdi.

 

Vesikalı TC vatandaşı kadınların kazançlarından KDV kesilirdi.

 

Ayrıca gelir vergisi.

 

Bu vergiler devlet bütçesine katılırdı.

 

Diyanet İşleri Başkanının maaşı bile bu paralardan ödenirdi.

 

Madam kaç sene İstanbul vergi rekortmeni olmuştu.

 

Kendisine görkemli törenlerle ödül ve berat verilmişti.

 

O, düzenin kadınlara sağladığı sonsuz özgürlüğün/esaretin bir simgesiydi.

 

O, Türkiye'nin en lüks otomobiline sahipti.

 

O çok zengindi.

 

O, genelevler patroniçesi ve imparatoriçesi anlı şanlı Madam Manokyan'dı.

 

Madam'ın edebiyat tarafı da vardı. Atatürk hakkında akrostişli bir manzume yazmıştı. Atatürk'e âşıktı o.

 

Bazı bürokratlar Manokyan'a hanımefendi derler, bazıları Ana diye hitap ederler, elini öperlerdi.

 

Atatürk öldüğünde Manokyan haftalarca acı içinde matem tutmuş, kendine gelememiştir. O çok koyu bir Atatürk hayranı idi.

 

Manokyan bir ara cami yaptırmak istemişti...

 

Manokyan'ın vergi kaçırmadığı, TC'ye kazancının vergisini tam olarak ödediği söylenir. Onun nazarında "Vergilenderilmiş kazanç kutsaldı!.."

 

Madam öldüğünde Ermeni Patrikhanesi onu ihtişamlı bir cenaze töreni ile toprağa verdi.

 

Sırmalı elbiseli papazlar, ilahi okuyan korolar, mumlar, buhurdanlıklardan fışkıran kokular... Madam bir imparatoriçe gibi mezarına indirilmişti.

 

O zaten bir imparatoriçe değil miydi?

 

TC'li, KDV'li, yasal, resmî koruma altında, kadın özgürlüğünün simgesi, laik düzenini vesikasıyla yapılan fuhşun imparatoriçesiydi.

 

Ve onun çeşitli özellikleri listesinin başında, Türkiye'nin en lüks, en pahalı, en şaşaalı, en ihtişamlı, en debdebeli, en göz kamaştırıcı otomobile sahip olması gelirdi.

 

Bazı bürokratlar ona Ana derdi.

 

Bazıları hanımefendi derlerdi.

 

Kendisi öldü.

 

Anısı ve Rolls Royce'u kaldı.

 

O Rolls Royce acaba şimdi kimin mülkiyetinde?

 

* (İkinci yazı)

 

Pislikler Cemahiriyesi

 

BİR dostum anlattı: İran'dan, tüketim tarihi çoktan bitmiş beş senelik bayat çayları çok ucuza ithal ediyorlar ve bunları Türkiye'de yerli çaylarla harman yapıp piyasaya sürüyorlarmış.

 

Buna izin verenler haindir.

 

Bunu yapanlar hain ve merduttur.

 

Bu iş ahlaksızlıktır.

 

Böyle bir şey halkı aldatmaktır.

 

Peygamberimiz "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuştur.

 

Böyle bir sahtekarlık dine ve hukuka aykırıdır.

 

Hiçbir şerefli ve namuslu insan böyle bozuk bir işe teşebbüs etmez.

 

İlle de zengin olmak, çok para kazanmak istiyorsa bunu meşru yollardan yapsın.

 

Kurban bayramına az kaldı. Kiloyla hayvan satan bazıları tuzu yediriyor, suyu içiriyor ve hayvanı şişiriyormuş. Sahtekarlık sahtekarlık sahtekarlık... Böyle kazanılan paranın hayrı olmaz.

 

Türkiye halkının büyük çoğunluğu Müslümandır. Müslümanlığın temel şartlarından biri doğruluk ve dürüstlüktür.

 

Gerçek Müslüman icabında ölür ama haram yemez, aldatmaz, yamukluk yapmaz.

 

Yahu şu memleketin haline bakınız:

 

Haram yemek yaygın, genel, yoğun halde.

 

Binlerce domuz çiftliğinde yetiştirilen domuzlar Müslüman halka yediriliyor.

 

Ormanlarda vurulan yaban domuzları Müslümanlara yediriliyor.

 

Fuhuş, zina, karı satışı dev bir sektör olmuş.

 

Uyuşturucu da öyle.

 

Ülke bir mafyalar ve çeteler cemahiriyesi haline geldi.

 

Kanunlara, nizamlara, tüzüklere aykırı olarak ilk zelzelede yıkılacak, içinde oturanlara mezar olacak çürük çarık binalar yapılıyor.

 

Zelzele bölgelerine sekiz katlı dev yapılar dikiliyor.

 

Faiz ve riba bütün ülkeyi ağ gibi sarmış.

 

Rüşvet rüşvet rüşvet...

 

Haram komisyonlar.

 

Yapılaşmaya açık olmayan araziye yapılaşma izni çıkart, al yüklü komisyonu.

 

Arazinin beşte birine yapılaşma izni var, bunu beşte üçe çıkart al komisyonu.

 

On iki kata kadar yükseltme izni var, bunu yirmi beş kata çıkart, al komisyonu.

 

Hırsızlar, haramyerler, yolsuzluklar cemahiriyesi.

 

Rantlar cemahiriyesi.

 

Zina ve bina cemahiriyesi.

 

İğreniyorum.

 

Beddua ediyorum.

 

Lânet olsun

Share this post


Link to post
Share on other sites

Göklerde Sana Gönderilmiş Mektuplar Var

 

Birinci ana madde: Var olmak bir sınavdır. İkinci ana madde: Ölüm yok ve hiç oluş değil, fânî dünyadan ebedî âleme geçiştir.

Üçüncü ana madde: Sana ötelerden müjdeler ve uyarılar gönderilmiş, dünya sınavında ne yapacağın bildirilmiştir. (Yüzünü semaya çevir, göklere bak. Orada sana ötelerden gönderilmiş mektuplar bulacaksın...)

Dördüncü ana madde: İnançlarından ve yaptıklarından dolayı hesap vereceksin.

Beşinci ana madde: Sınavı başarı ile verirsen ebedî saadete nail olacaksın.

Altıncı ana madde: İnanç konusunda ölümcül hatâlar yaparsan ebedî felakete uğrarsın.

Netice:

* Doğru inançlara sahip ol. Bu inançlar sana bildirilmiştir. Onları iyi öğren.

* Sen bir yaratıksın, senin bir Yaratıcın vardır. Ona itaat et, Onu râzı etmek için var gücünle çalış.

* Sana, doğrunun iyinin güzelin kaynağı olan bir anayasa, bir düstur, bir rehber kitap gönderilmiştir. O Kitaba uy, yap dediklerini yap, yapma dediklerini yapma, öğütlerine ve uyarılarına kulak ver ve yerine getir.

* Sana, insanlar içinden çok güzel bir örnek ve model gönderilmiş ve gösterilmiştir. İnanç, iş, ahlak konusunda ona uy, onu taklit et.

* Doğruluktan ve dürüstlükten ayrılma.

* Adaletten ayrılma, sakın kendine, insanlara, yaratıklara zulm etme.

* Merhametli ol. Merhamet etmeyene merhamet edilmeyeceğini bil.

* Varlık sınavı icabı sende çeşitli şehvetler vardır. Bunları kontrol altında tut. Sakın azma. Azanın âkıbeti iyi olmaz.

* Dünyanın, dünya malının, dünya zenginliğinin geçici, emanet ve fânî olduğu bil ve bunları elde etmek hırsıyla imtihanı kaybetme.

* Senin en büyük düşmanın kendi nefsindir. Onu dizginle, onun esiri olma.

* Ya gerçek bir alim ol, yahut gerçek alimlere tâbi ol. Sakın sahte ve bozuk alimlere tabi olma.

* Kendin hikmetli bir insan olamıyorsan, hikmet sahiplerine bağlan, işlerini onlara danış.

* İyi ol, sakın kötü olma.

* Cimri ve bencil olma, cömert ol, paylaş.

* Sana en fazla zarar veren kendi dilindir. Onu zapt et.

* Ya hayırlı, faydalı, iyi şeyler söyle, yahut sus.

* Doğrudan ve dolaylı olarak hırsızlık yapma.

* Yalan söyleme.

* Cana kıyma.

* Zina büyük bir kötülüktür, onu işleme.

* Ehliyetin ve liyakatin olmadığı işlere, vazifelere, memuriyetlere, başkanlıklara talip olma, matlup olursan (istenir ve çağrılırsan) ehil değilsen sakın kabul etme.

* Doğru, iyi, güzel şeyleri sev; yanlış, kötü, çirkin şeylerden uzak dur.

* Fitneden fesattan, nifak ve şikaktan uzak dur.

* Fitne ve fesadı önlemek ve yer yüzünde doğruyu, gerçeği, adaleti hakim kılmak için yapılan kutsal savaşın dışındaki zâlimane savaşlara gönül rızası ile katılma.

* Anarşist olma.

* İnsanların meleği ol.

* Sahtekar, düzenbaz, haram yiyici olma.

* Öylesine iyi ve doğru ol ki, düşmanların bile senin faziletini (üstünlüğünü) kabul etsin.

* Parayı ve malı taparcasına sevme.

* İhtiyaçlarını çoğaltma, ihtiyacını çoğaltan ıstırabını çoğaltmış olur.

* İnsanların kötülüklerini iyilikle uzaklaştır ve def' et.

* Sen ölmeye, zevale, çökmeye mahkum bir yaratıksın; sakın büyüklenme, kibirlenme, gururlanma.

* Haddini bilen bir insan ol.

* Hayata, varlığa, dünyaya, imtihanına bir futbol holiganı gözüyle bakma. Mahv olur, ebedî felakete uğrarsın.

* Zulme, kötülüğe, yanlışa, çirkine razı olma.

* Beyinsizlerden olma.

* Şükrünü edebileceğin az ve yeterli mal, şükrünü eda edemeyeceğin ve seni azdıracak çok maldan hayırlıdır.

* Doğru ol.

* İyi ol.

* Güzel ol.

* Sonun iyi olsun...

*(İkinci yazı)

İran'dan İthal Edilen Bayat Çaylarla İlgili bir Soru

SORU: İran'dan beş senelik, günü geçmiş bayat ve içilmez çayları getirtip burada harman yapıldığını yazdın. Bunu sana anlatan dostun ve sen niçin gidip savcıya ihbar etmiyorsunuz?

CEVAP: Koskoca devlet var, o şehirde koskoca bir belediye var. Bu işle ilgilenmesini gereken sorumlu bakanlıklar var... Benim yazım ihbar mahiyetindedir. Elbette ilgilenmeleri, müfettişleri vazifelendirip araştırma yapmaları gerekir. Bu gibi yazılar suç ihbarı mahiyetindedir.

İran'dan, gübre olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramayacak bayat çayları ithal edip halkımıza satanlar öyle dişsiz ve güçsüz kimseler değildir. Menfaatlerine dokunulunca fena halde ısırırlar.

Bu memlekette A'dan Z'ye kadar her şey bozuktur.

Maalesef halk da bozulmuştur.

Heyhat!.. Müslümanların da bir kısmı bozulmuştur... Acaba yüzde kaçı bozulmuştur?

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.

Ülkemizde kaç dilsiz şeytan yaşamaktadır?

Cumhurbaşkanımızın özel müfettiş teşkilatı vardır. Elbette ilgili ve vazifeli kâtipler yazımı okumuş, not almışlardır ve üst mercilere haber verecekler, onlar da gerekeni yapacaktır.

Böyle bayat çayların öncelikle gümrüklerden geçmemesi, geçirilmemesi gerekir.

Bendeniz asgarî seviyede vazifemi yaptığımı sanıyorum.

Yazı ve araştırma işlerinde bana yardımcı olacak bir sekreter tutacak kadar maddî imkanım yoktur. Sokağa çıktığım zaman beni koruyacak bir veya iki gorilim yoktur. Bunu halimden şikayet etmek için yazmıyorum. Hiçbir yardım da kabul etmem. Binaenaleyh bu durumda güçlü haksızlarla daha fazla mücadele edemem.

Bugün haksızlıklarla mücadele çok külfetli, masraflı, tehlikeli ve "tehditli" bir şeydir.

Bir bakana taahhütlü mektup göndermek isteseniz, postahane idaresi bizzat gelmenizi istiyor. Bendeniz aylarca önce hüviyetimi birine verip Meclis Başkanına bir mektup postalatmak istedim. Postahane kabul etmedi, bizzat gelsin diye diretti.

Ülkemizde halen tavuk boğazlanır gibi adam öldürülmektedir. En kolay idam şekli de trafik kazasıdır.

Kokuşma korkunç boyutlara ulaşmış, genel ve yoğun hale gelmiştir.

Cesareti olan, uyuşturucu kaçakçılığı ve işi yapanları ihbar etsin. Leşini yere sererler.

Benden bu kadar...

 

M.Ş.EYGİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Birinci FIKIH, İslam ümmetinin bin küsur yıl boyunca yapmış olduğu en büyük ilim hizmetidir.

Fıkıh Kur'an, Sünnet'ten ve icmâ-i ümmetten çıkartılmış hükümlerin tamamına verilen isimdir.

Müslüman bir toplumun dünya hayatında iyi, doğru, güzel, haysiyetli, dengeli bir şekilde yaşaması için fıkıh gereklidir, fıkha uymak gereklidir.

Ehl-i Sünnet aleminde bin küsur yıl boyunca 15-20 kadar mutlak müctehid çıkmıştır.

Zamanımızda müctehidlik taslayanlar gerçek müctehid değildir.

Bunların dördünün fıkıh mezhepleri (ekolleri) kayıt altına alınmış ve Müslümanların yüzde sekseninden fazlası tarafından hükümleri hayata uygulanmıştır.

Fıkıh ilmi ve mezhepleri olmadan Kur'an ve Sünnet hayata doğru olarak uygulanamaz.

Mezhepsizlik ve fıkıhsızlık İslam Şeriatını tehdit eden en büyük tehlike ve bid'attir.

Mezheplerin hükümlerini karmakarışık şekilde uygulamak dini oyuncak etmek, dinle alay etmektir.

Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür.

Dört mezheb usûlde, temellerde, esasta bir ve beraberdir.

Sadece teferruata (ayrıntılara) ait hükümlerde ve ictihadlarda bazı çeşitlilik vardır ki, bu çeşitlilik Müslümanlar için geniş bir rahmettir.

Reformcular açıkça ve gizlice Sünnete saldırıyor. Sünnet yıkılırsa fıkıh da yıkılır. Fıkıh yıkılırsa İslam aleminde kaos ve anarşi başlar.

Fıkıh ilmi bir bahr-i bipâyandır.

Cahil ve mukallid Müslümanlar kendi kafalarına ve kendi re'y ve hevalarına göre Kur'andan ve Sünnetten hüküm çıkartamaz.

Kur'anı yorumlamak için icazetli din alimi, icazetli fakih ve icazetli müfessir olmak gerekir.

Onlar da mukaddes kitabımızı re'y ve heva ile yorumlayamaz.

Kur'anı re'y ve heva ile yorumlamak büyük günahtır. Küfre kadar gidebilir.

Ehl-i Sünnet fıkhına ve mezheplerine muhalif olanlar, onları yıkmaya çalışanlar bid'at fırkalarının ajanlarıdır. Ehl-i Sünnet yıkılsın ki, o bid'at fırkaları revaç bulsun, taraftar kazansın, hâkim olsun.

Ehl-i Sünnet Kur'anın ve Sünnetin doğru yorumudur.

Ehl-i Sünnet dışı fırkaların ve mezheplerin, Ehl-i Sünnete ters düşen hükümlerinin bir teki bile doğru değildir. Ehl-i Sünnet yüzde yüz doğrudur, haklıdır.

Ehl-i Sünnet, hadîste geçen Fırka-i Nâciyedir.

Ehl-i Sünnet hadîste geçen Sevad-ı Âzamdır.

Osmanlı devleti ve Hilafeti Ehl-i Sünnet inancı ve fıkhı üzerineydi.

Osmanlı İslam devletine hıyanet eden bid'atçilerin yaptıklarını biliyoruz ve görüyoruz.

"İslam'ın yanında iki hak ibrahimî din vardır, bunların mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir" bozuk inancı Ehl-i Sünnete aykırıdır.

Böyle bir inanca sahip kimselerin ardında namaz kılınmaz.

İslam'da cihad farizası yoktur diyenler Ehl-i Sünnet dışına çıkmıştır.

Ehl-i sÜnnete göre kafirler dost ve veli edinilmez. Edenler bid'atçidir.

Şefaati inkar edenler Ehl-i Sünnet dışıdır.

Kaderi inkar edenler de öyle.

Ehl-i Sünnette beş vakit namazı üç vakitte cem ederek kılmak yoktur. Böyle yapanlar Ehl-i Sünnet sınırları dışına çıkmıştır.

Ehl-i Sünnetin zaruriyat-ı diniye olarak kabul ettiği İslamî kurum, değer ve hükümler Kıyamet'e kadar bakidir, yürürlüktedir. Bunlara aykırı ictihad yapılamaz.

İslam Allah katında tek hak, makbul, geçerli dindir.

Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerinin yeni tasnifleri yapılabilir ama hadîsler asla ve asla AB normlarına, Feminizm ideolojisine, Batı medeniyeti kriterlerine, Kemalizme göre göre değerlendirilip ayıklanamaz.

Ehl-i Sünnet İslamlığında zina kebairdendir (büyük günahlardandır). Şeriat zina suçunu işleyenlere ağır cezalar verir. Zinanın suç ve günah olduğunu inkar edenler Ehl-i Sünnet'ten ve İslam'dan çıkmış olur.

İslam sekülarizmi kabul etmez.

İslam'da din ve dünya ayırımı yoktur.

Bu devirde mutlak müctehid yoktur.

Dinde reform yapılamaz.

Dinde değişim yapılamaz.

Dinde yenilik yapılamaz.

Ilımlı, light İslam olmaz; ılımlı Müslüman olabilir.

İslam'ın temel hükümleri, zaruriyat-ı diniye evrenseldir, değiştirilemez.

Bütün doğru inançların, iyi amellerin, güzel şeylerin kaynağı Şeriattır.

Osmanlı devleti maddî ve mânevî gücünü Ehl-i Sünnetten ve Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeden almıştır.

Ehl-i Sünnet İslamlığında taqiyye yoktur.

Ehl-i Sünnet İslamlığında din ilimlerini para kazanmak ve zengin olmak niyetiyle öğrenmek haramdır.

Ehl-i Sünnet İslamlığında Allah ile olan bütün işlerde ihlas, yaratıklarla olan muamelerde adalet esastır.

Ehl-i Sünnet İslamlığına göre bütün mü'minler tek bir Ümmet oluşturur.

Ehl-i Sünnet Müslümanında kuvvetli bir ümmet şuurunu vardır.

Olgun bir Ehl-i sünnet Müslümanı hizip, fırka, grup, cemaat, klik, tarikat asabiyetine saplanmaz.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığında, Ümmetin başında âlim, fâzıl, ehil, layık, muktedir bir İmam-ı Kebir bulunması ve bütün mü'minlerin bu zata biat ve itaat etmeleri temel şartı vardır.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığında, mü'minlerin Allah katında dereceleri taqvalarına göredir.

Taqva, ilim, irfan, fazilet, ahlak ölçüsünü bırakıp cemaat veya hizip mensubiyetini öne alanlar korkunç bir bid'at içindedir.

Bütün Sünnî Müslümanlar, en uygun ve etkili şekilde Ehl-i Sünneti korumak, güçlendirmek, yaymakla mükelleftir.

Ehl-i Sünnete hizmet etmek Kur'ana, Sünnete, Şeriata hizmettir.

Bu hizmet mutlaka ihlasla yapılmalıdır.

Allah ihlassız hizmetleri kabul etmez.

(Sahih-i Müslim'deki 1905 numaralı hadîse bakınız.)

Cenab-ı Hak cümlemizi ihlaslı, akıllı, firasetli, âdil, dengeli, gerçekten hizmet eden kullarından eylesin. Âmin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Soru ve Cevaplarla Bazı İslami Meseleler

 

SORU: Rabbin kimdir? CEVAP: Rabbim bütün âlemlerin Rabbi olan Allahü Teala hazretleridir. O, kemal sıfatlarla sıfatlıdır ve noksan sıfatlardan münezzehtir. On dört sıfatı vardır: Vücud... Kıdem... Beqa... Vahdaniyet... Kıyam binefsihi... Muhalefetün lilhavadis... // Hayat... İlm... İrade... Kudret... Semi'... Basar... Kelam... Tekvin. (Her Müslüman bu 14 sıfatı sırasıyla ve manalarını bilerek ezberlemelidir.) Ayrıca O'nun Esmâ-i Hüsnâsı vardır.

S. Nebin kimdir?

C. Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamdır. Gelmiş geçmiş, halen yaşayan ve istikbalde gelecek insanların derece itibarıyla en büyüğü, en doğrusu, en iyisi odur. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. İnsanlar için en güzel örnek ve modeldir. Allah tarafından, kurtarıcı ve ebedî mutluluğa rehber olması için vazifelendirilmiştir. Bütün Peygamberlerde (aleyhimüsselam) şu beş sıfat mutlaka bulunur: Sıdk... Emânet... Fetânet... İsmet... Tebliğ... (Lütfen bu beş sıfatı manalarını bilerek ezberleyiniz.)

S. Dinin nedir?

C. Dinim İslam'dır. İslam'dan başka, Allah katında hak, muteber, makbul, geçerli din yoktur.

S. Kitabın hangisidir?

C. Kitabım, Allahın kelam-ı kadîmi olan Kur'andır, Kur'an düsturumdur

S. Şeriatın hangi şeriattır?

C. Şeriatım Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamın Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete dayalı mukaddes şeriatıdır. Şeriat bütün doğruların, bütün iyilerin, bütün güzelliklerin kaynağıdır.

S. Hangi fırkadansın?

C. Fırka-i Nâciye olan Kur'an, Sünnet, Cemaat fırkasındanım.

S. Hangi topluluğun mensubusun?

C. İslam ümmetindenim.

S. Bir Müslüman için en önemli madde nedir?

C. Tashih-i imandır, yani Kur'ana ve Sünnete uygun şekilde doğru olarak iman etmektir.

S. İslam dinini anlamak, yorumlamak ve uygulamak konusunda hangi taifeye bağlısın?

C. Selef-i Sâlihîne ve onların yolundan giden müctehidlere, ulemaya, fukahaya, mürşidlere bağlıyım. Selef-i Sâlihîn Ashab-ı Kiram, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîndir.

S: Peygamberin Ashabının hepsi din konusunda âdil midir?

C. Hepsi de, istisnâsız âdildir, yani Hz. Peygamberden öğrendikleri Kur'anı, İslam'ı, Sünneti, Şeriat hükümlerini bildirmişler ve din-i mübin-i İslam'a canları ve mallarıyla hizmet etmişlerdir.

S. Ashab'ın içinde münafık var mıdır?

C. Hâşâ yoktur, onların hepsi de sâdıktır.

S. Ashabın günahları, ictihad hatâları olabilir mi?

C. İnsan olmaları hasebiyle olabilir.

S. İslam'da imandan sonra ikinci önemli madde, konu, vazife nedir?

C. Beş vakit namaz kılmaktır.

S. Hür ve mukim erkeklerin farz namazlarını, şer'î bir özürleri olmadıkça cemaatle kılmaları şart mıdır?

C. Şarttır.

S. Beş vakit namazdan sonra üçüncü vazife nedir?

C. Zekatı Kur'ana, Sünnete, Şeriata uygun şekilde vermek ve sarf etmektir.

S. İslam'ın iman, namaz, zekat, oruç, hac beş temel şartından başka da şartları da var mıdır?

C. Vardır... Bazıları şunlardır: Allah ile olan bütün ibadet ve işlerde ihlaslı olmak... Yaratıklarla olan bütün muamelelerde adaletli ve insaflı olmak... Müstaqim yani doğru ve dürüst olmak... Allah yolunda ihlasla cihad etmek... Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmak... Her Müslümanın kendisine yetecek ve kendisini kurtaracak kadar ilmihalini öğrenmesi... Peygambere biat ve itaat etmek ve onun Sünnetine uymak... Müslümanların başında ehliyetli bir İmam-ı Kebir bulunması ve mü'minlerin ona biat ve itaat etmesi... İslam ahlakıyla ahlaklı olmak... ve saire...

S. İslam'da hür kadınların ve bülûğa ermiş kızların tesettüre riayet etmesi farz mıdır?

C. Farzdır. Bu farziyet Kur'an, Sünnet ve icmâ ile sâbit olup münkiri dinden çıkar.

Bazı müteferrik meseleler:

S. Müslüman yalan söyler mi?

C. Asla yalan söylemez.

S. Müslüman aldatır mı?

C. Müslüman, iman ettiği Peygamber-i zîşan gibi emîndir, yalan söylemez, hıyanet etmez, aldatmaz. "Bizi aldatan bizden değildir." (Hadîs)

S. Müslüman haram yer mi?

C. Haram ateştir. Müslüman asla haram yemez. Devamlı haram yiyenler, haram servet edinenler münafıktır, fâsıktır, fâcirdir, merduttur, cehenneme atılmaya adaydır.

S: Müslümanın en büyük iki düşmanı kimlerdir?

C. Biri kendi nefsidir, ikincisi lânetli şeytandır.

S. Yeryüzü kaç kısma ayrılır?

C. İki kısma ayrılır: Darülislâm ve Dârülharb.

S. Darülislamın özellikleri nelerdir?

C. Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre âdil ve hikmetli bir şekilde idare edilen ve içinde can, mal, ırz, din hürriyeti ve güvenliği bulunan yerdir.

S. Darülharb'te bir Müslümaın haram ve kötü işler yapabilir mi?

C. Yapamaz. Hicret edebilen hicret eder. Edemeyen namazını kılar, orucunu tutar, zekâtını (hak edenlere verir) ve her hâl ü kârda iyi, doğru, güzel bir Müslüman olarak yaşar. Kötü düzenden razı ve hoşnud olmaz.

S. Allah'ın inzal ettiği ahkâmdan başkasıyla hükm edenler kimlerdir?

C. Onlar Kur'ana göre zalimdir, gafildir ve kafirdir.

S. Bütün mü'minler kardeş midir?

C. Kardeştir. Bu, Kur'an ile, Sünnet ile sâbittir.

S. İman kardeşliği nasıl bir şeydir?

C. Talâkı olmayan mânevî bir nikâh gibidir.

S. Bir mü'minin diğer mü'mine düşman olmasının hükmü nedir?

C. Haramdır, büyük günahtır.

S. Her mü'min Müslüman mıdır?

C. Bütün mü'minler Müslümandır.

S: Her Müslüman mü'min midir?

C. Dıştan Müslüman göründüğü halde kalplerinde nifak olan münafıklar vardır. Onlar mü'min değildir.

S. Büyük günah işleyenler dinden çıkar mı?

C. İşlenmesi kesinlikle haram olan bir şeyi helal kabul ederek işleyenler dinden çıkar, haram olduğunu kabul ederek işleyenler dinden çıkmaz.

S. Tasavvuf ve tarikat nedir?

C. İslam'ı iyi uygulamak, iyi Müslüman olmak yoludur. İslam ahlakı ile tasavvuf ve tarikat müterâdiftir (eş anlamlıdır).

S. Tasavvuf ve tarikatın ilk ana maddesi nedir?

C. Şeriata sımsıkı bağlı olmak, Şeriattan kıl kadar ayrılmamaktır.

S. İslam, Kur'an, Sünnet nasıl öğrenilir?

C. Rehberlik (initiation) ile öğrenilir.Yani ucu Resullerin Seyyidine bağlı olan icazetli din alimleri, icazetli fakihler ve icazetli mürşid ve şeyhlerden ve onların kitaplarından öğrenilir.

S. Kaç çeşit ulema vardır?

C. İcazetli gerçek ulema vardır. İcazeti olmakla birlikte ulema-i rüsum ve su' onlar vardır.

S. Ulema-i su'a itimad edilir mi?

C. Edilmez.

S. İcazeti olmayan ilahiyatçılar ulema ve fukaha sınıfına dahil midir?

C. Değildir.

S. Kur'an ile ilgili ne gibi vazifelerimiz vardır?

C. Kur'an-ı Kerimi heva, re'y ile yorumlamak, ondan heva ve re'y ile hüküm çıkartmak haramdır, büyük günahtır, küfre kadar götürebilecek bir yanlışlıktır. Böyle bir günah ve saygısızlıktan bütün Müslümanlar kaçınmalıdır.

S. Zina nedir?

C. Evli olsun veya olmasın, iki Müslümanın gayr-i meşru cinsel ilişki kurmasıdır. Bu Kur'ana, Sünnet'e, Şeriat'a göre büyük günahtır, büyük suçtur, dünyada ve âhirette büyük cezası vardır.

Zinanın günah ve suç olduğunu kabul etmemek küfürdür.

S. İslam'da cemaatçilik var mıdır?

C. Müslümanlar Kur'ana, Sünnete, Şeriata, ahlaka uygun faydalı cemaatler oluşturabilir ve hayırlı işler yapabilirler. Lakin cemaatçilik yapmak yoktur. Müslüman hayırlı bir cemaate mensup olabilir ama cemaatçilik yapamaz, sadece cemaatli olabilir. Bir de, kendisinde Ümmet şuuru yok, aşırı derecede cemaat asabiyeti, fırka tekelciliği var. Böyle Müslümanlık olmaz. Önce Ümmet şuuru olacak, ondan sonra cemaat...

S: Emanetleri ehil olanlara vermek ne demektir?

C. Kur'ana, Sünnete ve Şeriata göre emanetlerin (başkanlıklar, memuriyetler, makamlar, mevkiler, işler, vazifeler) emîn ve ehil kimselere verilmesi farzdır. Emanetlerin ehil olmayanlara verilmesi haramdır. Emanetler ehline verilmezse Ümmet çöker, işler bozulur.

S. Şu veya bu cemaat emanetlerin hep kendi mensuplarına vermesi için çalışırsa ne olur?

C: Fitne ve fesat olur. Bundan İslam, Müslümanlar, Ümmet zarar görür. Ehl-i İslam arasında rekabet ve münâferet (nefretleşme) başlar. Şeytanlar, düşmanlar, münafıklar bundan yararlanır, Ümmeti birbirine düşürür.

S. Şu tarikat veya cemaat mensubu mu üstündür, yoksa bu tarikat veya cemaat mensubu mu?

C. İslam'a göre Allah katında üstünlük taqva iledir. Binaenaleyh hangi cemaatin veya tarikatin mensubu daha muttaqi (taqvalı) ise o üstündür.

S. Para kazanmak, köşeyi dönmek, voli vurmak, mal mülk edinmek, zengin olmak, halka kendileri için "Bu ne büyük alim dedirtmek" için fâsid niyetle tefsir, hadis, din kitabı yazan âlimlerin durumu nedir?

C. Onlar Sahih-i Müslim'de geçen 1905 numaralı hadîs hükmünce cehennemliktir. Yüz üstü sürüklenerek Cehenneme atılırlar.

S. Cami imamları namaz kıldırma memurları mıdır?

C: Kur'anın doğru yorumuna ve Sünnete dayalı gerçek İslam'da halka namaz kıldırma memuru diye bir iş v e meslek yoktur. Cami imamlarının alim, fakih, ahlaklı, faziletli, ihlaslı, taqvalı, vasıflı Müslümanlar olması şarttır. Onlar cami hinterlandındaki Müslüman halkı, gençleri, çocuklara önderlik eder, onların iyi ve vasıflı Müslüman olması için planlı ve programlı ve etkili şekilde hizmet görür, bu hizmetleri yaparken, geçimlerini sağlayabilmeleri için fetva ve ruhsat ile maaş ve ücret alabilirler.

S. Önüne gelen herkes, namaz kıldırabilecek ve hutbe okuyabilecek seviyede din ilmine sahip olsa bile Cuma namazı kıldırabilir mi?

C: Kıldıramaz. Cuma namazı kıldırmak için sultandan / veliyyülemrden icazetli, izinli, beratlı ve ruhsatlı olması gerekir.

S. Diyanet sultan sayılır mı?

C. Sayılmaz. TC Diyanet İşleri Başkanlığı laik ve Kemalist rejimin emrinde bir genel müdürlüktür, özerkliği bile yoktur. (Diyanet'teki ehl-i sünnet ulemasını tenzih eder, kendilerine hürmetlerimi sunarım.)

S. Cuma namazı kılınmasın mı?

C. Kılınsın, ardından dört rekat zuhr-i âhir namazı da kılınsın.

S. Bu konuda birtakım reformcu, yenilikçi, bid'atçi, değişimci, BOP'çu, Fazlurrahmancı, mezhepsiz, telfik-i mezahibçi, Afganîci, diyalogçu, oryantalist ilahiyatçı, light ve ılımlı İslamcı, Kemalist kişi ve kuruluşlardan kafa karıştırıcı, bazen birbirini nakz eden fetvalar ve görüşler ileri sürülüyor. Bunlar hakkında ne dersiniz?

C. Dinî konularda onlara kulak verilmez. Hanefî olanlar Hanefî fıkhına, Şâfiî olanlar Şafiî fıkhına uyar. Reformculara kulak verirsek din elden gider.

S. Bir imam Cuma hutbesinde Şeriatın mutlak ve kesin olarak tâzimini emr ettiği bir şeyi tahkir, tahkirini emr ettiği bir şeyi tâzim ederse, mesela Kur'an ve Şeriat düşmanı kişileri saygı ile anar ve onlara rahmet okursa ne lazım gelir?

C. Maazallah küfür lazım gelir. Tecdid-i iman ve nikâh gerekir.

S. Ehl-i Kitab ehl-i necat ve cennetliktir itikadına sahip bir imamın arkasında namaz kılınır mı?

C: Kesinlikle kılınmaz.

S. Kur'andaki 300 küsur kesin emir ve yasak tarihseldir, bugün geçerli değildir diyen bir imamın ardında namaz kılınır mı?

C. Neuzübillah, böyle bir itikad kişiyi dinden çıkartır. Böyle bir adamın, değil arkasında namaz kılmak, ona selam bile verilmez.

 

05 Kasım 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

  • Hangi Alimlere Fakihlere Tabi Olunmalı?

 

 

Ulema ve fukahanın türleri, sınıfları, tabakatı, rütbeleri vardır. İyi alimler, kötü alimler... Gerçek alimler, sahte alimler...

İyi alimlerin özelliklere nelerdir?

(1) Sahih bir icazetleri vardır. Bu icazet onları sağlam bir silsile ile Resullerin Seyyidi Efendimize (Salat ve selam olsun ona) ulaştırır ve bağlar.

(2) Onlar ihlaslı alimlerdir. İlmi Allah rızası için okumuşlar, yine Allah rızası için okutmuşlar, Allah rızası için sahih din kitapları yazmışlardır.

(3) Onlar Şeriat'a ve Sünnet'e uyarlar.

(4) Din ilimlerini ve fıkhı zengin olmaya, dünya serveti edinmeye, voli vurmaya, köşeyi dönmeye, zenginleşmeye âlet etmezler. Geçimlerini sağlamak için ücret ve maaş alabilirler ama din yoluyla zengin olmak niyetini beslemezler.

(5) İlmî hizmetlerinin ücretini yaratıklardan değil, Yaratan'dan isterler; dünyada değil, ahirette isterler.

(6) Kur'an-ı Kerimi ve hadîsleri re'y ve heva ile yorumlamazlar.

(7) Hanefî ulema ve fukahası yedi tabakadan hangisinde olduğunu bilir ve ona göre hizmet verir.

(8) Para, telif ücreti, dünya malı, makam ve mevki, ün, alkış için dünya büyüklerine yağ çekmez, yalakalık yapmaz, vakarını muhafaza eder.

(9) Mutlak müctehid seviyesinde olmayanlar kesinlikle ictihad yapmazlar.

(10) Allah'ın âyetlerini ucuza yahut pahalıya satmazlar.

(11) Onlar Resulullah Efendimize mânen biatlıdır ve onun emrinden, Sünnetinden dışarıya çıkmazlar.

(12) Hapse atılmayı, kırbaçlanmayı, hattâ ölümü göze alırlar ama kafir zalimlerin, kezzabların, deccalların, Ekber Şah'ların Kur'ana, Sünnete, Şeriata zıt isteklerine boyun eğmezler.

(13) İlim ve irfanları ile gururlanmazlar.

(14) Lisan ve yazı ile emr-i mâruf ve nehy-i münker yaparlar.

(15) Halkı müjdeler ve uyarırlar.

(16) Halka örnek olurlar.

(17) Müslümanların zekat, sadaka ve mallarına göz dikip onları zimmetlerine geçirmezler.

(18) Hak bir tarikata veya hak bir cemaate mensup olabilirler ama asla tarikatçilik ve cemaatçilik yapmazlar, sekter asabiyete kapılmazlar.

(19) Onlar Ümmet şuuruna sahiptir, Müslümanları bölmezler, parçalamazlar, birlik ve beraberliği sağlamak için gayret gösterirler.

(20) Halka nasihat ederler.

(21) Sahih itikad için çalışırlar, inanç konusundaki bid'atleri tenkit ederler.

(22) Beş vakit namaz ve cemaat için çalışırlar.

(23) Dolaylı şekilde bile olsa Tağut'a hizmet etmezler.

(24) Bütün halkın hidayeti için çalışıp çabalarlar.

(25) Kesinlikle lükse, israfa, sefahate kapılmazlar, Kur'ana ve Sünnete uygun mütevazı bir hayat sürerler.

(26) İlimleri ne kadar kuvvetli olursa olsun, mâneviyat konusunda bir mürşid-i kâmile intisab eder yahut muhib olurlar.

(27) Allah'tan çok korkarlar.

(28) Görme kabiliyeti olanlar onlardaki nur hâlelerini görür.

(29) Kur'an ve Sünnetteki müteşabihatı, Tevhid ve Tenzih akidesine aykırı bir şekilde te'vil etmezler.

(30) Ne kadar çok ibadet ve hizmet etseler de, hayırlı amelleriyle ve hizmetleriyle değil, Allahın lütuf ve keremi ile kurtulacaklarını ve ebedî saadete nail olacaklarını bilirler.

Böyle hayırlı alimlerin vce fakihlerin mükafatı Allah'ın yüce rızasına nail olmak, Ümmet-i Muhammed'in dualarını kazanmaktır.

Ne mutlu onlara.

Kötü alimlere gelince:

Onlar dünyaya, dünya mallarına, paraya, zenginliğe, yüksek te'lif ücretlerine meftun ve yöneliktir.

Tefsir yazarlar, para için.

Hadîs külliyatı hazırlarlar, para için.

Fıkıh ve başka din kitapları yazarlar, para için.

Akılları fikirleri yüklü te'lif ücretleridir.

Onlar Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in sınırları dışına çıkıp, kendi re'y ve hevalarıyla bozuk ictihadlar yapar, bozuk fetvalar verir, böylece hem dall, hem mudil olurlar.

Zamanlarındaki Ekber Şah'lara yağcılık, yalakalık, dalkavukluk yaparlar.

Zalimlerden korktukları kadar Allahtan korkmazlar.

Namaza ve cemaate önem vermezler. Bazısı büsbütün târik-i salattır.

Doğru dürüst fetva verecek ilim ve ehliyetleri olmadığı halde, mutlak müctehidlik taslar, naylon ictihadlar yapar, mevrid-i nassa aykırı bâtıl fetvalar verirler.

İslamı, Kur'anı, Sünneti, Şeriatı gereği gibi müdafaa etmezler.

Onlar gurur ve kibir küpüdür.

Din yıkılır, Ümmet sarsılırken onlar kendi menfaatlerini, kendi ikballerini, kendi zevk u sefalarını düşünür.

Onlar Süfyanlara, Deccallara, Tağuta, Kezzabîne bazen bilerek, bazen bilmeyerek hizmet eder.

Vah böyle kötü alimlere...

Aklı ve firaseti olan Müslümanlar sâlih, kâmil, ehil, icazetli, râsih, taqvalı, ihlaslı, yüksek ahlaklı, faziletli gerçek alimlere ve fakihlere tâbi olsun.

Ulema-i sû'dan bucak bucak kaçmak gerek.

* (İkinci yazı)

Demokrasi Sihirli Değnek Değildir

 

SADECE demokrasi kesinlikle yeterli değildir. Demokrasinin yanında bilgelik olmazsa işler düzelmez, ülke iyi idare edilmez.

Sadece bilgelik mi?.. Hayır, onun yanında, sandıktan çıkmayan başka değerler ve kurumların da olması gerekir.

Bir ülkede eğitim iyi değilse demokrasi de iyi olmaz.

Halkın ahlak ve karakteri iyi ve sağlam olmazsa o ülkeye iyilik hakim olmaz.

Van depremzedelerine yardım gönderilmiş, bir vatandaşa nevresim kaplı bir battaniye verilmiş, nevresimin içinden bir zarf çıkmış, zarfın içinde 5 bin TL varmış, bunu bulan felaketezede vatandaş sahibini aramış ve parayı ona ulaştırmış... Ne güzel değil mi? Lakin madalyonun arka tarafından vahşice yağmalanan çadırlar ve diğer yardım malzemesi var.

Bir halk, yararına ve zararına olan şeyleri bilmiyorsa, demokrasi orada fazla bir işe yaramaz.

Demokrasi var ama medya iyi değil, yine işler düzelmez.

Demakrasi var ama yiyicilik, kokuşma, rüşvet, alavere dalavere, haram yeme, gayr-i meşru komisyonlar, rezaletler gırla gidiyor. Ne yapsın fukara demokrasi böyle bir ortam içinde.

Hem demokrasi var, hem de onun yanında resmî vesayet ideolojisi, durum yine fena demektir.

İyiler korkak, pısırık, etkisiz; kötüler gözükara, cesur mu cesur... Böyle bir ülkede sabah olmaz.

Demokrasi bir din değildir.

Demokrasi mutlak ve evrensel bir değer değildir.

Halkı Müslüman olan bir ülkede ancak bir İslam demokrasisi olabilir. Müslüman ülkede İslam'a zıt, İslam'a düşman demokrasi olmaz.

Müslüman halkın büyük kısmı İslam'ı iyi bilmiyorsa ve hükümlerini hayata uygulamıyorsa orada dirlik, düzen, huzur, barış olmaz.

Sosyalizmin 360 çeşidi olduğu gibi demokrasinin de bir sürü türü vardır.

Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu, 10 üzerinden en az 7 olmadıkça işler yoluna girmeyecektir.

Böyle bir şey birilerinin işine hiç gelmez.

Bundan birkaç yıl önce Yunanistan'ın durumu pek parlak görünüyordu. Avrupa Birliği'ne girmiş, yardım ve destek paraları akıyor, her yer güllük gülistanlık, öğleden sonra herkes yatıp dinleniyor, geceleri keyif çatılıyor; içki, zevk u sefa, gel keyfim gel, sosyal yardımlar, primler, avantalar... Yunan demokrasisi... Sonra ne oldu? Şimdiki hallerine bakınız.

Demokrasinin yanına sandıktan çıkmayan değer ve kurumları koymazsanız geleceğe güvenle bakamazsınız.

İyi bir eğitim sistemi...

İyi bir medya...

Korunan, geliştirilen, ayakta tutulan millî kimlik...

Yaşatılan millî kültür...

Yazılı şehir ve medeniyet zihniyeti...

Bilgelik...

Yüksek ahlak ve fazilet...

Ülke idaresinde söz sahibi olan ve kendilerine danışılan bilge ve âqil insanlar...

Adalet...

Demokrasi var ama, binalar çürük yapılıyor ve ilk depremde bunların bir kısmı çöküyor. Yapan müteahhitlere gereken ceza verilemiyor... Nasıl bir demokrasidir bu? Sakın berbat ve b....n bir demokrasi olmasın...

Demokrasi var ama hapishaneler tıklım tıklım dolu; halkın yüzde ellisi birbiriyle nizalı; dev adalet sarayları inşa ediliyor; halka bozuk gıda maddeleri ve meşrubat tükettiriliyor; Müslümanlara domuz eti yediriliyor; ilaç sanayi devleşmiş, tıb ve tedavi yaman bir sektör olmuş; ahlak tepetaklak... Demokrasi kutlu olsun!

Adam karısını aşığı ile yatakta yakalıyor. Polise müracaat ediyor. Cevap: Yeni Ceza Kanunu'nda zina suç değildir, biz bir şey yapamayız, kendin başının çaresine bak... Al sana demokrasi!...

Herif on beş sene içinde büyük bir kara para zengini olmuş. Ona kimsecikler "Nereden buldun?" diye soramıyor.

Demokrasi her şeyi düzelten, ıslah eden sihirli bir değnek değildir .

 

06 Kasım 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

İslam'da İtaat ve Biat Kültürü

 

İSLAM'da itaat ve biat kültürü vardır. Müslüman ipsiz sapsız, başıboş değildir. Kur'an-ı Kerimde "Ey iman edenler Allah'a, Resulüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz" buyrulmaktadır.

Mü'min, ezelde Allah ile yapmış olduğu ahd ü misakın bilincinde olan ve Rabbinini emirlerine ve öğütlerine uyan kimse demektir.

Kelime-i Tevhid'in ayrılmaz parçası olan Muhammed Resulullah diyen kimse Peygambere biat ve itaat emekle yükümlüdür. Peygambere biat ve itaat icazetli ve silsileli kâmil mürşidler ve yine icazetli ve silsileli ulema ve fukaha ile olur.

Mü'minler zamanlarındaki Halifeye, İmam-ı Kebire, Emîrülmü'minîne de (Kur'ana, Sünnete ve Şeriata aykırı hareket etmedikleri takdirde) itaat etmelidir.

Bu devirde Halife, İmam-ı Kebir ve Emîrülmü'minîn yoktur. Binaen aleyh mü'minler icazetli ve takvalı gerçek ulemaya. fukahaya ve kâmil mürşidlere itaat etmelidir.

Ulema ikiye ayrılır: Gerçek ulema ve kötü ulema.

Kötü ulemaya itaat edilmez.

Onlar, zalim ve mürted Ekber Şah'a yağcılık yapmışlar ve sapıklıklarını savunup te'vil etmişlerdi.

Onlar ilmi, fıkhı, İslam kültürünü dünyalık edinmeye alet ederler.

Onlar ihlaslı değildir. Münafıklara ve mürâîlere itaat edilmez.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz "Zamanındaki İmama biat etmeden ölen kimse sanki cahiliyet ölümüyle ölmüş olur" buyurarak biatsizliğin vehametini bize bildirmiştir.

Zamanımızdaki İmamın kim olduğu bilinmiyorsa, gıyapta biat edilmelidir.

İcazetli ulemaya, icazetli fukahaya, kâmil ve gerçek mürşidlere itaat etmek insanı sapmaktan, saptırmaktan, sapıtmaktan alıkoyar.

Zamanımızda birtakım reformcu, yenilikçi, değişimci, BOP'çu, Kemalist, mezhepsiz, ılımlı İslamcı ilahiyatçılar bir tür İslam Protestanlığı çıkartmak için çalışıyor. Bunlara uyanlar büyük zarar uğrar.

İslam'da üniter bir hiyerarşi vardır.

Mü'min Allah'a itaatlidir.

Bize Allah katından din ve Kitab getiren Peygambere biatlidir.

Mü'min elbette alimlere itaat edecektir. Çünkü Kur'an "Bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?" buyuruyor.

Gerçek ulema ve fukahanın Peygamberimize kadar uzanan silsileleri, icazetleri vardır.

Peygamber de, Cibril aleyhisselam vasıtasıyla zamandan ve mekandan münezzeh olan Rabbülaleminle irtibatlıdır.

İslam dini rehberlik ile öğrenilir.

Kemal rehberlik ile elde edilir.

Kur'anı re'y ve heva ile yorumlamak haramdır.

Ulema, fukaha ve mürşidleri reddedenler dinde anarşi ve kaos meydana getiriyor.

İslam Protestanlığı maazallah küfre yol açar.

Allahın Kur'anda koymuş olduğu kesin hükümlerde ve Resulullah'ın sahih ve mütevatir hadîslerinde değişiklik, yenilik, keyfî yorum ve ayıklama yapılamaz.

Üç yüz küsur kesin hükümlü ayet tarihseldir, bugün hükümleri geçerli değildir diyenler dinden çıkar.

Allah'ın inzal ettiği hükümlerden başkasıyla hükm edenler zalimdir, dinden çıkmıştır.

İcazetli ulema, fukaha ve mürşidleri bırakıp da Müslüman kılıklı oryantalistlere mi tâbi olacağız?

Evet İslam dini itaat ve biat üzerine kurulmuştur.

Allaha itaat.

Peygambere itaat.

Bizden olan emir sahiplerine itaat.

O emir sahipleri meyanında bulunan icazetli, ihlaslı, takvalı ulemaya, fukahaya, mürşidlere itaat.

İcazetli ulemaya, fukahaya, mürşidlere itaat etmeyenin şeyhi nefs-i emmaresi ve şeytan olur.

Ayette açıkça belirtildiği üzere Allaha, Resulüne ve BİZDEN olan emir sahiplerine İtaattan ayrılmayalım.

* (İkinci yazı)

Hitler 1938'de Ölmüş Olsaydı

HİTLER, 1938'de ölmüş olsaydı, bu ölüm hem kendisi, hem Almanya, hem de dünya için çok hayırlı bir ölüm olurdu.

Onun erken ölmesi Almanya'ya, Alman kültürüne, siyasetine, ekonomisine en az bir asır boyunca büyük üstünlük sağlayacaktı.

Hitler yaşadı... 1939'da Polonya'ya saldırdı. İngiltere ve Fransa Almanya'ya savaş ilan etti, dünya altı yıl sürecek çok kanlı, çok yıkıcı, çok dehşetli bir dünya harbine sürüklendi.

1938'de ölmüş olsaydı, Almanya'nın başına başka bir diktatör geçmiş olsa bile onun çapında diktatör olamazdı.

Hitler 1938'te ölmüş olsaydı, Alman Reich'ı ona muazzam ve ihtişamlı bir anıt-kabir yaptıracaktı. (Projesini her halde Albert Speer çizerdi.)

Hitler Alman milletinin kalbinde yaşayacaktı.

Anıt kabri bir tür tapınak haline getirilecekti.

Orada resmî törenler yapılacaktı.

Ey Führer sen ölmedin,

Sen gönlümüzdesin,

Sen bizim ulu önderimizsin,

Sen bizim başımızın tacısın,

Ey ulu Führer bizi sen kurtardın,

Almanya'yı, Alman milletini sen yarattın,

Selam sana!

Minnet sana!

Sonsuz teşekkür sana diye neşideler okunacaktı.

Hitler putlaştırılacaktı.

Hitler 1938'de diktatörlük kariyerinin limitine gelmişti.

Bu limit aşılınca, daha fazla yükselince talih tersine döner, liderin başı döner.

Bu konuda "Peter Prensibi" kitabını okumadınızsa vakit geçirmeden

Share this post


Link to post
Share on other sites

Davullar BOP BOP BOP diye Çalsın

 

1. Afganistan'daki Taliban Şeriat rejimi yıkıldı, yerine demokrasi getirildi. Milyonlarca Afgan öldü, yaralandı, ülke harabeye döndü, en az iki milyon insan açlıkla pençeleşiyor. Afganistan işgal altında. Siviller öldürülüyor. Yaşasın demokrasi, yaşasın çağdaşlık,yaşasın laiklik, yaşasın insan hakları, yaşasın kadın özgürlüğü!..

2. Irak'taki Sünnî rejim yıkıldı, ülke parçalandı, kuzeyinde ikinci bir İsrail kurulması hazırlıkları yapılıyor, Sünnîler eziliyor, zulüm ve kokuşma var. Ülke işgal altında. Bütün dengeler tepetaklak. Yaşasın demokrasi ve laiklik... Nakarat...

3. Sudan'ın parçalanması çalışmaları hızla ilerliyor. Güney Sudan ayrı bir devlet oldu. Sudan'daki İslamî rejim uluslararası abluka altında. Sudan daha da parçalanacak. Yaşasın demokrasi ve laiklik... Nakarat...

4. Somali'de Şeriat Mahkemeleri rejimi ülkeye huzur getirmişti. Bu rejim yıkıldı. Somali berbat oldu, Somali mahv oldu. On milyon Somalili aç ve perişan. Yaşasın Batı demokrasisi, yaşasın çağdaşlık...

5. Mısır'ın modern Firavunu devrildi. ABD, AB, Siyonizm, İsrail, global Kapitalizm ve Liberalizm Mısır'da İslamî bir rejim kurulmasını istemiyor. Mısır'ı bölmek, Mısır'a iç savaş çıkartmak için planlar var. Memlûk ordusu iktidarı sivillere teslim etmiyor.

6. Libya diktatörü devrildi. Şimdi en büyük tehlike o İslam ülkesinde İslamî bir rejim kurulmasıdır. Demokrat ve çağdaş batı böyle bir şeyi kesinlikle istemiyor.

7. Tunus diktatörü, akıllılık edip vaktinde kaçtı, şimdi Batı dünyası için en kötü senaryo bu ülkede İslamî bir rejim kurulmasıdır. Bunun mutlaka önlenmesi gerekir.

8. Türkiye'nin parçalanması, bölünmesi çalışmaları hızla ve başarılı bir şekilde ilerliyor.

9. Suriye'deki Nuseyrî diktatörlüğü çatırdıyor. Onun yerine Sünnî-İslamî bir rejim kurulması Batı ve İsrail için büyük felaket olur. Suriye'de mutlaka iç savaş çıkartılması gerekmektedir.

Geleneksel Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlığı ABD, AB, Siyonizm, İsrail, Haçlı dünyası için en büyük tehdit ve tehlikedir.

Münzel Sünnî Müslümanlık yerine sulandırılmış, light/ılımlı hale getirilmiş, cihadsız, fıkıhsız, Şeriatsız yeni bir İslam türetilmelidir.

İslam dünyası balkanlaştırılmalı ve protestanlaştırılmalıdır.

Büyük İslam ülkeleri parçalanmalı, yerlerine daha küçük devletler kurulmalı, bu devletler birbirleriyle rekabet ve mücadele etmelidir.

Sünnîler ile Şiîler arasındaki tartışmalar ve çatışmalar teşvik edilmelidir.

Türkiye'deki bağımlı Diyanet Sünnî bir kurum olmaktan çıkartılıp sözde mezhepler üstü hale getirilmelidir.

Müslüman halk ve gençlik arasındaki dinî tartışmalar körüklenmeli, din konusunda kaos ve anarşi meydana getirilmelidir.

İslam'ın tek hak ibrahimî din olduğu akidesi yıkılmalı, onun yerine üç hak ibrahimî din vardır, bunların bağlıları Cennetliktir inancı getirilmelidir.

Müslüman halk hızla sekülerleştirilmelidir.

İslam Ümmeti birbirinden kopuk, aralarında hiçbir bağ bulunmayan, başkanları senede bir kere bile bir araya gelmeyen büyük, orta, küçük bağımsız sürü sepet cemaatlere ayrılmalıdır.

Müslümanlar tek bir Ümmet olmaktan çıkartılıp çeşitli sürüler haline dönüştürülmelidir.

Müslüman toplumlarda din sömürüsü, mukaddesat ticareti, ahlaksızlık körüklenmelidir.

Davullar BOP BOP BOP diye kulakları sağır edici ve cehennemî bir şekilde çalınmalıdır.

İslamcılar, bozuk küfür rejimlerinin haram rantlarıyla zengin edilmelidir.

Vs... vs... vs...

* (İkinci yazı)

Asıl Kültür ve İslam Mektepleri

CEBİR, geometri, fizik, kimya ve diğer fen konuları ve branşları asıl kültür değildir.

Asıl kültür şunlardır:

Zengin ve yazılı ana dilinin edebiyatını yeteri kadar bilmek. Türkiyeli ise Fuzulî Divanını Osmanlıca metninden okuyup, şerh edebilecek lisan ve edebiyat bilgisine sahip olmak.

Zamanımızın lingua franca'sı olan İngilizceyi, kültür ve düşünce kitaplarını okuyabilip anlayacak kadar bilmek. (Otel resepsiyon memuru veya turistik garson seviyesindeki İngilizce yeterli olmaz.)

Müslüman ise Arapça bilmek. (Osmanlı idadî ve sultanîlerinde (liselerinde) Arapça mecburî dersti.)

Doğru dürüst adam gibi tarih bilmek. Resmî ideoloji masal ve martavallarını bilmek, tarih bilmek değildir.

Felsefe grubu derslerini esaslı şekilde okumuş olmak. Psikoloji, mantık, ahlak, metafizik, estetik.

Sanat tarihi ve sanat kültürü okumuş olmak.

Beşerî, ticarî, iktisadî coğrafya kültürüne sahip olmak.

Gerçekten kültürlü bir kimse binlerce referansa sahiptir. Leb denilince leblebiyi hemen anlar.

"Bed-asla..." denilince hemen Ziya Paşa'nın:

Bed-asla necabet mi verir hiç üniforma

Zerduz palan ursan eşek yine eşektir

beytini hatırlar.

Veni denilince Sezar'ın Senato'daki üç kelimelik "Veni vidi vici" hitabesini hatırlar.

Türkiyeli bir okumuşun hafızasında böyle beş on bin referans olmalıdır. Edebî, tarihî, felsefî...

Şâfiî ile Şiî kelimeleri arasındaki farkı bilmeyen kişi, üniversite mezunu da olsa okumuş cahildir.

Muhafazakâr Müslüman geçiniyor ve hâfızasında Divan edebiyatından hikemî beyitler ve mısralar yok. Vah vah.

Sultan Abdülaziz denilince nankör ve hain Serasker Hüseyin Avni Paşa'yı derhal hatırlamak gerekir.

Hukukçu olmasına lüzum yok, veteriner de olsa, bir Müslümanın Mecelle-i Ahkâm-ı Adlyiye'nin Kavaid-i Külliye bölümünü okumuş ve oradaki bazı maddeleri ezberlemiş olması gerekir.

Mantık bilmeyen kimse iyi siyasetçi, iyi hukukçu, iyi mühendis olamaz.

Yukarıda anlattığım şeyler nerede öğrenilir?

Liselerde. Bu ülkenin liseleri genç nesillere bu sosyal, felsefî, edebî kültürü veremiyorsa onlar gerçek liseler değildir.

Bu memlekette yaşayan vasıflı ve geniş ufuklu Müslümanların tezelden İslam mektepleri açarak kültürlü gençler yetiştirmeleri gerekir.

Yurt içinde açamazlarsa başka bir ülkede açsınlar.

Kolay değil...

Elbette kolay değil ama vasıflı ve şuurlu Müslüman zorluklardan yılmaz.

(Kültürlü Müslümandan bahs ederken sakın kendimi kültürlü sandığımı zannetmeyin. Geniş ve derin kültürü olmayan bir kimsenin, ülkesinde gerçekten kültürlü insanlar yetişmesini istemesi garip karşılanmamalıdır.)

 

Mehmet Şevket Eygi

21.11.2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah Kimleri Sevmez?

 

ALLAH şirkten ve küfürden razı olmaz. Şirki ve küfrü beğenen ve öven kafir olur. Allah ribacıları sevmez.

Allah zinayı haram kılmıştır.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) üç kere itiraf ederek zina yaptığını söyleyen kimseyi recm ettirmiştir.

Allah haram yenilmesinden razı olmaz ve haram yiyenleri sevmez.

Allah münafıkları (kalplerinde nifak olanları) kötülemiştir. Nifak küfürden eşeddir.

Allah rüşvet alınmasını ve verilmesini yasaklamıştır.

Allah adaleti emr etmiştir, zalimleri ve haddi aşanları sevmez.

Allah zulmün her türlüsünden razı olmaz.

Allah her türlü fuhşiyatı yasak kılmıştır; azanlardan, azgınlardan hoşlanmaz.

Allah israfı yasak ve haram kılmıştır, sefih (beyinsiz) müsriflerden (savurganlardan) hoşnud ve razı olmaz.

Allah kibirli ve gururlu insanları sevmez.

Allah Kur'anda doğruluğu emr etmiştir, eğrilik yapılmasından razı ve hoşnud olmaz.

Allah beş vakit namazı emr etmiştir. Namazın terk edilmesinden razı ve hoşnud olmaz.

Allah bütün mü'minlerin tek bir Ümmet olduğunu beyan etmiştir. Ümmeti parçalayan, bölen, fitne, tefrika ve fesat çıkartanları sevmez.

Allah, Resûlünü mü'minlere en güzel model ve örnek (usvetün hasene...) olarak göndermiştir. Onu örnek almayarak kezzabların, deccalların, tâğutların, münafıkların, fasıkların, facirlerin, müraîlerin, müşriklerin, kafirlerin, zâlimlerin peşine düşenlerden razı olmaz.

Allah iffeti emr etmiştir. Alenen ve küstahça iffetsizlik yapan, halkı baştan çıkartan namussuzları sevmez.

Allah mü'minlere el ve dil ile zarar verilmesinden hoşlanmaz.

Allah, birtakım ruhbanların erbab (rabler) haline getirilip putlaştırılmasından razı olmaz.

Allah zekatın hangi sınıf insanlara verileceğini Kur'anda çok açık ve seçik şekilde beyan etmiştir. Müslümanların zekatlarını Kur'ana, Sünnete ve Şeriata aykırı olarak toplayıp harcayanlar fasıktır, facirdir, merdduttur, Allah onlardan razı olmaz.

Allah, bir tür gizli ve mecâzî şirk olan paraya tapınılmasından, paranın put haline getirilmesinden, altın ve gümüşün (dolar ve euronun) kenz yapılmasından hoşlanmaz ve razı olmaz.

Allah İslam'ı ve Kur'anı insanlığa bir kurtuluş ipi (can simidi) olarak göndermiştir, bunlara yapışmayanlardan razı ve hoşnud olmaz.

Allah gıybeti haram kılmıştır, gıybetçileri sevmez.

Allah tecessüsü (insanların gizli ayıp ve günahlarını araştırmayı) haram kılmıştır, bu günahı işleyenleri sevmez.

Allah ihlası emr etmiştir. İhlassız ibadetleri ve amelleri kabul etmez.

Allah, kötülükle çok emr eden nefs-i emmaresini beğenenleri ve temize çıkartıp aklayanları sevmez.

Allah canıyla ve malıyla muhlisen cihad yapılmasını emr etmiştir, fi sebilillah cihaddan kaçanları sevmez.

Günahlarına tevbe etmeyip, ibadet ve hasenatıyla ucba düşenleri Allah sevmez.

Allah emanetlerin ehil olanlara verilmesini emr buyurmuştur. Emanetleri (başkanlıkları, müdürlükleri, memurlukları, makam ve mevkileri, işleri, vazifeleri, hizmetleri) ehil olanlara değil de yâranlara, hısım akrabaya, dostlara, hemşehrilere, oğullara damatlara peşkeş çekenlerden razı olmaz.

Allah Resulüne uyulmasını, ona itaat ve biat edilmesini, o ne getirdiyse alınmasını (kabul edilip yerine getirilmesini) emr buyurmuştur. Resulüne karşı gelinmesinden hoşlanmaz.

Allah mü'min kullarına emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmalarını farz kılmıştır. Resulullah bunun asgarîsinin kalben buğz olduğunu beyan buyurmuştur. Yüce Rabb emri mâruf ve nehy-i münker farzını eda etmeleri gerektiği halde, terk edenlerin bu terklerinden razı olmaz.

Allah samimiyetle tevbe eden kullarının tevbelerini kabul eder, tevbe etmeyen günahkarlardan razı ve hoşnud olmaz.

Allah, Nemrudların ve Firavunların yolundan ve izinden gidenleri sevmez.

Rahman, evliyasına düşmanlık edenleri sevmez.

Allah, kendilerine nimet verdiği kimselerin, bu nimetlerden başkalarını da nafakalandırmalarını sever; komşusu ve din kardeşi aç gecelerken tok sabahlayanları sevmez.

Allah merhametsizleri, gaddarları, zalimleri, haddi aşanları sevmez.

Kur'anda, Sünnette, Şeriatta, İslam ahlakını anlatan sahih ve muteber kitaplarda Allah'ın kimleri sevdiği ve kimleri sevmediği açıkça anlatılmaktadır.

Bu konudaki bilgileri öğrenelim ve hayatımıza uğrayalım.

Allah bizi afvetsin, bizi ıslah etsin, bize hüsn-i hâtime nasip etsin.

Allah'ın rızası ve hoşnutluğu dairesine çıkmak çok büyük bir felaket ve hasarettir.

* (İkinci yazı)

Uyarı

BİR Müslümana: Sizi uyarmama izin veriniz. Bozuk, fâsık, fâcir, âsi, günahkâr, sapık bir düzene iyi demek insanı küfre götürebilir.

Bozuk bir düzen için "eskisine göre daha iyidir" demek küfürdür.

Bozuk bir düzen için "Eskisine göre daha az kötüdür" denilebilir ama bu konu su götürür, tartışmaya açıktır. Her hal ü kârda İslam kötüye iyi denilmesine izin vermez.

Nemrud'a iyi diyen kâfir olur.

Firavuna ve Hâmana iyi diyen yine kafir olur.

Şeriatın ana ölçülerinden biri şudur:

Yüceltilmesi, tâzim edilmesi gereken bir şeyi tahkir eden kafir olur. Tahkir edilmesi gereken bir şeyi tazim edip yücelten kafir olur.

Firavun Kur'anda kötülenmiştir.

Ekber Şah'ı öven, beğenen, ona saygı gösteren, onun dine aykırı icraatını medh eden kimse kafir olur.

Çünkü o Ekfer ve zâlim hükümdar İslam, Hıristiyanlık ve Hinduizm karışımı bir din çıkartmıştır.

Kurtuluşa götüren tek hedy Hz. Muhammed Mustafa'nın rehberliğidir.

Ben hem Peygamberi severim, hem de zamanın Nemrudunu severim diyen kişi tecdid-i iman ve nikah eylesin.

Mustafa (Salat ve selam olsun ona) sevgisi ile Nemrud sevgisi mü'minin kalbinde bir arada olmaz.

Bir kalbe Deccal ve Tağut sevgisi girince, iman çıkar gider.

Allah kafirleri sevmez.

Müşrikleri sevmez.

Münafıkları sevmez.

Zaruret olmadan taqiyye yapılmaz.

Dişini sık, imanında sebat et, azmi elden bırakma.

İmanın elden giderse ebedî bir felâket ve hasarete duçar olursun.

Küfre, nifaka, şirke, zulme, fıska, fücura, isyana, fesada razı olma.

Makam, mevki, memuriyet, başkanlık elde edeceğim diye kendini yakma.

Bu deni dünya mü'minin zindanı, kâfirin cennetidir. Sakın dünyayı kendine sahte bir cennet yapmaya kalkma.

Aklın fikrin, ömrünün ölümüne hüsn-i hâtime ile bitişmesi olsun.

Hüsn-i hâtimenin vesileleri vardır, onları öğren ve uygula.

27.11.2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gafiller ve Uyuşuklar!

 

BUGÜN Türkiye'de namaz kılan, oruç tutan, kendini dindar sanan öyleleri var ki, bendeniz hayatım boyunca bunlar kadar gaflet ve uyuşukluk içinde olan başka bir topluluk görmemişim.

Bunlar ve babaları hem sofu Müslüman geçindiler, hem de oğullarının bir kısmını subay, öğretmen, din görevlisi yetiştirmeyerek İslam'a zarar verdiler.

Suriye Sünnîleri de aynı gaflete düşmüş, aynı hatâyı yapmış ve cezalarını çekmiştir ve halen çekmektedir...

Zengin Hacı beyin çocuğu Robert Koleje, ardından tıp ve mühendislik fakültesine... Fakir tabakanın imkânsız ve rantsız çocukları İmam hatip mektebine... İşte bu kafa bizi bugünkü esaret ve rezalete mahkûm etmiştir.

Müslümanların en zeki, en kabiliyetli, en istidatlı, en imkânlı erkek çocuklarının askerî okullara gidip subay olmaları, muallim mekteplerine gidip öğretmen olmaları, yüksek din tahsili yapıp din görevlisi olmaları gerekir.

Subaylığı, öğretmenliği, din hizmetlerini küçümseyen bir Müslüman toplumun başına zillet, esaret, zebunluk, kölelik kara bir bulut gibi çöker.

Yahu Allah'tan korkun!.. Sizin servetiniz var, kendinize değil, yedi sülalenize yeter. Niçin üç oğlundan birini subay, öğretmen, din hizmetlisi yapmadın?

O mesleklerde para yok değil mi?

Onların dünya prestiji ve itibarı az değil mi?

Ya öyle mi?.. Al sana zillet, al sana esaret, al sana ezilmek ve tahkire uğramak!..

Bu zihniyet şimdi ne yapıyor?

Ne yapacak, yan gelip yatıyor.

Artık eskisi kadar baskı ve zulüm yok ya, selamet sahiline çıktıklarını sanıyorlar.

Gafiller!..

Bugünkü sistem ve düzeni İslamî sananlar bile var.

Gafletin böylesi...

Bozuk düzenin haram rantlarını yiyenler haindir, merduttur.

Tekrar ediyorum: Zengin, imkânlı, fırsatlı, rantlı kesimin çocuklarının en zekileri, en kabiliyetlileri, en istidatlıları subay, öğretmen, din hizmetlisi olarak yetiştirilmeliydi, yetiştirilmelidir.

Onların her birine zengin ebedî Türkçeyi öğretmek için bir servet harcanmalıdır.

Onlar mükemmel İngilizce bilmelidir.

Onlar paralel ve alternatif bir eğitimle millî kültürü ve genel kültürü çok iyi öğrenmelidir.

Onlar çok yüksek ahlaka ve karaktere sahip olmalıdır.

Ordu, eğitim, Diyanet kadroları böyle vasıflı, faziletli, güçlü, üstün, ahlaklı ve karakterli, idealist elemanlarla doldurulmalıdır.

Bunların aileden rantları olmalıdır. Devletten ayda iki bin lira maaş alıyorsa, aileden beş bir lira geliri olmalıdır.

Bugünkü gaflete, atalete, plansızlığa, programsızlığa, umursamazlığa, vurdumduymazlığa, ufuksuzluğa bakınız.

Bugünkü bozuk düzene iyi diyen şu dengesizlere bakınız.

Evet, ben böylesine gafil bir topluluk görmedim.

(Vazifelerini hakkıyla yapan doğru dürüst, vasıflı, şuurlu, uyanık Müslümanlara bir şey dediğim yoktur. Hepsine selam ve hürmetlerimi sunar, küçük büyük ellerinden öperim.)

* (İkinci yazı)

Halka Domuz Yedirenlere Beddua

SADE bir vatandaş olarak gıda kontrolü konusundaki vazifelerini ya hiç yapmayan, yahut iyi ve tam yapmayan resmî makamları ve belediyeleri protesto ediyorum.

(Tam yapanlara teşekkür ederim...)

Niçin?

Halkımıza büyük miktarda yaban ve evcil domuz eti ve yağı yediriliyor.

Ülkemizin batı bölümü domuz çiftlikleriyle doludur.

Avcıların vurdukları yaban domuzları da cabası.

Dışarıdan ithal edilen gemiler dolusu domuz yağı.

Belediyelerin vazifelerinden biri de et mamullerini tahlil etmek, kontrol altında tutmak ve Müslüman halka domuz yedirmemektir.

İlim ve fen çok ilerlediği için bir et ürününde (sucuk, sosis, salam, köfte vs) domuz eti ve yağı bulunup bulunmadığını tesbit etmek çok kolaydır.

Müslüman halka domuzlu gıdalar yediren belediyelere hakkımı helal etmiyorum.

Ya vazifelerini doğru dürüst, adam gibi yapsınlar yahut da gazaba uğramayı beklesinler.

Müslümanlara domuz eti yedirmenin vebali büyüktür.

Allah böyle bir şeyden razı olmaz.

Allah ihmal etmez imhal eder (mühlet verir).

Vatandaşlar büyük belediyelerin gıda tahlil merkezlerine müracaat ederek, piyasadan satın aldıkları et ürünlerinin analizini yaptırabilmelidir.

Böyle tahlil merkezleri var mıdır?

Geçenlerde İstanbul dışında bir marketin vitrininde şöyle bir ilan gördüm: "Elli adet hazır köfte 3,5 lira!..

Yahu etin bu kadar pahalı olduğu bir ülkede bu kadar ucuza köfte olur mu? Hem de elli adet...

Devlet ve belediyeler böyle anormal şekilde ucuz gıdaları kontrol ve tahlil ediyor mu?

Bu kadar ucuz köftelerin normal etten yapılamayacağı matematik olarak kesindir.

Peki, içlerinde neler var da bu kadar ucuz?

Bu sorunun cevabını benden değil, devletten ve belediyelerden sorunuz.

Bazı yerlerde kilosu 9 liraya sucuk satılıyor.

Dokuz liraya sucuk mu olurmuş. O sucuğun içinde ne var acaba ki, bu kadar ucuz.

Beddua etmek iyi bir şey değil ama bıçak kemiğe dayandığı için mecbur kaldım.

03 .12 . 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bütünüyle Hesap Sormak

 

SON bir asırlık tarihimizde çok büyük zulümler olmuştur.

Halka, vatana, devlete büyük hıyanetler edilmiştir.

Zulüm... Hıyanet... Bunları, birtakım yalancılardan başka kim inkar edebilir?

Türkiye halkının temel insan hakları ihlâl edilmiştir.

Uyduruk mahkemelerin zalimâne kararlarıyla çok insan asılmış, zindanlarda çürütülmüştür.

Nice vatandaşımız yargısız öldürülmüştür.

Yakın tarihimizde millî kimlik ve kültürümüz ayaklar altına alınmıştır.

Soykırımlar yapılmıştır.

Bunlar inkâr edilemez.

Devletimizin bütün bu zulümlerle, bu hıyanetlerle yüzleşmesi lazımdır.

Bu zulümler, bu hıyanetler teker teker ele alınmamalı, hiçbiri saklanmamalı, bütünüyle ele alınmalıdır.

Son günlerde Alevîlere yapılan zulümler gündemde.

Sünnî çoğunluğa onlardan çok daha fazla zulm ve hıyanet edilmiştir.

Son bir asırlık tarihimizde Türkiye yağma edilmiştir.

Ermenilerden, Rumlardan kalan mallar dosyası ne zaman açılacak?

Yakın tarihimizde tarihî İslam kabristanlarının büyük kısmı yerle bir edilmiştir. Bu Vandallığın hesabı sorulmayacak mıdır?

Yıkılan, satılan, kiraya verilen binlerce cami, sayısız medrese, taş mektep, vakıf eseri...

Bulgarlara balyalar halinde okkası iki buçuk kuruştan satılan millî arşiv.

Canına okunan zengin, edebî, yazılı Türkçe.

Kapatılan ecdat türbeleri.

Müslüman halka hacca gitme yasağı.

Kapatılan, yasaklanan tasavvuf tarikatları.

Şapka yüzünden idam edilenler.

Birtakım adamların, ömürleri boyunca ticaret yapmamalarına rağmen elde ettikleri efsanevî servetler.

Yıllar boyunca Ezan-ı Muhammedî okunmanın yasaklanması.

Fatih Sultan Mehmed'in "Benim bu camimle ilgili vakfı bozanların üzerine Allah'ın laneti olsun dediği" Ayasofya'nın kapatılması.

Büyük vatansever Trabzon milletvekili Ali Şükrü beyin alçakça ve kahpece şehit edilmesi dosyası ne zaman açılacaktır?

Türkiye halkının büyük kısmının fakirlik, sefalet, hastalık, bit, sıtma, açlık, kıtlık, dipçik, yolsuzluk, susuzluk ile terbiye edilmesi.

Türkiye'de bir korku imparatorluğu kurulması.

Evet bütün bu zulümler, bu hıyanetler; bu kötülükler bütün olarak ele alınmalı ve bunların hepsiyle yüzleşilmelidir.

Çok uzaklara gitmeye lüzum yok, Erzican'ın Başbağlar köyünde camiden çıkarken hiçbir suçu olmayan 33 Müslüman vatandaş gaddarca, vahşice, merhametsizce şehit edildi ve kanları yerde kaldı. Bunun hesabını kim soracaktır?

Ben sadece Müslüman çoğunluğun haklarını savunmuyorum. Karadeniz'in karanlık ve soğuk sularına atılarak öldürülen Mustafa Subhi'lerin de hesabı sorulsun.

Ortadoğu'nun Japonya'sı olabilecek Türkiye'yi geri bırakanlardan hesap sorulmayacak mı?

Ölmüşlermiş... Olsun... Ölülerden hesap sorulmaz mı?

* (İkinci yazı)

Korku ve Ümid

 

KABRİSTANLARIN önünden geçerken ölülere rahmet dilerim. Hastahanelerin önünden geçerken bütün hastalara âcil şifalar dilerim.

Hapishanelerin önünden geçerken içeridekiler için Allah kurtarsın derim.

Kendim, annem babam, hısım akrabam, dedelerim ninelerim, kendilerinden feyz aldığım hocalarım, ulema fukaha ve meşayih, tanıdıklarım, dostlarım arkadaşlarım, komşularım, tanıdıklarım, Hazret-i âdem aleyhisselamdan bu güne kadar gelip geçmiş ve halen yaşayan bütün mü'minler için bağışlanma dilerim.

Kendim ve yaşayan bütün mü'minler için hüsn-i hâtime dilerim.

İman etmemiş kimseler için hidayet dilerim.

Bana iyilik etmiş olan herkes için kat kat iyilikler dilerim.

Kendilerine bilerek veya bilmeyerek kötülük ettiğim kimselerden beni bağışlamalarını, haklarını helal etmelerini dilerim.

Nefsimin, insî ve cinnî şeyâtînin, zalimlerin, münafıkların, mürailerin, düşmanlarımın şerlerinden Allah'a sığınırım.

Gıybetimi yapanlara, sevaplarını bana verdikleri, benim günahlarımı yüklendikleri için teşekkür ederim.

Ayasofya'nın önünden geçerken, inşallah yeniden cami olur diye dua ederim.

Sesi bed, üstelik usûl erkan bilmez biri hoparlörü sonuna kadar açarak 130 desibel avaz avaz ezan okurken ne olurdu bu kadar bağırmasaydı derim.

Cenaze namazına gelmiş, neşeli bir şekilde gülüyor, yanındakilerle şakalaşıyor, böyleleri için keşke biraz hüzünlü ve ciddî olsalar derim.

Sokakta, açıkta, herkesin arasında yiyen içenlere keşke yemeseler, içmeseler derim.

Benim için Müslümandır diyenlere bir şey demem ama iyi Müslümandır diyenlere evet demem.

Herkes beni kötülemekte birleşse, benim kendimi kötülediğim kadar kötüleyemesinler isterim.

(Not: Başbakanımız bir ameliyat geçirmişler, Allahtan kendilerine sıhhat, afiyat, şifa ve bütün hayırlı işlerinde muvaffakiyet dilerim.

Devlet, hükümet adamlarımızın hayırlı olmayan işlerde başarılı olmamalarını dilerim.)

Sokakta, caddede çok lüks bir otomobil görünce yüzümü buruşturur, israfı kötüler ve bunun sahibi keşke mütevazı bir arabaya binseydi derim.

Camide başları açık namaz kılanları görünce üzülür, inşallah başlarına takkeye benzer bir imame geçirirler de sünnete ve edebe uyarlar derim.

Halkın ucuza karnını doyurduğu esnaf lokantalarını görünce hafiflerim, lüks ve pahalı lokantalar bana kasavet verir.

İyi bir insan olmak isterim, olamam.

Salonumda Hattat Davud beyin yazdığı bir levha var: 'Abdün muznib... Rabbun Gafur...

Korku ve ümid...

 

04 Aralık 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Câhil Yetiştirme Fabrikası

 

Câhillik ikiye ayrılır: Basit cahil, okula gitmemiş, okuma yazma bilmeyen bir yıldızlı cahil... Mürekkep cahil: Bunlar okumuştur ama yine de cahil kalmıştır, üstelik cahillikleri katmerli olmuştur. İki yıldızlıdan beş yıldızlıya kadar...

Vatandaş Türkiyeli, ana dili Türkçe ve 1928'den önce basılmış kitapları okuyamıyor. Mesela eline 1928'den önce yayınlanmış Çalıkuşu romanını veya Ömer Seyfeddin hikayelerini veriniz, aval aval bakıyor. Ha Çince ha Türkçe.

Adam veya kadın üniversite bitirmiş, yüksek lisans çalışması, sonra doktora yapmış ama Yakup Kadri'nin 1915'te yayınlanmış yazılarını okuyamıyor. Bunlara siz aydın, bilgili, okur-yazar kimseler mi diyorsunuz?

Vatandaş lise diploması almış, mantık bilmiyor.

Ülkesinin, devletinin, halkının tarihini doğru dürüst bilmiyor. Tarih diye balığın tırmandığı kavak masalları ve mavalları okutulmuş ona.

Adam Müslüman, lakin İslam dini ile ilgili en basit inanç maddelerini bilmiyor.

Üniversite mezunu ama yeterli ahlak ve karakter eğitimi almamış, görgü öğrenmemiş.

Lise bitirmiş, en basitinden estetik ve sanat kültürüne sahip değil.

İlköğretim ve lise 12 sene, üniversite en az dört sene, bizim vatandaş ilim, irfan, bilgelik, sağduyu sahibi olamamış.

Aksine, bir yığın ön yargı, bir sürü modern hurafe sahibi olmuş.

Beyni yıkanmış.

Zekası dumura uğramış, vicdanı körletilmiş.

Neymiş, diplomaları varmış... Olmaz olsun böyle diplomalar!..

Okumuş, aydınlanmış vatandaş 300 kelimelik basit, sade suya tirit, çarşı pazar sokak Türkçesiyle değil, en az on bin kelimelik ve terimlik edebî ve yazılı Türkçe ile düşünür.

Bir eğitim sistemi genç nesillere zengin, yazılı ve edebî lisanlarını öğretemiyorsa o eğitim değil, aptallaştırma, beyin yıkama fabrikasıdır.

Türkiye'nin bugünkü ideolojik vesayet eğitim sistemi bilgilendiriyor, aydınlatıyor mu, yoksa beyin mi yıkıyor?

Var mısınız bir sınav yapalım: Yüz sözde okumuş vatandaşa 1928'den önce basılmış bir roman verip oku şunu bakalım diyelim. Yüzde kaçı gürül gürül okuyabilir acaba?

Bu eğitime harcanan paralara yazık!

Boşa giden zamana, emeklere, harcanan kuşaklara yazık!..

 

 

* (İkinci yazı)

 

Kötülüklere Karşı Olmak

 

BEN Müslümanım ama dine, vatana, millete zarar veren; İslamın yap dediklerini yapmayan, yapma dediklerini açıkça yapan, haram yiyen, rüşvet alan, gayr-i meşru şekilde zenginleşen, fitne ve fesat çıkartan kötü Müslümanlara, daha doğrusu kötü İslamcılara karşıyım.

Onlara karşı olmam benim iyi ve olgun bir Müslüman olduğumu göstermez, zaten böyle bir iddiam da yoktur.

Dinimiz kesin şekilde rüşveti yasak kılmıştır.

Yine her türlü haram kazanç, gelir, zenginleşme büyük günah sayılmış kötülenmiştir.

Lüks, israf, sefahat de büyük günah ve isyan olarak bildirilmiştir.

Kur'an, Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) İslam düşmanı kafirlerin dost ve veli edinilmesini kötülemiş ve bu konuda Müslümanları uyarmıştır.

İslam zinayı çok büyük bir günah ve çok ağır bir suç olarak görmüş ve ispat edildiği takdirde ağır ceza vermiştir.

İslam emanetlerin ehline verilmesini emr etmiş, verilmemesinin büyük günah ve suç olduğunu bildirmiştir.

İslam, kadınlara vesika verilerek yaptırılan yasal fuhşu kabul etmez.

İslam ribayı kesin olarak yasaklamıştır.

İslam'da insanların gizli ve özel hayatları tecessüs edilmez, araştırılmaz ama yukarıda saydığım münker işler, kötülükler, suçlar açıkça ve küstahça işlenirse iş değişir, bunlara göz yumulmaz.

İslamın yasakladığı kötülüklerden biri de din ticareti ve sömürüsü yapmaktır.

Ümmet birliğini bozmak da günahtır.

Bugün Türkiye Müslümanları paramparça olmuşlar ve edilmişlerdir.

Din sömürüsü büyük bir "sektör" haline gelmiştir.

Müslümanların içine CIA ve Mossad girmiştir.

Müslüman kesimde casuslar, ajanlar, provokatörler, çeşit çeşit istihbaratçılar cirit atmaktadır.

Din yoluyla efsanevî servetler elde edilmektedir.

Mâruflar terk edilmiş, münkerler toplumu sarmıştır.

Bina, zina, lüks, israf, sefahat, gaflet korkunç boyutlara ulaşmıştır.

Müslüman toplum yapılması farz olan emr-i mârufu ve nehy-i münkeri yeteri kadar yapmamaktadır.

Beş vakit namaz terk edilmiş, şehvetlere uyulmuştur.

Dünyada her dinin bir reisi vardır ama Müslümanların tümünün bir İmam-ı Kebiri, bir Emîri yoktur.

Kötü ve bozuk düzenin haram rantları kapışılmaktadır.

Bunca kötülüğü, isim vermeden, savcılık taslamadan tenkit etmek, bunlara muhalif olmak hepimizin boynunun borcudur.

Namaz kılmayanları isim vererek tenkit etmeyiz ama namazın terkini tenkit ederiz.

Kimler haram yiyerek zenginleşiyor, isim veremem ama haram yollarla zenginleşmeyi tenkit ederim.

İslam'da gizli günahları araştırmak yoktur ama açıkça ve küstahça işlenen günahlara göz yummak da yoktur.

Müslümanların başsız olmalarının suçu hangi şahıslara ve sorumlulara aittir, bunu isim vererek yazamam ama başsızlığı, biatsizliği tenkit ederim.

Hangi Müslüman 200 bin dolarlık lüks ve israflı otomobille geziyor, onu isim vererek teşhir ve terzil (rezil etmek) edemem ama böyle otomobillere binilmesini tenkit ederim.

Bundan otuz kırk sene kimler radikal Müslümanlardı ve bozuk düzeni kıyasıya tenkit ediyorlardı da şimdi bunların bir kısmı müteahhit olmuş, bozuk dedikleri düzenin haram rantlarına saldırarak zenginleşmiş, bu konuda da isim veremem ama bu gelişmeyi tenkit ederim.

Nefsime ve şahsıma bir pay çıkartmaksızın açıkça işlenen kötülükleri, münkerleri tenkit etmek mütevazı bir yazar olarak benim vazifemdir.

Peygamberim (Salat ve selam olsun ona) "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" buyuruyor.

 

12 ARALIK 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah razı olsun, Mehmed Şevket Eygi yine güzel bir yazı kaleme almış, Cenabı Hakk sayılarını arttırsın inşallah...

 

 

Dinimizi Kimlerden Öğrenmeliyiz?

 

Biz Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanları, dinimizi itikadımızı kimlerden ve nasıl öğrenmeliyiz?.. Müslümanlar için çok önemli ve hayatî bir sorudur bu.

Sorunun cevabını vermeden önce, dinimizi kimlerden öğrenmemeliyiz sorusuna cevap verilse iyi olur.

1. Dinimizi Kemalist ilahiyatçılardan öğrenmemeliyiz. İslamla uyuşması ve bağdaşması mümkün olmayan bir ideolojiye bağlı oldukları için saptırırlar, şaşırtırlar; kafa karıştırırlar. Onlar doğrularla yanlışları bir araya koyar ve dini tahrif ederler.

2. Dinimizi, yeterli ilme ve icazete sahip olmayan mühtedilerden de öğrenmemeliyiz. Onların fikrî ve kültürel kitaplarını okuyabiliriz ama icazet sahibi olmadan din öğretmenliği yapmalarına razı olmayız. Hidayete kavuşmuşlardır, ne güzel, ne âlâ, tebrik ederiz; lakin din konusunda onlar bize muallim, mürşid ve rehber olamaz.

3. Din, yerli Müslüman oryantalistlerden de öğrenilmez.

4. Mason Afganî'yi din önderi, kılavuz olarak kabul edenlerden de din öğrenilmez.

5. Mason Abduh'u imam (önder) kabul ederlerden din öğrenilmez.

6. Reşid Rıza Masondur. İslam ile Masonluk uyuşmaz ve bağdaşmaz. Binaenaleyh ondan da öğrenilmez.

7. Din kültürü var ama adam veya kadın BOP'çu, AB'ci, ABD'ci, Batı medeniyetinin değer ve normlarını benimsemiş, ondan da öğrenilmez.

8. Reformculardan, dinde değişim ve yenilik isteyenlerden, light/ılımlı İslam taraftarlarından da öğrenilmez.

9. Mezhepsizlerden, telfik-i mezahib taraftarlarında da öğrenilmez.

10. Din, Tarihsellik ve Tâtiliye mezhebi kurucusu Fazlurrahman'dan hiç öğrenilmez. Ondan din öğrenmeye kalkanlar dinden çıkar gider.

11. Din, Kemalist rejimin bastırdığı din dersi kitaplarından öğrenilmez.

12. Din, bu devirde üç hak ibrahmî din vardır., üçünün mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diyenlerden öğrenilmez.

13. Din, imanın temel şartlarını altından beşe indiren, kader inancını inkar eden bid'atçilerden öğrenilmez.

14. Din, Kur'anı kendi re'y ve hevasına göre yorumlayan bid'atçilerden öğrenilmez.

15. Sünneti, hadîsleri tamamen veya kısmen inkar edenlerden din öğrenilmez.

16. Müteşabihatı, Allah'a noksan sıfatlar izafe ederek tevil ve tefsir edenlerden; Allah zaman ve mekanla kayıtlıdır, Onun yaratıklar gibi eli, ayağı, yüzü vardır diyenlerden de öğrenilmez.

17. Cumhur-i ulema yolundan çıkıp şazz görüşlere kapılan bid'atçilerden de öğrenilmez.

18. Müslümanların yüzde doksanını şirkle, küfürle suçlayan ve karalayan mutaassıplardan öğrenilmez.

19. Ehl-i Sünnetin itikatta iki imamı olan İmamı Eş'arîyi ve İmamı Mâturidîyi sapıklıkla suçlayanlardan din öğrenilmez.

20. İctihad yapacak ehliyeti, liyakati, ilmi, irfanı, kudreti yok ama işkembe-i kübrasından bol bol aykırı ictihad yapıyor, Ehl-i Sünnete aykırı fetva veriyor. Bunlardan da din öğrenilmez. Öğrenen ne mi olur? Sapıtır...

Peki din hangi alimlerden, fakihlerden, hocalardan doğru şekilde öğrenilir?

(1) Âlet ilimlerini ve 'âlî ilimleri icazetli hocalardan okuyup imtihan verip kendisi de geçerli icazet alan ehliyetli alimlerden, fakihlerden, hocalardan öğrenilir. Böyle alimler, fakihler, müridler sahih ve kopuksuz silsilerle Resulullah Efenhdimize (Salat ve selam olsun ona) bağlı, biatli ve irtibatlıdır. Bunlar, İslam'ı ve Kur'anı kendi re'y ve hevalarıyla yorumlamazlar.

(2) Ehl-i Sünnet itikadına bağlı, âbid, muhlis ve takvalı ilahiyatçılardan öğrenilir.

İlmihal ve ahlak bilgileri ulemadan dersiâm Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen'den öğrenilir. Bu zat aynı zamanda seyyittir.

Nimet-i İslam kitabını derleyen Hacı Zihni efendiden öğrenilir.

Muhammed Esed (Leopold Weiss) hidayete gelmiş, Müslüman olmuş. Ne güzel!.. Onun yazdığı Kur'an mealini okumam, çünkü Ehl-i Sünnete uymayan tarafları vardır. Zaten kendisi, dâhi, çok zeki ve kültürlü olmasına rağmen tefsir yapabilmek için gerekli şartlara sahip değildir.

İslam Şinasî kitabında "Allah gerçek bir Janus'tur" diyen Şeriatî'den din öğrenilmez. Allah'ı iki yüzlü bir Roma putuna benzeten kimse bize hiç din öğretmeni olabilir mi?

Kural şudur: Bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanı imanı, İslam'ı, Kur'anı, Sünneti, Şeriatı, İslam ahlakını ancak ve ancak icazetli Sünnî ulemadan ve fukahadan öğrenmelidir.

İslam'da teravih namazı yoktur, bu namaz kılınmamalıdır diyenler bu iddia ve beyanlarıyla Sünnîlikten çıkmış olur ve onların uyduruk ictihad ve fetvalarına kulak asılmaz.

Ehl-i Sünnet, İslam'ın cadde-i kübrasıdır.

Cumhur-i ulemanın icmâ ve ittifak ettiği konular ve meseleler doğrudur.

Şazz ictihad, fetva ve görüşler bâtıldır.

Gulüvve kaçan kimselerin ilimleri olsa da, dengeleri ve akıllar eksik olduğu için onlara itibar edilmez.

Zamanımızın Ekber Şah'larını, Deccalları, Kezzabları, Tağutları destekleyen, onlara yağcılık yapan, onlardan câize ve yağlı kemik alan ulema-i sû'a da itibar edilmez. Onlar dall ve mudildir.

Hüccetülislam ve Zeynüddin İmamı Gazalî'nin kitapları okunur.

İmamı Birgivî'nin kitapları okunur.

Ashab-ı kirama (Allah onların hepsinden razı olsun) ta'n edenlerin kitapları okunmaz.

İhtilaflı meselelerde Sevad-ı Âzamın dışında kalanlara itibar edilmez.

Ehl-i Sünnet dışı bid'atçilerin, içlerinde doğrularla yanlışlar karmakarışık yer alan ciltlerce kitabını okumaktansa, içinde yanlış bulunmayan, doğru bilgiler yer alan küçük ve muhtasar bir Ehl-i Sünnet ilmihalini okumak yeğdir.

 

http://www.habervaktim.com/yazar/45931/dinimizi_kimlerden_ogrenmeliyiz.html

Share this post


Link to post
Share on other sites

İslam Dünyasında Rezaletler

 

SANKİ Avrupa'nın 15'inci asrında yaşıyoruz. O devirde Hıristiyan dünyasında rezaletin bini bin paraydı. Roma'da papalık tahtında Aleksandr Borjiya oturuyor. Fuhşiyyat, entrikalar, zehirlemeler... Papa değil bir canavar... Bir kısım kilise adamları pislik içinde. Tarih kitapları yazıyor: Akşam olunca Roma'nın seçkin fahişeleri Vatican sarayında toplanır, bütün gece iğrenç eğlenceler, işret, fuhuş, zina yapılırmış.

Biz Müslümanlar da kendi hicrî 15'in asrımızı yaşıyoruz.

Tek bir Ümmet olması gereken Müslümanlar paramparça.

Bütün İslam dünyasında, temizlik ve şeffaflık notu 10 üzerinden 5'in üstünde olan tek bir ülke bile yok.

Diktatörlükler, krallıklar, o biçim cumhuriyetler...

Halk sürünürken bazı kodamanların milyar dolarlarla ölçülen servetleri var.

Nasıl ve nereden elde edilmiş bu servetler?

Helal ak para mı, kara haram para mı bunlar?

İslam'ın kalbi Mekke bile mimarlık ve şehircilik bakımından Las Vegas'a benzetilmiş.

Kur'anın, Sünnetin, Şeriatin, tasavvufun yasak ve haram kıldığı bütün günahlar, yasaklar, kötülükler ayyuka çıkmış.

Yüz milyonlarca Müslüman, Yahudileri ve Hıristiyanları öylesine taklit ediyor ki, onlar sıçan deliğine girseler Müslümanlar da girecek.

Namaz büyük ölçüde terk edilmiş, şehvetler galeyana gelmiş.

Bir buçuk milyar Müslümanın bir İmam-ı Kebiri, bir Emîrülmü'minîni yok.

Dinde bid'atler almış yürümüş.

On beş milyon Yahudi, bir buçuk milyarlık İslam alemini parmağında çeviriyor.

Erkekleri namaz kılan, kadınları tesettürlü olan Müslüman ülkeler var. Mesela Somali. Oradaki durumu biliyorsunuz.

Bütün İslam dünyasında Şeriat üzerine kurulu, gerçek ve örnek bir tek İslamî düzen ve sistem yok.

Genel, yoğun, yaygın din edebiyatı yapılıyor ama Kur'an, Sünnet, Şeriat ve İslam ahlakı hayata geçirilemiyor.

Müslüman bir ülke olan şu Türkiye'nin haline bakınız:

Yurt sathına yayılmış yüz bine yakın camide sabah ezanları okunuyor, halkın yüzde 99'u yatıyor, camiler boş...

Cuma namazına biraz geç gidiniz ve sokaklara, caddelere, meydanlara, nakil vasıtalarına, dükkanlara lokantalara, pastanelere, çarşı ve pazarlara bakınız; her yer insan kaynıyor. Bir İslam ülkesinde ve beldesinde böyle mi olmalıdır?

Öyle bir irtidat yangını başlamış ki, onu söndürecek bir Ebubekir yok.

Bir yanda Nemrud ve Firavuna taş çıkartacak lüks, israf, sefahat; öbür yanda açlık, sefalet, yoksulluk. Şu koskoca İslam dünyası başsız bir gövde.

Biatsiz, itaatsiz yüz milyonlarca Müslüman.

Din iman elden gidiyor veya gitmiş bile, birileri üç şerefeli minareleri hoparlörlerle donatıyor.

Camilerde yeterli cemaat yok. Aman kışın soğuk olmasın, kalorifer, aman yazın serin olsun, gelsin klima cihazları...

Müslümanların çok büyük bir kısmı sahih itikadı, namazı dosdoğru kılmayı, ilmihal bilgilerini öğrenip hayata uygulamayı bırakmışlar; siyaset dedikodularıyla, magazin haberleriyle meşguller.

İslam dünyasını uyaracak, hizaya sokacak, birleştirecek faaliyetleri kimler yapacak?

Bir buçuk milyar Müslümana kimler nasihat edecek?

Kur'an, Sünnet ve Şeriat yoluna halkı kimler çağıracak?

Ey Abdülkadir nerdesin?

Ey Selahaddin nerdesin?

Eş Şâmil nerdesin?

Ey sâdıklar, ey ârifler, ey muhlisler, ey âmirine bilmaruf ve nâhine anilmünkerler, ey muhlisen lillah mücahidler, Ey âşıkan, ey mürüvvet ve fütüvvet ashabı!.. Zuhur ve huruc edin, sizi bekliyoruz...

Ey bayraklar, dalgalanın artık!..

 

M. Şevket Eygi - Milli Gazete

Share this post


Link to post
Share on other sites

M. Kemal Az Zamanda Çok Şeyler Yapmıştır

 

ÇOK ateşli bir internet sitesindeki başlık şu: "Tarihi çarpıtanlara göre Atatürk bir şey yapmadı..."

Sadece başlığa baktım, metnini okumadım.

Hiç Atatürk bir şey yapmamış olabilir mi?

Az zamanda çok şeyler yapmıştır.

Sultan Vahdetinin yaveri olarak Samsun'a gitmiştir.

Oraya gitmeden önce Padişahın kızı Sabiha Sultan ile evlenmek istemiş, Sultan ona varmamıştır.

Meclis açılınca "Amacımız Halife hazretlerini ve vatanı kurtarmaktır" demiştir.

Büyük Millet Meclisi başkanlığını bir oy farkla kazanmıştır.

Millî Mücadele yıllarında çok namaz kılmıştır.

1924'te Hilafeti kaldırtmış, Halifeyi ve bütün Hanedan-ı Âl-i Osmanı yurt dışına sürmüştür.

Mecelleyi kaldırtıp yerine İsviçre Medenî Kanunu'nu tercüme ettirip yürürlüğe koymuştur.

İslam medreselerini kapatmıştır.

Bakanlar kurulundaki Şer'iye Vekaletini (Din ve Şeriat İşleri Bakanlığını) kaldırmıştır.

İstiklal Mahkemelerini kurdurmuş ve yurt sathında adaleti ve güvenliği sağlamıştır.

Şapka risalesi dolayısıyla ulemadan İskilipli Âtıf Efendi onun zamanında asılmıştır.

Dersim isyanını o bastırmıştır.

Fesi, sarığı yasaklayıp yerine şapka giymeyi mecburî kılmıştır.

Şapka isyanlarını bastırıp uygarlık ve çağdaşlığı güvence altına almıştır.

Tasavvuf tekkelerini ve tarikatlarını kapatmıştır.

Diyarbakır'da Şeyh Said'i astırmıştır.

Hafta tatilini cumadan pazara çevirtmiştir.

Osmanlı yazısını kaldırıp Latin yazısını almıştır.

Müslüman kadınları çarşaf ve peçeden kurtarıp açmıştır.

Ayasofyayı camilikten çıkartıp müze yapmıştır.

Şeriatı kaldırıp laikliği ilan etmiştir.

Bulgaristandan Agob Martayanı (A. Dilaçar) getirtmiş, Dil Kurumunun başına geçirmiş ve Türkçeyi arı, duru, sade, öz hale getirtmiştir.

Nazım Hikmet'i yakalatıp ağır hapis cezasına mahkum ettirmiştir.

Daha neler neler yapmıştır.

Hal böyle iken o hiçbir şey yapmadı demek mümkün müdür?

Evet o az zamanda çok şeyler yapmıştır.

 

Mehmed Şevket Eygi

 

http://www.habervakt..._yapmistir.html

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Türkiye Müslümanları adam olur mı?

 

 

Eygi'nin "Kısa röportaj" yazısı şöyle:

 

SORU: Kazım Unutmaz beyin son iddiası hakkında ne diyorsunuz?

CEVAP: O kardeşimiz son derece unutkan ve dalgındır. Baksanıza benim ismimi Şevki yazmış. İddiası yersiz ve tutarsızdır. Allah yardımcısı olsun; akıl, fikir, hafıza ihsan etsin.

SORU: Gelecekten ümitli misiniz?

CEVAP: Allah'tan ümit kesilmez. Toplumdan (radikal bir şekilde kendini ıslah etmezse) ümidimi kestim.

SORU: Sizce en dürüst, ehliyetli, liyakatli politikacı kimdir?

CEVAP: Adnan Kahveci idi, Allah rahmet eylesin.

SORU: Niçin dürüsttü?

CEVAP: Milletvekili maaşlarına ve emekliliklerine kıyak zamlar yapıldığı zaman Maliye Bakanlığı'na dilekçe vererek bu zamları almamıştır. Başka dürüstlükleri vardı.

SORU: Türkiye Müslümanları adam olurlar mı?

CEVAP: Sabah namazlarında camileri cumalarda olduğu gibi doldurmadıkça adam olmazlar. Tabiî ki, bu yeterli değildir, sadece adam olmanın bir başlangıcı olur.

SORU: Adalet hakkında ne diyorsunuz?

CEVAP: Adalet teyze komşumuzdu, öleli çok oldu. Allah rahmet eylesin.

SORU: Toplumda mürüvvet var mı?

CEVAP: Artık kimse kızına mürüvvet ismini koymuyor, bu kelime ve kavram yürürlükten kalktı.

SORU: Profesör Tolgaç Olgaç hakkında ne dersiniz?

CEVAP: O cahilin tekidir. Üniversite kapısının üzerindeki dev Türkçe kitabeyi okuyamaz. Yani okuması yazması bile yoktur.

SORU: Enflasyon sizi vurdu mu?

CEVAP: Bendeniz kanaatle yaşarım, enflasyon bana vurmaz. Nitekim acı patlıcanı kırağı çalmaz.

SORU: En çok neye hayret ettiniz?

CEVAP: Hayret mezmum ahlaktandır, hayret etmemek gerekir.

SORU: İstanbul'a 7 yıldızlı çok yüksek ve çok lüks bir otel yapılıyormuş...

CEVAP: Onun gölgesinden bile geçmek istemem.

SORU: Bu sene lüfer çok pahalı...

CEVAP: Sen de ucuza satılan istavrit ye.

SORU: Müslümanların en büyük eksikliği nedir?

CEVAP: Başlarında ehliyetli, liyakatli, kamil, muttaqi, müdebbir, adil, Şeriata ve Sünnete sımsıkı bağlı bir İmam-ı Kebirin bulunmamasıdır, Böyle bir zat olsa Ümmet-i Muhammed'i çeker çevirir, terbiye ve ıslah eder.

SORU: Türkiye nereye gidiyor?

CEVAP: Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete.

SORU: Şevki beyciğim oldukça karamsar ve kötümser değil misiniz?

CEVAP: İzninizle ismimi düzelteyim, bendeniz Şevki değil Şevket'im... Kesinlikle karamsar ve kötümser değilim, gerçekçiyim o kadar.

SORU: Hazret-i Filanca günde yirmi kere ben Seyyidim diyormuş...

CEVAP: Seyyidliğinin şüpheli oluşu buradan bellidir. Merhum üstad Mahir İz hocaya yıllarca mülazemet ettim, evine gittim, onunla gezmelere gittim, Ankara'da üniversitede okurken bana mektuplar gönderdi. Onunla tanıştığım 1952 yılından, gurbete çıkmak zorunda kaldığım 1969 yılına kadar bir kere bile Seyyid olduğu söylemedi. Onun bu özelliğini geçen sene öğrendim. Hem baba, hem anne tarafından Seyyidmiş...

SORU: Siyonistler, ABD, Haçlılar Müslümanların başına bir Halife getirmek istiyormuş. Böyle bir zata biat eder misin?

CEVAP: Etmem.

SORU: Günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?

CEVAP: Okuyorum, yazıyorum, bazen gezmeye gidiyorum.

SORU: Televizyon seyrediyor musunuz?

CEVAP: Benim televizyonum yoktur.

SORU: İyi misiniz?

CEVAP: Ufak tefek rahatsızlıklar dışında sağlığım iyidir. Elhamdülillah başımı sokacak bir evim var. Geçimime yetecek gelirim var. Karnım tok, sırtım pek... Lakin kendim iyi Müslüman değilim. Müslümanlık açısından kendime iyi diyemem.

SORU: Yine antika toplamaya devam ediyor musun?

CEVAP: Benim topladığım şeylere antika denilemez. Yerli ve yabancı ucuz el sanatları objeleri toplarım.

SORU: Kitap toplamaya da devam ediyor musunuz?

CEVAP: Fırsat buldukça topluyorum.

SORU: İstanbul'un durumundan memnun musunuz?

CEVAP: Hiç memnun değilim. Trafik ve kalabalık çekilmez hale geldi. Bu şehrin nüfusu en fazla beş milyon olabilirdi. Şimdi 2o milyonu geçti. Yakında 40 milyon olacak. İstanbul'u bu hale getirenlere bir vatandaş olarak hakkım haram olsun.

SORU: Şehri terk edip sakin ve tenha bir yerde yaşamak istemez misin?

CEVAP: Çok isterim ama yaşım ilerledi, yakın dostlarımın kısm-ı azamı İstanbul'da, bundan sonra benim taşraya yerleşmem çok zor olur.

SORU: Kendini kurtaracak bir amelin, hayrın hasenatın var mıdır?

CEVAP: Maalesef yoktur. Allah'ın lütuf, kerem, afv ve rahmeti beni kurtarır ancak.

SORU: En büyük emelin nedir?

CEVAP: Hüsn-i hatimedir.

SORU: Başka bir diyeceğiniz var mı?

CEVAP: Dost veya düşman bütün Müslümanlara selam ederim, gayr-i Müslimler için de hidayet dilerim....

 

Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete

Share this post


Link to post
Share on other sites

mukaddesat sömürücüleri

Mukaddesat Sömürücüleri

Allah'ın rızasını kazanmak için ihlâs ve samimiyetle ibadet eden, hayır hasenat yapan, dinî hizmet ve faaliyetlerde bulunan her meşrepten bütün Müslümanları hürmetle selamlıyor, büyük küçük ellerinden öpüyor, dualarını bekliyor, onlara karşı kusurlarım olmuşsa bağışlamalarını diliyorum.

Aşağıdaki satırlar onlara değildir, kendilerini tenzih ediyorum.

Şimdi sadede gelelim:

Dinî hizmet ve faaliyetleri benliklerine, prestijlerine, zengin olmaya, voli vurmaya, köşeyi dönmeye, ün ve alkış kazanmaya, bozuk ve sapık düzenin haram rantlarını yemeye alet edenler vardır. Onların bu dine, bu ümmete verdiği zarar azılı, militan, agresif, amansız kafirlerin verdiklerinden daha fazla ve ağırdır.

Dini, Kur'anı, imanı, Şeriatı ucuz veya pahalıya satanlardan daha alçak kim olabilir?

Bu imana, bu dine, bu Kur'ana nasıl hizmet edileceğini Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz göstermiştir.

Ashab-ı Kiram radiyallahu anhüm ecmâîn onun yolundan gitmiştir. Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn efendilerimiz o yolda azimle ve istikametle yürümüştür.

Asrımıza kadar karnen ba'de karnin din eimmesi, gerçek ulema, gerçek fukaha, gerçek müfessirler ve muhaddisler, gerçek hizmetkarlar, gerçek meşayih ve mürşidler, Ehl-i Beyt-i Mustafa hep Peygamber yolundan yürümüşlerdir.

Onlar dini, imanı, Kur'anı, Şeriatı ticarete, benliğe, dünya çıkarlarına alet etmemişler, vasıta kılmamışlardır.

İcabında kırbaçlanmışlar, zindana atılmışlar, öldürülmüşlerdir ama doğru yoldan, hak metottan inhiraf etmemişlerdir (sapmamışlardır).

Bugün bazı sefiller dini, imanı, mukaddesat-ı islamiyeyi, Şeriat-ı garra-i Ahmediyeyyeyi sömürmektedir.

Onların yaptığı hizmet değil, sebeb-i hezimettir.

İhlasla kılınmayan namazın Allah katında makbul olmayacağına dair kesin haberler vardır.

Diğer ibadetler de böyledir.

Allah rızası için değil de, halka kendisi için bu ne hayırsever zenginmiş dedirtmek için hayır hasenat yapanların Cehenneme atılacağını Resulullah bildirmiştir.

Dinimizin temel farzlarından biri de istikamettir yani doğruluk ve dürüstlüktür.

Hayber gazvesinde bir çift ganimet ayakkabıyı alıp gizleyen sonra çarpışmada öldürülen kimsenin cenaze namazını Resûl-i Zişan Efendimiz kılmamıştır.

Riba alıp verenler ateştedir.

Zekatları, Kur'ana Sünnete ve Şeriata aykırı olarak toplayan ve sarf edenler haindir, merduttur.

İslam dininin yeminlerle ilgili hükümlerini çiğneyenlerin vebali büyüktür.

Haram yiyenlerin dünyada ve ahirette rezil ü rüsvay olacağı bildirilmiştir.

Müslüman, Kur'ana Sünnete Şeriata aykırı bir kötülük görürse, gücü yetiyorsa eliyle fiilen, buna gücü yetmiyorsa diliyle kalemiyle, buna da iktidarı yoksa kalbiyle buğz ederek o kötülüğe karşı gelir. Bu sonuncusu, yani kalbiyle buğz etmek imanın asgarîsidir buyurmuştur Resulullah.

Zulüm ve haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.

Zulüm ve haksızlığı alkışlayan yağcılar ve yalakalar denî, sefil insanlardır.

Elde fırsat ve imkan varken Müslümanların birleşmesi, tek bir Ümmet haline gelmesi, başlarına ehil ve layık bir İmam-ı Kebir seçmeleri için çalışmayanlar derin bir gaflet içindedir.

En büyük fitne ve fesat, imkan olduğu halde marufla emr etmemek ve münkerden nehy etmemektir.

Bilen Müslümanlar, bilmeyen Müslümanları bilgilendirmez, aydınlatmaz, uyarmazsa vazifelerini yapmamış olurlar.

Başlarındaki ruhbanları erbab haline getirenler, mâsum görenler açık bir sapma içindedir.

Kur'ana göre Allah katında üstünlük ancak taqva iledir. Taqvanın yerine cemaat intisabını koyanlar büyük yanılgı içindedir.

Emanetleri ehil olanlara değil de, "bizden olanlara" verenler hem dine, hem mülke zarar veriyor, darbe vuruyorlar.

Beş vakit namazda camilerin erkeklerle dolu olması gerekir, kadınlarla değil!

Resulullah'ın (Salat ve selam olsun ona) mütevatir, mânen mütevatir, sahih hadislerini inkar, red ve tekzib edenler hak yoldan çıkmıştır.

Kur'an ayetleri ve Peygamber Sünneti, AB'nin ve Feminizm ideolojisinin normlarına, değerlerine, kriterlerine göre ayarlanamaz, ayıklanamaz, yorumlanamaz. Böyle yapanlar haindir.

Bütün İslamî hizmetlerin, faaliyetlerin, lisan, beden, mal ile yapılan ibadetlerin ihlas ile yapılması gerektir.

Din ticareti ticaretlerin en kötüsüdür.

Ribayla, rüşvetle, haram yol ve metotlarla, ihalelere fesat karıştırılarak, gayr-i meşru komisyonlar alarak elde edilen bütün servetler cehennemî servetlerdir.

Fa'tebirû yâ ulü'l-ebsar!..

 

* (İkinci yazı)

Adalet İslam'ın Diğer Şartlarındandır

ALLAH biz mü'min kullarına adaleti emr ediyor.

İslam'ın, bildiğimiz beş temel şartından başka şartları da vardır, adalet bunlardan biridir.

Adalet Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir.

İslam adaleti emr etmiyor diyen dinden çıkar, kafir-mürted olur.

İslam'da, amaca ulaşmak için her vasıta mübah değildir.

Müslüman namazını kılar, orucunu tutar, zekatını (dosdoğru) verir, diğer farzları eda eder, Peygamberin Sünnetine ve ahlakına yapışır ve Allah'ın fazlını, nasrını, tevfiqini bekler. Allah doğru kullarına yardım edeceğine dair vaatte bulunmuştur.

İslamî hizmetler ve faaliyetler zulümle birlikte yapılmaz.

Beş vakit namaza ve cemaate önem vermemek, bunları ya terk etmek, yahut hafife almak bir zulümdür.

Kur'an zekatın kimlere, nasıl verileceğini beyan etmiştir. Zekatlar tüzel kişilere yani derneklere, vakıflara, cemaatlere, tarikatlara verilmez. Öncelikle Müslüman fakirlerin ve Müslüman miskinlerin hakkı olan zekatları fıkha ve Şeriata aykırı olarak toplayanlar ve sarf edenler zalimdir.

Müslümanların birlik ve beraberlik içinde bir Ümmet çatısı altında toplanmaları farzdır. Birlik ve beraberliği bozanlar zalimdir.

Mü'minlerin birbirlerini sevmeleri, hayırlı işlerde birbirlerine yardımcı olmaları farzdır. Mü'min kardeşine düşmanlık eden zalimdir.

Kur'an mü'minlerin kafirleri dost ve velî edinmesini yasak kılmıştır. Sâlih Müslümanları bırakıp da küffarla işbirliği yapanlar hain ve zalimdir.

Resulullah Efenhdimiz (Salat ve selam olsun ona) "Mazlum olsun, zalim olsun Müslüman kardeşine yardım et" buyurmuşlar, Ashab mazluma (zulme uğrayana) yardımı anladık da zalime yardım nasıl olur diye sorunca "Elini onun eli üzerine koyarsın" (yani zulmüne mani olursun) cevabını vermişlerdir.

Müslüman kin tutmaz, Müslüman intikam almaz.

Kimde kin varsa onda din yoktur.

Afv ahsen-i intikamdır.

Arıların, karıncaların bile başkanları varken, Müslümanların İmam-ı Kebirsiz, Emîrsiz olmaları reva-i hak mıdır, caiz midir?

Emanetleri ehliyetsizlere vermek büyük bir adaletsizlik, büyük bir zulümdür.

Fırka, hizip, cemaat holiganlığı yapmak zulümdür.

Mü'minleri bizden olanlar, bizden olmayanlar diye ayırmak büyük bir yanlıştır.

Ümmet-i Muhammed sarsılmaz bir birlik içinde çeşitlilikler arz eder.

İslamdan başka hak din vardır demek büyük bir zulümdür. Böyle söyleyenler öncelikle kendilerine zulm etmiş olur. Çünkü bu inanç onları manevî bir felakete sürükler.

Kandırdıkları Müslümanların veballeri de onlar üzerinedir.

Kur'ana uymayanlar, Peygamberin yolundan gitmeyenler, Şeriata aykırı işler edenler kendilerine büyük zulm etmiş olur.

Allah adaleti sever.

Allah zulmü ve zalimleri sevmez.

Allah, Müslümanların, işleri ehil ve mu'temen kişilerle istişare ederek halletmelerini ister.

Akıllı ve olgun Müslüman riyasete talip olmaz.

Matlup olursa, ehil değilse kabul etmez.

Nefs-i emmarelerinin esiri olanlar, hem kendilerine, hem Ümmete zulm eder. Kur'ana kulak ver, "Hiç şüphe yok ki, Allah adaleti ve ihsanı emr ediyor" buyruluyor.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hak Mezhepler Niçin Lazımdır?

 

Peygamberimizin (Salat ve selam olsun sona) sağlığında Ashab dini, imanı, işlemekle ilgili hükümleri ve bilgileri bizzat ondan öğreniyorlardı. Öğrenenler, henüz bilmeyenlere öğretiyorlardı.

Efendimizin vefatından sonra İslam dünyası hızla genişledi, kısa zamanda Atlas Okyanusu ile Çin sınırlarına dayandı.

Peygamberimiz zamanında Kur'an tek bir kitap (Mushaf) halinde toplanmamıştı. Bu iş Hz. Ebubekir zamanında yapıldı, Hz. Osman Mushaf nüshalarını çoğalttırdı, vilayetlere gönderdi. Böylece Kur'anın nazmı/metni korunmuş oldu.

Başta İbn Sebe' olmak üzere münafıklar, yalancıktan ihtida etmişler İslam'a bozmak istiyordu. Ortaya, Tevhid'e ve sahih akaide aykırı batıl ve bid'at inançlar ve görüşler atılmıştı. İşte bu devirde zuhur eden müctehid imamlar Kur'andan, Sünnetten ve icmâ i ümmetten çıkardıkları fıkıh hükümlerini sistemleştirdiler. Bu konuda dört fıkıh mezhebi yayıldı, diğerleri devam etmedi.

Fıkıh mezhepleri ile Kur'anın ve Sünnetin işlemeye, muamelata, hukuka ait hükümleri bir araya getirilmiş, sistemleştirilmiş ve korunmuş oldu.

İtikad bozukluklarını ortadan kaldırmak üzere İmamı Eş'arî ve İmamı Mâturidî sahih İslam akaidini ortaya koydular, Kur'ana ve Sünnete aykırı bâtıl ve bid'at inanç ve görüşleri ayıklayıp reddettiler.

Dört fıkıh mezhebi ve iki akaid ekolü usûlde (asıllarda), temelde, esasta birdir. Bunların mensupları birbirlerini sapıklıkla ve esasta yanılmış olmakla suçlamazlar.

Kan çıkmakla, yahut bir erkeğin eli kadına değmekle abdest bozulur mu, bozulmaz mı gibi farklı, çeşitli görüşler esasa ait değildir, teferruattır, dinde Rahmanî bir zenginlik ve genişliktir.

Vehhabîler, mezhepsizler, Selefîler, reformcular "Asr-ı Saadette mezhep mi vardı?" deyip duruyorlar.

Ehl-i Sünnetin başı, imamı, rehberi, mürşidi Resul-i Kibriya Efendimizdir.

Ehl-i Sünnetin pişivası ve muktedası Ashab, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîndir, yani Selef-i Sâlihîndir.

Ehl-i Sünnet demek İslam'ın Kur'anın, Sünnetin Peygamber Efendimizin öğretilerine, metoduna, talimatına uygun yorumudur.

Peygamber ile Ehl-i Sünnet İslamlığı arasında hiçbir kopukluk yoktur. Pakistanlı bir yazarın "İslamın üç kuşağından sonra gerçek İslam'ın temel öğretileri unutuldu" iddiası iftiradır.

İmamı Eş'arî ve İmamı Mâturidî; dört fıkıh ekolünün kurucuları müctehid imamlar (Ebu Hanife, İmamı Mâlik, İmamı Şafiî, İmam Ahmed ibn Hanbel) Kur'ana, Sünnete, Selef-i Sâlihîn inanç, yorum ve uygulamalarına aykırı tek bir hüküm getirmemişlerdir.

Bu altı büyük imamın temsil ettiği Ehl-i Sünnet Müslümanlığı, kopuksuz bir şekilde Resulullah Efendimize ulaşır.

Asr-ı Saadette mezhep mi vardı diyenlere deriz ki:

Asr-ı Saadet'te tek bir kitap halinde Kur'an var mıydı?

Kur'anın tek bir Mushaf halinde toplanmasına da mı bid'at diyeceksiniz?

Ayetlerin Mushaf haline getirilmesi Kur'anı bir araya getirmiş ve korumuştur.

Fıkıh mezhepleri de Kur'anın hükümlerini, Sünnetin ve Selef-i Sâlihîn uygulama ve icmâının ışığında zabt, tanzim ve derlemiştir.

Asr-ı Saadette mezhep mi vardır diyenler ya cahillikten, yahut kasıtlı olarak yanılıyor ve yanıltıyorlar.

Asr-ı Saadette Ramazan'a mahsus gece namazı vardı ama ona teravih denmiyordu. Geçen Ramazan ayında bazı aykırılar İslam'da teravih yoktur diye bağırıp çağırdılar ama Diyanet fetva heyeti onların ağzının payını verdi.

İslam dini 23 yılda tamamlanmıştır. Kur'anın son ayeti Efendimizin vefatından kısa bir müddet önce inmiştir. Asr-ı Sadette fıkıh ilmi vardı ama onun sağlığında bugünkü şekilde tedvin edilecek vakit yoktu.

Dört fıkıh mezhebinin dördü de esasta, usulde, temelde birdir.

İhtilaflar ayrıntılara aittir ve hadîslerin yorumuyla ilgilidir.

Hülasa-i kelam:

Ehl-i Sünnetin iki akaid ekolü ve dört fıkıh mezhebi haktır.

Dört fıkıh mezhebinin üzerinde ittifak ettikleri konulara aykırı ictihad yapılamaz.

İmamı Eş'arîye ve İmamı Mâturidîye bağlanan, İslam'ı dört fıkıh mezhebinden birine göre hayata uygulayan Müslümanlar Resulullah Efendimize, Kur'ana, Sünnete kopuksuz bir şekilde bağlanmış olurlar.

Asr-ı Saadette mezhep mi vardı sözü safsatadan, mantıksızlıktan, basiretsizlikten ileri gelen bir insafsızlıktır.

Asr-ı Saadette Mushaf da yoktu, o da mı bid'attir?

Fıkıh mezhepleri olmadan Müslümanlar İslam'ın hükümlerini hayata nasıl uygulayacaklar?

Reformcuların hazırladıkları Kur'an tercüme, meal ve tefsirlerinden mi?

Yağma yok!

 

M. Şevket Eygi

Share this post


Link to post
Share on other sites

PEYGAMBERİ sevmek sadece kuru lafla, sevgi edebiyatıyla olmaz. Peygamber yürekten sevilmeli ve bu sevgi yaşayışa yansımalıdır.

Peygamber'i hakkıyla seven, onun Hak katından getirmiş olduğu Kur'ana sımsıkı sarılır, o mukaddes Kitabın yap dediklerini yapar, yapma dediklerinden kaçınır.

Peygamber'i seven, Allah ile olan işlerinde ve ibadetlerinde ihlaslı olur, her türlü nifak ve riyadan uzak durur.

Peygamber'i seven âdil ve insaflı olur, zulm etmez.

Peygamber'i seven haram yemez.

Peygamber'i seven rüşvet alıp vermez.

Peygamber'i seven lüksten, israftan, aşırı tüketimden, gururdan, kibirden kaçınır.

Peygamber'i seven kişi, başta komşuları olmak üzere halkın meleğidir.

Peygamber'i seven, gücünün yettiği kadar ahlaklı ve faziletli bir Müslüman olmaya çalışır.

Peygamber'i seven, halkın bir kısmı sefalet ve yoksulluk içinde kıvranırken Nemrud ve Firavun gibi yemez içmez, yaşamaz.

Peygamber'i seven parayı putlaştırmaz, para ve mala tapmaz, zengin olmak için her haltı yemez.

Peygamber'i seven, aynı zamanda Ebû Cehil'i , Deccal'ı, Süfyan-'ı, Tâğut'u sevemez.

Peygamber'i seven, onun "Gözümün nuru" dediği namazı da sever ve kılar.

Peygamber i seven mürüvvetli olur.

Peygamber'i seven gıybet etmez, insanların gizli ayıp ve günahlarını araştırmaz.

Peygamber'i seven, onun Sünnetini hayatına uygular.

Peygamber'i seven kişi, Allah'ın kendisine lutf ve ihsan etmiş olduğu nimetleri paylaşır.

Peygamberi seven, ya hayır söyler, ya susar.

Peygamber'i seven fitne, fesat ve tefrika çıkartmaz.

Peygamber'i seven kişi, kendisi Batıda olsa bile, Doğuda ayağına diken batan Müslümanın acısını kalbinde hisseder.

Gerçek Peygamber sevgisi Müslümanı yüceltir, vasıflı ve güçlü kılar,

Peygamber'i seven, onun Şeriatına bağlanır.

Peygamber'i seven oğullarını ve kızlarını, onun seveceği ve beğeneceği iyi Müslümanlar olarak yetiştirir.

Peygamber'i seven, fânî ve aldatıcı dünyaya bel bağlamaz, âhirete yönelik olur.

Peygamberi gerçekten seven kişi, hiç mütemâdiyen haram yer mi?

Peygamber'i seven onun Ashabını da sever.

Onun Ehl-i Beytini de sever.

Onun sevenleri de sever.

Peygamber'i seven, dinde çıkartılan bid'atları sevmez.

Zulmü, fıskı, fücuru, yalanı, nifağı, şikağı, günahı, azgınlığı sevmez.

Peygamber, insanların en fazla istiğfar edeniydi, onun seven de tevbeli ve istiğfarlı olur.

Peygamber israf etmezdi, onu seven kuru ve bayat ekmeği asla çöpe atmaz.

Peygamberi seven doyduktan sonra veya tok iken yemez.

Peygamberi seven, seher vakitlerinde leşler gibi uyumaz.

Peygamberi seven, cimrilik yapmaz, cömertlik sergiler.

Peygamberi seven, Kıblegâh-ı- Kibriya olan kalpleri kırmaz.

Peygamber'i can u gönülden, yürekten, gerçekten seven Müslümana Nebevî nurlar yansır.

Bu sevgi lafla, edebiyatla olmaz... Peygamber sevgisi yaşanan bir sevgidir...

Hem Peygamberi seviyorum de, hem de onun yolundan gitme, onun yaptıklarını yapma, yapmadıklarını yap, onun Kitabına ve Sünnetine tamamen aykırı bir yolda yürü, olur mu böyle şey?

Kur'an "Peygamber size ne getirmişse onu alın" buyurarak, biz mü'minlere onun yolundan gitmeyi emr ediyor.

Peygamberi seven, onu kendisi için en güzel örnek, model, mürşid kabul eder.

Lafta ve yüzeyde kalan, hayata uygulanmayan sevgi eksiktir.

Kurtulmak istiyorsak, Peygamber sevgisini yaşayalım, hayata aksettirelim.

Edebiyatı bırakalım, bize bakan Peygamber sevgisi nasıl olurmuş görsün.

* (İkinci yazı)

Zekâları Körleştiren Bozuk sistem

BUGÜNKÜ ideolojik eğitim sistemi, bugünkü medya, bugünkü koşuşturma ve hengâme en zeki insanları bile birkaç sene içinde zeka özürlü haline getirir.

Evet, zekalar iyi bir eğitimle daha parlak hale getirilebileceği gibi, körleştirilebilir, dumura uğratılabilir.

Diktatörlük rejimleri bunu çok iyi bilir ve uygular.

Yakın tarihimizdeki diktatörlük devirlerinde çocuklarımız, gençlerimiz, insanlarımız yoğun bir beyin yıkama ameliyesine tâbi tutulmuştur.

Diktatörlük rejimleri hür düşünceli, geniş ufuklu, bilge insanlar istemez; robotlar, uyurgezerler, zombiler ister.

Yakın tarihimizde bu maksatla önce yazılı, edebî zengin Türkçeyi bozdular. Lisan ne kadar güdükleşir, erozyona uğratılır, daraltılarsa bir toplumun kültür, irfan seviyesi de o nispette düşer alçalır.

Türkiye halkı son seksen sene içinde dehşet verici bir kültür engizisyonuna mâruz kalmıştır.

İdeolojik azınlık rejimi ülkemizde çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslümanları bölmüş,parçalamış, birbirinden kopartmış ve onları Kur'anın istediği tek bir Ümmet olmaktan çıkartıp sürüler haline getirmiştir.

Divide et imperia!..

İdeolojik eğitim toplumda hafıza, dikkat, merak, idrak bırakmamıştır.

Toplumu çekip çevirecek, kılavuzluk edecek âqil ve bilge kişiler kalmış mıdır, kaldıysa kaç kişidirler, niçin ortaya çıkıp halkı aydınlatmıyorlar?

Müslümanlar nasıl irşad edilecek?

Tashih-i itikad meselesi nasıl halledilecek?

Sabah namazlarında boş kalan camiler nasıl doldurulacak?

Bugünkü tefrika nasıl sona erdirilecek?

Müslümanlar nasıl tek bir Ümmet olacak?

Korkunç ve yıkıcı ahlak fesadı nasıl düzeltilecek?

Bilge ve âqil kişilerin durumun fecaatini anlatan bir rapor hazırlamaları ve bunu halka ve idarecilere duyurmaları gerekmez mi?

Bin yıllık yazımızla okuma ve yazma konusundaki açığımız, ayıbımız, noksanımız nasıl bir çözüme kavuşturulacaktır?

Japonya, Güney Kore, Tayvan, Singapur, Finlandiya, İsveç, Norveç liseleri ayarında okullar nasıl kurulacaktır?

Türkçe konusundaki vahim kopukluk nasıl giderilecektir?

Berhava edilmiş olan toplumsal barış ve mutabakat nasıl geri getirilecektir?

Yalancı, düzmece, sahte ideolojik tarih nasıl iptal edilecektir?

Ahlak ve fazilet üzerine kurulu âdil ve hak bir sistem nasıl tesis edilecektir?

Bunlar ve bunlara benzer konular bu memlekette müzakere ediliyor da benim mi haberim yok?

Zeki insanlar iken zeka özürlü hale getirilenler nasıl bir rehabilitasyon tedavisine tâbi tutulacak?

Bütün bu konularda çok ciddî, çok seviyeli, çok faydalı, çok olumlu, çok uyarıcı ve aydınlatıcı makaleler yazılsa acaba kaç kişi okur?

Kaç kişi anlar?

Kaç kişi çareleri, çözümleri, teklif ve temennileri hayata geçirir?

Share this post


Link to post
Share on other sites

İngiltere'de bir bakan yalan beyanda bulunduğu için koltuğundan olmuş. Yalan beyan ne demektir? Beyanını kaldırınız kısaca yalan söylemektir.

Dürüst, temiz ve şeffaf rejimlerde hiçbir idarecinin, siyaset adamının halka yalan söylemesi normal kabul edilemez ve cezasız bırakılamaz.

Hz. Muhammed'in (salat ve selam olsun ona) "Bizi aldatan bizden değildir" sözü İslam ülkelerinde geçerli midir?

Yalan söylemek hem ahlaksızlıktır, hem günahtır, hem de yerine göre suçtur.

Bir politikacı, bir idareci halka asla yalan söylememelidir. Yargıyı asla yanıltmaya teşebbüs etmemelidir.

İlk çağdaki muhaddisler, yürümemekte inat eden atını yürütmek için ona bir tutam ot gösteren, sonra otu ona yedirmeyen kimsenin rivayet ettiği hadîsi almamışlardır. Atı aldatan insanları da aldatabilir demişlerdir. Zavallı hayvana yeşil ot gösterip, sonra onu ona yedirmemek mürüvvetsizliktir demişlerdir.

Müslüman savaş dışında hile yapmaz.

Müslüman haram yemez.

Müslüman nepotizm yapmaz.

Müslüman riyasetini, makam ve mevkiini kullanarak gayr-i meşru gelir ve servet edinmez. Müslüman idareci âdil ve munsif( insaflı) olmakla yükümlüdür.

Müslüman idarecinin mal ve servet beyanı çok açık ve gerçeğe mutabık olmalıdır.

Şu Müslüman dünyasının haline bakınız:

Despotik idareler.

Milyarlarca dolarlık kara, kirli, necis, haram servetler.

Devlet ve belediye bütçelerinin hortumlanması.

Gulül gulül gulül...

Gulül nedir bilir misiniz?... Gulül, ganimet toplarken bir malı saklayıp, bildirmemek, zimmetine geçirmek demektir.

Fakihler, gulül kavramının içine beytülmal-i müslimîni soymayı, talan etmeyi, zimmete geçirmeyi de dahil etmişlerdir. Resul-i Kibriya Efendimiz (salat ve selam olsun ona) Hendek gazvesinde şehid olan bir mücahidin cenaze namazını kılmadılar. Çünkü (Peygambere mâlum olmuştu) o zat, ganimet olarak bir çift deri ayakkabı almış ve bunu gizlemişti. Daha önce de yazdım; tekrar ediyorum: İsveç, Norveç, Finlandiya Müslüman ülkeler değil ama oralarda İslam ahlakı bizden fazla.

Japonya da öyle.

Biz Müslümanız ama bizde, onlardaki kadar İslam ahlakı yok.

Şu Arap dünyasına bakınız... Şu Türk dünyasına bakınız... Şu İslam alemine bakınız... Hangi İslam ülkesinin uluslararası ahlak, temizlik ve şeffaflık notu (10 üzerinden) 5'in üzerindedir? Hiçbirinin...

Müslümanlığın kemali güzel ahlakla olur.

Resulullah Efendimiz mekârim-i ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir.

Yalan, gıybet, tecessüs, iftira, nemmamlık hepsi haramdır.

Müslüman yalancı şahitlik etmez. Kendisinin, babasının, kardeşinin aleyhinde de olsa doğru şahitlik yapar.

Müslüman güvenilen, güvenilir insandır.

Sultan birinci Murad'ın askerleri Edirne'yi feth ettikleri zaman Rum köylüleri ormanlara kaçmıştı. Birkaç gün sonra döndükleri vakit, üzüm bağlarında dallara sarılmış çaputlar, onların içinde paralar bulmuşlardı. İslam askerleri olgun üzümlerden salkımlar koparıp yemişler, ücretini beze sarıp koymuşlardı...

Haram yiyenler haramidir.

On ülkenin Sultanı olan Emîrülmüminîn Selahaddin Eyyubî vefat ettiğinde terekesinde cenaze masraflarına yetecek şahsî parası çıkmamıştı.

Ah İslam ahlakı, vah İslam ahlakı!..

* (İkinci yazı)

Bütün Cinler İçeride

İSLAMÎ kesimin, İslamî hizmet ve hareketin içine kimler ve neler girmedi ki...

CIA girdi, MOSSAD girdi, ABD girdi; AB, Siyonizm, İsrail, Vatikan, Evangelistler girdi.

Nice insî ve cinnî şeytan girdi.

Münafıklar, müraîler girdi.

Yarı mühtediler girdi.

İbn Sebe'ler girdi.

Din ve mukaddesat bezirgânları girdi.

Patrikler, papazlar, monsenyörler, pastörler, hahamlar, zangoçlar girdi.

Allah'ın ayetlerini ucuza satanlar girdi.

Sarıklı Farmasonlar girdi.

Sürüyle casus, ajan, provokatör girdi.

Dinleri dinar, kıbleleri nisa olanlar girdi.

Mürüvvetsizler girdi.

Reformcular, dinde değişimciler, yenilikçiler, tarihselciler girdi.

Allah'ı bir Roma putuna benzetenler girdi.

Kemalistler girdi.

Eyyamcılar girdi.

İki dinliler girdi.

Kapı ardına kadar açık, giren girdi, çıkan çıktı.

Zekat uğruları girdi.

Gulül erbabı girdi.

Arsızlar hayâsızlar girdi.

Ayakta uyuyanlar girdi.

Cemaat holiganları girdi.

130 desibelle bağıran hoparlörler girdi.

Akortsuz seslerden gürültü ayyuka çıktı.

Rant yiyenler memnun, yiyemeyenler kızgın.

Muhlis mü'minler üzgün, münafıklar şad u hürrem.

İbn Sebe' orkestra şefi, çalan çalıyor, oynayan oynuyor, bir hangâme ki sormayın.

Mardin Kazımiye medresesindeki salaş köprüden papazlar ve hocalar çan ve ezan sesleri içinde geçiyorlar.

Bu gidiş Cennet'e mi, Cehenneme mi?

Beş yıldızlı lüks otelde iftar ziyafeti var. Papazlar, hahamlar, patrikler de davetli. Oh bu ne muhabbet. Çalsın çanlar, öttürülsün nefirler.

Erkeklerin dolduramadığı camileri bari taife-i nisa ile dolduralım.

Çanlar çalsın, ezanlar okunsun, diyalog var diyalog.

Zavallı Müslümanlar, siz bu günleri de mi görecektiniz?

07.02.2012

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çağımızın Yirmi Büyük fitnesi

Her devirde fitne ve fesat olmuştur ama şu içinde yaşadığımız fitneler ve fesatlar hepsinden korkunç, yaygın, yoğun ve geneldir.

Birinci fitne: İslam alemindeki dinden dönüş, dine arka dönüş (sekülerleşme), irtidat cereyanlarıdır. Adam sabah evinden imanlı olarak çıkıyor, akşama imansız dönüyor; yahut geceyi imanlı geçiriyor, sabaha imansız çıkıyor.

İkinci fitne: Ehl-i Sünnetin darbelenmesi, zayıf düşmesi ve itikad ve amel konusunda, bazısı küfre götüren bir yığın bid'atin çıkması.

Üçüncü fitne: Bilhassa Türkiye'de beş vakit namazın halkın yüzde 90'ı tarafından (belki daha fazlası) terki ve her çeşit şehvetlere uyulması.

Dördüncü fitne: İslam medreselerinin (Türkiye'de) kapatılarak dinî ilimlerin belinin kırılması, icazetli ulema ve fukaha yetişmemesi, halkın nasihatsiz kalması.

Beşinci fitne; Tasavvuf tarikatlarının (Türkiye'de ve Arabistan'da) kapatılması ve olgun Müslüman yetiştirme eğitiminin sekteye uğraması.

Altıncı fitne: 1924'te İmamet-i Kübra-i İslamiye'nin ilgası ve İslam aleminin başsız kalması.

Yedinci fitne: Yahudi Moiz Kohen'in, asıl ismini ve kimliğini gizleyerek Tekin Alp adıyla İslam'a karşı cehennemî ve menfi bir kavmiyetçilik çıkartması ve uhuvvet-i islamiyeyi zedelemesi.

Sekizinci fitne: Müslüman halkların kütleler halinde Yahudileri ve Hıristiyanları taklit etmeleri ve onlara benzemeye çalışmaları; böylece "Bir kavme benzeyen ondan olur" hadîsinin tehdidi altına girmeleri.

Dokuzuncu (ve zamanımızdaki en büyük) fitne: Bir kısım Müslümanların tevhid ile teslisi bir tutmaları, İslam'ın Allah katında tek olduğuna dair ayetin zıddına "Üç hak ibrahimî din vardır, üçünün mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir" bozuk itikadına saplanmaları.

Onuncu fitne: Bir kısım İslam kadın ve kızlarının açılıp saçılıp tesettür perdelerini parçalamaları ve nâmahrem erkeklerle fütursuzca ihtilat eylemeleri.

On birinci fitne: Fâsık-ı mütecahir sayısının patlaması, büyük günahların açıktan, küstahça ve korkusuzca işlenmesi, bazı İslam ülkelerinin bir meyhane-i kübraya, Sodom Gomore'ye, Roma ve Bizans'a dönmesi.

On ikinci fitne: Fütüvvet ahlakının ve teşkilatının yıkılması ve haram yemenin yaygın hale gelmesi.

On üçüncü fitne: Çocuklara, gençlere, yeni nesillere Tevhidî eğitim verilememesi, Tâğutî eğitimin yaygınlaşması.

On dördüncü fitne: Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle, Şeriat ahkamınca büyük günah ve ağır suç olarak bildirilen zinanın (bazı İslam ülkelerinde) suç olmaktan çıkartılması.

On beşinci fitne: Bazı İslam ülkelerinde Müslüman kadınlara devletin resmî fahişelik vesikası vererek fuhuş yaptırtması, bundan vergi alıp bütçesine koyması.

On altıncı fitne: Din ile dünyanın ayrılması, İslam dininin Protestanlığa benzetilmek istenmesi, dinde sekülarizm cereyanının yaygınlaşması.

On yedinci fitne: Büyük miktarda Müslümanın vahşi kapitalizmi ve liberalizmi dünya görüşü olarak benimsemesi ve hayatlarını ona göre ayarlamaları.

On sekizinci fitne: İlimde, irfanda, sanayi-i nefisede, dinî kültürde büyük gerileme olması, çok sayıda Müslümanın bedevileşmesi.

On dokuzuncu fitne: Nice İslam ülkesinde dine açıkça veya kapalı bir şekilde düşmanlık eden, Müslümanları ezen, şer'î hürriyeti kaldıran despotik idarelerin kurulması, beytülmal-i müslimînin haydutça soyulması.

Yirminci fitne: İslam dünyasının onlarca devlete ayrılması, Müslümanların bir ülkeden öbürüne pasaportla geçmesi. Bazı İslam devletlerinin birbirileriyle savaşmaları.

Yukarıda yirmi büyük fitneyi yazdım. Bu liste elbette uzatılabilir.

Bu fitneler öldürücü, yere serici, yıkıcı fitnelerdir.

Bunlarda karşı çok etkili, çok disiplinli, çok güçlü, çok tâvizsiz bir ıslah ve emr-i mâruf ve nehy-i münker hareketi başlatılmazsa gelecek çok karanlıktır.

* (İkinci yazı)

Doğalgaz Faciası

İkinci dünya savaşında Alman ordusu Rusya içlerinde hızla yıldırım gibi ilerliyordu. Ancak hesapta olmayan bir şey Almanları durdurdu. O yıl kış ve soğuk çok şiddetliydi. Öyle ki, bazı yerlerde motorlu vasıtaların yakıtlarının bile donduğu rivayet ediliyordu.

İşte bu korkunç soğuklar, bu sert kış Almanya'nın talihini tersine döndürmüştü...

Yirmi küsur milyonluk İstanbul başta olmak üzere Türkiyenin büyük kısmı, dış ülkelerden pahalıya satın alınan doğalgaz ile ısınmaktadır.

Herhangi bir krizde, Allah vermesin bir savaşta dışarıdan doğalgaz gelmezse büyük sıkıntı çekeriz, felç oluruz.

Ülkemizin büyük miktarda parası, kanı iliği doğalgaza harcanmaktadır.

Yeni yapılan binalarda artık soba borusu için bacalar yoktur.

Doğalgaz kesilirse on milyonlarca vatandaş ne yapacaktır?

Yakutistan'ın başkenti Yakutks'ta kış aylarında derece sıfırın altında 50'ye düşüyor ama hayat durmuyor; dükkanlar açık, okullar ve üniversiteler açık, fabrikalar açık, vasıtalar çalışıyor, herkes işiyle gücüyle meşgul...

Bizde biraz kar yağar hayat felç olur... Yağmur uzunca yağar seller olur...

Ortadoğu çok karışık, Kafkaslar karışık... Büyük bir kriz olabilir... Doğalgaz kesilebilir. Bu kriz kışın çok soğuk günlerinde olursa milyonlarca vatandaş ne yapacaktır?

Bendeniz doğalgazla ısınmıyorum. Isınan dostlarıma soruyorum, ısıtma kalitesi düşükmüş, çok da pahalıymış, daha da pahalanacakmış.

Büyük bir krizde doğalgaz kesilirse halk nasıl ısınacaktır? İlgililerin bu konuda geleceğe dönük ciddî planları, programları, çare ve çözümleri var mıdır?

Kömüre, oduna dönmek mümkün değildir sanırım. Çünkü kaliteli kömürü de Sibirya'dan ithal ediyoruz.

Yirmi milyon insanı ısıtacak odun da bulunmaz.

Odun kömür bulunsa, yeni binalarda soba kuracak baca yok.

Baca olsa milyonlarca soba nasıl bulunacak?

Soba bulunsa milyonlarca bacadan fışkıran zehirli dumanları içinde halkın nefes alması mümkün olmayacak.

Ah doğalgaz ah doğalgaz...

Bir de şu rivayet var: Bu yıl veya en geç 2013'te güneşte, 150 senede bir olan patlamalar olacak ve dünyamızdaki bütün elektrik sistemleri bundan etkilenecekmiş. Elektrikler kesilecek, elektrikli cihazlar ve vasıtalar çalışmayacakmış. Düşünebiliyor musunuz?... Bankalar, haberleşme ve iletişim, hastaneler, yüksek binalarda asansörler, doğal gaz sistemleri, her şey her şey... Peki o zaman ne yapacağız? Doğalgaz olsa bile onu yakmak için elektrik lazım...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...