Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Selmanbey

Mehmet Şevket Eygi

Recommended Posts

Türkiye Müslümanları Türkiye'de İslam için nasıl çalışıyor?.. İyi mi çalışıyor kötü mü çalışıyor... Yoğun mu çalışıyor gevşek mi çalışıyor? Yapılması gereken hizmet ve faaliyetler yapılıyor mu? Yapılıyorsa nasıl ve ne kadarı yapılabiliyor? Planlı ve programlı bir şekilde çalışılıyor mu?

Bu soruları mutlaka sormamız ve cevaplarını aramamız gerekmektedir.

Ülkemizde her yıl yekûn olarak milyarlarca dolar toplanıyor İslamî hizmet ve faaliyetler için, bu para yerli yerinde harcanıyor mu?

Müslümanlar elbirliğiyle mi çalışıyor; yoksa kopuk kopuk bölük pörçük mü çalışıyor?

Müslümanlar Kur'anın, Sünnetin emirlerine, Şeriatın hükümlerine, İslam ahlakına uygun şekilde çalışıyorlar mı?

Benim kanaatimce biz Türkiye Müslümanları, İslam için gerektiği gibi çalışmıyoruz.,

İslamî propaganda konusunda, Yahova Şahitlerinin kendi dinleri için çalıştıklarının, yaptıklarının binde birini bile yapmadığımız kanaatindeyim.

Mormonlar kadar da çalışamıyoruz.

Dinimiz hak ama bizim, o dine layık hizmet ve faaliyetler konusunda çok eksikliklerimiz ve gevşekliklerimiz var.

En büyük noksanımız üniter bir Ümmet yapısına sahip olmamaktır.

Başımızda, hepimizin biat ve itaat ettiği bir İmam-ı Kebir yok.

Lügat kitaplarında, Kur'an tefsirlerinde, hadîs mecmualarında Ümmet diye bir değer ve kurum yazılı ama realitede Ümmet yok. Biz Müslümanlar tek bir Ümmet olmaktan çıkmış, birbirinden kopuk cemaatlere, tarikatlara, sürülere, gruplara, hizip ve fırkalara ayrılmışız.

Dehşetli ve korkutucu bir tavaif-i müluk manzarası arz ediyoruz.

Sanki zamane Müslümanları, ittifak etmemek konusunda ittifak etmişler.

Müslümanların birleşmesi mümkün müdür? Teoride elbette mümkündür ama pratikte bu iş çok zordur.

İslamî cemaatler, tarikatlar, grup ve hizipler bugünkü kafa ile bir federasyon veya konfederasyon çatışı altında toplanamazlar.

Herkes ben diyor, Ümmet mânasında biz diyen yok denecek kadar az.

Mübarek Ramazan aylarında beş yıldızlı şaraplı günah fısk, fücur, mâsiyet mekanlarında papazlar, patrikler, monsenyörler, pastörler, zangoçlar, kıssisler, hahamlar, ehl-i Talmud ve ehl-i Teslis ile can ciğer neş'eli ve muhabbetli iftar ziyafetleri tertipleniyor ama on Müslüman cemaat reisi, tekke şeyhi, çeşitli meşreplere mensup kalburüstü Müslüman şahsiyet bir çay sohbetinde bir araya gelemiyor, hizmetler ve faaliyetler hakkında istişare etmiyor, karar almıyor.

Her cemaat kendi yayınevine, kendi gazetesine, kendi dergisine, kendi okullarına, kendi devletine sahip olmak istiyor.

Artık bir Meşihat makamı, onun teftiş heyeti, Meclis-i Meşayihi olmadığı için İslamî cemaatler, tarikatlar, gruplar, hizipler denetlenmiyor.

O hale düşmüşüz ki, öncelikle fakir Müslümanların, miskin Müslümanların hakkı olan zekatların büyük kısmı bile Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı olarak toplanıyor ve sarf ediliyor.

Katoliklerin de çeşitli meşrepleri, tarikatları, kurumları var ama onlar bir ipe dizilmiş taneler gibi. Çünkü Katoliklikte Papalık var, üniter bir hiyerarşi var. Amazonya'daki bir misyoner bile Vatikanın denetimi altında, onun verdiği direktifler ile çalışıyor.

Bizim tesbihimizin ipleri kopmuş, taneleri çil yavrusu gibi dağılmış, saçılmış.

Biz şirazesi sökülmüş, sayfaları ayrılmış bir kitaba dönmüşüz.

Binlerce Mehdi, binlerce gavs, binlerce kutub...

Bazı Müslüman ruhbanlar uçuruldukça uçuruluyor.

Yahu İslamî hizmetler için toplanan bunca para nasıl harcanıyor diye sormak en büyük küstahlık.

Ümmet şuuru unutulmuş, hizip ve fırka asabiyetleri galeyan halinde.

Nie kadar bid'at cereyanı, fırkası, hizbi varsa Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlığını yıkmak için seferber olmuş.

Müslüman kesimin içinde casus, ajan, provokatör, arivist, popülist, yönlendirici kaynıyor.

Müslümanlar, birbirinden kopuk binlerce gruba, hizbe, fırkaya ayrılmış, Protestanlaşmış.

Sekülarizm kanseri bünyeyi sarmış.

Namaz kılanların sayısı yüzde ona, belki o rakamın da altına düşmüş.

Bir kısım İslamcılar vur patlasın çal oynasın... Lüks umre seyahatleri... Lüks hayat... Yan gel de yat... On kekah... beş yıldızlı oteller bile beğenilmiyor, yedi yıldızlısı isteniyor... Lüks meskenler, lüks otolar...

Din iman, Şeriat elden gitmiş, onların umurunda mı?

Bir takım baronların (iyi saatte olsunlar) erbab haline getirilmesi.

Eskiden yeterli miktarda yoktu ama bugün hürriyet var, para ve maddî imkan var, meydan var, fırsat ve enerji var; lakin mutlaka yapılması gereken hizmet ve faaliyetler yapılmıyor.

Vaktiyle radikal mücahid iken sonradan rantçı ve müteahhit olan, voliyi vurup köşeyi dönen zevat-ı kiram pek duyarsız.

Yahu bugünkü ideolojik vesayet rejimi onların gözünde eskiden çok kötüydü, sonra nasıl iyi oluverdi anlamakta zorluk çekiyorum.

* (İkinci yazı)

Kriptolar

Biz hepimiz Ermeniyiz diye bağıranların kaçta kaçı Ermenidir? Sanırım onların içinde, kimlik kartlarının din hanesinde Ermeni Gregoryen yazan bir kişi bile yoktur.

Ülkemizde Kripto Ermeniler var mıdır? Vardır ve hem de çoktur.

İsmi Müslüman, kartta dini İslam yazıyor ama asıl kimliği Ermeni.

Fransa'da yayınlanan La Croix günlük gazetesinde (29 Ağustos 2005) Patrik Mesrob cenaplarıyla yapılan bir röportajda, 1915 ile 1918 arasında Müslüman yapılan 200 bin Ermeni kadın ve kızının torunlarının bugünkü sayısı bir buçuk milyon olarak gösterilmişti.

Rakamlar tartışılabilir ama ülkemizde hayli yüksek sayıda Kripto Ermeni bulunduğu tartışılamaz. Çünkü taş gibi bir realitedir.

Bunların büyük bir kısmı iğreti olarak Alevî görünmektedir.

Hepsini suçlamam ama PKK'nın beyin takımı, kurucusu bu Kriptolar ile Kripto Yahudilerdir. Kürt görünen, Alevî görünen Kriptolar.

Gerçek ve samimî Alevîleri ve gerçek Kürtleri tenzih ederim.

Türkiyenin en büyük problemlerinden biri Kripto Ermeniler ve Kripto Yahudilerdir.

Bu meselenin çözümü var mıdır?

Ölümden başka her şeyin çaresi olduğuna göre bunun da vardır elbette.

Birinci çare: Bu meseleyi iyi niyetli, bilgece, medenîce, yüksek seviyede araştırmak, incelemek.

İkinci çare: Gerçekleri, realiteyi inkar etmemek.

Üçüncü çare: Meseleye olumlu yaklaşmak.

Dördüncü çare: Osmanlı'nın "Milletler Birliği sistemine" dönmek. Bugünkü resmî ideoloji, bugünkü vesayet sistemi (hâlâ devam ediyor), ABD ve İsrail baskılarıyla bu sisteme dönmek çok zordur.

Halkımız birçok konuda kasıtlı olarak cahil bırakılmıştır. Osmanlı'nın milletler sistemi ne demektir, bilen kaç kişi çıkar.

Televizyonlarda, yazılı basında, akademik çevrelerde Kripto Yahudiler ile Kripto Ermeniler meselesi konuşulmuyor, yazılmıyor, tartışılmıyor. Başımızı kuma sokmuşuz, bilmezlikten gelmiyoruz.

Şunu artık kabul etmeliyiz: M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra uydurulmuş Kemalizm ideolojisi ve bugünkü düzen felsefesiyle temel problemlerimizi sağlıklı bir şekilde çözmenin imkanı yoktur.

Enkazından kırka yakın irili ufaklı devlet çıkan Osmanlı cihan imparatorluğu bunca çeşitliliği, bunca dini, bunca ırkı, bunca lisanı nasıl bir arada tutup idare edebilmiştir? Bunu düşünmemiz lazımdır.

Bu sorunun cevabı işkembeden uluorta konuşmakla, çalakalem yazmakla bulunmaz.

Türkiye'nin dominant faktörü olan Sünnî Müslümanlar bu konuda çareler, çözümler üretmekle vazifeli ve hükümlüdür.

Başbağlar köyündeki katliamın hesabını bile soramayan, canileri ve katilleri yakalatamayan Sünnîler mi? (Başbağlar şehitleri için Fatiha okuyup sevabını onların ruhlarına bağışlayalım. Kanları yerde kaldı. Rûz-i Cezada bizden davacı olacaklarından korkuyorum.)

(Türkiye gazetesinin 9 Şubat 2012 tarihli nüshasında yayınlanan "Ermeniler Gerçek Kimliğine Dönüyor" başlıklı haberi, internetten indirip mutlaka okuyunuz, bir kere daha okuyunuz, üçüncü defa okursanız daha iyi olur.)

02.03.2012

Share this post


Link to post
Share on other sites

Son zamanlar yine muhteşem yazılar sadır oluyor Eygi hocamızdan. Elimden geldiğince takip etmeye çalışırım. Link veremiyorum ben, hergün online olan arkadaşlar ihmal etmeseler ne hoş olurdu. Istifadesi bol bir hocamız. Mahrum kalmayın dostlar. Bizden demesi..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Türkiye nasıl kurtulur?

Yakın tarihimizde adalet, hukuk, millî irade, millî kültür, bilgelik, tarihî devamlılık ayaklar altına alınmış, büyük haksızlıklar, zulümler, zorbalıklar yapılmış; ülke, halk ve devlete karşı çok cinayetler işlenmiştir.

Yanlış ve kötü işlerin bir kısmı uyduruk mahkemelerin zalimane kararlarıyla yapılmıştır.

Stalin Rusyasında da sözde hukuk vardı, sözde adalet vardı, sözde mahkemeler vardı...

Bütün fenalıklar vesayet rejiminin,resmî ideolojinin gölgesinde sahneye konulmuştur.

Bizde, kalkınmak ve güçlenmek için yapılanlar Japonya'da yapılanların tersi ve zıddı olmuştur.

Japonlar tarihî devamlılıktan kopmamışlar, millî kimlik ve kültürlerine bağlı kalmışlar ve Batı dünyasına açılmalarından kırk sene sonra dev Çarlık Rusyasını yenecek bir güce ulaşmışlardır.

Son yüz yıl içinde bizde yapılan radikal değişikliklerin faydası değil, zararı olmuştur.

Ülkemizde köklü değişiklikler, derin inkılaplar yapan zihniyet, halkların da bireyler gibi kendilerine mahsus kan grupları olduğu gerçeğini hesaba katmamışlardır.

Japonya bütün imkansızlıklara, ülkesinin küçüklüğüne; demir, kömür ve petrolü bulunmamasına rağmen şu anda dünyanın üçüncü iktisadî gücüdür. Biz ise, Japonya'dan daha fazla imkana sahip olmamıza rağmen çok gerilerdeyiz.

Bizdeki Mason, Dönme, Kripto Yahudi, Kripto Hıristiyan inkılapçılar; ilim, üniversite, eğitim, teknik, temizlik ve şeffaflık, adelet, iç barış bakımından dünyanın ilk beş ülkesi içinde yer alması gerekirken Türkiyeyi çıkmaz yollara sokmuşlar, genel bir dağılma, çözülme, kokuşma oluşturmuşlardır.

Yazılı, edebî, medenî Türkçeyi yitirdiğimiz ve gayr-i milli eğitimimiz iflas ettiği için artık doğru dürüst düşünemez ve dertlerimize çare ve çözüm bulamaz hale gelmişizdir.

Bu safhada Türkiye için çıkış, kurtuluş, yükseliş imkanı var mıdır?

Vakit kaldıysa, hiç gecikmeden şu evsafta (vasıflara sahip) Türkiye hizmetkarları yetiştirilmelidir:

(1) Millî kültürü çok iyi seviyede bilecek.

(2) Türkiye Müslüman bir ülke olduğu için çok iyi, çok vasıflı, çok güçlü, çok ahlaklı, çok faziletli Müslüman olacak.

(3) Teknokrat da olsa yazılı, edebî kültür Türkçesini yüksek seviyede bilecek.

(4) Dış dünyaya açılabilmesi için en az iki Batı dilini, kültür ve düşünce kitaplarını okuyup anlayacak seviyede bilecek.

(5) Para, mal, şehvet, lüks, konfor tutkunu olmayacak.

(6) Siyasete atılacaksa, bir ceketle işe başlarsa bir ceketle (bazen onu da kaybetmiş olarak) ayrılacak.

(7) Nefs dereceleri itibarıyla en aşağı nefs-i levvâme derecesinde olacak.

(8) Kendisinde münafıklığın hiçbir alameti bulunmayacak.

(9) Ondaki faziletleri (üstünlükleri) düşmanları ve karşıtları da kabul ve teslim edecek.

(10) Bu değerli kimseler, siyasî mânada değil, kültürel ve sosyal açıdan bütün kötülüklere muhalif olacak; kesinlikle yağcılık, yalakalık, dalkavukluk yapmayacak, kuyruk sallamayacak.

Bugünkü Türkiye'de böyle üstün vasıflı elemanlar yetiştirecek hiçbir eğitim kurumu yoktur.

Böyle kimseler yetiştirmek için özel, paralel, alternatif eğitim sistemleri kurulmalıdır.

Bu anlattıklarım öğretilemez, kazandırılamaz mı?

Hepsi de öğretilebilir, kazandırılabilir.

Yeter ki, ehliyetli ve liyakatli öğretmenler, üstadlar bulunsun.

Zeki ve kabiliyetli bir gence bir iki sene içinde mükemmel Türkçe/Osmanlıca öğretilebilir.

Mantık okutulabilir.

Hukuk genel kültürü verilebilir.

Bilgelik öğretilebilir.

Hukuk öğretilebilir.

Sanat, mimarlık, şehircilik kültürü verilebilir.

Bu dediklerimi rasgele hocalar öğretemez.

Bu anlattığım vasıflara sahip bir Türkiyeliyi yüksek sınıfa mensup bir İngiliz gördüğü vakit onun kültürüne, irfanına, nezaketine, görgüsüne, efendiliğine, aklına, centilmenliğine hayran kalmalı, aşağılık duygusuna kapılmalıdır.

Türkiye sıradan Müslümanlarla kurtulamaz.

Dıştan Müslüman görünecek ama bozuk, kötü, çarpık düzenin haram rantlarına, menfaatlerine, yağlı kemiklerine köpek gibi talip olacak... Böyleleriyle köy olmaz, kasaba olmaz.

Bize Ömer ibn Abdülaziz, Nureddin Zengi, Selahaddin Eyyubî, Şeyh Şâmil, Emîr Abdülkadir ahlakında adamlar lazımdır.

Şu Selahaddin Eyyubî ki, öldüğünde on ülkenin sultanıydı ve terekesinden cenaze masraflarına yetecek parası çıkmamıştı.

* (İkinci yazı)

İslam Mektepleri Açılmadan Kurtuluş Olmaz!

Çoğunluğu oluşturan Müslümanlar, eğitim meselesini çözmedikçe, İslam okulları açıp genç nesilleri gerçek dindar olarak yetiştirmedikçe kendi vatanlarında köle ve ikinci sınıf vatandaş statüsünde esir ve zelil olarak yaşamaya devam edeceklerdir.

Müslümanlık cami binalarıyla, minarelerle, hoparlörlerle, şadırvanlarla, lüks ve israflı umre turizmiyle yücelmez. İşin başı İslamî eğitimdir.

İmam-Hatip okulları var ya...

Onlar yeterli değildir.

Mutlaka ve mutlaka İslam dinine uygun eğitim yapacak, vasıflı Müslüman yetiştirecek İslam mektepleri açılmalıdır.

Bu okulların (İngiltere kolejlerinin şapelleri gibi) camileri olacak ve öğrenciler namaz vakitlerinde öğretmenleriyle birlikte cemaatle namaz kılacaktır.

İslam mekteplerinde, bugünkü laik okullarda okutulan bütün dersler doğru dürüst okutulacak, onların yanında çok güçlü ve sağlam din kültürü verilecektir.

İslam mekteplerinde kız erkek karışık eğitim yapılmayacaktır.

İslam mektepleri dünyanın en parlak, en güçlü, en kaliteli, en beğenilen, en ciddî okulları olacaktır.

Böyle şey olur mu?

Niçin olmasın?.. Ülkemizde Lozan anlaşmasına uygun olarak faaliyet gösteren hayli Katolik özel okul bulunmaktadır. Mesela: İstanbul Karaköy'deki Sain Benoît okulu... Mesela: Pangaltı'daki Notre Dame de Sion (Hz. Meryem) Katolik kız lisesi.

Bu Katolik okullarında Müslüman çocuklar okuyor.

Müslümanların Saint Benoît, Notre Dame de Sion okullarına benzer İslam Mektepleri açmaları niçin çağdaşlığa ve laikliğe aykırı olacakmış.

Laik Fransa'da Katolik Kilisesi'nin hayli özel okulu var ve orada laik rejim devlet bütçesinden bu okullara yardım ediyor.

Türkiye Müslümanları, ülkenin 80 bin caminin kubbelerini altınla yaldızlatsalar, minarelerden 150 bin desibel ezan okutsalar, her yıl bir milyon kişi umreye gitse, şadırvanlardan sıcak menba suyu akıtsalar; yukarıda anlattığım İslam Mektepleri kurulmadıkça kurtulamazlar.

Böyle mektepler lafla açılmaz.

Bunları açıp, vasıflı Müslümanlar yetiştirebilmek için öncelikle şunlar lazımdır:

1. Şehir ve medeniyet kültürü. Böyle işler bedevîlerin becereceği hizmetler değildir.

2. Yüksek seviyede İslamî şuur.

3. Çok kaliteli idareciler ve öğretmenler.

4. Halis niyet ve aksiyon.

İslam mektepleri öyle uyduruk çirkin binalarda hizmet veremez.

Bu işler sıradan öğretmenlerle de olmaz.

İslam mektepleri cemaat ve tarikat asabiyeti ile yürümez.

Bu okullarda temel ve esas Ehl-i Sünnet olacaktır ama bu dairenin içindeki bütün olumlu çeşitliliklere kucak açılacaktır.

Vasıflı olmak şartıyla müdür Mevlevî olabilir. Müdür yardımcılarının biri Kadirî, biri Nakşî, biri Risale-i Nur talebesi...

Öğle ezanı okundu... Başta müdür beyefendi, muavinleri, öğretmenler olmak üzere bütün okul, okulun camiinde, mihraptaki sarıklı cüppeli imamın ardında cemaatle namaz kılacaktır.

Cemaat fanatizmi, militanlığı, holiganlığı bir tür (mecazî mânada) ırkçılıktır. İslam Mekteplerine ırkçılık giremez.

İslam mektepleri öyle güçlü, öyle vasıflı, öyle parlak, öyle başarılı okullar olacaktır ki, gayr-i müslimler, ecnebiler bile çocuklarını orada okutmak için sıraya gireceklerdir. Müslüman olmayan öğrencilere dinî zorlama yapılmayacaktır.

Türkiye Müslümanları acaba benim şu İslam mektepleri projeme ne diyeceklerdir?

Kaç kişinin bundan haberi olacaktır?

13.03.2012

M.Ş.EYGİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vahim İtikat Bozuklukları

 

Allah'a, Resûlüne, Kur'ana iman eden bir Müslümanın devamlı/değişmez gündeminin ilk maddesi itikadının (inançlarının) doğru ve sağlam olup olmadığını kontrol etmektir.

Bugün İslam dünyasında onlarca, hattâ yüzlerce itikat ekolü bulunmaktadır. Bunların temel inançla ilgili bazı bilgileri birbiriyle uyuşmamaktadır.

Her Müslüman inançlarını Kur'ana, Sünnete uygun hale getirmelidir.

Bu da:

İcazetli gerçek İslam alimlerinin, fakihlerinin öğrettiği, bildirdiği inanç maddelerini kabul etmekle olur.

19'uncu yüzyılda, İslam dünyasında birtakım Mason sarıklılar zuhur etmiş ve dinde yenilik ve değişim yapmak istemişlerdir.

İngiltere'nin mısır başkomiseri Lord Cromer, bu sarıklı Masonlardan biri olan Muhammed Abduh için "I suspect my friend Abduh was in reality an agnostic" diyerek onun agnostic olduğundan şüphelendiğini yazıyor. Adam hem Farmason, hem de agnostik. Elbette böylesinden din iman öğrenilmez. Öğrenen ne olur? Sapıtır.

Usûle, temele, esasa ait bir konuda Ümmet içinde ihtilaf olduğu vakit:

*Cumhur-i ulemaya tâbi olmak gerekir.

*Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunmak gerekir.

Üzerinde icmâ bulunan görüşün kabul edilmesi gerekir.

İhtilaflı konularda şazz görüşlere itibar edilmemesi gerekir.

Son yıllarda ülkemizde din konusunda çok vahim bir fitne çıktı: Bazıları, İslam'ın tek hak din olmadığını, onun yanında başka ibrahimî hak dinler de bulunduğunu iddia ediyor.

Hattâ, Müslümanların yayınladığı büyük bir gazetede, Ehl-i Kitap ile Müslümanlar arasında Âmentü konusunda ittifak olduğuna dair bir yazı yayınlandı.

Allahın sıfatları konusunda ittifak varmış... Tevhid inancı ile Teslis nasıl uyuşur da arada ittifak olur?

Kur'an, Teslis inancını reddediyor, bizimkiler inançta ittifak vardır diyor. Fesubhanallah!

Ehl-i Kitab ile Peygamberlere iman konusunda aramızda nasıl ittifak olabilir ki, biz Müslümanlar BÜTÜN Peygamberelere iman ediyoruz, onlar ise Âhirzaman Peygamberi Hâtemülenbiya Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona) iman etmiyor, onu hâşâ sahte peygamber olmakla suçlayıp iftira ediyor.

İlahî Kitaplar konusunda da Ehl-i Kitab ile aramızda ittifak yoktur. Biz Müslümanlar, Allah'ın Tevrat ve İncil'i gönderdiğine iman ediyoruz, onlar Kur'anı kabul etmiyor.

Son yıllarda yayınlanan ve büyük miktarda tiraj yapan bir Kur'an mealine muharref Tevrat ve İncil'den 700 kadar "âyet" alınmıştır. 1400 yıllık İslam tarihinde böyle bir yenilik ilk defa Türkiye'de oluyor.

Yeni bir inanç çıkartıldı:

Hz. Muhammed'in dâveti ve tebligatı kendisine ulaştığı halde, bunları red inkar ve tekzib edenler de kurtuluşa ermişlermiş ve Cennete gireceklermiş.

Böyle bir inanç ve iddia:

Kur'ana... Sünnete... İslam'a kesinlikle aykırıdır.

Diyanet'in bu gibi konularda halkı uyarması, aydınlatması, bilgilendirmesi beklenir ama o makamdan da bir ses çıkmıyor.

Ülkemizde faaliyet gösteren birtakım gruplar ve cemaatler harıl harıl kadrolaşıyor.

Bendeniz eskiden her imamın ardında namaz kılmıyordum. Birkaç yıldan beri bazı din görevlileri konusunda tereddütlerim, şüphelerim var. Resulullahı, Kur'anı, İslam'ın tek hak din olduğunu kabul etmeyenlerin de ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduklarına inanan bir kimsenin ardında namaz kılmak istemem, çünkü onun bu inançları imamlık yapmasına kesinlikle mânidir.

Uzun yazmama hacet yok, ülkemizde bazı ilahiyatçılar kaderi bile reddediyorlar.

Sem'iyyat denilen, kabir ahvali ve şefaat ile ilgili din bilgilerini de reddedenler var.

Son zamanlarda bazı yenilikçiler ve değişimciler koyu laiklik taraftarı kesildi.

Müslümanların bir kısmı itikat konusunda hassas ama büyük bir kısmı cehalet ve gaflet yüzünden tashih-i itikat meselesine önem vermiyor.

Birtakım okumuş, yüksek ve parlak tahsil yapmış Müslümanların, Farmason sarıklıları kendilerine din önderi olarak kabul etmelerine şaşmamak mümkün değildir.

Kur'an, Sünnet ve Cemaat ehli bunca ulema, fukaha, allâme varken, nasıl oluyor da birkaç şaibeli adamı kendilerine mürşid ve rehber yapabiliyorlar?

Sarıklı Farmasonları imam=önder, rehber kabul edenlerin bir kısmı sanki Ehl-i Sünnete savaş ilan etmiştir.

Şöyle bir müdafaa yapanlar da var: O sarıklı Farmasonlar dine hizmet için Mason olmuşlardı. Sonra ayrıldılar... Bu iddianın ve müdafaanın tutar tarafı olmadığını ispat edecek bir yazı hazırlıyorum.

Ne kadar esef verici bir manzara: Birtakım İslamcılar Farmasonları, agnostikleri din önderi ve mürşid olarak kabul ediyorlar. Ne günlere kaldık!

* (İkinci yazı)

Âhireti Unutmak Felâketi

Dünyaya gerekenden fazla önem vermek bütün kötülüklerin anasıdır.

Gerçek ve olgun dindar, dünya için orada kalacağı kadar, âhiret için orada kalacağı kadar çalışır.

Dünya bir imtihan yeridir ve elbette dünyada çalışılacaktır. Lakin dünya için gerekenden daha fazla çalışmak yanlıştır, zararlıdır.

Kazandığımız paraların ve malların yeterli kısmını, Allahın rızasını kazanmak, âhiretimizi kurtarmak için sarf etmeli, mâlî ibadet yapmalıyız..

Olgun ve vicdanlı Müslüman öğretmen Seyyid Mahir İz hocamız, kira evinde oturduğu halde, her ay maaşını aldığı zaman kırkta birini hemen Allah yolunda sadaka verirdi.

Yakın tarihte öyle Müslüman zenginler gelip geçmiştir ki, evinde akşam sofrasında bir misafiri olmadan sofraya oturup yemek yemezdi.

Aklı olan bir Müslüman gerekenden fazla lüks evler yaptırır mı?.. Onları lüks eşya ve mobilyalarla döşetir mi?... Gerekenden fazla lüks otomobillere biner mi?

Bir ay kadar önce Adana'da, 26 yaşında genç bir anne, parasızlıktan intihar etti, iki çocuğu yetim kaldı. Sorumlu Müslümanlar vazifelerini hakkıyla yapmış, zekatları öncelikle fakirlere ve miskinlere vermiş olsalardı o kadıncağız intihar etmeyecekti.

Bir Müslüman, dinî vazifelerini ancak âhirete yönelik olursa hakkıyla yapabilir.

Din ilimlerini okumuş bir kimse dünyaya, paraya, mala çok değer veriyor, onları elde etmek için çırpınıp yırtınıyorsa, onca ilmine rağmen yine de iyi bir Müslüman olamaz.

Namaz ve oruç elbette dinimizin temel şartlarından ve farzlarındandır. Lakin iş onlarla bitmez. Namazın ve orucun yanında zekat da vereceğiz. Nasıl vereceğiz?.. Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha göre vereceğiz.

Peygamberlerden sonra, derece itibarıyla en yüksek insan olan Hz. Ebû Bekir, zekat ödemek istemeyen kabileleri savaşla, kılıçla yola getirmişti.

Yazık ki, zamanımızda zekat konusunda böyle âdil ve kararlı bir Ebû Bekir yoktur.

Min gayri haddin âcizâne bu sütunlardan sesleniyorum:

Müslüman halkın zekatlarını Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı olarak toplayan ve sarf eden zâlimler titresinler.

Fakir, miskin, aç, sefil bunca Müslüman varken, sefalet içindeki zavallı bir anne parasızlıktan intihar ederken onlar hangi vicdanla birtakım hükmî şahsiyetler için zekat toplamaktadır?

Birtakım sekt holiganlıkları, militanlıkları, asabiyetleri dünyada söker ama öteki dünyada sökmez.

Zekat verdiklerini sanarak, zekatlarını zekat uğrularına kaptıranlara acımak mı, öfkelenmek mi gerekir?

Müslüman, lokantaya gidip yemek yiyeceği zaman bile, âhireti düşünmelidir.

Tek kişi elli liralık bir yemek yiyeceğine, yanına geliri az bir arkadaşını alıp aynı parayla iki kişi yerlerse Kur'ana ve Sünnete uygun olmaz mı?

Ey, Müslümanlık İslamcılık tasladıkları halde rüşvet yiyenler, haram gelir edinenler, zenginleşenler, haram komisyonlar alanlar, faiz/riba dalavereleri yapanlar!.. Siz kârlı işler mi yaptığınızı sanıyorsunuz?

Ateşle oynuyorsunuz ve tevbe edip bu haram malları dağıtmazsanız, âhirete yönelik olmazsanız Cehennemde yanmaya adaysınız.

 

30.03.2012

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vahim İtikat Bozuklukları

 

Allah'a, Resûlüne, Kur'ana iman eden bir Müslümanın devamlı/değişmez gündeminin ilk maddesi itikadının (inançlarının) doğru ve sağlam olup olmadığını kontrol etmektir.

Bugün İslam dünyasında onlarca, hattâ yüzlerce itikat ekolü bulunmaktadır. Bunların temel inançla ilgili bazı bilgileri birbiriyle uyuşmamaktadır.

Her Müslüman inançlarını Kur'ana, Sünnete uygun hale getirmelidir.

Bu da:

İcazetli gerçek İslam alimlerinin, fakihlerinin öğrettiği, bildirdiği inanç maddelerini kabul etmekle olur.

19'uncu yüzyılda, İslam dünyasında birtakım Mason sarıklılar zuhur etmiş ve dinde yenilik ve değişim yapmak istemişlerdir.

İngiltere'nin mısır başkomiseri Lord Cromer, bu sarıklı Masonlardan biri olan Muhammed Abduh için "I suspect my friend Abduh was in reality an agnostic" diyerek onun agnostic olduğundan şüphelendiğini yazıyor. Adam hem Farmason, hem de agnostik. Elbette böylesinden din iman öğrenilmez. Öğrenen ne olur? Sapıtır.

Usûle, temele, esasa ait bir konuda Ümmet içinde ihtilaf olduğu vakit:

*Cumhur-i ulemaya tâbi olmak gerekir.

*Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunmak gerekir.

Üzerinde icmâ bulunan görüşün kabul edilmesi gerekir.

İhtilaflı konularda şazz görüşlere itibar edilmemesi gerekir.

Son yıllarda ülkemizde din konusunda çok vahim bir fitne çıktı: Bazıları, İslam'ın tek hak din olmadığını, onun yanında başka ibrahimî hak dinler de bulunduğunu iddia ediyor.

Hattâ, Müslümanların yayınladığı büyük bir gazetede, Ehl-i Kitap ile Müslümanlar arasında Âmentü konusunda ittifak olduğuna dair bir yazı yayınlandı.

Allahın sıfatları konusunda ittifak varmış... Tevhid inancı ile Teslis nasıl uyuşur da arada ittifak olur?

Kur'an, Teslis inancını reddediyor, bizimkiler inançta ittifak vardır diyor. Fesubhanallah!

Ehl-i Kitab ile Peygamberlere iman konusunda aramızda nasıl ittifak olabilir ki, biz Müslümanlar BÜTÜN Peygamberelere iman ediyoruz, onlar ise Âhirzaman Peygamberi Hâtemülenbiya Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona) iman etmiyor, onu hâşâ sahte peygamber olmakla suçlayıp iftira ediyor.

İlahî Kitaplar konusunda da Ehl-i Kitab ile aramızda ittifak yoktur. Biz Müslümanlar, Allah'ın Tevrat ve İncil'i gönderdiğine iman ediyoruz, onlar Kur'anı kabul etmiyor.

Son yıllarda yayınlanan ve büyük miktarda tiraj yapan bir Kur'an mealine muharref Tevrat ve İncil'den 700 kadar "âyet" alınmıştır. 1400 yıllık İslam tarihinde böyle bir yenilik ilk defa Türkiye'de oluyor.

Yeni bir inanç çıkartıldı:

Hz. Muhammed'in dâveti ve tebligatı kendisine ulaştığı halde, bunları red inkar ve tekzib edenler de kurtuluşa ermişlermiş ve Cennete gireceklermiş.

Böyle bir inanç ve iddia:

Kur'ana... Sünnete... İslam'a kesinlikle aykırıdır.

Diyanet'in bu gibi konularda halkı uyarması, aydınlatması, bilgilendirmesi beklenir ama o makamdan da bir ses çıkmıyor.

Ülkemizde faaliyet gösteren birtakım gruplar ve cemaatler harıl harıl kadrolaşıyor.

Bendeniz eskiden her imamın ardında namaz kılmıyordum. Birkaç yıldan beri bazı din görevlileri konusunda tereddütlerim, şüphelerim var. Resulullahı, Kur'anı, İslam'ın tek hak din olduğunu kabul etmeyenlerin de ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduklarına inanan bir kimsenin ardında namaz kılmak istemem, çünkü onun bu inançları imamlık yapmasına kesinlikle mânidir.

Uzun yazmama hacet yok, ülkemizde bazı ilahiyatçılar kaderi bile reddediyorlar.

Sem'iyyat denilen, kabir ahvali ve şefaat ile ilgili din bilgilerini de reddedenler var.

Son zamanlarda bazı yenilikçiler ve değişimciler koyu laiklik taraftarı kesildi.

Müslümanların bir kısmı itikat konusunda hassas ama büyük bir kısmı cehalet ve gaflet yüzünden tashih-i itikat meselesine önem vermiyor.

Birtakım okumuş, yüksek ve parlak tahsil yapmış Müslümanların, Farmason sarıklıları kendilerine din önderi olarak kabul etmelerine şaşmamak mümkün değildir.

Kur'an, Sünnet ve Cemaat ehli bunca ulema, fukaha, allâme varken, nasıl oluyor da birkaç şaibeli adamı kendilerine mürşid ve rehber yapabiliyorlar?

Sarıklı Farmasonları imam=önder, rehber kabul edenlerin bir kısmı sanki Ehl-i Sünnete savaş ilan etmiştir.

Şöyle bir müdafaa yapanlar da var: O sarıklı Farmasonlar dine hizmet için Mason olmuşlardı. Sonra ayrıldılar... Bu iddianın ve müdafaanın tutar tarafı olmadığını ispat edecek bir yazı hazırlıyorum.

Ne kadar esef verici bir manzara: Birtakım İslamcılar Farmasonları, agnostikleri din önderi ve mürşid olarak kabul ediyorlar. Ne günlere kaldık!

* (İkinci yazı)

Âhireti Unutmak Felâketi

Dünyaya gerekenden fazla önem vermek bütün kötülüklerin anasıdır.

Gerçek ve olgun dindar, dünya için orada kalacağı kadar, âhiret için orada kalacağı kadar çalışır.

Dünya bir imtihan yeridir ve elbette dünyada çalışılacaktır. Lakin dünya için gerekenden daha fazla çalışmak yanlıştır, zararlıdır.

Kazandığımız paraların ve malların yeterli kısmını, Allahın rızasını kazanmak, âhiretimizi kurtarmak için sarf etmeli, mâlî ibadet yapmalıyız..

Olgun ve vicdanlı Müslüman öğretmen Seyyid Mahir İz hocamız, kira evinde oturduğu halde, her ay maaşını aldığı zaman kırkta birini hemen Allah yolunda sadaka verirdi.

Yakın tarihte öyle Müslüman zenginler gelip geçmiştir ki, evinde akşam sofrasında bir misafiri olmadan sofraya oturup yemek yemezdi.

Aklı olan bir Müslüman gerekenden fazla lüks evler yaptırır mı?.. Onları lüks eşya ve mobilyalarla döşetir mi?... Gerekenden fazla lüks otomobillere biner mi?

Bir ay kadar önce Adana'da, 26 yaşında genç bir anne, parasızlıktan intihar etti, iki çocuğu yetim kaldı. Sorumlu Müslümanlar vazifelerini hakkıyla yapmış, zekatları öncelikle fakirlere ve miskinlere vermiş olsalardı o kadıncağız intihar etmeyecekti.

Bir Müslüman, dinî vazifelerini ancak âhirete yönelik olursa hakkıyla yapabilir.

Din ilimlerini okumuş bir kimse dünyaya, paraya, mala çok değer veriyor, onları elde etmek için çırpınıp yırtınıyorsa, onca ilmine rağmen yine de iyi bir Müslüman olamaz.

Namaz ve oruç elbette dinimizin temel şartlarından ve farzlarındandır. Lakin iş onlarla bitmez. Namazın ve orucun yanında zekat da vereceğiz. Nasıl vereceğiz?.. Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha göre vereceğiz.

Peygamberlerden sonra, derece itibarıyla en yüksek insan olan Hz. Ebû Bekir, zekat ödemek istemeyen kabileleri savaşla, kılıçla yola getirmişti.

Yazık ki, zamanımızda zekat konusunda böyle âdil ve kararlı bir Ebû Bekir yoktur.

Min gayri haddin âcizâne bu sütunlardan sesleniyorum:

Müslüman halkın zekatlarını Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı olarak toplayan ve sarf eden zâlimler titresinler.

Fakir, miskin, aç, sefil bunca Müslüman varken, sefalet içindeki zavallı bir anne parasızlıktan intihar ederken onlar hangi vicdanla birtakım hükmî şahsiyetler için zekat toplamaktadır?

Birtakım sekt holiganlıkları, militanlıkları, asabiyetleri dünyada söker ama öteki dünyada sökmez.

Zekat verdiklerini sanarak, zekatlarını zekat uğrularına kaptıranlara acımak mı, öfkelenmek mi gerekir?

Müslüman, lokantaya gidip yemek yiyeceği zaman bile, âhireti düşünmelidir.

Tek kişi elli liralık bir yemek yiyeceğine, yanına geliri az bir arkadaşını alıp aynı parayla iki kişi yerlerse Kur'ana ve Sünnete uygun olmaz mı?

Ey, Müslümanlık İslamcılık tasladıkları halde rüşvet yiyenler, haram gelir edinenler, zenginleşenler, haram komisyonlar alanlar, faiz/riba dalavereleri yapanlar!.. Siz kârlı işler mi yaptığınızı sanıyorsunuz?

Ateşle oynuyorsunuz ve tevbe edip bu haram malları dağıtmazsanız, âhirete yönelik olmazsanız Cehennemde yanmaya adaysınız.

 

30.03.2012

 

Allah razı olsun muhalif kardeş, mehmed şevket eygi'nin eklemiş olduğun yazısının ilk kısmını ben de eklemeyi düşünmüştüm, sen benden önce davranmışsın. yazının içeriğinde kendilerine atıfta bulunulan kişileri yazacaktım ondan da vazgeçtim. M.şevket eygi gerekli görse yazısında mahut isimleri zikrederdi....

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

İdealist Müslüman Gençlere

 

Zaruret derecesinde lüzum olmadıkça tatil yapmayınız. Gece gündüz ileride dine ve ülkeye hizmet etmek için kendinizi planlı ve programlı şekilde yetiştirmeye bakınız. Müslümanın tatili bu dünyada değil, öteki dünyadadır.

İyi, vasıflı, güçlü bir Müslüman olamazsanız ne kendinize faydanız olur, ne de dine ve memlekete.

Baktınız ki çalışmaktan çok yoruldunuz, bitkin hâle geldiniz, o zaman, bilmecburiye biraz dinlenirsiniz, soluk alırsınız... Sonra yeniden çalışma ve yetişme...

"Efendim ben zamanın gavsı şeyh hazre-i Filancaya mensubum, ulu devlet bulmuşum." gibi kuruntularla kendinize yazık etmeyin.

İnsan ölüp kabre konulunca suâl melekleri gelip "Rabbin kimdir? Nebin kimdir? Dinin Nedir?.." diye soracaklar, şeyhin veya hazretin kimdir diye sormayacaklar.

Türkiyeli bir Müslüman genç olarak mutlaka Osmanlıca okumasını öğren. Öyle kekeleyerek değil. Bundan 100 sene önce basılmış bir kitabı eline alıp gürül gürül okuyacaksın. Hem okuyacaksın, hem de manasını iyice anlayacaksın. Yine Müslüman bir genç olarak akaidini, ilmihâlini ve İslâm ahlâkının özetini çok iyi bilmelisin.

Allâh'ın 14 sıfatı nelerdir?.. Bütün Peygamberlerde olan 5 sıfat nelerdir?.. Bizim Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) bu 5 sıfattan başka daha ne gibi sıfatları vardır?.. Edille-i şeriyye nelerdir?.. Ef'âl-i mükellefîn kaçtır?.. Namazın, orucun, zekâtın, haccın farzları nelerdir? Bunları öğrenmezsen kendine kendine yazık etmiş olursun.

Bir cemaate, bir tarikate, bir meşrebe bağlı olabilirsin ama asla militanlık, holiganlık, fanatizm yapamazsın.

Zamanımızda nice Müslüman genç harcanıyor. Harcanmak ne demektir biliyor musun? İyi yetişemeyen, olgunlaşamayan, birtakım vasıf ve faziletlerle bezenemeyen genç, harcanmış demektir.

Dört ayrı kan grubu var. Bunlardan birine mensup olmak bir fazilet değildir. Cemaatler, tarikatler, meşrepler de buna benzer.

Tarikat veya cemaat sana imanını, itikadını, ibadetlerini, Kur'an ve sünnet ahlâkını, şeriatın temel prensiplerini, iyi Müslüman olmayı öğretemiyor ve kazandıramıyorsa ne faydası olur?

Tekrar ediyorum: gerekmedikçe tatil yapma. Gece gündüz, cumartesi pazar, yaz kış; faydalı ve kurtarıcı ilimleri öğren, ahlâkını düzelt, hüner ve marifet edin... Söylemeye hâcet yok: Kâmil ve vasıflı bir Müslüman olmanın birinci şartı ihlâslı olmaktır.

Şayet: Hem dinime hizmet edeceğim, hem zengin olacağım... Lüks bir evim... Lüks bir otomobilim.. Lüks bir yazlığım... Gardrobumda en pahalı elbiseler... Başı örtülü olmak şartıyla manken gibi bir hanım... Dünya güzeli çocuklar... En pahalı okul ve kolejlerde okuyacaklar... Böyle havalarla iyi Müslüman olunmaz ve doğru dürüst hizmet edilmez.

Peygamberimize (salat ve selâm olsun ona) bak, gerçek İslam hizmetkârlarına bak, ders al., ibret al. Şeytanî kuruntuları terk et.

Dünya bir müsabaka, bir sınav yeridir, bir tarladır, ekinini ve mükafatını ebedi olarak kalacağın âhirette alırsın.

Müslümanları en fazla zarara uğratan ve yanıltan şey, dünyayı kendilerine sahte ve yalancı bir cennet hâline getirmek için çırpınmalarıdır. Sakın bu tuzağa düşme.

Bu reçete hoşuna gider mi, bilmiyorum. Giderse bana dua edersin.

 

http://www.habervaktim.com/yazar/idealist-musluman-genclere-49497.html

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ben Eygi Hocamı okudukça dört nala gidiyorum ya. Şu tatil yapmayın yazısını da okuduğumda dedim, uyumak yok uyumak.. Yazılarını bir ilim adamına diyecek olsan; Eygi mi hani şu köşeyazarı olan. Millet dinde elinde vesika olmadı mı amiyane tabirle "takmıyor" Oysa işin erbabı dim simsarlığı yapınca meydan böyle ihtisas değil de dininin gereği öğrenen insanlara kalıyor. Bu sefer karşı cenah dinde konumuna, rütbesine bakıyor. Üstad'ın yazdığı eserden devreye girdiğimde hocamın cevabı şu; Necip Fazıl'ı ben de severim ama bir şair olarak. Tüm kitaplarını da okumuş fakat öküzlüğünden soyunamamış. Bilimsellik diye tutturmadı mı bir de; dedim hocam bana mirac hadisesini rica ederim laboratuar kat'iyyetiyle sunun, yapabilir misiniz?Yapamazsınız, bizde nakil aklı geçmiştir. Bana, güldü, güldü bana sadece. İlerde bu heyecanlı hallerimi anımsayınca gülecekmişim. He yıkayacak sanıyor beni. Allah'ım ayaklarımızı, gönüllerimizi ehl-i sünnetin üzere sabit kıl. Gerçekten ciddi sıkıntım var. Yani derste anlattıklarından ruhum daralıyor yeri geliyor. Dini öğreti diye gidiyorsun, adama mirac hadisesinden sonra Mescid-i AKsa'nın inşa edildiğini savunuyor, mehdilik yahudilerden gelme inanıştır diyor. Gel de ağlama ya da çıldır!

 

Hangi Âlimlere ve Fakihlere Tâbi Olmalı?

 

Âlet ilimlerini ve 'âli ilimleri öğrenmiş, din âlimi ve fakih olmuş ama öğrendiği ilimlerin, edindiği bilgilerin, hayata mutlaka geçirilmesi, uygulanması gerekenlerini yerine getirmiyor, yaşamıyor... Böyle bir âlimi sakın kendine rehber ve mürşid edinme.

Yine âlim olmuş ama ilmini dünyalık edinmeğe, zengin olmaya âlet ediyor, Allahın ayetlerini ucuza veya pahalıya satıyor... Bunun da peşine düşme.

Âlim ve fakih olmuş ama Ehl-i Sünnete aykırı inanç, görüş ve fikirlere sahip... Ondan bucak bucak kaç.

Âlim ve fakih olmuş ama din konusunda bid'atçi... Sakın onun tuzaklarına düşme.

Âlim ve fakih olmuş ama Ashab-ı Kiramın bir kısmını reddediyor, onlara dil uzatıyor... Ondan vebadan kaçar gibi kaç.

Âlim ve fakih olmuş ama Allah'ı kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh bilmiyor; O'nu zamanla, mekânla, cihetle kayıtlıyor, O'na cisim ve şekil isnad ediyor, O'nu yaratıklardan bir şeye benzetiyor Böylesine inanırsan küfre düşebilirsin. Kaç kaç kaç.

Bildiklerini Allah rızası için öğretmeyen; âyetleri, hadîsleri, fıkhı, mukaddesatı paraya ve maddî menfaate âlet ve tahvil eden âlim taslağından uzaklaş.

Lüks, israf, tebzir, gösteriş, gurur, kibir içinde yaşayan, halktan para toplayan, bunların bir kısmını zimmetlerine geçirenler sahte âlimlerdir.

Zalimlere yağcılık yapan, fâsıkları şakşaklayan âlimler bir vâdidedir, sen başka bir vâdide ol.

Tabakat-ı fukahanın en alt derece ve rütbesi olan müftülük makamında olduğu halde müctehidlik taslayanlara mağrur ve mütekebbirlere sırtını çevir, onları dinleme.

Mutlak müctehid bile olsa hiçbir âlim, Kur'anı ve Sünneti kendi re'yi ve hevası ile yorumlayamaz. Öyle yapanları gözün görmesin. Uzaklaş uzaklaş uzaklaş.

Peki hangi alimlere tabi olmalısın? Onların sıfatlarını sayıyorum:

* İlimleriyle âmil olacaklar, yâni bilgilerini hayata uygulayacaklar.

* İlmi Allah rızası için öğrenmiş ve yine Allah rızası için öğretir olacaklar.

* Muhlis (ihlaslı) olacaklar,

* Muttaki (takvalı) olacaklar.

* Müteverri (veralı) olacaklar, şüpheli şeylerden kaçınacaklar.

* Zalimleri ve fasıkları övmeyecekler, zaruret olmadıkça onların huzurlarına gitmeyecekler.

* Allahın ayetlerini, Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerini ucuza veya pahalıya satmayacaklar.

* Kur'ana, Sünnete, Şeriata, Ehl-i Sünnet akaidine ve fıkhına hizmet yolunda icabında canlarını bile fedaya hazır olacaklar.

* Ücret ve mükafatlarını mahlukattan değil, Haliq Tealadan bekleyecekler.

* Dünyada değil, âhirette mükafatlandırılmalarını ve ücretlendirilmelerini isteyecekler.

* Selef-i Sâlihîn yolundan kıl kadar ayrılmayacaklar.

* Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişiklik taraftarı olmayacaklar.

* Masonluk, Dr. Moon dini gibi İslam dışı sektlere mensup olmayacaklar, onlarla işbirliği yapmayacaklar, onlardan para almayacaklar.

* Haysiyetli ve vakarlı olacaklar.

*Âmirîne bi'l-mâruf ve nâhine 'âni'l-münker olacaklar.

* Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona) biatli, rabıtalı ve onunla irtibatlı olacaklar.

Böyle gerçek âlimlere tâbi olan, onları mürşid ve rehber edinenler Mevlâyı bulur.

Sahte ve bid'atçi âlimlere tâbi olanlar, onları kılavuz edinenler de belâlarını bulur.

Kılavuzu karga olanın...

* (İkinci yazı)

Bizim Camiler, Minareler, Şerefeler, Hoparlörler...

Bizim minare sizin minareden daha yüksek...

Ya öyle mi?.. Ama bizim minare üç şerefeli, sizinki iki...

Bizim caminin kubbesinin üzerindeki alem altın yaldızlı pırıl pırıl ışıldıyor güneşin altında, göz kamaştırıyor...

O ne ki... Bizim caminin hoparlörleri 130 desibel ezan okuyor, cihanı çın çın çınlatıyor.

Bizim cami alttan ısıtmalı, sizinki öyle mi ya...

Bizim caminin klimaları en lüksünden...

Ama bizim caminin ışıkları lazerli...

Lazer nedir ki, bizimkinde ültrafeniks şualar var...

Bizim caminin şadırvanından kışın sıcak, yazın soğutulmuş su akıyor...

Bizim caminin muslukları elini uzatınca akar, kapatınca kesilir...

Bizim camide kapalı devre dijital kamera sistemli koruma var...

Hah hah hah!... Bizim koruma sizinkinden daha sofistik...

Bizim cami... Sizin cami... O cami... Bu cami... Şu cami...

Yaylamsı bir yerde küçük torun:

-Deda deda ezan okuniya...

-Sus velet, o bizim ezan değul, komşu mahalle camiinin ezanidur.

Kubbeli camiler... Uzun minareler... Şerefeler şerefeler şerefeler... Halılar, mermerler, yaldızlar... Şadırvanlar... Camiin WC'leri... Men women one lira...

Güneşin doğmasına bir saat var... Şehrin binlerce camiinin hoparlörlerinden aşırı yüksek sesle ezan okunmaya başlar... Yer gök inler...Civardaki evlerin camları zangır zangır titrer... Çocuk uyanır ağlamaya başlar... Yakındaki otelde kalan bir turist yataktan düşer...

Ezan biter, Eyüb Sultan ve bir iki cami dışındaki öteki binlerce camiye birkaç ihtiyardan başka cemaat gelmez... Camilerde sabah vaktinde liseli ve üniversiteli bir genç bulamazsınız...

Dindar, radikal, İslamcı gençlik ve halk ya yataklarında leş gibi yatar, yahut namazı gece kıyafetiyle, uyku sersemliğiyle alelacele kılar ve tekrar tumba yatağa girer...

Nerede kalmıştık?

Bizim caminin minareleri...

Bizim caminin kubbesi...

Bizim caminin hoparlörleri...

Bizim caminin klimaları...

Bizim caminin halıları...

Bizim caminin mermerleri...

Bizim cami mi büyük sizin cami mi büyük?

Sarı Hafız güzel Kur'an okuyor... Öyleyse camiye gelip dinlesene...

Camiler, minareler, yaldızlar, hoparlörler, klimalar, kaloriferler, soğuk su cihazları, cami kapısındaki ayakkabı poşetleri, sıcak günlerde fıldır fıldır dönen vantilatörler, İslamda millî birlik ve beraberliğe dair hutbeler, 19 Mayıs'ta M. Kemal'e yapılan dualar...

Ah hele şu sabah vakitlerinde camilerimizin hali...

Ah ah ah!...

Eyvah!..

12.04.2012

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tek tip Müslüman Olmaz

 

 

Bazı sektler tek tip Müslüman yetiştirmek için çırpınıyor. Böyle bir şey İslam'ın ruhuna aykırıdır.

İslam dini çeşitlilik realitesini kabul eder.

Peygamberimiz "Ümmetimin çeşitliliği geniş bir rahmettir" buyurmuşlardır.

Müslümanların, çeşitlilik içinde sarsılmaz bir birlik oluşturmaları gerekir.

Tek tip Müslüman yetiştirmeye uğraşan nice sekt var ki, Ümmeti bölüyor da farkında değil.

Abbasî Halifesi Harunürreşid İmamı Mâlik hazretlerine "Bütün Müslümanları Mâlikî yapmak istiyorum" dediğinde büyük İmam bunu kabul etmemiştir.

İnsanların hepsini bir tek kan grubunda toplamak mümkün müdür? Elbette değildir.

Dört hak mezheb olmasında nice hikmetler, kolaylıklar, rahmetler vardır.

Müslümanlar arasında (olumlu) meşreb farklıları hep olagelecektir.

Asr-ı Saadet'te Resûl-i Kibriya Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) zamanında da meşreb farklılakları vardır. Ebu Zer Gıfârî ile Abdurrahman ibn Avf'ın meşrebleri başkaydı. İkisi de muhteremdi, ikisi de büyük mü'mindi. (Allah onlardan razı olsun)

Gerçek tasavvuf tarikatlarının hepsi "Tarikat-ı Muhammediyedir", isimlerinin değişik olması meşreblerindendir. Usûlde, esasta, temellerde hep birdir.

Hangi mezhepten, tarikattan, cemaatten, meşrebten olursa olsun bütün Müslümanların müşterek değerleri vardır. Bunlar kabul edilirse, çeşitlilik içinde birlik hasıl olur.

Bu değerler hangileridir? Sayayım:

1. Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim. Bütün Müslümanların, Kitabullahın doğru yorumu üzerinde birleşmeleri gerekir.

2. Resulullahın Sünneti.

3. Sahih itikad.

4. Fıkıh.

5. Şeriat.

6. İslam ahlakı.

7. İmamet/Hilafet.

8. Ümmet.

9. Adalet.

10. Ehl-i Sünnet ve Cemaat.

11. Sevad-ı Âzam.

Şu veya bu meşrebe sahip olmak bir nasip meselesidir. Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına, zaruriyat-ı diniyeye aykırı tarafları olmamak şartıyla Müslümanın birinin (A) tarikatından, diğerinin (B) tarikatından olmasında beis yoktur.

İslam'da üstünlük şu veya bu mezhebe, tarikata, cemaate mensup olmakla değil, taqva ile ölçülür.

Bütün tarikatların, cemaatlerin, grupların ana vazifesi, müntesiplerini (bağlılarını) yukarıda sayılan 11 ana prensibin dairesinde yetiştirmek, bulundurmak, terbiye etmek, olgun Müslüman yapmaktır..

Hangi cemaat tashih-i itikad konusunda daha hassas, daha şuurlu ise o konuda o üstündür.

Dinde bid'at çıkartan, Kur'anı ve Sünneti re'y ve heva ile yorumlayan bütün cemaatler bozuktur.

Bağlılarına beş vakit namazı emr etmeyen ve dosdoğru -kıldırtamayan bütün cemaatlerde bozukluk vardır.

Müslümanların zekatlarını Kur'ana, Sünnete, fıkha, Şeriata aykırı olarak toplayan ve aykırı olarak sarf eden bütün cemaatler vahim bir yanılgı ve günah içindedir.

Müsbet çeşitliliği kabul etmemek, ufuk darlığındandır.

Cemaatler, tarikatlar içinde elbette bir disiplin olacaktır ama öteki meşreblere asla rakip ve düşman olarak bakılmayacaktır.

On dokuzuncu asırda hem Mevlevî, hem Nakşî hilafet ve icazetine sahip şeyhler bulunmuştur.

Yine bundan yüz küsur yıl önce İstanbul Çarşamba Murad Molla Nakşibendî tekkesinde haftanın muayyen günlerinde Mesnevî-i şerif okunurmuş.

Yakın tarihimizde Çin diktatörü Mao, ülkesindeki bütün halkı tornadan çıkmış gibi tek tipe, tek kalıba, tek elbise içine sokmak istemişti ve elindeki korkunç imkanlara ve çok sayıda insanı ezmesine ve öldürmesine rağmen başarılı olmamıştı.

Çeşitli meşreblere mensup Ehl-i Sünnet Müslümanları birlikte sevgi ve saygı duyguları içinde hizmet edebilmelidir.

Sohbet edebilmelidir.

Namaz vakti geldiğinde, içlerinden en ehil olanını imam yapıp cemaatle namaz kılabilmelidir.

Birinin Nakşî, diğerinin Kadirî olması,

Birinin Risale-i Nur talebesi olması,

Birinin herhangi bir tarikata veya cemaate bağlı olmaması gibi farklılıklar, çeşitlilikler normal görülmelidir.

Onların müşterek/ortak bağı İslam ve iman kardeşliğidir.

Müslümanların meşreb, cemaat, tarikat yüzünden kavga etmeleri, birbirlerine düşman olmaları haramdır.

Ölçü şudur:

(Eğer Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına uygunsa) "Benim tarikatim, cemaatim çok iyidir" denilebilir ama öteki cemaat ve tarikatlar aleyhinde tek söz edilemez. Onların da iyi olduğu kabul edilir.

Hiçbir cemaatin ve tarikatin, başındaki zatı erbab haline getirmeye, putlaştırmaya hakkı yoktur.

Hiçbir şeyh ve başkan mâsum (günahsız) ve hatâsız değildir.

Şeyhlerin, başkanların günahsız olduğuna inanmak korkunç bir bid'attir ve kişiyi dinden çıkartabilir.

İsmet sıfatı sadece Peygamberlere (aleyhimüsselam) aittir.

Tasavvuf ve tarikat düşmanlığı, Vehhabîlerin ve neo-selefîlerin aşırılıklarındandır.

Birtakım cahillerin, sahte şeyhlerin, sahte müridlerin sözleri ve hareketleri yüzünden gerçek tarikatlar kötülenemez. Böyle bir şey haksızlık olur, adaletsizlik olur.

Gerçek tarikat büyükleri, İslam'ı hayata en iyi uygulamış kimselerdir.

Kendilerinden başka herkese kafir ve müşrik diyenler, mü'minleri tekfir ettikleri için kendileri kafir olur.

Tarikatlardaki zikirlerin ve merasimlerin fetvası ve ruhsatı verilmiştir.

Bunları kabul etmeyen etmez ve yapmaz ama fetva ve ruhsat ile yapanlara da dil uzatmaz.

Sahih/doğru, makbul, geçerli bir imana sahip olan herkes, (aralarında meşreb ve mezhep farklılıkları da olsa) kardeştir. Bu kardeşlik Allah tarafından kurulmuştur.

Bu kardeşliği bozanlar, zedeleyenler, kopartanlar, kardeşlerin arasını açanlar, kendi meşrebinden olmayanları rakip, hattâ maazallah düşman gibi görenler günahkardır, merduttur.

Türkiyede tek tarikatin, tek cemaatin hakim olması için çalışanlar boş bir hayal peşinde koşuyorlar.

Salih mü'min kardeşlerini bırakıp da kâfirleri dost ve veli edinenler sapıktır.

Meşreb olabilir ama meşrebçilik yapılamaz.

Genel davet dine, imana, Kur'ana, namaza, Şeriata, iyi ahlakadır.

Cemaatlere ve tarikatlara genel davet yapılamaz.

Can ciğer kardeş gibi olan iki Müslümanın birinin Nakşî, diğerinin Rufaî olmasını tabiî karşılamak gerekir.

Nasip meselesi...

Bütün Ehl-i Sünnet Müslümanlarının ehliyetli, liyakatli, âdil, âlim, idareci, liderlik sıfatlarına sahip, fedakâr, faziletli, ahlaklı, feragat sahibi bir zatı başlarına İmam-ı Kebir veya Halife-i Müslimîn olarak seçmeleri gerekir.

Bu zatın da elbette bir meşrebi olacaktır ama kendisi her meşrebten, her mezhebten Müslümanların reisi olarak vazife görecek, meşrebler arasında ayırım yapmayacaktır.

Şu hususu da belirtmekte fayda görmekteyim:

İslam ahlakında meşreb, cemaat, tarikat reklamı yapılmaz.

Bendeniz çok muhterem zevata, büyük ulemayla yetiştim. Onların tasavvufî intisapları vardı ama gizli tutar, söylemezlerdi.

Mezhepleri, meşrebleri, tarikatları, cemaatleri din ile özdeşleştirmek, din gibi benimsemek yanlış olsa gerek.

Üstünlük takva iledir. Kim daha takvalı ise Allah katında onun derecesi yüksektir.

Takva kalpte olan bir cevherdir. Dıştan onu şu ölçülerle sezebiliriz:

İlmi olan ve ilmiyle amel eden.

Beş vakit namazı cemaatle kılan.

Kur'ana ve Sünnete uyan.

Ahlakı ve karakteri yüksek olan.

Kendisinde ihlas alametleri bulunan.

Nefsiyle büyük cihad eden.

Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapan.

Büyüklere hürmetli, küçüklere şefkatli ve merhametli olan.

Mütevazı olan.

Zühd ve kanaat ile yaşayan.

Ucu Resullerin Seyidine ulaşan bir silsileye sahip olan.

İcazetli olan.

Gıybet ve tecessüs etmeyen, diğer lisan afetlerinden uzak duran.

Parayı sevmeyen.

Cenab-ı Hak biz mü'minleri ve Müslümanları kardeş kılmış, aramızda düşmanlığı, parçalanıp bölünmeyi, birbirimizle çekişmeyi haram ve yasak kılmıştır.

Cümlemizi ıslah buyursun. Âmin.

 

14.04.2012

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ehli Sünneti Savunmak

 

Ehl-İ Sünneti yıkmak isteyenler, Ehl-i Sünnet denilmesinden hiç mi hiç hoşlanmazlar. "Hepimiz kardeşiz, hepimiz Kur'anda birleşelim", bu Ehl-i Sünnet de nereden çıktı, Kur'anda yazıyor mu böyle bir şey derler.

Ehl-i Sünnet Kur'an Müslümanlığıdır.

Ehl-i Sünnet Kur'anı doğru yorumlar.

Adından anlaşılıyor, Sünnet Müslümanlığıdır.

Cemaat yani Müslümanların büyük topluluğudur.

Sevad-Azam'dır.

İmanın, İslam'ın, Kur'anın, Sünnetin, Şeriatın Ana Caddesi'dir.

Cumhur-i Ulema yoludur.

Kur'an, Müslümanları birliğe davet ediyor.

Peygamber aleyhissalatü vesselam mü'minleri birliğe çağırıyor.

Peygamber Efendimiz, "Ümmetim yetmiş üç parçaya ayrılacaktır. Bunlar, birisi hariç Cehennemliktir. Kurtulacak parça benim ve Ashabımın yolundan gidenlerdir" buyuruyor.

Ehl-i Sünnet Ashab-ı kiramın hepsini sever, sayar, hepsine hayır dua eder, hepsini din konusunda âdil kabul eder.

Ehl-i Sünnet Selef-i Sâlihîn Müslümanlığıdır.

Ehl-i Sünnet Tevhid Müslümanlığıdır.

Ehl-i Sünnet Allahın kemal sıfatlarla sıfatlı, noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna inanır.

Ehl-i Sünnet Peygamberler dışındaki insanların ismet sıfatı ile sıfatlı olduğunu kabul etmez.

Ehl-i Sünnet Peygamberimizin hanımlarını mü'minlerin anneleri bilir ve hepsine hürmet eder.

Ehl-i Sünnet, Ehl-i Beyt-i Mustafa'yı sevmenin ve tutmanın farz olduğunu bilir.

Ehl-i Sünnet, bin küsur yıl önce Ashab ve Tabiîn arasında geçmiş ihtilafların hükmünü Allahü Tealaya, Mahkeme-i Kübraya bırakır.

İnsanlık tarihinde en büyük İslam ve cihan devletini Ehl-i Sünnetin bayraktarı Osmanlılar kurmuştur.

Ehl-i Sünnet Müslümanlara ve insanlara taqiyye ve kitman yapmaz, mü'minleri aldatıp kandırmaz, gerçekleri acı da olsa, bütün çıplaklığı ile söyler.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığı ile laiklik kabil-i te'lif değildir.

Ehl-i sünnette, imandan sonra en büyük emir ve ibadet beş vakit namazdır. Sünnîlerin farz namazları (Şer'î özürleri) yoksa cemaatle kılmaları gerekir.

Ehl-i Sünnet İslamlığında hür kadınların tesettüre girmesi gerekir.

Ehl-i Sünnet İslamlığı, Allah ile olan bütün ibadet ve muamelerde ihlasın ana şart olduğunu bildirir.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığında, dünya işlerinde adalet temel prensiptir.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığı din sömürüsünü, mukaddesat bezirgânlığını çok büyük bir günah ve hıyanet olarak görür.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığında mâruf ile emr ve münkerden nehy farzı uygulanır.

Hulefa-i Râşidîn devrinden sonra Kur'an'a Sünnete ve Şeriata en uygun İslamî sistem ve düzen Sünnî Osmanlı devletinin kuruluş ve yükseliş devridir.

Osmanlı devletinin ve hilafetinin en büyük düşmanları ve yıkıcıları Necid'de zuhur eden Vehhabiye fırkası olmuştur.

Safevî İran, Osmanlı ile asırlar boyu savaşmış ve büyük kan dökülmesine sebep olmuştur.

Farmason bir ihtilalci olan taqiyyeci Afganî'nin metodu ve görüşleri Ehl-i Sünnet İslamlığı ile bağdaşmaz.

Ehl-i Sünnet İslamlığı Kur'anı, Sünneti esas alır ve bunların hükmü varken re'yi kesinlikle kabul etmez.

Ehl-i Sünnet İslamlığı her Müslümanın Kur'anı kendi re'y ve hevası ile yorumlamasını, kendi kafasına göre hüküm çıkartmasını asla kabul etmez.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığı medenî Müslümanlıktır, bedevî ve â'rabî Müslümanlığı değil.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığında ehl-i Tevhid ve ehl-i kıble kişi (dinden çıktığına dair kesin delil ve hüküm olmadıkça) mü'min ve kardeş kabul edilir.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığı dinde çıkartılan bütün bid'atleri reddeder.

Ehl-i Sünnet İslamlığı, büyük günah işleyenleri (o günahın haram olduğunu inkar etmedikçe) dinden çıkartmaz, onlar için kafir oldu demez.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığının İslamın doğru yorumu olduğuna dair sayısız delillerinden biri, Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) İstanbul'u fethedecek kumandan ve ordusu ile hadîsidir. Fatih Sultan Mehmed Han Mâturidî inancına ve Hanefî mezhebine bağlı bir Ehl-i Sünnet Müslümanı idi.

Bütün bid'atçiler Ehl-i Sünnete karşıdır.

Mezhepsizler Ehl-i Sünnete karşıdır.

Telfik-i mezahib isteyenler Ehl-i Sünnete karşıdır.

Bütün bozuk fırkalar Ehl-i Sünnete can düşmanıdır.

Bendeniz (nefsime bir pâye vermemek şartıyla) Ehl-i Sünnet Müslümanı olmakla iftihar ederim.

Elimden geldiği, dilimin döndüğü kadar Ehl-i Sünneti savunurum.

Ehl-i Sünneti savunurken Kur'anı, Sünneti, Şeriati savunduğumu bilirim.

Ehl-i Sünnet Müslümanı olduğum için her türlü reforma, dinde yeniliğe, dinde değişime karşıyım.

BOP'un yeni bir İslam türetme planlarına karşıyım.

Bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak, M. Kemal paşanın ölümünden sonra türetilmiş bozuk bir ideoloji olan Kemalizme karşıyım.

Kemalist ilahiyatçıları çok ayıplar ve kınarım.

Ehl-i Sünnet Müslümanı olduğum için fıkha ve Şeriata taraftarım.

Siyonistlerin, Haçlıların, İslam düşmanlarının, Kriptoların, Üçgenli Biraderlerin direktifleriyle ılımlı ve light bir İslam çıkartmak isteyenlere karşıyım.

İslam'da kader yoktur diyenlere karşıyım.

Bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak Pakistanlı Fazlurrahman'ın Tarihsellik ve Tatiliye mezhebine çok karşıyım.

Bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak din sömürücülerine, mukaddesat bezirganlarına, Allahın ayetlerini ucuza veya pahalıya satanlara son derece muhalifim.

Ehl-i Sünneti niçin savunduğumu, ehl-i bid'ati niçin reddettiğimi iyi biliyorum.

* (İkinci yazı)

Sabah Namazı ve Peygamber

Evvelki pazar sabah erkenden saat 5:30'da yola çıktım. Çengelköy'ün yükseklerinde bir camie namaza gittim. Kubbesiz, kiremit kaplı fakat çok sanatlı, çok şirin bir bina. Etrafı kabristan, havadar. İçeriye girdiğimizde hocası Kur'an okuyor, dört-beş kişi de önlerindeki rahlelere koydukları Mushaflardan takip ediyordu. Maalesef camide hiçbir liseli ve üniversiteli genç yoktu. Yahu ilaç için bir iki çocuk bulunsa olmaz mı? Neyse, namazı kıldık, çarşıya indik. Çengelköy'e her gelişimde oradaki bir fırından ıspanaklı börek alırım, yine aldım. Sonra kahvaltı etmek için Eyüp Sultan'a Özsaraylar Kebapçısı'na gittik. Bilahare Küçük Pazar'da kurulan bit pazarına uğradım. Vakit erken, belediyenin motorize kuvvetleri fukara satıcıları püskürtmek için gelmemişlerdi. Biraz kitap, el sanatı eşyası aldım. Oradan Dolapdere'ye geçtik. Birkaç kitap, porselen, seramik... Eve döndüm.

Bu pazar hava soğuktu. Şehir dışına gezmeye gitmedim.

Sabah namazlarında camilerin durumu iç acıcı değil. Eyüp Sultan, Sümbül Sinan gibi bir iki cami dışında mabetler bomboş.

Resulullah Efendimiz(salat ve selam olsun ona) "Münafıklara en ağır gelen iki şey sabah ve yatsı namazlarıdır. Bunlardaki hayrı bilmiş olsalardı sürünerek bile olsa gelirlerdi." buyurmuşlardır.

20-30 büyük ehl-i sünnet cemaat ve tarikatinin başkanları, hocaları, şeyhleri bir araya gelseler Müslüman halka hitaben bir beyânnâme hazırlayıp milyonlara duyursalar eminim ki hayırlı bir değişiklik başlar. Bugünküne nispetle seher vakitlerinde daha fazla cemaat olur.

Muhteremler niçin bu güzel işi yapmıyorlar acaba?

Halk ve gençlik gaflet içinde... Birkaç ay önce sur içinde Müslüman bir talebe yurdunun birkaç metre uzağındaki tarihi, küçük bir camiye gitmiştim. İmamı Şam'da okumuş muhterem bir kimse... Namazdan sonra sordum, "Karşıki yurttan, bilhassa sabah namazlarında öğrenciler geliyor mu?" Maalesef bir kişi bile gelmiyor dedi. Halbuki yurtta birkaç yüz öğrenci kalıyor.

İnsanlar gaflet edebilir, lâkin bilenlerin mutlaka uyarması gerekir.

Türkiye Müslümanlarının sadece yüzde 10'unun beş vakit kılması, yüzde 90'ının bînamaz olması büyük bir felakettir. Halk işin farkında değil.

Ehl-i dünyanın umurunda mı namaz? Şimdi rant devşirme, haram ganimet toplama hengâmıdır.

Resulullah Efendimizin ruhaniyeti bizimledir. Biz Müslümanlar onunla irtibatlı, rabıtalı olmalıyız.

Resulullah Efendimiz rüyada, bazen yakaza hâlinde görünebilir. Bu konuda aydınlanmak isteyenler "Tenbihü'l Gabi an Rü'yeti'n-Nebi" kitapçığına göz atabilir.

Resulullah Efendimizle konuşmak isteyenler onun sahih hadislerini okusunlar. Mana âleminde bilhassa sabah namazı hakkında sorsak bize hadisleriyle ne diyecek:

"Mutlaka cemaatle kılın... Cemaatten ayrılmayın..."

Sadece namaz konusunda değil dinle, hayatla, davranışlarımızla ilgili her hususta ona sormalıyız.

Paran var, yeni bir otomobil almaya gidiyorsun, Resulullah'a soracaksın:

"Nasıl bir otomobil edinmemi uygun görürsünüz?"

Hadisleriyle, sünnetiyle size ne diyecektir?

"Sakın israf etme, ihtiyacın neyse ona göre bir araba al. Seni gurura, kibre, tafraya, böbürlenmeye götürecek lüks bir araba senin için hayırlı olmaz."

İçinde içki içilen, fuhşiyyat yapılan, lüks, beş yıldızlı otelin restoranına giderken de sor, belki de yarı yoldan geri dönersin.

Evindeki plazma mı ne meretse o televizyonu da bir sorsana...

Peygambere imân etmek, ona bağlı olmak, kuru lafla olmaz. İsmi anılınca elini göğsüne götürmekle bitmez. Efendimiz milâdî 632 tarihinde bu dünya hayatına veda ettiler ama ruhaniyeti bizimledir, ayînemizi temiz tutarsak nebevî ruhların ışıltılarından hissemizi alırız.

 

16.04.2012

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

İmamı Rabbanîye Kâfir Diyenin Kendisi Kâfir Olur

 

 

Birinci madde: Yirminci asrın ilk yarısında dünyada iki devlet tasavvufu, tarikatları yasaklamıştır. Biri TC, ikincisi Suudî Arabistan... Biri laiklik adına, ötekisi Vehhabilik adına...

İkinci madde: İslam tarihinde Din-i Mübin-i İslama en fazla hizmet edenler; Kur'an, Sünnet ve Şeriat yolunda olan gerçek tasavvuf ve tarikat erbabıdır.

Üçüncü madde: Namaza ve diğer ibadetlere en fazla dikkat eden ve onları dosdoğru eda edenler tarikat ve tasavvuf erbabıdır.

Dördüncü madde: İslam, bir yandan cihad ve gaza ile, öte yandan gerçek şeyhler ve dervişler ile yayılmıştır.

Beşinci madde: Bizim Anadolu'yu feth etmemiz hem kılıçla, hem tarikatla olmuştur.

Altıncı madde: Tasavvufun ve tarikatın hak, gerçek, doğru olması için Kur'anın zâhirine, Sünnete, Şeriata mutabık olması gerekir.

Yedinci madde: Birtakım bozuk kişiler ve bozukluklar tarikatın ve tasavvufun değerine, hak olduğuna gölge düşürmez.

Sekizinci madde: Tarikat ve tasavvuf düşmanı Vehhabilik hareketi; İngilizler tarafından Osmanlı İslam devletini ve Hilafetini yıkmak, İslam birliğini parçalamak ve emperyalizme hizmet etmek maksadıyla teşvik edilmiş, desteklenmiştir.

Dokuzuncu madde: Ehl-i Sünnet Müslümanlığı doğru yoldur, Sevad-ı Azamdır, fırka-i nâciyedir, cadde-i kübradır.

Onuncu madde: Vehhabilerin Ehl-i Sünnete aykırı olan bütün iddia ve görüşleri hatâdır. Diyelim ki, 120 konuda ve meselede Ehl-i Sünnetten ayrılıyorlar. Bunların 120'sinde de haksızdırlar, bir tekinde bile haklı değildirler.

On birinci madde: Vehhabilerin, Ehl-i Sünnet ile ittifak halinde bulundukları şeyler onların hak mezhep olduğuna delalet etmez.

On ikinci madde: İmamı Rabbanî çok büyük bir İslam alimi ve mürşididir. Onu tekfir edenin, ona müşrik diyenin kendisi kafir olur.

On üçüncü madde: İmamı Gazalî, Muhyiddin ibn Arabî, Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî, Hasan eş-Şazelî, İmam Şâranî ve benzeri büyükleri tekfir edenin kendisi kafir olur.

On dördüncü madde: Muhtelefün fih mesail konusunda kimse tekfir edilemez, şirkle suçlanamaz.

On beşinci madde: Bir Müslümanın kafir veya müşrik olduğuna dair geçerli fetva ve geçerli kadı ilamı olmadıkça onun Müslümanlığı esastır. Çünkü beraat-i zimmet asıldır.

On altınca madde: Vehhabilerin, Selefilerin, neo-Haricilerin, reformcuların, bazı Kemalist ilahiyatçıların; Ehl-i Sünnet imamları, uleması, fukahası, evliyası hakkındaki küfür ve şirk fetvaları hezeyandır ve bâtıldır. Asıl kafir olanlar, böyle fetvalar verenlerdir.

On yedinci madde: Muhyiddin ibr Arabî Şeyh-i Ekberdir.

On sekizinci madde: İslam büyükleri arasındaki tartışmalar ve füruata ait görüş ayrılıkları, biz Ehl-i Sünnet Müslümanlarının, onların hepsini sevmemize ve onlara hürmet etmemize mani olmaz. Başlangıçta İmamı Sevrî İmam Ebû Hanifeyi tenkit etmiştir. Biz ikisine de hürmet ederiz.

On dokuzuncu madde: İslam, Anadolu coğrafyasına tasavvuf ve tarikatlarla girmiş, tasavvufla yükselmiştir. Yakın tarihimizde küfürle, şirkle, irtidatla, deccaliyetle en fazla tarikatlar mücadele etmiştir. Türkiye'de tarikatları yıkmak isteyenler, bilerek veya bilmeyerek İslam'ı ve Ümmeti yıkmış olurlar.

Yirminci madde: Birtakım cahillerin, sapıkların, bid'atçilerin yaptıklarını bahane ederek gerçek tasavvufa ve tarikatlara saldırmak büyük bir adaletsizlik, insafsızlık ve zulümdür.

Yirmi birinci madde: Cahil ve hafif akıllı bir karı, bir evliya türbesine gitti ve ondan kendisine koca bulmasını istedi diye tarikatı, tasavvufu, evliyayı bütünüyle inkar etmek, küfür ve şirkle suçlamak Müslüman mantığı ve adaleti değil, eşek mantığı ve adaletidir.

Yirmi ikinci madde: Vehhabiliği çıkartan M. ibn Abdilvehhabın kardeşi Süleyman ibn Abdilvehhab, kardeşinin sapıttığına dair "Es-Savaiq el İlahiye fi'r-Red 'ale'l-Vehhabiye" kitabını yazmıştır. Biz Ehl-i Sürnnet Müslümanları bu muhterem zatı imam kabul ederiz.

Yirmi üçüncü madde: İbn Teymiye'nin, Ehl-i Sünnet cumhuruna uymayan şazz görüş, kanaat, inanç ve ictihadlarının hepsi yanlıştır. O, ilmi aklından fazla bir kişiydi ve bu yüzden aşırılıklara kaçmıştır. Kitaplarında doğrularla yanlışları bir araya getirmesi, onun bütün görüşlerinin isabetli olduğuna delalet etmez.

Yirmi dördüncü mesele ve netice: Tasavvuf ve tarikat haktır... Tarikat ve tasavvuf büyükleri İslam büyükleridir... Kur'ana, Sünnete, Şeriata uygun olan hakiki tarikat ve tasavvufu küfür ve şirkle suçlamak küfre götürür... Kur'ana, Sünnete, Şeriata bağlı olan ve müridini o yolda yürüten ve terbiye eden kâmil ve mükemmil bir şeyhe bağlı olmayan kimse (şayet tek başına kendisini kurtaramayacaksa) şeytanın maskarası olur.

* (İkinci yazı)

 

Hepsi, Her Şey Yargılanmalıdır

 

Sanıyorum bu iş gide gide Büyük Paşa'nın ve ekibinin de yargılanmasına yol açacaktır. Onlar hayatta olmadıkları için, vaktiyle Vietnam savaşı için filozof Russell'in kurduğu mahkemeye benzer sembolik bir mahkeme huzuruna çıkarılacaklar.

23 Nisan 1920'den bu yana Türkiye yakın tarihini yargılamak zorundadır.

M. Kemal Paşa, Samsun'a Sultan Vahdettinin yaveri sıfatıyla çıkmıştı.

İlik Büyük Millet Meclisinde Padişahı kurtarmak için toplanıldığı açıklanmıştı.

1923'te Cumhuriyet ilan edildiğinde devletin dini İslam'dı. (Anayasanın ikinci maddesi)

İstanbul'da 1924'e kadar devletin bir Halifesi vardı.

CHP'nin tek parti iktidarı zamanında yapılan bütün köklü değişiklikler, İstiklal mahkemeleri, devrimler, asmalar kesmeler, insan hakları ihlalleri hep yargılanmalıdır.

Zulme ve gadre uğrayan mağdurlar aklanmalıdır.

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Şubat 1980, 28 Şubat hep yargılanmalıdır.

Son yüz yıllık tarihimizdeki iç soygunlar, talanlar, vurgunlar...

Birtakım büyük adamların edindikleri efsânevî servetler...

Yekunu trilyonlarca dolara varan kara, kirli, necis, haram servetler...

Akıl almaz rüşvet ve komisyonlar...

Daha bitmedi:

Müslümanların dillerini kesmek için Türkçenin katl edilmesi.

Millî kimlik ve kültüre karşı işlenen cinayetler.

Sayısı on bini bulan caminin, mescidin, medresenin, taş mektep binasının, tekkenin yıkılması, tahrip edilmesi, satılması, kiraya verilmesi...

Bütün tarihî İslam kabristanlarının ya tamamen düzlenmesi, yahut dehşetli şekilde tahrip edilmesi.

Halkın, atalarının mezar taşlarını okuyamayacak kadar cahil bırakılması.

Kadın haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelere aykırı olarak kadınlara resmî TC vesikaları verilerek yasal fuhuş yaptırılması.

İslam vakıflarının talan edilmesi.

Listede daha neler var:

Nuri Demirağ'ın uçak fabrikasının batırılması.

Yüzde yüz yerli ve millî bir otomobil sanayinin kasıtlı olarak baltalanması.

Beş milyondan fazla nüfusa sahip olmaması gereken İstanbul'un, rant yüzünden 20 milyonluk dev bir şehir haline getirilmesi.

Dava konuları bitmez...

Müslümanlar, kendi aralarında âdil mecazî mahkemeler kurarak yakın tarihteki korkunç din sömürüsünü yargılamak zorundadır.

Yekun olarak yüz milyarlarca dolarlık dâva paraları nasıl deve edilmiştir?

Birtakım çulsuzlar nasıl dünya çapında zengin olmuştur?

Saf Müslüman kitleler nasıl soyulmuştur?

 

28 NİSAN 2012

Share this post


Link to post
Share on other sites

Âsâyiş BerKemâl

 

Bir ülkede, bir halkta, bir devlette şu aşağıda sayacağım değerler ya hiç yoksa, yahut yeterli miktarda mevcut değilse ne olur? Önce bu değerleri sıralayalım:

1. Ahlak ve karakter terbiyesi... Yeni nesillere aile ocağında, okulda, toplum hayatında, çalışma mekanlarında, sokakta, medyada ahlak ve karakter terbiyesi verilebiliyor mu?

2. Genelleşmiş olan eğitimde millî kültür ve genel kültür verilebiliyor mu?

3. Liselerde ve üniversitelerde okuyan milyonlarca gence yazılı ve edebî Türkçe öğretilebiliyor mu? Yeni nesiller 1928'den önce yazılmış ve basılmış Türkçe metinleri okuyabiliyor mu?

4. Adalet, insaf, doğruluk dürüstlük, iffet, namus, fazilet, mürüvvet kavram ve değerleri beyinlerde, zihinlerde, gönüllerde köklü bir yere sahip midir?

5. Lise mezunları mantık bilgi ve kültürüne sahip midir?

6. Estetik ve sanat terbiyesi verilebiliyor mu? İnsanlar çirkinliklerden rahatsız oluyor mu?

7. Ülkede toplumsal barış var mıdır?

8. Çeşitlilikler ve "ötekiler" arasında uzlaşı/mutabakat var mıdır?

Evet bir ülkede, bir devlette, bir halkta bu değerler yoksa veya çok az ve yetersiz miktarda ise, orada neler olur? Bir de bu olacaklara bakalım:

1. Toplum sağlıklı ve dengeli olmaz.

2. Fitne ve fesadın ardı arkası kesilmez.

3. Vatandaşların bir kısmı birbirinin meleği değil, kurdu olur.

4. Bina ve zina çoğalır.

5. Dev adliye binalarında hizmet gören hakimler ve savcılar ordusu milyonlarca dava dosyasına bakmaya yetişemez.

6. Cezaevleri hep dopdolu olur.

7. Hırsızlığın, haram yemenin her türlüsü yaygınlaşır.

8. İffet, namus ve utanma kavramı ve değeri zayıfladığı için şehvetler galeyana gelir; gizlenmesi gereken ayıplar ve günahlar sokaklara, meydanlara, Kültür Parklara, feribotlara iner, medya müstehcenlik bataklıklarına yuvarlanır, Kürtaj ve bekaret tamiri yaygınlaşır.

9. Memleketin zenginlikleri soyguncular, rantçılar, hortumcular tarafından talan edilir.

10. Azınlıkta kalan namuslu vatandaşlar bunca pisliğe isyan ederken; soygun ve ranttan pay alamayanlar feryat eder.

11. Müslüman kesim de ahlakını ve kendisini ayakta tutacak dinî değerlerini yitirdiği için Adana'da aç kalan yoksul, perişan, zavallı 26 yaşındaki anneye kimse birkaç yüz lira zekat vermez ve kadıncağız intihar eder.

12. Ahlaksızlık ve beyinsizlik yüzünden ülke bir Tımarhâne-i Kübraya döner.

Türkiye'yi İslam ve onun değerleri ayakta tutuyor, birliğini sağlıyordu.

İslam'ı sarstılar, değerlerini yürürlükten kaldırdılar, onların yerine:

1. Uyduruk bir resmî ideoloji koydular.

2. Batı medeniyetinin ve AB'nin norm ve ölçülerini aldılar.

3. "Kahr olsun Şeriat!" diye haykıran Moiz Kohen Tekin Alp'in milliyetçiliğini benimsediler.

Sonunda, şu 2012 yılında karşımıza felaket bir manzara çıktı.

Yükselin biraz ve Türkiye'ye yukarıdan kuşbakışıyla bakınız.

Gazetelere bakınız... Tv'lere bakınız... Sokaklara, meydanlara, otobüslere, parklara, feribotlara, bilhassa "Kültür parklarına" bakınız.

Aman kaçırmayınız, bahar ve yaz aylarında Kültür Parklar bir alemdir.

Bursa Emniyet Müdürü beyefendi ne demişti:

Geceleri teftişe çıkıyorum, Kültür Park'ta her çalının dibinde sevişen bir çift... Kanunlar müsait olmadığı için bir şey yapamıyoruz...

Mübarek Ramazan yaklaşıyor... Yine Ramazan şenlikleri yapılacak. Aman ne şenlikler... Evlere şenlik...

Kürtaj bayağı bir sektör olmuş.

Bekaret tamiratı işi çok gelişmiş.

Garp cephesinde sükûnet hüküm-ferma, âsâyiş ber-kemal.

Kemal Kemal Kemal...

* (İkinci yazı)

 

Kurtulmak İsteyenin Dikkat Edeceği Hususlar

 

Muhterem kardeşim: İmanını, âhiretini ve ebedî saâdetini kurtarmak istiyorsan aşağıdaki maddelere dikkat etmelisin:

1. İslam'a, Kur'ana, Sünnete göre kötü olan bir düzene ve sisteme iyi demeyeceksin.

2. İtikadını tashih edeceksin yani seni küfre, dalalete=sapıklığa düşürebilecek, inançla ilgili bid'atlardan arınacaksın; Allahı kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh bileceksin.

3. Resûlullah Efendimizi (Salat ve selam olsun ona) canından ve çok sevdiğin kimselerden daha fazla seveceksin. Onu kendine en güzel örnek ve model olarak kabul edeceksin.

4. Allah ile ilgili bütün işlerinde ihlaslı olacaksın.

5. Yaratıklarla ilgili işlerde adaletli ve insaflı olacaksın. Öyle ki, bir çalıdan bir yaprağı bile lüzumsuz olarak kopartmayacaksın.

6. Sen merhamete çok muhtaçsın. Sana merhamet edilmesini istiyorsan sen de merhametli olmalısın.

7. Allahın kesin olarak haram kıldığı şeylerden birine bile helal demeyeceksin. Aksi takdirde kafir olursun.

8. Ribadan, faizden bucak bucak kaçacaksın.

9. Kafirleri dost ve velî edinmeyeceksin.

10. Nefsini emmâre derekesinden, en az levvâme derecesine çıkartmak için çırpınacak, gayret göstereceksin.

11. Din, iman, Kur'an, mukaddesat bezirgânlığı ve sömürüsü yapmayacaksın, böyle bir ticareti karı satmaktan daha kötü bileceksin.

12. Allaha, Resulüne (Salat ve selam olsun ona) ve BİZDEN olan emir sahiplerine (icazetli ulemaya, fukahaya, kâmil ve mükemmil mürşidlere, Müslüman ümeraya) itaat edeceksin.

13. İhtiyaçlarını çoğaltmayacaksın.

14. İsraf, lüks, gösteriş, aşırı tüketim, aşırı konfor, gurur ve kibir gibi helak edici şeytanî davranışlarından uzak duracaksın.

15. Zekatını Kur'ana, Sünnete, fıkha, Şeriata göre hak sahiplerine dağıtacaksın. Zekat ve sadakalarını uğrulara kaptırmayacaksın.

16. Beş vakit namazı kalacaksın.

17. Cemaat ehli olacaksın.

18. Mütevâzı, alçak gönüllü olacaksın.

19. Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapacaksın.

20. Laik ve seküler olmayacaksın, gerçek dindar olacaksın.

21. Azgınlığın her türlüsünden uzak olacaksın. Âşikâre, küstahça fısk, fücur ve günah işlemeyeceksin.

22. Dünyayı imtihan meydanı, tarla bileceksin, büyük yolculuğa hazırlanacak, onun için azık toplayacaksın.

23: Haram yemeyeceksin, haram kazancın olmayacak, haram para ve malla zengin olmayacaksın.

03.06.2012

Share this post


Link to post
Share on other sites

Küfre ve Dalâlete Hizmet Eden Fâsıklar

 

Açık küfrün en büyük destekçisi, kendilerini iyi, sofu, koyu Müslüman gösteren fâsıklardır. Onlar küfre, dalâlete (=sapıklığa), kötülüğe, nifaka dolaylı şekilde nasıl yardımcı olurlar?

1. Tek bir Ümmet olması gereken Müslümanları bölerler, bin parçaya ayırırlar, Allahın kardeş kıldığı mü'minleri birbirine düşman ederler, tefrika ve şikak yangınları çıkartırlar; böylece Ehl-i İman'ı Ümmet olmaktan çıkartıp kurtların oyuncağı bir sürü haline getirirler.

2. Kur'an ve Peygamber (Salat ve selam olsun ona) gıybeti ve tecessüsü yasaklamışken, onlar devamlı ve sistemli olarak gıybet ederler, tecessüs ederler ve Müslümanları birbirine düşürürler.

3. Dini, imanı, mukaddesatı, Kur'anı alet ederek zengin olurlar. Onlar paraya, mala tapar.

4. Onlar nefs-i emmârelerine put gibi tapar.

5. İslam ribayı kesinlikle yasak ve haram kılmışken, onlar ribaya batmıştır.

6. Onlar şer'î tesettürün canına okumuşlar, ortaya şeytanî bir tesettür çıkartmışlardır.

7. İslam, israfı, gururu, kibri yasak kılmıştır ama onlar, kendilerini azdıran korkunç bir israf içindedir.

8. Onlar zekatlarını ya hiç vermezler, yahut az verirler ve verilmesi gereken yerlere vermezler. Bu memlekette her yıl milyarlarca dolar zekat toplanır; bu zekatlardan birkaç yüz veya birkaç bir lirası aç, perişan, yoksul, sefalet içinde çırpınan ve bu yüzden intihar ederek iki yavrusunu yetim bırakan 26 yaşındaki Adanalı anneye nasip olmaz.

9. Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) "Birlikte olan iki Müslüman (farz) namazlarını ayrı ayrı kılsalar (cemaat olmasalar) şeytan onları istila eder" diye uyarmış olduğu halde onlar Ümmetin başına bir İmam-ı Kebir seçip mü'minlerin ona biat ve itaat etmesi için çalışmazlar.

10. Onlar birtakım muhterem ve gayr-i muhterem zatları erbab haline getirip putlaştırmış, böylece ortaya binlerce gavs ve aktab çıkartmıştır.

11. Onların bir kısmı Süfyanların, Deccalların, kezzabların hiç utanıp arlanmadan propagandasını ve övgüsünü yapar, onlara rahmet okur.

"İkinci yazı"

Müslümanlar Menfaatlerini Bilmiyor

Müslümanların çok büyük kısmı menfaatlerini bilmiyor. Yararlarına ve zararlarına olan şeyleri birbirinden ayırt edemiyor.

Bu hal çok büyük bir felakettir.

Bu felaketin en büyük sorumluları, ellerinde imkan olduğu halde halkı uyarmayan, bilgilendirmeyen, aydınlatmayan ilim sahipleridir.

Ellerinde fırsat olan siyasî, iktisadî, sosyal güç sahipleridir.

Müslümanlar hangi konularda gaflet içindedir? Bir bir sayayım:

1. İlmihallerini ve dinî ahlak prensiplerini öğrenmiyorlar.

2. İtikadlarını tashih etmiyorlar.

3. Yüzde 90'ı (belki daha fazlası) beş vakit namaz terk etmiş, şehvetlerine uymuş.

4. Hür ve mukim erkekler (şer'î mazeretleri yoksa) cemaate gitmiyor.

5. Ellerine para ve mal geçenlerin çoğu israf ve lüks büyük günahına batıyor.

6. Dünya için hep burada kalacakmış gibi, âhiret için hiç oraya gitmeyecekmiş gibi çalışıyorlar.

7. Kadınların ve kızların çoğu ya hiç tesettüre girmiyor, girenlerin büyük kısmı ise Kur'ana ve Sünnete aykırı kapalı çıplak tesettürlü oluyor, gülünç duruma düşüyor.

8. Nice Müslüman, futbol kulübü tutar gibi cemaat, tarikat, hizip, fırka, klik, sekt holiganlığı yapıyor.

9. Yardımlaşma, paylaşma, infak ahlakını büyük ölçüde unutmuş bulunuyoruz.

10. Zekatlarımızı Kur'ana, Sünnete, şeriata, fıkha uygun şekilde vermiyoruz, sarf etmiyoruz.

11. Uyanık, şuurlu, medenî Müslümanlardan oluşan bir Ümmet değiliz; bin parçaya ayrılmış, sürüler durumuna düşmüşüz.

12. Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmıyoruz.

13. Nice cahil Müslüman birtakım ruhbanları erbab haline getirmiş, putlaştırmıştır.

14. Aşırı derecede dünyevîleşmiş, seküler Müslümanlar olmuşuz.

15. Başımıza bir İmam-ı Kebir seçmiyoruz, ona biat ve itaat etmiyoruz.

16. Dinimizi içinden, mihraptan yıkmak isteyen reformculara, yenilikçilere, değişimcilere, mezhepsizlere kapılıyoruz.

17. Çocuklarımızı gerçek dindar gençler olarak yetiştirmiyoruz.

18. Dünya kültürünün yanında Tevhidî eğitim veren, içinde cemaatle beş vakit namaz kılınan özel İslam Mektepleri açmıyoruz.

19. Siyasî iktidara baskı yapıp İslam Medreselerini, tasavvuf tarikatlarını açtırtmıyoruz.

20. Dinimize, imanımıza uygun bir hayat sürebileceğimiz İslam Komünleri kurmuyoruz.

Öyle sapık ve dengesiz Müslümanlar görülüyor ki, kendi büyüklerine saldırılınca aşırı tepki gösterip yeri göğü yıkıyorlar, Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona) saldırılınca sessiz ve tepkisiz kalıyorlar, yahut gerektiği kadar tepki göstermiyorlar.

İçimizdeki İbn Sebe'lerin, Lawrence'ların, Hempher'lerin, casusların, ajanların, şeytanların, provokatörlerin devamlı olarak oyunlarına geliyor, tuzaklarına düşüyoruz, yine de bir türlü akıllanmıyoruz, firaset sahibi olmuyoruz.

Peki, Müslümanlar nasıl ve ne zaman uyanacaklar?

Şu anda bir uyanma, toparlanma, kendine gelme ve kendine dönme hareketi görülmüyor.

Para en büyük değer olmuş... Dünyevîlik... Bölünmüşlük... Bedevî kültür ve zihniyet...

Kısa zamanda uyanıp toparlanmazsak geleceğimiz çok karanlıktır.

Sadece günlük namazları büyük ölçüde yitirmiş olmamız bile büyük bir felakettir.

Müslüman halkı uyarmaları üzerlerine vacip olan bilenler, vazifelerini yerine getirmezlerse, umumî gelecek musibetler içinde onlar da helak olacaktır.

 

10.06.2012

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mali'nin kuzey kısmını ele geçiren Vehhabî ve Selefî meşrebli radikal İslamcılar evliya türbelerini yıkmaya başlamışlar. Ne kötü bir haber... Yıkılan türbelerin hem dinî kıymeti var, hem de mimarlık, sanat, kültür kıymetleri. Bunları yıkabilmek için Ehl-i Sünnet dünyasının ulema ve fukahasından fetva almak gerekmez miydi?

Cahil halk bu türbeleri ziyaret ederek şirke ve küfre düşüyormuş... Kimler söylüyor böyle?.. Vehhabîler, radikal Selefîler... Müslüman aleminin yüzde sekseninden fazlasını oluşturan Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ulema, fukaha ve müftüleri böyle düşünmüyor.

Evet, yeterli din bilgisine sahip olmayan bazı cahiller aşırılıklar sergileyebilir ama onların yanlışları yüzünden evliya türbelerini yıkmak insafa, adalete, akl-ı selime, Müslümanlığa, insanlığa yakışmaz.

Suudî Arabistan'da şu anda Resulullah Efendimizle (Salat ve selam olsun ona) yanında yatan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in (radiyallahu anhüma) kabir ve kubbelerinden başka diğer bütün kabirler ve kubbeler düzlenmiştir. Peygamberimizin pak zevcelerinin, Aşere-i mübeşşerenin, Bedir ashabının, diğer sahabe, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiinin (radiyallahu anhüm ecmain), on dört asırdır gelip geçmiş ulemanın, fukahanın, evliyaullahın, müminlerin ve müminatın kabirleri artık silinmiştir. Ne korkunç vandallık!

Resulullah Efendimiz bir ara kabir ziyaretini yasaklamıştı ama sonra izin verdi, kabirleri ziyaret etmek ölümü hatırlatır buyurdu.

Vehhabiler Efendimizin türbesini de yıkıp düzlemek istiyor ama buna cesaret edemiyor.

Farz edelim Türkiye'de bir Vehhabî rejimi kuruldu, yapacağı ilk iş bütün türbeleri ve kabirleri yıkmak, mezarlıkları düzlemek olacaktır. Ne Sahabe kabri dinlerler, ne evliya, ne ulema, ne süleha...

Yıkacakları ilk türbe de Eyüp Sultan'daki Eba Eyyub el-Ensarî radiyallahu anhın türbesi olacaktır.

Zavallı Müslümanlar... İki ateş, örs ile çekiç arasında kalmışlar. Bir tarafta gaddar dinsizler, öteki tarafta gulüvve sapmış aşırı ve fanatik bid'atçiler...

1920'lerde İslam dünyasında iki ülkede tarikatlar, zikrullah, tekkeler, tasavvuf yasaklanmıştı. Kemalist Türkiye'de laiklik adına, Vehhabî Arabistan'da din adına...

Vehhabîler İbn Teymiye'yi büyük imam kabul ederler ama onun Şeyh Abdülkadir Geylanî'ye müntesip olduğunu bilmezlikten gelirler, onun vur dediğini öldürürler.

İman eden, beş vakit namazı kılan, zekatı veren, İslam'ın emir ve yasaklarına uyan tasavvuf ve tarikat Müslümanlarını şirk ve küfürle suçlayanların kendileri kafir olur.

1924'te son Halife Abdülmecid bin Abdülaziz Han İstanbul'dan kovuldu, Sultan Vahdettin Han 1926'de İtalyada San Remo'da vefat etti, Halife Abdülmecid Efendi 1944'te Paris'te dünya hayatına veda etti. İslam alemi başsız kaldı.

Emperyalistler, sömürgeciler, Dönmeler, Kriptolar, İbn Sebe'ler, Lawrence'lar, Hempher'ler, Moiz Kohen=Tekin Alp'ler İslam dünyasını paramparça ettiler, Protestanlaştırdılar. Maalesef Müslümanların çoğu onların zokalarını yuttu.

Şimdi, istihbaratıma göre CIA, MOSSAD, Haçlılar, Evangelistler ve diğer şer güçleri Müslümanların başına uysal, light, ılımlı, evcil, fantoş bir Halife getirme planları yapıyormuş.

Acaba Müslümanlar bu son zokayı da yutacak mı?

Bir yerde bir hahamın kabri tahrip edilse Yahudiler bütün dünyayı ayağa kaldırır.

Bir yerde bir Katolik azizinin kabri tahrip edilse Papalık yeri ğöğü inleterek protesto eder.

Mali'de evliya türbeleri yıkılırken İslam dünyası protesto etmiyor.

(Önemli not: Halifeliğin kaldırılmasıyla ilgili, 431 numaralı ve 1924 tarihli kanunda şöyle denilmektedir: "Halife hal' edilmiştir. Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemic olduğundan Hilafet makamı mülgadır." Yani Hilafet şu anda Büyük Millet Meclisi'nin tüzel kişiliğindedir... Büyük Millet Meclisi'nde Hilafet tartışmaları yapılırken, Halifeliğin kaldırılmasına karşı çıkan Trabzon milletvekili Ali Şükrü bey, Köşk muhafız kumandanı Topal Osman'a boğdurulmuş, bilahare onun da işi görülmüştür... Merhum Adnan Menderes, Demokrat Parti grup toplantısında milletvekillerine hitaben "Arkadaşlar, millet size vekalet vermiştir, arzu ederseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz" dediği için asılmştır.)

* (İkinci yazı)

 

Haramları İnkâr Eden Yahut Hafife Alan Kâfir Olur

 

ALLAH hırsızlığı, haram yemeyi, ribayı, zinayı, her çeşit fuhşiyatı (azgınlığı), rüşveti, kadın ticaretini, zulmü, bâtıl alış verişi, kumarı, işreti, çocuk öldürmeyi yasak kılmıştır.

Bu yasaklar Kitabullah Kur'an ile, Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) Sünneti ile, icmâ-i ümmet ile kesin olarak bilinmektedir.

Bu sayılanlar hem büyük günah, hem ağır suçtur.

Bunların günah ve haram olduğunu inkar eden kafir olur.

Müslüman halka hitap ediyor ve nâçizâne uyarıyorum:

İmanınızı kurtarmak istiyorsanız bu haramları sakın hafife almayınız. Sakın bunları hoş görmeyiniz. Sakın sakın sakın ha, bunları önemsiz görmeyiniz. Sakın ola ki, biri, birkaçı veya hepsi için bu devirde geçerli değildir demeyiniz.

Böyle bir söz ederseniz namaz kılsanız da, cumaya gitseniz de, oruç tutsanız da İslam dairesi içinde kalamazsınız.

Çünkü kesin emir ve yasaklardan, zaruriyat-ı İslamiyeden birini inkar eden dinden çıkar.

Resûl-i Kibriya Efendimizin bir hadîs-ı şeriflerinde şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:

"Âhir zamanda yaşları küçük, akılları güdük bir topluluk çıkacaktır. Onlar Kur'an okurlar, okudukları Kur'an boğazlarından aşağıya kalplerine inmez.

Onlar Hayrülberiyye'nin (Resulullahın) sözlerini söylerler.

Onlar, gergin yaydan fırlayan okun ava isabet edip, o hızla avı delip çıkması gibi dinden çıkarlar."

Evet Kur'an okuyan, hadîs zikr eden öyle beyinsizler vardır ki, dinden çıkmıştır.

Öyleleri vardır ki, Kur'an okurlar ama Allahın Kitabındaki 300 küsur muhkem=kesin âyetin tarihsel olduğunu, hükümlerinin bugün geçerli olmadığını iddia ederler.

Allah tarafından insanlığa hak din, hak nizam, hak yol olarak gönderilmiş ilahî İslam dinini; Avrupa medeniyetinin, Avrupa Birliği'nin, Feminizm ideolojisinin, kapitalizmin norm, kriter ve standartlarına ayarlamaya ve uydurmaya çalışmak hem ihanet, hem de hıyanettir.

Bir konuda, bir hükümde İslam ile AB, Batı medeniyeti, Feminizm, Kapitalizm, Liberalizm ters düşüyorsa, doğru olan İslam'ın hükmüdür.

Bütün doğru inançlar,

Bütün doğru hükümler,

Bütün doğru görüşler,

Bütün iyilikler, bütün güzellikler İslam'dadır.

İslamın yanlış dediğine doğru diyen,

İslamın çirkin dediğine güzel diyen,

İslamın kötü dediğine iyi diyen dinden çıkar.

İslamın temel ve zarurî hükümlerinde icmâ-i ümmet varsa, bütün mü'minler bu icmaya uymak zorundadır.

Zaruriyat-ı diniyedeki icmâı inkar edenler dinden çıkar, kafir olur.

Günlük namazlar, Ramazan orucu, zekat, hac tartışılamaz.

Kadınların tesettürü tartışılamaz.

Riba yasağı tartışılamaz.

İçkinin haram olduğu tartışılamaz.

Rüşvetin haram olduğu, rüşvet alanın da verenin de cehennemlik olduğu tartışılamaz.

Zinanın haram olduğu tartışılamaz.

İcmâya aykırı ictihad yapılamaz. Böyle ictihadlar merduttur ve bunlara kulak asılmaz.

Zinanın Ceza Kanunu'nda suç olarak zikr edilmemesini hiçbir Müslüman doğru bulamaz.

TC başlıklı vesikalarla kadın satışını, bu satıştan KDV ve gelir vergisi alınmasını hiçbir Müslüman doğru bulamaz.

Hiçbir Müslüman iffetsizliği hürriyet olarak kabul edemez.

Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete kesinlikle aykırı olan şeyleri en uygun ve en enerjik şekilde tenkit etmeliyiz.

Tenkit edemiyorsak, kalben buğz etmeliyiz. Bu ise (hadîs-i şerife göre) imanın asgarîsidir.

Zamanımızda hürriyet vardır.

Zamanımızda Müslümanlar inançları, fikirleri, görüşleri, tenkitleri yüzünden İstiklal Mahkemelerinde yargılanıp idam edilmiyor.

Bugünkü hürriyetten ve genişlikten yararlanarak münkerleri (dinin kötü gördüğü, yasakladığı şeyleri) tenkit etmez, bunların izale edilip, yerlerine mâruf (dinin iyi gördüğü emrettiği) şeyleri getirmek için çalışmazsak dilsiz şeytan oluruz.

Ey Müslümanlar!.. Parti, cemaat, tarikat, hizip, fırka, sekt, klik taassubu ve holiganlığına kapılıp da dinimize hıyanet etmeyelim.

Kur'ana, Sünnete, Şeriata hıyânet etmeyelim.

Kötü, bozuk, çarpık, sapık düzenin ve sistemin rantlarına, haram kemiklerine göz dikip de vazifelerimizi yapmazlık etmeyelim.

Âmirine bil mâruf ve nâhine 'anil münker olalım.

Kötülükler karşısında susmak (tenkit etme hürriyet ve güvenliği varsa) suç ve günahtır.

Geceleri her çalının altında bir erkekle bir kadının seviştiği Kültür Parkı'nı tenkit edelim.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) "Rüşvet alan da veren de Cehennem ateşindedir" buyurmuşlardır. Rüşvete karşı olalım.

Her Cuma namazında hatip minberden inmeden önce mü'minleri azgınlığa (fuhşiyata) karşı uyaran âyeti okuyor. Biz de iman eden kullar olarak fuhşiyatı, zinayı, israfı, çıplaklığı, işreti, lüksü, kumarı, açıkta küstahça işlenen ve toplumda fitne ve fesat çıkartan fısk ve fücurları tenkit ve protesto edelim.

Tevhid inancını, Resulullahı, Kur'anın hak kitap olduğunu, İslam'ın Allah katında tek hak, makbul din olduğunu inkar eden kafirlerin de ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduğunu iddia edenleri uyaralım.

Mârufu emr eden,

Münkerden nehy eden,

Doğruyu tutan ve destekleyen,

Bâtılı reddeden,

Allah ile ezelde yapmış olduğu ahd ü misaka sâdık olan,

Peygambere biat ve itaat eden vasıflı Müslümanlar olalım.

 

18.07.2012

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sünnetsiz İslam Olmaz!

 

KİŞİ "Lâ ilahe illAllah" inancına sahip olsa bile, bunun yanında lisanen Muhammed Resulullah deyip kalben iman etmezse mü'min olmaz.

Kelime-i Tevhid iki parçadan oluşan bölünmez bir formülüdür.

Peygambere (Salat ve selam olsun ona) iman ve itaat etmek farzdır.

Peygamberin, yapışılması gereken Sünnetine yapışmak farzdır.

Peygamberimizin mütevatir ve sahih hadisleri de bir tür vahiydir (Gayr-i metluv vahiy). Çünkü Kur'anda Peygamber hakkında " O kendi hevasından konuşmaz" buyruluyor.

Peygamberimizin mütevâtir ve sahih hadîslerini inkar eden kafir olur.

Peygamberimizin Sünnetini hafife alan yahut istihza eden kafir olur.

Bize sadece Kur'an yetişir, Sünneti kabul etmeyiz diyenler açık bir dalalet=sapıklık içindedir.

Sünnet Kur'anın tefsiri ve şerhi mahiyetindedir.

Kur'anda mücmel geçilen konular, emir, yasaklar, hükümler Sünnetin ışığında anlaşılır.

İlmi ve icazeti olmayan cahiller, Kur'anı kendi nefis, heva ve re'ylerine göre yorumlasalar, bu yorumlarında isabet etseler bile günaha girerler.

Allah, Efendimizi öncelikle mü'minlere ve sonra bütün insanlığa en güzel örnek ve model olarak göndermiştir. Ona uyulmalıdır.

Bütün insanlık onun Ümmetidir. İnananlar Ümmet-i icabet, inanmayanlar

Ümmet-i dâvettir.

Allahın rızasını kazanmak ve ebedî saadete nail olmak için Resulullaha (Salat ve selam olsun ona) itaat ve biat etmek ve onun eteğine yapışmak gerekir.

Âlet ilimlerine, 'âli ilimlere, bilhassa hadîs ilmine vakıf olmayan, on binlerce hadîsi inceleyip ezberlemeyen, hadislerin nasih ve mensuhunu, tahsisleri, incelikleri bilmeyen kimseler onlardan din, fıkıh, Şeriat hükmü çıkartamaz.

Nasirüddin Albanî gibi icazetsiz kişilerin, hadîsleri hakkındaki söylediklerine itimad edilmez.

Albanî icazetli, ehliyetli Sünnî din alimi ve fakih değildir. Onun hezeyanlarını red, cerh, ibtal ve çürütme konusunda ulema ve muhaddisîn tarafından bazısı dört ciltlik ilmî reddiyeler yazılmıştır.

Sünnet yıkılır ve dışlanırsa fıkıh ilmi yıkılır. Fıkıh yıkılırsa İslam ism ve resmden ibaret kalır.

Bir konuda hadîs varsa ona itibar edilir, re'y ve heva ile hüküm verilmez.

Fukaha (müctehidlerin) sözü ile nass arasında bir uyumsuzluk görürlerse, mukallidler müctehid sözüne tabi olur. Çünkü cahillerin uyumsuzluk gibi gördüğü şey onların vehminden ibarettir. Nasih mensuh tahsis vs olabilir.

İslam dünyasını Protestanlaştırmak isteyenler Sünnete sinsice saldırıyor.

Sünnet ortadan kalkarsa Kur'anın doğru tefsiri yapılamaz.

Allah Kur'anda Peygamberimiz için "O size ne getirdiyse alın" buyurmaktadır.

Peygamberin getirdikleri: Emir ve yasakların, helal ve haramların açıklanması, Allahın rızasını kazanmak için nasıl ibadet edilecek, nasıl yaşanacak, dünya fitne ve fesatlarından, şeytanın tuzaklarından nasıl korunulacak, yeryüzünden nasıl güven, huzur ve selamet içinde yaşanacak, nefs-i emmare ile nasıl büyük cihad yapılacak, fuhşiyattan=azgınlıklardan nasıl uzak durulacak, Ümmet içinde birlik nasıl sağlanacak, çocuklar nasıl yetiştirilecek, kadınlara nasıl muamele edilecek... Ve daha bunlar gibi binlerce çare ve çözüm...

Sevgili Müslüman kardeşim:

Sünnet ve hadîs düşmanı şeytanların, yıkıcı reformcuların, dinde değişim, dinde yenilik isteyenlerin, light ve ılımlı İslamcıların tuzaklarına düşme.

Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz hazretlerinin hadislerini AB standartlarına, Feminizm ideolojisine, Batı medeniyetine, Fazlurrahman fırkasına göre ayıklamak küfürdür.

İslam'ın iki temel kaynağından biri Kur'an, diğeri Sünnettir.

Kur'ana ve Sünnete yapışan aziz olur, onları terk eden zelil ve rezil olur.

Allah Efendimizi alemlere rahmet olarak göndermiştir.

Onu ve sünnetini canımızdan daha fazla sevmeliyiz.

İhlaslı, takvalı, samimi, âbid, ehliyetli, icazetli büyük din alimlerinin Müslüman halk için yazdıkları hadis külliyatları (Mesela Riyazüssalihîn) başucumuzda durmalıdır ve onları devamlı okumalıyız. Okurken kendi kafamıza göre fıkıh hükmü çıkartmaya kalkmamalıyız.

Günlük hayatımızı Kur'ana ve Sünnete uygun hale getirmeliyiz.

Evlerimiz Sünnete uygun olmalıdır.

Lüksten israftan, şatafattan, ihtişamdan, debdebeden, israftan ve diğer beyinsizliklerden ateşten kaçtığımız gibi kaçmalıyız.

Otomobil alırken Efendimize sormalı, danışmalıyız. O bizim, ihtiyacımızın ötesinde lüks bir binit almamızı uygun görmez ve buna izin vermez.

Yemek yerken Sünnete uymalıyız.

Efendimiz bizim, hiç lüks ve ihtişamlı (!) turistik umre seyahati yapmamıza izin verir mi?

Biz elbette Resulullah ve onun Ashab-ı Güzini gibi olamayız ama yine de sınırları zorlamamalıyız.

Efendinmize sorar ve danışırsak, öğütlerini tutarsak Fir'avun, Nemrud, Neron gibi çılgınca bir hayat sürmeyiz.

Ramazan geliyor. İçkili, fısklı fücurlu lüks otellerde lüks iftarlar yapmanın caiz olup olmadığını Efendimize soralım.

Efendimizin müjdelerine, uyarılarına, ihtarlarına, emir ve yasaklarına, öğütlerine kulak verelim.

Mesela ne buyuruyor: Fakirlerin çağırılmadığı ziyafetleri tenkit ediyor. O halde iftar ve diğer ziyafetlerimize hiç olmazsa bir temiz fakir çağıralım.

Efendimiz bir hadisinde "Mü'min bir mideyle, kafir yedi mideyle yer buyuruyor" Bunu da dikkate alalım.

Efendimiz "Doğudaki bir Müslümanın ayağına diken batsa Batıdaki Müslüman onun acısını yüreğinde hisseder" buyuruyor. Suriye'de, Arakan'da, nice başka ülkede Müslümanlar tavuk gibi boğazlanırken biz ne yapıyoruz?

Efendimize edilen salat ü selamların kendisine ulaştırılacağı, onun selamlarımıza karşılık vereceği bildirilmiştir. Efendimizin bizim için dua etmesini istiyorsak onun Sünnetine uyalım.

Onun hayır dualarına nail olmak ne büyük saadettir.

Salat ve selam olsun ona.

* (İkinci yazı)

On Bir Ölçü

BİR ülkenin, bir halkın, bir devletin halinin iyi, orta veya kötü olduğu şu ölçülerle anlaşılır:

* Birincisi mimarlık ve şehirciliktir. Binin bir helikoptere, böyle bir lüksünüz yoksa şehir hatları vapuruna oturup seyredin ve şu İstanbulun mimarlık ve şehircilik rezaletine bakın. Dünyanın en güzel şehrini ne hale getirmişiz. Bereket eski Padişahlar büyük camiler yaptırmışlar da haysiyetli birkaç bina görebiliyorsunuz.

* İkincisi: Lisan ve edebiyattır. 1928'den önce yazılmış Türkçe kitapları, belgeleri okuyamayan cahil bırakılmış bir toplum... Atalarının, dedelerinin mezar taşlarını da okuyamıyor... Dilde devrim yaparak lisanı bitirmişler, sığır diline çevirmişler. Milyonlarca vatandaş ünlemlerle konuşabiliyor ancak. Aha oho moho... Yuh be... Amma da kral be... Çüş be... Ulan ben seni... Böğürtüler... Homurtular... Bazen iniltiler...

* Üçüncü kıstas: Binin bir tramvaya, metroya, otobüse ve gözlemleyin. On sekiz yaşında taş gibi bir delikanlı oturuyor, yetmiş yaşında ihtiyar onun yanında ayakta seyahat ediyorsa ve bu durum genelleşmiş ve normal hale gelmişse o toplum bitmiştir.

*Dördüncü ölçü: Her yıl yayınlanan uluslararası temizlik ve şeffaflık rapor ve anketlerinde Türkiye'nin hangi sırada olduğuna ve hangi notu aldığına bakınız. Notu 10 üzerinden 5'in altındaysa durumu berbat demektir.

* Siyasetine bakınız: Temiz mi, kaliteli mi yoksa kirli ve vasıfsız mı?

* Beşinci ölçü: Trafiğine bakınız. Anarşi ve kaos içindeyse, sık sık korkunç kazalar oluyorsa, sıkışıklıktan halk çıldıracak hale gelmişse, her gün trafiğe binlerce yeni oto çıkarken yollar aynı kalıyorsa, çare ve çözüm üretilemiyorsa o ülke iflas etmiş demektir.

* Altıncı ölçü: Toplumun israf durumuna bakınız. Eğer şu ülkede her gün evet her gün altı milyon ekmek çöpe atılıyorsa, o ülke başına gelecek afet ve belalara hazır olsun.

* Yedinci ölçü: Yüz kızartıcı ayıplar, günahlar, fısk ve fücurlar, çirkinlikler, azgınlıklar Allahtan korkulmadan, kullardan utanılmadan küstahça âşikâre rezilce işleniyorsa çok kötüdür o ülkenin hali, çok karanlıktır istikbali.

* Sekizinci ölçü: Kadın hak, hürriyet ve haysiyetleri ayaklar altına alınmışsa, devlet TC başlıklı fahişe vesikalarıyla birtakım bedbaht kadınların genelevlerde para karşılığında seks yapmasına izin veriyorsa, bundan KDV ve gelir vergisi alınıyorsa, genelev imparatoriçesi Madam'a devlet büyüklerinin de katıldığı resmî törenlerle vergi rekortmenliği ödülleri verilmişse...

* Dokuzuncu ölçü: Dere yataklarına dev binalar yapılıyor ve buraları seller basınca vatandaşlar boğulup ölüyorsa...

* Onuncu ölçü: Halka satılan gıda maddelerinin, meşrubatın, meyve ve sebzelerin içinde üç yüzden fazla kimyevî madde, boyla, aroma, hormon vs varsa... Mısır şurubuna boya ve aroma katılarak sahte bal üretilip satılabiliyorsa... Yüzlerce domuz çiftliğinde domuz üretilip halka daha diye yediriliyorsa... Müslüman halka eşek eti yediriliyorsa... Etin kilosu 25 lira iken pazarlarda kilosu 9 liradan sucuk satılabiliyorsa...

* On birinci ölçü: Terör şehitleri içinde bir tek kodamanın, büyük adamın, nüfuzlu ve zengin kişinin, holding sahibinin oğlu yoksa, ölenlerin hepsi fakir ve fukara çocukları ise...

Şimdi bu satırları yazdığım için birileri bana münafık diyecekmiş... Desinler!..

 

20.07.2012

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arakan Müslümanları Diri Diri Yakılırken

 

İslam ve Müslüman karşıtı çevreler Arakan Müslümanlarına yapılan katliamı yalan ve şişirme göstermeye çalışıyor. Halbuki, yıllardan beri, Birleşmiş Milletler Teşkilatı, dünyada en fazla zulme ve haksızlığa uğrayan Müslümanların Arakan Müslümanları olduğuna dair raporlar yayınlamaktadır.

Dünyanın her hangi bir yerinde bir Yahudinin burnu kanasa büyük gürültü ve yaygara kopartan İslam düşmanları, Türkiye Müslümanlarının Arakan'daki kardeşleriyle ilgilenmesinden, onlara acımasından bile rahatsız oluyor.

Dünyanın nice ülkesinde Müslüman azınlık veya çoğunluklara zulm edilmektedir ama en büyük zulme uğrayanlar Arakan Müslümanlarıdır.

Paramparça olmuş Türkiye Müslümanlarının büyük ve ciddî bir bilgi bankaları olmadığı için bu gibi facialardan zamanında ve yeteri kadar haberleri olmuyor.

Hilafet müessesi var olmuş olsaydı bu gibi zulümlere karşı etkili tepkiler verilebilirdi.

Arakan'da din kardeşlerimiz diri diri yakılırken Türkiye'de bazı Müslümanlar ne yapıyor?.. Lüks iftardan lüks iftara koşuyor...

Lüks umreler yapıyor...

Cemaat ve tarikat holiganlığı yapıyor...

Dünyada millî devletlerin sınırları olabilir ama İslam kardeşliğinin sınırı olmaz. Hangi ülkede yaşıyorsa, hangi dili konuşuyorsa, hangi ırka mensupsa Müslümanlar kardeştir. Yaşayış tarzları, örfleri, adetleri, kültürleri farklı da olsa kardeştir.

Suriye'de zalim Nuseyrî rejimi tarafından vahşice öldürülen ve ezilen Müslüman kardeşlerimiz için yaptıklarımız yeterli midir? Kesinlikle değildir.

Arakan Müslümanları için ağlayabilmemiz, onlar için feryat edebilmemiz ve oraya kadar yardım elimizi uzatabilmemiz için gereken ilk şart Ümmet şuuruna sahip olmaktır. Müslümanlarda Ümmet şuuru yoksa işte böyle teker teker, parça parça ezilir ve öldürülürler.

On altınca asırda, Sumatra'nın bir bölümündeki Aceh sultanlığı Portekizlilere karşı Osmanlı halifesinden yardım istediği zaman, Devlet-i Aliyye Kızıldeniz'de bir donanma hazırlayıp göndererek o uzak Müslümanlara yardım etmişti.

Arakan Müslümanlarına yardımdan geçtim, hâlâ başörtülü kadın ve kızlarımızın haklarını bile yüzde yüz koruyamıyoruz. En son İstanbul'da büyük bir market, Kızılay namına çalışacak başörtülü kadını kapı dışarı etti.

İslam dünyası çok zengindir. Sadece petrol gelirleriyle bile muazzam hizmetler edilebilir ama bizde para kadar ilim, irfan, ahlak, fazilet, vicdan, himmet, gayret, hamiyet, mürüvvet yok.

Arakan'da, Suriye'de, başka yerlerde öldürülen, yakılan, gözleri oyulan, ezilen, sürünen kardeşlerimiz için yapabileceğimiz en kolay şey, onların acıları karşısında biraz olsun iştahımızın kesilmesidir.

Acaba bu ucuz ve kolay şeyi yapabiliyor muyuz?

* (İkinci yazı)

Mülk Allahın Emanetidir

Türkiye kime kalacak?.. Türkiye kimin olacak?... Aman Türkiye'yi ötekilere kaptırmayalım!.. Türkiye ilelebed hep bizim olsun!.. Hakimiyetimiz ebedî olsun...

Be mübarekler, siz bilmiyor musunuz ki, mülk Allah'ındır, dilediğine verir, dilediğinden alır...

Türkiye M. Kemal'e kaldı mı?

Millî Şef İsmet'e kaldı mı?

Adnan beye kaldı mı?

Irak Saddam'a kaldı mı?.. Mısır Mubarek'e kaldı mı?.. Libya Kaddafi'ye kaldı mı?

Emanetçi malikler gelirler giderler...

Kimi izzet ü ikbal ile gider, kimi zillet içinde ipte sallanarak...

Malikülmülk olan Allahtır ancak.

Bu mülk biz Müslümanlara emanet edilmişti. Kıymetini bilemedik, şartlarına riayet edemedik ve emaneti kaptırdık.

İstanbul şehri 1453'te bize verildi. Farkında mısınız acaba, aradan beş yüz sene geçtikten sonra emanet elimizden hızla kayıp gidiyor.

Aaaa İstanbul bizim tapulu mülkümüz değil mi?.. Değil tabiî... Emanete hıyanet edersen elinden alınır...

Nasıl olurmuş o?.. Gözünü açıp baksana, işte bugün olduğu gibi kayar gider...

Her yerde açık fuhuş, işret, fısk u fücur, isyan tuğyan, günah...

İslam ahlakına göre yüzlerce yolcu taşıyan bir feribotta bir erkekle bir karı bir saat boyunca herkesin arasında azgınca öpüşüp sevişir mıncıklaşır ve Müslümanlar da seyrine bakar...

Caddelere, lokantalara, kahvehanelere, hastanelere baksana, insanlar nehar-ı Ramazan'da Allah'tan korkmadan, kullardan utanmadan nasıl alenen nakz-ı siyam ediyor...

Muhadderatın haline bak, hamam anaları gibi...

Din elden gidiyor mu? Ne gidiyoru, gitmiş bile!

Yoksa sen 120 debisel bağıran hoparlörleri, cami klimalarını, cami wc'lerini, minareler arasına gerilen mahyaları, lüks iftarları, lüks umreleri (Zam Zam Tower!..), dinî folkloru İslam mı sanıyorsun?

İslam Kur'an, Sünnet, Şeriat, fıkıh, ahlak, hikmet, güvenlik ve adalet demektir.

İslam Ümmet demektir.

İslam, kadınların tesettürü demektir.

İslam ticaret ve iş hayatında fütüvvet ve ahîlik ahlakı demektir.

İslam, Cuma ezanı okunanca bütün Müslümanların dükkanlarını ve işyerlerini kapatıp camiye gitmeleri demektir.

İslam, Müslüman halkın en az yüzde 90'ının beş vakit namaz kılması demektir.

İslam, Müslümanların çocuklarının İslam mekteplerinde Müslümanca okuması ve yetişmesi demektir.

İslam, başkentte İmam-ı Müslimînin Cuma selamlığına çıkması demektir.

Açık yazıyorum:

Bir Müslüman toplum evamir-i Kur'aniyeye, Resulullahın Sünnet-i seniyyesine,

Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye, İslam kadın ve kızlarının hurmetine ihanet ve hıyanet ederse zillete, esarete, rezalete, rüsvaylığa ve izmihlâle duçar olur.

Emanet onun elinden alınır.

Bir toplum azarsa ve Allah yolundan saparsa ondaki zenginlik, maddî refah, israf, lüks meskenler, lüks binitler, lüks hayat keramet değil, istidractır. Ansızın tepelerine azap iniverir.

Bize kendimizi ıslah etmemiz, toparlanmamız, aklımızı başımıza toplamamız, günahlarımıza tevbe etmemiz, Kur'an Sünnet Şeriat yoluna girmemiz için mühlet veriliyor.

Toparlanıyor muyuz?

Toplanıyor, Kur'an ve Sünnete uyuyorsak gelecekten ümitli olabiliriz.

Azgınlıkta, günahta, lüks ve israfta, bînamazlıkta, isyanda tuğyanda, ekl-i ribada, fütuhulfüructa ilerliyorsak geleceğimiz karanlıktır.

Bunu anlamak için fakih olmak gerekmez.

Aynaya bakmak yeterlidir.

Mir'at-ı ibrete...

27.07.2012

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tek parti faşizminden bu yana tarihimizin en liberal günlerini yaşıyoruz. Vesayet ve resmî ideoloji sisteminin beli kırılmıştır. 1920'lerde, 30'larda olduğu gibi vatandaşlar inançları, ibadetleri, kanaatları yüzünden hapse atılmıyor, bazısı idam edilmiyor. Artık tabutluk işkenceleri yapılmıyor, Varlık Vergileri alınmıyor...

Bugünkü sistem veya düzen İslamî ölçüler bakımından iyi midir?.. İyidir denilemez... Eskisine göre daha az kötü müdür? Bu husus tartışılabilir. Lakin zinanın suç olup olmaması bakımından eskisine göre daha kötü olduğunda zerrece şüphe yoktur.

Çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslümanlar için (yüzde yüz olmasa da) artık çok büyük hürriyet vardır. Müslümanlar bu hürriyeti iğtinam edip (ganimet bilip) dinlerine, ülkelerine, halklarına, insanlığa gereği gibi hizmet edebiliyorlar mı? Bu, tartışmaya açık bir konudur. Bence edemiyorlar.

1920'li, 30'lu yıllarda Müslümanlar büyük darbeler yemişler, sersemletilmişler ve henüz kendilerine gelememişlerdir.

1924'te Hilafet'in kaldırılmasından sonra Müslümanlar başsız kalmıştır.

İslam düşmanları, "Böl, parçala, hükm et" siyasetiyle Ehl-i Sünnet Müslümanlarını birbirinden kopuk irili ufaklı bin kadar cemaate, hizbe, fırkaya, kliğe, sekte ayırmıştır.

Tevhidî eğitimin kaldırılması, onun yerine ideolojik Tevhid-i Tedrisat anti eğitiminin getirilmesi, Müslüman halkın 1928'den önceki bin yıllık yazıyı okuyamaması, bu yetmiyormuş gibi Türkçenin faşist devlet terörü ile radikal bir değişime tabi tutulması millî, İslamî kültürde kapatılması çok zor rahneler açmıştır.

1960'lardan itibaren Haçlılar ve Siyonistler Türkiye'de yeni bir İslam türetmek için çalışıyorlar ve hayli başarılı olmuşlardır. Onlar münzel(=indirilmiş) İslam'ı kaldırıp, onun yerine uydurulmuş bir İslam getirmek istiyor.

İslamî kesimde yüzlerce yeni bid'at fırkası türemiştir.

Râfizîlik, Necdîlik, Selefîlik, mezhepsizlik, telfik-i mezahib, Sünnet düşmanlığı, Mealcilik, Fazlurrahmancılık, İslam'ı Feminizme uydurmak, İslam'ı AB norm ve standartlarına ayarlamak gibi sapık cereyanlar gece gündüz faaliyet gösteriyor.

Halkın yüzde doksanı namazı terk etmiştir.

Kadınların yüzde kırkı tesettürü terk etmiştir.

Cemaat, hizip, fırka militanlığı, holiganlığı, fanatizmi dehşet saçmaktadır.

Dinî hizmet ve faaliyetler yüz milyarlarca dolarlık bir sektör haline gelmiştir.

Müslümanların başında bir İmam-ı Kebir yok.

Müslümanların tek bir hizmet ve faaliyet plan ve programı yok.

Müslümanların tek bir bütçesi yok.

Son yüz yıllık tarihimizin en hür, en fırsatlı, en imkanlı devrini yaşıyoruz ama...

İslamî kesimin içinde köpek sürüleri kadar casus, ajan, provokatör, manipülatör var. Çağdaş İbn Sebe'ler, Lawrence'lar, Hempher'ler, Moiz Kohen(=Tekin Alp'ler) kol geziyor.

İslam adına Sünnete saldıranlar bile görülüyor.

Fıkıh mezheplerine saldırılıyor.

Sahte müftilerin (aslında muhtiler), naylon müctehidlerin bini bir paraya.

Rezalet o dereceye geldi ki, "Allah gerçek bir Janus'tur" (Huda Janus-i hakikî est) diye yazarak yüce Allahı bir Roma putuna teşbih eden (=benzeten) İranlı yazar, bir İslam büyüğü ve önderi olarak tanıtılıyor.

Cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş bir hürriyet, genişlik, fırsat ve imkan geldi ama bununla beraber bir gevşeme, yumuşama, keyif, oh kekâh, yan gel de yat, haram rantlar devşirme devri de başladı. Haram yeme, lüks hayat, israf, bin türlü beyinsizlik, sefahat ve fuhşiyat(=azgınlık) yaygınlaştı ve yoğunlaştı.

Farz değil, vacib değil Müslümanlar akın akın turistik lüks umre seyahatlerine gitmeye başladı.

Ramazanlarda içkili mekanlarda papazlarla, hahamlarla neş'eli iftarlar yapılır oldu.

Mübarek kutsal ayda İslam'a ve Şeriata sığmayan eğlenceler, etkinlikler, şenlikler, azgınlıklar... Camilere kiliselerde ve havralarda olduğu gibi sıralar, sandalyeler, tabureler koyma bid'ati...

Medenî İslam kültürünün yerini alan bedevî, a'rabî, göçebe kültürü...

Eski radikal mücahitlerin müteahhit olmaları...

Kur'ana, Sünnete, Şeriata zıt uyduruk, rüküş, rengarenk o biçim şeytanî tesettürler.

Bugünkü hürriyet, değeri bilinmez ve iğtinam edilmezse (ganimet bilinmezse) hep böyle sürmez.

Bugünkü imkanların, fırsatların, zenginliklerin bir gün sonu gelir.

Lükse, israfa batan, şehvetlerine uyan Müslüman toplumların sonları iyi olmaz.

Allah bize nasihat etmiştir... Resulullah (Salat ve selam olsun ona) bize nasihat etmiştir... On dört asır boyunca ulema, fukaha, meşayih, mürşidler , Sadat-ı Kiram bize nasihat etmiştir.

Bugünkü zenginlikler, genişlikler, konforlar, lüksler, müzeyyen meskenler, pahalı otomobiller, Karunvari gibi servetler keramet değil, istidractır.

İslam tarihine bakalım... Gaflet, ihmal, gevşeklik yüzünden ne büyük facialar cereyan etmiş. Niçin ibret dersleri almıyoruz?

Neler yapılmalıdır?

Yapılacak ilk iş ehliyetli ve liyakatli bir reis, bir İmam seçip ona biat ve itaat etmektir.

İkincisi, sürüler halinden çıkıp tek bir Ümmet olmaktır.

Üçüncüsü bedeviyetten medeniyete yükselmektir.

Dördüncüsü namazı ikame etmektir.

Beşincisi, bir tür ırkçılık olan cemaatçiliği ve hizipçiliği bırakmaktır.

Altıncısı Kur'ana, Sünnete uymaktır.

Yedincisi İslam'ı, Kur'anı, Sünneti ve Şeriatı icazetli ulemanın, fukahanın, meşayihin anladığı gibi anlayıp hayata tatbik etmektir.

Sekizincisi ihtilaflı meselelerde ve konularda Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunmaktır.

Dokuzuncusu, İslam'ın Cadde-i Kübrasında yürümektir.

Onuncusu, Cumhur-i Ulema yolundan gitmektir.

On birincisi, Selef-i Sâlihîn Efendilerimizi örnek almaktır.

* (İkinci yazı)

Okuma Yazma Öğrenmeyen bir Gence

BU millet anadilini bin yıldan fazla İslam/Kur'an alfabesiyle yazmış. 1928'den önceki basma ve yazma kitaplar, belgeler, mezar taşları, kitabeler hep bu yazıyla. Sen Müslüman bir gençsin ve bu yazının cahilisin. Yazık değil mi sana? Hiçbir şeye yanmam da senin bu konudaki umursamazlığına çok acırım. Okuma yazma bilmiyorsun ve bunun üzüntüsünü çekmiyorsun. Keyfin yerinde.

Bu sene yurt çapında bine yakın Osmanlıca kursu açıldı. Bunlardan birine kaydını yaptırıp millî yazımızı öğrensen iyi olmaz mıydı?

Kültürlü bir Müslüman genç olmak istiyorsun ama okuma yazma öğrenmiyorsun. Olacak şey midir bu?

Bir Fransız genci 1928'den önce basılmış, yazılmış Fransızca kitapları ve evrakı okuyamasa, onun kültürlü bir Fransız genci olması mümkün müdür?

Okuma yazma biliyorsun elbette. Hangi okuma yazmayı? Latin harfleriyle 1928'den sonraki kuşdili Türkçesini... Bu, sana yeterli midir sanıyorsun?

1928'den bu yana kaç sene geçmiş?.. 84 sene... Millî yazımız ise bin yıl sürmüş... Senin okur yazarlığın pek kısa, pek güdük...

Sen şu cemaate veya tarikata mensupmuşsun, senin hocan çok büyükmüş, cemaatin çok uluymuş... Bırak bu edebiyatları... İlmin, irfanın, kültürün, medeniyetin en büyük aleti ve vasıtası yazıdır. Onu biliyor musun, bilmiyor musun, ondan haber ver bana.

Okur yazar olmadığına üzülseydin, bin yıllık millî yazımızı öğrenmek için niyete, cehde, iradeye sahip olsaydın seninle görüşmeye devam edecektim. Lakin bugünkü halin ümit verici değil. Selam ve dua sana veda ediyorum. Ne halin varsa gör!..

29.07.2012

Share this post


Link to post
Share on other sites

İlan

 

Allah ile olan bütün işlerimizde, ibadetlerimizde ihlâs yani temiz niyet şarttır. Namazlar, oruçlar, hac, umre, yapılan hayır hasenat hep Allah rızası için yapılmalıdır. İhlas, katışıksızlık demektir ve kesir kabul etmez; ya yüzde yüz olur, ya olmaz. İnsanlar kendisi için ne dindar adammış desinler niyetiyle kılınan namazlar, tutulan oruçlar yahut halk kendisi için ne hayırsever kimse desin diye yapılan iyilikler, verilen sadakalar ihlâssızdır, bozuk niyetlidir ve makbul olmayacağı bildirilmiştir. Farz ibadetler açıkta yapılır, nafile ibadetler gizlenir. Nafile sadakalar, sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek şekilde verilir. Ramazanda verilen iftar ziyafetlerinde israftan, gösterişten, şatafattan, benim ziyafetim senin ziyafetinden üstündür beyinsizliklerinden, lüksten ve ihtişamdan kaçınılmalıdır. İsraf Kur'an, Sünnet, icmâ-i ümmet ile haramdır; Kitabullah'ta israf edenlerin şeytanın kardeşleri olduğu bildirilmiştir. Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz "En şerli ziyafetler, fakirlerin çağırılmadığı ziyafetlerdir" buyurmuştur. İçkili mekânlarda iftar ziyafeti verilmez. İslam'ın hak din olduğunu tasdik etmeyen, Resulullahı yalanlayan, Kur'ana inanmayan gayr-i Müslim ruhanilerin iftar ziyafetlerine çağırılması ve onlarla muhabbetli bir şekilde yenilip içilmesi günahtır. Milyonlarca fakir ve dar gelirli halkın geçim sıkıntısı çektiği, İslam âleminde korkunç zulümler işlendiği, Suriye ve Arakan gibi yerlerde Müslümanların kanlarının döküldüğü böyle bir devirde israflı ve pahalı iftar ziyafetleri vermek vicdana ve insafa sığmaz. Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına uygun şekilde verilecek mütevazı iftar ziyafetlerinde çeşitli İslamî cemaatlerin liderlerinin, hocalarının, hoca efendilerinin, Efendi hazretlerinin bulunmaları daha münasip olur. Zekâtlar Kur'anın, Sünnetin, Şeriatın ve fıkhın öngördüğü şekilde, Tevbe suresinin 60'ıncı ayetinde açıkça beyan edilen fakirlere, miskinlere ve diğer hak eden gerçek şahıslara verilmelidir. Yukarıdaki gerçekler ahali-i müslimeye hatırlatılır. Ramazan mübarek olsun. Cenab-ı Hak cümlemizi ihlâsla oruç tutan, ihlâsla namaz kılan, ihlâsla hayır hasenat yapan, ilahî rızasına uygun ziyafet veren sâlih kullarından eylesin.

(Bu, bir emr-i mâruf nehy-i münker ilanıdır.)

 

* (İkinci yazı)

Ramazan Showları

 

Geçen Ramazan'daki bazı hadiseleri hatırlıyor musunuz? Birkaç ilahiyatçı çıkmış, İslam'da teravih yoktur yaygaraları kopartmıştı.

Bir ilahiyatçı o kadar ileri gitmişti ki, yanındakilerle birlikte Sultanahmet meydanında güneş batmadan önce iftar etmişlerdi. Bunlar imsaktan sonra da sahur yemeğine devam ediyorlarmış.

Sabataycı gazeteler böyle dinsel showlara bayılır.

Geçen Ramazan Ankara'da da 1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir bid'at yaşanmıştı. Bir yatsı/teravih namazında Hacı Bayram camiinin içine erkek cemaat alınmamış, mâbet kadınlarla doldurulmuştu!.. Yeterli kadın cemaat bulunamadığı için dışarıdan minibüs ve otobüslerle kadınlar getirilmişti. Peki, erkekler nerede kılmışlardı? Yıldızların altında, camiin avlusunda. İyi ki, mevsim kış değildi, soğuktan donarlardı. Ankara'nın kış soğukları da öyle böyle değildir.

Reformcu ve aykırı ilahiyatçılar ve onların peşlerinden gidenler showsuz duramaz.

Zaman zaman bombalarını patlatırlar:

Rabıta küfür ve şirkmiş, rabıta yapanlar müşrikmiş...

Sahabe, evliyaullah ve süleha türbelerini ziyaret etmek şirkmiş, eden müşrik olurmuş...

İslam'da kader yokmuş...

İslam'da şefaat yoktur...

İslam dininde kabir/berzah ahvali yokmuş...

Üç hak ibrahimî din varmış, üçünün mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet'miş...

Farmason Afganî büyük bir Müslümanmış...

Tasavvuf büyükleri İslam'ın Pavlos'larıymış...

Daha neler neler...

Son on-yirmi yıl içinde Ramazanların vaz geçilmez eğlencelerinden biri de, son derece lüks, son derece israflı, son derece ihtişamlı ve de alkollü beş yıldızlı mekânlarında iftarlar verilmesi ve bunlara bazı patriklerin, papazların, monsenyörlerin de davet edilmesidir. İftarı kimler yapar? Oruç tutan Müslümanlar? Peki, o papazların ve patriklerin ne işi var o sofralarda?

Hıristiyan ruhanileri Tevhid'i kabul etmezler, İslam'ın hak din olduğunu kabul etmezler, Hz. Muhammed'in (Salat ve selam olsun ona) Resulullah olduğunu kabul etmezler, Kur'anın Kelamullah olduğunu kabul etmezler ve sonra iftar sofralarında baş köşeye oturtulurlar. Fesubhanallah!

Bakalım bu mübarek ayda ne gibi reform showları yapılacak? Sürprizlere hazır olunuz...

* (Üçüncü yazı)

Müslüman Temiz bir gence

Beş vakit namaz kılan ahlâkı oldukça düzgün bir gençsin. İtlik serserilik yapmazsın, karı kız peşinde koşmazsın, içki içmezsin... Lakin bir ot gibi yaşıyorsun. İlme, irfana, sanata, kültüre, öğrenmeye hırslı olsana. Yaz tatili geldi, serseri mayın gibi dolaşıyorsun. Bir yere gidip tatilde bir sanat öğrensen iyi olmaz mı? Osmanlıca basit bir kitap alıp edebî Türkçeni ilerletsene. İnsanlar analarının karnından kültürlü, hikmetli, görgülü çıkmaz. Evet, bunlara kabiliyeti ve istidadı olmalıdır ama mutlaka bir üstattan ders alıp yetişmek, kemal bulmak gerekir. Bir yere kapılanıp biraz İstanbul âdâb-ı muaşereti öğrensen ne iyi edersin. Fotoğraf makineni alıp bir İstanbul kültürü resimleri albümü yapsana. Bir gece hatimle teravih namazı kılınan bir camiye gitsene. Bitpazarlarından kültürel değeri olan kitaplar toplasana (Ben tanesi 1 liradan topluyorum hâlâ...) Bir gün Yeniköy'deki Sadberk Hanım müzesine gitsene. Ciltli güzel bir defter alıp, ünlü kimseleri ziyaret edip, her birine birkaç satır da olsa o deftere yazı yazdırıp, izin verirlerse birer de resimlerine çekip yazının yanına veya karşısına yapıştırsana. Arada bir, bir tekkeye gidip, bir kenardan kemal-i edeb ile zikrullah dinlesene. Günde en az bir saat, internetten geleneksel el sanatları ile ilgili bilgiler edinsene. Sur içi İstanbul'un enteresan ara sokaklarını gezsene. Eski İstanbul'un eski evlerinin resimlerinden müteşekkil bir albüm yapsana... Yahu biraz kıpırdansana...

30.07.2012

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yeni Sivas Oyunları

 

Sivas hadisesi plânlı programlı bir provokasyon idi. Piyesin yazarı kimdi? Bunu bilmiyorum ama başrolde oynayanı biliyorum.

Sivas'ta ne yapılmak istenmişti? Sünnîler ile Alevîler karşı karşıya getirilmek, bir iç savaş çıkartılmak istenmişti.

Bunun için Pir Sultan Abdal şenliklerini alet ettiler. Bu şenlikler bir köyde yapılıyordu, kasıtlı olarak Sivas'ın içinde yaptılar.

Hiç alâkası olmadığı halde Salman Ruşdi'nin Peygamberimize (Salât ve selam olsun ona) iğrenç şekilde saldıran rezil kitabının tercümesini yayınlanmaya başladılar.

Sivas Sünnîlerini üzdüler, gerdiler, kışkırttılar...

Sonra müessif hadiseler oldu.

Madımak otelinde solcu bir müzisyen tabanca ile iki kişiyi öldürdü, cinayet örtbas edildi.

"Birileri" yangın çıkarttı ve otuz küsur kişi boğulup öldü.

Hadiseler çorap söküğü gibi birbirini takip etti.

Sivas'ta öteden beri Sünnîler ile Alevîler birlikte barış içinde yaşarken, nasıl oldu da böyle hadiseler çıkmıştı? Bunlar hep planlıydı, programlıydı, provokasyondu.

Türkiye'yi bölmek isteyen Kriptolar böyle olmasını istiyorlardı. Sünnîler ve Alevîler, Türkler ve Kürtler, dindarlar ve laikler birbirine girip gırtlaklaşacak ki, onlar emellerine ulaşabilsinler.

Şimdi yeni iddialar var:

Dumandan öldü denilenlerin kurşunlanmış olduklarına dair resimler bulunmuş...

Sivas davasına bakan mahkemeye baskılar yapılmış...

Sivas faciası yetmemişti. Birkaç gün sonra Erzincan'ın Başbağlar köyünü bastırttılar ve camiden çıkan otuz küsur vatandaşı kurşuna dizdiler.

Ah milyonlarca Sünnî ve milyonlarca Alevî birbirlerine girseler... Kriptolar asıl bayramı o zaman yapacaklardı...

O günden bu güne Kriptolar dezenformasyon yaparak halkın beynini yıkamaya çalışıyor.

Yeni tiyatro:

Malatya vilayetinin bir beldesinde gece Ramazan davulu çalınırken bir tartışma olmuş, davul çalan Sünnî'ymiş, tartışan ve davulcuyu biraz tartaklayan aile Alevî imiş, bizim Kriptolar yaygarayı bastılar: Alevî Sünnî çatışması! Alevîlere baskı yapılıyor! Alevî ailenin evlerinin camları kırıldı! Halk Allahu Ekber diye haykırdı! Vaziyet çok vahim, durum pek gergin!

Tek kimlikli gerçek Alevîler ile Sünnîler, aralarında farklılıklar olsa da bu memlekette barış içinde yaşamaktadır.

Birbirlerine düşmanlık etmek, çatışmak, iç barışı zedelemek iki tarafın da aleyhine ve zararına olur.

Gerçek Alevîlik İslam'ın bir dalıdır. Onlar Allah'a, Peygamber'e, Kur'an'a, Ehl-i Beyt'e, âhirete inanır. Namaz kılan, oruç tutan Alevîler vardır.

Alevî görünen Kriptolar öyle değildir.

Görüyorsunuz, "Ben Alevîyim ama Müslüman değilim" diyeni vardır.

Haçlısı vardır, Yahudi'si vardır...

Pakraduni'si vardır.

Aman şu Türkler ile Kürtler, şu Sünnîler ile Alevîler, şu dindarlar ile laikler kardeş kavgasına girişsinler de biz kavga esnasında yorganı alıp kaçalım. Yorgan ne? Türkiye Türkiye!

Türkiye'de bir buçuk milyon Kripto siyon, bir buçuk milyon Kripto haçlı olduğuna dair çok ciddî iddialar var.

Şu anda bir tek Kürt Yahudi'si piyasada görünmüyor. Ne oldu onlara? Hepsi İsrail'e göç etmediğine göre kalanlar hangi boyaya girdiler? Sakın bir kısmı yalancıktan Alevî veya Sünnî Kürt oluvermiş olmasın?

Şu medyaya bakınız: Sünnîler Ramazan davulundan şikâyetçi olan Alevî aileye saldırdı, Allahu Ekber diye bağırdı, taş atıp camlarını kırdı diye nasıl da ciyak ciyak bağırıyorlar.

Yangının üzerine teneke teneke benzin döküyorlar.

İçleri yanıyor onların... Ah yeni Sivaslar olsa, ah yeni Başbağlar olsa... Ah ah ah! Sünnîler ile Alevîler, Türkler ile Kürtler birbirine girseler... Ah 1915'in intikamı alınsa... Ah mega Ermenistan... Ah Eretz İsrael... Ah Megali İdea Ah mikra Türkiye...

Allah bu memleketin Alevî'sine Sünnî'sine, Türk'üne Kürt'üne akıl ve feraset versin de hep birlikte bu Kripto tuzaklarına düşmesinler.

"İkinci yazı"

 

İslam'ın Paralı Askerleri

 

Müslümanlar şu sekiz şeye hizmet etmelidir: İman, İslam, Kur'an, Sünnet, Şeriat, Ümmet, İmamet-i Kübra (Hilafet), İslam Ahlâkı...

Sünnî Sünnî olsun, Şiî Şiî, Vehhabî Vehhabî ama bütün İslamî hizmetler sırf Allah rızası için, maddî menfaatsiz yapılsın.

İstisnalar var mıdır? Vardır... Niyetleri halis olmak şartıyla gazeteciler, tv'ciler, hademe-i hayrat (din görevlileri) ve diğer hizmet erbabı, geçimlerini temin için ücret ve maaş alabilirler. Lakin din ve mukaddesatı alet ve vasıta kılarak, istihdam ve istismar ederek zengin olamazlar. Böyle bir şey lanete ve nefrete mustahiktır.

Müslümanlar aralarındaki ihtilafları, çekişmeleri, tefrikayı kaldırmak, azaltmak için neler yapabilirler? İyi niyetli âlimleri, fazılları, ziyalıları olumlu ve yapıcı olmak şartıyla ilmî seviyede tartışabilirler.

Yukarıda saydığım sekiz şey için maddî manevî hiçbir dünyevî menfaat, ücret, karşılık almadan çalışanlar var mıdır? Vardır, bunlar elleri öpülesice has hizmetkârlardır.

Onlar İslam'ın gönüllü erleridir. Onlar paralı asker değildir.

Yabancı devletlerin emperyalist, ulusal, istilacı niyet ve planlarına hizmet etme karşılığında para alanların durumu nedir? Çok kötüdür.

İslam, iman, Kur'an diyor ve malı götürüyor... Böylesi haindir.

Ehl-i Sünnet kökenli iken Sünnîliği bırakmış, şu veya bu sebepten Şiî olmuş... Bu kimsenin mertçe, açıkça "Ben Şiî oldum. İslam'ın gerçek yorumu ve uygulaması Şiîliktir..." demesi gerekir. Taqiyye ve kitman yaparak Müslüman kardeşlerini aldatması hainliktir.

Hem Şiî, hem de şöyle böyle Sünnî görünüyor. Böyle bir şey İslam ahlâkına uymaz. Yakın tarihimizde İslam'ın ve imanın ücretsiz çalışan has hizmetkârları olmuştur. Onlar ücretlerini Haliq'tan istemişler, mahluqattan ücret almamışlardır.

Çoluk çocuklarını geçindirmek için ücret ve maaş alanlara da bir şey dediğim yoktur. Hürmet ederim.

Lakin din ve mukaddesatı alet, vasıta, istismar, istihdam ederek zengin olan dünyevîlerden hiç hoşlanmıyorum. (Bana gelince: Fakirin hizmet sahasında esamisi okunmaz...)

04.08.2012

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah'ı Puta Benzeten İslamcı

 

Bazı İslamcıların baş tacı ettikleri, öve öve bitiremedikleri, kendilerine bir tür imam edindikleri o İranlı yazar, İslam Şinasi adlı kitabında "Allah gerçek bir Janus'tur=Hoda Janus-i hakikî est" diyerek Yüce Allah'ı iki çehreli bir Roma putuna benzetmektedir. Bu benzetmeyi pekiştirmek için de gerçek=hakikî sıfatını kullanmaktadır.

Hiçbir Müslüman, kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Allahü Teâlâ ve Tekaddes hakkında böyle bir benzetme yapamaz. Yaptığı takdirde İslam'ın dışına çıkmış olur.

Allah bildiğimiz şeylerin hiçbirine benzemez ve benzetilmez.

Hele bir Roma putuna...

Allah'ı bir şeye benzetmek küfürdür. Allah'ı bir Roma putuna benzetmek küfür üzerine küfürdür, katmerli küfürdür.

Doğrusu bazı İslamcıların itikad ve din konusundaki hoşgörüleri akıllara ziyan verecek bir sınıra dayanmıştır.

Bunlar kendilerini makas, İslam'ı kumaş mı sanıyorlar ki, re'y ve hevalarına göre kesip biçiyorlar?

Allah'a, noksan sıfatlar yakıştırılır, ses çıkartmazlar. Bırakın ses çıkartmayı, alkışlarlar.

Peygamber aleyhissalatü vesselama saygısızlık edilir, aldırmazlar.

Ashaba saldırılır, ses çıkartmazlar.

Dinî konularda saçma sapan yersiz ve aykırı ictihadlar yapılır, fetvalar verilir, bunlara cephe almazlar.

Öyle İslamcılar görüyorum ki, gerçek din yolundan ayrılmışlar, İslam'ı bir ideoloji, beşerî bir sistem gibi algılıyorlar.

Sahih itikadı, başta namaz olmak üzere ibadetleri, ihlası, taqvayı ikinci plana atmışlar; bitmez tükenmez bir İslamcılık edebiyatı yapıyorlar.

İslamcılık eşittir İslam Protestanlığı...

İlimleri, irfanları, istikametleri yok, kendi kafalarına göre, Allah'ı Roma putu Janus'a benzeten üstadlarının doğrultusunda yorumlar yapıyorlar.

Kimisi kaderi inkar eder.

Kimisi şefaati.

Kabir=berzah aleminin hallerini, Münker ve Nekir meleklerini, sorgu suali...

Ne mezhep kabul ederler, ne fıkıh...

Bunların İslam anlayışı Osmanlının Ehl-i Sünnet İslamlığına hiç uymuyor.

Ehl-i Sünnetin başının tacı olan, Hulefa-i Râşidîn'in üçüncüsü Osman Zinnureyn hazretlerine (Radiyallahu anh) dil uzatırlar.

Bazıları Ehl-i Sünnet Müslümanlarını hurafeci olarak karalar. Şunları bakınız: Allah'ı bir Roma putuna benzeten adamı yüceltiyorlar ve Sünnî Müslümanlara çamur atıyorlar. Dengesizliğin böylesi...

Müslüman kardeşlerime min gayri haddin hitap ediyorum:

Allah bize İslam'ı göndermiştir. Kur'anda ayet vardır, İslam mükemmel bir dindir, onda noksanlık, yanlışlık yoktur.

İslam bize yeter. İslam'ın yanında İslamcılıklara lüzum ve ihtiyaç yoktur.

Kurtulmak için İslam'a sarılmak gerekir.

İslam ile kurtulmak için onu aslına uygun şekilde bilmek, anlamak ve uygulamak gerekir.

Gerçek İslam, İslamcıların ideolojik kitaplarıyla değil, icazetli İslam ulema, fukaha ve mürşidlerinin kitapları okuyup bellemek ve derslerini dinlemekle öğrenilir.

İslamcılık tefrikasından kurtulmak için Ehl-i Sünnet Cadde-i Kübrasında olan cumhur-i ulemaya tâbi olmak gerekir.

İhtilaflı konularda Sevad-ı Âzam (büyük karaltı, büyük topluluk) dairesi içinde bulunmak gerekir.

Sünnî olsun, Şiî olsun, Vehhabî olsun, Selefî olsun, hangi fırkadan olursa olsun hiçbir aklı başında Müslüman, Allah'ın bir Roma putuna benzetilmesine razı olmaz.

Böyle bir şey küfürdür.

Küfre rıza gösteren, küfrü beğenen de kafir olur.

Diyanet İslamcılık(lar), Allahın bir Roma putuna benzetilmesi, bu benzetme yapılırken "gerçek bir Janus" denilerek pekiştirilmesi ve diğer lüzumlu konularda Müslüman halkı ve gençliği uyarmalıdır.

Ben neler diyorum?.. Allah gerçek bir Roma putudur diyen kişinin diğer kitapları Diyanet Kitapevlerinde satılıyor...

Allah bize din olarak İslam'ı göndermiştir... İslam, hak ve geçerli din olmakta tektir, ortağı yoktur.

İslamcılıkları bırakalım, İslam'da karar kılalım.

Dinimizi doğru şekilde öğrenelim... Öğrendiklerimizi hayata uygulayalım...

İlahî ve münzel din yücedir... Beşerî İslamcılıklarda, ideolojilerde, doktrinlerde az veya çok yanlışlar vardır.

Pakistan'a bakalım: İslamcılık orada başarılı olamadı, aslına uygun İslamî bir sistem kuramadı.

Biz Türkiyeli Müslümanlar zelil ve esir vaziyetteyiz ama bunun ilacı İslamcılık değildir, İslam'dır.

İslam'ı Ashab-ı Kiram, Selef-i Sâlihîn, her devirde gelip geçmiş rabbanî ulema ve fukaha, kamil mürşidler gibi anlar ve uygularsak inşallah kurtuluruz.

Allah'ı bir Roma putuna benzeten İslamcıların peşinden gider Protestanlaşırsak büsbütün batarız.

"İkinci yazı"

 

Özel Ordunun Özellikleri

 

OTUZ bin kişilik özel ordunun özellikleri:

1. Kumandanı askerlik ve strateji konusunda dâhi olacaktır.

2. Şeriat ve tarikat boyutları olan dindar bir Müslüman olacaktır.

3. Meşreb ve karakter itibarıyla Selahaddin Eyyubî'ye ve Şeyh Şâmil'e benzeyecektir.

4. Orduda beş vakit namaz cemaatle eda edilecektir.

5. Nakşibendî ve Kadirî tarikatı...

6. Müridizm disiplini...

7. Hem âbid, hem zâhid, hem mücahid fi sebilillah.

8. Mutlak doğruluk ve dürüstlük.

9. Alayların müftüleri, taburların imamları olacaktır.

10. Ordunun muharip efradı birinci sınıf komando eğitimi almış olacaktır.

11. Bütün efrad Resulullah Efendimizle (Salat ve selam olsun ona) mânen irtibatlı olacaktır.

12. Savaş Allah'ın rızasını, Resulullah'ın şefaatini kazanmak, i'lâ-i Kelimetullah yapmak, Kur'ana ve Sünnete hizmet etmek maksat ve niyetiyle yapılacaktır.

13. Otuz bin kişi içinde bir tek çürük ve zayıf eleman bile bulunmayacaktır.

14. Yine otuz bin kişi içinde nefs-i emmâre derekesinde bir tek eleman olmayacaktır. En düşük nefs derecesi nefs-i levvâme olacaktır.

15. Resulullah'ın, Selef-i Sâlihînin, Sadat-ı Kiramın, evliyaullahın ruhaniyetleri orduya sâyeban olacaktır.

16. Ordu, hizmet bölgesindeki en ufak bir yolsuzluğa, hırsızlığa, eşkıyalığa, namussuzluğa, haram kazanca izin vermeyecektir.

17. Ordu savaş hukukuna ve etiğine riayet edecek, en ufak bir haksızlığa sebep olmayacak, adaletten şaşmayacaktır.

18. Teröristlerle işbirliği yapmayan, onlara yataklık etmeyen hiçbir zararsız sivile bir fiske bile vurulmayacaktır.

 

23 AĞUSTOS 2012

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yaktınız Kendinizi!..

 

 

İslam'ı, İmanı, Kur'anı, Sünneti, Şeriat'ı, mukaddesatı alet ederek:

Dünyalık elde etmeye, zengin olmaya çalışanlar...

Dini alet ederek şahsî prestij, siyasî nüfuz devşirmek isteyenler...

Ün, alkış, pohpoh peşinde koşanlar...

Benliklerini, nefs-i emmârelerini tatmin edenler...

Evet sizler sizler sizler!..

Geçici bir müddet başarılı olmuş gibi görünebilirsiniz,

Muazzam miktarlarda zengin olabilirsiniz,

Dünya emellerinize nail olabilirsiniz ama...

Ama ama ama...

Cehennemî bir yolda olduğunuzu bilin...

Başarılarınız, servetleriniz hep hederdir.

Başarılarınız, zenginlikleriniz keramet değil, istidractır.

İslam'a, İman'a, Kur'ana ihlasla hizmet edenler yücelir.

Onları istihdam edenler (kendilerine hizmet ettirmeye yeltenenler) alçalır.

Bütün ibadetlerde ihlas esastır.

İhlassız ibadetlerin, yapana faydası olmaz.

Namazlar, oruçlar, zekat, hac, umre, cihad, hayır hasenat, dine hizmet hep ihlasla, sırf Allah'ın rızasını kazanmak için yapılmalıdır.

Kur'an tefsiri, hadis şerhi ve tasnifi, fıkıh ve diğer dinî ve imanî kitaplar İslam'a hizmet için yazılmalıdır.

İbadet ve hizmetlerde ihlas temel şarttır.

"Allah dilerse bu dini fâsık ve fâcir kimselerle de te'yid eder..." Bir münafık, bir kafir de İslam'a hizmet edebilir.

Lakin Müslümanın hizmetinde ihlas ile nifak bir arada olamaz.

Camiler Allah rızası için yapılacaktır.

Namazlara Allah rızası için gidilecek ve O'nun rızası için ibadet edilecektir.

İbadetin içine "halk görsün, ne dindar desin" karışınca ihlas gider.

Ey siz, zengin olmak için Kur'an tefsiri yazanlar!

Zengin olmak için hadis külliyatı hazırlayanlar!

Halk sizin için "Ne yaman din alimiymiş bu!.." desin diye çalışıp çabalayanlar!..

Kendilerine "Bu ne büyük mücahit..." dedirtmek için sözde cihad yapan sahte mücahitler!..

Ey eskiden cihad edebiyatı yaparken bugün mücahidlik postunu atıp müteahhit olanlar!..

Ey devşiriciler, ey gulülcüler, ey hortumcular, ey kara para zenginleri!..

Ey şöhret-i kâzibe sahipleri!..

Sizde hiç akıl, firaset, kiyaset, hikmet yok mu ki, kendinizi ateşin ortasına attınız?..

İşiniz zor sizin...

Ateşe attınız kendinizi...

 

 

"İkinci yazı"

Küfürdür

 

 

KUR'ANDA kesin=muhkem ayetler, emirler, yasaklar, haramlar vardır.

Bunları inkar ettiği fetva ve şer'î ilam ile sabit olan kişi kafirdir.

Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) mütevâtir ve sahih hadîslerini, Sünnet-i seniyyesini inkar eden veya hafife alan kişi de kafir olur.

Zaruriyat-i diniye konusundaki icmâ-i ümmeti inkar eden de kâfir olur.

Ezan-ı Muhammedî şeâir-i islamiyedendir, Ezanı tahkir eden kafir olur.

Kader İslam'ın altı temel inancından biridir. İslam'da kader mader yoktur diyen dinden çıkar.

Şer'î tesettürü inkar eden dinden çıkar.

Ben Müslümanım ama Şeriatı kabul etmiyorum diyen kişi din sınırları dışına çıkmıştır. Çünkü Şeriat, Kur'an ve Sünnetten çıkartılmış din hükümlerinin tamamına verilen isimdir. Ha İslam'ı inkar etmiş, ha Şeriatı...

Haram yemek caizdir diyen dinden çıkar.

Bu devirde üç ibrahimî hak din vardır, bunların mensupları ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diyen dinden çıkar. Çünkü Kur'an "Allah katında din İslam'dır" buyurmaktadır.

Tahrife uğramış önceki kitapların hükümleri bugün geçerlidir diyen İslam'dan çıkar, çünkü onlar tahrife uğramış ve nesh edilmiştir.

Küfrü ve kafirleri beğenen İslam'dan çıkar.

Kafirleri dost ve velî edinmek haramdır. Bu haramı helal gören dinden çıkar.

Önceki büyük alimlerin, fakihlerin, müftülerin, din imamlarının küfür olarak gösterdiği sözleri söyleyenler, yazanlar, amelleri işleyenler kafir olur.

Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerini AB norm ve standartlarına, Feminizm ideolojisine, Kemalizme, kafirlerin isteklerine göre ayıklamak küfürdür.

Kur'anda "Bugün dininizi tamamladım" buyruluyor. İslamda eksiklik, kusur, noksanlık, kemalsizlik görerek dinde reform, değişiklik, yenilik, hafifletme istemek küfürdür.

İcazetli, ihlaslı, taqvalı rabbanî ulemayı, fukahayı tahkir etmek ve dışlamak küfre yol açar.

İslam ile M. Kemal'in ölümünden sonra uydurulmuş Kemalizm ideolojisi bağdaşır ve uyuşur diyen açık bir dalalettedir.

İlmi, ehliyeti ve icazeti olmadığı halde Kur'an-ı Kerimi re'y ve heva ile yorumlayanlar büyük bir küfran-ı nimette bulunmuş olur.

Kur'anı re'y ve heva ile yorumlasa, bu yorumu isabetli ve doğru olsa yine günah işlemiş olur.

Hiçbir sarıklı Farmason Müslümanlara din imamı, önder, rehber olamaz.

Din konusunda şazz ictihadlara ve görüşlere itibar edilmez.

Din, silsileli icazetlerle Resulullaha (Salat ve selam olsun ona) irtibatlı olan gerçek ulema, fukaha ve mürşidlerden öğrenilir.

 

"Üçüncü yazı"

Eğri Otursa da Doğru Konuşmak

 

MÜSLÜMAN, insan olduğu için günah işleyebilir, hatâ edebilir, yanılabilir. Lakin kesinlikle yalan söylemez, aldatmaz, hıyanet etmez.

İnsan eğri otursa da doğru söylemelidir denilmiştir. Müslüman zaman zaman eğri oturabilir ama asla doğru(yu) söylemekten ayrılmamalıdır.

Yalan söylemek haramdır. Yalancılık caizdir diyen kafir olur. (İstisnaları vardır: Savaşta... Üçüncü kişilerde zarar vermemek şartıyla iki dostun arasını bulmak için...)

Müslüman günahkar da olsa aldatmaz.

Müslüman müstaqim (doğru ve dürüst) insandır.

Müslüman sahtekarlık yapmaz.

Müslüman soytarılık yapmaz.

Müslüman dolandırmaz.

Müslüman beytülmali (devlet ve belediye bütçelerini) hortumlamaz.

Müslüman saçı bitmedik yetimlerin ve fakir fukara halkın haklarına el uzatmaz.

Müslüman faiz ve riba yemez.

Müslüman gizlice günah işleyebilir ama asla ve asla açıkça, küstahça, utanmazca, hayasızca, rezilce fısk ve fücur yapmaz.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) "Hayâ=utanmak imandandır" buyurmuşlardır. Hayası olmayanın imanı da yoktur.

Müslüman öncelikle fakirlerin, miskinlerin hakkı olar zekatlara göz dikmez ve onları zimmetine geçirmez.

Müslüman zekat ile cami bile yaptırılamayacağını çok iyi bilen kişidir. Müslüman Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha aykırı olarak zekat toplamaz.

Müslüman birtakım ruhbanları, şeyhleri, hazretleri, muhteremleri, hocaları, hocaefendileri erbab haline getirip putlaştırmaz.

Müslüman arivistlik yapmaz.

Müslüman Makyavelist değildir.

Müslüman başkanlığa talip olmaz. Matlup olsa bile ehil değilse kabul etmez.

Müslüman, bozuk düzenlerde bozuk işler yapılır, haram yenilir demez.

 

 

24 AĞUSTOS 2012

Share this post


Link to post
Share on other sites

Namazda Başı Taçlı Olmak

 

AMELÎ Sünnetlerin en kolayı erkeklerin namaz kılarken başlarına İslamî bir serpuş geçirmeleridir. Serpuş: Takke, imame, arakiye vs... (Kefere ve kıssis şapkası cinsinden bir şey olmaz!)

Allahın bizlere en güzel örnek ve model olarak gönderdiği ve Kur'anda kendisine uyulmasını, itaat edilmesini kesinlikle emrettiği Resul-i Kibriya Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) hac veya umre için ihramlı olduğu zamanlar dışında bütün ömrü boyunca bir kere bile başı açık olarak namaz kılmamıştır.

Başı kapalı olmak namazın sünnet ve edeplerindendir.

Zamanımızda namaz kılanlar azınlığa düşmüştür. Bu azınlığın büyük kısmı da başı açık olarak namaz kılmaktadır.

Hattâ bazen bir camiye gittiğimde, yeni bir cemaat görüyorum, imamının bile başı açık... Maalesef (bu teessüf benim için midir, başı açık imam için midir?) böyle bir imamın arkasında cemaat olmuyorum.

Hiçbir Müslümanı hor ve hakir görmem, hiçbir Müslümana düşmanlık etmem ama başı açık namaz kılanları, imamlık yapanları da uyarmak benim bir kardeşlik borcumdur.

Bu kadar kolay, zahmetsiz ve külfetsiz bir sünnet ve edep olsun ve Müslüman bunu terk etsin. Olacak şey değil!

Muhterem ve aziz okuyucularımdan çok rica ediyorum:

Lütfen güzel bir namaz takkesi edinsinler ve namaz kılarken bunu başlarına geçirsinler.

Cebimizde ağırlık ve fazlalık yapıyormuş... Şeytanî bir mazerettir bu. Cep telefonu namaz takkesinden daha mı kıymetlidir ki, ondan hiç vazgeçemiyoruz?

Lütfen lütfen lütfen... Öyle bir iki liraya satılan uyduruk Çin işi örme takkeler almayalım. Bangladeş'ten, başka ülkelerden gelen güzel takkeler var, onlardan alalım.

İmame, sarık, takke, fes, kalpak Müslümanı güzelleştirir, ona vakar ve heybet kazandırır.

Bir hadîs-i şerifte Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Melaike-i kiramın imameli olarak namaz kıldığını bize haber vermiştir.

Dikkat edilecek husus: Câhillerin, mukallidlerin ulema, fukaha ve şeyh sarığı sarmaları ayıptır, had-nâ-şinaslıktır.

Seyyid ve Şeriflere ait sarıkları da herkes saramaz.

Her Müslüman sarık kullanmalıdır ama ilmine, seviyesine, icazetine göre...

Tarikat takkeleri şeyh efendinin ve halifesinin izniyle ve duasıyla başa geçirilebilir. Bunun için ya derviş yahut muhibb olmak gerekir.

Bir Müslüman gerçekten ihlaslı ve saygılı ise münferiden namaz kılarken bile temiz ve güzel elbiseler giymeli, varsa bir cübbe ve maşlaha bürünmeli, başına da değerli bir takke geçirmelidir.

Bazen camilerde eşofmanlı kimseler görüyorum. Çok utanıp üzülüyorum. Şehrin valisinin huzuruna bile eşofmanla çıkılmaz...

Evet eskiden gecelik entari ve hırka ile camiye gelmeye cevaz verilmiş ama o zamanlar gecelik kıyafetle sokağa çıkılıyormuş, mahalle kahvesine gidiliyormuş...

İmam-ı Âzam Ebû Hanife efendimiz hazretleri kumaş taciriymiş, helalinden zengin olmuş, pahalı ve güzel elbiseler yaptırıp bunları namazda giyermiş. Tahdis-i nimet için...

Bayram namazını Kasımpaşa Piyale cami-i şerifinde kıldım. Koca mabet doluydu ama düzgün ve doğru dürüst kıyafetli on kişi bile yoktu. Önümdeki saflardan birinde, beyaz tişörtünün sırtında iri harflerle "ITALIA... Sport... Club... Gloria..." yazılıydı!

Gaziantepteki cenaze namazına baktım. Başı örtülü bir tek kimse yoktu. Merhum Erbakan sağ olsaydı ve o namaza katılsaydı takkesini başına geçirirdi.

Müslümanlar!.. Sünnetler bizim başımızın taçlarıdır... Namazda başını örtmek Müslümanın manevî ziyneti ve süsüdür...

Huzur-ı Hakka çıktığımızda, mânevî mi'racımızda sünnete ve edebe uyalım.

Bazen camilerde Cerrahî, Uşşakî ve diğer tarikat taçlarıyla taçlanmış musalliler görüyorum ve onları çok takdir edip kendilerine min gayri haddin dua ediyorum. Ne mutlu onlara...

Başı açık olarak namaz kılmak, sünnetlere ve âdâba riayet etmemek Selefîlerin, reformcuların, Fazlurrahmancıların, light ve ılımlı İslamcıların, diğer İslamcılık fırkası mensuplarının, İslamda kader mader yoktur diyen zındıkların, mezhepsizlerin, fıkıhsız ve Şeriatsiz bir İslam türetmek isteyenlerin, Kur'anı kendi re'y ve hevalarıyla yorumlayanların, Sünnet inkarcılarının, şefaati ve berzah alemindeki sorgu suali, kabir hallerini, teravih namazını, cumanın sünnetlerini inkar edenlerin ve diğer bid'at ehlinin sergilediği bid'atlerden biridir.

Bir de fıkıh ve ilmihallerini iyi bilmeyen iyi niyetli Müslümanlar var. Onlara Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük İslam İlmihali'ndeki veya Hacı Zihni Efendinin Nimetü'l-İslam'ındaki bilgilerin bir kısmını öğrenip ezberlemelerini ve hayata geçirmelerini nâçizane tavsiye ederim. (Reformcuların, Afganîcilerin, naylon müctehidlerin, Kemalist ilahiyatçıların, Ehl-i Kitab da Cennetliktir diyenlerin hazırladıkları ilmihalleri alıp okumayınız!)

İnternetten China Muslims Eid al-fitr kelimeleriyle görsellerden arayınız. Namaz kılan Türkistanlı ve Çinli kardeşlerimiz içinde bir tek başı açık kimse göremeyeceksiniz, hepsinin başlarında zarif, estetik, güzel takkeler vardır.

Cenab-ı Hak azze ve celle hazretleri cümlemizi Kur'ana, Sünnete, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye, İslam âdabına, şeair-i islamiyeye uyan, Cadde-i Kübra'da yürüyen, ihtilaflı meselelerde Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunan, Ulema-i Cumhurun yolunda yürüyen, ilmihalini kendisini kurtaracak kadar bilen ve inşallah ve biiznillah Resulün şefaatine nail olan firasetli ve edebli kullarından eylesin.

Not: Tezellül niyeti ile olursa başı açık namaz kılmaya ruhsat verilmiştir. Lakin bu hal istisnaîdir. Tezellül ne demektir, bunun manasını bile bilmeyen, kalbinde tezellül niyeti olmayan kimselerin başı açık namaz kılmaları bid'attir, sünnet ve edebe mugayirdir.

ÇOK ÖNEMLİ BİR HUSUS: Namazda, evde, mümkün olan her yerde başını örtmenin; insan haklarına, millî kimlik ve kültürümüze, din ve vicdan hürriyetine aykırı olan şapka iksası inkılabına muhalefet olacağı hususuna da dikkat buyurulmalıdır. Bu muhalefet bir nev'i nehy-i münkerdir.

Müslümanlıkta, Osmanlı terbiyesinde erkeklerin başlarının kapalı olması terbiye, nezaket, kibarlık, görgü kuralıdır.

Genç nesillere bunları öğretmek ilgili, sorumlu, imkanlı Müslümanlar için bir vazifedir.

Diyanet İşleri Fetva Meclisi, camilere konulan kilise ve sinagog sıraları ve sandalyeleri aleyhindeki fetvası gibi, namazda başın örtülmesinin sünnet ve edeb olduğu, bu sünnetin ve edebin terkinin mekruh olduğu konusunda uyarıcı, aydınlatıcı bir fetva isdar buyursa ne iyi olur...

Kültürlü, şuurlu, medenî Müslümanların gerek erkekler, gerekse kadınlar için islamî kıyafet konusunda harekete geçmelerini bekliyoruz.

Erkekler için: Çok zarif islamî serpuşlar, kalpaklar... Yakasız gömlekler... İstanbuline benzeyen ceketler, pardösüler...

Kadınlar için: Şer'î tesettür kıyafetleri... Cilbablar... Çarşaflar... Tek parçadan ibaret el dokuması ihramlar... Tek renkli başörtüleri...

Bir Müslüman erkeğin bugün olduğu gibi yüzde yüz Avrupaî kıyafete bürünmesi doğrusu çok ayıptır.

Şık bir "kostüm", pahalı bir "Frenk gömleği", yular gibi bir "kravat", içinde "atlet ve külot", kışın "palto ve pardösü", boynunda "fular veya kaşkol", ayağında "iskarpin"... Bari boynuna şöyle bir levha assın: "Şu halime bakmayın ben Müslümanım yahu!.."

Başları kapalı Müslüman hanımlara ve kızlara selam ve hürmetlerimi arzdan sonra şu uyarıyı yapmak zorundayım:

Bugünkü tesettür kıyafetlerinin çoğu şer'î tesettür değil, şeytanî tesettürdür.

Keşke, başta Diyanet olmak üzere bellibaşlı islamî cemaatler, tarikatlar, sivil kuruluşlar şer'î tesettür konusunda bir seferberlik başlatsalar da bugünkü düttürü leyla, gülünç, erkeklerin dikkatlerini açık kadınlardan daha fazla çeken rüküş şeytanî tesettürden uzak durulsa...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Namazda Başı Taçlı Olmak

 

AMELÎ Sünnetlerin en kolayı erkeklerin namaz kılarken başlarına İslamî bir serpuş geçirmeleridir. Serpuş: Takke, imame, arakiye vs... (Kefere ve kıssis şapkası cinsinden bir şey olmaz!)

Allahın bizlere en güzel örnek ve model olarak gönderdiği ve Kur'anda kendisine uyulmasını, itaat edilmesini kesinlikle emrettiği Resul-i Kibriya Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) hac veya umre için ihramlı olduğu zamanlar dışında bütün ömrü boyunca bir kere bile başı açık olarak namaz kılmamıştır.

Başı kapalı olmak namazın sünnet ve edeplerindendir.

Zamanımızda namaz kılanlar azınlığa düşmüştür. Bu azınlığın büyük kısmı da başı açık olarak namaz kılmaktadır.

Hattâ bazen bir camiye gittiğimde, yeni bir cemaat görüyorum, imamının bile başı açık... Maalesef (bu teessüf benim için midir, başı açık imam için midir?) böyle bir imamın arkasında cemaat olmuyorum.

Hiçbir Müslümanı hor ve hakir görmem, hiçbir Müslümana düşmanlık etmem ama başı açık namaz kılanları, imamlık yapanları da uyarmak benim bir kardeşlik borcumdur.

Bu kadar kolay, zahmetsiz ve külfetsiz bir sünnet ve edep olsun ve Müslüman bunu terk etsin. Olacak şey değil!

Muhterem ve aziz okuyucularımdan çok rica ediyorum:

Lütfen güzel bir namaz takkesi edinsinler ve namaz kılarken bunu başlarına geçirsinler.

Cebimizde ağırlık ve fazlalık yapıyormuş... Şeytanî bir mazerettir bu. Cep telefonu namaz takkesinden daha mı kıymetlidir ki, ondan hiç vazgeçemiyoruz?

Lütfen lütfen lütfen... Öyle bir iki liraya satılan uyduruk Çin işi örme takkeler almayalım. Bangladeş'ten, başka ülkelerden gelen güzel takkeler var, onlardan alalım.

İmame, sarık, takke, fes, kalpak Müslümanı güzelleştirir, ona vakar ve heybet kazandırır.

Bir hadîs-i şerifte Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Melaike-i kiramın imameli olarak namaz kıldığını bize haber vermiştir.

Dikkat edilecek husus: Câhillerin, mukallidlerin ulema, fukaha ve şeyh sarığı sarmaları ayıptır, had-nâ-şinaslıktır.

Seyyid ve Şeriflere ait sarıkları da herkes saramaz.

Her Müslüman sarık kullanmalıdır ama ilmine, seviyesine, icazetine göre...

Tarikat takkeleri şeyh efendinin ve halifesinin izniyle ve duasıyla başa geçirilebilir. Bunun için ya derviş yahut muhibb olmak gerekir.

Bir Müslüman gerçekten ihlaslı ve saygılı ise münferiden namaz kılarken bile temiz ve güzel elbiseler giymeli, varsa bir cübbe ve maşlaha bürünmeli, başına da değerli bir takke geçirmelidir.

Bazen camilerde eşofmanlı kimseler görüyorum. Çok utanıp üzülüyorum. Şehrin valisinin huzuruna bile eşofmanla çıkılmaz...

Evet eskiden gecelik entari ve hırka ile camiye gelmeye cevaz verilmiş ama o zamanlar gecelik kıyafetle sokağa çıkılıyormuş, mahalle kahvesine gidiliyormuş...

İmam-ı Âzam Ebû Hanife efendimiz hazretleri kumaş taciriymiş, helalinden zengin olmuş, pahalı ve güzel elbiseler yaptırıp bunları namazda giyermiş. Tahdis-i nimet için...

Bayram namazını Kasımpaşa Piyale cami-i şerifinde kıldım. Koca mabet doluydu ama düzgün ve doğru dürüst kıyafetli on kişi bile yoktu. Önümdeki saflardan birinde, beyaz tişörtünün sırtında iri harflerle "ITALIA... Sport... Club... Gloria..." yazılıydı!

Gaziantepteki cenaze namazına baktım. Başı örtülü bir tek kimse yoktu. Merhum Erbakan sağ olsaydı ve o namaza katılsaydı takkesini başına geçirirdi.

Müslümanlar!.. Sünnetler bizim başımızın taçlarıdır... Namazda başını örtmek Müslümanın manevî ziyneti ve süsüdür...

Huzur-ı Hakka çıktığımızda, mânevî mi'racımızda sünnete ve edebe uyalım.

Bazen camilerde Cerrahî, Uşşakî ve diğer tarikat taçlarıyla taçlanmış musalliler görüyorum ve onları çok takdir edip kendilerine min gayri haddin dua ediyorum. Ne mutlu onlara...

Başı açık olarak namaz kılmak, sünnetlere ve âdâba riayet etmemek Selefîlerin, reformcuların, Fazlurrahmancıların, light ve ılımlı İslamcıların, diğer İslamcılık fırkası mensuplarının, İslamda kader mader yoktur diyen zındıkların, mezhepsizlerin, fıkıhsız ve Şeriatsiz bir İslam türetmek isteyenlerin, Kur'anı kendi re'y ve hevalarıyla yorumlayanların, Sünnet inkarcılarının, şefaati ve berzah alemindeki sorgu suali, kabir hallerini, teravih namazını, cumanın sünnetlerini inkar edenlerin ve diğer bid'at ehlinin sergilediği bid'atlerden biridir.

Bir de fıkıh ve ilmihallerini iyi bilmeyen iyi niyetli Müslümanlar var. Onlara Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük İslam İlmihali'ndeki veya Hacı Zihni Efendinin Nimetü'l-İslam'ındaki bilgilerin bir kısmını öğrenip ezberlemelerini ve hayata geçirmelerini nâçizane tavsiye ederim. (Reformcuların, Afganîcilerin, naylon müctehidlerin, Kemalist ilahiyatçıların, Ehl-i Kitab da Cennetliktir diyenlerin hazırladıkları ilmihalleri alıp okumayınız!)

İnternetten China Muslims Eid al-fitr kelimeleriyle görsellerden arayınız. Namaz kılan Türkistanlı ve Çinli kardeşlerimiz içinde bir tek başı açık kimse göremeyeceksiniz, hepsinin başlarında zarif, estetik, güzel takkeler vardır.

Cenab-ı Hak azze ve celle hazretleri cümlemizi Kur'ana, Sünnete, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye, İslam âdabına, şeair-i islamiyeye uyan, Cadde-i Kübra'da yürüyen, ihtilaflı meselelerde Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunan, Ulema-i Cumhurun yolunda yürüyen, ilmihalini kendisini kurtaracak kadar bilen ve inşallah ve biiznillah Resulün şefaatine nail olan firasetli ve edebli kullarından eylesin.

Not: Tezellül niyeti ile olursa başı açık namaz kılmaya ruhsat verilmiştir. Lakin bu hal istisnaîdir. Tezellül ne demektir, bunun manasını bile bilmeyen, kalbinde tezellül niyeti olmayan kimselerin başı açık namaz kılmaları bid'attir, sünnet ve edebe mugayirdir.

ÇOK ÖNEMLİ BİR HUSUS: Namazda, evde, mümkün olan her yerde başını örtmenin; insan haklarına, millî kimlik ve kültürümüze, din ve vicdan hürriyetine aykırı olan şapka iksası inkılabına muhalefet olacağı hususuna da dikkat buyurulmalıdır. Bu muhalefet bir nev'i nehy-i münkerdir.

Müslümanlıkta, Osmanlı terbiyesinde erkeklerin başlarının kapalı olması terbiye, nezaket, kibarlık, görgü kuralıdır.

Genç nesillere bunları öğretmek ilgili, sorumlu, imkanlı Müslümanlar için bir vazifedir.

Diyanet İşleri Fetva Meclisi, camilere konulan kilise ve sinagog sıraları ve sandalyeleri aleyhindeki fetvası gibi, namazda başın örtülmesinin sünnet ve edeb olduğu, bu sünnetin ve edebin terkinin mekruh olduğu konusunda uyarıcı, aydınlatıcı bir fetva isdar buyursa ne iyi olur...

Kültürlü, şuurlu, medenî Müslümanların gerek erkekler, gerekse kadınlar için islamî kıyafet konusunda harekete geçmelerini bekliyoruz.

Erkekler için: Çok zarif islamî serpuşlar, kalpaklar... Yakasız gömlekler... İstanbuline benzeyen ceketler, pardösüler...

Kadınlar için: Şer'î tesettür kıyafetleri... Cilbablar... Çarşaflar... Tek parçadan ibaret el dokuması ihramlar... Tek renkli başörtüleri...

Bir Müslüman erkeğin bugün olduğu gibi yüzde yüz Avrupaî kıyafete bürünmesi doğrusu çok ayıptır.

Şık bir "kostüm", pahalı bir "Frenk gömleği", yular gibi bir "kravat", içinde "atlet ve külot", kışın "palto ve pardösü", boynunda "fular veya kaşkol", ayağında "iskarpin"... Bari boynuna şöyle bir levha assın: "Şu halime bakmayın ben Müslümanım yahu!.."

Başları kapalı Müslüman hanımlara ve kızlara selam ve hürmetlerimi arzdan sonra şu uyarıyı yapmak zorundayım:

Bugünkü tesettür kıyafetlerinin çoğu şer'î tesettür değil, şeytanî tesettürdür.

Keşke, başta Diyanet olmak üzere bellibaşlı islamî cemaatler, tarikatlar, sivil kuruluşlar şer'î tesettür konusunda bir seferberlik başlatsalar da bugünkü düttürü leyla, gülünç, erkeklerin dikkatlerini açık kadınlardan daha fazla çeken rüküş şeytanî tesettürden uzak durulsa...

 

Mehmed Şevket Eygi'den Allah razı olsun, ehli sünneti savunduğu gibi müslümanlar için güzel hatırlatmalarda da bulunuyor. Yalnız bugün sabah bu yazısını okurken(sürekli yazılarını takip ettiğim yazarlardandır), şu düşüncenin zihnimde belirlemesine engel olamadım. Namazda başı örtme ile alakalı bu şekilde güzel bir yazı yazan birisi nasıl olur da sakalsız olur diye düşündüm. Namazda başın açık olması Ömer Nasuhi Bilmen Efendi'nin ilmihaline göre mekruhtur, sakalı kesmek ise 4 mezhebe göre de haramdır. Kendisine bu durumu mail yoluyla sordum bilmem cevap gelir mi? merakla bekliyor ve bir müslüman olarak bir ağabeyimin ve özellikle şu fitne zamanında ehli sünnetin kalelerinden bir kalemin sakallı olmasını arzu ederim. bu kadar hassas düşünen birinin sakalsız olmasının bilmiyorum sebebi nedir?

Share this post


Link to post
Share on other sites

abi mail yoluyla ulaşabileceğini sanmıyorum.ben de bir ara çok denedim.ama ulaşamadım.galiba mailler ona ulaşmıyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tazir ağabeyim haklısınız. Açıkcası şimdi ben de merak ettim. Dediğiniz gibi yazılarıyla bize şu fitne devrinde yol gösterici olan Eygi hocamızın neden böyle bir sünneti /ki sarığa bu denli hoş bir yazı yazarken/ es geçtiği merak konusu..Yazısında kendisine gelen sorulara cevap mahiyetinde değiniyor yer yer. Umarım bir sebebi vardır. Mesela evlenmemiştir de. Kendisine bir röportajında sorulduğunda "yorumsuz" demiş. Göz altına alınmalar falan. Aksiyonu bol biriymiş Eygi Hocamız. Biz Allah için kendisini severiz, yazılarını da takip ederiz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

milli gazete'nin sitesinden kendisine mesaj attım ama ulaşır mı ulaşmaz mı bilmem. internetle alakalı işlerinin başka birinin yaptığını duymuştum. artık neticeyi bilemiyorum. kendisini seviyoruz ve takip etmeye de devam edeceğiz inşallah. Allah kendisinden razı olsun...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...