Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Beylerbeyi

Dr.mehmet Doğan

Recommended Posts

Kemalizm Türk’ün dini!

 

Harf inkılâbı, okur yazarlığı sıfırladı, dil devrimi sözlükleri!

1930’lar Türkiyesi sadece iktisadî bakımdan açlık ve yokluk ülkesi değildi; dil ve kültür yönünden de gerçek bir mahrumiyet içinde idi. Düşündüğünüzü yazamazdınız, istediğiniz kelimeyi kullanamazdınız…

Cumhuriyetin ilk sözlüğü, 22. yıldönümünde, 1945’te yayınlandı. Osmanlı, Redhous’ın sözlüğünde 1890’da 100 bin kelime ile konuşurken, Cumhuriyet’in ilk resmi sözlüğünde, 55 yıl sonra sadece 15 bin kelime vardı! “Evrim” tersine işlemişti, çünkü “devrim” olmuştu!

Bu sözlükte, dinle-İslâmla ilgili kelimelerin tarifleri, açıklamaları başlıbaşına bir araştırma konusu olmalıdır. Çünkü dine, İslâma ve İslâmın medeniyet kavramlarına karşı düşmanlık bu kelimelerin tariflerinde açıkça hissedilmektedir.

Bu sözlüğün “din” maddesini okuyanlar, “Kemalizm Türk’ün dinidir” ibaresi ile karşılaşırlarlar. Bu, kelimenin ilk açıklaması değildir elbette. 3. açıklamanın başına “mec.” kısaltması konularak, mecazî bir anlamlandırma olduğu belirtilmiştir; “İnanılıp çok bağlanılan fikir veya ülkü” açıklaması “Kemalizm Türk’ün dinidir” cümlesi ile örneklenmiştir. Bu mecazda bir hakikatin gizli olduğundan şüphe yoktur. Kemalizm 1928’de fiilen, 1937’de Anayasa sokularak resmen, devletin dini yapılmıştır.

Cumhuriyetin ilk anayasasında, “Türkiye devletinin dini İslâmdır” denilirken, devletin vatandaşa din dayatması sözkonusu değildi. Osmanlı sisteminde olduğu gibi, müslüman olmayanlara din dayatmak, İslâmiyetin kurallarını zorla hayata geçirmek hedeflenmiyordu. Din halkın kahir ekseriyetinin tabiî olarak yaşadığı, hissettiği yapıcı bir aidiyet unsuru olarak temel bir metinde zikrediliyordu.

Din, bin küsur yıllık yaşanmışlığın oluşturduğu kültürle, farklı inançlara, görüşlere, düşüncelere sahip olmayı men etmez, dolayısıyla çeşitli fikirlerin kurumlaşması, bu arada siyasi yapılar oluşturması olağandır.

Oysa dinin yerine konulan ideolojinin benimsenmesi zorunlu kılınmıştır! Bu zorunluluk, hâlâ tamamı değiştirilememiş olan 1980 darbe anayasasında da ifade edilmektedir.

Dinin değişmezleri, farklılıklara hoşgörü ve müsamaha ile bakarken, ideolojinin dogmaları buna cevaz vermemektedir.

İdeolojinin benimsetilmesi için eğitim-öğretim sistemi, iletişim sistemi ve yönetim sistemi ile birlikte hukuk sistemi de seferber edilmiştir. Bu yüzden son zamanlarda bazı hukukçuların sık sık tekrarladığı, “biz tarafsız olamayız, ideolojiden yana tarafız” açıklamaları bütün alanlar için sözkonusudur. Hatta ilim bile ideolojiye taraf kılınmıştır. Bu yüzden 28 Şubat döneminde, öğretim üyesi veya üniversite yöneticisi olacaklardan ilmî yeterlilik veya idarî dirayet değil, ideolojik sadakat istenmiştir.

1937’deki Anayasa değişikliği görüşmeleri bu bakımdan dehşet vericidir. Daha önceki yazılarımızda, belirttiğimiz üzere resmî ideolojiden başka düşünceye müsade edilmeyeceği tehditvari beyan edilmiştir.

Kemalizm bu yıllarda lidere tapınmaya dönüştürülmüş, liderin ölümünden sonra da bu tapınma sürdürülmüş, “seni sevmek millî bir ibadettir” vecizesi icad edilmiş, liderin, önderin kabri devletin sadakat yemini edilen ana “mabed”i haline getirilmiştir.

Devlet’in ideolojik ana mabedi, Anıtkabir’dir. Fakat, ülkenin her yerinde, devletin bütün kurumlarında, büyüklü küçüklü heykeller, büstler yapılarak, Anıtkabir dışında da sadakat ifadesine yarayan alanlar oluşturulmuştur. Bu heykeller veya büstler estetik değeri ne olursa olsun; hatta heykel sanatına hakaret sayılabilecekleri dahil, korunması gereken kutsal objeler olarak görülmüştür. Bugün halkın mabedi olan camiye saygısızlık çok fazla resmi karşılık görmez, fakat bu büstlere ve heykellere karşı yapılabilecek şüphe uyandırıcı her şey şiddetli şekilde cezalandırılır.

Mevcut Anayasa, ideolojik muhtevasını korumaktadır. Dolayısıyla, Türkiye Devleti’nin resmi dini hâlâ ideolojisidir. Resmi yapı içinde halkın dinini kontrol altında tutmak, çerçevelemek için Diyanet işleri teşkilatı vardır. Halkın dini olan İslâma bağlılık elbette zorunlu değildir, fakat devlet dinine sadakat göstermek mecburidir.

Türkiye devlet dini uygulamasından çok partili hayata geçtikten sonra vaz geçebilirdi. Kemalizme karşı laiklik ilan edebilirdi. İdeolojiyi hiç olmazsa seçimlik hale getirebilirdi. Maalesef bu mümkün olmamıştır. 1960 ve 1980 anayasalarında da atatürkçülük devletin resmi ideolojisi olmaya devam etmiştir. Türkiye’de laiklik, İslâma karşı en katı şekilde uygulanmış, onun yerine konulan, alanına yerleştirilmek istenen kemalizme karşı ise bu yapılamamıştır. Artık, devlet dininden vazgeçmek, inanç seviyesine yükseltilmiş ideolojiyi bir kenara bırakmak gerekmektedir.

 

17 Eylül 2010

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tankın karşısına çıkan adam!

 

Biz demokratikleşme döneminde doğan, fakat darbelerle haşır neşir olmak zorunda kalan bir nesiliz.

Çocukluğumuz Türkiye’nin ilk seçimli iktidarında geçti.

Tam olarak da geçmedi ya; ilköğretim çağında iken, 27 Mayıs darbesi oldu. Öyle şimdiki gibi televizyonlar, radyolar yoktu. Daha doğrusu, 1960’da darbe ile karşı karşıya kalan Türkiye, 1930’ların cihazı olan televizyonla 1970’lere doğru tanışabildi.

Radyo devletindi ve o kadar az radyo alcısı vardı ki, bir mahalleye birkaç adet düşerdi. Millet radyolu evlere ajans dinlemeye giderdi.

Dolayısıyla, babam işe, ben okula gitmek için 27 Mayıs sabahı yola çıktığımızda, radyodan okunan bildirilerinden haberdar değildik. Cebeci doruğu yokuşunun başında süngü takmış askerlerin yolu kestiğini gördük.

Meğer darbe olmuş! Milli Birlik Komitesi idareye el koymuş! Hem iş tatil, hem okul!

Ertesi gün, Ankara caddelerinde nümayiş vardı. Askeri araçların üstüne çıkan, önünde yürüyen CHP’liler, kendilerinden seçimle iktidarı almış olan Demokrat Parti teşkilatlarını yağmalıyorlardı. DP tabelaları kırılıyor, bayrakları çiğneniyordu.

CHP’liler gerçekten askeri araçların, tankların önündeydiler! Artık iktidar onlarındı! Bu sahneler zihnimden hiç silinmedi!

Bu yüzden CHP liderinin “Eğer bir darbe olursa tankın karşısına ilk ben çıkacağım” lafını önemsedim.

Tankın karşısında duran CHP lideri! Ne muhal hayal!

60 yıl sonra CHP gerçekten darbe karşıtı bir konumda olabilir miydi?

CHP bunu daha önce başarabilseydi, Türkiye başka bir Türkiye olurdu. En yakın 28 Şubat post modern darbesini hatırlıyoruz. CHP’nin bundan önceki lideri, Kılıçdaroğlu’nun selefi Baykal, 28 Şubat müdahalesini, “TSK bir sivil toplum kuruluşudur” diye karşılamıştı!

Halkoylamasının kesin mağlubu CHP lideri, kendini beğendirme turları için Avrupa’ya gitmiş. Bir Alman vakfında “Türkiye ve Gerçekleri” konulu bir konferans vermiş. Hükümetin reform olarak tanıttığı birçok şeyin reformla ilgisi olmadığını söylemiş.

Meğer AB’nin tüm ilerleme raporlarında Türkiye’deki yargının bağımsız olmadığı şeklinde ifadeler yer alıyormuş. Bizim bildiğimiz, son raporlarda, yargının bağımsızlık değil “tarafsızlık” sorunu olduğu belirtiliyordu.

Bakın Kılıçdaroğlu başka ne istiyormuş: “Sivil-asker ilişkilerinin demokratik temele oturtulmasını istiyoruz. Eğer bir darbe olursa tankın karşısına ilk ben çıkacağım.”

Kılıçdaroğlu, baskıcı sivil bir hükümetin diktacı bir rejimden farkı olmadığını, kendilerinin demokrasi, saydamlık, kadın-erkek eşitliği, kültürel ve dini özgürlükler istediğini söylemiş...

Ya ana muhalefet liderine göre Türkiye’nin en önemli sorunu ne imiş? Kırk yıl düşünseniz bulamazsınız!

Meğer Türkiye’nin en önemli sorunu “dinin istismar edilmesi” imiş!

Bu lafı duyunca, “bu mu tankın karşısına çıkacak adam?” sorusu gayri ihtiyari dudaklarımdan döküldü.

Yıl 1960, darbe tanklarının önünde yürüyen, üstüne çıkıp nümayiş yapan, rakip partinin tabelalarını indirip bayraklarını çiğneyenler ne düşünüyorsa, bugünün CHP lideri de aynı şeyi düşünüyor: Din istismar ediliyor!

Anlayacağınız, değişen bir şey yok! Kafa aynı. Türkiye’de din gerçeğini kavrayamayan zihinler, mağlubiyetlerini sürekli dinin istismar edilmesine bağlarlar. Bu basma kalıp lafın arkasına sığınacaklarına, tahakkümcülükten sıyrılarak milleti anlamaya, onun dinle bağını kavramaya çalışsalar, mesafe alabilirlerdi. Fakat, halk partisinin halka işi olmaz!

O yüzden de, CHP’den darbe tanklarının karşısında duracak kimse çıkmaz. Kılıçdaroğlu, bu konuda inandırıcı olabilirdi: Eğer halk oylamasında Türkiye’nin asker-yargı odaklı oligarşik yapısını değiştiren düzenlemelere karşı çıkmasaydı.

Darbecilerin tankları, yargısı; anayasa değişikliği ile engellenirken neredeydin?

 

22 Eylül 2010

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arkadaşlar elinde cd'siz çalışan Dr.Mehmet Doğan'ın sözlüğü olan var mı? Bende cd şeklinde var. Çalıştırmak için cdsini takman gerekir. O yüzden kullanmadığım bir yere koydum. Orada duruyor. Mehmet Doğan'ın cdsiz çalışan versiyonu elinde olan varsa paylaşırsa sevinirim

 

Not: Başlığı açan arkadaştan konuyla alakasız birşeyler karaladığımı için özür diliyorum. Umarım benim isteğimi mazur görür.

 

Saygı ve Sevgiyle

Share this post


Link to post
Share on other sites

CHP’nin kadın vitrini

 

Dün Bahriye Üçok’un ölüm yıldönümü imiş. Kimse anmadığına göre unutulmuş! Oysa cenaze merasiminde yükselen seslere bakılırsa, unutulmazlar arasına katılmış olmalıydı...

Bahriye Hanım unutulmamalı mıydı?

Tamamen unutulmasa bile şu sıralar hatırlanmalıydı! 20 yıl önce bir derin devlet operasyonu sonucu hayatını kaybetmişti. Cenazesi çok müthiş lâiklik gösterilerinden birine sahne olmuştu...

Tek parti ideolojisini benimseyenlerin, CHP’nin sevdiği bir öğretim üyesi idi. İlahiyatçı olmamasına rağmen (Dil Tarih Fakültesinin tarih bölümü ve Konservatuvarın opera bölümü mezunu imiş), İlahiyat Fakültesi’nde bir teşehhüd miktarı çalıştığı için “ilahiyatçı” olarak lanse edilir, böylece dindar halka karşı kullanılırdı.

Bu sayede 1971’de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kontenjan senatörü yapılmış. 1977’de CHP’ye katılmış. 12 Eylül’den sonra Halkçı Parti’nin kurucu üyeleri arasında yer almış. 1983 seçimlerinde bu partiden Ordu Milletvekili olmuş. 1986’dan itibaren SHP’li ve 1990 Eylül’ünde bu partinin parti meclisi üyesi seçilmiş...

Onun İslâmî ilimlerden bî behre olduğu gibi, dinî hassasiyet taşımadığını, Kasım 1988’da televizyonda yapılan bir açık oturumda, “İslâm’da örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığı”nı iddia etmesinden kolaylıkla çıkarabilirsiniz.

Nedense, son günlerde başörtüsü meselesi tekrar hem de CHP tarafından gündemimize sokulduktan sonra, televizyonlarda boy gösteren CHP milletvekili hatunlar, bana Bahriye Hanım’ı hatırlatıyor.

Ölünün arkasından iyi şeyler söylemek lazım ama, normal şartlarda üniversite ile alakası olmaması gerekirken, bir proje olarak öğretim üyesi yapılıp İlahiyat Fakültesi’nin içine sokulmuş olmalıydı. “Türkiye’nin ilk kadın ilahiyat hocası!”

Bahriye Hanım, Türkiye’de dindar kamouyunu terbiye maksadıyla kullanıldı. Bu rolü çok benimsemişti. 12 Eylül darbesinden sonra İlahiyat Fakütesi’nde din öğretim üzerine bir toplantı yapılmıştı. Çeşitli bölümlerde konunun uzmanları görüşlerini açıklıyor, değerlendirmeler yapılıyordu. Bütün toplantıların sabotörü Bahriye Hanım ve adını unuttuğum başka bir “ilahiyat” hocası hatun idi.

Din öğretimine öylesine karşı idiler ki; en sonunda oturumu yöneten ve dinle diyanetle alakası olmadığı anlaşılan keçi sakallı profesör, “Yahu etmeyin, liselerde din dersi olunca bütün talebenin hemen dindar olacağını mı sanıyorsunuz? Liselerde fizik dersi var da, çocukların hepsi fizikçi mi oluyor yani?” deyivermişti!

CHP’nin şimdilerdeki üç kadın atlısından ikisi akademisyen; Bahriye Hanım gibi ilahiyat sahasında at koşturmayı seviyorlar. Görevli oldukları sırada gencecik kızların örtü yüzünden üniversiteye girmemesi için bütün güçlerini kullanmışlardı. Kaç kızımızın onlar yüzünden psikolojisi bozulmuş, hayat boyu sürecek bir kırılmaya maruz kalmıştı. Bu CHP vekillerinden bir tanesi, ikna odalarının mucidi ve uygulayıcısı idi...

Bu niteliklerinden ötürü, siyasete buyur edildiler ve milletvekili yapıldılar. Şimdi partileri siyaset alanını genişletmek için bir manevra yapıyor ve bu vekillerin varlık sebebini ortadan kaldırıyor!

Gel de çık işin içinden!

Eğer başörtüsü meselesi CHP’nin de tasvibiyle çözülürse, bu üç kadının siyasette yeri olmaz. Baksanıza, Bahriye bile unutuldu.

Mezbuhane feryatları bundan!

 

7 Ekim 2010, Vakit

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...