Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
sark

Celal Bayar Anlatıyor: Başvekilim Adnan Menderes

Recommended Posts

...

 

Hemen o gün Başvekile rica ettim ve her cumhurbaşkanı değiştikçe devlet dairelerine yeni cumhurbaşkanı resminin asılmamasını, devlet dairelerinde yalnız Atatürk'ün resminin bulundurulmasını tamim ettirdim.

 

Paraların, pulların üstünde de Atatürk'ten başka kimsenin fotoğrafı bundan böyle bulunmayacaktı.Paralar, tedavülden kaldırıldıktan, pullar tükendikten sonra yalnız Atatürk'ün potreleriyle süsleneceklerde.

 

Çankaya'nın odalarını, salonlarını, bizzat başlarında bulunarak Atatürk'ün zamanındaki şekline sokturdum. Onun fikri, onun zevki içinde bulunmak, bana güç ve güven veriyordu. Benim için Çankaya demek ATATÜRK demekti.

 

GÜNLÜK NOT DEFTERİ

 

Bir defterim vardı, oraya günlük işlerimi not ederdim. Bu günlük notların ilk maddesini, daima ANITKABİR teşkil ederdi. Anıtkabir yapılıncaya ve o büyük eşsiz insani ebedi istirahatgâhına terkolununcaya kadar not defterimin birinci maddesi değişmemiştir.

 

...

 

Başvekil Atatürk'ün Etnoğrafya Müzesinin bir tahta masasında yattığını düşünmek, benim için dayanılmaz bir sızı idi!Sürekli izlenmelerle nihayet üç yıl sonra Anıtkabir tamamlandı. Başvekil Adnan Menderes'le birlikte son bir defa daha Anıtkabir'i gözden geçirdik, karar verdik ki içinde bulunduğumuz 1953 yılının 10 Kasımında Atatürk'ü ebedi makberesine tevdi edebiliriz.

 

Eğer cumhurbaşkanı olmanın bir faniye kazandırdığı şereften ayrı değeri ve hazzı varsa, o da benim için, sevgili Atatürk'ü Etnoğrafya Müzesinden alıp Anıtkabir'deki ebedi medfenine tevdi ettiğim tarihi günü yaşamış olmaktır!

 

...

 

Etnoğrafya Müzesinden, Anıttepe'ye kadar olan mesafeyi 4.5 saatte tükettik. Aziz na'şını vatan toprakları üzerine tavdi ettikten sonra, gözyaşlarımı tutamadığım, uzun bir konuşma yaptığımı hatırlıyorum. Onu, duya duya, seve seve söyledim, söyledim... Ve sonra sözlerimi şöyle bitirdim;

 

ATATÜRK! Sen bizdendin... Seni Halife yapmak, Padişah yapmak isteyenler oldu. İltifat etmedin. Milli irade yolunu seçtin!.. Hayat ve şahsiyetini milletin hizmetine vakfettin. Türk'ün gıpta ettiği, övdüğü ve övündüğü vasıflara maliktin! Bütün meziyetlerinle Türk Milleti'nin ta kendisisin!..

 

Şimdi seni kurtardığın vatanın her köşesinden gönderilen mukaddes topraklara veriyoruz. Bil ki, hakiki yerin daima inandığın ve bağlandığın Türk Milleti'nin minnet dolu sincidir! Nur içinde yat!...

 

ATATÜRK SENFONİSİ

 

Bugün ondan ayrılalı, 31 yıl oluyor. Fakat hala her derdimizin baş devası, her sıkıntımızın baş çaresi!.. Çünkü Atatürk, Türk halkının tefekkürüdür. Türk Milleti duymuş, o dile getirmiş. Türk Milleti düşünmüş, o söylemiş. Bütün yaptıkları, bütün söyledikleri Türk Milleti'nin ruhunda, vicdanında, notalarda uyuyan sesler gibiydi. Orkestrayı o kurdu, o idare etti ve Türk inkılaplarının büyük sebfonisi meydana geldi.

 

Bu senfoninin Türk Milleti'ne söylediği üç ölmez gerçek var:

 

HALKA İNANMAK

İLERİYE BAKMAK

ÇALIŞMAK

 

ATATÜRK İLERİYE BAKMAK DEMEKTİR! Çünkü Türk Milleti, ileriye bakmak için yaratılmıştır. Onun temel yapısındaki eğilimleri gözden kaçırmamak şartiyle ona kabul ettirilmeyecek hiçbir ulu ve ileri fikir olamaz. Anadolu bozkırı nasıl yağmur hasretiyle çatlarsa, Anadolu insanı da medeniyet hasretiyle parça parçadır! İrticanın hiçbir çeşidine Türkiye'de yer yoktur! Ne dini irtica, ne siyasi irtica, ne sosyal irtica Türkiye'nin hiçbir parçasında akis bulamaz! Türkiye'nin halkı gerçekçidir. Tarihin hiçbir devresinde kendisine yaramayan bir şeyi kullanmamıştır. Akıllı sandığı bazı kimseler, kendisine yaramayan bir şeyi teklif ettiği zaman, onlarla oturup tartışmaz, verileni koynuna sokuyormuş gibi yaparak, en kısa bir zamanda bir kör kuyuya atmayı ihmal etmez! Anadolu halkının gözünde faydalı olan ileridir. Faydasız olan ileri olamaz!

 

Ve nihayet Atatürk senfonisinin son sözü, ÇALIŞMAK'tır. Bu medeniyetler, imparatorluklar kurmuş halk, aydını, çobanı, zengini, fakiri, yaşlısı, genci, erkeğiyle çalışırsa, büyük ve güçlü Türkiye doğar!

 

 

CELAL BAYAR ANLATIYOR: BAŞVEKİLİM ADNAN MENDERES eserinden iktibâstır

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu eseri okuduğumda tereddüt yaşadım. Bir yanda CHP'yi deviren Demokrat Parti kurucusu Sayın Bayar.. Kalkıştığı hareket ile o zamanın İslamcı ruhunun münadisi konumunda. Fakat anlaşılıyor ki CHPci ve de Atatürkçü kafasını asla kesemiyor ve de CHP'ye muhalif yine aynı safta oynuyor. İktibas yaptığım kısımda Atatürk'ü ele alışıyla; "Yahu dedim ben mi acaba Atatürk(ümüz)e yanlış yapıyorum, haksızlık etmiş olmayalım şimdi bu adama?" dedim, gerçekten düşündüm yani. Böyle bir müdafaa Celal Bayar'ın safını belirlemekte kafidir. Peki asıl değinmek istediğim husus; Üstadımız'ın bu adama nasıl iltifatı olur? Ya da Celal Bayar cumhurbaşkanlığı vazifesini ifa ettiği esnada, Üstadımız'ın Atatürk hakkında fikirlerini bildiği halde neden Menderes'in "örtülü ödenek" yardımına mani olmaz? Ve Üstadımız engin muharrirlik çalışma sergilediği zamanın masonlarını bir listede tüm Türk Halkı'na duyurduğu halde neden Bayar'ın oğlunu şifreli bir şekilde lanse eder? Bizzat ifşa etmesine ne mani olmuştur? Bayar'ın kafa potresi zahirdir.

 

Bir de, Üstadımız'ın "Ben Mustafa Kemal'e değil, Atatürk'e karşıyım!" sözünden ne anlamalıyız?

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bir de, Üstadımız'ın "Ben Mustafa Kemal'e değil, Atatürk'e karşıyım!" sözünden ne anlamalıyız?

 

Mustafa Kemal Atatürk, gençlik yıllarından beri batılı düşüncelere sahiptir,Osmanlı Devleti gibi padişahlık ve hilafet yerine batılı devletlerin tarzında yönetilen bir devletin, batılı hayat tarzına göre yaşayan milletin ve buna bağlı olarak da bir "devrim"in hayalini kurmaktadır. Gayelerinden biri de 2.Abdülhamid Han'ı devirerek milleti "istibdattan" kurtarmak olan Vatan ve Hürriyet cemiyetini Suriye'de görevli iken kuran Paşa, arkadaşlarıyla yaptığı toplantılarda da sık sık devrimden ve devrim sonrası inkılaplardan söz açmaktadır. Bu inkılaplar arasında harf devriminden kadınların tesettürden" kurtarılması"na, kadının da cemiyette erkekle birlikte yan yana yer almasından, halifeliğin,saltanatın kaldırılmasına kadar bir çok şey vardır. Tarihin gidişatı Mustafa Kemal'in eline bu devrimleri yapma fırsatını vermeden önce atlatılması gereken bir kurtuluş savaşı vardır. Savaş esnasında ve savaş bittikten sonra Müslüman halkın güvenini kazanmak, onların desteğini almak için Mustafa Kemal asıl gayelerini ve fikirlerini savaş sırasında ortaya dökmez, Müslüman milletin damarına göre şerbet verir. İslam'ı, İslam'ın biricik halifesini ve padişahı kurtaracağının propagandası yapılır. Paşa'nın her konuşmasına besmele, ayet, hadis ile başlaması, padişaha övgüler yağdırması, İslam dünyası ile yakın ilişkiler kurarak onlardan da destek alınması, sarıklı, cübbeli hocalar ile birlikte ellerin duaya kalkması (ve bütün bunların gazete vasıtasıyla Anadolu'da duyurulması) tam olarak şu portreyi çizmektedir: Mustafa Kemal, ata yadigârıbin yıllık Müslüman topraklarını çiğneyen kâfirleri vatandan atacak, milleti düşman tasallutundan kurtaracak ve İslam'ın bu topraklarda yeniden en iyi şekilde yaşanmasını sağlayacak.

 

Savaş bittikten sonra meclisteki muhaliflerini yok edip ipleri eline alan Paşa, her şartı elinde bulunduran bir konuma geçince kafasında planladığı inkılâpları hayata geçirmeye başlar. Malumumuz ki, bu inkılâplar, her yönden İslam ruhuna ve kaidelerine aykırı, Müslüman bir devletin ve milletin kültürünü,medeniyetini, tarihini yok etme amacı güden bir mahiyettedir. Artık o, Mustafa Kemal değildir, soy isim kanunuyla kendisine verilen isimle ondan bahsedilir: Atatürk. Yani ortada iki farklı kişilik vardır. Birisi Müslüman, padişahı vehalifesi için canını vermeye hazır, İslam için her fedakârlığı yapacak ve tek gayesi İslam'ın şanlı bayrağını yeniden dalgalandırmak isteyen biri; diğer ise bunun tam aksine İslam'a ehemmiyet vermeyen, İslam'ı yobazlık, gericilik,çağdışılık olarak telakki eden, batılı bir zihniyet ve hayat tarzını yerleştirmek isteyen ve bütün inkılâplarını da buna göre yapan, İslam kaidelerinin uygulanmasına bile yasak koyan (Ezanın Türkçeleştirilmesi, Kuran kurslarını yasaklanması, zorla şapka giydirilip giymeyenlerin asılması vs.) bir karakter. Arada dağlar kadar fark var. O, Mustafa Kemal ismiyle biliniyorken İslamî, Atatürk ismine inkılap edince de gayri-İslamî bir mahiyete sahiptir. Üstad'ın "Ben Mustafa Kemal'e değil, Atatürk'e karşıyım" sözünden ne anlamamız gerektiğine gelince, bunu şöyle yorumluyorum. Üstad Mustafa Kemal'e karşı değildir, çünkü yukarıda değindiğimiz gibi Mustafa Kemal evresinde o İslam'a saygılıdır, gayesi -lafta- İslam çerçevesindedir, Üstad Atatürk'e karşıdır, çünkü bu evrede artık o İslam'ı, peygamber efendimizi, İslam'a ait her şeyi aşağılayan,İslam'ı bu topraklardan kazımak isteyen icraatler içindedir. Taha Akyol'un dediği gibi, Atatürk'ün savaş döneminde izlediği yol bir taktikten ibarettir, stratejik bir yaklaşımdır. (Tıklayınız: http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/1628-en-son-okudugunuz-kitaplar/page__view__findpost__p__63331 )  Onun ruh kumaşının hakiki yönü savaştan sonra rahatça sergilenmeye başlamıştır ve Atatürk'ün asıl karakteri budur. Üstad da elbette Atatürk'ün bu strateji çerçevesinde farklı iki kişilik sergilendiğinin farkındadır. Üstad'ın Mustafa Kemal'e karşı değilim demesi, bir şahsa karşı olmamaktan öte, o şahsın taktik icabı da olsa sergilediği manaya, göstermelikde olsa İslam'a verilen kıymete, yalan da olsa diline doladığı duaya, hadis-i şeriflere, Kuran-ı Kerim'e verilen değere bir atıftır. Bu konuda acizane böyle düşünüyorum. Diğer sorularınıza da vakit bulduğum başka bir zamanda cevap yazacağım. 

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çok teşekkür ederim Reyhan abla. Kapsamlı ve de yerinde tespitler. Üstadımız'ın cümlesi şimdi daha netlik kazanıyor. Hassaten diğer suallerde de yanıtınızı bekliyor olacağım zira aklımı bayağı meşgul ediyorlar..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu eseri okuduğumda tereddüt yaşadım. Bir yanda CHP'yi deviren Demokrat Parti kurucusu Sayın Bayar.. Kalkıştığı hareket ile o zamanın İslamcı ruhunun münadisi konumunda. Fakat anlaşılıyor ki CHPci ve de Atatürkçü kafasını asla kesemiyor ve de CHP'ye muhalif yine aynı safta oynuyor. İktibas yaptığım kısımda Atatürk'ü ele alışıyla; "Yahu dedim ben mi acaba Atatürk(ümüz)e yanlış yapıyorum, haksızlık etmiş olmayalım şimdi bu adama?" dedim, gerçekten düşündüm yani. Böyle bir müdafaa Celal Bayar'ın safını belirlemekte kafidir.

 

Öncelikle şunu söylemek lazımdır ki, Celal Bayar, hiçbir zaman için bir anlığına bile olsa “İslamcı ruhunun münadisi konumunda” olmamıştır. Demokrat Parti'nin kuruluş sürecine baktığımızda, chp’yi baştan sona tenkid ettiği için ondan kopan ve chp tarafından ezilen halkı korumak için kurulan bir konumda değildir DP. Yani şunu iyi anlamak lazım; DP, CHP’nin her yönden zıddı olan bir parti değildir, hele hele CHP’nin kemikleşmiş küfrünün tam karşısında durarak İslam’ı savunan bir parti hiç değildir. DP’yi kuran Bayar ve arkadaşları, CHP’ye karşı birtakım tenkidlerde bulunmuşlardır, lakin bu tenkidler CHP’nin alâmet-i fârikası olan İslam düşmanlığı üzerine değildir, Müslüman’ı ezen icraatler üzerine değildir. 

 

Üstad’ın Benim Gözümde Menderes kitabında da geçtiği gibi “vatandaş hesabına daha geniş hak ve hürriyet İsteyen”  ve bu hak ve hürriyetin daha çok ekonomik sahadaki zuhuruna yönelik bir hürriyet. İnönü ile Bayar arasında ekonomik görüş ayrılığına dayalı bir çekişme vardı. İnönü, ekonomide devletçi bir politika isterken, Bayar ise karma bir ekonomi modeli istiyordu. Yani ortada Bayar’ın (ve DP'yi kuran diğer kişilerin) chp’ye yönelttiği dinî, mânevî, ruhî çapta kesin ve net çizgilerden oluşan bir tenkidi bulunmuyor. Azametlü milli şef, en küçük bir tenkide bile tahammül edemediğinden bu kişileri chp’den ihraç etmiştir, yani Dp’nin doğumu kendinden zuhur değil, bir nevi zorla, dışlandıkları için, ve Üstad’ın dediği gibi “fikir temeli olmadan” gerçekleşmiştir. Üstad’ın aşağıdaki izahı, Bayar’ın aslında chp’ye yönelttiği tenkidlerin ana unsurunu gösteriyor. 

 

“Bayar, şimdi (aktif) bir âleme ayak basmış ve pasifliğiyle aktifliği arasında fark belirtmeyen pişkin edâsı içinde, dâvasını, "Atatürk'ün ilkelerine sadakat ve onun da gayesi olan millet hâkimiyetine dönme ve bu işin iklim şartı olan hürriyet ve demokrasiyi gerçekleştirme" şeklinde formülleştirmiş bulunuyordu. Halk Partisini de işte bu ilke ve ülküden inhiraf etmiş olmakla suçluyordu.” (Benim Gözümde Menderes'ten)

 

Celal Bayar'ın İslam münadisi ifadesinin tam zıddı istikamette olduğuna işaret eden bir başka kaynaktan da iktibas yapalım:

 

"Celal Bayar’a gelince, şovalye ruhuna, tecrübe ve metanetine rağmen, o da fikrî ve ruhî eksiklik ve aksaklıklarla malûldü. Memleket ihtiyaç ve gerçeklerine aşina bir idareci olmayışı yüzünden nerede bir milli hamle, nerede bir iman kıvılcımı görmüş olsa, -bir gecede, iki yüz Milliyetçiler Derneği’ni kapattırması gibi-  ya kendi ayağı ile ezer veya ezdirirdi." (Sâmiha Ayverdi – Ne idik ne olduk –s.111,112)

 

*

Peki asıl değinmek istediğim husus; Üstadımız'ın bu adama nasıl iltifatı olur?

 

Üstad’ın ruh, fikir, aksiyon sahalarında bire bir Bayar’a iltifat ettiğini hatırlamıyorum. Üstad’ın kendini tam olarak bulamadığı devrelerde Bayar ile olan münasebetinde onda gördüğü dış kabuk mahiyetinde olan ince ve nazik tavra yönelik bir beğenisi vardır, lakin bu Bayar’ı her yönden beğendiği, tasdik ettiği, her noktada iltifata layık gördüğü manâsında değildir. DP’nin kuruluşuna kadar da Bayar’ın ruh portresini tam olarak teşhis edebileceği bir hadise ile karşılaşmamıştır, DP’nin hayat bulması ile birlikte Bayar da fikir ve icraatleriyle Üstad’ın tahlil laboratuarında kesin bir hükme bağlanacaktır. Bu meseleye yönelik Üstad’ın kaleminden çıkanları Benim Gözümde Menderes kitabından iktibas edelim:

 

 “CELAL BAYAR (Senyör) vâri bir tavır ve dış görünüş edebi içinde, yeni yeni anlamaya başladığımız, bize zıt dünyanın hedef ve kutuplarına sarsılmaz bir nisbetle bağlı. Halk Partisiyle olanca ihtilâfı (liberalis) fert hürriyetive (Demos Kratos-Demokrasi) halk idaresi fikrinden ibaret ve buna karşılık Türk'ün ruh kökü İslâm nizamına yabancı, hattâ aykırı bir fert...”

---

“Celâl Bayar apayrı bir mevzu.. Onun ruhunu çepçevre tanıyacağım mevsim Demokrat Partiden sonra geleceği için o sıralarda kendisine ümit bağlamakta ve onun ruh toprağında maden arama teşebbüsünü yürütmekte mazurum.”

---

“Kendisine şöyle demiştim:

— Beyefendi; bu zamana kadar büyük lütuf ve iltifatlarınıza şahit olmuş, tavır ve hareketlerinizdeki asalete takdir hissi duymuş bir insanım. Fakat ikimizin de siyasi bir aksiyona atıldığımız ve iç çehrelerimizle birbirimize görünmek borcunu yüklendiğimiz saat bu saat... Bu saatin hükmü 15 senedir ruhunu tam heceleyemediğim Celâl Bayar'ı Demokrat Parti teşebbüsünden sonra seçebildiğim ve bu seçiş neticesinde dünya görüşlerimizi barışmaz şekilde birbirine zıt bulduğumdur. Bundan böyle, şahsınıza ve bazı şahsî vasıflarınıza hürmetim mahfuz kalarak size zıt bir istikâmet tutacak olursam beni mazur görünüz!

Celâl Bayar, soylu bir müsamaha edâsıyle gülümsemiş ve:

— Serbestsiniz! Cevabını vermişti".

---

 “Ve Celâl Bayarın himayesiyle çıktığı bilinen"Ağaç" mecmuasından başlayarak o günden beri Necip Fazıl, İnönü'nün gözünde, "Bayar'ın adamı" olarak mimlidir. Büyük Doğu'lardan, bilhassa onların ikinci devresinden sonraysa can düşmanı...”

 

*

Ya da Celal Bayar cumhurbaşkanlığı vazifesini ifa ettiği esnada, Üstadımız'ın Atatürk hakkında fikirlerini bildiği halde neden Menderes'in "örtülü ödenek" yardımına mani olmaz?

"Necip Fazıl-Adnan Menderes İlişkisi" isminde mektup ve belgelerle beslediği bir kitap kaleme alan Alaattin Karaca'nın şöyle bir yorumu var:

 

"Adnan Menderes Necip Fazıl'a neden yardım ediyor? Bana kalırsa, Müslüman bir kitleyi, siyasal açıdan arkasında görmek, desteğini almak için. Menderes'in kurmaylarının bu politikayı o dönemde özellikle izlediklerini düşünüyorum. O hâlde sorunun yanıtı açık; örtülü ödenek, dolaylı olarak Müslümanların desteğini sağlamada kullanılıyor. Karşılıklı bir destek bu. Unutmamak gerek, DP'nin CHP karşısında durabilmesi için, dindar kitleyi arkasına alması gerekti o yıllarda." (*Kaynak)

 

Örtülü ödenekten para yardımı yapılan tek yazar Üstad değildi, dönemin ön planda bulunan bir çok yazar ve gazetecisine de (Peyami Safa, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Burhan Belge, Mithat Perin) örtülü ödenekten para verilmişti.  Alaattin Karaca'nın dediği gibi kitlelerin desteğini almak gayesiyle bir politka takip edildiyse (ki bütün siyasi partilerin politikalarından biridir halkın desteğini almak), Celal Bayar'ın da bu sebepten ötürü Üstad'a da örtülü ödenekten para yardımı yapılmasına ses çıkarmadığı yorumunda bulunabiliriz. 

*

Ve Üstadımız engin muharrirlik çalışma sergilediği zamanın masonlarını bir listede tüm Türk Halkı'na duyurduğu halde neden Bayar'ın oğlunu şifreli bir şekilde lanse eder? Bizzat ifşa etmesine ne mani olmuştur?

 

Cevabı Üstad veriyor:

 

“Bu sırada bir de büyük hâdise. Bir adamımız vasıtasiyle Beyoğlunda bir mason kulübüne sızdık ve bir gece, kulübün âza fişleriyle bazı(sirküler) ve kararlarına ait mahrem evrakı elde ettik. Bu, bir devletin harp plânlarını, askeri çember ve çelik kasalar içinden çekip almak kadar zor birşeydi. Aralarında nice tanınmış siyasî, ilmî, ticarî şahsiyetlerle beraber askerler de bulunan kulüp kadrosunu, resimleri, kayıt numaraları, rütbeleri, cemiyette ve kulüpteki rolleriyle neşre koyulduk.

 

Tepki büyük oldu. Mason kulübü kadrosunda Celâl Bayar'ın oğlu da vardı. Cumhurbaşkanının oğlunu teşhir ederek Adnan Beyi müşkül vaziyette bırakmamak ve bizi himayesinden pişman etmemek için Bayar soyadında "a" harfini "e" harfiyle değiştirerek ismi hafifçe peçelemeye kalktık ama, bizzat ismin sahibi kendisini açığa vurmakta tereddüt göstermedi. Celâl Bayar'ın oğlu Turgut Bayar, isminin hatalı harfini düzeltip kastedilenin kendisi olduğunu ve böyle peçelemelere lüzum olmadığını bize sert bir mektupla bildirip, gerçekten mason olduğunu ve böyle olmaktan şeref ve iftihar duyduğunu belirtti.” (Benim Gözümde Menderes'ten) 

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Atatürk'ü koruma yasasının çıkması için Bayar, kanunun görüşüldüğü günlerde, üç kere meclise geliyor, parti grubunda konuşuyor ve dördüncü oylama için çok hiddetli ve ağır bir lisan ile şunları söylüyor;

 

_Eğer bu kanun, bugün de çıkmazsa ben eşkıya olacağım, dağlara çıkacağım, komiteci olacağım, bu partinin aleyhine isyan edeceğim.

 

Bayar'ın bu konuşması üzerine Menderes

 

_ Bu iş galiba büyüyecek;bunu körükleyenler körüklüyor.Matbuat denen cenabet güç, galiba beni hayatımdan edecek.

 

Ali Ulvi Kurucu Hatırat'ından sy. 283

 

Ne tuhaf, Bayar'ın kimliği şimdi kafalarımızda sanırım tam olarak şekilleniyor. Hayır yani ironik olan bu koruma yasasını çıkaran hükümetin itham edildiği maddelerden biri Atatürk'e hakaretti. Bayar madem bu denli Atatürk holiganıydı neden muhalefet edip Demokrat partiyi kurar, sadece ekonomi stratejilerinde CHP'den ayrılması sonra şol yukarıdaki manzara..Ben eşkıya olacağım de, sonra onlar tarafından idama mahkum edil sonra yaşlısın diye hapse tutul..Ya Bayar efendi işte kaderin cilvesi diye buna derler..

Share this post


Link to post
Share on other sites
  • Atatürk, seni sevmek milli bir ibadettir.

Celal Bayar incisi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...