müznib 84 Report post Posted November 25, 2010 Müslümanım diyen Ey hanımlar, kızlar! Mehmet Talu - Milli Gazete 2010-11-22 ---------------- En iyi barınacağınız, oturacağınız yer, her şeyden evvel kendi evinizdir. Aile çerçevesi dışında kalan meselelerden sizi sorumlu tutan yok. Bu sebeple huzur içinde, rahat rahat, size yakışan bir vakarla evinizde oturunuz. Evinizin işlerini görünüz ve evinizle ilgileniniz. Zaruret icabı sokağa çıkmanız gerekiyorsa, bu konuda size izin verilmiştir. Fakat iffetinizi ve namusunuzu korumalısınız. Herkesin dikkatini çekecek şekilde giyinmeyiniz. Başkalarını sizinle meşgul olmaya zorlamayınız. Gözler aracılığıyla insanların gönüllerini avlayacak şekilde güzellik gösterilerinde bulunmayınız. Yürürken ağır başlı olunuz. Ellerinizle işaretler yapmayınız. Yüzünüzü göstererek kaş ve göz oyunlarına başvurmayınız. Hele kırıtarak hiç yürümeyiniz. Yabancı bakışları üzerinize toplayıcı hareketlerden sakınınız. Mücevherlerinizi, bilezik ve sairenizi gizleyiniz. Bunları şangırdatarak, seslerini duyanların gönüllerini avlamaya kalkmayınız. "Benim de cicilerim var." kabilinden hareketler yapmayınız. Konuşmanız gerekiyorsa ciddi olunuz. Fiskos yapmayınız. Ölçülü konuşunuz. Bakın! Bu hususta ALLAH Teâlâ size özel ne buyuruyor: "Ey hanımlar! Eğer ALLAH Teâlâ'dan korkuyorsanız yabancı erkeklere karşı kırıtarak konuşmayın, sonra kalbinde şehvetten dolayı hastalık bulunan kimsede arzu uyanabilir. Güzel, ölçülü ve ağır başlı söz söyleyin." (Ahzab Sûresi:32) Bu sebeple: Namahrem erkeklere karşı kırıtarak konuşmayın. Yılışıklık ifade eden davranış içinde söz söylemeyin. Gülerek, işvelenerek konuşmayın. Naz ve cilve yaparak hitap etmeyin. Zira bir hanımın bu şekilde konuşması, kalplerinde şehvetten dolayı hastalık bulunan erkeklerde arzu ve ilgi uyandırabilir. Böylece kötü niyetin ilk adımı atılmış, kötü düşünmenin tohumuna ortam hazırlanmış olur. O bakımdan kadının kırıtarak, işvelenerek, cilve yaparak konuşması haram kılınıp yasaklanmıştır. Kadının ağır başlılığı, ciddiyeti, söz ve davranışlarındaki ölçülülüğü çok önemlidir. Çevresindeki insanlara hürmet telkin etmesinin başlıca sebeplerinden bir kısmının bunlar olduğunu söyleyebiliriz. Bu prensipleri nazarı dikkate aldığınız takdirde sokağa çıkmanızda her hangi bir sakınca yoktur. İhtiyaçlarınızı görmek için evlerinizden dışarıya çıkabilirsiniz. İşte Kur'ân-ı Kerim'in ahlâkı bunlardır. Muhterem okuyucu! Osmanlı devleti zamanında hiçbir Padişah, hiçbir Sadrazam, hiçbir paşa, hiçbir bürokrat hanımlarını yanlarına alıp toplumsal ve kamusal alana taşımamıştı. İslâm dininde, tesettürlü de olsa Müslüman devlet adamlarının kadınları, erkeklerin arasına karışmaz. Osmanlı toplumunda Müslüman kadınlar trenlerde, vapurlarda, tramvaylarda kendilerine mahsus, özel bölümlerde seyahat ederlerdi. Yine Müslüman hanımlar lokanta ve muhallebicilerin ailelere tahsis edilen bölümlerinde yemek ve tatlı yiyebilirlerdi. O bölgeye, kocaları da olsa erkekler giremezdi. Sayın kişi dindar bir Müslüman imiş, hanımı başörtülü imiş... Yüksek tepeye çıkınca, hanımı ile birlikte resepsiyonlara, davetlere, toplantılara, içkili ziyafetlere katılacakmış. İslâm'da böyle bir şeyin yeri yoktur. Böyle bir şey dindarlıkla, Müslümanlıkla olması mümkün değildir. Birtakım Müslümanlara hitap ediyorum: Takva ve dindarlık ile fısk, fücur ve günahı birbirine karıştırmayalım. "Bizim istediğimiz İslâm..." diye bir şey olamaz. ALLAH Teâlâ'nın bildirdiği, Resûlullah (S.A.V.) efendimizin tebliğ ettiği, 15 asırdır müctehidlerin, fukahanın, salihlerin anlattıkları İslâm'ı ölçü alalım. Quote Share this post Link to post Share on other sites
vasifsiz 28 Report post Posted November 26, 2010 dosya: büyük doğu -1 Büyük Doğunun 1945 yılında yayınlanan sayılarından birinde, sayfanın sağ alt köşesine sıkıştırılmış, Neslihan Kısakürek imzalı bir yazı ilişiyor gözüme: Ev ve Kadın Suadiye Tramvayında. Üstad Necip Fazılın talebi üzerine hazırlanan bu köşede, Neslihan hanım iki ana başlık altında, Muaşeret Edebi ve Ev ve Kadın olmak üzere iki önemli meseleyi kendi üslubuyla gayet samimi ve hayatın ta içinden çekip almışcasına okurlarıyla buluşturuyor. Bu konuyla alakalı bir hayli muzdarip oluşumuzdan olsa gerek, ilk etapta kadının ve evinin ele alındığı yazıyı okuma dürtüsü peyda oluyor insanda. Merak ettiğim için sayıyorum, yaklaşık 150 kelimelik kısa bir yazı. Yazının kısalığı aldatmamalı ama, çünkü kadın bir kadının gözüyle ancak bu kadar isabetli anlatılabilir. Üstadın kendi tabiriyle her biri en büyük davalarla alakalı, mecmuanın bu mühim iki köşesini doldurması için eşine teslim etmesinin sebebi de bu olsa gerek. Necip Fazılın bu mantıklı ve yerinde eyleminin tartışılamayacağı gibi, isteğini eşine arz etmesi üzerine aldığı cevabın gerçekliği de tartışılacak cinsten değil. Üstadın yukarıda belirttiğimiz köşeyi hazırlaması için eşine götürdüğü taleb üzerine Neslihan hanım şunları söylüyor: [] geçen gün Suadiye tramvayında ne düşündüm: Hemen her muharririn şikayet ede ede bitiremediği tramvaylardaki bu korkunç insan pestili, manevi bakımdan bu kaatilcesine kalabalık, kadın yolcuların erkeklere nisbetle en aşağı yüzde 60 fazla olmasından doğuyor. Buna hiç dikkat eden oldu mu? Kadınlarımız, sabahın en erken saatinden en geç vakte kadar sokaklarda Ev, öz evi, kadının cehennemi oldu! Şehirin deveran süratini sebepsiz ve faydasız, misillerle artmaya sevkeden, şehirli kadınlarımızdır. Acaba beledî, iktisadî, idarî sahada görülen bu hadise, ruhî ve içtimaî bakımdan ne gibi müessirlere dayanıyor? - Aman, dedi kocam, yazına böyle gir, hiçbir başlangıç bu kadar güzel olamaz! [] Düşündürücü ve insana kendi kendisini sorgulaması gerektiği ilhmanı veren kısa ve öz bir anlatım. Neslihan hanımın bundan yaklaşık 60 yıl önce tespit edip kağıda aktardıkları günümüzde hala artmış olduğunu iddia etme cüretinde bulunuyorum devam etmektedir. Kadın son kalesini de terketti Kadınlarımızın sokağa dökülmelerinin tarihçesine girme niyetinde değilim. Fakat şu bir gerçektir ki, eski türk filmlerinin en çok alaya alınan reprliklerinden olan ve kadının hakiki anlamda evinin kadını ve çocuklarının anası olduğu zamanlar hatırlayamayacağımız kadar gerilerde kaldı. Bu şu anlama geliyor ki, en sağlam ve en dokunulmaz olması gereken evlerimiz, yani kadınların son kalesi de içten fethedilmiş, yerle bir edilmiş ve sahipsiz kalmış durumdadır. Böyle bir yıkıntıya sebebiyet veren unsurları herkes kendi hayatında rahatlıkla bulabilir. Yazıla yazıla birçok şeyin anlam ve mahiyetini kaybettiği şu zamanda işaret ettiğim unsurları burada zikretme ihtiyacı görmüyorum. Çünkü kimse onları bilmediğini iddia edemez ve etmemelidir. Peki, ya bu kalenin içindekiler? Kadının, gerek sosyal, gerek mecburi, gerekse keyfi bahanelerle terkederek sahipsiz bıraktığı yalnızca evi olmadı tabi ki. Anne ilgisinden mahrum büyüyen çocukların yetersiz eğitim ve geçersiz hayat bilgisi birikimlerinden doğan onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce olumsuzluk şuan toplulumumuzu ele geçirmiş halde. Hergün kişiliği gelişmemiş bir fert daha kendisini düstursuzca toplumun orta planına yertleştirme çabası güdüyor. Öz kimlik ve kişiliğini bilemeden kendini sokağa atan kadınların çocukları ya kreşlerde, ya parklarda ya da çarşı-pazarda büyüyor. Beşiği sallayan el dünyayı yönetir ilkesine uyan kadınlarımızın sayısı gün geçtikçe azalmakta. Muhakkak ki Haticeyi, Peygamberin (s.a.) gözbebeği ve zevceler sultanı Hz. Hatice yapan bitirdiği mektep, Zeynebi de, Ebul Âsın vazgeçilmezi kılan, onun makam ve mevkisi değildi. Neslihan hanımın yukarıda dikkat çektiği hadisenin ruhi ve içtimai boyutlarına girmek yerine son söz olarak şunu belirtmek daha uygun olur diye düşünüyorum: Cennet ayakları altından kaldırılmadan eve dönmeli kadın! http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?showtopic=5246 Quote Share this post Link to post Share on other sites