Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
gençmimar

Gaye Tek, Ölmemek!

Recommended Posts

Evet değerli gönüldaşlar,

 

Üstad'ın bu vecizesinden çıkardığınız anlamları paylaşmanızı rica ediyorum.Ölmemekten kasıt nedir.Her nefis ölümü tadacakken ölmeyenlerden nasıl olunur?

 

 

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yine Üstâd ile cevap verelim:

 

Geçitlerin, kilitlerin yalnız O'nda şifresi,

İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez...

 

Nelerden, dersen her şeyden diyelim... Mesela ölmeden ölmekten...

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ölmemek İçerisinde derin anlamlar ihtiva eden bu sözcüğe büyük aşık-ı sadıklardan muhtelif yorumlar gelmiştir. Ancak bunların hepsi manâda aynı yola çıkmaktadır. Ölmemek Gaye; beden kılıfından kurtulup aslî manâ olan ruhun Allah'ı bulması, O'nda yok olması, yokluğununun idrakine onda erişip varlığın kapısına bir mihenk taşı bırakması... Ötesi, Allahu tealanın lütfi pâkiyle, bizim idrake takat getiremeyeceğimiz kadar bilinmez ulvîyyet

 

Üstad, Ölmemek adlı şiirinde, ölmemeyi "Ölmemek, ilk ve son, büyük kelime;

Çarpıldık, ölmemek için ölüme! " dizeleriyle açıklıyor. Yani ölümün, aslında ölümsüzlüğün ilk kapısı olduğunu bildiriyor. Zira, evliyaullah büyükleri de bunu böyle bildirmişlerdir. Nasıl ki, kılıç kınından çıktığında asıl keskinliğine ve gayesine ulaşıyorsa, ölüm de aşık-ı sadıklar için, Allah dostları için, kınından bir kurtuluş ve asıl keskinliğine, yani asıl maksada bir ulaşmadır. Nitekim, Yunus Emre, "Yunus öldü deyu salâ verirler, Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez" , "Cemalin gören aşıklar, ebedi ölmez Allah'ım" dizeleriyle, gerçek gayeye erişenlerin, ölümsüzlük şarabından tattıklarını söylüyor.

 

Ve son olarak, ölmemek, İmam- Rabbani hazretlerinin "Allah, verâların verâsında, onun da verâsında, onun da verâsında" dediği verâya ulaşmak

 

Benim, 'ölmemek'ten anladıklarım nacizane bunlardır.

  • Like 3

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ölmemekten kasıt, bizzat ölümün kendisini öldürmek olsa gerek. Ölümü öldürenlerin de İslamın büyükleri olduğu aşikar. Üstad, “Sonsuzluk Kervanı” şiirini; yaşayan, hareket eden, yürüyen bir topluluğa yazdı ki peşinizden geliyorum diyor. Halbuki onlar, dostu dosta kavuşturan ölüm köprüsünden geçmişlerdi. İşte bu son köprüye gelmeden önceki bütün manevi köprüleri aştıkları için, sonsuz hakikati yaşarken bulmuş; öldüren ölümü nefessiz bırakıp dondurmuşlardır. Bu durumda İslam büyüklerini örnek alan, onlara hayran olanların da yegane ümidi, gayesi meydana çıkıyor. Ölmemek… Ya da yaşarken ölmek; nefes alırken bu rüyaya son verip uyanmak… Üstadın, batı tarihinin en büyük fikir adamı, dediği Sokrates’in ölüm bahsinde anahtar bir sözü var. Diyor ki Sokrates : “Ölüm, iki şeyden biridir : Ya bir hiçlik, büsbütün şuursuzluk hali; yahut insanların umduğu ve özlediği gibi, ruhun, bu dünyadan başka bir dünyaya göçmesi keyfiyeti… Birincisi ne büyük kurtuluş ve ikincisi ne sonsuz bir kazanç…” İlk kefeye ölenleri; ikinci kefeye de öldüğü halde ölmeyenleri koyup düşünelim. Ölenlerden kasıt; sonsuz hakikati, gerçeğin kendisini kaybedenler… Hiçliğe varmayacakları, şuursuz olmayacakları halde, onları ilk kefede düşünmemizin nedeni; hakikatten mahrumiyetin varlığının da hiçliğinin de bir olmasından… Yoksa, ilk cümlede geçtiği gibi olacak olsa, bu, gerçeğe yüz çevirenler açısından bulunmaz bir nimet, büyük bir hediye olurdu. Ki toprak olmayı, yok olmayı dileyecekler… Allah bizleri o safta bulunmaktan uzak eylesin. İkinci kefeye baktığımızda ise umduğuna nail olanları; son nefes gelmeden hayatın anlamını kavrayanları görüyoruz. Ölmediklerinin en görkemli kanıtı da Allah’a kavuşacak olmaları… O’nu ebediyen kaybeden, varmış ya da yokmuş ne fark eder? Şimdi üstte naklettiğimiz sözü tersinden ele alalım : Büsbütün şuurluluk, kendinde oluş; dayanılmaz bir var olma eziyeti… Bu ne korkunç bir netice… Bu yüzden tam tersi için kurtuluş diyor ya Sokrates. Ölenler ki Allah’ı; yani sonsuz hakikati kaybedenlerdir. Gaye Allah’a kavuşmaksa, bu ölmemekten geçer…

 

Bir de gerçeğe ulaştıran eserleriyle ve yapmış oldukları iyiliklerin devam etmesiyle ölmeyenler var. Üstad mesela… Dünya denilen bir şey kalmayana dek onu milyonlarca insan okuyacak. Kimi günahlarından pişman olup tövbe edecek; kimi merhamete gelip gaddarlığı terk edecek; Kimi Allah dostlarının mahiyetini idrak edip onların yolunda gitmek için çabalayacak; kimi unutulmaya yüz tutmuş hakikatleri unutmayı unutacak; kimi şöyle, kimi böyle yapacak… Fakat bütün bunlar, Allahın izniyle Üstad ve onun gibi büyüklerin eserlerinin tesiriyle gerçekleşecek. İşte böyle insanların öldüğünü söylemek; yaşam konusunda hiçbir şey bilmemek; yaşamayı anlamamaktır. Allah rızası için çeşme yapan; insanlar ondan içtiği müddetçe hayattadır. Tabii bu durumun da tersi var, ki o ne acı bir şey… Yapılan bir kötülük, işlenmeye devam ettikçe onu ilk yapanı, vücuda getireni de yakasından tutup pataklıyor. O yüzden Gazali Hazretleri ki insanlığa ışık tutan büyük insan; bu gibiler için şu harika cümleyi söylüyor : “Keşke günahları da kendisiyle beraber ölüp gitseydi.”

 

Ölmemenin anahtarı, evimizdeki kitaplığın en üstünde; farkına varamadığımız bir hazine gibi duruyor. Biz de kapıların neden kapalı olduğunu, neden açılmadığını merak ediyoruz. Ne tuhaf… İnşallah ölmez, öldüğümüz halde ölmeyiz.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

“Mutu gable ente mutu”

 

Ölmeden evvel ölünüz!

 

Halk içinde, hak ile beraber olmak..

Hak içinde, halk ile beraber olmak..

Hak ve halk iç içe olmak..

Gönül çeşmesinden abdest alanlardan sâdır olan bu sözler, cebrî ölümden önce İhtiyari bir ölümü geçirmiş,nefsini tahkik ederek fenafillah makamına ermiş bir erin sözü ile başlayalım.

Fenâfillah olmak (ölmeden önce ölmek)

Buna akıl yoluyla cevap arar isek, varacağımız nihaî nokta vahimdir.Akıl ki,varlık iddiası içinde bir sultan.Ve ölüm varın zıttı var olan her şeyin zıttı.Varlık ve yokluk.Hem bilgi hem de hal olarak eksik olduğumuz giz!

Akıl zaman ve mekan dışı tecellilere boyun eğmez,Mutlaka adi kıymet mantığını gütmek için kurcalar,irdeler ne için?

Kendi hak ve imtiyazını tevil ve tezini gütmek adına.

Akıl kendi haddini aşan bilgi ve hikmeti reddeder, Ölmeden evvel ölme gibi his ve vehimden soyut, vecd ve ilahi kurbiyyet ile alakalı bir mertebe ve merhaleyi akıl gibi mahdut bir mahlukun kabul etmesi mümkün müdür?

Zira aşamadığı bir sınır,vasıflandıramadığı bir sır mevzu bahistir.

Akıl ki, ondan büyük nimet ve yine ondan ziyade külfet yoktur.

 

Bu sebebten mutevellit Üstad:

Kendinden geçmek iman, kendinde olmak küfür!

Dizeleri ile aklı bedâhat etmiş,

İslami bir inkıyat, teslimiyeti tebliğ etmiştir.

O vakit “iki zıt bir araya gelemez” ibaresi gereğince,aklın ölümü öldürmek gibi fena ve beka makamına icaz ve işaret eden bu makamı algılaması için kendi körlüğünü görmesi,mantık çerçevesini kapatıp,ilahi hikmet ve himmete teslim olmalıdır.

Hikmet Allah’ın yüksek bir ihsanıdır ki tasvir ve tavsif olunsa (özellikleri sayılsa) onunla, güneş kapkaranlık olur. O öyle bir derecedir ki,

İlahi hikmetlere sahip bir zat demiştir ki: “Hikmet nuru kalbime ineli otuz yıldır ki dilimden, söylediğime pişman olduğum bir tek söz çıkmamıştır.”

İşte o akıl ki, her avın kelepçesi,İlahi aşkın müdâhin sevgilisi,zira ilahi aşk yokluktur,ama akıl öyle mi?

İki zıt şeyin sevgisi bir kalbte, bir arada yerleşemez. Cem-i zıddeyn muhaldir. Yani iki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı icap ettirir. O halde ilahi diriliş için akıl bize ya nimet ya külfet olacaktır.

Zira bu iş ne akılla ne de akılsız olur!

Lazım gelen vera’ül akl’dır.Bu olgunluk akıl ötesidir,akıl da duygularımız gibi mahduttur bir yere kadar gider,gider ………………… ve kalış!

Mevla akıl ötesidir yani vera’ül akl veranında verasında veranında verasında veradan da vera!kevn ve hendese ile ölçülecek şey midir?

Zira aklın ihatası eksiktir.

Nasıl ki bir karınca insanı gördüğünde ancak gördüğü kadarıyla kavrar. O insanı tarif edemez ki onun ruhunu hiç tasvir edemez. Bir sütun olarak görür.

Bu hususta şu kıssayı anlatmak isterim.

Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip koymuşlar. Fili merak eden bir çok kişi oraya toplandı. Karanlıkta fili görmek mümkün olmadığı için, her biri elini dokundurarak fili tanımaya çalışıyordu.

Birinin eline filin hortumu değdi. Dedi ki: ‘Bu fil bir oluğa benziyor.’

Başka birinin eli filin kulağına dokundu. Fil ona yelpaze gibi göründü.

Birisi elini filin ayağına sürünce, ‘Filin şekli sütun gibi’ dedi.

Bir diğeri elini hayvanın sırtına değdirdi ve ‘Bu fil bir taht gibi’ dedi.

Böylece, zanları yüzünden sözleri birbirine uzak düştü. Oysa ellerinde bir mum bulunsaydı hepsi aynı şeyi göreceklerdi.

Bu da şunu gösteriyor ki bilgi ihatayla sınırlıdır akıl da.

Yalnız bir farkla ruh! Müstesna bir cevher olan ruh Rabbin, sıfatlarıyla mücehhez olup sınırlarla ihatalarla zapt edilemez ki mesela;

Rüyada 5 saniyede bütün dünyayı gezer uzaktaki yavrusunun acısını hisseder, muhabbet,sevinç ve tasa da ortak olur.

Aklın ulaşamayacağı bilgilere izin verildiğinde!vakıf olur ki Efendimiz s.a.v.:

Ben sizi arkamdan da görüyorum buyurmuştur.

Yüce bir ruh aynı anda farklı mekanlar da ve zamanlarda bulunabilir ama sen onu yanında sanırsın.

Hazreti Ömer bir hutbe irâd eder iken Ya Muaz! Cebel, cebel! demiştir. Sahabe bu olayı not etmiş. Gazve dönüşü sahabeler bu olayı mücahitlere sual edince sesi duyup tedbir aldıklarını söylemişlerdir.Ruha hudud yoktur.Yüce ruhlar cennette veya Rabbin huzurundadırlar.

Zatın birine sormuşlar: Bu ne hal?Ben ol da bil! Buyurmuşlardır, bu halleri yaşamadan bilemeyiz.

Bu durumda ki zatlar için gerçek bir ölüm yoktur.

Nitekim Eflatun: İradeyle öl! tabiâtla diril! buyurmuşlardır.

İradi ölüm masivaya mahal veren her şeyi öldürmektir. İradenin kunhunu meşgul eden her ilim ve bilimden, bedenini şehevî arzulardan uzaklaştırması, yani ölmeden önce ölmesi; bir başka ifadeyle riyazet kastedilmektedir.

Mevlânâ, Eflatun’da olduğu gibi1 doğal ölümle ruhun hapishane olarak kabul edilen bedenden kurtularak Allah’a kavuşmayı şu sözlerle belirtir:

Riyazetle bedenin ölmesi diriliktir, şu bedene zahmet vermek canı ölümsüzlüğe ulaştırmaktır.

“Ne mutlu o kişiye ki, ölümden önce öldü; Yani bu bağın, bu üzümün aslından bir koku aldı.”

Yukarıdaki ifadelerde de görüldüğü gibi iradî ölüm, kişinin özgür iradesiyle bedensel istek ve arzulardan uzaklaşması, her türlü şehvetin azaltılması anlamına gelmektedir.İnsan varlık ridasını soyunup hiçliğe kuşanınca Allah’ a vasıl olması yakindir.Zira hadisi kutside: Utriki ve teali;kendini terk et bana gel! buyurulmuştur. Ve yine kendinde olmak küfür!

Ruhun fena ve bekası; Denilir ki,kulun bütün nefsani hazlardan fani olup nefs adına herhangi bir şeyden haz ve lezzet almamasıdır.

Üstad bunu en veciz şekilde kaleme alanlardandır.

 

Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;

Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.

İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;

Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez.

Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,

Bütün fâni lezzetlere darılmadan geçilmez.

Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, topyekün?

Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.

Kayalıklı boğazlarda yön arayan bir gemi;

Usta kaptan kılavuza varılmadan geçilmez.

Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhavâ;

Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.

Geçitlerin, kilitlerin yalnız O'nda şifresi;

İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!

Ne ulvi seda ve tevessül.

İşte iradi ölüm tüm irade gayesi Hakta muvaffakiyet olup, zelle kadar muhalefet içermemekte!

Beşeri yönünü hakkaniyette öldürmüş, ilahi rızaya ulaşma yolunda taharet ve neka içinde.

Yine Ebu Said-Ul Harraz bu husustaki sorulara:Ölümü öldürmek yani fenanın alameti tüm dünyevi ve uhrevi lezzetlerin alınmasıdır buyurur.

Yunus’un dizelerindeki ilahi mesaj,

Cennet Cennet Dedikleri, Birkaç Melek Birkaç Huri, İsteyene Ver Onları, Bana Seni Gerek Seni...

Ruhun terbiye ve terakkisini izhar eden sözler.

İcaz ve işareti anlamak için seyr-u suluk basamaklarını aşındırmak gerek.

Acizane yorumum şu ki,bu hal Cenab-ı Hakkın emrinin kulunu tamamen kaplaması,yani Subhani Hakkın varlığının kulunun varlığına galip gelmesidir.Hayvani ruhun nefsin esaretinden kurtulup nurani ruh vasfına bürünmesidir.

Zira ruh bedenden ayrılınca vehim kuvveti idrak vasıtasıyla kendisine geçer. O vakit ruh mana alemini muşahade eder.İşte burada bahsedilen ölüm iradi ölümdür.Ruhul hayattır.

Buna binaen ayet şöyle ifade eder:O ki ölü idi biz onu dirilttik.

Bu ayette işaret edilen Hazreti Hamza r.a.tır.İman şerefi ile muşerref olunca nazil olmuştur demek ki kişi hayatta olsa bile iman cevherinden mahrum olunca ölü sayılmaktadır.

İman ona diri vasfını kazandırıyor.O halde ölümü öldürmek ruh ile mümkündür.Dostun dostu kucaklamasıdır.Burada vehim ve hayale yer yoktur.Dilin bile kemeri hali ifadeden aciz!

Burada yine bir ibareye yer vermek isterim: İki kez doğrulmayan insan semanın melekütüne vakıf olamaz.Birinci doğum alemi mülk ikinci doğum ise melekut alemi yani manevi doğuştur.

Caferi Sadık (r.a.)bu hususta ben Ebu Bekr’den (r.a.)ikinci kez doğdum diyerek neseb yani “varlık doğuşu” değil ilahi yani “tasavvuf yolu” ile murşidin batınından melekut alemine doğuşunu kastetmiştir. Yine hadisi şerifte:Yeryüzünde yürüyen bir ölüyü görmek isteyen Ebu Bekr’e baksın diyerek Efendimiz,s.a.v. bu halin en iyi timsali olarak onu işaret etmiştir.

Buradan anlayacağımız ölümü öldürmek zaman ve mekan ile alakalı olmayıp Allah’ı tanıma ve kullü aklın şuası olan ruhun istidadını seyr-u suluk ile kurbiyyet teharrisi içinde yani mucerred iman ve havf ile iktifa etmeyip İlah-i aşkın eşiğinde sema etmektir.

Bize düşen basiret gözü ile yakini kazanmak,bu yakin ile asli vatanımıza yani alem-i ervah’a mebde-i teayyüne ulaşmaktır.Zira ruh arşın fevkinden gelmiştir bu sebebten hiçbir zaman beden,zaman ve mekanla alaka kuramaz hep bir arayış ve bocalama içindedir.Zira ruh ne kadar kamil ise insan yani nefis o kadar cahildir.

İnnel insane zelumen cehula;İnsan ziyadesiyle zalim ve cahildir.

Muhtevasındaki ilahi şifrelerden bihaber olmakla kalmayıp, içindeki safi cevheride kirletmektedir.İşte ruhun asli vatanına kavuşması için ilahi, marifet rejiminin basamağı tasavvuf ve nefsin kırbacı şeriat…

Ah o telakki o telakki!Kurbanlık koyun kadar saffet ve teslimiyet ve ebedi istikbal ve iştiyak!,

Ölüm ki ebediyete açılan kapı,

Nasıl mı?

Hadise binâen: Kıyamet günü ölümü bir koç suretinde getiriler ve işte bu ölümdür bugün ölümü öldürüyoruz! Ki bunun üzerine cehennemlikler ümitsiz,cennettekiler bahtiyar olmuş,

 

 

 

 

 

 

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ve dünyada iken ayeti kerimede kendilerine hitap olunduğu gibi: La havfun aleyhim ve la hum yahzenun

Onlar için korku ve huzun yoktur.

Denizin kenarına kadar, ayakların izi vardır. Ama denize girdikten sonra, ne iz kalır, ne nişan..

Yüce ruhlar büyük şahsiyetler iman etmiş,amel etmiş,nefislerini ruhlarına,ruhlarını Rabblerin iradesine teslim etmiş,

(bir sınavda bir dâhi olsa ona sınav olmaz ona cevapları açsan da bir açmasan da)Rabbeleri de onlardan razı olduğundan Rableri de onların kalp gözlerini açmış yüce halikin yeryüzündeki nişanelerini hikmetlerini müşahade etmiş bir nevi ölmeden önce ölmüşlerdir.Onlar için bu dünya hayatı bir hancının bir ağacın altında dinlemesidir.

Bu yüzden dünya hayatına ehemmiyet vermemiş ahreti dünyada iken müşahade etmiş ve ona göre yaşamışlardır.

Ki evliyadan öyle zatlar çıkmış ki ben oturduğum yerden levhi mahfuzu okuyorum demiştir.

Bir diğeri enel hak derken mevcudatta her şeyin haliki ile var olduğunu hatta hiçbir şeyin mevcut olmadığını sadece hakkın baki olduğunu ifade etmiştir.

İşte Necip Fazıl’da bu katre misali,ölümün yaratık olduğu gerçeği “ölümün” ruhun ölümü olduğunu ruhun ölümünün de nefse ittiba ve tevessül ile kendini kaybettiğini dile getirmiştir.

Aslında dile getirdiği ummandan bir damladır.

 

Baki Selam ve Dua.Hayli uzun tuttuk affola.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu zamana kadar yapılan her eylem zamana mukavvemet etmek ve ölümsüzlüğü yakalamak için yapılmıştır. Çünkü ölümsüzlük alemi için yaratılan insan, kaybettiği alemi aramaktadır.

Bu arayış, bazen müsbet bazende menfi yollara sokar insanı.İdeolojiler de, çeşitli yapılarda, bu arayışın sonucudur. Kişi cennetteki sonsuzluk hayalini, dünyaya uyarlamaya çalışır.

Misal mısır piramitleri ölümsüzlük arzusunda koşan bir takım kişilerin eseridir. mimaride bunca üstün yapısına rağmen zamana mukavvet edememiştir ve zaman her saniye o piramitleri oymaktadır ve bilmem şu kadar zaman sonra yok olacaktır.

 

Ölmemek yani ölümsüzlüğü yakalamak (Ama gerçek ölümsüzlük), bu yol bizim en büyük meselemize çıkar. Çünkü eğer cennette bir sonsuzluk hayali bizim dünyadaki nefsimizle mücadelemiz olan Cihad-ı Ekberimizdir.

Gayemiz, ceseden ölsekte, mutlak ölümsüzlük ve saadet diyarı olan cennete girmektir ve o yüzden bu üç heceli iki cümle bizim temel formülümüzdür.

 

Ben gibi acizin sözlerinde hata bulmaya kalksanız yüzlerce bulursunuz, bu yüzden Üstad'ın sahte kahramanlar isimli kitabını öneririm, yanlış hatırlamıyorsam Üstad orada anlatmıştı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...