Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Hâcegân

Mustafa Mutlu'dan Necip Fazıl Yalanları...

Recommended Posts

Başbakan’ın Dersim belgelerini açıkladığı konuşmasını inanılmaz bir buruklukla dinledim.

 

Başbakan, “devlet” adına özür dilediği bu konuşmada, nedense o “özrü” kimden dilediğini söylemedi.

 

Ben söyleyeyim:

 

Dersim’i kana bulayan softalardan ve ayrılıkçılardan!

 

Halka hayatı zindan edenlerden!

 

Devlete karşı tetik çekenlerden!

 

Diğer bir deyişle...

 

PKK’nın bugün yaptığını, o gün yapanlardan!

 

***

 

 

Başbakan; her sözcüğüyle, “devletin yaptığı zulmü” anlattı ama “neden”inden söz etmedi.

 

Devletin seksen yıl önceki tavrını, bugünün acımasız gözlüğüyle yargıladı.

 

Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlarını ve Türkiye Cumhuriyeti‘ni kuran Atatürk’ün silah ve dava arkadaşlarını “yargısız” infaz etti!

 

İsmet İnönü’yü suçladı.

 

Ama... O dönemde yürütmenin başı, yani devletin Dersim politikasının mimarı olan Başbakan Celal Bayar’ın adını “mecburen” anmakla yetindi.

 

Tüm bunları da üçü Başbakanlık arşivinden alınan Bakanlar Kurulu kararlarından, Başbakan’a yazılan bilgi notlarından oluşan “sözde belge”lerle yaptı.

 

Belge sayılması mümkün olmayan ilk “dayanağı” ise, “Dersim’le tanışmam bu eserle olmuştur” dediği, Necip Fazıl Kısakürek’in “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabıydı.

 

Başbakan Erdoğan, dönemin bütün siyasetçilerini ve kamu yöneticilerini suçladıktan sonra, “Sizin kahramanlarınız buysa bu ülke biter be. Bizim kahramanlarımız arasında böyle yüzü kapkara olanlar yok, apaydınlık olaylar var” diye bitirdi.

 

***

 

Bu açıklamalardan anlıyoruz ki; başta İsmet İnönü olmak üzere Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşları ile manevi kızı Sabiha Gökçen, Başbakan’ın kahramanı değil...

 

Kim onun kahramanı?

 

“Üstat” dediği, Necip Fazıl Kısakürek...

 

Ölenin arkasından konuşulmaz; biliyorum...

 

Ama Başbakan dün bu kuralı o kadar çok ihlal etti ki; çaresiz, “onun kahramanı”nın gerçek yüzünü anlatmak da bize düştü...

 

***

 

Necip Fazıl, 26 Mayıs 1904’te İstanbul’da doğdu.

 

Kendi deyimiyle şairliği, hastanedeki annesine ziyarete gittiği on iki yaşında başladı.

 

Amerikan ve Robert kolejlerinde ilk ve orta öğrenimini tamamladı.

 

Bahriye Mektebini (Askeri Deniz Lisesi) bitirdi.

 

1923’te, yani Cumhuriyet’in ilan edildiği günlerde ilk şiirini yayınlattı.

 

1924’te İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü‘nden mezun oldu.

 

Devlet bursuyla Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’ne gönderildi.

 

Ancak yine kendisinin verdiği bilgilere göre, doğru dürüst okula gitmedi. Çünkü gece hayatının şehvetine kapıldı ve en önemlisi de kumar illetine tutuldu. Babaannesinden kalan serveti, burada tüketti.

 

Türkiye’ye dönüş biletini bile arkadaşları aldı.

 

Ancak kumar oynamaya Türkiye‘de de devam etti.

 

Büyük üne kavuştu ama şöhret, para, alkışlar ruhunu doyurmaya yetmedi.

 

Geceleri Asmalımescit’te arkadaşları ile buluştu, esrar çekti, kumar oynadı.

 

Kendi deyişiyle; 1934 yılında Abdülhakim Arvasi ile tanıştı ve manevi dünyasını geliştirdi. Böylece de bohem hayattan ve kumardan kurtuldu...

 

Kendisi her ne kadar 1934’ten sonrası için “arındığını” söylese de polis kayıtları bunu doğrulamıyor:

 

Çünkü 1950’de, Taksim’de bir apartmanın bodrum katında kumar oynarken, bizzat dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Aygün tarafından yakalandı.

 

Ve kendisi, orada bulunma gerekçesini, “röportaj yapmak” olarak açıklamaya çalıştı.

 

Ancak...

 

Yassıada’daki yargılama sırasında, Adnan Menderes’in örtülü ödenekten Necip Fazıl’a yıllarca ödeme yaptığı, şairin de bu parayla kumar borçlarını kapattığı ortaya çıktı.

 

***

 

 

Bir yanda İsmet İnönü başta olmak üzere, Başbakan’ın “kara suratlı” dediği bu ülkenin kurucuları...

 

Diğer yanda; hayatı çelişkilerle dolu olan Necip Fazıl...

 

Tercih sizin:

 

Hangisi sizin kahramanınız?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ben gerçekten anlama konusunda problemler yaşıyorum galiba. Sağ-sol ayırt etmeden gazetelerin köşelerine bakıyorum da, içi boş, fikirsiz, çapsız yazıları ve onların dahi kıvamında ki yazarlarını görünce ülkenin neden ileri gitmediğini bir kez daha anlıyorum. Aslında yer yer seviniyorum da. Eğer bu 'adam'lar buralarda bu kapasiteyle yazabiliyorsa biz sadece şu site vasıtasıyla memleketi Allah'ın izniyle baştan başa fethederiz diyorum. Bir yazar nasıl olur da bu kadar saptırma yoluna gider, yüzlerce kelime yazıp hiç bir şey anlatamaz anlamıyorum. Bir okuyucu kitlesi nasıl olur da tüm bunlara rağmen veremli gibi bu adamların yazılarını sürekli, durmadan, bıkmadan usanmadan takip eder? Alın bir başka örneği mis gibi yukarıda duruyor. Ben bile bir kez okumama rağmen yazıya ait onlarca açık ve onlarca saçma sapan söylem buldum ki, hepsini unutmamak için dua ediyorum.

 

Öncelikle konu başbakanın dersim konusunda devlet arşivinden çıkarılan belgeleri göstererek muhalefete yüklenmesiyken, tartışılması gereken asıl mevzuların 'dersim', 'chp', 'Kemal Kılıçtaroğlu', 'Atatürk', 'İsmet İnönü' anahtar kelimeleri etrafında dönmesi beklenirken efendi hazretleri konuyu bir anda acemi şoförün manevra kabiliyetine eş bir kabiliyette bir cümleyle nasıl da üstada bağladığına da bakın!

'' Başbakan Erdoğan, dönemin bütün siyasetçilerini ve kamu yöneticilerini suçladıktan sonra, “Sizin kahramanlarınız buysa bu ülke biter be. Bizim kahramanlarımız arasında böyle yüzü kapkara olanlar yok, apaydınlık olaylar var” diye bitirdi.''

Gördünüz değil mi? Asıl niyetini nasıl da belli ediyor, bunu yaparken nasıl da acemice hatalar yapıyor? Asıl muradı Atatürk'te dahil olmak üzere dönemin bütün siyasetçilerine üstü kapalı giydiren başbakana kinini kusmak. Fakat bunu söyleyecek cesareti olmadığından bir cümleyle başbakanın sürekli olarak şiirlerini okuduğu, üstadım dediği, hakeza hükümetin üst kadrolarında ki kimselerin bir çoğunun üstad olarak kabul ettiği (Cumhurbaşkanının meşhur telgrafı, Taner Yıldız'ın bir kaç gün önce verdiği röportaj vs. buna örnek olarak gösterilebilir) birine aynı nispette hatta daha da alçakça hakaretler etmekti. Yine bunu yaparken direkt bir anlatım kullanmaktansa üstadın biyografisini işine geldiği gibi verip, ''bakın gördünüz değil mi, adamın hayatı ortada, yorumu siz değerli okuyuculara bırakıyorum'' diyebilecek kadar da basit konumuna düşmüştür gözümüzde.

Yazıya dikkat ederseniz herkesin harıl harıl tartıştığı bir mesele hakkında sadece 17 satır yazarken (satır da denemez ya neyse) iş üstada gelince köşesinin büyük bir kısmını (28 satır) üstada ayırma gereği duymuştur. Bizce bu bile üstadın çapını göstermeye yeter!

Gelelim içerik kısmına, üstadın hayatını en genel hatlarıyla anlatırken olayı bir an da kumara getiriyor. Hatta yetmiyor babaannesinin servetini ve belki hatta üstadın bizzat kendisinin, kendi eliyle geleceğini kumar yüzünden nasıl da harcadığını gösteriyor. Yetmiyor ve devam ediyor; ''Mürşidi ile tanıştıktan sonra değişiverdiğini söylüyor ama polis kayıtları bunu söylemiyor.'' Ne söylüyor peki bayım? 1950 yılında Taksim'de kumar oynarken yakalandığı ve bu durumun onu yalancı çıkardığını. İşte tüm bu sebeplerin bir araya gelmesiyle de Necip Fazıl denen yobaz Müslümana güvenilmeyeceği mesajını vermiş bulunuyor bir kez daha.

1950 yılında idarenin kimlerin elinde olduğu, Müslümanları saçma sapan sebeplerle belki kimi zaman sebepsizce astığı, kestiği, katlettiği bir zaman diliminde (bunu Cumhuriyetle başlayan ve Özal dönemine kadar süren bir süreç olarak kabul ediyorum ben) bilmem hangi sarhoş paşanın hangi -afedersiniz- karının kucağındayken atadığı emniyet müdürünün bizzat verdiği bilgiye mi güveneceğiz?

Velev ki öyle olsun, 30 yol boyunca yaşamış olduğu bohem hayatın ardından(ki burada yanlış bilinen bir çok şey vardır; üstad hiç bir zaman komünizmi savunmamıştır, hiç bir zaman kadın düşkünü bir zampara olmamıştır, içki içmemiştir, hele hele esrar hiç çekmemiştir), 49 sene boyunca 1 kez kumarda yakalanmış olsun ve bu da polis kayıtlarına geçmiş olsun! Bu bir kusur mudur Mustafa Bey? O kitaplar, konferanslar hiç bir delil kabul edilmiyor da, kimin söylediği belli olmayan bir iddia mı kabul oluyor? Bu bir güvenilmezlik emaresi midir? O zaman hayatı boyunca kumar oynayanları, içki içenleri, zina edenleri ne sayacağız? Onlara nasıl muamele edeceğiz? Onlardan devlet reisi olur mu? Sözlerine güvenebilir miyiz?

Siz mesela, en son ne zaman kumar oynadınız? En son içkinizi ne zaman içtiniz? Tabi canııııımmm, nasıl da düşünemedim, üstad kumar oynadığı için değil bunu sakladığı için sözüne güvenilmez di değil mi?

13 bin tane insanın katledildiğini 80 küsür yıldır saklayanlara karşı güven problemi yaşamıyorsunuzdur eminim ki!

Yazacak onlarca, hatta yüzlerce şey olmasına rağmen burada kesiyorum. Aslında benim yazmam bir şey ifade etmez. Özellikle son zamanlarda başı sıkışınca üstada karşı köpekleşen, aşağılık tavır sergileyen söz de yazarlara cevap vermesi gereken asıl merci büyükdoğu'dur. Cevap dediysek sinek vızıltısı olmamalı, vurdun mu, İsrail'den dinlenmeli!

Selametle.

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

 

 

Ancak yine kendisinin verdiği bilgilere göre, doğru dürüst okula gitmedi. Çünkü gece hayatının şehvetine kapıldı ve en önemlisi de kumar illetine tutuldu. Babaannesinden kalan serveti, burada tüketti.

 

Türkiye’ye dönüş biletini bile arkadaşları aldı.

 

Ancak kumar oynamaya Türkiye‘de de devam etti.

 

Büyük üne kavuştu ama şöhret, para, alkışlar ruhunu doyurmaya yetmedi.

 

Geceleri Asmalımescit’te arkadaşları ile buluştu, esrar çekti, kumar oynadı.

 

Kendi deyişiyle; 1934 yılında Abdülhakim Arvasi ile tanıştı ve manevi dünyasını geliştirdi. Böylece de bohem hayattan ve kumardan kurtuldu...

 

Kendisi her ne kadar 1934’ten sonrası için “arındığını” söylese de polis kayıtları bunu doğrulamıyor:

 

Çünkü 1950’de, Taksim’de bir apartmanın bodrum katında kumar oynarken, bizzat dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Aygün tarafından yakalandı.

 

Ve kendisi, orada bulunma gerekçesini, “röportaj yapmak” olarak açıklamaya çalıştı.

 

Ancak...

 

Yassıada’daki yargılama sırasında, Adnan Menderes’in örtülü ödenekten Necip Fazıl’a yıllarca ödeme yaptığı, şairin de bu parayla kumar borçlarını kapattığı ortaya çıktı.

 

***

 

 

 

Şu kısımlara güldüm, hakikaten, acı acı, kuru kuru güldüm. Eminim önüne bir kaç kitabı alıp sıralamıştır şu bilgileri. Zerre kadar vakıflık olmadan, satıhta kalmışlığını ne kadar güzel izah etmiş. Ama hiç kimseye bir şey demeyin, demeye de hakkınız yok. Bu gibi soysuzlar hala Üstad'ı salt bu kaba çizgilerden /ki taban tabana yalan ve dolan/ ibaret sayıyorsa suç bizim, bizde! Anlatamamışlığımızda. Ve de adminimizin dediği gibi Büyük Doğu'nun cevabını dört gözle bekliyorum, yana yakıla bekliyorum! Heyhatt hatta bırakın kamuoyu konuşsun. Bu ne karalamadır, sandım kı o laflar benim ruhuma tükürüldü! Bana sövdüler!

 

Babaannesinin mirasını orada yedi bitirdi ha, Menderes'ten örtülü ödenekleri kumar borcuna kapattı ha. Ya vallahi gözlerim doluyor şunları yazarken. Benim biricik Üstad'ım ve duysunlar hepsi KAHRAMANIM! o hapislerde ne çileler çekerken, hanımından, çocuklarından ayrı kalmışlığı varken, eşyalarını satacak hale gelmişken paraları kumar bprcuna yatırıyordu öyle mi? Yahu birileri bir hafta köşe yazılarından bu adama sövmezse yemin ederim hiçbir yazara ve de köşeyazısına itimadım kalmayacak! Millet, oturalım ağlayalım ya. Bu kuştan dahi ufak beyin taşıyanlar neyine güvenip bunları yazabiliyor? Bir devrin imanını, gençliğini kurtaran ve hatta kesinlikle veliyullah mertebesine erdiğine gönülden inandığım ehl-i din bir adama nasıl bu ağır hakaretler edilebilir?!

 

Kumarı neden oynadı, çilesi neydi bu adamın, zorunun adı neydi, neden hiçbir şey onu tatmin edemedi? Kadın, kumar, şan, şöhret, alkış hastası ha! Ahh gerizekalı seni! Kendi soyunuzun sopunuzun alışkanlıklarını nasıl da başkalarına yaftalarsınız. Tamam kumar onun bir emziğiydi adeta, ama o O'nun için bir kaçıştı, esrar deseniz bir kere çekmişliği var Abidin Dino'yla sanırım. Kadına. Ona asla bulaşmadım zira bulaşsam kurtulamazdım, yıllarca çektiğim çileye bir anda yok eder mealinde kesin reddi var. Ama bu asalaklar kerih göstermek için derler, bol keseden derler. Kime karşı, İsmet İnönü'ye karşı. Hayy Rabbim ne acıklı sahne.. Bir devrin başbakanını, bakanlarını asan adama karşı! Hatta bu savunduğu şahıs bizzat ilk putu tarafından dahi sonra reddedilmiş. Bunlar nasıl bu kadar kör olabiliyorlar? Aklımı bırakın vicdanım, hiçbir hassem almıyor.

 

Üstadım, sen ne büyük adammışsın ya. Ölümünden yıllar geçsede hala tanınamadın, hala kıymetin bilinmedi. Kumazbaz ayyaş kadın düşkünü, esrarkeş..

 

Bekleyin millet bekleyin daha çok şey görürüz. Biz böyle hantal bedenlerimizi koltuklara mıhlarsak çok şey görürüz.

 

Demeden edemeyeceğim;

 

Sefil beyinli yaratık Allah senin ya hidayetini versin ya belanı!

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Parmak, temas hassemizin, temas idrakimizin başlıca uzuvlarından biri olduğuna göre, bakın, Genç
Şair, bu noktada güzel elli Âbidin Dino'da nasıl bir sahneye şahit oldu. Öyle bir sahne ki, Batılı
muharrirlerin kâbus ve ihtilâç dehâsına sahip hiçbir örneğinde bu kadar yakıcı bir hayâle
rastlanamaz:
Âbidin Dino da, (Bodler)in "Sun'î Cennet" adını verdiği cehennem yemişlerinden birine tutkundur:
Esrar... "Aşmalı Mescit" kadrosundaki (bohem)lerin "Beyzâ Hanım" tutkunluklarına karşılık,
esrar... Esrara argosiyle "mal" ismini verir ve cebindeki olanca malını birkaç dirhem esrara feda
etmekten geri kalmaz.
Bir gün, Şişli'deki evde, salona bitişik küçük bir o-dadaki sedir üzerine uzanmış, göz kapakları yarı
açık, yarı baygın, yatıyor. Karşısında da bir tabureye ilişmiş, onu hayretle seyreden Genç Şair.
Odada kesif bir sigara dumanı ve keskin bir esrar kokusu...
A!.. Âbidin, sağ elinin baş parmağiyle şehadet parmağını birbiri üzerinde kaydırmakta, sanki bir
şeyi uğuş-turmakta, yuğurmakta... A!.. Parmaklarının arasında, minicik, düğmeye benzer, beyaz bir
şey... Bu şeyi ha bire uğuşturuyor, sanki öğütüyor.
- Âbidin?
- Efendim!
- Nedir o, parmaklarının arasındaki?
- Yasemin yaprağı...
- Ne yapıyorsun onunla?..
- Gerdeğe giriyorum! -O da nesi?..
- Hiç bir kadın cildi bu çiçeğinki kadar duygulu ve dokunaklı olamaz.
- Anlayamıyorum!
- Nazik mi nazik, nermin mi nermin; bir o kadar da çekici, yutucu, bayıltıcı... İki parmak arasında
bütün usaresini salıveriyor, eriyor bitiyor.
Genç Şair, Âbidin Dino'nun, gözleri tavanda, kendi kendisine hitap eder gibi mırıldandığı bu
lâflardan dehşete düşmüş:
- Sen diyor, adetâ bir çiçekle visale ermiş haldesin!
- Ne visali?.. Hangi kadın gerçekleştirebilir bu visali?..
- Esrar mı atıyor seni bu cinnet dünyasına?..
- Ne oluyorsa oluyor; ben bu gizli dünyada bulduğumu hiçbir şeyde bulamıyorum!
- Temasın sırrı, temas idrakinin dehâsı, öyle mi bulduğun?..
- Öyle, izahçı şair, kuzum izaha girişme, izaha kalıkısayım deme!
- Ayol; izahtan başka ne derdimiz, ne işimiz var ki?..
- Gel, bir iki nefes çek de gör, izahı olmayan iş neymiş?
- Yapamam, cesaretim yok!.. Anladığıma göre es-
rar, hayâl tutuşturucu bir nesne... Zaten bendeki azgın hayâl içimi aleve boğarken bir de esrar
çekecek olursam çıldırmaktan korkarım.
Âbidin doğruluyor, Genç Şair devam ediyor: - Siz, (burjuva)ların muvazeneli dünyasiyle
yetinmeyen, kendisine yeni bir dünya arayan tipler, hakikatte ne sahtekâr yaratılışlarsınız, bir
bilseniz!.. Selim yoldan değil de, bataklıktan dünyayı aşma gayreti, ölü ruhunuzu sun'î vasıtalarla
şahlandırma yeltenişi bu... Benim böyle vasıtalara ihtiyacım yok... Yumruğumu sıkınca ben, bu
dünyanın, gözün gördüğü, kulağın işittiği, damağın tattığı, burunun kokladığı, parmağın dokunduğu
şeylerin ötesinde bir arayıcılığa geçebiliyorum. Mısır Çarşısında ot aramaya muhtaç değilim...
- Güzel tirad... Ya seni kumarın nedir? Onu nasıl
izah edersin?..
- Demek iş yine izaha geldi. Benim kumarım, senin esrarla davet ettiğin cinnet dünyasından kaçmak için... Tam tersi... Ben cinnetten kaçıyorum, sen cinnete
gidiyorsun...
Âbidin Dino'nun gözleri açılıyor. Hislerini (Romantik) ve (dramatik) edalarla dışarıya vurmayı
teslim bayrağı çekmekten daha aşağılık bir hareket sayan, her şeyi alaya alan, içindeki mahrem
dehşeti alayla bastıracağını sanan, bu elleri güzel, yüzü çirkin delikanlı, ilk defa, gözleri fal taşı gibi
açık, ruhundan bir ses koparabildi:
- Benim çıldırmaktan korkum, seninkinden çok fazla...
- Bunun için mi esrar içiyorsun?
- Uçurumların nasıl çektiğini bilmez misin?
- Nasıl bilmem!.. İzah edeyim mi?
- Etme! ''
Mümin kardeşim yukarıdaki alıntı Üstadın Babıali eserinden... Sanırım burada Üstadın esrar kullanmadığı çok net...
  • Like 3

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kumar hadisesine gelince, Üstad bu mevzuuya da 'Benim Gözümde Menderes' eserinde ayrıntılı bir şekilde değiniyor... Ben uzun uzun yazmayacağım...

 

B.D cemiyetine hırsızlar giriyor, dosyalar ise karıştırılmış... Üstad B.D cemiyatine kimlerin girebileceğine dair şöyle yazıyor: ''İz bırakmakta hırsızlar kadar hünerli olmayan polisimizin Birinci Şube markasını taşıyordu bu manzara...''

 

Bu hadisenin akabinde üstad, ''İşyerimizi efe ve külhani soyundan silahlı bir adama bekleteceğiz.'' diyerek hapishanede tanıdığı bir adam gelir aklına... Bunun için Beyoğlu'na, kumarhanesi olan bu adamın yanına gider... Bu sırada müşteriler yoktur, kumar oynanmamaktadır... İşte burada polis baskını gerçekleşir... Bu arada baskını yapan polislerin hepsi birden ortada kumar namına hiçbir şeyin olmadığını ise tutanaklarında belirttiler...

 

O haberi yapan Vatan gazetesinde o gece sekereterlik nöbeti yapan Çavit Yamaç isimli solcu bir yazar olaydan yıllar sonra Üstada bir mektup yazar... Baskını haberleştiren gazeteci bu adamdır... Onun yıllar sonra yazdığı mektuba ise 'senin kumarhanede basılman kökü derinlerde bir komplodan ibaret olduğunu keşfettim.' ifadesi ile başlar... O mektup kitapta aynen vardır...

 

Hadise budur...

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

http://www.n-f-k.com...rar-cektigi-an/

 

Bab-ı Ali'yi ben de okudum efendim. Buyrunuz size delil. Bir kereye mahsus yaptığını kendisi dile getirmiş Üstad'ımız. Herhalde adminimizi suçlamayacaksınız koyduğu başlıktan ötürü.

 

Bakınız şunun farkına varalım arkadaşlar. Tamam Üstad'a yürekten bağlıyız, ruhumuzu, aklımızı doyuran ve yakalayan adamdır. Ama bizde kuru kuruya bağlılık, gözübağlılık yani tassup olmamalı. Üstad sıkı bir sigara kullanıcısıydı, kumar bir tutkuydu onun için, deliler gibi bir kadına aşık da olmuştur. Bu devrelerine istinaden bence şu yazı hoş bir derleme bakınız. http://www.n-f-k.com...inin-genc-sairi Bunlar gayet tabi şeyler. Dile getirebiliriz zira Bab-ı Ali eseri bizzat bu devresinin eseridir. Ama nedir O ve Ben'i daha çok severiz, Kadın Bacakları şiirindense Sakarya Türküsü yahut Zindandan Mehmet'e Mektup'u yeğleriz. Ve de kendisinin dediği gibi çöpten ibaret saydığı geçmişiyle uğraşmaz yani Necip Fazıl'ı değil Üstad Necip Fazıl'ı biliriz.

 

Sözde yazarın bu bir kerecik durumu sanki mutantan olarak gerçekleştiriyor gibi sirayet ettirmesi yanlıştır. Benim öfkem ona. Yoksa her Üstadsever bilir O'nun hangi safhalardan geçtiğini. Bilmelidir ki kuru sevgi olmasın, derinlesine hissetmek için derinlemesine tanımak gerek.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Düzeltme: Nedense düzeltme butonu aktif değil. Dikkatimden kaçmış olmalı, esrar konusunu paylaşan adminimiz değil trradomir arkadaşımızdır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Konuyla ilgili Taha Kıvanç'ın yazmış olduğu makaleye buradan ulaşabilirsiniz. Ayrıca şahsıma ait olan yukarıda ki yazıda biraz aceleyle biraz da öfkeyle karışık duygular içerisinde yazdığımdan, üstad hiç esrar kullanmamıştır şeklinde yazmışım. Doğrusu mumin arkadaşımızın alıntı yaptığı metinde ki gibidir. Bir anlık dikkatsizlikten kaynaklanan bu durumdan ötürü özür dilerim. Hoş buradan üstad esrar kullanmıştır sonucu çıkmasa da yazmış olduğum şey her halükarda hatalıdır. Saygılarımla.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Necip Fazıl alkol kullanmamıştır, bunun yanında kumar oynamış, bir anlık bile olsa esrar kullandığı görülüyor... Mümin kardeşim yazınca hatırladım...

 

Nice evliya vardır, geçmişinde takılıp kalırsak Allah dostuna büyük haksızlık olur... Tercüman hz. bu zatlardan biridir, Hıristiyandı ama, müslüman oldu, Allah dostu oldu... Şimdi, Tercüman hz. sen Hıristiyansın, denir mi? Bişri Hafi var mesela... Türlü eylencelerle gününü gün ediyordu... Alkol alıyordu... Sonra ne oldu? Bişri Hafi Allah dostu oldu... Şimdi diyebilir miyiz, yahu ne vaaz verip duruyorsun, sen zamanında içki içen bir adamsın, diye? Şahı Nakşibend Hz.nin hocası ulu bir zat güreş meydanlarında rakiplerine meydan okuyordu, sonra ne oldu? Nazarlı bir bakış bir zamanların güreşçisini Nakşibend Hz.lerine hoca yaptı... Ve daha niceleri, niceleri...

 

Necip Fazıl'da aynıdır, hataları oldu, kabul... Amma doğru yolu buldu... Bir evliya değilse de, bir dava adamı oldu...

 

Benim öz dayım mesela... İçki içiyordu ama şimdi zikir meclislerinden geri durmuyor...

 

Ah, ah... Bu dünya yukarı çıkanlarla, aşağı düşenlerle dolu...

 

Evet, bu yazdıklarım malüm zihniyet için...

 

Bir başka nokta ise 'kadın bacakları' şiiri... Bu şiirin Necip Fazıl'a ait olduğuna dair hiç bir iz yok... Bu şiirir Necip Fazıl yazdı, diyemeyiz... Bu mevzuuda bilenler yazarsa biz de öğrenmiş oluruz... Ama sanal alemde altına Necip Fazıl ismi yazılıp, onun olmayan şiirler var... Bunlara dikkat!.. Hatta bazılarının yarısı Necip Fazıl'ın, diğer yarısı başka...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mesela bu şiir... 'Bu Yağmur' şiiri gerçekten böyle mi? Ama Çile'de bu şiir böyle geçmiyor... Hatta TRradomir kardeşimin paylaştığı bu yağmur şiiri ile alttaki şiir arasında fark var. Face gibi yerlerde bu şiiri bu şekilde paylaşanlar var! Bu şiir hakkında bilgisi olanlar bir şeyler yazarsa, belki bizim de kaçırdığımız bir şey olursa öğreniriz böylelikle... Aman dikkat, Necip Fazıl'dan çıkmayan fikir kendini belli eder... Çünkü Necip Fazıl kumar oynarken bile fikir çilesi çeken bir adamdır... ha benim görüşüm, bu şiirin yarısı Necip Fazıl'ın, sizi bilemem... Belki Çile'den önceki şiir kitaplarında bu şiir bu haliyle vardır... Ama öyle olsa bile Necip Fazıl Çile haricindeki şiirleri kabul etmiyor... Bu şiirleri değerlendirirken Necip Fazıl'ın bu hassasiyetini de göz önüne almak gerekir...

 

Bu Yağmur

Bu yağmur, bu yağmur bu kıldan ince,

Nefesten yumuşak yağan bir yağmur.

Bu yağmur, bu yağmur bur gün dinince,

Aynalar yüzümü tanımaz olur.

 

Bu yağmur kanımı boğan bir iplik,

Tenimde acısız yatan bir bıçak.

Bu yağmur yerde taş ve bende kemik,

Dayandıkça ağır ağır yanacak.

 

Bu yağmur, soğumuş yarada kezzap,

Sabrın memesine yapışmış sülük,

Ne başı, ne sonu olmayan azap,

Yandıkça gelişen sihirli kütük.

 

Bu yağmur, tufanı belki de Nuh’un,

Ve gölgede yüzen odam, gemisi,

Akrebi, çiyanı, böceği ruhun,

Ne varsa meydanda, meydanda hepsi.

 

Bu yağmur, delilik vehminden üstün,

Karanlık kovulmaz düşüncelerden.

Cinlerin beynimde yaptığı düğün,

Sularsan, seslerden ve gecelerden.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest nilhilal

Mesela bu şiir... 'Bu Yağmur' şiiri gerçekten böyle mi? Ama Çile'de bu şiir böyle geçmiyor... Hatta TRradomir kardeşimin paylaştığı bu yağmur şiiri ile alttaki şiir arasında fark var. Face gibi yerlerde bu şiiri bu şekilde paylaşanlar var! Bu şiir hakkında bilgisi olanlar bir şeyler yazarsa, belki bizim de kaçırdığımız bir şey olursa öğreniriz böylelikle... Aman dikkat, Necip Fazıl'dan çıkmayan fikir kendini belli eder... Çünkü Necip Fazıl kumar oynarken bile fikir çilesi çeken bir adamdır... ha benim görüşüm, bu şiirin yarısı Necip Fazıl'ın, sizi bilemem... Belki Çile'den önceki şiir kitaplarında bu şiir bu haliyle vardır... Ama öyle olsa bile Necip Fazıl Çile haricindeki şiirleri kabul etmiyor... Bu şiirleri değerlendirirken Necip Fazıl'ın bu hassasiyetini de göz önüne almak gerekir...

 

Bu Yağmur

Bu yağmur, bu yağmur bu kıldan ince,

Nefesten yumuşak yağan bir yağmur.

Bu yağmur, bu yağmur bur gün dinince,

Aynalar yüzümü tanımaz olur.

 

Bu yağmur kanımı boğan bir iplik,

Tenimde acısız yatan bir bıçak.

Bu yağmur yerde taş ve bende kemik,

Dayandıkça ağır ağır yanacak.

 

Bu yağmur, soğumuş yarada kezzap,

Sabrın memesine yapışmış sülük,

Ne başı, ne sonu olmayan azap,

Yandıkça gelişen sihirli kütük.

 

Bu yağmur, tufanı belki de Nuh’un,

Ve gölgede yüzen odam, gemisi,

Akrebi, çiyanı, böceği ruhun,

Ne varsa meydanda, meydanda hepsi.

 

Bu yağmur, delilik vehminden üstün,

Karanlık kovulmaz düşüncelerden.

Cinlerin beynimde yaptığı düğün,

Sularsan, seslerden ve gecelerden.

 

bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuşsunuz diyemiyorum çünkü yanlış bilgi sahibi olup fikrinizi de ona göre zikretmişsiniz.. söylenecek başka bir şey yok.. Umarım bundan sonra bilgi edindiğiniz yerler konusunda daha seçici davranırsınız.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...