Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
MÜNZEVİ

Tevfik İleri: Bir Şeref Ve Şükür Âbidesi…

Recommended Posts

Geçen yılın son günü, (31 Aralık 2011) 1911 doğumlu merhum Tevfik İleri’nin 50 yaşında vefâtının 50. yıldönümüydü… Bu vesile ile merhum Tevfik İleri’yi rahmetle anıyoruz. Onun dâvâsı ve mücadelesi, mektuplarından ve hâtıralarından okunarak anlaşılabilir...

2011’in son günü, 1911 doğumlu merhum Tevfik İleri’nin 50 yaşında vefâtının 50. yıldönümüydü… Tevfik İleri’nin dâvâsı ve mücadelesi, en evvel mektuplarından ve hâtıralarından okunur.

Eşi merhume Vasfiye Hanıma 20 Ekim 1960 tarihinde Yassıada’da yazdığı mektupta, “Ve şükretmekteyim. Hiçbir iddia, hiçbir netice beni endişelendirmez. Seni de endişelendirmesin. Yeter ki benim yüzümden sana, çocuklarıma ve yakınlarıma bir ‘kir’ gelmesin. Şükrolsun o yok. Allah’ın dediği olacaktır” diye teselli veren Tevfik İleri, bütün hayatı boyunca ve özellikle darbe ile zulmen hapishanede hasta halinden dahi hiç şikâyetçi olmadı; sâdece dâvâsını düşündü, iftira ve isnadlardan sakındı; gerisini Allah’a havale etti…

Daha Yassıada’daki ilk günlerinde, “Şimdi beni alâkadar eden tek şey, sizlerin varlığınız ve sağlığınızdır. Onun şükründen âciz olduğuma kaniim. Allah bana, bize, yavrularımızın acısını tattırmasın, onların ıztıraplarını görmeyelim. Gerisi… Gerisi hiçtir ve takdiri-i İlâhîdir. Ne olacaksa, ne gelecekse O’ndan. Ve O’ndan başkasından bir şey istemek ve beklemek O’na şirk koşmaktan başka bir şey olamaz” ifâdeleri, İleri’nin fevkalâde engin iman ve ileri teslimiyetinin nişânesidir…

“MÜJDE! TEVFİK BEY MÜEBBEDE ÇARPTIRILMIŞ!”

14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra ilk icraat olarak 16 Haziran 1950’de bütün ülkede ezanın artık aslına göre okunmasını sağlayan Demokrat Parti’nin Maarif Vekili olarak döneminde imam hatip okullarının, yüksek İslâm Enstitülerinin, Kur’ân Kurslarının hizmete açılması, din eğitimine büyük bir önem verilerek mekteplere din dersleri konulması, İleri’nin mânevî hizmetlerinin başında gelir…

Tevfik İleri’nin, talebeliğinden bürokratlığına, milletvekilliğinden, Nafıa (Bayındırlık) ve Maarif Bakanlığı, Meclis Başkanlığı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerine kadar, Meclis ve halka konuşmaları, yaptığı hizmetleri, mahkeme savunmaları, zindandan gönderdiği mektup ve mesajlar, mücâdele ve dâvâsına bağlılığının vesikalarıdır.

Hayatını, Meclis ve parti konuşmalarını, mefkûresini, dâvâsını, hitâbelerini, çalışmalarını ve notlarını kitaplaştıran kızı Câhide İleri’nin tesbitiyle Tevfik İleri, “Menderes’e gönülden bağlı idi. Yargıçların itirazlarına, ‘Menderes, vatanını seven bir insan. Onun için ben devamlı onun yanında olacağım” diye karşılık verirdi.

Câhide İleri’nin, “Mahkemeler neticelendiğinde herkes babamın da idam edileceğini söylüyordu. Kararların verildiği gün eve, ‘Müjde, Tevfik Bey müebbede çarptırılmış, idam edilmeyecek!” diye bir telefon geldi. Belki de babama böyle bir şey olmayacağını düşündüğümüz için, “O mühim değil, Menderes’in durumu nasıl?” diye sorduk. Menderes’in idam edileceğini duyunca ne yapacağımızı, ne düşüneceğimizi şaşırdık. Bütün âile perişan olduk” hâtırası, bunun en açık ifâdesi.

ŞEREF VE ŞÜKÜR BELGESİ…

Sekiz ay sonra ancak Yassıada’daki babalarıyla görüşme izninin çıktığını ve ilk ziyaretlerinde o denli meşakkatli haline rağmen “Gelirken kar getirdiniz” diye espri yaptığını anlatan Câhide İleri, ilk görüşmeyi şöyle anlatır: “O kadar zaman sonra en kıymetli varlığımız babamızı görüyoruz. Ne var ki sevgimizi göstermemize bile müsaade etmediler. Bir şey söylemeye imkânımız yok. Her masanın başında bir asker başımızda bekliyor. Sâdece sarılıyoruz. Topu topu 10 dakika görüşebiliyoruz ve sonra yine ayrılıyoruz. Babam dâvâsını savunmadan, ithamlara, iftiralara cevap vermeden gitmekten korkuyor. Belli ki hastalık başlamış…”

Cahide İleri, Yassıada’daki zorba, zulüm ve vahşeti ise şu sözleriyle özetler: “Babam o kadar bizi özlüyor ki bir mektubunda, ‘Bir ara düşündüm ki, idam edilsem diye… O idam sırasında âilem gelebilir, hiç değilse onları uzaktan görebilirim. Eğer başka türlü ölürsem, onları hiçbir şekilde göremem’ diye hasretini kâğıda döker…”

Câhide Hanımın kitaplaştırdığı, 426 sayfalık “Tevfik İleri, Yassıada ve Kayseri Günlükleri”nde yer alan “günlükler”den 13 Eylül 1960 tarihli notta, “Bu sabah Kur’ân-ı Kerim’de Errahman Sûresini okudum. Allah’ımızın hangi nimetlerini inkâr edebiliriz ki… Şükürden âciz olduğumuzu bir kere daha itiraf ettim. Nankörlüğümüzden utandım. Af diledim…” beyânı, zulmen atıldığı hapishanede hasta halindeki asil ve şükür dolu bir ruh hâleti taşıdığının en açık ifâdesi. Onun için Yassıada yazıları, birer izzet, şeref ve şükür belgesi…

Yine 1 Ocak 1961’deki Yassıada notlarında, “Bugün yeni yılın, 1961’in ilk günü. Çoluk çocuğumdan ayrıyım… Fakat gönlüm onlarla dolup taşıyor. Onlarla ve sevdiklerimizle, hakikî dostlarımızla… Allah’tan sağlıklar, saadetler nasip etmesini, hasretliğimizi dindirmesini niyâz ediyorum” diye yazan İleri, ertesi günkü notlarında, “Her sabah Divân-ı Kebir’den parçalar okuyor ve Mevlânâ ile temasa geçiyorum” diye yazmış.

4 Ocak 1961’de yazdığı nottaki, “Bugün öğle yemeğinde İzzet (Akçal, DP milletvekili) bana yoğurt isteyip istemediğimi sordu. Bahriyeli nöbetçi teğmen; ‘Ne konuşuyorsunuz?’ diye İzzet’e çok sert bağırdı…” ufak hâdisesi ise, Yassıada’nın zulüm ve haksızlıkla illetli karakterinin ipucunu verir…

KUR’ÂN-I KERİM’DEN MEDET…

Tevfik İleri ve Demokratlar, hep Kur’ân-ı Kerim’in mânevî feyzinden medet isterler. Aslında darbenin ilk gününde derdest edilip götürüldükleri Harb Okulunda, 8 Haziran 1960 tarihli mektubunda; “Ayın altısında Okul Kumandanı’nın müsaadesiyle Adnan (Menderes) Bey ile görüştüm. İyidir. Osmanlı Tarihi okuyor. Bir de Kur’ân-ı Kerim. ‘Dört günde hatmedeceğim’ dedi. O da huzuru kalp içinde…” cümleleri, İleri ve Menderes gibi Demokratların iman ve tevekkülünün en bâriz ifâdesi.

16 Haziran 1960 tarihli günlüğü, mânevî hıfzda duânın önemine dikkat çeker: “Harbiye’de ilk gün İzzet (Akçal) bana okumam, mümkün olduğu kadar çok okumam için şu âyeti yazdırdı: ‘Bismillahirrahmanirrahim; Allah-û lâ ilâhe illa ente sübhaneke inni küntü minez-zâlimin.’ Ben de yaptım. Bilhassa yemekhaneye iner çıkarken, gece yatakhaneye giderken bunu şiddetle hissettim…”

19 Haziran 1961 tarihli “sekizinci defter”de, “Yatmadan evvel iki gecedir Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin Fütûh’ül Gayb adlı eserini okuyorum” diye yazan İleri’nin, 6 Ağustos tarihli notunda, “Namazımı kıldım. Evi, Vasfiyem’i, çocukları düşündüm” deyip, peşinden fotoğraflarına bakarak, “bugünlere sağ-salim çıkaran Allah’a şükrettim” kaydı, târifi imkânsız teslimiyetin ve vicdan rahatlığının tezâhürü…

Tevfik İleri’nin “Bismillahirahmanirrahim” diye başladığı 21 Ağustos 1961 tarihli günlüğünde, “Mevlâ görelim neyler… Neylerse güze eyler” notu; akabinde 15 Eylül 1961 tarihinde, tutuklanmasının 477. ve Yassıada’nın 455. gününde, kendilerine zulmeden zâlimleri “Allah’a havale edip”, “Allah’ın her şeyi gördüğüne ve bildiğine inanıyorum. İhmal etmediğine, imhal ettiğine (mühlet verdiğine) inanıyorum” yazması, bir başka rıza misâli…

“ALLAH’A YOLCULUK BAŞLIYOR…”

Yassıada’da 10 adetten fazla defter dolduran ve ancak bunlardan 7’sinin evine teslim edildiğini öğrenen Tevfik İleri, buna da şükreder. Daha sonra 23 Eylül 1961’de nakledildikleri “Kayseri Cezaevi günlükleri”nde, 16 ve 17 Eylül’de idam edilerek katledilen Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Polatkan’ın vefâtlarındaki büyük teessürü derceder.

18 Eylül 1961’de tarihli günlüğüne şunları not eder: “Bugün idam olma heyecanını geçiren arkadaşların ihtisasını dinledik. Şüphesiz çok enteresandı. Rahmetli Polatkan ve Fatin Rüştü’yü götürüyorlar. Bir motor sesi duyuluyor. Bir müddet sonra bir uğultu duyuluyor. Bu Hasan Polatkan’ın Allah’a ulaşması. Biraz sonra tekrar menfur bir ses ve uğultu. Bu da Fatin Rüştü’nün göçmesi. Bahadır (Dülger, DP milletvekili) ve Agâh ‘Bu gidiş o’, diyorlar. Ve sıranın kendilerine geleceğini tahmin ediyorlar. Agâh, ‘Allah’a yolculuk başlıyor…’ diye yüksek sesle Kur’ân-ı Kerim’den âyetler okumaya başlıyor. Peşinden İbrahim Kirazoğlu da yüksek sesle Kur’ân-ı Kerim okumaya başlıyor. Bahadır da içinden okuyor…”

Kendinden ziyâde merak ettiği Menderes’in idamına dair ise şunları kaydeder: “Adnan Bey saat 1’de iskeleye çıkmış. Gardiyanları selâmlayarak, ‘Nasılsınız?’ demiş. Hoca gelmiş fakat telkin yapamamış. Nutku tutulmuş. Menderes, ‘Siz rahatsız olmayın, ben yapacağımı bilirim’ demiş. Kur’ân-ı Kerim istemiş, biraz okumuş. Sonra hareket etmişler. Darağacının önünde yine durmuş ve sonra çıkmış. Kelime-i Şehâdet getirmiş. ‘Allah!’ sesi gitme şehâdetinin sonu olmuş. Ve infazın hemen akabinde iki dakika süren bir yağmur yağmış ve sonra kesilmiş. Allah gani gani rahmet etsin. Nur içinde yatsın…”

“ŞEHİD OLMANIN HUZURU…”

Kayseri Cezaevindeki hücresini, “Bir kenarında….. bir kenarında yatılıyor. Esirlere dahi reva görülmez” tarifine karşı, “Ama Yassıada cehenneminden kurtulduğumuza memnunuz, Burada insan yüzü ve insanlık gördük” sözüyle yine güzel yönüyle teselliye uğraşır.

28 Eylül 1961 tarihli günlüğünde, “Buradan ölümüz çıkacak” cümleleriyle üç ay sonraki vefâta âdeta kendini hazırladığı anlaşılan Tevfik İleri’nin, hapishaneden hastaneye ve mezâristana giden son yolculuğundaki mânevî huzur ve sürûra vesile olan ifâdeleri oldukça mânidar.

“Şehid olmanın huzurunu duymaktayım… Mektuplarımda yavaş yavaş karım ve çocuklarımı buna alıştıracağım. Allah’tan başka kimseyi muhatap tutmuyorum. Kimseden bir şey ümid etmiyorum” diyen İleri’nin, ertesi günkü günlüğünde, “Sabaha karşı kendi cenâze namazımı kılmakta olduğumu görerek uyandım” diyerek “şehâdeti”nin işâretini verir.

Daha Yassıada’da iken, 30 Eylül 1960’da kızı Ayşe’ye, “Her sabah ellerini göklere kaldırarak niyâz eden ve sığınılacak, güvenilecek tek kapının Allah kapısı olduğunu bilen insan, bütün kötülüklerden kurtulmanın yolunu bulmuştur” diyen Tevfik İleri’nin Aralık’ta Câhide’ye yazdığı mektupta, “Sevgili kızım, (...) Ne pahasına olursa olsun, şerefimi, haysiyetimi, nâmusumu ayaklar altından kurtarmak, birinci gâyemdir” diye şeref ve haysiyet hassasiyetini belirtir.

“VİCDANINDAN EMİN”

On yıl boyunca Ulaştırma Bakanlığı, üç kez Millî Eğitim Bakanlığı, Meclis Reis Vekilliği, Bayındırlık Bakanlığı, Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yaptığı halde, hayatında bir evi dahi olmayan Tevfik İleri, hep mücahâdesi uğruna izzet ve şerefiyle yaşar.

Kayseri cezâevinde âilesine yazdığı mektuptaki, “Allah var, büyük Allah var, her şeyi görüyor, biliyor. Gördüğüne ve bildiğine inanıyorum. Gerisi lâf-û güzâf…” sözleri, “Vasfiyem, aziz yavrularım” hitabıyla başlayan mektuptaki “Size mâl, mülk, servet bırakmadım. Yalnız size şerefli, nâmuslu, erkek bir ad bırakabildim…” satırları, asil, izzetli tâvizsiz duruşun ve dürüstlüğün aksidir.

Bir Yassıada mektubunda, “Vicdanından emin insanların fütursuzluğu ile ve neticeyi hiç düşünmeden hesap vereceğim günü bekliyorum. Tek ümid kapım, eğriyi doğruyu bilen Allah kapısıdır” diye başlar. Ve “Allah bir kulu sevdi mi sınar, onun yalvarışlarını duymak için belâlara uğratır” meâlindeki Peygamberimizin (asm) hadisini hatırlatır.

“ÖLSEK DE GÂM YEMEYİZ…”

Kayseri cezaevinde, bir aralık Kâmil Gündeş’in kollarını açarak kendisine sarılıp, “Meclis kürsüsünde konuşmak kolaydır. Mârifet mahkemede konuşmaktı. Aslan kardeşim!” diye takdirini bildirdiğini 2 Ekim 1961’deki günlüğünde yazan Tevfik İleri, bu hislerle birçok mebus arkadaşından muhabbet gördüğünü, ancak zayıflığına üzüldüklerini, Âsaf Saracoğlu’nun ağlayarak boynuna sarıldığını, “Senin için çok korktuk, çok duâ ettik” dediğini aktarır.

Ertesi günkü hâtıratında, “Gece fena uyumadım, sabahleyin radyodaki Kur’ân-ı Kerim sesi ile uyandım. Çok güzel okunuyordu. Bu sabah yine mahkemelerden ve çıkan arkadaşlardan bahsedildi…” notunu düşen İleri, 8 Ekim’deki günlüğünde, yine rahatsızlığından, sarılıktan bahseder. “Kendimi bitkin hissettiğimden hastaneye gitmek istedim. Karaciğerden zorum var her halde” diye kaydeder.

20 Ekim 1961’teki notta, “İlk defa öğle neşriyatını dinlerken Cahide’nin gözyaşlarının mânâsını daha iyi anladım” diyen Tevfik İleri, kahır, zulüm, tahkir, tehdid beni daha mukavim, daha diri yapıyordu. Şimdi ufak bir şefkat işâreti dokunuyor. Gözüm yaşarıyor. İnsanlıktan o kadar uzak kaldık ki… O kadar şefkate, sevgiye muhtacız ki… Galiba daha çok gözyaşı dökeceğiz” diye hastalığın verdiği nezâketle içine girdiği hassasiyeti belirtir.

Vefatından 70 gün önce “sarı defter”in sonundaki son günlüğünün sonunda, “Allah’a inandığımız gibi güveniyoruz da. Evvela Allah, sonra aziz milletimize güveniyoruz. Şu ana kadar Allah’ın da, milletin de gösterdikleri o kadar muazzam ki, ölsek de gâm yemeyiz. Şükrolsun. Hamdolsun” ibâreleri, iman, teslimiyet ve rızânın âdeta kelimelere dökülmüş ve tecessüm etmiş hali olarak temessül eder.

Ve zulmen mahpusken hastalığının ağırlaşıp kaldırıldığı Ankara Hastanesi’nde 31 Aralık 1961’de “müebbet hapis” yerine ebedî âleme göçmesiyle tecelli eder. El-hak Tevfik İleri, “en büyük emeli”ne, şerefiyle, haysiyetiyle, nâmusuyla, birer hizmet, cehd, çile, kahramanlık, sebat, şükür ve teslimiyet içinde ruhunu teslim eder, Hakkın rahmetine ulaşır. “Bir an evvel kavuşmak fikrini bir yan bırakalım” dediği Vasfiye Hanım, sabır, fedakârlık ve ibâdetle dolu 98 yıllık bereketli ömrünün âhirinde -geçtiğimiz Ekim ayının sonunda- yarım asır sonra kavuşur; rahmet-i Rahmana vâsıl olur.

Erhamürrahimin’den rahmet ve mağfiret niyâzıyla…

KARAR VERMEK ONLARIN ELİNDE, AMA ŞEREF VE HAYSİYETİMİZ ASLA

Keza Mart 1961 (21 Ramazan Perşembe) tarihli günlüğünde yazdığı, “Savcı yine söz aldı. ‘Delil ve vesika istiyor Tevfik İleri’ dedi… ‘İşte veriyorum… Bu memlekette irticanın mümessili bir taraftan Said Nursî, diğer taraftan da Necip Fazıl idi. Tevfik İleri hiç selâhiyeti yokken ve vazifesi değilken, o bir mürteciye örtülü ödenekten yardım yapılmasına tavassut etmiştir’ dedi. Tekrar söz istedim… Reis vermedi. Müdafaatınızda söylersiniz dedi. Ben de yerimden kalkarak; ‘Ama Müddeiumumi töhmet altında bırakıyor’ dedim… Reis yine söz vermeyince, ‘o halde Müddeiumumi’nin söyledikleri de hakikat değildir, yalandır’ dedim ve oturdum…” notlarını tek tek derceden İleri’nin devamında, “Karar vermek onların elindedir, ama şeref ve haysiyetimiz asla. Yalnız onları müdafaa edeceğiz” ifâdesi, darbe mahkemelerinde nasıl bir mücadele ve kahramanlık sergilediklerinin bir diğer göstergesi…

Yıllar önce bir mülâkatımızda, Bediüzzaman’ın ve Nur Talebelerinin tamamen imana ve Kur’âna hizmet ettiklerini belirten Vasfiye İleri, 1956’da Bediüzzaman’ın Tevfik İleri’yi nasıl yolda karşılayıp kendilerine duâ ettiğini büyük bir hayranlıkla dile getirmişti.

Eğridir yolu üzerinde merhum eşi Tevfik İleri ve Celâl Yardımcı ile birlikte kendisinin de bulunduğu arabalarının önüne iki genç Nur Talebesinin çıktığını ve arabayı durdurup Bediüzzaman’ın görüşmek istediğini aktaran Vasfiye Hanım, “Bediüzzaman arabanın yanına gelerek Tevfik’in omuzundan bastırıp arabadan çıkmasına fırsat vermedi. Demokrat Parti’nin ve kendisinin vatana, millete ve dine yaptığı hizmetlerinden dolayı tebrik etti. Bir zarf vererek Başvekil Menderes’e ulaştırmasını, tebrik ve selâmlarını iletilmesini istedi. Arabadan çıkıp elini öpmeye yöneldim, izin vermedi. O gençler hâlâ hâfızamda. Âdeta büyülenmiş gibiydiler, o ne muazzam bir iman” demişti…

Şark Üniversitesi’ni “elli senelik bir gaye i hayatı görüp tâkip etmek için Ankara’ya gidip Şark terakkiyatının anahtarı olan bu müesseseye çalışanları ruh u cânıyla tebrik etmek istediğini” belirten Bediüzzaman, Tevfik İleri’nin 4 Ağustos 1951’de Van’da yaptığı konuşmada, Doğu’nun maddî ve mânevî kalkınmasına hizmet edeceği kanaatini teyidle Demokrat Parti hükûmetinin programında yer alan bir kültür, ilim ve irfan müessesesi olarak “Şark Üniversitesi hakkındaki çok kıymettar hizmeti”nden dolayı “Hey’et i Vekileye ve Tevfik İleri’ye arz ediyoruz ki” başlığıyla tebrik mektubu gönderir. “Bu meselede muvaffakiyete mazhar olan Maarif Vekilini bütün ruh-u cânımla tebrik ediyorum” diye yazar. (Emirdağ Lâhikası, 402-3)

Bundandır ki Bediüzzaman, Demokrat Parti hükûmetinin dinsizliğe ve “tahribatçı cereyanlar”ın mânevî-kalbi tahribatlarına karşı sed çekecek ve mânevî yaraları tedâvî edecek “hakikî kuvvet” ve “tâmirci”nin “iman ve Kur’ân hakikatleriyle İslâmiyet uhuvveti (kardeşliği) olduğu” gerçeğini anladığını ifâde eder. Tevfik İleri hakkında “Ve yeni hükûmetin Maarif Vekili bu hakikati hissetmiş ki, seleflerine muhalif olarak, en ziyâde imân hakikatlerinin neşrine, din derslerine ehemmiyet veriyor” diye takdirini lâhika mektuplarında izhâr eder. (a.g.e., 301)

Yine bundandır ki, “İslâm kahramanı” dediği Başvekil Adnan Menderes’le birlikte “İslâmiyete ciddî taraftar” ve “mühim bir zât” olarak tavsif eder. (a.g.e., 449)

“ŞÜKROLSUN, EZAN VE RADYODA KUR’ÂN HÂLÂ OKUNUYOR!”

Tevfİk İleri 28 Eylül 1961 tarihli günlükte, “Bu sabah ilk defa Kur’ân-ı Kerim duydum, radyodan. Bizi bununla itham ettiler. ‘İrticaa tâviz verdiniz’ dediler. ‘Türkçe ezanı kaldırttılar’ dediler. Kararnâmeye bile soktular, ama Türkçe ezan hâlâ okunmuyor. Ve radyoda, şükrolsun, Kur’ân-ı Kerim okunmasına devam ediliyor. Biraz utanmak lâzım” sevinci ve târizi, bir başka asâletini ortaya koyar.

Tevfik İleri’nin “radyoda Kur’ân okunması”na bu derece ihtimamı, Vasfiye Hanım’ın, Ramazan ayında ve kandil gecelerinde radyoda ilk olarak Kur’ân, duâ ve ilâhilerin okunması talebini Başvekil Menderes’e arz etmesiyle bu hizmete ilk vesile olmasından ileri gelir. Onun içindir ki Vasfiye Hanım, bu mutlu hâdiseyi, bir kandil gecesinde radyoda Kur’ân okunacağı bir kandil akşamında, Tevfik İleri’nin Başvekil’in yanında telefonla arayarak, “Radyoyu aç Kur’ân okunacak!” müjdesini gözyaşları içinde nakletmişti…

İleri’nin bu sözleri, iki hafta önce vefat eden merhum Aydın Menderes’in, Demokratların vatan, millet ve inanç değerlerine yaptığı hizmetin mânevî makbuliyetine atfen bir mülâkatta bize söylediklerini teyid eder:

“O dönemde din ve vicdan hürriyeti adına milletin demokratik inancındaki bütün kazanımlar büyük bir çoğunlukla kalıcı oldu. Çok şükür ki hiçbirinde geri dönüş olmadı. Ezânın aslına çevrilmesi, yüzlerce imam hatip okulu, Yüksek İslâm Enstitüleri, binlerce Kur’ân Kursu, mekteplere din derslerinin konulmasında olduğu gibi. Bu hizmetler öyle bir ihlâs ve samîmiyetle yapıldı ki hepsi hâlâ devam ediyor.

“Evlerde okunan Kur’ân, camilerde imam ve müezzinlerin ezân ve kametleri, bu o hizmetin makbuliyetidir. Allah’a şükür dört tane askerî müdahaleye rağmen bir geri dönüş olmamıştır. Bugün hâlâ dış politikada kalıcı onurlu olan bir şey varsa o dönemdendir. Demokrasi inancı kalıcıdır. Din ve vicdan hürriyeti adına yapılan hizmetler kalıcıdır.

“Devletin radyosunda Kur’ân okunması, mehterin askerî törenlere girmesi hep 1950’den sonra olmuştur. Oysa Demokrat Parti’den önce radyoda Kur’ân okunması bir yana, türküler, “yurttan sesler” ve hatta klâsik Türk Mûsıkisi bile yoktu. Cuma sabahları, iftar saatleri, kandil geceleri okunan Kur’ân ve mevlidler, hep Demokrat Parti’nin eseri olarak kaldı. Bu ihlâsla kazanılan haklar kaybettirilmedi…”

 

Cevher İlhan

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...