Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
MÜNZEVİ

Ölü Şehirlerin Dirilişi

Recommended Posts

Kıyamet kelimesi “ayağa kalkış” demek. Türkçe’de de kullanılan “kıyâm” sözcüğünün diğer bir söylenişi… Kur’an’da sıklıkla geçen “yevmu’l-kıyâme” de ayağa kalkış/ayaklanma/başkaldırı/kıyam günü…

Peki “kıyamet” denince neden hep mezarlarda yatan ölülerin dirilişi anlaşılır?

“Ahiret” denince neden hep mezardan sonraki hayat akla gelir?

“Cennet” ve “cehennem” neden hep öbür dünyada düşünülür?

Kur’an’ın “ölü” dediği kimdir? Hangi ölüler “kıyâm” edecektir?

“Sonraki hayat” (ahiret) ne demektir? Cennet ve cehennem ne ifade ediyor?

“Ölülerin dirilişi” ne anlama geliyor?

Buyurun…

***

1-Kur’an, yaşayan ölülerden ve onların dirilişinden bahseder:

[Ölü (meyyit) iken dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için nur verdiğimiz kimse, hiç içinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan kimse gibi olur mu? Fakat kâfirlere yaptıkları güzel görünür.] (En’am: 6/122).

Görüldüğü gibi bu ayette ölü (meyyit) yaşadığı halde kendisine “nur” verilmemiş kimse oluyor.

Öyle ki bir “ot” gibi ölü halde yaşarken kendisine “nur” iniyor yani Kur’an’ın ışığı ile aydınlanıyor; “Allah ona ruhundan üflüyor” veya “Ona ruh iniyor” ve bu ruh/nefes/soluk yani vahiy onu diriltiyor. Böylece karanlıklardan aydınlığa çıkıyor, diriliyor, ayağa kalkıyor, insanlar içinde yürümeye başlıyor.

Demek ki karanlıklarda kalmış/gerçeğin üzerini örtmüş demek olan “kafir”, Kur’an’ın gözünde “ölmüş/ölü” (meyyit) kimse ile aynıdır. Aslında yaşamamaktadır.

Burada meyyit (ölü) kelimesinin ilk anlamıyla değil; mecâzî (sembolik) anlamıyla kullanıldığını görüyoruz. Demek ki Kur’an’da böyle bir bakış var.

Buradan İsa’nın ölüleri diriltmesi ne demek anlaşılıyor olmalı:

[İsa İsrail oğullarına peygamber olarak seslendi: “Ben size Rabbinizden ayet ile geldim. Size çamurdan kuş biçiminde bir yaratık yapıp içine üfleyeceğim; Allah’ın izniyle hemen bir kuş olacak. Allah’ın izniyle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirip ölüleri dirilteceğim. Size evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi haber vereceğim. Eğer imanınız varsa anlarsanız ne dediğimi] (Al-i İmran; 3/49).

Bu ayette geçen ifadeler “mesel” ile (mecziî/sembolik) konuşmasıyla meşhur olan Hz. İsa’ya aittir ve hepsi ilk değil; ikinci anlamlarıyla kullanılmışlardır:

“Ölüleri diriltmek”: Vahiy ile diriltmek, onlara ışığında yürüyecekleri ‘nur’ getirmek, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak…

“Körü ve alacalıyı iyileştirmek”: Gözlerini açmak, kulaklarının pasını silmek, gelen nur (ilahi aydınlanma) ile dünyaya başka bir gözle bakmalarını sağlamak…

“Evlerde yediklerini ve biriktirdiklerini haber vermek”: Evlerde kenz edip biriktirdiklerini, başkalarından saklayıp yediklerini bir bir haber vermek, açığa çıkarmak, gerçekleri ortaya dökmek, gizli saklı hiçbir şey bırakmamak…

“Çamurdan kuş biçiminde bir yaratık yapıp içine üflemek”: Hayatı sil baştan yeniden kurmak, çamurlarda sürünen bir halkı ayağa kaldırmak, makûs talihi yenmek, kaderimiz denilerek mahkûm ve mecbur olunduğu sanılan ağır şartları değiştirmek… (Kuş (tâir) kelimesinin “makûs talih” ve “kader” ile ilişkisine dair yorumu ve sözcüğün dilsel analizi için bkz. Yaşayan Kur’an Meal-tefsir; 71/16. ayet açıklaması).

***

2- Kur’an “ölü şehirlerin” (beldeten meyyiten) dirilişinden bahseder:

[Gökten bereketli bir su indirip onunla kullar için rızık olarak bahçeler ve biçilecek ekinler, birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları bitirdik ve böylece onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte çıkış da böyledir.] (Kaf; 50/11).

Bu sözler “kavmin zenginlikten şımarmış ileri gelenlerine” yönelik olarak söylenmektedir. Sure Mekkîdir.

Onlar gökten ve yerden gelen rızkı kendilerine biriktirmekte, Allah’ın kullarını bundan mahrum bırakmaktaydılar. Oysa rızık tüm kullar içindi (rızkan li’l-ibâd).

Demek ki bir “belde” de Allah’ın tüm kullar için gönderdiği rızık, birilerinin “evlerinden birikir”, “kenz edilir”, diğerleri bundan mahrum bırakılır ve ister (muhtaç) hale getirilirse (sâilin), o belde “ölür”.

O beldenin dirilmesi için “evlerinde biriktirdiklerini haber veren” bir “rahmet rüzgarının” o beldeye gönderilmesi (ortaya çıkması/huruc etmesi) gerekir.

Böylece gökten inen yağmur ve yerden biten nebat tüm ister hale getirilenler (muhtaçlar) arasında eşitçe bölüşüldüğü (sevaen li’s-sâilîn) zaman, o belde (şehir/diyar/ülke) dirilmiş, karanlıklardan aydınlığa çıkmış olur.

İşte şehirlerin dirilişi böyledir.

Buradan “yüz yıl ölüp sonra dirilen şehir” ne anlama geliyor anlaşılıyor olmalı:

[Çökmüş, çatıları göçmüş bir şehre uğrayan ve “Allah ölü haldeyken burayı nasıl diriltecek?” diyeni görmedin mi? Allah onu (şehri) yüz yıl öldürüp sonra diriltti. (Şehre) “Kaç yıl kaldın” dedi, “Bir gün ya da daha az” dedi. “Hayır” dedi, “Yüz yıl kaldın.” Yiyeceğine ve içeceğine bak; hiç bozulmamış, merkebine bak... İnsanlar için ne büyük bir ders! Bak şu kemiklere; onları nasıl birbirine geçiriyoruz ve sonra da onlara nasıl can veriyoruz. İşte böyle gerçeği anlayınca o adam “Şimdi iyi biliyorum ki Allah'ın her şeye gücü yeter, hiç kuşkusuz” dedi] (Bakara; 2/259).

Öyle anlaşılıyor ki burada dile gelip konuşturulan, adamdan ziyade şehirdir. Adam şehrin Allah tarafından dile getirilip konuşturulmasına tanıklık etmektedir.

Bir şehir (karye/belde/ülke/diyar) nasıl ölür ve sonra nasıl dirilir, burada bunu görüyoruz.

Şöyle ki:

Gökten inen yağmur ve yerden biten nebat (rızık) “evlerde biriktirilir”, böylece verilen rızıklar paylaşılmaz (ve mimmâ rezaknâhum yunfigûn), tüm kullara ait (rızkan li’l-ibâd) kılınmazsa, orada derin uçurumlar oluşur. Bir kişiye 99, doksandokuz kişiye 1 koyun düşer hale gelir, Allah’ın devesi (nagatallah) yani herkese ait olan (kamu) bir kişi/grup tarafından boğazlanır (ele geçirilir) ve su kaynakları (rızık ve rızık kaynakları) eşitçe taksim edilmezse (gısmetun beynehum) o şehrin çatıları göçer, duvarları yıkılır.

Böylece o şehir ölür.

Böyle yüzyıl ölü kaldıktan sonra, rızıkları evlerinde biriktirerek, açların ve yoksulların ortayı çıkmasına sebebiyet verilmiş, böylece ölmüş, çamurlarda sürünür hale gelmiş ve buna kör ve sağır insanların ülkesi haline gelmiş beldeye Allah “rüzgarlarını” gönderir.

O rüzgarlar “Allah’ıın sesi” (kelime) olur, ölü şehrin insanlarına ruh/nefes/soluk üflerler. Çamurlarda sürünen halka yepyeni bir gelecek vaat eder, körleri görür, sağırları işitir hale getirir, şehrin üzerindeki ölü toprağını atarlar. Evlerde biriktirilenleri haber verirler. Yani çalınan, gasp edilen hakları iade ederler. Rızkı tüm kullara ait kılarlar.

Açlıktan bir deri bir kemik kalmış bedenlere can gelir. Sütüne su katılarak hileye, yalana, dolana karışarak bozulmuş yiyecekleri düzelir. Merkep haline getirilmiş şehrin insanları, onura ve haysiyete kavuşur.

İşte şehirlerin dirilişi böyledir.

***

Yukarıda ayetin bir öncesinde, şehirlerin böyle çatılarını göçerten, duvarlarını yıkan, insanlarını merkep haline getirenlerin kim olduğu açıklanır: Kendisine “mülk” verildi diye Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanlar; “Ben de öldürür ve diriltirim” diyenler… (Bakara; 2/258).

Ayetin bir sonrasında ise “Ölülerin nasıl dirileceği” açıklanır. Parçalanmış, bölünmüş, sınıflara, kastlara ayrılmış, ayrı ayrı tepelerde merkepçe bir yaşama mahkum edilmiş olanların birbirine alışması, birleşmesi, yekvucut olmasıyla... Yani kuşların yuvaya dönmesiyle…

**

Bu yorumları fazlaca sembolik bulanlar, eğer bu söylediklerimizi kafadan attığımızı, her hangi bir usule dayanmadan keyfi olarak böyle yorumladığımızı sanırlarsa yanılırlar.

Yukarıda üç ayette peşpeşe (Bakara; 258/59/60) mülk konusunda İbrahim ile tartışıp “Ben de öldürür ve diriltirim” diyenden, ölülerin ve ölü şehirlerin dirilişinden bahsettikten sonra 261. ayetten itibaren tâ surenin sonuna kadar 25 küsur ayette neden bahsedildiğine baksınlar. Konu nasıl tefsir ediliyor görsünler. Orası da sembolik anlatıma kafası basmayıp düz anlatımdan anlayanlara…

Buyurun…

“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir (Bakara; 261)… Mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu, sonra da infak ettiklerinin peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de (Bakara; 262)… Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, zengindir, halîmdir (Bakara; 263)… Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını infak eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın (Bakara; 264)…Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. (Bakara; 265)… Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda infak edin (Bakara; 267)… Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder (Bakara; 268)…”

Görüldüğü gibi sonraki bölümden 7 ayet kadarını verdim, gerisini siz okuyun…

Surenin sonuna kadar tam 25 ayet, hem de aralıksız infaktan bahsediyor. Sona doğru faiz yiyenler ve bu yüzden borçlandırılanlar (boyunduruk altına alınanlar/merkepleştirilenler) ile bitiyor.

Görüldüğü gibi Kur’an infakı yağmura benzetiyor. Ölü topraklar nasıl yağmur ile dirilirse, ölü beldelerin de infak ile dirileceği, iki kat ürün vereceği, canlanacağı anlatılıyor.

“Yağmur yüklü bulutları ölü beldelere göndeririz, ölümünden sonra orayı diriltiriz. Ölülerin/ölü şehirlerin dirilişi işte böyledir.” ile ne kastediliyor anlaşılıyor olmalı.

Kur’an kendi kendini nasıl tefsir ediyor görünüz, anlayınız.

Benim yazımı okuduktan sonra atınız, Kur’an’ı elinize alınız, bizzat kendiniz ilgili yerleri düşüne düşüne, bağlantı kurarak (tertil ile) okuyunuz…

***

Demek ki “kıyamet”in iki yüzü var: Önce mezara dönmüş şehirlerin içindeki halkın ayağa kalkışı, sonra şehirlerin dışındaki mezarların…

Demek ki “ahret”in de iki yüzü var: Önce varolan şehrin/ülkenin/dünyanın içinde öte bir şehir/ülke/dünya olabileceğine inanılması, sonra şehirlerin dışındaki mezarların ötesinde bile olsa ilelebet bu yüce ülkünün gerçekleşebileceğine inanılması…

Demek ki “cennet”in de iki yüzü var: Önce şehirlerin içinin cennet (adalet, barış, esenlik, kardeşlik, paylaşım) yurduna dönüşmesi (Dâru’s-selâm), sonra şehirlerin dışındaki mezar sonrası hayatın…

Cehennem de öyle, diriliş, baas, çıkış (huruc) hepsi öyle…

Demek ki “ölü şehirlerin dirilişi”nin de iki yüzü var: Önce çatıları göçmüş, duvarları yıkılmış, haramîlerin saltanatı altında ezilmiş, insanları borçlandırılmış, merkebe dönmüş, emeği, işi, ekmeği, aşı bozulmuş, sütüne su karışmış, faizle, angaryayla sömürülmekten kemikleri çıkmış, her biri bir kabristana dönmüş şehirlerin adalet, eşitlik, infak, paylaşım, kardeşlik ruhuyla dirilişi, sonra kabirdeki ölülerin dirilişi…

Böyle yüzyıl sömürü, angarya ve işgalle de geçse yeniden dirilişi…

İlki görevimiz, ikincisi itikadımızdır.

Sözü erbabına (şaire) bırakalım:

“Ey hayat süren leşler! Sizi kim diriltecek?” (NFK).

 

İhsan Eliaçık

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...