MÜNZEVİ 202 Report post Posted March 9, 2012 Kadın nasıl olmalı? Yazar: Prof. Dr. Mustafa NUTKU Kadın nasıl olmalı? Kadın hakkında ne kadar çok şey yazılmıştır, bilinmez. Kadının nasıl olması icap ettiği de bu yazılanların bir kısmını teşkil eder. “-Kadın nasıl olmalı?” sorusu bana sorulsa, bir tek kelime ile cevap vermeyi kâfi görürüm : “-Meczûbe..” Bu da ne demek oluyor, diye merak ve tecessüsle birbirine sormaktan, lügat arayıp karıştırmaktan kurtarmak için manâsını da burada vereyim: “Cenâb-ı Hakkın emirlerine, kendinden geçercesine, titizlikle itaat eden. ” Kadının hiç bir vasfı bu vasfından öncelikli olamaz; diğer vasıfları ancak bu vasfından sonra gelebilir ve dikkate alınması uygun olabilir. Bu şahsî bir tercih değil, Yaratan’ın koyduğu bir ölçüdür. “-Kadın nasıl olmalı?” sorusu, “Sâliha Kadın”ı da hatıra getirir. Mü’min dünyada takvâdan sonra, sâliha kadın kadar hiç bir hayır ve mutluluktan faydalanmış değildir. Bir hadis-i şerifte : “Sâliha kadından daha kıymetli bir dünya nimeti yoktur.” buyurulmaktadır. Sevgi, itaat ve sadakat, sâliha kadının vasıflarıdır. Bunları ibadet bilecek, kocasını bu hususlarda memnun etmeyi kendisi için en büyük cihad olarak benimseyecek eş, sâliha bir kadındır. Diğer bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (SAV) sâliha kadının şu vasıflarını belirtmiştir : “Yüzüne baktığı zaman kocasını sevindirir, emrettiği zaman itaat eder, yanında olmadığı zaman da kocasının haklarını korur. ”Mümine hanımların kendilerine örnek alabilecekleri Hz.Aişe validemiz, Hz.Peygamberin arzu ve isteklerini fevkalade bir hassasiyetle dikkate aldığı için, Hz.Peygamberin : “-Sen gurab-ul-âsamsın.” iltifatına mazhar olmuştur (Senin gibisine çok nadir rastlanabilir, manâsında). Bazı sözlükler; sâliha kadın için “uygun ve uyumlu eş” demekle, manâsını çok geniş tutmuşlardır. Bu durumda, her aile reisinin kendi düşünce ve yaşayışına uygun, yani “eşi ile uyumlu” olan kadın, bu sözlüklere göre “saliha” kabul edilmiş olmaktadır. Ancak, “aile reisinin kendi düşünce ve yaşayışı” nın Yaratan’ın onun için çizdiği programa uygunluk göstermediği hallerde de “eşi ile uyumlu” olan bir kadına, “Sâliha Kadın” sıfatını yakıştırmak isabetli olabilir mi? Bu lügat manâsına itibar edilmeyip, saliha kadınlığın ancak Yaratan’ın insan için çizdiği program dahilinde söz konusu olabileceğini kabul etmek doğru olur. Dünya hayatının saadeti, âhiret hayatının huzuru, dindar aile ve sâliha kadın ile yakından alâkalıdır. Ahmet bin HANBEL’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Resulullah (SAV) efendimizin sâliha hanım, uygun mesken ve iyi bir bineği, insanoğlunun dünyadaki saadet vesileleri arasında saydığı ifade edilmektedir. Hz.Ali (RA)’ nin “Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil-âhireti haseneten ve kinâ azâben-nâr...” duasını çeşitli kadın tiplerine göre yorumlayarak; “Dünyada bir iyilik : Saliha eş, âhirette bir iyilik : Hurûl-iyn, bizi cehennemden koru : Eşine hükmetmeğe çalışan kadın ( el-Meret-üs selita) dan koru.” manâsını verdiği rivayet edilmektedir (Tiybî). Hem Saliha eş, hem de eşine hükmetmeye çalışan eş, her ikiside bu dünya hayatı içinde kurulan aile topluluklarında olur. Aile, karı, koca ve çocuklardan meydana gelen fıtrî bağlar üzerine kurulan küçük fakat sosyal bir topluluk olarak tarif edilebilmektedir. Yüzyıllar boyunca geniş aile yapısını da muhafaza etmemize rağmen, sanayileşme ve kentleşme ile geniş aileden dar aile tipine geçiş olmaktadır. Zamanımızda kitle iletişim vasıtaları fevkalade gelişmiş ve maalesef bunlar hayırdan ziyade şerrin propagandası için kullanılır hale gelmiştir. Güya kadın haklarını savunan, aslında kadını yaradılış programından, yüksek ahlâk ve seciyelerinden uzaklaştıran azgın feministlerin propaganda ve iğfallerine kapılmamak, kendilerini asıl değerli kılacak vasıfları kazanmağa ve yaşamağa çalışmak, bu zaman diliminde yaşayan kadınlarımızın ve kızlarımızın gayesi ve hedefi olmalıdır. Bu zamanda müslüman ailelerine bile bulaşmış manevî hastalıklara karşı koruyucu ve tedavi edici aşıları bilmeden ve kullanmadan, sadece yuva kurup aile olmayı düşünmek, basiretsizliktir, tedbirsizliktir; dünya ve âhiret saadetini tehlikeye atmaktır. “-Kadın nasıl olmalı?” sorusunu, erkeklerden önce onların karşı cinsleri olan kadınlar düşünmeli ve gereğini yapmalıdır. 4 Share this post Link to post Share on other sites
mahlas 99 Report post Posted March 10, 2012 Esselam. Efendim evvela bu bunun gibi ailevi hayatın şekillenmesinde şer'i esaslara itibar eden yazıların hem medyada hemde n-f-k.com'da çoğalması mutlu ediyor. Zira toplumun çekirdeğini oluştıran ve sağlam olduğu mikyasta tüm cemiyeti sağlamlaştıran aile mef'umu günümüz müslüman dünyasının en mühim meselesi. Bu çerçevede yaraya parmak basıp şer'i çözüm onerileri sunan tüm yazar ve düşünürlerimizle birlikte burada bizim okumamıza vesile olan kardeşlerimize gönülden teşekkürler. Yalnız hemen hemen her yazıda vurgulanan "feminist" tiplemesine dair iki çift lafım olacak. Bana göre, feminist ve feminizm kapital düzenin imparatorları tarafından oyuna sürülmüş, sistemi müdafa görevi verilmiş kuklalardan öte şeyler değiller. Bugün feminizm olarak kapital düzeni besleyen olgu ortadan kaldırıldığında, yerine ikame edecek başka bir ideoloji(!) ve başka bir kukla kolaylıkla tedarik edilir. Buradaki mesele sistemi genel yapı itibariyle ele alıp, mücadeleyi sistemin tamamına karşı verebilmek. Biz İslam'ın camiye ve kendi evlerimize hapsadilmesine razı olup cihanşumul olarak İslam dışında bir sistemi benimsediğimiz sürece, bu kuklalarla daha çok uğraşmak zorunda kalırız. 1 Share this post Link to post Share on other sites
MÜNZEVİ 202 Report post Posted March 12, 2012 Önce Âilemiz mi, Yoksa Hizmet mi? Sekiz-dokuz yıl önceydi. Akşam namazımı kıldım. Büyük kızım henüz bebekti. Onu sıkıca giydirdim. Kursun lojmanında oturuyordum. Alt katımda olan sınıfıma indim. Problemi olan talebelerimi tek tek karşıma alıyor, onlarla sohbet ediyor, dertlerini çözmeye gayret ediyordum. Bu sırada bebeğim, kucaklarda dolaşıyordu. Karşıma gelen talebeme: "-Hoş geldin, Yararlı!.." dedim. O da gülümsedi. "-İlk defa birisi bana «yararlı» diyor. Hâlbuki herkes «yaramaz» olduğumu söyler!" dedi. Biraz hoşbeşten sonra: "-Onaltı yaşındasın. Niçin namaz kılmıyorsun? Hâlbuki üç-dört aydır namazı yeterince öğrendiniz, faziletini de biliyorsun!.. Bu konuda sana daha nasıl yardımcı olabilirim!" dedim. Şöyle karşılık verdi: "-Hocam! Hiç uğraşmayın. Ben namaz kılmayacağım. Hatta buradan gidince sırf inat olsun diye başımı da açacağım!.." Şok olmuştum. "-Biz seni kızdıracak ne yaptık?!" dedim. O da: "-Siz değil, hocam!.." dedi. "Ben hayatımın en güzel günlerini burada geçiriyorum. Bütün olumsuzluklarıma rağmen bana herkes çok iyi davranıyor. Bazen hocaların bu kadar sabırlı olmaları beni sinir ediyor." "-Peki, öyleyse senin tepkin kime?" diye sorunca: "-Âileme!.." dedi. İyice şaşırmıştım. Annesini yıllardır ismen tanıyordum. O hizmetten bu hizmete koşuşturan bir hanımdı. Herkes de gıpta ediyordu bu hâline... "-Ama annen çok hizmet ehli... Allah için her yere koşuşturuyor!.." deyince... "-Hocam, Allah için biraz da bize vakit ayırsaydı, çok iyi olurdu!.." dedi. "Babam haftanın üç günü o sohbetten bu sohbete koşuyor. Diğer günlerde de işten eve geç saatlerde geliyor. Bazen üç-dört gün yüzünü görmediğimiz oluyor!.. Annem ise, eskiden sabah bize bir kahvaltı hazırlar çıkardı. Biz, üç kardeş, akşama kadar okul için hazırlanır, kendi kendimize giyinir, karnımızı doyurur ve okula giderdik. Akşam eve gelirdik. Ev yine bomboş!.. Annem ya kermeste, ya toplantıda ya da kimsesiz çocukların yanında!.. Bunları yapar, akşam gelir: «-Yemek yediniz mi?» diye sorardı. Biz, «Hayır!» dediğimizde de: «-Şimdi aperatif bir şeyler hazırlar, yeriz. Sonra da yatarız!..» diye karşılık verirdi. İşte hocam, benim çocukluğum bu minvalde geçti. Ben annem gibi bir kadın olmayacağım. Namaz da kılmayacağım, tesettüre de girmeyeceğim. Hizmet de etmeyeceğim!.. Allah, beni böyle sevecekse sevsin, sevmeyecekse..." dedi ve sustu. Ben, âdeta donmuştum. Ama bu talebem, benim en çok ihtiyacımın olduğu zamanda bana gönderilmiş ilâhî bir ikaz gibiydi sanki... Yoksa benzer bir hatâya ben de düşebilirdim. Önce kendime çekidüzen verdim. Sonra da, arkadaşlarımla beraber, bu kızımıza çokça vakit ayırarak bu buhranı üzerinden atması için çaba gösterdik. Şimdi hâlâ görüşüyorum. Evlendi, çocukları var. Tam dediği gibi, sadece evine adadı kendini... Geçen yılki Anadolu seyahatlerimizin birinde hanımlar, ergenlikteki oğullarına söz geçiremediklerinden, onların kötü arkadaşlar edindiğinden ve namaz kılmadıklarından şikâyet etmişlerdi. Ben de cevâben, babaların, çocuklarına biraz daha fazla zaman ayırmalarını, baba-oğul ortak bir şeyler yapmalarını ve gençlerin arkadaşlarını tanımaya çalışmalarını söylemiştim. Gerçi bu söylediklerim, daha çok ergenlikten önceki dönemde yapılması gerekenlerdi. Ergenlikte ise, sadece uzaktan bir kontrol ve onların yanında olduğunuzu dostça hissettirmenin yeterli olacağını söyledim. Hanımlar: "-Ah hocam, sormayın, burada işler böyle yürümez!.. Beylerimiz, akşamları ya sohbette, ya toplantıda, ya halı saha maçında ya da işte... Eve geldiklerinde ise, çocuklar çoktan yatmış oluyorlar!.." dediler. Problem aynı... Gidilen yol ise yanlış!.. Rahmetli Mûsâ Topbaş Efendimize, bir vazife için bir şahsı tavsiye etmişler. Mûsâ Efendimiz, tavsiye edilen kişi için: "-O, daha saçını-başını taramaktan âciz!.. Başkasına nasıl hizmet edecek?!" diye o kişiyi uygun görmeyerek vazifeyi başka birisine vermişler. Düşünsenize, kilolarınızdan kurtulmak için bir diyetisyene gidiyorsunuz. Bir bakıyorsunuz ki, doktorunuz, yüz kilo!.. Kendi göbeğini taşımaktan âciz, size diyet listesi veriyor. Ne kadar etkili olur sizce?! Eğer Rabbimizin râzı olacağı bir hizmet etmek istiyorsak, O'nun rızâsına giden yolu, O'nun bize rehberlik etsin diye gönderdiği kitaba bakarak öğrenelim: Kur'ân-ı Kerîm'de Şuarâ Sûresi, 214. âyette: "Önce en yakın akrabânı uyar!" buyruluyor. Başka bir âyet-i kerîmede ise; "Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi (öyle) bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı, insanlar ve taşlardır. Onun başında gâyet katı ve şiddetli melekler vardır, onlar Allâh'a isyân etmezler ve emredildikleri her şeyi yaparlar." (et-Tahrîm, 6) buyruluyor. Demek ki, hizmetimiz öncelikle âilemize olmalı... Bu hizmet ve tebliğimizin daha tesirli olmasına da zemin hazırlayacaktır. Bizlere "üsve-i hasene" (en güzel örnek) olarak gönderilen Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de tebliğe âilesinden başlamıştı. Abdesti ve namazı Cebrâil -aleyhisselâm-'dan öğrenir öğrenmez önce gelip hanımı Hazret-i Hatice Annemize öğretmişti. Ona ilk inananlar hanımı, kızları, en yakın arkadaşları ve akrabaları olmuştu. Sabah namazı hazırlığını tamamlayınca, önce kızı Hazret-i Fâtıma Anamızın kapısını çalmıştı. Tesettür âyetindeki ifadeler de hep dikkatimi çekmiştir: "Ey Peygamber!.. Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle! Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (el-Ahzâb, 59) Âyet-i kerîmedeki sıralamaya bir daha dikkat edin: "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına ... söyle!" Demek ki, sıralama, en yakından, en uzağa doğru gidiyor. Yanıbaşımızdakini ihmal ederek, yok sayarak uzaktakilere ulaşmaya çalışmanın bir mânâsı yok!.. En azından bu, nebevî bir usûl değil!.. Tabiî, bu, sadece kendimize ve âilemize bakalım; gerisi ne olursa olsun demek de değil!.. Sadece bir sıralama... Öncelik listesi... Hizmetimize nereden başlamamız gerektiği çok önemli!.. Hizmet deyince hep aklımıza dışarıda koşuşturmak geliyor. Hizmet, aslında en yakından, bize en çok muhtaç olanlardan başlamalı... Bir hanımın evini, dînen mes'ul olmadığı hâlde temizlemesi, eşinin ve çocuklarının kıyafetlerini yıkaması, ütülemesi; yemeklerini feyiz, sevgi ve şifâ olması duâ ve niyeti ile pişirmesi... Çocuklarına kaliteli zaman ayırıp onları İslâm ahlâkı ile yetiştirmesi, eşini huzur ve neşe ile karşılaması, iktisatlı olması... vb. Aslında bütün bunlar da hizmet ve hatta en mühim hizmetlerin başında geliyor. Siz yapmasanız bu işler hep ağır aksak ilerleyecek... Bu da âilede huzursuzluklara ve geçimsizliklere sebep olabilecek!.. Yine bir erkeğin, evi için harcadığı veya hanımının ağzına muhabbetle uzattığı lokmalar bile hizmet ve sadaka kabîlinden... Öyleyse hizmetin büyüğü küçüğü olmaz!.. Hizmetimizi büyük veya küçük kılan, niyetimiz ve o andaki ihtiyaçlar... Düşünün bir kere, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çölün ortasında kendisi gibi susamış bir köpeğe, su çeken günahkâr kadının cennetlik olduğunu haber veriyor. Yine ashâb-ı kiramdan, gece-gündüz ibâdetle meşgul olan bir kadının, evindeki kediyi açlığa terk etmesi yüzünden cehennemlik olduğunu... Demek ki, bir kedi, bir köpek bile insanın kurtuluşuna veya helâk olmasına yetiyor. Bırakın, evlâdı, anne-babayı veya eşe hizmet etmeyi... Kendisine muhtaç kimseleri yüz üstü bırakıp da dışarılarda hayır, hizmet ve fazilet arayanlara bir de bu gözle bakmak lâzım!.. Ama birisi, en yakınındaki insanlara gerektiği gibi hizmet ve lütuflarda bulunduktan sonra, dışarıya da zaman ayırabiliyor ve oradaki insanları da memnun edebiliyorsa, onun hakkında da bize sadece "ne bahtiyar kimse" demek düşer!.. * * * Dînimiz, bizim ifrat ve tefritte olmamızı istemiyor. Gücümüz nisbetinde her şeyin hakkını vermemizi istiyor. Bir yeri yaparken diğer tarafı yıkmayalım. Hizmet edelim, ama öncelikle mes'ul olduklarımızın da hakkına girmeyelim. "Bu nasıl olacak?" derseniz çok kolay!.. Her şey planlı olmakla alâkalı... Önceliklerimizi belirleyip her şeyi sıraya koymak, bir de bütün hizmetlere tek başımıza girmeye çalışmamakla... Bütün hizmetleri yüklenmeye çalışanlar, hem kendilerini, hem de yakınlarını çok yıpratıyorlar. Ayrıca başarı hâlinde benlik büyüyor. Başarısızlık hâlinde küsme ve kenara çekilme durumu sözkonusu oluyor. Hâlbuki herkes, istişâre ve paylaşarak bu yüklerin altına girmiş olsa, hem nefisler kabarmayacak, hem herkes hizmetin lezzetini tatmış olacak ve hem de hiç kimse haddinden fazla yorulmamış olacak!... Birçok kimse hizmet etmek istiyor. Ama kendisine fırsat verilmediği için kendi içine kapanıyor ve hizmet merkezlerinden uzaklaşıyor. Aslında bu da başka bir vebale sebep oluyor. * * * Her işte "en güzel örnek" olan Peygamber Efendimiz'e bu hususta da müracaat etmek lâzım... O, Allâh'ı en çok seven ve O'ndan en çok korkan bir insan olmasına rağmen, bütün vaktini ibâdete vermemiş. Bütün vaktini, insanların işlerini çözmek veya onları yetiştirmek için de ayırmamış. Hanımlarına, çocuklarına, öğrencilerine, insanlara, Rabbine ve kendine de ayrı ayrı vakit ayırmış. O'nun güzîde mektebinde yetişenlerden Selman-ı Fârisî'nin, ibâdete aşırı derecede meyledip âilesini ihmal eden, Ensar kardeşi Ebu'd-Derdâ'ya nasihati ne kadar güzel! "-Kardeşim!.. Üzerinde muhakkak ki, Rabbinin hakkı vardır. Kendinin de böylece hakkı vardır. Âilenin de bir hakkı vardır. Hattâ misafirin bile hakkı vardır. Dolayısıyla her hak sahibine hakkını vermelisin!.. Evet, ye, iç, oruç tut, namaz kıl, uyu ve hayat yoldaşına da vakit ayır!.." O'nun bu söylediklerinin dînen mahzuru olup olmadığını öğrenmek için Peygamber Efendimiz'e müracaat eden Ebu'd-Derdâ'ya, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: "-Evet, Selman doğru söylemiş!.." buyurdular. (Bkz: Buhârî, Savm, 51; Edeb, 86) Demek ki, hayat, herkesin hakkını vermeye göre tanzim edilmeli... Allah Rasûlü, insanların, kendisini ve âilesini ihmal etmesine sebep olacak şekilde bırakın dünyevî meşgalelerle meşgul olmasını, ibâdet ederken bile aşırı gitmeyi hoş karşılamamıştır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır: "Bu din, gayet sağlam bir dindir. Bu yolda yürürken rıfk ile yürü. Allâh'a ibadet etmeyi nefsine sevimsiz hâle getirme. Zira deveye fazla yük vuran, ne mesafe alabilir, ne de deveyi sağ kor. O hâlde hiç ölmeyeceğine kânî olan adam gibi çalış, ama yarın ölecekmişsin gibi de tedbirli ol." (Aclûnî I, 257; II, 217; Ayrıca bkz: Kuşeyrî, s: 526) * * * Son söz olarak, hizmetlerimiz, bizi Allâh'a yaklaştıran birer vesîle... Suya düşen bir taşın hâleleri gibi, içten dışa doğru en yakınımızdan en uzaktaki insana kadar hizmet ve himmetimizin ulaşmasına gayret etmeliyiz. Rabbimiz, bize gücümüzün üstünde bir yük yüklememiş. Ancak gücümüzün yettiği kadarını da istiyor. İnsanlara hayrı dokunan, "en hayırlı" kimselerden olabilmek niyâzıyla... Halime Demireşik Share this post Link to post Share on other sites
gulbeyaz3424 78 Report post Posted March 13, 2012 Bu konuyla alakalı olarak çok önemli bir yazı hatırladım.Bu yüzden aradım taradım nette o yazıyı buldum.Çok beğendiğim bir makale.Buyrun birlikte bi daha okuyalım... Kadın toplum içinde nasıl davranmalıdır? Müslüman bir kadının toplum içinde nasıl davranması gerektiği ölçüsü ayet ve hadislerde belirtilmiştir. Kur'an ahlakı, tüm insanlara olduğu gibi, kadınlara da olabilecek en güçlü, en sağlam ve en güzel kişiliği kazandırır. Allah'ın, "... Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz..." (Müminun Suresi, 23/71 meali) ayetiyle bildirdiği gibi, Kur'an ahlakı insanlara 'şan ve şeref' kazandırmaktadır. Dolayısıyla bu ahlakı yaşayan bir kadın, saygı duyulacak, onurlu ve vakarlı bir karaktere sahip olur. İman sahibi insanlar, yaşadıkları toplumdan, ailelerinden ya da arkadaş çevrelerinden aldıkları telkinler her ne olursa olsun, bunları bir kenara bırakır ve Kur'an'da belirtilen Müslüman karakterini yaşarlar. İşte mümin bir kadın da karakterini Allah'ın beğendiği ve hoşnut olacağı ahlakı ölçü alarak, Kur'an'a göre belirler. Hz. Meryem, bu kişiliği yaşayan kadınların en güzel örneklerindendir. Hz. Meryem cahiliye ahlakını yaşayan bir toplum içerisinde pek çok zorlu imtihanla karşı karşıya kaldığı ve tüm bunlara tek başına karşı koymak durumunda olduğu halde, çok güçlü ve dirayetli bir karakter sergilemiştir. İslam ahlakının, Allah'a gönülden bir imanın, derin bir tevekkül ve teslimiyetin kendisine verdiği güç ile her işinde daima üstün gelmiştir. Karşılaştığı tüm zorluklara rağmen onurunu ve vakarını korumuş, bu özellikleriyle insanlar arasında dikkat çeken bir kişilik ortaya koymuştur. "Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti." (Al-i İmran Suresi, 3/42 meali) Müslüman bir kadının tüm tavırlarından, konuşmalarından, hareketlerinden, yüzündeki ifadeden, bakışlarından, gülüşünden ne kadar iffetli ve vakarlı bir kimse olduğunu anlayabilmek mümkündür. İffetli bir kadının doğal bir asaleti, insani bir heybeti ve güvenilir bir kişiliği vardır. Mümin kadının belirleyici bir diğer özelliği ise Allah (cc)'ın Kur'an'da emrettiği üzere giyiminde tesettür ölçülerine dikkat etmesidir. Kur'an'da bu konudaki hüküm şu şekildedir: "Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Ahzab Suresi, 33/59 meali) “Mü'min kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zînet yerlerini açmasınlar, bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar, zînet yerlerini, kendi kocalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttalî olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizlemekte oldukları zînetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler! Hepiniz Allah'a tevbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olursunuz.” (Nûr, 24/31 meali) İman eden kadınların şerefi olan tesettür, Kur'an-ı Kerim'in, sünnetin ve İslam alimlerinin ittifakıyla sabit olan kesin bir emirdir. Bu konuda Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle söylemiştir: "Kur'an'ın tesettür emri fıtri (yaratılışa uygun) olmakla beraber; o maden-i şefkat (şefkat kaynağı) ve kıymettar birer refika-i ebediyye (ebedi dost) olabilen kadınları tesettür ile sukuttan (ahlaken bozulmaktan), zilletten ve manevi esaretten ve sefaletten kurtarıyor." (Hanımlar Rehberi, s. 52) Tesettür kadının kalkanıdır, onu kendisine karşı gelebilecek kötülüklerden korur, iffetli, temiz, güvenilir ve emin bilinmesini sağlar. Kadının sesi yaratılışı icabı dikkat çekicidir. Özellikle ses normalin dışında bir tonda çıkarsa birtakım mahzurları beraberinde getirmektedir ve dinî tabiriyle “fitneye” sebep olmaktadır. Demek ki, haram olan sesin kendisi değil de, kontrol dışı bir mahiyet taşımasıdır. Ahzab Sûresinin 32. âyet-i kerimesi bu husustaki ölçüyü Peygamber hanımlarının şahsında mealen şöyle veriyor: “Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer halinize layık bir takva ile korunacaksanız, yabancılarla câzibeli bir şekilde konuşmayın ki, kalbinde fesat bulunan kimse bir ümide kapılmasın. Konuşurken ciddiyet ve ağırbaşlılıkla söz söyleyin.” Müfessir Vehbi Efendi bu âyeti tefsir ederken, “Söylediğiniz söz fitneye sebep olmasın. Yani cazibeli ve ecânibi şüpheye düşürecek bir halde edalı ve naz ü istiğna ile söylemeyin” şeklinde izah getirmektedir. Elmalılı’nın ifadesiyle “Yayılarak, kırıtarak, sınık, yılışık” olduğunda “kalbi çürük kötülüğe meyilli kimseler” bir ümide kapılırlar. Bundan dolayı da günaha girilmiş olur. İbni Âbidîn ise meseleye şu şekilde bir açıklık getirir: “Tercih edilen görüşe göre kadının sesi avret değildir. Yalnız zekâsı kıt olanlar zannetmesinler ki, ‘biz kadının sesi avrettir demekle konuşmasını kasdetmiyoruz. İhtiyaç halinde ve benzeri durumlarda kadının yabancı erkeklerle konuşmasına cevaz veriyoruz. Yalnız kadınların yüksek sesle konuşmalarını, seslerini uzatmalarını, yumuşatmalarını ve nağmeli bir şekilde okumalarını caiz görmüyoruz. Çünkü bunlarda erkekleri kendilerine meylettirmek ve şehvetlerini tahrik etmek vardır. (Reddü’l-Muhtar, 1: 272.) Mahrem olmayan kadına bakmak haram olduğuna göre, onlara dokunmak veya tokalaşmak mutlaka haramdır. Peygamber'e (sav) biat eden kadınlar dediler ki: Ey Allah'ın Resulü, biat ederken elimizi tutmadınız. Peygamber (sav) kadınların elini tutup tokalaşmam, buyurdu (Ahmed bin Hanbel, Nesâî, İbn Mâce). Hazreti Aişe (ra) biat ile ilgili şöyle buyuruyor: "Allah'a yemin ederim ki Resûlüllah'ın eli bir kadının eline dokunmadı. Sadece sözle onlardan biat aldı" (Müslim). Peygamber (sav) bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: "Sizden biriniz, başına iğne ile dürtülmesi kendisi için helâl olmayan bir kadına dokunmaktan daha hayırlıdır." İslâm dini, kadınla tokalaşmayı yasaklamakla kadını tezyif etmiyor. Bilakis şerefini kurtarıyor. Kötü niyetli kimselerin şehvetle el uzatmasına engel oluyor. (Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar II. 170) Bir kadının eli, yabancı bir erkeğin eline değmesi zaruret yokken haramdır. Bu itibarla, hiçbir ihtiyaca dayanmayan tokalaşmada bu haramlık bahismevzu olur. Yabancı bir erkek yabancı kadınla tokalaşamaz, elini namahremin eline süremez. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asv), yabancı bir kadının elini tokalaşmak için tutmanın ateş tutmaktan daha korkunç olduğunu haber vermiş, namahremin elini tutanın Cehennem ateşi avuçlayacağına işarette bulunmuştur. Peygamber (sav): "Herhangi bir kimse, bir kadınla yalnız kaldığı takdirde, mutlaka onların üçüncüsü şeytandır." (Tirmizi, Rada' 16) buyurmuşlardır. Sorularla İslamiyet Ayrıca mahlas kardeşmizin söylemiş olduğu "feminist" kelimesi ile de bir şe söylemek istiyorum.İslam usulune göre yaşarsak eğer hakikaten feminizmlik birşey yok ortada.Çünkü İslam kadına nasıl değer vermiş hepsini görüyoruz.İslam Hukuku kadını öylesine yüceltmiş ki feministler okusu emin olun ki hepsi ALLAH-U EKBER diye bağırır.Düşünsenize meydanlarda dolaşan cumhuriyet feministleri İslamı gerçekten anlamış ve ALLAH diye bağırıyor. :) Dünyadaki tüm canlıların bütün hayvanat börtü böcek ne var hepsinin sadece erkekleri güzel olduğunu dişilerinin çirkin olduğunu ancak sadece insanın dişisinin güzel yaratıldığını biliyor muydunuz?Kadının dünyadaki en güzel varlık olduğunu biliyor muydunuz?Demek ki tesettür resmen kadının kendini savunma mekanizmasıdır o halde.Bu ve bunun gibi durumlar dinimizin ayrıcalıklarını ve kadına verdiği değeri vurgulamaktan öte geçmez.Haksız olduğumu düşünen varsa beri gelsin... Share this post Link to post Share on other sites
idrak 9 Report post Posted August 16, 2014 Kırıp bacağını oturacak. Otesini istedi mi hakkında fazla hüsnü zan beslenmiş olur. Share this post Link to post Share on other sites
Fatma Topcu 43 Report post Posted August 17, 2014 Kırıp bacağını oturacak. Otesini istedi mi hakkında fazla hüsnü zan beslenmiş olur. Bu gerçekten komik (!) Bacağını kırıp oturacakmış.. Çok güzel bu düşünceler, devam edin.. Islamın kadına yüklediği misyon bu değil.. Share this post Link to post Share on other sites
Hâcegân 226 Report post Posted August 18, 2014 Bu gerçekten komik (!) Bacağını kırıp oturacakmış.. Çok güzel bu düşünceler, devam edin.. Islamın kadına yüklediği misyon bu değil.. Arkadaş biraz mübalağa yapmış... Yani bacağını kırmadan da oturabilir tabi. Share this post Link to post Share on other sites
mütereddid 254 Report post Posted August 18, 2014 Cumhuriyet kadını yerde oturmaz, laiklik bu değil :/ Share this post Link to post Share on other sites
trradomir 206 Report post Posted August 18, 2014 Açılın geliyorum: http://www.youtube.com/watch?v=K5oH89DNkgk 1 Share this post Link to post Share on other sites
Fatma Topcu 43 Report post Posted August 18, 2014 Sayın mütereddid ve Hâcegân, güzel gırgıra sarıyorsunuz Bahsettiğim şeyin cumhuriyet kadını olmakla alakası yok elbette. Ama dindar geçinen bazı kişilerde malesef böyle bir algı var, kadının yeri dört duvar arasıdır gibi. İlkokulda münazara yarışmasında bu tezi savunmuş ve kazanmıştım. Tabi aileden öyle gördük yaş ilerledikçe fikrim değişti. Kadının evde oturması onu muhafaza etmek değil toplum hayatından soyutlamaktır. Dinimizde kadın, sadece aile içi sorumluluklarını yerine getiren bir anne değildir. Sosyal hayatta da aktif rol almalıdır. Hz. Haticenin ticaretle uğraşması, Hz. Safiyenin diğer Müslüman kadınlarla birlikte müşriklere karşı mücadelede aktif rol oynaması da buna örnek teşkil eder. Günümüzdeki gibi teşhir edici bir şekilde ortalığa düşsünler de demedik zaten Müslüman kadının misyonu ve vizyonuna göre hareket etmeli tabi ki. Toplumun yarısı biziz yahu, yarısını da yetiştiriyoruz :) Share this post Link to post Share on other sites
trradomir 206 Report post Posted August 18, 2014 Latife yaptık efendim, ben şahsen sizin tarafınızdayım. Ama bu mevzuda topa gireceğime şoförler odasında başkanlık seçimine girerim zaten. Bu mevzu çok su götürür. Bir kere levyeyi yeyip aşağı oturmak ehveni şerdir yani. 1 Share this post Link to post Share on other sites
Mabed 79 Report post Posted August 18, 2014 Hiç bir erkek çıkıp da çağdaş düzen, günümüz çalışma şartları erkekler için uygun değildir; erkeğin çalıması caiz midir, değil midir demiyor.Niçin böyle başlıklar görmüyoruz..Günümüzde erkeğin de harama bulaşmadan çalıştığı söylenemez. Kadın için haram ne ise erkek için de o. Yoksa erkekler bayanları iş sahalarından çekmek kaydı ile mi kendilerini günahtan soyutluyabiliyorlar. İslamî bir sakınca var ise bu hem erkek hem de kadın için var, iki tarafında dikkatli davranması lazım. Kadına "fitne makinesi" gözüyle bakıp onu toplumdan soyutlamak, arındırmak, çözüm müdür? Kadını koyun gibi güdemezsin, dört duvar arasına mahpus ve mahkum ederek koruyamazsın. Ama kadını ahlak, inanç ve edep ile donatabilirsiniz, yoğurabilirsiniz. Bunlardan mahrum olan kadını veya insanı dört duvar, dört kalıp arasına da koysanız hiç bir faydası yoktur. Ancak yozlaşma yoğunluğunu Hızlandirmis olursunuz.. Böyle bir yozlaşma da karşı cinsin payı ve ortaklığını yok sayamayız.Bir cinste yozlaşı görüyorsanız, bu yozlaşıda öbür cinsin ortaklığını görmezden gelmeyiz zira. Bu kısır bi döngü. Burada eleştirilecek olan çağdaş düzen ve kapitalist sistemin kadınları calismaya teşvik ve mahkum etmesidir. "kadın çalışmasın" diyerek kestirip atamayiz. Kadın ille de çalışacak ise kendine ihtiyaç duyulan lokal sahalarda çalışmalıdır.Burada bizim eleştirileceğimiz sistemdir. Fakat bizim kadına dönük alerjimiz tutuyor ve direk kadını hedef tahtasına koyuyoruz. Ataerkil bir toplumun mensupları olaraktan bu örselemeyi pek de güzel yapıyoruz. Güzel ülkemin şartları düzelmeden kadınlar kapitalist sistemin kucağından alınamaz. Kadın kapitalist sistemin kucağından alınmadikca da sistem değişmez. Neresinden bakarsanız bakin elinizde kalan bir durum. Kadının ihtiyaç dahilinde çalışma ortamı bellidir. Çağdaş olmayan zamanda kadınlar çalışmıyor muydu? Günümüz zemininde bu konuyu çatışma ortamına çeken önce kadının sonra erkeğin tavrıdır. Kadın, erkekle aşık atıp onun dahil olduğu her alana müdahil olmamalı. Içindeki feministe dur demeli. Erkekle eşit olma, üretken ve idealist kadın, lüzumsuz başarı odaklanmaları ve sosyal statü gibi bir sürü saçma istek ve mazeretten uzak durmalı. Mesele aslında çalışıp çalışmamak değil; mesele klas ve vakur duruşa sahip olmaktır.Ama şahsi kabulüm kadın ille de çalışacaksa da "evinin kadını, çocuklarının anası olacaksın" kutsal prensibine uygun çalışmalıdır :)8 toplumda yer edinmeden önce toplumun atomu olan yuvasın da, evinde yer edinmelidir. Kadının erkekleşmesine, erkeğin kadınlaşmasına, kreş mahsulû çocuklara da Hayır diyorum. Share this post Link to post Share on other sites
hafakan 195 Report post Posted August 18, 2014 bu topyekün genellemeyi nasıl başarabildiniz mabed arkadaşım?? erkeğinde harama bulaşmadan çalışamayacağı hususunu? kadın için haram ne ise erkek için de haram :) yapmayın lütfen burayı tekrar düşünün .(yazınızın çoğuna katılıyorum ) Share this post Link to post Share on other sites
HİÇ 542 Report post Posted August 18, 2014 ne yazmışım be... maşallah diyorum; şuna bir göz atın da ondan sonra konuşalım; http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/13323-yerini-bilmeyen-musluman-kadin/?hl=%2Byerini+%2Bbilmeyen+%2Bm%FCsl%FCman+%2Bkad%FDn Share this post Link to post Share on other sites
Hâcegân 226 Report post Posted August 18, 2014 Ataerkil toplum olarak biz, kadınlarımıza da çalışma sahasında yer açtık. Hem de yarı yarıya... Aslında kadınlar bir adım önde de olabilir yani... İnanmıyorsan say da bak!!! E öyle tabi, eşitlik var... Bazen bu eşitlik, kadının zarif yapısını zorlasa da, e öyle tabi... Bu eşitlik bahsinde kadınları daha yüksek bir basamağa mı çıkarsak ne? Belki böylelikle kadının zarif yapısını, duygusallığını eşitleriz hem... Tabi kadın erkek fark etmez, arada ölçüsüz bir eşitlik olunca, o zaman ortada nezaket de kalmaz, kalmıyor yani... Şimdi insanlar otobüse binebilmek için hücum ediyorlar kapıya... Kadın seslenir: - Hey kaba adam! Biz bayanız, biraz nezaket, saygı!.. O kaba adam, kendinden emin cevap verir: - Bayan eşitlik var, biz eşitiz... Sırası geldi mi ''eşitlik'' laflarıyla başımızın etini yiyorsunuz ama işinize gelmediği yerlerde kadına ayrıcalık istiyorsunuz! Aslında eşitliği İslam sağlamış. Çünkü kadınıyla erkeğiyle insanı Allah yarattı, bu mevzuda hükmü veren de O. Mutlak eşitlik... Allah'ın merhamet eli de bu eşitliğin üzerinde... Kadının yargı makamlarında yeri yok da bunu modern insanlara nasıl anlatacaksın? Hadi bakalım... Eşitlik desen, hani nerede eşitlik??? Eşitlik kavramını Peygamber kucağının dışında ararsan, o zaman burada bir eşitsizlik görürsün. Ama bu eşitsizlik fikri, kadının fıtri yapısını devre dışı bırakır. Eğer kadın yargı makamlarından uzak durursa, işte o zaman mutlak eşitlik sağlanır. Bu işin kuralı bu, çünkü mutlak hüküm sahibi O. Biz eşitiz... Erkekler doğurur, kadınlar sakal bırakır... 1 Share this post Link to post Share on other sites
Fatma Topcu 43 Report post Posted August 18, 2014 Bizim dinimizde eşitlik var da benim mi haberim yok. Kullanılması gereken ifade adalet olmalıydı. Kadın-erkek eşitliği değil, kadın-erkek ilişkisinde adalet.. Hafakan, kadına tokalaşmak haramdır, derler genel olarak, oysa kadın ve erkeğin tokalaşması haramdır, daha uygun bir kullanım olur. Kadın toplumun inşasında rol alır, erkek inşaatında :) amelelik kısmı size ait. Latife ediyorum aman erkeklik gururunuz şahlanmasın boşa:) Fıtraten farklıyız o kadar, başka bir farklılık göremiyorum Not: Acaba feminist miyim, diye kendimi sıgaya çekeceğim, söz. 1 Share this post Link to post Share on other sites
Hâcegân 226 Report post Posted August 18, 2014 Fatma Topçu! Sana lafın tamamını anlatmamız gerekiyor galiba... Bundan sonra senin için onu da yaparız... Yazdığımı bir oku bakayım, ne anlama geliyor, o yazıdaki fikir nereyi işaret ediyor... O senin dediğin yeri, biz yazımızda işaret diliyle gösterdik zaten ama senin için bir de yazmak gerekmiş, ete kemiğe bürümek gerekmiş... Leb... Yani leblebi :) Share this post Link to post Share on other sites
Mabed 79 Report post Posted August 18, 2014 bu topyekün genellemeyi nasıl başarabildiniz mabed arkadaşım?? erkeğinde harama bulaşmadan çalışamayacağı hususunu? kadın için haram ne ise erkek için de haram :) yapmayın lütfen burayı tekrar düşünün .(yazınızın çoğuna katılıyorum ) Mevcut sistemde çalışan erkek ve kadın üzerinden bunu yorumlar isek ne demek istediğim anlaşılır galiba. Benim kast ettiğim kadının mahrem olduğu için çalışmasına karşı çıkanların işaret ettikleri "bakmak haram, tokalaşmak haram" gibi hükümler erkek için de haram. Sanki bu ahkam sadece kadınlar için varmış gibi algılanıyor. Hakan bey kadın ile toka yapmak normal. Hülya hanim bunu yapınca "anormal" oysa ki ıkisine de Allah kendilerini muhafaza etmelerini emir etmiş. Mesela kadın kuaförlüğü yapan erkek eleştiri konusu olmaz ama aynı şeyi kadın yapınca eleştiri konusu oluyor. Yoksa sizin anladığınız gibi erkeğe ait calisma ortamı, iş sahası tanzim etmek gibi bir söyleme sahip değilim, olmakta tam bir cinnet hali olurdu ki aksine bu ortam kadın için oluşturulmalı. Kadına cinsiyet bakımından haram olan ne ise karşı cinse dayalı olarak haram kılınmış. Dolayısıyla erkek için de Allah hududlar belirlemiş. Erkeğin çalışmasını mecburidir ve hatta ailesinin geçimini helal rızık peşinde koşarak temin edene Allah cennet vaad etmiştir. Gelgelelim kapitalist sistemin olumsuzlukları ve oluşturduğu devasa dejenerasyon sadece kadına değil erkeğe de zarar veriyor ama kadını fıtratı gereği daha fazla etkileniyor. Bana göre kadın, erkek çalışma ortamının aynı olmasi ruh ve ahlak dünyasında oluşturduğu derin izler aynı ama erkekte göze batmıyor. Eleştirdiğim tam olarak da budur. Share this post Link to post Share on other sites
Hâcegân 226 Report post Posted August 18, 2014 Birisi kadın için mahremiyetten bahsederken, bunu erkek için de düşünmüyorsa, o kişi bizim mevzumuzun dışındadır zaten... Düşünsenize, kadın erkek ilişkisinde, kadın bir haram işlediğinde, erkek de onun suç ortağı olmuyor mu? Neticede bu haltı beraber işliyorlarsa, bizim fikrimiz ne olur? Tutup da erkeği savunmayız, kadını da haram işledi diye kıyasıya eleştirmeyiz elbet... İkisini de eleştiririz, olur biter... Aslında aynı şeyleri yazıyoruz... Share this post Link to post Share on other sites
Hâcegân 226 Report post Posted August 18, 2014 Erkeğini kıramayan, dizini kırar. (Bir Amazon atasözü) Yok bence bacağını kırsın gene... Diz fena... 1 Share this post Link to post Share on other sites
hafakan 195 Report post Posted August 19, 2014 durum anlaşılmıştır...... bir işaret bir misal,,,,,, ayrılık remzi visal,,,,,, Allaha yol bir timsal,,,,,, kadın..... Share this post Link to post Share on other sites
Fatma Topcu 43 Report post Posted August 19, 2014 Fatma Topçu! Sana lafın tamamını anlatmamız gerekiyor galiba... Bundan sonra senin için onu da yaparız... Yazdığımı bir oku bakayım, ne anlama geliyor, o yazıdaki fikir nereyi işaret ediyor... O senin dediğin yeri, biz yazımızda işaret diliyle gösterdik zaten ama senin için bir de yazmak gerekmiş, ete kemiğe bürümek gerekmiş... Leb... Yani leblebi :) Ünlemini sevsinler. Ne bu ihtar mı? Ne densiz bir üslup bu? Bak yine üslup dedik, tüh.. Oysa siz ifade ederken karşınızdakini düşünme derdinde değilsiniz.. Ne burası babanızın çiftliği ne de ben ego tatmin aracınızım. Fikirlerinizi saygı çerçevesinde tutarsanız sevinirim. Lafı uzatmaya gerek yok. Nasılsa karşımda leb demeden leblebiyi anlayabilen mükemmel bir zeka var.. Share this post Link to post Share on other sites
Hâcegân 226 Report post Posted August 19, 2014 Aman Yarabbim aman... Densizlik mi??? Bu ne ağır bir hakaret böyle!!! Peki densizlik nerede, onu da gösterin?.. Hangi cümlemde densizlik yapmışım ben böyle yahu!!! Anlamıyorsun işte, sana bir şeyi en ince noktasına kadar anlatmadıkça anlamıyorsun... Yukarıdaki yazıda hiçbir hakaret yapmadığım halde bizi densizlikle suçladın. Yazının ana konusunu yine anlamadın. E ama suç bende tabi... Sana bütün incelikleri ile anlatmadık meramımızı... Suç bizim, bizim suç... Bir yerden atlayan bir adam, yere çakılır herhalde... Adam atladı deyip, yere çakıldı demesek de, anlarsın ki adam haliyle yere çakıldı... Ama sana lafı yarım anlatınca, sanki adam havada kalmış gibi algılıyorsun... Öyle gibi he??? Bir de şu üslup... Yahu kendinizde olmayan bir şeyi başkasından niye beklersiniz ki? Densiz filan... Benim şuradaki yazdıklarıma bir bakın bakalım, böyle densizce laflar bulabilecek misiniz? Ama üslup dersi vermeye kalkanlar da sizlersiniz. Erdoğan'a sabah akşam hakaret ediyorlar, sülalesine hakaretler, rahmetli annesine küfürler kırla gidiyor... Her gün hakkında bir sürü yalan uyduruluyor, Erdoğan'ın... Diktatörlük söyleminden alın da, türlü türlü hakaretlere kadar... Ama size bi eleştiri geldi mi, üstelik içinde hakaret namına hiçbir şeyin olmadığı bir eleştiri geldiğinde hemen üslubunuzu bozuyorsunuz… Hemen ‘’densizlik’’ filan diyebiliyorsunuz… Bari bu söylemi ilk önce kendi nefsinize de gerçekleştirseniz… Bir de şu ünlem işareti… ‘’Fatma Topçu!’’ ifadesinden ne anlatınız, Allah aşkına??? Yani ben burada ne yapmış oldum sizce??? Küfür filan mı ettim acaba??? Öyle ya densizlik yaftasını boynumuza asacak kadar ağır bir şey yapmalıyım… Bu ünlem işareti herhalde hakaret anlamına geliyor, yeni öğrendim doğrusu… Belki de tehtit filan mı etmiş oluyorum, kim bilir? ‘’Senin ağzını kırarım’’ demenize gerek yok yani, bir ünlem ile halledebilirsiniz işi… Mesela insan bir başkasına seslenince de kelimenin sonuna ünlem koyulmaz mı acaba? Ünlemden illa ihtar anlamı mı çıkar? Kaldı ki, ben sizi ne için ihtar edeceğim? Üslup filan diyorsunuz ama benim üslubun sizden çok daha düzgün… Üç nokta, cümle daha bitmedi demek oluyor bu arada!!! Share this post Link to post Share on other sites
Mabed 79 Report post Posted August 19, 2014 Bu konu daha fazla kırgınlığa ve alınganlığa meydan vermeden kapayalim, lütfen. İstirham ederim. Ortada bir yanlış anlama veya anlamama da olabilir. Neticede karşınızdaki bir bayan size normal gelen üslup bize sert ve aşağılayıcı gelebilir ve bu da bizi gerebilir. Neticede forumda yeniyiz birbirimizi fikir ve üslup olarak tanımıyoruz. Askere giden ere bile bir kaç gün ültimatom gecerler yahu. Share this post Link to post Share on other sites
Fatma Topcu 43 Report post Posted August 19, 2014 Birincisi ünlemi seviyorsun anladık. Ikincisi hakaret yapılmaz edilir, kırla değil gırla gitmek, tehtit değil tehdit. Hayır yani şimdi çoluk çocuk okur, yanlış öğrenmesinler. Üçüncüsü Topçu değil Topcu, ç'li olsa öyle yazardım zaten. Neyse.. Galiba öğrencilerimi özledim ben.. Sayın Hâcegân, sen büyüksün, sen haklısın, kesinlikle yanlış ifade etmezsin biz yanlış anlarız.. Allah'ım o ünlemi, o üç noktayı ne de güzel kullanıyor ve de ne demek olduğunu biliyor, çok zeki olmalı.. Önünde şapka çıkarıyorum haşmetlüm. Bu seferlik affediniz, ağzımı kırmayınız. Gelecekte sizi başbakan olarak görmek isteriz, ülke bu üsluba âşinâ nasılsa.. Topu aldım, göğsümde yumuşattım ve taca atıyorum. O top oyun sahasına dönmesin, maç tatil edilsin. :) Share this post Link to post Share on other sites