Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Hâcegân

Akit Yazarı Yener Dönmez Ve 'imansız Müslümanlar!'

Recommended Posts

İmansız Müslümanlar İslamsız Müminler

Para, koltuk, imkanlar, rahat, tehdit algısından kurtulma...

 

Bu saydıklarıma merhale merhale kavuşan Müminlerin bir kısmında içten içe baş gösteren çözülme ve çürüme, İslam Alimlerini "İmansız Müslümanlar" konusunu daha derinden araştırmaya itmiş görünüyor.

 

Bugüne dek yüksek baskı ortamı ve Müminlerin merkezde değil çevrede bulunmaları nedeniyle bu konu -İslam literatürünün içinde olsa da- pek konuşulmadı. (İttihatçılara İslamsız Mümin diyen İslam alimleri dönemi hariç)

 

İslamcıların İslami pratiğinin olmaması, konuşulan ama pek de yazılmamış bir alandı bugüne dek.

 

Son yıllarda özellikle Türkiye bazlı değişen şartlar nedeniyle fakihlerin üzerinde ciddiyetle durduğu bir konu bu.

 

El Kaide üzerindeki tartışmada Ezher'de bu son derece derin biçimde masaya yatırıldı.

 

Uluslararası alanda da ciddi araştırmalara konu oldu.

 

El Kaide üyelerinin dini yaşantılarının olmayışına ilişkin Olivier Roy, bunları 70'lerin anarşist gruplarıyla benzeştirdi ve İslam'ın sadece bu insanları sistem karşıtlığında birleştirdiğini savundu: "İslam sadece bir ideolojidir, imana göre hayat ikincil bir konudur..."

 

Türkiye'deki İslamcıların ise, sadece adlarının "İslamcı" kalıp, kendilerinin sekülerleşmesiyle ilgili olarak Cihan Tugal'ın Pasif Devrim adlı kitabında ilginç tespitler var.

 

Pek çok yönden eleştirilebilecek kitap, özellikle Müslümanların kapitalistleşmesi ve sekülerleşmesi üzerinde duruyor.

 

Kapitalizm tarafından absorbe edilmiş Seküler Müslümanlar, sermayenin pasif devrimidir.

 

Müslümanlığın sadece taraftarlığını yapan, başörtüsünü, din ve inanç özgürlüğünü savunan, İslamiyet'le ilgili bir hakaret olduğunda buna cevaplar veren; ama amele yönelik İslamiyet'in ibadet yönünü hayatına geçirmeyen bir İmansız Müslüman sınıfı sözkonusu olan.

 

İbn-i Teymiyye, "İman kalbin fiilidir" der.

 

Bütün peygamberler "Allah'a, Ahiret gününe iman ve salih amel" üzerinde durdular.

 

İmansız Müslümanlar ise imansız teslim olanlar sınıfına girerler.

 

Hucurat Suresi'nde "Bedeviler 'Biz imana erdik' derler. Deki: 'Siz (daha) imana ermediniz, teslim olduk demeniz daha doğrudur. Çünkü iman henüz kalplerinize girmiş değil."

 

Teslim olmayla iman etmiş olma arasındaki fark çok önemli.

 

Kalbe girmiş bir imanın göstergesi ameldir zira.

 

Allah'a kalben inanmış birinin namaz kılmaması mümkün görülmez.

 

Ahiret'te kurtuluş için iman ile salih amel beraberliği İman-İslam beraberliği olarak görülür ve şart statüsündedir.

 

İmansız Müslümanların olduğu bu nedenle ittifaken kabul edilen bir görüştür.

 

Günümüzde kendilerini "Seküler Müslüman" olarak tanıtanlar ise ayrı bir kategoridir.

 

Pazarları kiliseye gitmeyenlere Seküler Hıristiyan denmesiyle başlayan bu tanımlama günümüzde İslamiyet'e uygulanmıştır.

 

Bu tabir siyaset bilimi açısından kullanılır.

 

Lakin, İslamiyet'in içinde herhangi bir yere oturmaz.

 

Zira İslamiyet, günümüzün Hıristiyanlığından tamamen farklıdır.

 

Kur'an'ı süsleyip duvara asmanız Rab katında bir şey ifade etmeyeceği gibi, süslü cümlelerle "Seküler Müslüman" olmak da bir şey ifade etmez.

 

Tek ifade ettiği şey ise 28 Şubat'ın başarılı olduğudur.

 

28 Şubat'ta ezildiği ve hor görüldüğü ortamda namazını aksatmayan pek çok ismin; şimdi yüksek ücretler, makamlar ve mevkiler içinde rahatta olduklarını ama namaz kılmadıklarını görüyoruz.

 

İşte bunlar mümin sınıfından "İmansız Müslüman" sınıfına gerilemiş olanlardır.

 

Genel Müdür, Genel Yayın Yönetmeni, Ankara Temsilcisi, Milletvekili, Vali, Emniyet Müdürü olmanız önemli değildir.

 

Namaz kılmanız önemlidir.

 

İman ve salih amel...

 

Dünya onların, ahiret bizim olmalıdır.

 

Ezilmiş, hak ettiği makam verilmemiş ama imanından ve ibadetinden zerre kadar taviz vermeyen bir memur, alnı secdeyi unutmuş bir genel müdürden evladır.

 

Dolayısıyla dün İslamcı olup bugün twitterdan rakı içtiğini reklam edip yeni mahallelerine yaranmaya çalışanlar Hucurat Suresi'nin 14. ayetinin muhatabıdır.( Yener Dönmez)

 

Yazılarını ilgi ile okuduğum yazar Yener Dönmez, buraya da aldığım yazısında ilginç kavramlarla anlatmış mevzuuyu... 'İmansız müslüman' gibi...

 

'İman ve salih amel' arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendirisiniz? Mesela salih amel yönünde eksikleri olan veya salih amel yönünden gaflet içerisinde bulunan bir müslüman için 'imansız müslüman' kavramı kullanılabirlir mi? Bir insana 'imansız' dendikten sonra o kişiye 'müslüman' denir mi? Bir müslüman ne yaparsa, imansız olur, imanını yitirir? Günahlarla imanın eksilmesi azalması, parlaklığının azalması artması olur ama imansızlık olur mu?

 

Kimbilir, belki de yazılanları ben yanlış anladım, olabilir...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sevad-ul Azam eserini okumuştum, ehli sünnet minvalinde sağlam eserdir salık veririm. Şimdi aklımda kalan bir kaç ufak izahı zikretmeyi elzem görüyorum.

 

Ehli sünnet nazarında amel-iman ilişiği yoktur. Hepimizce malum. Çok ibadet eden yahud az ibadet edenin imanı aynıdır, hatta Efendimiz ile benim imanım bile aaynıdır. Çünkü iman mahluk değildir. Mahluk desek haşa Allahın sıfatlarından birine fanilik isnad etmiş oluruz. Ama ki ne fark vardır mesela Efendimizin imanı benimkinden daha nurludur. Benim nefsim kafir, ama hadisle sabit ki Efendimizin nefsi müslüman olmuştur. Yanlış anımsamıyorsam şakk-ul sadr hadisesi ile gerçekleşti.

 

Her mumin müslümandır ama her müslüman mumin değildir. Klişe bir ifade ama demek gerekli. Kimileri böyle diyor, kimileri de iman-islam birbirinin aynıdır gibi görüş ileri sürüyor. Ben mumin kimliğinin müslüman kimliğinden daha evla görürüm. Sıkgun minel kalp.. Kalpten gelircesine içten iman önemliç Ameli salihile bu ikisi yakın irtibatlı. Ama birbirinin lazımı gayri mufarığı değildir. Yani amel olamdı mı iman olmaz gibi bir yanlış düşünceye kapılmamak gerekir. İmam-ı Azam bizde imanı kalp ile tasdik dil ile ikrar demiş. Kimi imamlar imanın ibraz etmeyi izhar etmeyi de şart koymuşlar. Biz onlardan değiliz. Burada hariciyyelerin büyük günah işleyen dinden çıkar cümlesi aklıma geliyor. Olur mu öyle şey olmaz, denizler köpüğü günah olsa da Allah tevbe kapısını kapatmıyor. Allummeğfirli verhamni ve tub aleyye, misal Receb Ayı'nın istiğfarı budur ifenim.

 

İmam artmaz-azalmaz, nurunun keyfiyetinde değişme olur. Misal namaz kılmasa müslüman kafir olmaz, bir müslümana dili ile tevhidi getirdiği müddetçe kafir diyemezsin. Velev oruç tutmasın yahud namaz kılmasın. Ama şunu da bilmek lazımdır ki hadiste kul ile şirkin arasında namaz vardır buyurulur. Yani namaz kılmayan kişi zanni olarak şirl koşuyor kabul edilebilir ama yine de müşrik yahud kafir diyemiyorsun hocalar dedirtmiyorlar abi :)

 

Yani kaba hatlarla bu şekilde düşünüyorum.

 

Ne ederse etsin mumin mumin olur, mumine kafir denmez, fiili olarak ibadet şartı koşulmaz yani yapmadı mı kafir olmaz, amel salih oldukç.a semaya erişir, Allah tevbe edebleri sever, ha bir de la tahzen innellahe meana:)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mehmet Şevket Eygi Hocamı hatırladım bu yazıyla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ehli sünnet nazarında amel-iman ilişiği yoktur. Hepimizce malum. Çok ibadet eden yahud az ibadet edenin imanı aynıdır, hatta Efendimiz ile benim imanım bile aaynıdır. Çünkü iman mahluk değildir. Mahluk desek haşa Allahın sıfatlarından birine fanilik isnad etmiş oluruz.

 

Es-Selamu Aleyküm kıymetli Gönüldaşlar.

 

Mumin Gönüldaş vesilesiyle konuya dahil olup İslam İtikadının baş eseri olan İmam Tahavi'nin akidesine şerh yazmış çok kıymetli bir Hanefi alimi olan Kadı Ali Ebi'l-İzz ad-Dımeşki el-Hanefi'nin kitabından meseleyi bütün boyutlarıyla ortaya koyan bir yazı aktarmak istiyorum çünkü Gönüldaşın bahsettiği gibi ehl-i sünnetin genel bir görüşü yoktur bu mevzuda. Aktaracağım yazı Kadı Ebi'l-İzz'in Şerhu'l-Akidetu't-Tahaviyye'sinde mevcuttur. Bendeki pdf'te sayfa numarası 212 olarak gösteriliyor ancak orjinalinde farklı herhalde.

 

-------------------------

İman'ın Artıp Eksilmesi

 

İmam Ebu Hanife -Allah ondan razı olsun- sarî'in Kelam'ında yer alan deliller ile birlikte imanın sözlük anlamı itibariyle ihtiva ettigi gerçek manayı göz önünde bulundurmustur. Diger imamlar -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- ise yalnızca sarî'in örfünde imanın gerçeginin ne oldugunu göz önünde bulundurmuslardır. Çünkü sarî' tasdik'e bir takım vasıf ve sartlar daha katmıs bulunmaktadır. Namaz, oruç, hac ve benzerlerinde oldugu gibi.

Ebu Hanife'nin Kanaatini Kabul Edenlerin Delilleri

 

Hanefî mezhebine mensub ilim adamlarının Ebu Hanife -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- lehine delillerinden bir kısmı söyledir: iman, sözlükte tasdikten ibarettir. Nitekim Yüce Allah Yusuf -as- kardeslerinin su sözleri söylediklerini bize haber vermektedir: "Bununla birlikte sen bize iman edici degilsin." (Yusuf, 12/17) Yani sen bizi tasdik etmiyorsun, demektir.

 

Hatta aralarından dil bilginlerinin bu hususta icma ettigini iddia edenler dahi vardır. Diger taraftan bu sözlük anlamı -ki bu da kalb ile tasdiktir- kulun üzerinde yerine getirilmesi gereken Allah'ın bir hakkıdır. O da Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem- Allah'tan getirdigi bütün hususlarda tasdik etmektir. Buna göre Allah Rasûlünün, Allah'tan getirmis oldukları hususlarda tasdik eden bir kimse, kendisi ile Allahu Teala arasında mü'mindir. Dil ile ikrar ise, dünyada islam ahkamının ona uygulanması için bir sarttır. Bu önceden de geçtigi gibi, iki görüsten birisidir. Çünkü böyle bir iman küfrün ziftidir, küfür ise yalanlamak ve inkar etmek demektir. Bunlar da kalp ile olurlar, o halde onların ziftini teskil eden (iman) da böyledir.

 

Yüce Allah'ın: "Kalbi iman ile dolu oldugu halde zorlanan müstesna olmak üzere..." (en-Nahl, 16/106) buyrugu imanın yerinin kalp oldugunu, dil olmadıgını açıkça ortaya koymaktadır. Diger taraftan eger iman kavi ve amelden olusan bir sey olsaydı, onun bir bölümünün zail olmasıyla tümden zail olması gerekirdi. Çünkü amel imana atfedilmistir, atf ise (atfedilen ile kendisine atf olunanın) farklı olmasını gerektirmektedir. Yüce Allah ise Kur'ân-ı Kerîm'in bir çok yerinde "iman edenler ve salih amel isleyenler" diye buyurmaktadır.

 

Bu görüsü savunanların "iman sözlükte tasdikten ibarettir" seklindeki görüslerine, tasdik ile iman kelimelerinin es anlamlı olmadıkları belirtilerek itiraz edilmistir. Bir yerde bunların es anlamlı oldukları dogru görülse bile; mutlak olarak es anlamlı olmayı gerektirdigini neye dayanarak söyleyebiliriz?

Aynı sekilde islam ile irnan'ın es anlamlı oldugu iddiasına da itirazlar yapılmıstır. Bunların es anlamlı olmadıklarını gösteren hususlar arasında su da vardır; Haber veren kimseyi tasdik eden kisi hakkında "onu tasdik etti" denilir ama ile : Ona iman etti, denilmez. Bunun yerine : Ona inandı, denilir.

Nitekim Yüce Allah söyle buyurmaktadır: ":Lut O'na inandı, iman etti." (el-Ankebut, 29/26); "Musa'ya kavminden bir takım gençler dısında, kimse iman etmedi." (Yunus, 10/33); "Allah'a inanır ve mü'minlere (sözlerine) inanır." (et-Tevbe. 9/61)

 

Görüldügü gibi bu fiilin "be" harfi ile geçis yapması ile "lam" harfi ile geçis yapması arasında bir fark vardır. Birincisi haber verilen sey ile ilgili kullanılırken, ikincisi haber veren hakkında kullanılır. Burada "sen bizi tasdik edici degilsin" ifadesinde "lam" harfi ile geçis yapılabilmesi bu kanaati reddetmek için yeterli degildir. Çünkü böyle bir manada "lam" harfi, âmilin amel gücünü pekistirmek içindir. Tıpkı -ilgili bahislerde açıklandıgı üzere.- ma'mül'ün tekaddüm etmesi yahut âmilin ism-i fail ya da mastar olması gibi.

 

Hulasa; hiçbir zaman -ona inandım- anlamında: denilmeyecegi gibi; da denilmez. Bunun yerine sadece ile Ona ikrarda bulundum, denilmesi gibi. Buna göre (iman ettim) tabirinin diye açıklanması diye açıklanmasından daha uygundur. Bununla birlikte aralarında bir fark da vardır, çünkü aralarındaki fark, mana itibariyle sabittir. Çünkü ister görülebilen, ister görülemeyen (gayb) hakkında haber veren herbir kimseye dilde; : Dogru söyledin" de denilir, ": Yalan söyledin" de denilir. Mesela sema bizim üstümüzdedir, diyen kimseye dogru söyledin denilirken tasdik kökünden gelen fiil kullanılır.

 

İman lafzına gelince, iman lafzı ancak gaib'ten haber vermek halinde kullanılır. Mesela günes dogdu, diyen kimse hakkında; biz onu tasdik ettik, denilir ama; ona iman ettik, denilmez. Çünkü iman etmekte asıl mana "emn ve itimad (güvenmek ve güven duymak)"dır. Bu da ancak gaibe dair haber vermek halinde söz konusu olur. Ancak gaib olan husus hakkında haber veren kimseye iman etmek söz konusudur. Bundan dolayı ne Kur'ân-ı Kerîm'de, ne de baska sözlerde ifadesi ancak bu türden olan anlatımlar hakkında kullanılır.

 

Zira tasdik lafzının zıttı olarak tekzıb (yalanlama) kullanıldıgı gibi, iman lafzı karsısında bu kökten bir lafız kullanılmayıp bunun karsıtı olmak üzere küfür kökü kullanılır. Küfür ise yalanlamaya has bir tabir degildir. Hatta bir kimse: Ben senin dogru sözlü (sadık) oldugunu biliyorum, ancak sana uymuyorum. Aksine düsmanlık ediyorum, bugzediyorum ve muhalefet ediyorum, diyecek olsa, böyle birisinin küfrü daha büyük çapta olur.

 

Böylelikle imanın tasdikten ibaret olmadıgı, küfrün de sadece yalanlamaktan ibaret olmadıgı ortaya çıkmaktadır. Hatta eger küfür varsa tekzib olabildigi gibi, bazen tekzib olmaksızın muhalefet ve düsmanlık da olabilir, iman da aynı sekildedir. Tasdik, muvafakak, dostluk (muvalat) ve inkıyad (itaat) ile birlikte bulunur. İmanda mücerred tasdik yeterli degildir, O hafde İslam da "iman" adının kapsamı içerisinde bir parçadır.

 

Bunların es anlamlı oldukları kabul edilecek olsa dahi, tasdik fiillerle de olur. Nitekim Sahih'de Peygamber -sav- söyle buyurdugu sabittir: "Gözler zina eder, zinaları bakmaktır. Kulaklar zina eder, zinaları isitmektir... fere ise bunu tasdik eder yahut yalanlar." (Buhârî 6243, 6612; Müslim 2657; Musrıed, II. 276; Ebû Dâvûd 2152)

 

Hasan-ı Basrî -Allah'ın rahmeti üzenne olsun- der ki: iman hos seyler istemek, temennilerde bulunmak degildir. Lakin o, kalbe yerlesen ve amel ile tasdik edilendir. (ibn Ebi Seybe, el-Musannet, XI, 22)

 

Eger iman tasdik diye anlasılırsa, bu özel bir tasdik çesididir. Namaz ve benzeri tabirlerde oldugu gibi. Nitekim daha önceden buna dair açıklamalar geçmis bulunmaktadır. Bu, lafzı nakil (baska manaya tasımak) olmadıgı gibi, onu tagyir (degistirme) de degildir. Çünkü Yüce Allah bize mutlak olarak bir imanı emretmiyor, aksine niteliklerini belirttigi ve mahiyetini açıkladıgı özel bir sekilde iman etmeyi emretmektedir.

 

İman demek olan tasdik'in asgari hali, genel tasdik'in bir çesidi olmasıdır. O halde iman ve tasdik, umum ve husus bütün durumlarda birbirine mutabık degildir. Aksine iman sâri'in dilinde umum ve hususdan meydana gelir. Tıpkı insanın konusan bir hayvan olmakla nitelendirilmesi gibi, Yahut ta kalb ile yapılan tam bir tasdik, kalbin ve azaların gerektirdigi bir takım amelleri de gerekli kılan bir tasdiktir, iste bunlar eksiksiz bir imanın gerekleridir. Gerektiricinin bulunmaması, gerekli olanın da bulunmamasının bir delilidir.

 

Biz diyoruz ki- Bu gerekli olan seyler kimi zaman lafzın ad oldugu seylerin kapsamına girer, kimi zaman bu kapsamın dısına çıkar. Yahut ta lafız sözlük anlamı üzere kalmaya devam eder. Ancak sarî' buna bir takım hükümler de katmıs ya da sarî' bu lafzı mecazî anlamı ile kullanmıstır. O takdirde bu serî bakımdan hakikat, sözlük bakımından mecazi bir mana tasır ya da sarî bu lafzın anlamını nakletmis olabilir. İste bunlar bu yolu izleyenlerin bu husustaki görüsleridir. Bu görüsün sahipleri sunu da söylerler: Allah Rasûlü bize imanın muhtevasını göstermis ve bize bundan neyi kastettigini kesin olarak ögretmistir. Mesela tasdik ettigi söylenen ancak gücü yetmekle birlikte diliyle iman ettigini telaffuz etmeyen, namaz kılmayan, oruç tutmayan, Allah'ı ve Rasûlünü sevmeyen, Allah'tan korkmayan, hatta Allah Rasûlüne bugzeden, ona düsmanlık ederek onunla savasan bir kimse asla mü'mın degildir

 

Devam edecek...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Amellerin İmanın Kapsamına Girdigini Gösteren Hadisler

 

Ondan ögrendiklerimize göre kurtulus ve umdugunu elde edebilmek, ihlâs ile birlikte sehadet kelimelerini söylemeye ve gereklerince amel etmeye baglıdır. O söyle buyurmustur:

 

İman yetmis küsur subedir. Bunun en üstünü la ilahe illallah demektir, en ait mertebesi ise yolda giden gelene rahatsızlık veren seyleri kaldırmaktır.;(Buharı 9, Müslim 35, Ebû Dâvûd 4676; Trrmizî2614; bn Mâce 57)

 

Baska hadislerde de söyle buyurmaktadır: Haya, İman'dan bir subedir ;Mü'minier arasında imanı en kamil olan ahlakı en güzel olanlarıdır. (Ebû Dâvûd 2682; Tirmızî 1163; Müsneû. II, 250, 472, 527)

 

Gösterissiz elbise giymek imandandır.(Ebû Dâvûd 4161; ibn Mâce 4118)

 

O halde iman asıldır. Onun bir çok subesi vardır, Herbir subesine de iman denilebilir. Namaz imandandır, zekat, oruç, hac, haya, tevekkül, Allah'tan korkmak ve O'na yönelmek gibi batınî ameller de imandandır. Nihayet bu subeler yolda rahatsızlık veren seyleri kaldırmaya varıncaya kadar dallanıp budaklanır. Çünkü bu da imanın subelerindendir. İste bu subelerden kimisinin zail olmasıyla iman da zeval bulur, sehadet subesi gibi. Kimisinin de zail olmasıyla iman zeval bulmaz, yolda rahatsızlık veren seyleri kaldırmayı terketmek gibi. Bu ikisi arasında çok büyük çapta farklılıklar arzeden pekçok sube vardır. Kimileri sehadet subesine yakındır, kimileri de yolda rahatsızlık veren seyleri kaldırma subesine yakındır. İmanın subeleri iman oldugu gibi, küfrün subeleri de aynı sekilde küfürdur. Mesela Allah'ın ındirdikleriyle hükmetmek, imanın subelerindendir. Allah'ın indirdiginden baskalarıyla hükmetmek de küfrün subelerindendir.

 

Peygamber -sav- de söyle buyurmustur: Sizden kim bir rnünker görürse, onu eliyle degistirsin. Gücü yetmezse diliyle, gücü yetmezse kalbiyle (degistirsin.) İste bu imanın en zayıf halidir. Bu hadisi Müslim rivayet etmistir. (Müslim 49, Ebû Dâvûti 1140, 4340; Tırmiz22172) Bir baska lafızda da: Bunun ötesinde ise iman namına hardal tanesi kadar dahi hiçbir sey yoktur. (Müslim 50, Müsrıed, l, 458, 461, 462) diye buyurulmaktadır. Tirmizî'de yer alan rivayete göre Rasûlullah -sav- söyle buyurmustur: Allah için seven, Allah için bugzeden, Allah için veren, Allah için alıkoyan kimsenin imanı kemale ermis demektir.(Musned, III, 433, 440; Ebû Dâvûd 4681)

 

Bunun anlamı -dogrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- sudur: Sevgi ve bugz (nefret) kalbin harekete geçmesinin esasıdır. Malı vermek ve alıkoymak da bunun kemal derecesidir. Çünkü mal nefse taalluk eden seylerin sonuncusudur. Beden ise kalb ve mal arasında ortada bir yerdedir, isinin bası da, sonu da Allah için olan kimsenin Allah her hususta ilahı demektir. Onda sirk namına hiçbir sey bulunmaz, Sirk ise Allah'tan baskasını murad etmektir. O'ndan baskasına yönelmek, O'ndan baskasından ummak demektir, iste hadiste belirtilen durumda olan kimsenin imanı da kemale ermis olur. Buna benzer imanın kuvvetine ve zayıflıgına -amellere göre- delâlet eden diger hadisler de bu kabildendir. ileride Tahâvî'nin -Allah ona rahmet etsin-, sahabe -ra-un durumu hakkında su ifadeleri kullandıgı görülecektir:

 

Onları sevmek dindir, imandır ve ihsandır. Onlara bugzetmek ise bir küfürdür, nifaktır ve tugyandır.

 

Görüldügü gibi o sahabeyi sevmeyi iman, onlara bugzetmeyı küfür diye adlandırmıstır. Sözü geçen imanın subelerine dair hadisin delil gösterilmesine karsı Ebu'l-Muîn en-Nesefî ile baskalarının verdikleri cevab gerçekten sasırtıcıdır. Onların verdigi cevab söyledir: Ravi altmıs küsur yahut yetmis küsur demistir. Böylelikle bizzat ravi kendisinin yanılmıs olduguna (gafletine) tanıklık etmis oluyor. Çünkü o süpheye düsmüs ve: Altmıs küsur yahut yetmis küsur demistir. Bu hususta Rasûlullah -sav- süpheye düsmesi düsünülemez, ayrıca bu hadis Kitaba Kur'ân'a da muhaliftir. Böylelikle Ebu'l-Muîn bu hadisi ravî'nın yanılması ve kitaba muhalif olması dolayısıyla tenkid etmistir. Bu tenkid gerçekten sasırtıcıdır. Ravî'nin altmıs ya da yetmis deyip tereddüde düsmüs olması bu hadisi iyice zabtetmemis olmasını gerektirmez, kaldı ki Buhar? süphe olmaksızın altmıs küsur diye rivayet etmistir. Bu hadisi Kitaba muhalif olmak ile tenkide gelince, bunun Kitaba muhalif olduguna delâlet eden Kıtabtan delil nerede? Aksine Kitabta bunun Kitaba muvafık olduguna delil olan buyruklar vardır. Süphesiz ki böyle bir tenkit ancak taklid ve taassubun kötü bir meyvesidir. Yine söyle demislerdir: Burada baska bir esas vardır, o da sudur: Söz söylemek iki kısımdır. Kalbin sözü olan itıkad, bir de dilin sözü olan İslam'a girdigini sözlü olarak söylemektir. Amel de iki kısımdır kalbin ameli olan niyet ve ıhlas'i ile azaların ameli. İste bu dört unsur ortada olmadı mı, iman da kemal ile ortadan kalkar. Kalbin tasdiki bulunmadı mı diger bölümlerin faydası olmaz. Çünkü diger bölümlerinin muteber olması ve fayda saglayabilmesi için kalbin tasdiki bir sarttır. Kalbin tasdiki kalıp da digerleri bulunmazsa, iste çatısmanın cereyan ettigi nokta da burasıdır. Azaların itaatsizliginin, kalbin itaatsizliginin bir geregi oldugunda süphe yoktur.

 

Çünkü kalb itaat edip boyun egse, azalar da itaat eder ve boyun egerler. Kalbin itaat etmeyip, boyun egmemesi de itaati gerektiren tasdikin de olmamasını gerektirir.

 

Peygamber -Saiiailahu aleyhi veseiietn- söyle buyurmustur: Süphesiz ki kalbte bir çignemlik et parçası vardır. Bu düzelirse, bunun düzelmesinden dolayı bedenin tümü düzelir. Bozulursa onun bozulması dolayısıyla, bedenin diger bölümleri de bozulur Haberimiz olsun ki o kalb'tir. (Buhâri 52; Müslim 1599, Ibn Mâce 3984)

 

Kalbi düzelen kimsenin, bedeni de kesinlikle düzelir. Halbuki aksi böyle degildir. İmanın bir bölümünün zeval bulmasının, tamamının da zeval bulmasını gerektirmesine gelince, eger bu ifade ile kastedilen önceki toplu ve birlikteki hali olup önceki haliyle birlikte ve toplu olarak kalmaz, denilmek isteniyorsa bu dogrudur. Fakat bir bölümünün zeval bulması, diger bölümlerinin de zeval bulmasını gerektirmez. Bu gibi hallerde sadece imanın kemali zeval bulur.

 

Devam edecek...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kitap ve Sünnet ‘ten İmam’ın Artıp Eksildiğine Dair Deliller

 

İmanın artıp eksildiğine dair Kitap ve sünnetten deliller ile seleften gelen rivayetler gerçekten çoktur. Bunların bir bölümü Yüce Allah'ın su buyruklarıdır:

 

"Ayetleri karsılarında okunduğu zaman (bu) onların imanını arttırır." (et-Enfal, 8/2)

 

"Allah hidayete erenlerin hidayetini arttırır." (Meryem, 19/76)

 

"İman edenlerin de imanı artsın." (el-Muddessir. 74/31)

 

"İmanlarına iman katarak arttırmaları için müminlerin kalbine sükûn ve huzur indiren o’dur." (el-Feth, 48/4)

 

"Onlar öyle kimselerdir ki insanlar kendilerine: 'Düşmanlarınız size karsı bir ordu hazırladılar O halde onlardan korkun' dediklerinde bu onların imanlarını arttırdı ve- 'Allah bize yeter, O ne güzel Vekildir' dediler.' (Al-i İmran, 3/173)

 

Bu ayet-i kerime ile ondan önceki ayet hakkında; buradaki artıştan kasıt, kendisine iman dilen hususların artısıdır, nasıl denilebilir? İnsanların söyledikleri bir söz olan; "insanlar size karsı bir ordu hazırladılar. O halde onlardan korkun" sözünde teşri' olarak bildirilen bir artış var mıdır? Müminlerin kalplerine huzur ve sükûnun indirilmesinde teşri' bakımından bir artış var mıdır?

 

Müminlerin kalplerine huzur ve sükûn Hudeybiye'den dönüşlerinde indirilmesinin sebebi, itminan ve yakîn'lerinin artması içindi. Bunu da Yüce Allah'ın su buyrukları desteklemektedir:

 

“Onlar o gün imandan çok küfre daha yakındılar." (Al-ı İmran, 3/167)

 

"Bir sure indirildiği zaman içlerinden bazıları: 'Bu hanginizin imanını arttırdı? ' derler, iman etmiş olanlara gelince, (bu) daima onların imanını arttırmıştır ve onlar birbirleriyle müjdeleşirler. Kalplerinde hastalık bulunanlara gelince, onların murdarlıklarına murdarlık katıp arttırdı ve onlar kâfir olarak ölüp gittiler." (et-Tevbe. 9/124-125)

 

Fakih Ebu'l-Leys es-Semerkandî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-nin tefsirinde bu ayet-i Kerime’yi açıklarken naklettiği su hadise gelince:

 

Bize Fakih anlattı dedi ki; Bize Muhammed b. el-Fadl ile Ebu'l-Kasım es-Sâbâzî anlattılar, dediler ki: Bize Faris b. Merdeveyh anlattı, dedi ki: Bize Muhammed b- el-Fadl b. el-Âbid anlattı, dedi ki; Bana Yahya b. isa anlattı, dedi ki: Bize Ebu Mutîl, Hammad b. Seleme'den anlattı, o ibn el-Muhazzim'den, o Ebu Hureyre - Radıya/ia/ıu anadan naklen dedi ki: akîf'liler, Rasûlullah -sav-e gelip dediler ki: Ey Allah'ın Rasûlü iman artar ve eksilir mi? O: "Hayır, iman kalbte mükemmeldir, onun artması ve eksilmesi küfürdür"

 

Hocamız İbn Kesir'e -Yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu hadisin durumu hakkında soru sorulmus ve su cevabı vermisti; Ebu'l-Leys'ten itibaren Ebu Mutil kadar senette yer alan ravî'lerin hepsi meçhuldürler. Meshur tarih (hadis ravîlerinin biyografilerin) hiçbirisinde bunlar bilinmemektedirler.

 

Ebu Mutî' ise el-Hakem b. Abdullah b. Mesleme el-Belhi'dir. Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn, Amr b. Ali el-Fellâs, Buharî, Ebu Davud, NesaT, Ebu Hatim er-Razî. Ebu Hatim Muhammed b. Hibban el-Bustî, el-Ukaylî, ibn Adî, Dara-kutnî ve baskaları onun zayıf bir ravî oldugunu belirtmislerdir. Ebu Hureyre'den rivayet eden asıl kisi ise (sened'de kaydedildigi sekliyle ha ile ibn Muhazzim degil; he ile) Ebu'l-Muhazzim'dir. Yazıcı bunu tashif etmis (harflerde degisiklik yapmıs)dır. Adı Yezid b. Süfyan'dır. Onu da birden çok kisi zayıf ravî olarak kabul etmis; Su'be b. el-Haccac ondan rivayeti terkeîmistir. en-Nesaî: Û metruk bir ravî'dir, demektedir. Su'be ise onu: Ona iki kurus verecek olsalar, kendilerine yetmis hadis nakleder, sözleriyle hadis uydurmakla itham etmistir. Peygamber -sav- de kadınları akıl ve din bakımından noksanlık ile nitelendirmiş (Müslim 79) ve söyle buyurmustur: 'Sizden herhangi bir kimse beni çocugumdan, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmis olamaz."(Buhari 15; Müslim 44; Müsned, III, 207, 275, 278)

 

Maksat kemalin söz konusu olmayacagını bildirmektir. Bunun benzerleri pek çoktur. İmanın subeleri hadisi, sefaat hadisi, cehennem atesinden kalbinde bir zerrenin asgarisinin de asgarisi kadar bir miktarda iman sahibi olan kimsenin çıkarılacagına dair hadis gibi.

 

Artık bütün bunlardan sonra: "Semavattakilerin ve yerdekilerin imanı birbirine esittir. Aralarındaki fazilet farkı, imanın dısında baska bir takım hususlardan ileri gelir" demek nasıl mümkün olabilir?

 

Ashab -Allah hepsinden razı olsun-ın bu kabilden sözleri de gerçekten pek çoktur. Onlardan bazıları:

 

Ebu'd-Derdâ -ra- arttı- söyle demistir: Kisinin zaman zaman imanını gözden geçirmesi,

ondan neyin eksildigine bakması fıkhındandır. Yine imanının artmakta mı yoksa eksilmekte

mi oldugunu bilmesi de kulun fıkhındandır.

 

Ömer -ra anh- arkadaslarına: Gelin, imanımızı arttıralım der ve bunun üzerine aziz ve

celil olan Allah'ı zikrederlerdi. (ibn Ebi Seybe, İman 108; el-Musannet, XI, 26)

 

İbn Mes'ud -ra- da dua'sında: Allah'ım imanımızı, yakîn'imizi ve fıkhımızı arttır, derdi. (Taberânî el-Mu'cemu'l-Kebır, 8549; el-Heysemî, Mecmauz-Zevnd, X, 185)

 

Muaz b. Cebel -ra- bir adama: Gel, beraber oturalım da bir saat (an, süre) iman edelim, dedi. (İbn Ebî Seybe. İman 116; el-Musaıme!. XI, 43) Bunun bir benzeri Abdullah b. Revaha'dan da rivayet edilmistir. (Buharı, iman bölümünün baslarında; ibn Ebî Seybe, iman 105)

 

Ammar b. Yasir -ra-ın da söyle dedigi sahih olarak rivayet edilmistir: Üç özellik kimde bulunursa, o kimse imanını kemale erdirmis demektir. Kendisine karsı (kendisini kayırmaksızın) adil davranması, az varlıgına ragmen infak etmesi ve herkese selamı yayması. Bunu Buharî -Allah'ın rahmeti üzerine oisun-Sahih'inde zikretmektedir. (İbn Ebî Seybe, el-Musannef. XI. 43)

 

Bu kadarı da yeterlidir, basarı Allah'tandır.

 

"imanın amele atfedilmesi, onun farklı olmasını gerektirir. Dolayısıyla amel iman

denilen seyin kapsamına girmez" görüsüne gelince, süphe yok ki iman kimi zaman amel

anılmaksızın. kimi zaman da islam anılmaksızın mutlak olarak zikredildıgi gibi, bazen saiih

amel ile birlikte, bazen de islam ile birlikle zikredilebilir. Mutlak olarak zikredilmesi halinde

ameli de gerektirir,

 

Yüce Allah söyle buyurmaktadır: 'Gerçek mü'minler ancak o kimselerdir ki Allah anıldıgı

zaman kalpleri titrer, âyetleri karsılarında okundugu zaman (bu) onların imanını arttırır." (el-Enfal, 8/2):

 

"Mü'minler ancak Allah'a ve Rasûlüne iman eden ve sonra da süpheye düsmeyen... kimselerdir," (ei-Hucurat, 49/15);

 

"Mü'min-ler ancak o kimselerdir ki onlar Allah'a ve Rasûlüne iman ederler..." (en-Nur, 24/62);

 

"Eger Allah'a, peygambere ve ona indirilene iman etmis olsalardı, onları veli edinmezlerdi." (el-Maıde, 5/8)

 

Peygamber -sav- de söyle buyurmaktadır: "Zanî, zina ederken mü'min olarak zina etmez." (İcmârî ve Tafsilî Bakımdan imanın Artısı' baslıgında zikredilen bu hadisin kaynakları da orada

gösterilmistir.)

 

"Birbirinizi sevmedikçe iman etmis olamazsınız." (Müslim 54.)

 

'Bizi aldatan, bizden degildir."; "Bize karsı silah tasıyan bizden degildir." (Müslim 101.)

 

Burada "bizden degildir' buyrugunu bizim gibi degildir diye açıklayanların açıklaması gerçekten ne kadar da uzaktır: Bu bir tarafa, hiç aldatmayan kimse Peygamber ve ashab'ı gibi

olabilir mi?

 

iman'a 'salih amel' atfedilecek olursa, sunu bilelim ki bir seyin, bir seye atfedilmesi, atfedilen ile kendisine atfedilenin farklılıgını gerektirmekle birlikte; her ikisi için söz konusu edilen hükümde ortak olmalarını da gerektirmektedir. Farklılık (mugayeret)in de çeşitli mertebeleri vardır:

 

En ileri mertebesi bunların birbirlerinden farklı olmalarıdır. Biri ötekinin kendisi olmadıgı gibi, onun bir parçası da degildir ve bunların arasında gerekti-ricilik (birinin varlıgını digerinin var olmasını gerektirmesi) yoktur. Yüce Allah'ın su buyruklarında olduğu gibi:

 

"Gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlıgı var eden..." (ei-En'âm. 6/1); 'Tevrat'ı ve incil'i de indirdi." (Ai-ı imran, 3/3) çogunlukla görülen atıf sekli budur. Bundan sonra aralarında gerektiricilik iliskisinin bulunmasıdır. Yüce Allah'ın su buyrugunda oldugu gibi: "Kendiniz bilip dururken, hakkı batıla karıstırmayın ve hakkı gizlemeyin." (ei-Bakara. 2/42); "Allah 'a itaat edin ve Rasl/e de itaat edin. "(el-Maıde, 5/92)

Üçüncü mertebe bir seyin bir parçasını, kendisine atfetme mertebesidir. Yüce Allah'ın su buyruklarında oldugu gibi: "Namazları ve özellikle de orta namazı koruyunuz." (et-Bakara,

2/238); "Kim Allah'a ve meleklerine ve peygamberlerine ve Cebrail'e ve Mikail'e düsman olursa..." (ei-Bakaıa. 2/98); "Hani biz peygamberlerden.. ahıdlerini almıstık ve senden de" (ei-Ahzab, 33/7)

 

Bu türden atıflarda iki durum söz konusudur:

1- Atfedilenin birincisinin kapsamına girmesi hali. O takdirde iki defa söz konusu edilmis otur.

2- Atfedilmesi bu yerde onun, kapsamına girmemesini gerektirmektedir. Tek basına söz konusu edilmesi halinde, kapsamına girse dahi. Mesela "fakirler ve miskinler" lafızları ile

buna benzer tek baslarına olmaları halinde ayrı, birlikte bulunmaları halinde ayrı ve farklı

manaları ifade eden diger lafızlar ile ilgili yapılan açıklamada görüldügü gibi.

 

Dördüncü mertebe, sıfatlarının farklılıgı dolayısıyla bir seyin, bir seye atfe-dilmesidir. Yüce Allah'ın: "O, günah/an bagıslayandır ve tevbeleri kabul eden-dir." (ei-Mu'min, 40/3) buyrugunda oldugu gibi. Siirde de sadece lafzın farklılıgı do-layısı ile atıf yapıldığı görülmüstür. Sairin: 'O, onun sözlerinin yalan ve dolan oldugunu gördü" mısraında böyledir.

 

Sözde atıf bu sekillerde görüldügüne göre biz de sari'in sözüne bakarız. Onun sözlerinde iman lafzı nasıl varid olmustur? Mutlak olarak zikredıldıgi takdirde bir takva, eddin ve 2slarn dini lafızları ile kastedilen seylerin kastedildigini görürüz.

 

Ayetin nüzul sebebinde söz konusu edildigine göre, Ashab-ı Kiram, imanın ne

olduguna dair soru sormus, bunun üzerine Yüce Allah da su: "Yüzlerinizi dogu ve batı'ya

döndürmeniz bir (iyilik) demek degildir..." {ei-Bakara, 2/177) buyrugunu indirmistir.

Sahih(-ı Buharî)de, Peygamber -satiatiahu aleyhi veseitem-\n Abdu'l-Kays heyetine

söyledigi su sözler de bu kabildendir: "Ben size bir ve tek olarak Allah'a iman etmenizi

emrediyorum. Allah'a iman etmenin ne demek oldugunu biliyor musunuz? Bir ve tek olarak

Allah'tan baska hiçbir ilah olmadıgına, ortagının bulunmadıgına sehadet etmek, namazı

dosdogru kılmak, zekatı vermek ve ganimetin beste birini vermenızdir."1Buharı 53, 87, 523,

1398, 3095, 4368, 4369: Müslim 171.

 

Kalbte iman bulunmaksızın bu amelleri islemenin, Allah'a iman etmek demek

oldugunu kastetmedigi bilinen bir husustur. Çünkü baska yerlerde kalbin imanının

kaçınılmaz oldugunu bildirmistir. Böylelikle bunların, kalbin imanı ile birlikte iman olacagı

bilinmis olmaktadır.

 

Arlık bu delilin ötesinde amellerin de iman adının kapsamına girdigini ortaya koyacak

baska bir delil olabilir mi? Bu hadis imanı ameller ile açıklamakta ve tasdiki söz konusu

etmemektedir. Çünkü inkar ile birlikte bu amellerin bir faydasının olmadıgı bilinen bir

husustur. Müsned'de yer alan rivayete göre Enes -Hadıyai/afıu antı-, Peygamber -sav- söyle

buyurdugunu bildirmistir: "islam aleniliktir, iman ise kalptedir."1 Müsned, III, 135.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yazı burada bitiyor. Arkadaşlar pdf formatından aktardığım için yazım hataları çok fazla. Fazla vaktim de olmadığı için çok düzeltme yapamadım. Gerisini sizin sabrınıza bırakıyorum.

 

Esselamu Aleyküm...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yener Dönmez bir kitaptan da faydalanarak yazısını yazmış. Ama bana biraz sorunlu gibi geldi bu yazsı, ne bileyim belki yazıyı ben kavrayamadım…

Söz konusu yazıdan aşağıya aldığım alıntılarla, yine aynı yazıda belirtilen Hucurat süresindeki bir ayet uyuşmuyor. Yani yazarın burada konu ettiği hadise ile Hucurat süresindeki o ayet çok farklı şeylerden bahseder…

‘’Müslümanlığın sadece taraftarlığını yapan, başörtüsünü, din ve inanç özgürlüğünü savunan, İslamiyet'le ilgili bir hakaret olduğunda buna cevaplar veren; ama amele yönelik İslamiyet'in ibadet yönünü hayatına geçirmeyen bir İmansız Müslüman sınıfı sözkonusu olan.’’

‘’28 Şubat'ta ezildiği ve hor görüldüğü ortamda namazını aksatmayan pek çok ismin; şimdi yüksek ücretler, makamlar ve mevkiler içinde rahatta olduklarını ama namaz kılmadıklarını görüyoruz.

 

İşte bunlar mümin sınıfından "İmansız Müslüman" sınıfına gerilemiş olanlardır.’’

Evet, yazıda geçen bazı ifadeler böyle zira bu ifadeler yazının ana fikrini de verir aslında... Bu ana fikri bir ayet ile meşru bir zemine uturtmak isteyen yazarın gösterdiği ayet ise şöyle:

"Bedeviler 'Biz imana erdik' derler. Deki: 'Siz (daha) imana ermediniz, teslim olduk demeniz daha doğrudur. Çünkü iman henüz kalplerinize girmiş değil."

Şimdi Bu ayetin Elmalı Hamdi Yazır’ın Tefsirinde nasıl ele alındığını görelim:

‘’ Şimdi müslüman olup da henüz imanın bu yüksek zevkine erecek kadar terbiye almamış olanlara bu temizliği vermek ve hakka özen ile talim ve terbiye esnasında ayıplama ve gıybet hükmü cari olmayacağını anlatmak üzere buyuruluyor ki: O a'rabiler inandık, dediler. Medine civarında Beni Esed İbn-i Huzeyme kabilesi ganimet hevesiyle müslümanlığa girmişlerdi, rivayet olunduğuna göre bir kıtlık senesi Medine'ye gelmişler ve iki kelime-i şehadeti söylemişlerdi. Peygamber'e karşı: "Biz filan oğulları ve filan oğulları gibi sana savaş açmadık, ağırlık ve ailelerimizle geldik." diyorlar, sadaka gözetiyorlardı ve yaptıklarını peygambere bağışlatmak istiyorlardı, bu indi. De ki: Siz iman etmediniz. Çünkü iman, yalnız dil ile ikrardan ibaret değil, yürekten sevgi ile güven ve inançla kesin bir şekilde tasdik olması gerekir. Bu ise anlatılacağı üzere henüz ortaya çıkmadı, yoksa müslüman olduk diye peygamberi minnettar etmeye kalkışılmazdı. Ve fakat henüz iman kalplerinize girmemiş olduğu halde İslâm'a geldik, deyin, yani müslümanlığa karar verdik, sulha girdik deyin, böyle derseniz yalan söylememiş olursunuz. Çünkü harbin zıddı olan sulha girmek ve bağlanmak mânâsına İslâm, savaşı terkedip de görünüşte karar vermekle oluşabilir. Halbuki kalpte sağlam tasdik olmadan iman ettik demek yalan olur. Burada sözün gelişi "iman ettik", demeyin ve fakat "İslâm olduk" deyin, veya "siz iman etmediniz ve fakat İslâm'a girdiniz" denilmektir.’’

Tefsirden bir kısmını buraya aldım, isteyen tamamına bakabilir.

Şimdi de Ömer Nasuhi’nin tefsirine bakalım:

‘’(Bedevi'ler) Badiyelerde = çöllerde, ovalarda oturan kimseler (dedi kî:Biz imân ettik) Ey Peygamberlerin sonuncusu!. Biz senin peygamberliğini, tebliğ ettiğin hükümleri tasdik eyledik, biz de müminlerden bulunmaktayız. Halbuki: Onlar, pek kuvvetli ve kalben kendilerini tatmin edici bir imâna sahip bulunmuyorlardı. Binaenaleyh Cenab-ı Hak da Yüce Peygamberine emrediyor ki: Resulüm!. Onlara (de ki: Siz imân etmediniz) gerektirdiği şekilde imân şerefine sahip bulunmadınız (velâkin deyiniz ki: Biz İslâm'a girdik) yâni: Ey Peygamber!. Sana itaat ettik karşılıklı barışa girdik, seninle muharebeyi terkettik. işte sizin vaziyetiniz bundan ibarettir (ve henüz imân sizin kalblerinizin içine girmiş değildir) tam bir bilgi, bir kalbi kanaat, bir ruhi bağlılık sizde meydana gelmiş bulunmuyor yalnız dille yapılan bir imân iddiası, bu hususta kâfi değildir, (ve eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz) tam bir samimiyetle dindar olarak münafıklığı, gösterişi ve dini kabulünüzden dolayı başa kakmayı terk eylerseniz, o vakit hakiki, samimi mümin olmuş olursunuz, Allah bilir ya sonradan hepsi veya çoğu öyle hakiki birer mümin olmuşlardır. Artık Allah Teâlâ (sizin amellerinizden hiçbir şeyi, sizin için noksan kılmaz) bütün yaptığınız ibâdetler, vazifeler, samimiyete, güzel itikada dayanmış olacağı için onlardan dolayı kat kat mükâfatlara erişirsiniz, (şüphe yok ki, Allah) Teâlâ (gafurdur) müminlerden insanlık hâli çıkan bir nice kusurları affeder ve bağışlar ve o kerem sahibi Yaratıcı (rahimdir) kullarına merhameti pek çoktur. Tevbe edenlere artık azab etmez, bilâkis onlara büyük sevablar, mükâfatlar ihsan buyurur.
Ebussuud tefsirine göre bu âyet-i kerime, Esad Oğulları kabilesinden bâzı şahıslar hakkında nazil olmuştur. Onlar bir kıtlık senesinde Medine-i Münevvere'ye gelmişler, kelime-i şahadeti söylemişlerdi, Resül-i Ekrem'e hitaben: Biz sana ağırlıklarımızla, ailelerimizle geldik, sana karşı savaşta bulunmadık demişler, böyle bir nevi yaptıklarını başa kakarak Hz. Peygamberden sadaka almak arzusunda bulunmuşlardır.’’
Evet, bana göre yazının ana fikri ile bu ana fikri meşrulaştırmak için verilen Ayet farklı şeyler. Burada kararı size bırakıyorum…
İman ile amel meselsine gelirsek…
İman ile amel bir değildir… Yani iman eden bir insan, olur ya bir günah işlediğinde ki, bu büyük günahlardan da olabilir, imansız olmaz, günahkar olur… Bu durumda da imanının parlaklığında bir azalma olur… Amellere bağlı olarak imanda parlaklık veya solukluk olur ama, imanın ortadan kalkması diye bir şey olmaz…
İman kalb ile olur, söz ile dile getirilir. Böyle bir kişi iman sahibi bir Müslüman olur… Günahkar olur veya olmaz p ayrı bir durum…
Amel imandan bir parça değildir, diyelim…
İmanın azalması eksilmesi meselesi…
İmanın azalması eksilmesi değil de imanın değeri ile ilgili parlaklığının artması-azalması diyelim, daha doğru olur… İman azalmaz eksilmez ama değerinde bir faklılaşma olabilir. Bu değer faklılaşmasının da amellerle alakalı bir yönü vardır. Ama burada amelde bir eksiklik imanı yok eder anlamı çıkarılmamalı.
Bir bardak düşünün ve içinde tertemiz bir su var… Suyu bir an için iman gibi düşünelim… Bu durumda suyun miktarında artma eksilme gibi durum iman için geçerli değil… Bu anlamda bir artma eksilmeden bahsetmiyoruz… Fakat suyun temizliği mevzuunda bir derece farkı olabilir… Herhangi bir durumdan suyun berraklığı azalabilir, artabilir ama suyun miktarında bir değişme olmaz… Benim anladığım ve kabul ettiğim iman bu.
İman ve İslam meselesinde de, İman ve İslamı kelime anlamı ile lırsak başka, mana anlamı ile alırsak başkadır… Mesela yukarıdaki tefsirlerde bu iki kavram kelime anlamları ile alınmış ve İman etmedikleri, İslama girdikleri denmiştir… Burada bu kelimelerin sözlük anlamına bakılırsa daha iyi anlaşılır… Bazı ayet ve hadislerde ise bu iki kavram mana itibari ile alınmıştır… Benim bu mevzuda Necip Fazıl’ın şu Şiiri aklıma gelir:

 

‘’ Yanlızlık bir fenerse,

Ben de içindeki mum,

Onu, billur bir kase

Doldurur nurum!’’

Üstad bu şiiri ile başka bir şeyden bahsediyor belki ama benim aklıma iman İslam ikilisi geliyor işte... Mum İman, Fenerse İslam...

Bu arada yazıda da geçiyor, Teymiyye’den bir söz...

İbn-i Teymiyye, "İman kalbin fiilidir" der.

İman amel mevzuunda da bu sözü nereye koyacağız, bu söze ne anlam vereceğiz? Ona da bakmak gerek...

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Konuya yaklaşım tarzıları güzel, analitik bir metod izleniyor. Takdirle karşıladım. Ben tasdik ve iman arasında bu farkı bilmiyordum, açıkçası aynı şey zannediyordum. Ziyadesiyle istifade ettim çok sağ olunuz. Selmanbey gönüldaşım gönderdiklerinizin tamamını okuyamadım, okuyacağım inşallah.

 

Hacegan ağabeyim fikirlerimiz hemen hemen aynı nazariyede. Ayetlerle güzel izah edilmiş. Allah razı olsun hepinizden.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Siyasi yazılarını beğenerek okuduğum Yener Dömez'in yazısını değerlendirirken, yazısının ana fikrine dayanak olarak gösterdiği 'Ayet'in çok farklı bir vakayı anlattığını tefsirlerle ortaya koymaya çalıştım... Tabı bu yazıyı yazanın niyeti, yazıdan bizim anladığımız manayı değil de başka bir manayı gündeme getirmek olabilir... Günahkar müslümanları uyarmak adına... Ama burada 'imansız müslümanlar' ibaresinin yazı içerisinde belki de haddini aşarak çok sorunlu bir yerde durduğunu belirtmek istedim...

Mesela zor şartlar altında namazını kılan bir birey rahata kavuşunca namazında gevşeklik göstermsini 'imansız müslüman' sınıfına koymak, müslümanların büyük çoğunluğunu imansız yapmak olur ki, bu çok vahim bir durum olur...

 

Bu arada namaz ve diğer ameli ibadetleri önemsiz gördüğümüz anlaşılmasın. Ama amel ile iman arasındaki ince çizgiyi de kaçırmamak gerekir. Pek çok günahı olan bir insan ile günahı çok daha az olan bir insan arasındaki iman farkı, değer yönünden dir. Yoksa imanı amele bağlarsak bu iki insan arasında iman yönünde bir fark kalmaz, ikiside imansız olur o zaman. Ki gerçekte ikisi de imanlıdır, birinin imanı diğerinden daha parlaktır... Burada gerek ayetlerde geçen 'imanın artması' tabir ve gerekse fıkıh alimlerinin açıklamalarında geçen 'imanın artması' tabirlerini, imanın parlaklık yönünden artıp eksilmesi olarak anlamak gerekir...

 

Yoksa yazarın dile getirdiği müslümanlar hakkında yazdıklarına sonuna kadar katılırım ama yazının her yerinden 'imansız müslümanlar' ifadesini kazıyıp çıkarmak şartıyla...

 

Bu arada imansız müslümanlar(!) cehenneme ebedi olarak gidelerken, iman sahipleri ise günahları yüzünden cehenneme giderlerse de orada kalıcı değillerdir. Lakin cehennemin kafirler için bile ebedi olmadığını söyleyen bozuk fırkalar var ama, orası bizi ilgilendirmez:)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...