Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
NFK-Fan

Ayın Kitabı-Ağustos 2012: O Ve Ben

Recommended Posts

Selamlar,

 

Geçtiğimiz ay itibarıyla uygulamaya başladığımız Ayın Kitabı projemiz kapsamında, Ağustos 2012 ayının kitabını O ve Ben olarak belirledik.

 

Projenin ilk adımında, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu adlı eseri inceledikten sonra, bu ay boyunca Üstad'ın diğer bir başucu eseri olan O ve Ben'i okuyarak üzerinde tartışmanın yerinde olacağını düşündük. Özellikle Üstad'la yeni tanışan arkadaşlarımızın da bu eseri inceleyerek, onun yaşadığı dönüşümü daha iyi anlayabileceğine inanıyoruz.

 

Ağustos ayı boyunca O ve Ben hakkındaki yorumlarınızı paylaşabilir, kitaptan 1 sayfayı geçmeyecek şekilde alıntılar yapabilir, aklınıza takılan hususları sorabilir veya kitapta geçen bir konu üzerindeki kendi bilgilerinizi burada paylaşabilirsiniz. İnşallah geçen ay yapılan paylaşımların keyfiyetini bu aya da taşıyabilirken, kemmiyette daha da yoğun bir katılım görmek nasip olur.

 

--- Önceki Kitaplar ---

* Temmuz 2012 - Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ufak bir tavsiye ya da fikir beyanı olarak belirtmek istedim: Merhum Üstad herkesin bildiği üzre önce şairdir, edebiyatçıdır, yazardır. Üstad'ın eserlerini okuma, benimseme, irdeleme, yorumlama ve çözümleme yaparken onun ilk eserlerinden -daha doğrusu edebi eserlerden- başlamanın daha uygun olacağını düşünüyorum.

 

Merhum Üstad'ın yaşadığı dönüşüm (NFK-Fan'ın ifadesiyle diyorum) öncesi hayatını, hayatını biçimlendiren eserleri ve zamanın edebiyat çevrelerinde ses getiren zeka ve fikir sancısıyla örülü şiirlerinden başlamak, ileriye doğru yapılacak okumaları tabiri caizse taşı gediğine koyacaktır.

 

Tabi benimki sadece bir fikir... O ve Ben'i merhum Esad Coşan Hocaefendi'nin, Cübbeli Ahmet Hoca'nın sohbetlerinde tavsiye ettiklerini dinledim bir kaç sefer radyoda/televizyonda. Elbette bu eser başka ve bambaşka tat bırakacaktır okuyanlarda.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu eseri okuyup bir mürşide bağlanmak üzere Menzil'e giden bir arkadaşım vardı. Allah Üstaddan razı olsun. Kim bilir nice hayırları var bu eserleriyle...

  • Like 3

Share this post


Link to post
Share on other sites

O ve Ben adlı kitapta geçen çok sevdiğim parağraflardır...

 

 

"Hayatımda öyle bir gün doğdu ki, kundaktan patiğe, emzikten kısa pantolona, oyuncaktan boyun bağına, karalama defterinden polis hafiyesine romanına, beş taştan iskambil kağıdına ve ayva tüyünden kır saça kadar anne, baba, dadı, mektep, arkadaş, kitap, hoca, tabiat, şehir, cemiyet kimden ne aldımsa hepsini geriye verdim. Ruhuma istifledikleri hazırlop dünya bir sarsılışta yıkıldı gitti.

.......................................................................................................

Maddenin mahpus olduğu kaba bşr dört köşe içinde, birtakım eşya ve hadiseleri düzenleyip,Allaha var diyenlerle, yine bir takım eşya ve hadiseleri düzenleyip Allaha yok diyelere nispet, ruhumda beşeri kanunların tezgahı o türlü devrildi ki, bu devrilşin ardından ancak mutlak hakikat doğrulabilirdi. Herşeyi o türlü kaybettim ki, Allahı kazandım. "

(sayfa98-99)

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ufak bir tavsiye ya da fikir beyanı olarak belirtmek istedim: Merhum Üstad herkesin bildiği üzre önce şairdir, edebiyatçıdır, yazardır. Üstad'ın eserlerini okuma, benimseme, irdeleme, yorumlama ve çözümleme yaparken onun ilk eserlerinden -daha doğrusu edebi eserlerden- başlamanın daha uygun olacağını düşünüyorum.

 

Merhum Üstad'ın yaşadığı dönüşüm (NFK-Fan'ın ifadesiyle diyorum) öncesi hayatını, hayatını biçimlendiren eserleri ve zamanın edebiyat çevrelerinde ses getiren zeka ve fikir sancısıyla örülü şiirlerinden başlamak, ileriye doğru yapılacak okumaları tabiri caizse taşı gediğine koyacaktır.

 

Tabi benimki sadece bir fikir... O ve Ben'i merhum Esad Coşan Hocaefendi'nin, Cübbeli Ahmet Hoca'nın sohbetlerinde tavsiye ettiklerini dinledim bir kaç sefer radyoda/televizyonda. Elbette bu eser başka ve bambaşka tat bırakacaktır okuyanlarda.

Selamlar,

 

Öncelikle yorumlarınız için teşekkür ederim. Aktivitenin amaçları arasında Üstad'ı farklı yönleriyle tanımak önemli bir yer tuttuğu için, biz ilk etapta şiir kitaplarını tercih etmek istemedik. Çünkü siz de biliyorsunuz ki Üstad'ı hala şairden ibaret gören ve bir adım ilerisini merak etmeyen pek çok insan var. Bir başka sebepse, Çile'nin tam bir anlam bütünlüğüne sahip olmaması. Yani her bir şiir belki teker teker değerlendirilmeye muhtaç.

 

Pek çok üyemizin Çile'yi okuduğunu varsayarak, bu çalışmamızın diğer eserleri de okumak için bir vesile teşkil etmesini umuyoruz. İlerleyen aylarda gelen yorumlar ışığında Esselam ve Çile'yi de değerlendirebiliriz.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

YALI VE İÇİNDEKİLER

 

Anneannem beş vakit namazında ve her ân Allah ve Resulünün bahsinde yaşayan; ve günün 24 saatini ya ağlamak, ya düşünmek, ya dua etmekle geçiren mübarek kadın... Ayak parmağından saçına dek kar gibi beyaz tülbent kokan, kemik üzerine deri cilâsı çekilmiş denecek kadar zayıf, çocuklarına delice düşkün, tek başına oturduğu köşelerde bile saçı başı örtülü, yalnız Kur'an okumayı bilen ve Allah'ın kelâmından başka hiç bir yerde harflere nazar etmemiş olan bu örnek kadın benim için ne büyük mesele... Ama ne yapayım ki, bahsinin yeri bu kadar...

Bir gün dalgın dalgın pencereden bakışını gördüğüm ümmi kadına sormuştum:

— Anneanne ne düşünüyorsun? Cevap vermişti:

— Allahı düşünüyorum! Ne düşüneceğim?

Ciğerime kadar ürpermiş ve kendi kendime demiştim:

— Keşke bizim ilmimiz, bunun ümmiliğinin ayak tozuna erişebilse...

Paydos! Bu kadınların nesli kurutulmuştur!

 

(Maalesef böyle bir nesli acı şekilde kurutmuşlar.Böyle bir nesilden daha haber alınamadı...Ne yazık bizlere)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir bakıma metodolojiye (bu saha metod ilmine girer mi bilmiyorum ama) sadık kalalım diyorsunuz, anladım. Kaba hatlarıyla şiirden değilde, diğer edebi türlerde ve fikir anlamında tanışıklığa adım atılsın gayretindesiniz. İyi çalışmalar ve iyi okumalar arkadaşlara. Okumak isterdim ama bu eseri yok merhum Üstad'ın bende.

 

Belki Çile, Bir Adam Yaratmak ve Reis Bey'de katılabilirim inşallah..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şu an bu kitabı okumaktayım. Belki kitabı Ramazan ayının yoğunluğunda bitirebilirsem kitap hakkında birkaç kelam etmeyi düşünüyorum

Bana göre de, çok doğru yerden başlıyorsunuz. Mesela Üstad'ın şiirlerinin çoğunu okumama rağmen, benim gözümde Üstad'ın değerini artıran şairlik ve edebiyat yönü veya kelime cambazlığı olmamıştır.

Şairlere baktığım zaman, bu meziyetin az veya çok(üstad kadar olmasa da) gelişmiş olduğunu görürüz.

Üstad belki de diğerlerinden daha iyi bir şairdir, fakat bana göre Üstad'ı diğerlerinden açık ara yukarıya çıkaran en önemli özelliği, İslami bir duruşun olması ve aksiyoner bir yapısının olmasıdır.

Bu İslami duruşu ve aksiyoner yapısını öğrenmek için de, bana göre şiirlerinden önce onu tanıtan eserlerden başlanması daha faydalı olacağı kanaatindeyim.

Bu çalışmayla Üstad'ın okumadığım eserini okumayı, okuduysam da derinlemesine üzerinde çalışmayı umut ediyorum.

Benim açımdan en önemli getirisi bu olacağı kanaatindeyim.

Çalışmadan dolayı da ayrıca teşekkür ediyorum.

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çok ince bir nokta..Önemli bir mevzu..İşte edep işte haya....

 

HAS İSİM:

 

 

Varlığın Tâcına dair, Zonguldak'ta yazdığım yazı şöyle başlıyor:

-Yâ (M..........!)

Noktalı yerde O'nun ismi, hâs ismi... Mukaddes hâs isim... Yâni mukaddes isme, nida siygasiyle hitap ediyordum.

- Onu çıkar oradan, buyurdular; Allah'ın Resulüne hâs ismiyle ve nida siygasiyle hitap olunmaz.

- Niçin efendim?

- Haya meselesi!.. Allah bile Kur'ânında, Sevgilisine, hâs ismiyle nida ederek hitap etmedi.

 

Büyük sır karşısında yandım, kül oldum. Bizzat Allah'ın haya gösterdiği sır...

- Kur'ânın hiç bir yerinde böyle bir hitap yok mu?

Kısa ve sert:

- Hiç bir yerinde!..

Gerçekten "de ki" mânasına "gûl" kelimesiyle başlayan bir çok âyette, bu hitaptan sonra isim gelmediği, gözümün önünden geçiverdi. Buna karşılık, birçok tefsircinin "de ki yâ M......!" diye kullandıkları klişelerdeki kabalık içimi burkuttu.

 

Allah Kur'ân'da hiç bir defa sevgilisine hâs ismiyle, nida edatıyle "Ya M....!" diye hitap etmedi. Bunu biliyor musunuz? Eritici bir edep ve hayâ tecellisi... Halbuki en eski çağlarda bile, derin aşk ve yüksek ilim devrine yakın tefsircilerden çoğu şu müstesna gaamızayı, inceliği görememiş, ham ve kaba kalmış ve bazı ayet başlarında "De ki ..." hitabından sonra "Ya M.....!" diye, O'nun hâs ismini kullanmak cü'retini göstermiştir."De ki..." emrinden sonra bizzat Allah'ın kullanmadığı ismi nasıl kullanırlar ve sırrı çiğnemiş olmaktan nasıl ürpermezler?.. Anlayın, Kur'ân tefsirine mahsus ehliyet ne demektir!

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

NAMAZ,NAMAZ,NAMAZ

 

Hiç incitmeden,asla soğutmadan,zerrece ürkütmeden,kuş kanadı kadar yumuşak ve nüvazişli bir sesle, bir temasla hep dokunuyorlardı:

"-Namaz,aman namaz,mutlaka namaz...Nerede,ne şart altında olursa olsun,mutlaka namaz..."

Sonra yakınlarından birinden duydum:

"-Bir vakit namazımı kaybetmektense,derlermiş;dünyaları kaybetmeyi tercih ederim."

(sayfa 158)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendi Hazretlerini tanıdıktan sonra eser vermeye başlaması, Üstadın da değindiği ne çarpıcı bir hakikat. Okurken hayretle düşündüm. 1934’e kadar birkaç hikaye, birkaç şiir… Derken 1934’ten sonra yani Efendi Hazretleriyle beraber (Tohum), (Bir Adam Yaratmak), (Çile) ile başlayan ve daha pek çok büyüklü küçüklü bir sürü eser… Ki bu eserlerin her birinin ne kadar derin olduğunu, mahiyetlerinin ne denli doyurucu olduğunu biliyoruz. Sadece bu yönden düşündüğümüzde, Üstadın mürşidinin, Efendi Hazretlerinin ne kadar büyük bir Veli olduğunu anlayabiliriz. Türk edebiyatının ve düşünce ikliminin en kıymetli eserlerine vesile olan; Üstadın bile okuduğumuz kitaba rağmen “anlatamadığım” dediği o büyük insana bugün hepimiz çok şey borçluyuz. Allah Dostlarının en büyük hususiyetlerinden biri de bu belki; kendilerinde yanan ışıkla koca bir şehri bile aydınlatabiliyorlar. Etkiledikleri fertler, cemiyeti düzeltebiliyor. “Ölmemek neymiş onlardan öğrenenler” hareket eden ölüleri, yaşarken dirilmenin iksiriyle besliyor; onlara yaşanmaya değer hayatın adresini gösteriyorlar. Büyüklükleri içinde ne kadar da mütevaziler… Sadece, Abdülhak Hamit için “o bizden büyüktür, biz onun yanına gidelim” demesini örnek göstermek yeterli.

 

Üstadı daha derinden anlayabilmek adına bu esere öncelik verilmesi çok yerinde. Özellikle 1935 – 1940 arasındaki eserlerini, bu eserden sonra okumak gerekir. “Böyle olurmuş Üstadın Üstadı” diyor insan. Ve “Kaç milyar baba, kaç milyar anne senin binde birin eder?” cümlesini daha iyi anlıyor. Ve tabii (Efendim) şiirini…

Share this post


Link to post
Share on other sites

Muzip miyim neyim, şimdi kitabı okurken benim dikkatimi şey çekti. Üstad'ın, efendisiyle diyaloğundaki çocuksu soruları ve aldığı cevaplar çok hoş. Bir müslümanın ölüm tehdidi altında küfür kelimesi söylemesinin caiz olduğu konuşulurken 'Peki böyle bir durumda ben ne yaparım?' diye araya girmesi, kendi buhranınının mı, İmam-ı Gazali Hazretleri'nin buhranının mı daha çetrefil olduğunu çekinmeden sorabilmesi, 'benden küfür sadır olur mu' diye merakını bildirmesi gibi hadiseler; hep Üstad gibi bambaşka bir zekanın, kendini kuşatan bir mürşidin elinde bir çocuk kadar saf ve temiz hale gelebileceğini gösteriyor. Naz makamı denen şey bu olsa gerek. Üstad, Efendi Hazretlerinin huzurunda, hani nasıl desem, tabiri hoş görün pek güzel şımarıyormuş yani. :) Suallerine aldığı cevapların hepsi de çok güzel bu arada, ömürlük bahtiyarlıklardır eminim..

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

“O ve Ben”’i bitmemiş bir serüvenin hikâyesidir. Bir Allah dostunun şefkat ve mahviyet ummanında boğularak yeniden dirilen genç ve büyük şairin bu ummanda son nefesine kadar kulaç atmaktan geri durmayacağının ama bunun böyle de gitmeyeceğinin apayrı bir şiiridir,”O ve Ben”. Tüm varlığını inkâra da varsa, aşkın hakkını veren bir şairin şiiridir… Belki gözyaşları içinde tamamladığı şu satırlarla bitmemiş bir serüvenin bile iddiasını taşımayan bir şiir:”Güya seni yazdım (…) Soluk bir kumaş üzerinde hareli lekeler güneşi ne kadar gösterebilirse, bu kargacık, burgacıklar da seni o derecede anlatabilir.” Sonra bu serüveni diğerlerinden ayıran, onu biricikleştiren ve bizi de can kuşumuzdan yakalayan ifadelerle abideleşen bir şiir: “Aç bana Kapı’yı, artık aç!… Allah’tan izin iste ve ardına kadar aç!…”

“O ve Ben” ,bir müridin mürşidine bakışıdır: müridane bir bakıştır bu içerikten daha ziyade kitabın bizatihi üstadı Adulhakim Arvasi hazretlerini anlatıyor olması dolayısıyla Necip Fazılın esere verdiği kıymet de tam anlamı ile müridanedir. “Bu eser, dünyaya gelişimden bu güne kadar en hususi renkleri, çizgileri ve sesleriyle hayatımın hikâyesi ve asıl O’nu tanıdıktan sonra manasını anlamaya başladığım vücut hikmetinin bende tecelli eden yakıcı ifadesidir. Bu bakımdan kendilerini görünceye kadar malik olabildiğim bir buçuk esere nispetle bugün 60 cildi aşan ve hepsini birden onura borçlu bildiğim eserler arasında, şimdikinin başköşeye oturtulması lazım ve en mahrem iç ve dış iklimlere doğru bir belirtiş olarak takdim ederim.” İfadeleri bunu gösterir.

“O ve Ben” her şeyini inandığı idealler için feda etmiş bir büyük mütefekkirin, damarından kalemine kan çekerek yetişmesine uğraştığı bir nesil için en mahrem ve en hususi kalması gereken bir yönünü, seslerin, sözlerin, işaretlerin ardındaki sırlı dünyasını paylaşma çabası… Tam da Yunus gibi:”Ballar balını buldum”/ Kovanım yağma olsun” dercesine…

M.Lütfü Arslan yorumu.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

büyük incelik;

 

Hz. Muaviye'yi soran birine:

"-Sen bir sahabi hakkında ne dersin?"

-Radıyallahu Anh-Allah ondan razı olsun derim.

"-İşte o kadar"

(sayfa 194-195)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.

 

Arkadaşlar bu O ve Ben adlı şiir kitabının içinde mi yoksa Üstad'ın başka bir kitabında mı ?

 

''Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel,

Bir akşamdı ki, zaman donacak kadar güzel."

 

“Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;

“Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!”

 

Peki bunlar O ve Ben şiir kitabına mı ait arkadaşlar ?

 

 

Gerçekten çok güzel sözler ve hakikat. Bazı şairler vardır yazar güzeldir ama hakikat değildir. Üstad yazar hem güzel olur hem de hakikat olur...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.

 

Bahsettiğiniz şiir Çile:Tam otuz yıl şiiri sf:40

 

 

Arkadaşlar bu O ve Ben adlı şiir kitabının içinde mi yoksa Üstad'ın başka bir kitabında mı ?

 

Efendim öncelikle O ve Ben Üstad'ın şiir kitabı değil otobiyografi kitabı...

 

 

''Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel,

Bir akşamdı ki, zaman donacak kadar güzel."

 

Çile:Allah dostu başlıklı şiiri sf:81

 

“Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;

“Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!”

 

Çile :Mürşid şiiri sf:82

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kitap'tan hoşuma giden iktibas:

 

"Vehim ve şüphe! Beni ısıran vehim ve şüphe akrebini hiç bir insan gözü görmedi. Bakınız:

-Sakın bu dünya, göze görünür ve görünmez herşeyiyle doğacak bir çocuğu kandırmak için, bütün insanların birlik olup uydurduğu müthiş bir yalan olmasın? Ve sakın o çocuk ben olmayayım?

Bana öyle geliyor ki, her hangi bir coğrafya mevkiinden, herhangi bir hadisenin sebep ve neticeine kadar bütün yeryüzü tecelleri bu müthiş yalanın korkunç nizamından ibaret... Mesala Şimal Kutbu diye bir yer yoktur; annem beni doğurmamıştır; iki kere iki dört etmez; tarih baştan başa uydurmadır; şu dakikada filan devletle falan hükümet, aralarında sadece harp taklidi yapmaktadır; tabut içinde gidenler de mahsus kaskatı kesiliyor ve mahsus dudaklarını kıpardatmıyor!!!

Ve kapıları, penceleri, sukutları, soğukkanlılıkları tekmeleyip avaz avaz haykırmak itiyorum:

- Doğrusunu söyleyin; bana doğrusunu söyleyin! Hepiniz birden, bütün kanunlarınız ve bütün müesseselerinizle elbirliği edip bir insandan, meçhul bir insandan bütün hakikati gizleyebilecek tecrübedesiniz! O insan benim işte! Söyleyin bana herşeyin doğrusunu!... Eşya ve hadiselerin peçesinin kaldırın ve içyüzlerini gösterin!

Ve belki de tımarhanedeki deliler kursaklarındaki sırrı artık ağızlarından kaçıracak kadar ruhları zayıfladığı içindir ki, böyle demir parmaklıklı kümeslere kapatılmışlardı"

S-100-101

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

Bahsettiğiniz şiir Çile:Tam otuz yıl şiiri sf:40

 

 

 

Efendim öncelikle O ve Ben Üstad'ın şiir kitabı değil otobiyografi kitabı...

 

 

''Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel,

Bir akşamdı ki, zaman donacak kadar güzel."

 

Çile:Allah dostu başlıklı şiiri sf:81

 

“Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;

“Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!”

 

Çile :Mürşid şiiri sf:82

 

Çok özür dilerim kardeşim ve teşekkür ederim... Bilgisizliğimi mağzur görünüz.

 

Ve de Üstad'ın Çile eserini baştan sona okumuştum şimdi hatırladım :( Onlar oradaydı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Okumaya başladım ama daha bitirmeden beni etkileyen kısmını yazayım dedim. Hisli olmamdan mıdır, yoksa kardeşlerime olan deli/divane bağlılığımdan mıdır bilmem ama şurası müthişmiş...

 

Kız kardeşim Selma öldü. Annem, ikinci kattaki salon - sofada, orta yerdeki sedirin üstünde, yüzünü tırnaklariyle gererek çığlık çığlık ağlamakta... Yanında onu sükûnete getirmeğe çalışan, mahzun tavırlı iki erkek... Dayılarım...

 

Üstünde beyaz gelin tülleri uçuşan küçücük tabut, konağın selâmlık kapısından çıkıyor...

 

Annem Selma'cığın ölümünden öyle sarsıldı ki, ağır beyin hummasına tutuldu. O hastalıktan da kalkıp verem oldu.

 

Annemi büyük dayımın yanında, İsviçreye gönderdiler. Orada bir sanatoryumda bir müddet kalıp İstanbul'a döndü.

 

Bu devre benim, tekrar kitaplara dalıp hassasiyetimin en had derecelere ulaştığı çığır...

 

Hele Vaniköyünde, Serasker Rıza Paşa yalısındaki «Rehber-i İttihat» mektebinde, ilk defa tattığım yatılı talebe acısıyle, Rıza Tevfik'in «Selma sen de unut yavrum» şiirini okuyarak, Boğaziçi'ne bakan büyük pencereler önünde döktüğüm gözyaşları...

 

Selma'ya ait bir hatıram sonra sonra beni yakacak hale geldi:

Büyük babamdan kıpkızıl bir lira çeyreği kopardığım bir gün, onu Selma'ya göstermiştim. Yavrucağın elinde, hafifçe ısırılmış, mini mini dişlerinin izini taşıyan bir elma vardı. Lira çeyreği o kadar hoşuna gitmişti ki, o ebediyen mahzun, yahut hüzün ebediyetiyle dolu gözlerini bana dikmişti de:

 

- Ağabey, demişti; bu elmayı sana vereyim de o parayı bana ver! Biraz ısırdım ama, "ziyanı yok, değil mi?

 

Pırıltılı lira çeyreğini vermiş, fakat elmayı da almak gibi bir gaflete düşmüştüm.

 

Sonra sonra dövündüğümü hatırlıyorum:

 

- Ah, niçin lira çeyreğini verdim de, hafifçe ısırılmış elmayı kendinde bırakmadım? Niçin «O da senin olsun!» diyemedim.

Hayatımın ilk büyük vicdan azabı budur.

  • Like 6

Share this post


Link to post
Share on other sites

Neden hep mevzu ölüm?.. İçim eriyor, merhamet hastası oldum çıktım..Aklıma geliyor bazıları, annemin yokluğu bilemem belki ben göçeceğim evvelden..İçim eziliyor böyle tarifi o kadar güç ki..Gözlerim dolageliyor.Ölüm güzel şey ayrılık olmasaydı demiş ya şair hakikaten öyle..Ölüm demişken Merhum Ahmed Davudoğlu'nun "Ölüm Daha Güzeldi" eseri çok güzelmiş okumak nasip olmadı. Onu da yazayım dedim.

 

İktibasta geçen Selma Sen de Unut Yavrum adlı şiiri merak ettim ve buraya taşıyorum, gerçekten çok hoş işlenmiş o his..

 

 

Selma...Sen de Unut Yavrum!

Bir akşamdı, evimizde ecel kanat germişti,

Anneni - bir cellad gibi - vurup yere sermişti.

Ölüm ile pençeleşen bir hayatın güreşi,

Sekiz yıldan sonra dinmiş; nihayete ermişti.

Adalar'ın denizinde batan akşam güneşi

Sönük, ölgün ışığını çamlıklara dökmüştü.

Evde yoktun, sonra geldin, dağda kırda gezmiştin;

Lâkin bilmem bu yokluğu nerden, nasıl sezmiştin?

Güzel ela gözlerine bir öksüzlük çökmüştü,

Gözyaşımda dehşetli bir sır arayan gözlerin,

Issız kalan vicdanıma karanlıklar serperdi.

'-Baba! Annem nerde? ' dedin,hep tüylerim ürperdi:

Hançer gibi ta ruhuma battı yaman sözlerin.

O gün bugün 'Annem nerde? ' diye ba'zı sorarsın,

Gülümserim gözyaşlarım sakin sakin akarken;

Uzaklarda bir şey arar, ufuklara bakarken,

Benim dalgın gözlerimde hayalini ararsın.

O tâli'siz bi-çareyi bak ben bile unuttum,

Gönlümdeki iniltiyi ninnilerle uyuttum.

Unut kızım, sen de unut, anma artık adını;

Yabancıdır bize, sorma o zavallı kadını.

Sorma kızım, sorma yavrum,ben de bilmem nerdedir;

Onu örten kara toprak bir karanlık perdedir.

'O ağaçlar neresidir? ' diye sorma güzelim!

Gel, seninle yapayalnız çamlıklarda gezelim.

O ağaçlar batıp giden güneşlerin gölgesi;

O serviler hayal olan varlıkların ülkesi.

Bak bu yanda daha dil-ber fidanlar var, kuşlar var;

Beyaz, penbe çiçek açmış gelin gibi ağaçlar.

Bahar olmuş bak her yere hayat nuru saçılmış,

Gözyaşların döküldüğü yerde güller açılmış.

Güneş senin, bahar senin, bak sen de bir çiçeksin;

Gül ki, benim küskün gönlüm o gülüşe özensin,

Sessiz dağlar kahkahana cevap versin, bezensin.

Ölüm şeklindeki sırrın ma'nasını düşünme

Gölge gibi bir varlığın ru'yasını düşünme

Sabahı yok, nihayetsiz karanlıklar içinde

-Bir kıvılcım gibi- bir an beliririz, söneriz.

Varlık budur benim için, hatta senin için de;

'Bir hakikat var mı? ' derken bir hayale döneriz.

Nice yüzler gördüm, geçti - ben unuttum- besbelli;

Her çehre bir hayalettir bu süreksiz ru'yada

Unut yavrum, sen de unut! . Bu ölümlü dünyada

Her cefayı unutmaktır bizler için teselli.

Sonbaharın matemini gözlerimde okuma! ...

 

(Serâb-ı Ömrüm) -1903

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Share this post


Link to post
Share on other sites

üstatla ilk tanıştığım eseriydi bu esere kadar çok zeki hazır cevap birinden öteye geçememişti benim için... lisede edebiyat kitabında okuduğum dönem şairinden fazlası hiç değil. tevafuk o ki kitap bikaç sene evvel benim olmadığı halde döndü dolaştı beni buldu aslında başka zaman olsa okumazdım sanırım o an okutuldu meğer çoğu insanın dönem dönem yaşadığı bu gel gitleri okumam şartmış.bakış açım değişti üstada karşı diğer insanlara hatta kendime karşı sonrası mı? sonrası sökülen iplik gibiydi bir kitabı o şiiri derken üstadım oldu okumayan arsa tavsiye edebilceğim müthiş bi kitaptır

Share this post


Link to post
Share on other sites

Müridine bak Şeyhini tanı...!

 

Bir gün bir doktor bana dedi ki :

-Efendinin büyüklüğüne delil aramaya ne hacet ! Senin gibi birini bu hale getirmesi yetmez mi?

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Benim Efendim!

 

Çocukluğumda ve ilk gençliğimde,masal gibi bir rüya ikliminden topladığım karanlık ve karışık haberlerin,apaydınlık ve dümdüz gerçeğini bana sen verdin...

Şimdi bırakacak mısın beni,bir solucan gibi toprak üstünde sürünmeye ...

Bilip de cahil,anlayıp da unutkan,görüp de kör ,duyup da hissiz kalmanın felaketine düşmeyeyim..!

******

 

Sabah namazlarına kalkamamanın.yığılıp kalmanın,sızıp silinmenin acısiyle döğündüğüm bir gece,güneşim doğmasına tam 23 dakika kala,sol elime ,tak,tak,tak,üç kere vurup beni dehşetler içinde yerimden fırlatan ve içinde tek telkin ve nefsimi aldatma hissi bulunması imkansız bu harika karşısında aklımı çatlatan sen değil miydin?

 

Bu tecelli karşısında büsbütün köpekleşmiş,son nefesime kadar Kapı'nın köpek kulubesinde ve o köpeğe mahsus liyakat şartları içinde kalacağıma söz veren benim!!!!

Share this post


Link to post
Share on other sites

VE BİTİŞ...

 

Benim avuçlarımdan süzülen ,işte o kaynaktan aldığım sudur ve bu suyun eğer bulanık bir tarafı varsa nefsime,nurani özüde O'na aittir.

Bugünün yeşillikler ve pırıltılar içinde suyu arayan ceylan gençliği o pınara koşsun...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
Besmelesiz kesilen hayvanların etlerini yemekteki mahzuru öne süren birine dediler:

 

- Sen yerken Besmele çekiyorsun ya; ona bak!..

 

Bu düstur üzerinde eklemek istedikleri olan var mı? Çünkü burası pek çoğumuz için bir soru işareti oluyor. Bu hal yalnızca Besmele ile kesilip kesilmediğinden emin olmadığımız hayvanlar için mi geçerlidir, yoksa Besmelesiz kesildiği kesin olan hayvanlar için de geçerli midir? Özellikle yurtdışına çıktığımızda bu mevzu bizi epeyce zorluyor, yiyecek adam gibi bi şey bulamıyoruz.. Bunu okuduğum iyi oldu valla. :)

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest
This topic is now closed to further replies.

×
×
  • Create New...