Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
NFK-Fan

Ayın Kitabı-Aralık 2012: Aynadaki Yalan

Recommended Posts

Selamlar,

 

Aralık ayı içerisinde, Ayın Kitabı aktivitemizde Üstad'ın farklı bir türde kaleme aldığı Aynadaki Yalan adlı eseri inceleyeceğiz. Üstad'ın kendi hayatındaki değişim çizgisini ve gençliğinde içinde bulunduğu çevreyi yansıtan bu eseri bilmek, onun roman yaklaşımını anlamamıza da yardımcı olacaktır. Ayrıca Üstadın kafasındaki ideal gençlik kavramını irdeleme konusunda bu eserin doğru bir hareket noktası olacağını düşünüyoruz.

 

Son ay, belki de nisbeten kalın bir kitap seçtiğimiz için, katılımda bir düşüş göze çarptı. Bu ay hacimce daha küçük olan ve ulaşmanın daha kolay olduğu bir eser seçtik. Bu arada, gelecek aylarda incelememizin faydalı olacağını düşündüğünüz kitapları da bize bildirebilirsiniz.

 

--- Önceki Kitaplar ---

* Kasım 2012 - Benim Gözümde Menderes

* Ekim 2012 - Reis Bey

* Eylül 2012 - Bir Adam Yaratmak

* Ağustos 2012 - O ve Ben

* Temmuz 2012 - Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'ın çaycılığınıda yapan bakan Taner Yıldız'ın favori kitabı Üstad'ın Aynadaki Yalan romanıymış.Bakan Yıldız , kadın-erkek ilişkilerinin en iyi bu kitapta olduğunu söylüyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın hayatından kesitlerin olduğu,roman kalıplarında yazılmış sürükleyici bir eserdir. Roman deyince içi boş bir roman sanmayın ki zaten işin içinde Üstad olunca, Necip Fazıl'ı bilenler Üstadın bu şekilde gayesiz bir kitap kaleme almayacağını bilirler. Bu kitapta buram buram fikir var. Derinlemesine analizler ve değerlendirmeler var.

 

"Batının büyük mustaripleri,hakikat dağına tırmanış yolunda İslam velilerine nispetle çıkmaz sokağın cüce piyonlarıdır.Istırap felsefesine,hafakan hikmetine kadar ulaşırlar da yine yolda kalırlar ve büyük oluşu bulmaya yakın,büsbütün kaybederler. Dönüp dolaşıp yine akılda kalırlar ve aklı akılla yenecek seviyeye tırmanamazlar. Tırnakları kan içinde,tututndukları kayalardan,aklın bütün cicili bicili oyuncaklarıyla beraber düşerler.

Akılla başlayıp sonunda aklı tüketen İmam Gazali çapında bir fikir çilekeşi gösterilebilir mi Batıda?"

 

(Aynadaki Yalan Sayfa 70)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mecnun'un Leyla'da ,Naci'nin de Hatçe'de bulduğu ve herkesin bulmaya mecbur olduğu kurtuluş yolu...

 

''-Hayır Hatçe,ben seni yaradanı,Allah'ı istiyorum!!!''

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Üstad'ın, geçmişden günümüze alışılagelmiş roman türlerinden farklı, diğer romanlara nispetle aralarında derin fark uçurumları bulunduğuna ve bu derinliğin asla doldurulamayacağına inandığımız romanı, Aynadaki Yalan. Klişeleşmiş roman türlerinde, sık sık karşılaştığımız kelime hokkabazlıklarıyle uyandırılan suni heyecan, kof diyalektiklerden müteşekkil kuru akıcılık, ruhsuz, köksüz, gayesiz roman, Üstadın roman anlayışına taban tabana zıttır. Üstad'ın zaviyesinde roman, hakikatın sesi olmalıdır ve yine hakikat ölçüsüne sadık kalmak koşuluyla öteler aleminin kaygısını yüklenmeli ve bu şuuru aksettirmelidir. Aynadaki Yalan romanını diğer romanlardan ayıran en bariz hususiyetlerden biriside romanın ulvi bir keyfiyete haiz olması ve manevi bir misyon üstlenmesidir.

 

Üstadın roman hakkında bahsi geçen fikirlerinden bir iktibas;

 

"Halbuki roman, yerle göğü birleştirici mahiyetiyle insan ve toplum harekiyet ve seyyaliyeti içinde en ulvi ve münezzeh mânaya kadar ulaştırılabilir. Ve artık toprak üstü sefil mananın yerde bırakılması şartıyle mefhum ve mahiyetini değiştirerek Frenklerin ( Ekritür – Destine ) , Müslümanların da ( Alın yazısı – Kader ) dediği takdir kalemindeki hikmete yol arayabilir. O zaman karşımıza süfli mânasiyle roman değil, ulvî keyfiyetiyle İlahi sanat çıkar ve roman dize gelir. **(Kafa Kağıdı, Büyük Doğu Yayınları, 2. Baskı / s. 7-14)"

 

Ve Roman..

Romanın başkarakteri olan felsefe öğrencisi Naci, adeta buhranlar anaforu içerisinde fikri ve ruhi derin sancılar çekmektedir. Uzun soluklu sancılarla kıvranan sıkıntılarla cebelleşen Naci, bir çıkmazın içerisindedir fakat bunun idrakinde değildir. Bütün hadiseler Naci'nin etrafında cereyan eder ve gelişmeler, karakterler onun etrafında şekillenir.

 

Genel itibariyle karakterler; Naci, Belma, Mine, Hatçe, Ressam Abid, İmam ve Hüsmen Ağa'dan oluşmaktadır. Naci'nin gözünde Belma, beyni parçalayan bir ur olarak vasıflandırılırken Mine bir diş gıcırtısından ibarettir. Hatçe ise Naci'nin bulmak istediği erdirici özelliklere sahip ideal bir kadın tipi. Roman Üstadın Yılanlı Kuyu olarak nitelediği dünyada, tek kurtuluş yolu olan tasavvuf yolunun bulunmasına ve bu yolun arayışı içerisine girilmesinin zaruri olduğuna işaret eder. Yaratılış gayesinden yola çıkarak yaşam ile ölüm arasında bireye, topluma ve sosyal planda nizama, hayatın süfli ölçülerden sıyrılarak ahlaki, mantiki ölçülerde en güzeli ve en doğruyu bulma yolunda idame ettirilmesine kadar ne varsa her şeye değinilmiştir. Kur'an ve Sünnetin ışığında bu şaşmaz, sarsılmaz ölçüler yegane kıstas kabul edilerek dini, siyasi, iktisadi, içtimai mevzulara açıklık getirilmiş ve sorunlar bu minval üzerinden çözülmeye çalışılmıştır.

Naci bir nevi Üstadın Sahte Kahramanlar adlı eserinde yer verdiği Özlediği Nesli sembolize etmektedir. Özlediği gençte aradığı vasıfları Naci'de temayüz ettirir. Bu vasıfları başlıklar halinde hatırlayacak olursak;

 

1. Aşk

2. Üstün Akıl ve Sır İdraki (Romanda sır idrakine çok defa atıfda bulunulmuştur.)

3. Nefs muhasebesi

4. Eşya ve Hadiselere Tahakküm ve Onları Tasarruf Mizacı

5. Aksiyon Ruhu

6. Gözü Karalık

7. Fedakarlık ve Disiplin

8. En Derin Merhamet İçinde En Keskin Şiddet

9. Başta Samimiyet, Her Şubesiyle O'nun Ahlakı

10. Zarafet ve Estetik

11. Tek Ümmet Modeli Olarak Sahabiyi Almak

 

Naci karakteristik bakımdan bu faziletlere liyakat gösterir ve üzerinde taşıdığı vasıflarıyla özlenilen nesli hakkıyla temsil eder. Üstad romanında sır idrakine çok fazla atıfda bulunmuştur çünkü sır idraki asıl gayeye kapı aralayabilmek ve mesafe alabilmek bakımından temel istinad noktasıdır. Tasavvufda öyle mertebeler ve öyle konular vardır ki salt kuru akıl ile bu meseleleri kavrayabilmek mümkün değildir, yola tabi olan salik maddi ve manevi sırları idrak edebilmek, esrarın künhüne vakıf olabilmek için mutlak surette bir yol göstericiye muhtaçdır ve bir Mürşid-i Kamile intisap etmek zorundadır. "Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız; Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız!" tabi olduğu veliye ithafen söylenen bu sözler belli bir safhadan sonra yedi başlı ejderha hükmündeki nefs-i emarenin esaretinden sıyrılarak, enaniyet mikrobunun kutlu vesileyle öldürülmesi ve asıl işi görecek ruhun devreye girmesini sağlamaktır. İzah üstü meseleler anlaşılabilir kavranabilir fakat izahı kabil değildir. Naci'den beklenen ve ona tevdi edilen vazife, bütün meselelere İslamın projektörleriyle bakması yorumlaması ve yaşamasıdır. Felsefe asistanlığı yaptığı üniversitede, "Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu" adlı eserin nüvesi, çekirdeği mesabesinde farz edebileceğimiz, İslam Tasavvufu ve İnsanlığın Beklediği Nizam adlı doçentlik tezini hazırlar. Bu tez yanlı profesörlerce kabul görmez ama bir müddet sonra batıda yoğun alaka görür. Ayrıca Üstadın, İdeolocya Örgüsünde heykelleştirdiği ulvi nizam Naci'nin tezinde de yansımalarını bulmaktadır. Tezin ihtiva ettiği hususlara kısaca değinecek olursak; "Kapitalizm ve Liberalizm (cemiyet haklarını) Sosyalizm ve Komünizim (ferdin hakkını) Materyalizm ve pozitivizm (ruhun hakkını) çalmaktadır. "Asırlardan bu yana insan, makine putu önünde kendi öz eserine mahkumdur. Akıl yoluyla kuru mantık kumkumaları ve kof diyalektiklerle meydana getirilen izm'ler, zulum, dalalet ve felaket sistemleri toplumu felce uğratmaktan başka bir işe yaramamıştır, tek ve biricik kurtuluş yolu ebediyet nizamı olan İslam'dır. Üstad Allah (c.c) demenin yasak olduğu dönemlerde zerre kadar tereddüt etmez, kişiliğinden, şahsiyetinden, duruşundan taviz vermeden yine Allah demesini bilmiştir, bu defa aynı gür seda ile Naci'nin sesinden hakikatı haykırmış romandaki tabiriyle pembeli, morlu, kızıl gazateleri karşısına alarak söyleyeceklerini onun ağzından söylemiştir. Romanı okuyanlar Naci'den yola çıkarak kahır ekseriyetle Üstadın biyografisi olduğunu öne sürerler. Yaşadıklarıyla, kendine münhasır dava anlayışıyla aynı parelellikte olduğu gerekçesiyle böyle bir kanaat oluşsa da bunu kabul etmek mümkün değildir. Böyle bir intibanın oluşma nedeni Üstada ait fikirlerin Naci'nin düşünce dünyasında hayat bulmasından ileri gelmektedir ama Naci eşittir Necip Fazıl diyebilmek muhaldir.

 

Eserde harikulade psikolojik tahlillere rastlamak mümkündür. Hayatın en önemli unsurlarından biri olan kadın iç ve dış yönleriyle ele alınmıştır. Naci genç ve alımlı olması hasebiyle Belma'nın ağına takılmıştır. Belma, Mine ve Hatçe üçgeninde gel gitler yaşar. Mine solcudur ona karşı pek alaka kesbetmesede zaman zaman gizli ve küçük temayüllerden kendisini alamaz, Mine'ye karşı hissiyat bakımından kendisini daima firenlemesini bilmiştir zaten polemikçi yanını diş gıcırtısı şeklinde yorumlar ve bu durum ona itici gelmiştir fakat o Mine'ye değil Mine ona meyyaldir. Naci kendisini Belma'ya daha yakın hisseder onunla psikoljik bir savaş içindedir. Kadında tuhaf, anlaşılmayan mistik bir halet-i ruhiye vardır. Üstad anlaşılamayan bu ruh halini şöyle çerçevelemiştir.

 

Üstadın nazarında kadın prototipi

 

"Dünyada harplerin en incesi, en girifti, strateji ve taktikte büyük kurmay dehâsına en muhtaç olanı, kadınla erkek arasındaki gizli savaş... *Kadın bir ufuk gibi kaçmayı, yaklaşıldıkça uzaklaşmayı, ama adım başında vaadetmeyi, derken vaadini geri almayı, peşinden tekrar caymış görünmeyi bilen, erkek de civa damlası misali parmaklarından kaçıcı bu yaratığı bayıltıp durdurmayı ve parmağına yapıştırmayı becerebilen..."

 

Naci batıda rağbet gören tezi sebebiyle kendisi için düzenlenen baloya katılmıştır. Baloda nihayet peşinden koştuğu, sürüklendiği, beynini aklını her şeyini istila eden Belma'yı tesiri altına almayı başarmıştır. İşaret edildiği üzere "Parmaklarından kaçıcı bu yaratığı bayıltıp durdurmayı ve parmağına yapıştırmayı becerebilmiş" fakat ona hükmettikten sonra inancına uymadığı için onu elinin tersiyle itmiş, zihnini, ruhunu ondan arındırmış ve uzaklaşmasını bilmiştir.

 

Mine ise "ya benim ol ya benimle ölürsün" diyecek kadar sevdiği Naci'yi sohbet evinde bulur, bir şekilde ikna eder arabasına alır ve birlikte boğaza doğru giderler, aniden kırdığı direksiyonla köprüden uçarlar Mine ölür, Naci kazadan sağ kurtulmuştur.

 

Naci bunca hengamenin ardından askerlik vesilesiyle tanıştığı, ölmek üzere olan Hatçe'nin yanına gider. Hatçe'nin son isteği, Naci ile evlendikten sonra ebediyete evli olarak uğurlanmaktır, teklifi kabul eder ama ondan çok etkilenmiştir. Naci bir gece rüyasında gördüğü Hatçe'nin işareti ile cami cami dolaşıp erdiricisini aramaya koyulur ve Eyüp'de bulur. Naci, mecazi aşkdan geçerek hakikatın yolunu bulmuş Leyla'dan, Mevla'ya geçmeyi başarmıştır.

 

Özetleyecek olursak; Eserde Üstadın hasretle andığı yolunu gözlediği, renk renk ve çizgi çizgi anlatmaya çalıştığı, özlediği neslin bir sülieti müşahede edilmektedir. Bu romanı davasını ve fikirlerini serdettiği eserlerinin, minyatürleştirilmiş hali olarak da telakki edebiliriz. Allah cümlemize Naci gibi muvaffak olmayı nasibi müyesser eylesin ve Üstadımızdan ebeden razı olsun.

 

Dua ve muhabbetle…

  • Like 6

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ya tasavvufun başlangıcı nasıl?

İçinde sükutun yılan ıslığı çaldığı karanlık mağarada bir emir:

"-Diz çök,gözlerini yum ve kalbinden Allah'ın ismini geçir,durmadan geçir!"

Emri veren Kainatın Efendisi,alan da O'nun(sav) en büyük doğrulayıcısı Ebu Bekir...(ra)

Tasavvuf,O(sav) var diye alemlerin yaratıldığı ilk ve son peygamberin,en büyük dostuna batınını,içinin ve bütün iç yüzlerin emanet edilmesiyle böyle başladı

 

(Sahife 71)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Boş konuşuyoruz, boş!.. Bütün bir ömür içinde söylediğimiz bir milyon kere bir milyon lâf, arayıp da bulamadığımız tek cümle için Arayıp da bulamadığımız, arayıp da bulur gibi olduğumuz, bulur gibi olup da yine elden kaçırdığımız, elden kaçırıp da tekrar bulur gibi olduğumuz, tekrar bulur gibi olup da artık aramaya lüzum görmediğimiz tek cümle için... O cümle nedir, o cümle?.. Ben o cümleyi bilmiyorum Fakat bütün mevcutlarla beraber, bütün cümlelerin, içinde eridiği ve yok olduğu tek bir kelime biliyorum. Her ân söyleyip de hiçbir ân hakikatine yaklaşamadığımız ve yaklaşamayacağımız tek kelime: Allah

 

--Gerisi boş, bomboş konuşmaktan, bir hastalıklı dırdırdan başka nedir ki?.. Keşke ben Allah kelimesinden başka, ağzından tek söz çıkmayan bir dilsiz olsaydım..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Batı kendisine yeni bir çağ arıyor.Sanatıyla,edebiyatıyla,fikriyatıyla yetmezliğin hafakanına tutulmuş bulunuyor. Onun bu en mahrem çizgisini görmeyen sahte inkilapçılar kendi özlerinin koruyucularına "çağdışı" teşhisini konduruyorlar.Batı,maddeyi fethetmekte kendi keşiflerinin makinesine kolunu kaptırmıştır.Şimdi ona tahakküm etmenin ruhi müeyyidesi peşinde...O bu halindeyken bizim onu herşey sanmakta devam etmemiz,Batıyı bir erişmişlik içinde görmemiz,hergün biraz daha ona özenmemiz ve kendimizden tiksinmemiz,felaketlerin felaketi!..İşte bir kaç kelimeyle Batı;ve işte,başta üniversitemiz,bütün müesseselerimizle biz!..

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Türkiye'de kıymeti bilinmeyen ve anlaşılamayan Naci, batının kendisini keşfetmesinin ardından konferans vermesi için davet edilmiş. Ve davetin açılış konuşmasında abideleştirdiği dava taşını gediğine koymasını bilmiş. Alkış tufanı kopartan konuşmanın girizgahını aşağıya alıntılayalım.  

 

"Size, bir serçe yumurtasından kartal çıkarmaya davranmak gibi garip gelecek bir dava üzerindeyim... Memleketinden kovulup dışarıda soylu bir idrak ailesi arayan bu dava, öylesine öksüzdür ki, onu öz yurdumda ve hatta devrim dolandırıcılarının çürüttüğü İslam memleketlerinde savunmaktansa burunları halkalı ve beyinleri fokurdamaklı medeniler dünyasında müdafaa etmek daha ümit vericidir. Bu ülkeler, ceplerinde kaybettikleri güneşi Batının solgun ampüllerinde ararken, siz, artık söndüğünü gördüğünüz bu ampüller önünde güneşi kabul etmeye onlardan fazla istidatlısınız." syf.177

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kitabı okuyanlar, Üstad'ı az çok tanıyanlar, eserin ana kahramanı olan Naci'nin Üstad'ı temsil ettiğini anlamışlardır.

Üstad bu kitapta, her zaman olduğu gibi, çektiği fikir çilesini, roman kahramanı Naci'nin gözünden okuyucuya anlatmaya çalışmıştır.

Benim asıl merak ettiğim, Romanın kahramanı Üstad'ın kendisiyse, diğer karakter gerçekte kimler oluyor.

Mesela Mine kim, Hatçe kim? Husmen Ağa kim?

İşte Üstad'ın yaşadığı fikir çilelerine kitaptan bir örnek:

"Elini etajerin üzerindeki bir levhaya uzatıp sordu:

-Şu levhada ne yazılı?

-Mutu kable entemutu?

-Ne demek?

-Ölmeden ölünüz?

-Müthiş!!

-Siz bu harfleri bilmiyorsunuz değil mi?

-Ne bilelim!!!.. Günümüzde 60 yaşından küçük olanlar da bilmez.

Husmen Ağa sigarasını yakıp derin derin çekti:

-Öyle!!..Anaları, babaları, oğullarından, torunlarından kopardılar.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hayalinde, yan yana Mine ve Hatçe... Medeni sahte ve halis iki madalyon... Üstelik Mine, boynundan yukarısıyla çirkince... Olamadığı kadınısol fikirler etrafında erkek edasiyle arıyor. İsmini koydu: Erkek dişi... Bir kaç dakikat önce gördüğü, şiir gibi içtiği, çarpıldığı Hatçe ise renk ve çizgilerinin ruhunu ne de güzel, ne de tabii heykelleştiriyor.. Katıksız, süt beyaz, gerçekten nefsinden habersiz bakire...

(S-14)

 

Aslında Üstad burada iki tane ayrı dünyaya ait kadını değil, temsil ettikleri dünya görüşünü karşılaştırıyor.

Bu defa, bunu kadın üzerinden dile getiriyor.

İlginç ve bana göre mükemmel...

 

Kitabın başka bir yerinde sözde medeni olan Mine'ye şöyle demektedir.

"Yaşamanın manasını mı soruyorsun?.. Sana göre bir cevap vereyim: Her işte ölümü unutmak faliyetinden başka bir şey değil... Evet, size göre yaşamak bu!!

(S/17)

 

Günümüzde sosyetik ve sosyetik özenti kızlarının yaptıklarını Üstad ne güzel özetlemektedir.

"Olanca çilesi, sabahtan öbür günün sabahına kadar genç ve güzel görünmenin dedikleri tertipleri, reçeteleri üzerinde çabalamak... Üçe taksimli 24 saatin iki bölümünde, tek başına, güzel görünme ve çekiilik kazanma laboratuarına kapanırken, bir bölümünde de vitrine çıkar, elaleme görünür. Belma Hanımefendi, bir işcinin 8 saat çalışmak mecburiyetine tersinden mukabil olarak günde 8 saat yaşar. Geriye kalan 16 saatin verimi işte o 8 saatin içindir"

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yüzlercesinden birkaç tane :

 

Sayfa 12 : Felsefe ha!.. Göğü zıpkınlamak işi Keşke işiniz toprağı bellemek olsaydı!

 

Sayfa 16 : Akıl, kendi kendisini patlatmaktan başka hangi güce sahiptir ki?..

 

Sayfa 18 : En büyük rahat, rahatsızlığa alışmaktır.

 

29 : Mine onun nazarında yalnız arkasındaki manzarayı gösteren bir cam

 

32 : Samimilik yalnız annede

 

63 : Biz, hepimiz, kendimizden başkasını sevmiyoruz! Başkasında sevdiğimiz yine kendimiz

Hayır, ben seni seviyorum!

Seni sevmemi istemeden sevebilir misin?

 

66 : Bir tarafı can çekişir ve ölürken, her tarafına bedel başka bir tarafı canlanmakta,dirilmektedir.

 

75 : Çok defa sırt çevirdiğimiz basitlerin, dilsiz tarafından ne karmaşık mahiyetler taşıdığını sonradan fark ederiz.

 

86 : Batı karbon olmaya mahkum bir dünya

 

94 : Hiçbir harita tasavvuf kahramanlarının çizdiği ruh topoğrafyası derecesinde emin olamaz.

 

107 : İslamiyet evvela inanmayı, sonra da bu inanç etrafında ebediyen yeni ve sağlam bir ruh ve ahlak yapısına malik olmayı emreder.

 

119 : Bu tepeden bakan hakim tavrınızı değiştiriniz!

Madem ki iddiam büyük, tavrımın da mahkum tavrı olamayacağını kabul buyurursunuz!

 

153 : Gözlerini yum ve hiçbir şey düşünme!..

Nerede o saadet

 

156 : Ağaç, vahdet musikisinin ne muazzam şekil senfonisi

 

166 : Yangını kartpostalda seyretmek değil, alevinde yanmak gerek

 

168 : Nefsini ve şeytanı bir mahkeme reisi gibi sanık sandalyesine oturtmaya bak!.. Kelepçelerini çözdürme ve seninle yer değiştirmelerine imkan bırakma!..

  • Like 3

Share this post


Link to post
Share on other sites

Medreseyi, ruhu sımsıkı muhafaza ederek ıslah etmek gerekti. Ayniyle, yeniçeri oçağında olduğu gibi... Bizse onları yıkmak ve yerine ne koyacağımızı şaşırmakla kaldık.(S-100)

 

-Geç!!... Ben seni tutuklayan rejim ölçüsüne seni kafandaki rejim derecisnde inanmadığım için ziyaretine geldim. Seni mazlum gördüğüm için değil, asıl seni tutuklayan zihniyeti zalim bulduğum için...(S-106)

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın roman tadındaki tek kitabı olan aynadaki yalan içerik ve özellik bakımından farklı ve çok anlamlıdır.Batılı dediğimiz adamın İslamiyet hakkında bilmek ve öğrenmek istediği her sorunun ve cevabının mevcut olduğu bir eser.Sadece batı adamının mı bilmek istediği mi mevcut bize bir şey yok mu diyenlerin de sorularına cevap bulabileceği bir şaheser.

 

İslamiyette kadın:

 

îslâmiyette kadın, erkeğin bütün hassasiyet ve ceh-dini mihraklaştıran bir remzdir. O olmasa zürriyet olmaz gibi kuru bir madde ölçüsü bir tarafa, o olmasa erkek ve erkeklik olmaz. İslâmiyet kadını örter ve Hristiyanlık açarken,

hakikatte biri onu mefkûreleştirmekte, öbürü de bayağılaştırmaktadır. Nitekim Hristiyanlığın ruh rejiminde kadından kesilmek, Îslâmiyette ise ona doymak vardır. Kadından kesilmenin bâtıl dini, ahlâk ve hassasiyetini aşıladığı cemiyette kadını kasaplık bir et yığını gibi çengele asmak tezadına düşerken, İslâmiyet kadına gerçek mahiyeti veren hak din olarak onu örter, böylece kadına gerçek değerini vermiş olur ve arada tezat diye bir şey bırakmaz. Fakat bu nükteden, incelikten kim anlar?..

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kitab bence tam Üstadın otobiyografi şeklinde geçiyor.

Benim anlamadığım, Üstad burada hayatını anlatıyorsa, burada vefat eden Mine, Hatçe karakterleri kimler oluyor???

Başka kitaba geçmeden bilen bir kişi bunu yanıtlarsa çok sevinirim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kitab bence tam Üstadın otobiyografi şeklinde geçiyor.

Benim anlamadığım, Üstad burada hayatını anlatıyorsa, burada vefat eden Mine, Hatçe karakterleri kimler oluyor???

Başka kitaba geçmeden bilen bir kişi bunu yanıtlarsa çok sevinirim.

 

Kitap bittiğinde akla ilk gelen soru bu oluyor.''Üstad'ın otobiyografisi mi?''İçerik bakımından üstadın hayatının birçok sahnesinin yer aldığı bir gerçek ama kesin otobiyografisi teşhisini koymak yanlış olur kanaatindeyim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Miralay'ın sorusuyla ilgili söyleyeceklerimiz bir dedikodunun zikrinden öteye geçmeyeeceği için aslında konuşmamak daha doğru olabilir. Fakat Naci karakteri, her ne kadar kurgusal bir roman kimliği olsa da Üstad'ın otobiyografisinden yoğun izler taşıyor, dolayısıyla insanlar diğer karakterlerin de gerçek hayattaki kişilerden uyarlama olabileceğini düşünüyor. Bu sorular zamanla insanın kafasına takılıp rahatsız edici hale dönüşebiliyor. Bu sebeple, bunun sadece basit bir magazinel iddia olduğunu baştan vurgulamak kaydıyla Mine'nin Mina Urgan olabileceğinin söylendiğini yazabilirim. Hatçe hakkında ise herhangi bir tespit bulunmuyor. Bizim bildiğimiz kadarıyla da Üstad'ın hayatında onunla doğrudan uyuşan bayan bir karakter yok.

 

Saygı ve selamlarımla

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest
This topic is now closed to further replies.

×
×
  • Create New...