Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
HİÇ

Mekke'de Yıkımın Canlı Şahidiyiz!

Recommended Posts

Mekke’de yıkımın canlı şahidiyiz!

 

 

Şu günlerde Mekke’de Osmanlı revaklarının yıkılışının canlı şahidi olarak bulunuyoruz…

Zihnimizde günlerdir Süleyman Nahifi’ye ait olduğunu sandığımız bir beyit dolaşıp duruyor:

Her kime Kâbe nasib olsa, Huda rahmet eder

Her kişi sevdiğini hânesine dâvet eder

Gerçekten dâvetli miyiz?

Ehli-i irfanın ifadesiyle, “buraya dâvetsiz gelmek mümkün değil”! Hac için üç yıl önce müracaat ettiğimiz halde sıramız bir türlü gelmiyor, âni bir kararla Kaşgar ve Endülüs seyahatlerinde beraber olduğumuz Mehmet Sılay’la birlikte umreye niyetleniyoruz. Olan biteni görünce, hele de bu günlerde, 2013’ün ocak ayı sonu ve şubat başında, Mekke’de bulunmamızı bir şâhitlik çağrısı olarak görüyorum.

Konuyla ilgimiz okuyucularımızın malûmudur. Tarihî çevre konusundaki hassasiyetimiz bizi bu mevzularla meşgul olmaya sevk etti. Geçmiş yıllarda konuyla ilgili olarak bir hayli yazdık, çizdik. “Yaşayan Geçmiş” ve “Kaybolan Şehirler” isimli belgesellerin yapımında emeğimiz geçti. Büyük şairimiz Mehmed Âkif’in Ankara’da bulunduğu zaman ikamet ettiği Taceddin Dergâhı ve çevresinin kurtarılması, yaşatılması mücadelemizi bilenler bilir.

Ankara’nın merkezinde, Hacı Bayram Veli Camii civarının uzun süre belediyece yıkılmaya terk edilmesi üzerine kaleme aldığımız “Mahzun Hacıbayram” yazısının bir dönüm noktası olduğunu düşünüyoruz. Hacı Bayram Camii ciddi bir onarımdan geçirildi. Çevresi tanzim edildi ve şu sıralar sivil yapıların ihyası için hummalı bir faaliyet göze çarpıyor.

“Şehir ve kutsal” konusu üzerinde kafa yorduğumuz için Eyüp Belediyesi’nin sempozyumuna davet edildik ve orada “Yaşayan Sultanlar: Semerkand’da Şah Zinde, İstanbul’da Eyüp Sultan” başlıklı bir tebliğ sunduk. İstanbul’un fethi seferine yaşlı hali ile katılan Peygamberimizin Medine’deki ev sahibi Eba Eyyub el Ensari’nin İstanbul’daki türbesi ve çevresinde oluşan yapılaşma ile Semerkand’ın fethine katılan Resulullah’ın amca oğlu Kusem bin Abbas’ın şehid düştüğü yerde yapılan türbe ve zamanla etrafında teşekkül eden külliye hakkındaki bildirimiz ilgi ile karşılandı.

Bir seneye yakın zamandır gündemde olan Çamlıca Camii projesi ile ilgili ilk yazılarımız da kamuoyunun malûmudur. Burada, büyük cami yapmak değil, çevreye uyumlu, cemaati gözeten, aynı zamanda güzel ve mütenasib bina yapmanın esas olduğunu, camilerin, mabedlerin yüksek yerlere yapılmasının onların kadrini yükseltmeyeceğini, Kâbe örneğine dikkat çekerek ifade etmeye çalıştık.

Evet Kâbe, dağlık ve kayalık Mekke’nin irtifaı en düşük yerinde bina edilmiş… Mabudlarını yüceltmek için yüksek tepeleri seçen putperest dinlerin aksine.

Suudilerin benimsediği dini görüş, Vehabilik tarihe ve tarihî olana düşman bir akım. Bu yüzden birçok tarihi eser ortadan kaldırılmış durumda. Henüz ayakta bulunanlar da sırasını bekliyor!

20. yüzyılda devletleşen Suudilik, kendisinden öncesini umursamıyor. Ama kendi kısa tarihini önemsediğinden şüphe yok. Her yerde Suudi kralların isimleri ve resimleri var. Resimle arası iyi olmaması gereken bu anlayışın resmi dairelerde ve işyerlerinde kralların resimlerinin asılmasına nasıl müsaade ettiğinin bir açıklaması olmalı.

Mekke’de sadece tarihi yapılar ortadan kaldırılmıyor, tabii çevre de bu müdahaleden nasibini alıyor. Tepeler, dağlar düzleniyor.

Eski bir belediye başkanı şehircilik gözüyle bakınca şunları söyledi: “Kâbe’yi kuyunun içine atmışlar!”

Söylediği doğru: Kuyunun başına varmadan içindekini göremiyorsunuz!

Suudilere gelinceye kadar, Kâbe Mekke’nin en görünür yapısı idi. Onun etrafına yapılanlar Kabe’yi örtmüyordu. Hele Osmanlıların yaptığı (önce Kanuni zamanında, sonra şiddetli bir sel yüzünden 4.Murat zamanında) revaklar, Kâbe dikkate alınarak hem daha alçak, hem de sade, basit ve süssüz olarak yapılmıştı. Kemerler Kâbe’yi kapatmıyor, çevreliyor. Önemini böylece ortaya çıkarıyor.

İlk Suudi yapıları Mekke ile Kâbe’nin ilişkisini kesti. Artık Kâbe Mekke’yi göremiyor, Mekke de Kâbe’yi… Mekke Kâbe’ye hasret, Kâbe de Mekke’ye.

Osmanlı revaklarının yıkılışını ayan beyan görüyoruz. Kırıcı ve deliciler durmaksızın çalışıyor. Dört küsur asırlık kemerler, Kâbe’nin dört asırlık şahitleri yok ediliyor.

Bir tarih cinayeti işleniyor. Fakat hiç kimsenin sesi çıkmıyor! Dünya bu cinayete seyirci kalıyor…

 

D.Mehmet Doğan / Yeni Akit

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mimarî masum mu?

 

 

 

Harem-i Şerif’de büyük tadilat…

Osmanlı revaklarının sökülmesine başlanmış, yıkım bütün hızıyla devam ediyor. Yıkılmakta olan revakların önüne revakların resmini muhtevi bez gerilmiş. Kırma ve delme cihazlarının tarakasından ibadet zorlaşıyor.

Son haber: Revakların tamamı değil de bir kısmı yıkılacakmış!

Her tarafta inşaat, toz toprak… Harem’e yeni binalar ilâve ediliyor.

Mekke’yi asıl dönüştüren binalar bitmiş!

Harem’in etrafı kral sarayı ve ünlü beynelmilel otellerin şubeleri ile kuşatılmış. “Zemzem Tower” bir ucube olarak Kâbe’nin tam karşısına dikilmiş! Kıral Abdülaziz’in vakfı imiş! Altı AVM, üstü otel, daha üstü kıral sarayı, en üstte saat kulesi var. Bu durumda Kâbe’ye en tepeden o (kıral, İngilizcesini tercih ediyorlar “king”) bakacak! Bilmem kaç katlı ve çok bloklu binanın en tepesinde hilâl, yani alem var. Saatte lâfza-i celâl, Allahuekber ve onun altında kıraliyet alameti çapraz iki kılıç ve hurma ağacı daha altta besmele ve değişen âyetler. (Bir ara “ve kına azabennar” ibaresini gördüm!)

Mimarî masum mu?

Zamanında geniş coğrafyaları kasıp kavuran Orta Asya’nın son cihangiri Timurlenk’in, “bizim kudretimizden, iktidarımızdan şüphe edenler, inşa ettirdiğimiz eserlere baksınlar” dediği rivayet edilir.

Timur Anadolu’da yıkıcı, Türkistan’da yapıcıdır. Çok büyük ve gösterişli mimarî eserler bırakmıştır. Ismarladığı bazı eserlerin şanına layık büyüklükte olmadığı kanaatine vardığı için (sefer dönüşlerinde) yıktırıp yeniden daha mutantanlarının yapılmasını sağlamıştır.

Elbette iktidarla yapı arasında bir bağlantı vardır. Bunu mimarlık tarihi de doğrular.

Kâbe ise bütün mimarlık kavramlarını en baştan reddeden bir yapı. İsminden anlaşılabileceği gibi “küb”şekilli. Fakat muntazam bir küb değil. Kamil mânada küb sayılamaz. İnsanlık tarihinin Allah’a adanmış bu ilk, sade ve basit yapısı “en mükemmel” olan Yaradan için mükemmel olmayan, yaradılanın, insanın, gönülden, samimi bir adağı…

Allah’ın evi, yani Beytullah!

Kâbe’yle mimarlık kavramlarını, ölçülerini kullanarak yarışmak mümkün değil!

Fakat Kâbe’yi mimarî ölçülerle küçültmek mümkün!

Şeklen önemsizleştirmek, görünürlüğünü engellemek, manzaradan silmek mümkün.

Etrafındaki bütün nisbetler büyürse, Kâbe daha küçük görünür. Hatta görünmez olur!

Osmanlı bunu samimiyetle gözetti. Kemerleri, revakları Kâbe görünecek yükseklikte yapmak için azami dikkat sarf etti. Kemerler Kâbe’den yüksek yapılmadı, duvarlar Kâbe’yi asla örtmedi. Harem mescidi asla saray gibi tasavvur edilmedi. Kemerler Kâbe’yi tamamlayan mütevazı bir çevre yapı olarak bina edildi.

Osmanlı’nın koyduğu ölçü sonraki bütün mimarî hamleleri alt üst ediyor, geçersiz kılıyor.

1950’lerinde sonunda ilâve edilen Suudi yapıları hayli süslü fakat güzel değil, Osmanlı kemerleri ise sade, yalın ve fakat güzel. Güzelliği nisbetlerinde ve tabiliğinde aranmalı. Çevreden çıkarılan sarının tonu taşlar kullanılmış. Bu renk tonu zenginliği Kâbe’yi çevreliyor. Kara donlu (elbiseli, örtülü) Beytullah’ın etrafında koyu kahverengiden açılan kemerler sarıyor. Müthiş bir uyum, eski ve fakat güzel, etkileyici bir çözüm.

Çözüm tabiî olduğu için rahatsız edici değil. Çok da dikkat çekmiyor. Zaten dikkat çekmemesi gerekiyor. Asıl dikkatin Kâbe’ye yönelmesi lâzım çünkü.

Osmanlı kemerleri yıkılınca bu tabiiliği esas alan ölçü de ortadan çekilecek. Kıyaslama yapma imkânı kalmayacak.

Suudluların 1960’larda yaptığı ilâveler, birinci sınıf bir saray olmamakla beraber “saray” kavramı ile açıklanabilecek bir yapılaşma.

Müslümanların zamanımızda gelişen ulaştırma imkânları sonucu artan hac ve umre taleplerinin böylece karşılanabileceği iddiası, bugünden geçeriz hâle geldi. Çünkü bu yapılar geniş mekânlara rağmen ihtiyacı karşılayamıyor.

Osmanlı kemerleri 4 asırdan fazla vazife yaptı, hâlâ da kalması hacca, ibadete engel teşkil etmiyor, fakat Suud yapıları hiçbir gerçekçi çözüm sağlayamıyor. Bugün tasarlanan ve kimsenin mahiyetini tam mânasıyla bilemediği yapılaşma da geçici bir çözüm olabilir belki. Daha öncekinin çözüm olmadığını, ikinci nesil gördü. Yenisinin kaç sene dayanacağını, yaşayanlar görecek.

 

D.Mehmet Doğan / Yeni Akit /04 Şubat 2013

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sakın terk-i edepten!

 

 

Bir daha Mekke’ye gelebilecek, Kâbe’yi görebilecek miyiz?

Gelsek bile, şimdi arkasında oturduğumuz Osmanlı sütunları, revakları olmayacak.

Revaklar en tabiî ve basit malzemeden yapılmış. Mermer sütun başlıklarının ön sırada olanları Osmanlı işi. Arka sıradakiların bir kısmı devşirme, muhtemelen yakınlardaki tarihî yapılardan getirilmiş.

Kâbe’nin haremini, tavaf alanını çevreleyen sütunların üstündeki kubbeler bildik Osmanlı kubbeleri değil. Adeta Selçuklu-Osmanlı asker miğferi görünümünde. Üzeri kurşunlanmamış. Alemler taştan. Kubbeler kurşun yerine tamamen mahallî malzeme ile kaplanmış. Arka kubbeler hayli yayvan.

Dendanlar lâle şekilli. İki üç yerde mermer kullanılmış, geri kalanı taş. Bütün kemer aralarında Lâfza-i celâl (Allah) levhaları var. Bazı yerlerde, daha aşağıda, Muhammed ve dört reşid halifenin isimleri madalyon olarak konulmuş. Suudların yaptığı yeni kısımlarda sadece Lâfza-i celâl ve “Allahüekber” yazıları mevcut. Bir de kapılara, merdivenlere Suud kırallarının isimleri verilmiş. Kıral isimleri Kâbe’yi çevreleyen merdivenlerin üzerinde kapı ismi olarak yer alıyor. Bu isimler Kâbe ile karşı karşıya..

Yıkım tamamlandığında dört halifenin ismi silindiği gibi, Haremde Hz. Muhammed adı da silinmiş olacak… Artık Harem-i Şerif’te Muhammed’in kösü çalınmayacak, kesin olarak Suud’un borusu ötecek!

Lütfen dikkat: İslâm’ın temel ibadet mekânında İslâm Peygamberi’nin adı yok! Ama Suud kırallarının isimleri bir şekilde bu mekânda varlığını sürdürüyor!

Yavuz Sultan Selim zamanından beri Kâbe’nin hâkimi değil “hadimi”, yani hizmetçisi olma yolunu seçen Osmanlı sultanları isimlerini Harem-i Şerif’te kapılara vs. vermeyi düşünmediler. Tevazu ve alçakgönüllülük sözde değildi, her yerde ve her şeyde hissediliyordu.

Arabistan’ın yüzlerce, binlerce yıllık yokluk ve kıtlıkla imtihanından sonra günümüzde varlık ve servetle imtihanı yaşıyor. Bu imtihan çok çetin, çok müşkil… Büyük meblağlar İslâmiyeti bir hanedana, kabileye (isterseniz “devlete” diyelim) mal etmek için sarfediliyor. Bütün isimler, bu arada Hz. Peygamber’in ismi siliniyor, sadece Suudi kırallarına saygıya işaret eden isimler kalıyor.

40-50 yıl önce beton ve demirle yapılanlar da yıkılıyor. Yerine daha fazla beton ve demir kullanılarak yeni büyük yapılar inşaa ediliyor. Bu inşaî faaliyette Kâbe ölçü olmaktan çıkarılıyor. Nisbetler o kadar büyük ki, bu nisbetlerde Kâbe’nin hükmü yok!

Kâbe ve civarında her yeni çözüm, eskisinden daha fazla çözümsüzlük getiriyor. Binalar çoğaldıkça, kat sayıları arttıkça külfet artıyor, hac zorlaşıyor.

Mekke’nin tabiî dokusu neredeyse tamamen ortadan kaldırılmış. İki tepe Safa ve Merve ancak karikatür olarak bırakılmış.

Kâbe’nin etrafı olduğu gibi bırakılsa, tabiî çevresiyle ve tarihî yapılarıyla korunsa ne olurdu? Elbette, hacc tabiatına uygun olarak ve kolaylıkla eda edilirdi.

Tavaf artık mermer levhalar üzerinde yapılıyor. Eskiden kumlar üzerinde yapılırmış. Mermer parlak ve gösterişli. Fakat gerçeği daha güzel, kızgın Arabistan kumları üzerinde tavaf daha heyecan verici olmalı.

1400 yıl önce Resulullah’ın yaptığı gibi kumlar üzerinde tavaf etmek, say yapmak… Şimdi ayağınız toprağa, kuma değmiyor. Her taraf asfalt, beton ve mermer kaplı.

Kâbe’nin etrafında Peygamber’den ve sahabeden kalan hatıralar hiçe sayılmış. Şimdi onları yerinde dünya kapitalizminin Hilton başta olmak üzere otelleri yükseliyor.

Modernlik Kâbe’yi tamamıyla kuşatmış. Artık Mekke yok, Mekkeli yok.

“Şehirlerin anası” (Ümmülkura) artık bir şehir değil, otelkent!

Büyük şairimiz Nabî, Peygamberin kabrine ve mescidine saygısız davrananlar için

“Sakın terk-i edepten” diyor. Yani “edebi terk etme”. Daha açığı: “Edepsizlik etme”!

Bütün tavaf ehline tavsiyemiz, tavaf bittikten sonra civardaki Kâbe’nin üzerine düşecek gibi duran ucubeye (tower ve saat kulesi) doğru dönüp “edep ya hu!” demeleridir!

 

D.Mehmet Doğan / Yeni Akit /06 Şubat 2013

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

biz nasıl büyük bir ecdadın (her ne kadar layık olmasak da) çocuklarıyız. Bizim ecdadımızdaki incelik,hassasiyet,Peygamber Efendimize sav bağlılık ( asrı saadet ve ashabı kiram harcinde) kimde var? Osmanlının bütün başarılarını yok saysak bile sadece ve sadece Allahu Tealaya cc ve Rasulullaha sav bağlılıklarındaki bu üstün yaklaşım bizim namımıza şeref olarak yeter de artar bile.

 

işte ecdadımızı, herşey bir yana özellikle bu yaklaşımlarından dolayı, saygılarından dolayı, edeplerinden dolayı, hürmetlerinden dolayı, muhabbetlerinden dolayı, bağlılıklarından dolayı ve aşklarından dolayı seviyorum. Böyle ecdat sevilmez mi? Allahu Teala Osmanlıdan razı olsun.

 

Osmanlının büyüklüğünü bütün dünya çok iyi bilirken bizim bu kıymetten yoksun yetiştirilmemiz bu millete yapılan yapılan en büyük düşmanlıklardandır.

 

Avrupalı seyyahlar Osmanlı mülkünü gezdikten sonra hatıra yazıyorlar. Orada Osmanlı insanı için "çılgın" ifadesini kullandıkları vakidir. Diyorlar ki "Bu Türkler öyle çılgın insanlardır ki, koca çınarları sulamaları için parayla adam tutarlar". Yahu şimdi bize bile ne kadar uzak değil mi? Bırakın insanı, hayvanı, bitkiye merhameti olan insanlardı ceddimiz Osmanlı. Biz bile belki şimdi o yabancı seyyahlardan daha yabancıyız kendi ecdadımıza. İnsanı asıl kahreden de bu değil mi?

 

Yazarın yazıları dikkatimi çekti ve paylaşmak istedim. Önemli bir hususa değinmiş. Mekke-i Mükerremede ve Medine-i Münevveredeki bütün Osmanlı eserlerini ortadan kaldırma politikaları yıllardır devam ediyor. Hiçbirşey bırakmadılar. Herşey dümdüz. İncelik olmayınca böyle oluyor. Ne safa var, ne merve var, okçular tepesini az kaldı onu da ortadan kaldıracaklar, sahabe mezarları dümdüz, uhuda çıkmanıza müsaade etmezler, o vahhabi ki Hz. Osman ra ın mezarı başında bacak bacak üstüne atarak ziyarete gelenlerle alay eder, o vahhabi ki Allah Rasulu sav hazretlerini ziyareti hor görür,o vahhabi ki Peygamber Efendimiz sav "bütün kapılar kapansa bile ebubekir kapısı açık kalsın" buyurmuşlarken, ebubekir ra kapısını kapatır, o vahhabi ki "ham yobaz ve kaba softa" dır,bütün incelik namına ne varsa yoksundur...

 

insan üzülüyor...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ben tarihe “tesadüf” derim!

 

 

Kâbe beyti’ş-şerif-i âzamdır

Nokta-i daire-i âlemdir

Bu beyit, büyük divan şairimiz Yusuf Nâbî’ye ait. Geçen yıl vefatının üç yüzüncü yılında andığımız Nâbî şöyle söylüyor: Kâbe, en büyük şerefli “ev”dir, âlem dairesinin noktasıdır.

İslâm anlayışına göre, Kâbe dünyanın merkezi addedilir. Dairenin tam ortasında Kâbe vardır. Buna göre haritalar tertib edilmiştir. Yeryüzündeki bütün ülkelerin bir yüzü Kâbe’ye bakar. Kâbe etrafındaki dönüş (tavaf) dünyanın güneşin etrafında dönüşü gibidir.

Kâbe olmasa Mekke olur muydu?

Hiç şüphe yok ki, Mekke Kâbe sâyesinde var. Kâbe’nin yapılışı Kur’an-ı Kerim’de, Al-i İmran Sûresi’nde anlatılıyor:

“Şüphesiz insanların (ibadet ve ziyareti için) kurulan çok mübarek ve âlemlere hidayet kaynağı olan ilk ev (ilk mabed), Mekke’deki (Kâbe)dir. Orada, apaçık âlametler ve İbrahim’in makamı vardır. Kim oraya giderse emniyette olur. Oraya gitmeye gücü yeten kimseye, Allah için o Beyt’i ziyaret etmesi farzdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” (Al-i İmran 3/96)

Kur’an’ın anlatımına göre, Kâbe Hz. İbrahim’den önce yapılmıştır. (Hacc, 22-29). Hz. Âdem veya oğlu Hz. Şit tarafından yapıldığı, hatta melekler tarafından Âdem’den önce inşa edildiği rivayetleri var.

Tarih burada Hz. İbrahim’le başlıyor. Hz. İbrahim’in, eşi Sâre’den çocuğu olmuyor... Sâre, Hz. İbrahim’i câriyesi Hacer’le evlendiriyor. Hacer’den İsmail olunca, bu sefer de kıskanıyor. Hz. İbrahim, Hacer ve İsmail’i alıp bugün Beytü’l-haram’ın, Kâbe’nin bulunduğu yere getiriyor. Bomboş, ıssız bir vadi... Etraf kayalıklarla dolu. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir coğrafya... Hz. İbrahim’in çocuklarını burada bırakması, Kur’an-ı Kerim’in İbrahim sûresinde şöyle beyan ediliyor:

“Ey Rabbimiz, ben çocuklarımın bir kısmını senin mukaddes evin (Beytullah) yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim ki, Rabbimiz namaz kılsınlar diye; sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir; bazı meyvelerden de rızıklandır onları; umarım ki, nimetlerine şükrederler.” (İbrahim 14/37)

Hacer annemiz, “Bizi ekin bitmeyen, kimsenin yaşamadığı bu vadiye bırakıp gidecek misin?” diye soruyor. Hz. İbrahim bunu Allah’ın emriyle yaptığını söylüyor. Hz. Hacer “Öyleyse müsterih olabilirim, Allah bizi çaresiz bırakmaz” diyor. Çaresiz annenin çaresi, Zemzem oluyor. Bu arada yurd arayan Yemenli Cürhümlüler Mekke üzerinde kartalların uçuştuğunu görüyorlar. Bunu su ve hayat belirtisi olarak yorumlayıp Hz. Hacer’den izin alarak buraya yerleşiyorlar.

Hz. İbrahim Mekke’ye 3 defa geliyor ve üçüncüsünde Hz. İsmail’le Kâbe’yi inşa ediyor. Cebrail’in gösterdiği şekilde hac yapıyor.

Fil Vak’ası Mekke’de tarih başlangıcı olarak kabul edilir. Kâbe’nin prestijinden rahatsız olan, oraya gidenleri çekmek için bir mabed inşa eden, fakat istediği sonucu alamayan Habeşistan’ın valisi Ebrehe, ordusu ile Kâbe üzerine yürür. Ebabil kuşları gagalarında taşıdıkları taşlarla bu orduyu mahveder.

Hz. İbrahim’in binası, Ezraki’ye göre harçsızdır. İslâmdan önceki son yenilenme, Peygamberimizin nübüvvetinden 5 sene kadar evvel. Bu yenilenmede Hz. Muhammed mühim bir rol oynuyor. Muhammedü’l-Emin Mekke’nin bütün kabilelerinin, ailelerinin desteğini sağlıyor.

Bugün de böyle yapılması gerekmez mi?

İslâm dünyasının Harem-i Şerif’in genişletilmesi, yeniden yapılması konusunda bilgilendirilmesi, en azından teknik ve estetik konularda destek istenmesi neden düşünülmüyor? Ortak İslâm aklının ortaya çıkması için bundan güzel fırsat olabilir mi?

Yapılan şöyle düşünüldüğünü gösteriyor: “Benim anlayışım hâkim olsun, kimsenin aklına ihtiyacım yok!”

Harem’in kuzeyi inşaat alanı. Oraya yakın Hz. Peygamber’in doğduğu rivayet edilen ev var. Bina sonradan yapılmış, bir vasfı yok, betondan. Şimdi kütüphane olarak kullanılıyormuş. Evin kapı üstüne konulmuş ışıklı yazı ile uyarı akıp duruyor. Türkçesi mealen şöyle: “Buranın Hz. Peygamber’in doğduğu ev olduğu kesin değildir”.

Kesin olsa ne olurdu? Acaba gerekli ihtimam ve ihtiram gösterilir miydi?

Harem-i Şerif’deki bu yıkımın zamanlaması tesadüften ibaret mi? Mubarek arzda bulunduğum günlerde hep bunu düşündüm. Gerekli kaynaklara ancak memlekete dönünce ulaşabildim.

Vahabilik görüşünü benimseyen Suudiler 1806’da Mekke ve Medine’yi işgal ettiler. 2. Mahmud Vehhabileri buradan çıkarmayı Mısır Valisi Kavalalı M. Ali Paşa’ya havale etti. O da oğlunu gönderdi, 23 Ocak 1813’de Ahmed Tosun Paşa Suudileri Hicaz’dan çıkardı..

Ne tesadüf! Harem’deki tadilat tam da bu tarihten 2 asır sonra başlıyor!

Diğer oğlu İbrahim Paşa, Suudilerin Merkezi Dir’i’ye kadar gitti. Abdullah bin Suud’u esir aldı. Abdullah bin Suud, 1818’de önce Mısır’a götürüldü, oradan İstanbul’a gönderildi. İstanbul’da muhakeme edildi, Medine işgali sırasında Hücre-i Saadet’i yağmalamak suçundan idama mahkûm edildi. (17 Aralık 1818)

Bu tesadüfün, Mekke ve Medine’deki tadilat ve inşaat işlerinin beş sene sonra tamamlanarak tekrarlanmasını beklemeli miyiz?

 

 

D.Mehmet Doğan / Yeni Akit

07 Şubat 2013

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şevki Yılmazı hiç takip etmem ama bu yazısı dikkatimi çekti,konuyla da alakalı...

 

 

Başkentlerin anası mahzun!

 

 

 

Allah’ın lutfu ve keremiyle milyonlar yavru vatanımızdan anayurdumuz Mekke-i Mükerreme’ye sel gibi akmaya devam ediyor.

Yaşlısı, genci, fakiri, zengini, siyahı beyazı her yaş ve sınıftan insanlar omuz omuza, kıblemiz Kabe-i Muazzama’nın etrafında aşk ve sevgi denizinde yüzüyorlar. Yaratıcımız, yaşatıcımız ve yöneticimiz Allah’a kul ve önderimiz ve her şeyde örneğimiz Resulümüz Hz. Muhammed (sav) Efendimize ümmet olduklarına dair biatlerini (bağlılıklarını) birlikte tazeliyorlar.

Son yüzyılda yaşanan küfür, şirk ve zulmün en şiddetli kasırgaları ve küfrün hortum rüzgârları çok canlar aldı. Çok ocaklar söndürdü. Ancak, asırlar önce eşsiz önderimiz Sevgili Peygamberimizin bela ve musibet olarak haber verdiği kızıl rüzgar (komünizm, ateizm, kapitalizm ve faşizm, laisizm) kasırgası hızını kaybediyor. Tüm şiddet, baskı, alay ve engellere rağmen artık kıble rüzgârları güneyimizden esmeğe başladı elhamdülillah.

Okulların yarı yıl tatili sebebiyle imkân sahibi şuurlu ve merhametli aileler, yavrularını bu mukaddes beldelere ziyaretle ödüllendiriyorlar. Kimi aileler de, işgal altındaki geçici kıblemiz olmuş Mescidi Aksa’yı ziyareti tercih ediyorlar.

Bu umre ziyareti; Türkiye’mizin bir an evvel İslam Nizamı adına Dünya nöbetini devralması gerektiği inancını, bir kere daha artırdı.

Allah’ın harem (saygı ve hürmet) bölgesi ilan ettiği Kabe-i Muazzama ve etrafı adeta gelin bizi kurtarın diye feryat ediyor.

Daha henüz yeni Müslüman olduğu yıllar içinde, Yunan asıllı İngiliz vatandaşı Yusuf İslam kardeşimizle İngiltere’ye uçarken Cidde Havaalanında tanışmıştık. Kendisine “Kardeşim yeni tanıştığın günümüz Müslümanları hakkındaki kanaatiniz nedir?“ diye sormuştum. “Bugünkü bir kısım Müslümanları tanımadan evvel İslam Dinini bana nasip eden Allah’a hamdolsun. İyi ki ben Müslümanların birbirleriyle olan kavgalarını, ticaretteki sahtekarlıklarını, azgın petrol şeyhlerini, halkına hak ve hürriyet tanımayan despot zalim yönetimlerini ve mübarek beldeleri kirleterek Haremeyn’e yaptıkları saygısızlığı görmeden evvel Müslüman oldum” cevabı karşısında şoke olmuştum.

Allah evinin özel misafirleri, geldikleri bu mübarek yerlerde, Misyonerlere antipropaganda yaptırtmağa gerek bırakmayacak bir manzarayla karşılaşıyorlar. Adeta kasıtlı olarak bu mekanlarda çevre katledilmiş. Mahalle sokaklarında temizlik özlenir hale getirilmiş. Kâbe’ye varan yollar güç sahipleri tarafından işgal edilerek, görkemli binalarla daraltılmış. Peygamberimize suikast tertiplediği için kendi Müslüman yeğenleri tarafından katledilen meşhur Yahudi alimi Ka’b b.Eşref haininin harabe evi ve arazisi sit sahasına alınıp korunurken, Mukaddes Uhud ve Hendek mekanları gecekondularla işgal ettirilmiş.

Bilhassa Medine-i Münevvere’deki Mescid-i Nebevi’de Hanım kardeşlerimize yapılan saygısızlık ve haksızlık adeta Cahiliyye dönemini hatırlatıyor. Mescidin sadece küçük bir bölümüne alınan hanımlar çok soğuk mermerlerin üzerinde saatlerce oturmaya mahkûm edilmişler. Mescidin avlusunda erkeklere tahsis edilen halılardan bile mahrum bırakılmışlar.

Zavallılara kışın soğuk yazın yakıcı mermerler üzerinde giydikleri terlikle namaz kılabileceklerini öğreten de çıkmamış. Şimdi göz yaşlarıyla Analık makamına uygun olarak Mescid-i Nebeviyye’nin 2. katını tamamen hanım kardeşlerimize tahsis edilecek iltifatı ve merhameti bekliyorlar.

Etrafı bereketli kılınan bu mukaddes beldeler, yeniden samimi hizmet âşıklarını bekliyor. O beldeleri Ebrehe’nin günümüz torunları olan emperyalist haçlı ve Siyonist kuvvetlerinden koruyacak, “Ebabil görevi”ni üstlenecek gerçek hizmetkârlarını bekliyor.

Dile kolay! Tam altı asır Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’nin koruyucusu ve hizmetkârıydık. O zaman bu beldelerin petrol kaynakları da yoktu. Tamamen sevgimizden ve kendi bütçemizden harcayarak hizmet etmiştik. O günkü şartlarda yavru başkent İstanbul ile Şam, Kudüs-ü Şerif ve Medine-i Münevvere’yi tren yolu ağlarıyla birbirine bağlamıştık. Ana başkentimiz Mekke-i Mükerreme’ye, tren yolu döşenirken yıktırmışlardı, koca cihan Devleti Osmanlı’yı!

İşte İslam Medeniyetinin merkezi tüm ülkelerin doğduğu başkentlerin anası Mekke-i Mükerreme, o günden beri mahzun, yalnız ve sahipsiz. Hiçbir çıkar beklemeden sahiplerini bekliyor. Sokaklarını, caddelerini tertemiz kılıp modernleştirecek şeriflerini bekliyor. Kendisine hizmeti; “ibadet” bilenlerin torunlarını bekliyor!

Onun için ülkemizde barış projesini bir an evvel hayata geçirmemiz gerekiyor. İç barışı sağlamadan bu Mukaddes Mekânların barış ve huzurunu sağlamak mümkün değil.

Allah; aşkın, sevginin ve merhametin merkezi bu mukaddes ve mübarek mekânlara hizmet aşkıyla tutuşanların engellerini kaldırsın. Saygı ve hürmet edenlerin ellerini ve iktidarlarını güçlendirsin.

Ana vatanımız Mekke-i Mükerreme’den Yavru vatanımız Türkiye’mize selam, sevgi ve dualarımızla!

 

Şevki Yılmaz / Yeni Akit

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Kabe'ye bu yaptıkları kültürel vandalizm"

 

 

Kabe'nin çevresindeki alanı genişletmek amacıyla başlatılan ve Osmanlı döneminden kalan revakları tehdit eden genişletme çalışmaları CNN'e haber oldu. Kanala konuşan bir Suudi tarihçi, Suudi Arabistan'ın Mekke'de yaptıklarını “kültürel vandalizm” olarak nitelendirdi.

 

 

Merkezi İngiltere'de bulunan İslam Mirası Araştırma Vakfı'nın idari direktörü İrfan el Alevi, Mekke ve Medine'de tarihi değeri olan önemli mimari eserlerin tadilat çalışmaları nedeniyle kaybolduğunu belirterek, Müslüman dünyasının yıkımlara karşı sesini çıkarmasını istedi.

Öncelikli faaliyet alanı Suudi Arabistan'daki tarihi alanların korunması olan vakfın direktörü, Suudilerin Mekke ve Medine'de yaptıklarını Mali'nin Timbuktu şehrinde geçtiğimiz günlerde çok eski dönemden kalma el yazmalarının İslamcılar tarafından yakılmasına benzetti.

AMAÇ HACILAR İÇİN YER AÇMAK

Kabe çevresindeki çalışmaları idare eden Binladin Grubu'ndan Muhammed Cuma CNN'e yaptığı açıklamada projeyi savunarak, "Yetkililerin amacı hacılar için daha fazla yer açarak izdihamı önlemek" dedi.

Ancak El Alevi bunun için daha iyi yollar olduğunu belirterek, "Ben camilerin genişletilmesine karşı değilim ancak bu alanların tarihi dokusunu yok etmeden de yapabileceğiniz birçok şey var. Ancak Suudiler miras kaygılarıyla ilgilenmiyor" diye konuştu.

Haberde Türkiye'nin 2010 yılından bu yana Suudi makamlarıyla konuyla ilgili temasta olduğu da ifade edildi. Türkiye'den gelen konuyla ilgili açıklamalar vurgulanırken, Suudi makamların CNN'in yorum çağrılarına yanıt vermediği belirtti.

İMAJINI ZAYIFLATIYOR

El Alevi, Riyad'ın Mekke'nin Suudi kontrolünden önceye ait mirasına değer vermediğini zira Suudilerden önce de Mekke'nin önemli bir yer olduğu yönündeki kanıtların ülkenin İslam dünyasındaki "Mekke'nin koruyucusu" imajını zayıflattığını ifade etti.

El Alevi, Suudilerin bu politikalarının aşırı muhafazakar Vahabi İslam anlayışının bir yansıması olduğunu söyledi.

 

http://www.haber7.com/mimari/haber/987458-kabeye-bu-yaptiklari-kulturel-vandalizm

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...