Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
NFK-Fan

Canım İstanbul

Recommended Posts

Ergun Göze'nin Üstad'ın etrafında bulunan, Onunla yakın ilişkiler kuran, evine gidip sohbetini dinleyen insanlardan olması hasebiyle, bu şiirin bir mısraına dair nazar-i dikkatleri çeken bir yorumu/iddiası/telakkisi var:

 

Necip Fazıl’ın Çamlıcadaki evine gidişimi hatırlarım ve unutamam çünkü o evin öyle bir yeri vardı ki, İstanbul büyüsü idi. Ve adım gibi biliyorum ki Canım İstanbul şiirindeki:

“Çamlıcada, yerdedir göklerin derinliği”

mısraının ilhamı o evden kalmadır. O mısra, o evden göklerin Boğaz’ın Çamlıca tepesinden görünüşüdür.

 

(Ergun Göze - Üç Büyük Mustarip)

Share this post


Link to post
Share on other sites

"....serviler, Karacaahmet ile çevresi arasında mücerret bir perde veyahut farklı bir deyişle sınır teşkil etmiştir."

 

 

"... dışarıdan, bu dünyadan bakan bir insan için, gördüğü servinin arkasında bambaşka bir alem uzanmaktadır. Ahiret alemi... içerideki kişi için de, başucundaki o servi, artık geride bırakılmış bir alemi saklamaktadır..."

 

 

yorumlarınız için teşekkür ederim...Allah razı olsun inşaallah...

 

servi mevzusu anlaşılmıştır..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir yorum da benden gelsin;

Efendim, hafızası kuvvetli arkadaşlar şiiri ezberlesin ve geceleyin Boğazın serin sularına doğru süzülerek,

hem bu şiiri okusun hem de İstanbulu dinlesin.(Tabii orhan veli yi de okuyabilirsiniz).

Tesir kuvveti, manevi atmosferde boksörden yumruk yemiş etkisi yaratabilir, işin espirisi tabii ki.:))

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bütün hayatı uyur bir sema-yı mühmelde

Geniş ufukları efsanevi hikayelerin

Tasavvur ettiği gökler kadar beyaz, narin,

Minarelerle müzeyyen, sevimli bir belde...

 

O mai dalgaların bu sesiyle perverde

Sevahilinde güler ruhu başka bir denizin,

Gezer bu levhaya ait bir ihtiram-ı hazin

Melul hisli mükedder nazarlı gözlerde.

 

Bütün bedayi'-i ezman, nefais-i a'sar

Bu mai çehreli İstanbul'un beyaz ve uzun

Ufuklarında bulur penah si'r ü füsun

 

Dalınca gözlerim ağlar bu hüsn-i sakinde;

Bu beldenin uyuyan bir başka güzellik var

Bütün tulu' ve gurubunda, subh-u leylinde

 

 

FARUK NAFIZ ÇAMLIBEL

Share this post


Link to post
Share on other sites

her şiiri bambaşka...

"Cânım İstanbul" bir başka...

R. Tayyip Erdoğan'ın yorumu ile dinlemek pek hoş...

Üstâd...

Ruhun şâd olsun...

Share this post


Link to post
Share on other sites

İstanbula dair bir cok güzel şiir var

ama Üstadın bu siiri bence istanbulu en güzel anlatan siir...

istanbul benm canım

vatanım da vatanım...

Share this post


Link to post
Share on other sites

canım istanbul şiiri

aşkıma olan en güzel şiir.... ah ah

aşkım istanbul... yeksin sen hayallerimde , gerçeklerimde yeksinsen....

yanlız üstad seni layıkınla şereflendirebilmiş...

allah ondan razı olsun

Share this post


Link to post
Share on other sites

"İstanbul benim canım;

Vatanım da vatanım..."

 

bu mısralardan sonra ne söylenebilir ki?...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gelmek çün ikinci bir hayata.

Bir gün dönüş olsa âhiretten:

Her ruh açılıp da kâinata.

Keyfince semâda bulsa mesken;

Talih bana dönse, nâzikâne;

Bir yıldızı verse mâlikâne;

Bigâne kalır o iltifata,

İstanbul'a dönmek isterim ben.8

 

 

yanlışlıkla yeni konu bölümüne yazmışım :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;

Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar.

Bu şiir vatandan uzakta İstanbuldan çok çok uzakta dinleyince ya da okuyunca içindeki o ruhu, ince dokuyu daha iyi anlaşılabiliyor. Belki de insan daha fazla etkileniyor.

Çok çok çok uzaklardan selamlar saygılar...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad,

İstanbulun şimdiki halini görseydi,nasıl bir şiir yazardı,tahmin etmek zor değil...

Güzelim İstanbulumuz,her geçen gün betonlaşıyor,kirleniyor...Tarihi mekanları da olmasa,her yer birbirine benziyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Osmanlı'nın en önem verdiği en gizli tutup küçük bir çocuk gibi üzerine titrediği "HAREM" gerçeğinin batılılar özellikle içimizdeki batılılar yüzünden nasıl çarptırıldığını, olmayan olayları olmuş gibi yansıtıp konuyu farklı alanlara çekmek istediklerini hepimiz biliyoruz. Üstad bu şiirde ana temayı İstanbul olarak almış olsa da tarihsel bir doku içinde ele alır İstanbul'u... İşte "HAREM" yansıtması da o dokulardan biridir. O zamanlarda bile bu çarpıtılmanın farkında olan Üstad bu şiirinde ona değinmeden edemez ve der ki;

 

Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.

 

bence İstanbul'u sadece semt olarak görmek değildir önemli olan dili olmayan bir semtin yaşadıklarını, gördüklerini anlatan dil olmaktır önemli olan... Tıpkı Üstad'ın bu şiirinde yapıp İstanbul'u dile getirdiği gibi..

Share this post


Link to post
Share on other sites

İstanbulda yaşamak gerçekten bir ayrıcalık, çünkü çoğu ilde kültür sanat faaliyetleri yetersizken İstanbul kültür ve sanatın merkezi durumunda. Bu şiirin,İstanbul aşıklarının kalbinde özel bir yeri var. Bu şiiri anlayabilmek,daha doğrusu manâ derinliğini hissedebilmek, hem üstadı hem de İstanbulu iyi anlamak ve herşeyden önce sevmekten geçer. Zaten bütün kapıları açan sevmek duygusu değil midir?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tamamen tarafsız söylüyorum.Kanaatimce İstanbul'a bundan daha güzel bişey(şiir demiyorum) yazılmadı

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın f.yurduseven

'Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayı'ndan' mısrasıyla ilgili söylediklerinizi iflah olmaz bir NFK hayranı olarak ilk defa okuyorum.Ben şimdiye kadar bu mısranın Topkapı Sarayı'nda boğularak öldürülen padişah adaylarına ya da katledilen hükümdarlara atıf olduğunu düşünüyordum.Ama siz, yanlış anlamadıysam, 'beni,Osmanlıyı yanlış tanıttırıyorlar' diyerek bu çığlığın sahibinin harem olduğundan bahsediyorsunuz.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Osmanlı'nın en önem verdiği en gizli tutup küçük bir çocuk gibi üzerine titrediği "HAREM" gerçeğinin batılılar özellikle içimizdeki batılılar yüzünden nasıl çarptırıldığını, olmayan olayları olmuş gibi yansıtıp konuyu farklı alanlara çekmek istediklerini hepimiz biliyoruz. Üstad bu şiirde ana temayı İstanbul olarak almış olsa da tarihsel bir doku içinde ele alır İstanbul'u... İşte "HAREM" yansıtması da o dokulardan biridir. O zamanlarda bile bu çarpıtılmanın farkında olan Üstad bu şiirinde ona değinmeden edemez ve der ki;

 

Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.

 

bence İstanbul'u sadece semt olarak görmek değildir önemli olan dili olmayan bir semtin yaşadıklarını, gördüklerini anlatan dil olmaktır önemli olan... Tıpkı Üstad'ın bu şiirinde yapıp İstanbul'u dile getirdiği gibi..

Sayın f.yurduseven

'Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayı'ndan' mısrasıyla ilgili söylediklerinizi iflah olmaz bir NFK hayranı olarak ilk defa okuyorum.Ben şimdiye kadar bu mısranın Topkapı Sarayı'nda boğularak öldürülen padişah adaylarına ya da katledilen hükümdarlara atıf olduğunu düşünüyordum.Ama siz, yanlış anlamadıysam, 'beni,Osmanlıyı yanlış tanıttırıyorlar' diyerek bu çığlığın sahibinin harem olduğundan bahsediyorsunuz.

 

Üstad'ın, Vatan Haini Değil Büyük Vatan Dostu Vahidüddin isimli kitabında geçen bir bölüm, "Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayından." mısraının anlaşılması için önümüze ışık tutuyor. İlgili kısım aşağıya iktibas edilmiştir:

 

 

"Yirmi yaşlarında var, yoktum. Birkaç yıldır Beylerbeyinde oturuyorduk. Beylerbeyi ile Çengelköyü arasındaki iki yanı çınarlı Yalılar Boyu Caddesine bakınırdım. O zamanlar toprak, şimdi asfalt bu yolun üstünde, akşamları, Havuzbaşına kadar yürümek, oradan Çengelköyü istikametine sarkmak, iskeleyi geçip Kuleli'ye doğru uzanmak en büyük zevkimdi.

 

Çengelköyü iskelesinden hafif bir yokuşla sahil yoluna çıkınca, sağda, dik bir geçidin ulaştırdığı sed üzerinde sık bir ağaçlık ve ortasına düşen, saray ufağı, yayvan, beyaz, ahşap bir köşk... Vahidüddin Efendi köşkü...

 

Pancurları kapalı bu köşkde hiçbir hayat eseri yok... Şehzadeliğinde sahibi, son Osmanlı Padişahı Altıncı Mehmed Vahidüddin birkaç yıl evvel bir İngiliz harp gemisine atlayarak, Boğazın ve Marmaranın sulariyle beraber vatanını bırakıp gitmiştir. Artık o herkesin gözünde bir vatan haini...

 

Vatan haini sanılan bu, 36 ncı ve sonuncu Osmanlı İmparatorunun şehzadelik köşküne her nazar atışımda, içime, akşamın alacalığiyle beraber ayrı bir loşluk çökerdi.

 

O tarihten 30 küsur yıl sonra yazacağım «Canım İstanbul» şiirinden içime yerleşmeye başlayan ilk gölgeler:

 

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;

 

Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...

 

Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;

 

Pırlantadan kubbeler, belld bir milyar kırat...

 

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;

 

Her nakışta o mâna: öleceğiz, ne çare?...

 

Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;

 

Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet.

 

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;

 

Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.

 

Oynak sular yalının alt katına misafir;

 

Yeni dünyadan mahzun resimde eski sefir-Ker

 

akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,

 

Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar.

 

Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?

 

Cumbalı odalarda inletir «Kâtibim»!...

 

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!

 

Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...

 

Eyüp  öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,

 

Adada rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu.

 

Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından;

 

Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.

 

Birkaç parçasını aldığımız bu şiir, olanca kâşaneleri ve harabeleri, şenlikleri ve matemleri, saadetleri ve belâlariyle, İstanbul'un, son Padişah Vahidüddin zamanında bağladığı son mânalardan örülüdür.

 

Akşam üstü, Çengelköyü sırtlarından hayal meyal görünen Topkapı Sarayına uzanınız! Kulak kesilecek olursanız, Sarayın dar ve karanlık koridorlarında koşan ve rastgele kapıları yumruklayan Deli Mustafa'nın çığlıklarını duyarsınız:

 

— Osman gel, Osman gel, beni bu saltanat yükünden kurtar!

 

Hacı Bektaş-ı Velî'nin sırtını sıvazlayıp:

 

  — İsmin Yeniçeri olsun! Devlete mübarek ol!

 

Dediği büyük idealin askeri döne dolaşa, Türklerin Padişahı ve müslümanların Halifesi Genç Osman'ı, uyuz bir at sırtında, hamam oğlanları gibi baldırlarını çimdikleye çimdikleye Yedikule surlarına götürecek, hayalarını sıkarak bayıltacak ve narin boynundan iple boğacak kadar alçalmıştır."

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kimi şiirler vardır okuyup geçersiniz önce.Anlamına tam olarak vakıf olmadan diğer sayfayı çevirir ama çok sevdiğinizi beğendiğinizi söylersiniz ve böylelikle sahibine karşı ruh değil göz tiryakiliğiyle bağlanmış olursunuz.Üstadın İstanbul şiirini defalarca okudum ezberlemem gerekti, ezberledim beynime kazıdım.Ama yakın bir zamana kadar ne yazık ki kalbime ruhuma kazıyamamış tam olarak anlama iştiyakı içinde de hissetmemişim kendimi.Her mısrasının hatta satırlarının saatlerce üzerinde konuşmaya, düşünmeye değer olduğunu ve düşünülmedikçe de bu şiirin tam olarak anlaşılamayacağını yeni fark ettim erenler.Tarih boyunca bir şehir için böyle mısralar dökülmemiştir herhalde sayfalara.Ve döküleceğini de zannetmiyorum.

 

İstanbul gibi nadide ama toz ve pislikler içinde kalmış bir pırlantanın gerçek kıymetini ancak Üstad Necip Fazıl gibi bir sarraf görür ve ortaya çıkartabilirdi.Şiirin her zerresinde de bu hissediliyor zaten.Gerek pırlantanın kıymetini, gerekse üzerindeki pisliklerin etkisi sonucu bu nadir cevherin geldiği hali çok güzel anlatmış Üstad çok

Share this post


Link to post
Share on other sites
bu şiirin yazılış nedenini nerden bulablirmm yardımcı olrmusunuz

Şiirin mısralarındaki yoğun manalara baktığımızda, Üstad'ın İstanbul'a olan aşkını görmek ve bu şiirini de aşkının mahsülü olarak yazdığını söylemek mümkün. Bir insan kendi ruhunu maddî sahadaki bir müşahhasla teşbihleyerek ifade etmek istediğinde, muhakkak ki kendisi için çok kıymetli olan bir şey seçecektir. Bizler ruhumuzu anlatmak istediğimizde maddeler alemindeki hangi objeyi seçeriz? Bir mekan, tabiattan bir unsur veya başka bir şey.

 

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;

Onu ... diye toprağa kondurmuşlar.

 

dediğimizde noktalı yere (ki Üstad İstanbul'u seçmiştir) kendimiz için hangi ifadeyi uygun görürüz? Kendimizi ruhen, manen hangi maddede müşahhaslaştırıyorsak, oraya o kelime gelecektir. Üstad, "O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim." derken de İstanbul'un İslam tarihinin en önemli devletlerinden biri olarak, kurduğu medeniyet ile zaman ve mekan aşan Osmanlı'nın, sevgili peygamberimizin hadisi ile fethedileceği müjdelenen ve o kutlu müjdeye ermek için her zorluğu göze alarak fetih muştusuna ermek isteyenlerin yanında, fethe mazhar olan mübarek Fatih'in devletin başkenti yaptığı İstanbul'un kendisi için nazenin bir sevgili merhalesinde olduğunu çok bedî ve edebî bir şekilde anlatıyor.

 

Üstad'ın "Ben İstanbul'un kara sevdalısıyım." diye başlayan bir yazısı da var. Aşağıdaki linke tıklayarak bu yazıyı okuyabilirsiniz. Bu şiirin yazılış nedeni, en kısa ifadelerle, Üstad'ın İstanbul'a duyduğu derin ve büyük aşktır.

 

http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?sh...pic=3828&hl  

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...