Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
mumin

Cemaat Yanlış Yapıyor!

Recommended Posts

Cemaat yanlış yapıyor!
19 Aralık 2013 Perşembe 00:13
,

Bu macera cemaatin sonu olur.. Göreceksiniz iktidar bu işten güçlenerek çıkar.

Kendi içindeki bir takım yiyici, ahlaksızlara karşı da parti bir arınma hamlesi yapar.. Bana kalırsa bir musibet, bin nasihatten daha iyidir.. Belirledikleri adayları bile, bu olaydan sonra bir daha gözden geçirip, uçkuruna, kesesine düşkün, makam hırsı ile çevresini kırım geçiren bir takım adamları aday listesinden ayıklasa ne iyi eder.. Koca bir dava, üç beş geri zekalının para makam ve kadın ihtirasına kurban edilemez! Unutmamak gerekir ki, çınar ağacının işini bitiren yumuşakça bir kurtçuktur..

Cemaatin elinde yolsuzluk dosyaları var. Cemaatin elinde kasetler var. Cemaatin elinde üzerinde ‘çalışılmış’ başka dosyalar da var.. Cemaatin hedefinde İHH, Özgürder var.. Cemaat AK Parti’yi, daha doğrusu Erdoğan’ı Fidan’ı, İHH’yı terörle ilişkilendirmek isteyecek.. Bu iş için çalışan 100’den fazla kişiden oluşan bir ekip var. MOSSAD, CIA, MI5 hepsi işin içinde.. Tabi klonlanan emniyet istihbarat arşivleri de.. İşin içinde bizim malum sermaye grubu da var, localar da.. Kemalist ulusalcılar da..

Haberal çıktı, düşman kardeşlerin arasını buldu.. Bu işin Kızılı, Yeşili yok.. Kemalizm her an kılık değiştirebilir ve bulunduğu ortama uyum sağlayarak kendini yeniden varedebilir..
Bu köşenin okurları, bu senaryoları 6 ay önce, 2 ay önce de okumuşlardı.. Planda 50 kadar milletvekilini istifa ettirip, arkasından 40 kadar hakkında kaset bulunan milletvekilini şantajla kendi yanlarına alarak, AK Parti’yi iktidardan düşürüp, kendi aralarında bir CHP, MHP, yeni oluşum hükümeti kurup, yerel seçimleri erteleyip, Cumhurbaşkanı seçimi ile birlikte belediye ve milletvekili seçimlerini birlikte yaparak AK Parti’yi bitirme planı da masaya konmuştu.

Bu iş burada bitmeyecek. Bu “topyekûn bir saldırı”. Allah korusun, nokta hedeflere yönelik terör olayları da gündeme gelebilir.. Azınlıklar konusuna dikkat etmek gerek..
Dersane olayı, geniş kitleleri arkalarına almak için onlara göre iyi bir fırsattı. Bütün dersane öğrencilerini cemaatin adamı gibi göstermeye çalıştılar ama olmadı.. Bu atakları, dersane konusundaki gerçek niyetlerini ortaya koydu..

Türkiye uluslararası bir komplo ile karşı karşıya.. Bu işin içinde herkes var..

Tek bir cemaat yok onu da belirteyim..

Para ve kadın, makam açlığı, bastırılmış ihtiraslar, sadece iktidar için geçerli değil.. Bu ihtiraslar nice davaları içinden çürütmüştür. Cemaat da kendi içine baksın.. Bu kadar, iktidar ve para hırsının yanıbaşında başka zehirli mantarlarda boy vermiş olabilir.. Cemaat topluluklarının para-menfaat ilişkileri de sütten çıkmış ak kaşık değil..

İşin aslı ne biliyor musunuz, batının İslam’ı ve müslümanları dönüştürme çabası.. Bizi Tom amcalaştırmak istiyorlar. Batı değerleri, çıkarları ve güvenliği için risk ve tehdit oluşturmayan bir İslam anlayışının misyonerliğini yapmak.. Bunun adı “Euro İslam”..

Demokratik bir çeşni.. İslam içinde bir protestanlık örgütlenebilir mi? Mesela homoseksüel ve lezbiyenler kendi camilerini, dergahlarını açabilirler mi? Bu tartışmalara kapı aralayacak bir süreç başlatmak istiyorlar. Alameti farikaları yokedilmiş bir İslam anlayışı.. Bunu daha önce okulla yapmaya çalıştılar. “Bu din benim denim değildir” diye bir kitabım var, bunu anlatan. İmam Hatiplere Menderes döneminde Kırby raporu ile hangi maksatla desteklendiğini biliyor mu idiniz..

Bu iddialarından hiç vazgeçmediler.. Refahyol hükümeti de aslında Tansu Çiller’in hidayeti ile ilgili bir proje değildi.. Cemaat de, bu projenin bir parçası bugün.. Cemaat sanki New Age İslamic Society gibi bir hareket.. İşin içinde bir de Mehdilik var, referansını Sikke-i Gaybiye dayandıran.. Mehdi demokrasisi.. “Hoşgörü” dedikleri şey bu son olaylar gösterdi ki, makyaj malzemesi imiş. Otorite de Erdoğan değil sadece İsrail mi.. Hani Sisi’ye itaat eden, Mursi’ye karşı çıkan Ezher şeyhi gibi..

Niye bu kadar ülkede örgütlenmeye çalıştıkları da şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu yeni İslam anlayışının eğitim merkezlerini açmak için örgütlenmişler.. Bu iş bu Saint Benoit, ya da Saint Joseph, ya da Amerikan Kolejleri gibi bir proje.. Daha çok da Oppus Dei’yi hatırlatıyor, bu açıdan bakınca..

Bu projenin sahipleri, Suudi Arabistan üzerinden Vehhabilik, İran üzerinden Şiilik planları ile, Sufi, Selefi, Şii kavgası çıkartmaya çalışıyorlar.. Yapmak istedikleri şu: Müslümanları küçük küçük topluluklara bölerek atomize etmek, Burada destekledikleri güçlü bir akımı Türkiye üzerinden İslam dünyasına pazarlamak, bu grupları birbirine karşı kışkırtarak, aralarında fıkhi tartışmalar çıkartarak bunları notralize etmek ve dışarıdan bakan insanlar için, İslam’ın hızla yayılmasını önlemek için kitleleri İslam konusunda agnostic hale, yani neye inanacağını bilmez hale getirmek..

Mehdilik tartışmalarına hazır olun.. Özellikle Sünni ve Şii dünyasını “Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’in oğlu olup olmadığı” gibi fasit tartışmalarla Müslümanların akılları çelinmeye çalışılabilir..

Olay, sadece AK Parti meselesi değil.. Bütün İslam dünyasına yönelik bir komplo ile karşı karşıyayız.. Emniyet İstihbaratındaki cemaatçı abiler, keşke bir de işin bu yönünü takibe alsalar..

Bu komplo Türkiye üzerinden yönetileceği için Cemaat iktidarda etkin rol istiyor. Zaten Erdoğan’a iktidar yolu açılırken, Baykal’ın Cumhurbaşkanlığı düşünülüyordu. Cemaat da bürokrasiye hakim olacaktı..

Bu işin içinde Baykal da var, Koç da anlayacağınız.. Tekrar söylüyorum, bu ilişkiler içinde tek bir cemaat yok.. Ve bunların kadrosunda Şeyh de var Fahişede.. Proje, madem Kur’an’ı ellerinden alamıyorsunuz, Müslümanların din algısını değiştirin ve değişimi kabul edenleri destekleyin, ötekileri atomize edin, dışlayın, birbirine karşı kışkırtın ve nötralize edin. Suriye’deki muhalefetin dağınıklığı da aslında bunun bir yansımasından başka bir şey değil.. Notralizasyon kadrosunda yer alacak farklı dini grupların eğitim kampına döndü Suriye..

Yani bu olay Türkiye’de başlayıp biten bir olay değil.. Bunu bilelim. Dikkatli olalım. Dikkat: “Ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı..” “Şeytan sizi Kur’an’la aldatmasın!”

Selam ve dua ile..

 

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Erdoğan'ı ve Türkiye'yi bitirme operasyonu

Cemaat'in yöneticileri, 'Okulları kapatın, dershaneleri değil!' başlıklı yazımdan sonra teşekkür ziyaretine geldiklerinde, 'Erdoğan'sız Türkiye' projesine nasıl baktıklarını sormuştum; verdikleri cevap, 'böyle bir şeyden Allah'a sığınırız' şeklinde olmuştu.

Ancak adına 'Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu' denilen ama asıl hedefi, Erdoğan'ı ve Türkiye'nin yürüyüşünü durdurmak olan, iç ve dış şebekelerin ortaklaşa gerçekleştirdikleri bütün çıplaklığıyla günışığına çıkan bu operasyonla birlikte, Cemaat medyasının, 'Erdoğan'sız Türkiye' operasyonuna bütün gücüyle destek verdiği, bu süreçte CHP, MHP hatta Ergenekon çetesinin artıklarıyla aynı kare içinde yer aldıkları ve bundan da hiç bir şekilde rahatsız olmadıkları görülüyor!

Eyvah ki, ne eyvah!

'İSLÂM'A KARŞI İSLÂM' SAVAŞI: MEZHEBÎ VE MEŞREBÎ ÇATIŞMA STRATEJİSİ

Bendeniz, her şeye rağmen Cemaat'le ilgili eleştirilerimi bu süreçte hep saklı tuttum.

Gerekçem şuydu: Küresel sistem, önümüzdeki -yüzyıllık- süreçte, 'İslâm'a karşı İslâm' stratejisini fiilen uygulamaya koymuştu. Ve bu stratejiyi, İslâm dünyasında, makro düzlemde mezhebî olarak, mikro düzlemde de meşrebî olarak Müslümanları birbirine düşürecek şekilde adım adım hayata geçirmeye başlamıştı.

Dahası, Müslüman toplumlar, bu lanetli stratejinin sonuç vermesine imkân tanıyacak her türlü zaafla maluldü zaten.

İşte böylesine kritik bir süreçte, 'İslâm'a karşı İslâm' stratejisinin Türkiye'de püskürtülebilmesi için gerek hükümet çevrelerine, gerekse cemaate basiret, feraset ve akl-ı selim çağrısında bulundum. Bunu hayatî bir sorumluluk olarak gördüm.

Ve her ne suretle olursa olsun, gücü elinde bulunduran Müslüman bir iktidarın, ne kadar eleştirirsek eleştirelim, bir Müslüman cemaate zarar vermemesi çağrısı yaptım.

Sonuçta, hükümet, bendenizin ve Sibel Eraslan gibi bir çok yazar arkadaşın bu tür çağrılarını dikkate aldı, dershanelerle ilgili kararı zamana yaydı.

HER ŞEYİ 'KENDİ ÇIKARLARI' İÇİN KULLANMA ÇİRKİNLİĞİ!

Bütün bunlara rağmen Cemaat medyası, yazdıklarımı çarpıtmaktan, çirkin bir şekilde 'kullanmaktan' çekinmedi.

Mesela pek çok internet sitesi, Türkiye'nin kendi kendini sömürgeleştirme, İslâm'ın bu ülkenin hayatından uzaklaştırılma süreciyle ilgili olarak kurduğum, 'haçlıların bin yıldır yapamadıklarını biz kendi ellerimizle yaptık' şeklindeki cümlemi, 'Tayyip Erdoğan, haçlıların bin yıldır yapamadıklarını yaptı' diyecek kadar ahlâk sınırlarını hiçe sayarak çarpıtmakta, internet ortamında, sosyal medyada dolaşıma sokmakta hiç bir sakınca görmedi!

Bu kadarını beklemiyordum. Meşrû bir şeye, gayr-ı meşrû yollarla gidilemez. Cemaat medyasının, her şeyi kendi çıkarları için bu kadar ilkesizce ve çirkin bir şekilde kullanması ürküttü beni.

CEMAAT, KENDİ AYAĞINA KURŞUN SIKIYOR!

Cemaatin yöneticileriyle yaptığımız görüşmede söyledikleri şeylere rağmen, Cemaat medyasının, 'Erdoğan'sız Türkiye' operasyonuna destek verme konusunda da aynı ilkesizlikle hareket ettiğini görmek beni kahrediyor açıkçası: Cemaat medyasında yayınlanan haberler, yazılan köşe yazıları, CHP, MHP ve benzeri aktörlerle birlikte 'Erdoğan'sız Türkiye' hayaline su taşıyor.

Ayrıca Fethullah Gülen'in, cemaatin operasyonla ilgisinin olmadığına (!) dair avukatı aracılığıyla yaptığı açıklama, tüyler ürpertici bir açıklamadır.

Zaman gazetesi, bu açıklamayı, Fethullah Gülen fotoğrafı eşliğinde aynen şöyle vermiş: 'Mesnetsiz iddialarla kamuoyunun dikkati soruşturmadan uzaklaştırılıyor.'

Bu nasıl bir açıklamadır, Allah aşkına!

Tek kelimeyle: Ürkütücüdür! Çünkü bu, her şeyden önce, Cemaat'in kendi ayağına kurşun sıkmasından başka bir anlam ifade etmez!

ERDOĞAN'I 'MEZARA GÖMÜNCEYE' KADAR!..

Öyle anlaşılıyor ki, iç ve dış şebekeler, hükümeti devirinceye ve Türkiye'nin bölgedeki yürüyüşünü durduruncaya, kısacası, 'Erdoğan'ı mezara gömünceye' kadar bu savaşı sürdürecekler.

Bu ürpertici gerçek bütün çıplaklığıyla ortadayken, Cemaat, Cemaat'in önünü sonuna kadar açan Tayyip Erdoğan'ı 'mezara gömecek' ve Türkiye'nin yürüyüşünü durduracak 'Erdoğan'sız Türkiye' hayaline su taşımakla, sadece kendi ayağına kurşun sıkmakla kalmadığını, aynı zamanda, İslâm dünyasının toparlanma hayallerini suya düşürdüğünü göremiyorsa, vay hâline Müslümanların!

OPERASYON BAŞARILI OLURSA, TÜRKİYE, PARÇALANIR VE LEŞ KARGALARINA YEM OLUR!

Şunu iyi bilelim: Bu operasyon, Erdoğan'ı ve Türkiye'nin yürüyüşünü durdurma operasyonudur.

Türkiye, iki yüzyıl boyunca, içeriden ve dışarıdan kuşatılan tek önemli ülkedir dünyada.

Tayyip Erdoğan, son üç yıldan bu yana geliştirdiği ekonomik kalkınma hamlesiyle, bölgesel ve küresel aktörlerle kurduğu stratejik, ekonomik ve teknolojik hayatî ilişkilerle, hem dış vesayete, hem de içerideki uzantılarına büyük darbe vurmayı başardı.

Türkiye'nin, ilk defa, tarihî yükümlülüğünü farkettiği ve küresel sistemin bölgemizi köleleştiren, kaynaklarını sonuna kadar sömüren oyunlarını püskürtmeye başladığı bir zaman diliminde, 'Tayyip Erdoğan'sız Türkiye' operasyonu eğer başarıya ulaşırsa, Türkiye parçalanmaktan ve leş kargalarına yem olmaktan kurtulamaz.

Tam da bölgemizin ve dünyanın haritalarının yeniden çizildiği, Türkiye'nin, yeni bir dünyanın kurulmasında kilit roller oynama sürecine doğru emin adımlarla yürüdüğü tarihî bir dönemeçte, Türkiye'nin önünü açacak tek sembolleşmiş dünya lideri olan Erdoğan'ın 'mezara gömülmesi', sadece Türkiye'nin değil, bölgenin masum ve mazlum halklarının geleceğinin de, dolayısıyla İslâm dünyasının zilletten kurtulma, bağımsızlaşma ve ayağa kalkma imkânlarının da suya düşmesi anlamına gelecektir.

Son söz: Hükümetin hem yolsuzlukların, hem de bu operasyonu tezgâhlayanların üzerine sonuna kadar gitmesi, Türkiye'nin bu belayı defedebilmesinin tek çıkar yoludur.

 

Yusuf Kaplan

 

Yeni Şafak

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu operasyonun Hizmet'in üstünde kalması durumunda ortaya çıkacak sonucu tahmin edebiliyor musunuz?

Diyelim iktidarda CHP var ve onun başbakanı, bir yıl süreyle ülkesinde sürdürülen bir soruşturmadan haberdar edilmiyor. Nasıl bir şey bu?

Yargıdan birkaç kişi, emniyetten birkaç kişi ile bakanları, muhtemelen Başbakan'ı bile dinleme alanı içine alıyor, İçişleri Bakanı'nın kendi emri altındaki polislerin ne yaptığından haberi olmuyor, Emniyet Genel Müdürü'nün haberi olmuyor, MİT'in haberi olmuyor, İstanbul Emniyet Müdürü'nün haberi olmuyor... Böyle bir durumu CHP'li bir hükümet normal karşılar mı?

Bu durum, başbakanların darbe girişiminden sabah kapıları askerler tarafından çalındığında haberinin olduğu günlerden çok farklı bir şey midir?

Bu, "Biz öyle bir gücüz ki sizin damarlarınızda dolaşırız da haberiniz olmaz" demekten başka bir şey midir?

Bu öncelikle Başbakan'a, sonra bütün hükümete, sonra güvenlik bürokrasisine atılmış bir çalımdan başka bir şey midir?

Böyle bir operasyonun Cemaat'e-Hizmet'e mal edilmesi kadar Hizmet'i zora sokacak bir durum olabilir mi?

Öyle sorular ki

Hizmet medyasından arkadaşlarımızın belki de en çok "Savcılar hep doğru yaptı" gibi yorumlarla böyle bir operasyona sahiplik görüntüsü vermemesi gerekir.

Soruyu şöyle koyalım ortaya:
-Bu operasyon diyelim Hizmet'e bağlı emniyet-yargı grubunun işidir ve Hocaefendi'nin bilgisi dahilindedir. Bunun ne anlama geldiğini düşünün bir.

-Ve diyelim bu operasyon Hizmet'e bağlı emniyet-yargı grubunun işidir ve Hocaefendi'nin bilgisi dışında gerçekleşmiştir. Ya bu ne anlama gelirdi?

Ne yazık ki yaşanan ortamda bu tür işlerde Hizmet "olağan şüpheli" muamelesi görmektedir.

Ne kadar problemli bir durumdur bu.

Belki de Amerika-İsrail bloku, Türkiye'nin İran'la ambargoyu delen ilişkilerinden dolayı intikam almaktadır, gelip iş hükümet-Hizmet ilişkisinin savaşa dönüşmesiyle sonuçlanmaktadır. Akıl alır gibi değil. İster Hizmet'in aldığı yarayı düşünün, ister hükümetin aldığı yarayı ya da Tayyip Erdoğan'a operasyon çekilmesini düşünün, neresinden baksanız kazananı olmayan bir hadise ile karşı karşıyayız.

Diyelim yolsuzluk söz konusu. Bu, bütün kademeler kirlendi ise bile, Başbakan'a bildirilmesi gereken bir durum değil mi? Haaa, Başbakan'ı da sollamak, ona da güvenmemek ve bedel ödetmek... Demek birileri o safhaya gelindiğine karar vermiş oluyor.

Hizmet'i korumak

Hüseyin Gülerce Hizmet'e yönelik işaretlerin önünü kesmek için "Bu işin içinde devletin parmağı olabilir" gibi bir tweet atıyor.

İlginç bir yaklaşım bu. İlk akla gelen "Acaba hangi devlet" sorusu tabii ki.

"Diktatör" diye nitelenebilecek kadar muktedir bir adam olan Başbakan Erdoğan'a karşı yürütülen operasyona bakar mısınız?

Amerika'ya kızdık, birçok ülkenin liderlerini, bu arada bizim liderlerimizi de dinleme ağı içine aldığı için.

Kendi ülkemizde emniyet birimlerimiz ruhumuzu okuyor, ne diyeceğiz? Yargıdan birileri buna imkan hazırlıyor, yargı bağımsızlığı olarak mı algılayacağız bunu?

Yolsuzluk... Evet, yolsuzluğa karşı, nereye kadar gidilecekse gidilsin.

Ama şu operasyonda en kolay söylenecek olan söz bu.

Operasyonun devlet hiyerarşisine karşı nanik yapan boyutu, belki de en büyük yönetim yolsuzluğu niteliği taşıyor.

Ben şu sıralar en çok "Hangi tavır Hizmet adına ve kim Hizmet adına hareket ediyor" sorusunu soruyorum. Sorayım: "Benim bu yazım mı Hizmet'i koruma niyeti taşıyor, yoksa yolsuzluk operasyonunda rol alan yargı-emniyet birimlerinin hükümete çalım atan hamlesi mi?"

 

Ahmet Taşgetiren bu yazıdan sonra son yazısını kaleme almak zorunda kaldı. Nerede mi Bugün Gazetesi, sanırım gazetenin ait olduğu kurumu söylemem gerek yok. Ve veda yazısı;

 

iste_ahmet_tasgetirenin_son_yazisi138752

Bugün Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, gazete ile yollarını ayırdığını duyurdu. Taşgetiren son yazısında son operasyonun, bir savaşın uzantısı olduğunu söyledi.

 

 

Bugün Gazetesindeki köşesinde çok ses getirecek bir yazı kaleme almıştı. Cemaat'e ve Fethullah Gülen'e oldukça yakın olan Taşgetiren yazısında, yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile ilgili düşüncelerini dile getirmiş ve bu süreçte Cemaat'in de kaybedeceğini söyleyerek Cemaat'e yakın yazarlara bazı uyarılarda bulunmuştu.

 

Taşgetireni, bugün son yazısını yazarak Bugün Gazetesi ile yollarını ayırdığını açıkladı.

İşte Ahmet Taşgetiren'in veda yazısı:

"Bugün veda günü. Uzun yazmayacağım.

Gelinen noktada, Bugün'de yazı hayatımın zorlaştığını ve böyle bir vedanın kaçınılmaz hale geldiğini düşünüyorum.

Ben AK Parti'yi Türkiye'nin, son 60 küsur yıllık hayatının bir kazanımı olarak değerlendiriyorum. Aynı şekilde Hizmet Camiası dahil bütün hizmet yapılarının, Türkiye'nin iyilik yolunda ilerlemesinin önemli unsurlarından olduğuna inanıyorum.

Son süreçte AK Parti Hükümeti ile Camia arasında yaşananların, iki yapıyı da yıpratmadan sonlanması için çaba sarf ettim. Ama son hadisenin de getirdiği kopuş önlenemedi.

Türkiye hangi boyutta ve nereye uzanırsa uzansın yolsuzluklarla mücadele etmeli. Ama ben son operasyonu sadece bir yolsuzluk operasyonu olarak görmedim. Bu, başka bir savaşın uzantısı bana göre. Ve ben o noktada gazetemin genel yayın çizgisi ile çok farklı duruyorum. Sondan bir önceki yazım "Allah'tan hayırlısı" diyerek bitiyordu.

Bugün de diyeceğim odur: Allah'tan hayırlısı. Rabbim niyeti hayır olanları korusun.

Allah'a emanet olunuz."

 

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

İntihar bu; hepimizin intiharı! Aklınızı başınıza devşirin lütfen!

Bu yazıyı o ürpertici bedduadan sonra gözyaşlarına boğularak yazıyorum.

Sadece kendilerini değil, hepimizi intiharın eşiğine sürükleme potansiyeli taşıyan böylesine büyük bir felâketle ve helâketle karşılaşmadık, iki yüzyıllık çöküş tarihimiz boyunca.

Yaşadığımız felâketin, adeta 'geliyorum!' diye 'bağırdığı' son üç aydan bu yana, taraflara, basiret, feraset ve akl-ı selim çağrısı yaptım; Cemaatin hukukunu, dershanelerin haklarını sonuna kadar savundum. Herkes şahit buna.

Ama yüreği yangın yerine dönen bir Müslüman olarak, asıl büyük felâketi göremeyecek, üstelik de büyütmekten çekinmeyecek -sadece kendilerini değil-, hepimizi intihara sürükleyecek kadar basiretleri bağlanan kişilere, yaptıkları işin vehametini göstermek için bu yazıyı yazmak zorundayım.

OSMANLI'NIN DURDURULMASI VE TÜRKİYE'NİN KUŞATILMASI

Binyıllık dünya tarihini, iki büyük küresel aktör arasındaki medcezir şekillendirdi: Müslümanlar ve Batılılar.

Geçtiğimiz yüzyıl içinde iki büyük felâketle karşı karşıya kaldık: Bir durdurma, iki kuşatma harekâtı yaşadık.

Önce, sömürgecilerin üç asır boyunca üzerimize üzerimize gelmeleri ve içimizdeki beyinsizlerin aymazlıkları ve vurdumduymazlıkları nedeniyle Osmanlı durduruldu ve tarihten sürgün edildik.

Ardından bu topraklardaki insanların haysiyetli ve onurlu direnişleriyle bu ülkeyi sömürgecilere teslim etmedik. Direndik. Destansı bir direniş gösterdik.

Ama sonra 'Anadolu kıtası'na hapsedildik.

Türkiye, çift yönlü kuşatmayla teslim alındı, içerden büyük bir darbe yedi: Medeniyet iddialarını, tarih yapan ruhunu, varlık nedenini yitirdi: Sekülerleşerek kendi kendini sömürgeleştirdi.

BATILILARA FİİLEN TESLİM OLMADIK AMA ZİHNEN TESLİM OLDUK!

Batılılara fiilen teslim olmadık; ama zihnen teslim olduk.

Bizim tarih yapmamızın, tarihte esaslı yolcuklar yapmamızın, Balkanları, Kafkasları ve Ortadoğu'yu barış, adalet, kardeşlik yurdu hâline getirmemizin yegâne kaynağı İslâm, bu toplumun entelektüel, kültürel, siyasî, sosyal ve iktisadî hayatından uzaklaştırıldı.

İslâm'ın bu toplumun hayatından uzaklaştırılması, bizim tarih yapan medeniyet kurucu bir aktör olarak tarihten uzaklaştırılmamız anlamına geliyordu.

Sonuçta, Türkiye, dışarıdan Batılıların baskısıyla, içeridense uzantılarının operasyonlarıyla kuşatıldı. Ve bu millet, tam kalbinin ortasından vuruldu, bitkisel hayata mahkûm edildi.

VE ARDI ARKASI KESİLMEYEN SALDIRILAR!

Son olarak bu çift yönlü kuşatma, yerini, çok yönlü saldırıya terketti.

Bu kuşatmayı yarmaya çalışan Menderes, idam edildi. Özal, şaibeli bir cinayete kurban gitti. Erbakan, hapsedildi, önü kesildi, hükümeti alaşağı edildi.

Şimdi, bu kuşatmayı yarma konusunda içeride ve dışarıda büyük mesafeler kateden, Türkiye'yi dış vesayetten ve içerideki uzantılarından kurtaracak, yeniden tarih yapmamızın yollarını açacak koridorları adım adım, sabırla döşeyen Tayyip Erdoğan, 11 yıldır, art arda büyük saldırılara, darbe girişimlerine, ardı arkası kesilmeyen iç ve dış operasyonlara maruz kalıyor...

HANÇERLEME OPERASYONU!

Ama bunların hiç biri şu an yaşadığımız saldırı kadar büyük ve ürkütücü olmadı. Olamazdı; çünkü hiç biri, Erdoğan'ın birlikte yola çıktığı, kardeş bildiği insanlardan gelmemişti.

Erdoğan'ın, önlerini sonuna kadar açtığı insanlar tarafından, tam da Türkiye'nin küresel sistemin büyük oyunlarını -Allah'ın yardımıyla- püskürtmeye başladığı bir zaman diliminde arkadan hançerlenmesi, bu ülkenin başına gelebilecek en büyük felâketti.

Bundan büyük felâket olamazdı: Tayyip Erdoğan, Ebucehil'likle, Firavun'lukla, Nemrutluk'la itham edildi; türlü kaset şantajlarıyla tehdit edildi!

Ama bu çirkin ithamların hiçbirine aslâ o çirkinlikle cevap vermeye yeltenmedi. Sabretti. Sabretti.

Ama sonunda, iğrenç bir 'hançerleme operasyonu' yedi!

TARİH SİZİ ASLÂ AFFETMEYECEK!

Söylemek bile saçma: Yolsuzluk, kul hakkı yemek gibi şeyler, aslâ kabul edilebilecek şeyler değildir. Bu sütunun sürekli okuyucuları, bu yolsuzluklar konusunda, ne kadar ağır, ne kadar sert yazılar yazdığımı, 'Tanrı'yı kıyamete zorlamayın!' dediğimi iyi bilirler.

Ne olursa olsun, yolsuzlukların üzerine en sert şekilde gidilmelidir!

Ama milletin zekasıyla alay etmeyin, milleti aptal yerine koymayın lütfen!

Türkiye'nin gelecek on yılının belirleneceği, İslâm dünyasının mazlum ve masum halklarının önündeki prangaların birer birer kırılacağı tarihî üç önemli seçim arefesinde, yolsuzluk numarasıyla arkadan saplanan hançer, aslâ kabul edilemez!

Bir yandan vargücünüzle saldırıyorsunuz, kirli ittifaklar yapıyorsunuz, son derece çirkin oyunlara başvuruyorsunuz; öte yandan da utanmadan, sıkılmadan, 'bu operasyonun arkasında biz yokuz' açıklamalarını nasıl yapabiliyorsunuz?

Bu operasyon başarıya ulaşırsa, tarih sizi aslâ affetmeyecektir, bunu bilin!

Ve bu ümmet, yarın, sizin yakanıza yapışacaktır! Bunu da bir yere kaydedin!

YA BEDDUANIZ GERİ DÖNERSE!

İplerin henüz bu ülkenin çocuklarının elinde olmadığı, İslâm dünyasının, bizim başlattığımız yolculuğun başarıya ulaşması için gece gündüz dua ettiği, siz, Mavi Marmara'nın aziz şehitlerine bile dil uzatıp İsrail terör devletinden 'eman dilenirken', beddua ettiğiniz insanların ve hükümetin masum Gazzelilerin imdadına yetiştiği, Sirilankalı 12 yaşındaki çocuğun Erdoğan'ın sağlığını merak ettiği, Yemen'li yaşlının İstanbul'un yeniden dirilişi için Rabbine yakardığı, Güney Afrikalı büyük bir üniversite / medrese başkanının 'Türkiye'li Müslümanlar için nefes alıp veriyoruz, dua edip duruyoruz', dediği, Tanzanya Cumhurbaşkanı'nın 'neredesiniz?' diye sorduğu bir zaman diliminde, siz, önce tarihten sürgün edilmiş, ardından çifte kuşatma yemiş bu sahipsiz milletin çilekeş çocuklarına beddua etmeye, bu ülkenin yürüyüşünün önünü tıkayacak basiretsizce çılgınlıklara imza atmaya, sırf kendi gettonuzun çıkarları için gemileri yakmaya kalkışarak, bu sahipsiz ülkenin ve mazlum ümmetin kaderiyle oynamaya kalkışırsanız, ettiğiniz beddua sizi bulmaz mı, sanıyorsunuz?

CEMAAT'İ CEMADAT'A, HİZMET'İ HEZİMET'E DÖNÜŞTÜRMEYE HAKKINIZ YOK!

1998 yılında, sizi ve hizmeti topyekûn yoketmeye çalışan kasetçi haydutlara karşı bu gazetenin başındayken ölesiye savundum.

Ama 'hançerleme operasyonu'yla birlikte, bütün saygımı yitirdiniz! Sadece benim değil, bu milletin de!

Unutmayın: İlkesiz ülkü, ilkeleri yok eder; ülkeyi ise paçavraya çevirir, kurda kuşa yem eder.

'Hedefe ulaşmak için her yol mübahtır' anlayışı, ihtiras, ben / biz merkezcilik, istişareyi hiçe saymak, önünüze gelen herkesi sonuna kullanıp sonra da kaldırıp atmak, diğer Müslümanlara böcek muamelesi yapmak, şer şebekeleriyle her türlü zelil ittifaklar kurmak, insanı azmanlaştırır, azgınlaştırır ve sonunda Müslümanlara beddua etmeye kalkışacak kadar yolunu da, istikametini de şaşırtır böyle!

Bu aziz Cemaat'i cemadat'a (taş'a), o güzelim hizmet'i de hezimet'e dönüştürmeye hakkınız yok!

Şunu aslâ unutmayın: Eğer Tayyip Erdoğan devrilirse, bunun altında siz de kalırsınız!

Sonuçta, Sibirya'dan Brezilya'ya kadar her şeylerini Allah rızası için hizmet uğruna feda eden, o kahraman, vefakâr, fedakâr Anadolu çocukları da!

Onların hesabını da veremezsiniz!

BU ÜLKENİN VE ÜMMETİN KADERİYLE OYNAMA YETKİSİNİ KİM VERDİ SİZE?

Hem yetkiniz yokken hem de yeteneğiniz olmadığı gün gibi ortadayken bu sahipsiz ülkenin ve mazlum ümmetin kaderiyle oynayamazsınız!

Üstelik de, küresel sistemin lordlarının oyunlarının -ilk defa- sonuç alınacak şekilde püskürtülmeye başlandığı bir zaman diliminde!

Üstelik de, Çin'le, Kuzey Irak yönetimiyle, hiç bir zaman güvenilemeyecek ve dizginlenmesi gereken İran'la, Japonya'yla ve Rusya'yla büyük stratejik, ekonomik ve teknolojik işbirliği projelerini adım adım, ilmek ilmek, inceden inceye hesaplayarak, kılı kırk yararak -Allah'ın yardımı ve lütfuyla- ilk kez hayata geçirmeye muvaffak olduğumuz kritik bir eşikte!

Üstelik de, Türkiye üzerinde ekonomik, stratejik ve siyasî oyunlar tezgâhlayan, mühendislik hesapları yapan küresel şebekelerin ve bunların iç uzantılarının oyunlarının birer birer püskürtüldüğü bir silkiniş ve toparlanış sürecinde!

Soruyorum şimdi: Bu sahipsiz ülkenin ve mazlum ümmetin kaderiyle oynama yetkisini kim verdi size?

Ve bunun hesabını nasıl vereceksiniz 'hesap günü'nde?

Yusuf Kaplan

Edited by Kalemdâr
  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
Oyun deşifre oldu!
30 Aralık 2013 Pazartesi 09:19
,

Bu sabah Fatih’te bir basın açıklamamız olacak, son gelişmelerle ilgili..

Cemaat hala direniyor ama, Liberal dostları ile birlikte deşifre oldular.. Oyun bitti!

Graham Fuller’in 25 yıllık hayalleri de buharlaşıverdi bir anda..

İçeride birileri olayların sıcaklığından hala ne olup bittiğinin farkında değil sanırım. Ama onlar da görecekler gerçeği..

Cemaatin bu ani atağının aslında bir çok sebebi var..

Tamam kötü bir zamanlamaydı, ama sıkışmışlardı..

Çünkü, Gülen’in yerine gelmesi sözkonusu isimlerden biri, cemaat yapısı içindeki kriptoları yakın takibe aldı.

İpin ucu MOSSAD ve CIA’ya kadar gidiyordu.

Oynanan oyunun farkına varınca görevden uzaklaştırıldı.

O da bu işin izini sürdü.

Sonunda elde ettiği bilgilerle Başbakanın kapısını çaldı..

Arınç’ın “bizi uyutmuşlar” dediği kirli oyun bu!

İşin içinde yok yok, Cemaat dedikleri yapı bir Truva atı..

Şunu da söyleyeyim, sızdıkları yönlendirdikleri tek “Cemaat” yapısı da bu değil! Bildik derin yapı işte; Media Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, STK, tekmili birden işin içinde..

Peki, madem bunlar biliniyor, ne bekleniyor..?

Söyleyeyim:

Elde o kadar çok belge ve bilgi var ki, bunların gözden geçirilip, yapının efradına cami, ağyarına mani bir şekilde tasnif edilmesi gerekiyor.. Ordu, Polis ve istihbarat örgütü içindeki yapılanmada görev alan yeşil kabuki, aktif profesyonel ve kripto isimler ve bağlantı kurdukları, Media, Sermaye, dış kanalları hepsi ortaya çıkartılmış..

Bu bilgilerin çoğu istihbarat kaynaklı arşiv bilgileri değil, Cemaatin kendi içinden gelen aktüel bilgiler ve belgeler. Her gün bunlara yenileri ekleniyor..

Bu tasnif işi tamamlanınca, Ocak içinde dava açılır sanırım. Bu ultra modern darbe girişimi ve paralel devlet yapılanması davası Ergenekon ve Balyoz’dan daha ilginç olacağa benziyor.. Ergenekon ve Balyoz’da, kripto isimler dışında profesyonel ve 3. dereceden konuyla ilgili, yukarıdaki adamların büyük patronun adamıyla anlaşmaları halinde günah keçisi olarak kurban edilecek, suçların üzerine yükleneceği bir takım isimler için bu yeni dava bir umut olabilir..

Bakarsınız bu ara birileri ülkeyi terketmek zorunda kalabilir..

Cemaat bu bilgileri Başbakan’a aktaran ismi biliyor.

Başbakan üzerlerine yürümeden acele ile ve panik içinde operasyonu başlatmaya karar verdiler..

Yarın geç olabilir diye düşünmüş olmalılar.. Erdoğan da onların harekete geçmesini bekledi.. Ben 6 aydır yazıyordum bu konuyu.. Bu iş bir yıldır masada bekletiliyor..

İsrail İHH konusunda bastırıp duruyor. İsrail’in derdi Mavi Marmara’nın intikamını almak. Dosya zaten masada bekletiliyordu.. Bir türlü uygun zaman bulamadılar. “Tamam başlıyoruz” dediklerinde bir başka sorun çıktı. Hep ertelendi.. Zaten bu süreçte, işin içinde birileri, Cemaatle paralel çalışan bazı kişiler bu gelişmeler sırasında İsrail ve Amerikalı bazı karanlık kişilerin ısrarlı ve kaba müdahalelerinden rahatsız oldukları için, “ne oluyor” sorusuna cevap bulamayan bu kişilerin çevresindekilerle bu sırrı paylaşmaları sonucu gelişmelerden sürekli olarak bilgi aktarıldı..

Cemaatin paralel istihbarat yapılanması ve klonlanan dosyaların arşivlendiği yere kadar hepsi istihbarat kaynaklarının yakın takibine alınmış.

Cemaatin niçin ısrarla MİT’i istediği şimdi daha iyi anlaşılıyor..

Ne mübarek bir gemiymiş şu Mavi Marmara yahu! Bu gün İsrail bir kez daha suçüstü oldu ve komplo ile.. İngiltere’nin Türkiye’deki finansal operasyonu da deşifre oldu..

Birileri İran’a da derin bir ayar çekmeye çalışıyordu, şimdi o ekip de deşifre oldu.. Bu işin Irak ve Suriye ayağı da deşifre olacak daha. Hizbullah ayağı da. Kara para ilişkileri, eroin para, silah takası, hepsi.. Ahmedi Necat dönemi de mercek altına alınacak.. Reformist mollalar, Uğur Mumcu’nun son kitabında anlattığı olayların İran versiyonu hepsi gündeme gelecek!

Kirli oyun deşifre oldu. Bu oyun sadece Erdoğan ve AK Parti’ye yönelik değil.

Mısır, Filistin, Suriye, Irak, İran, Pakistan, Afganistan, Malezya, Hindistan, Körfez ülkeleri, yok yok yani anlayacağınız.. İşin içinde Mavi Marmara da var, diğer İslami oluşumlar da.. 110 ülkedeki İHH, TİKA faaliyetleri, Cemaat okulları hepsi bu tartışma dosyasının içinde yer alıyor!

Sahi Cemaat Şam'da Halep'de ne yapıyor?

ABD, İngiltere, Fransa, Vatikan, Almanya, İsrail herkes bu senaryoda rol almış.. Gelinen noktada bu olay, doğu da, batı da, Afrika da, Latin Amerika da adı geçen ülkelerin yasama, yürütme ve yargılarında da fırtınalı tartışmalara sebeb olacak.. Gülen ve arkadaşlarının daha fazla Amerika’da kalması da zorlaşacak.. Yeni bir ülke bulmak da kolay olmayacak! İsrail’e ya da Vatikan’a yerleşecek halleri de yok herhalde.. Avustralya, Yeni Zelanda ya da küçük bir ada satın almak olabilir mi acaba!

Aslında Cemaatin tabanı tedirgin. Orta kademe, 2 ay içinde bu işi bitireceklerini ve iktidardan hesap soracakları umudunu taşıyor.. Hatta AK Parti’ye karşı dosya savaşları ile, milletvekillerini baskı altına alarak istifa ettirecekleri ümidini taşıyorlar.. Yolsuzluk iddiası ile hakkında dava açılan belediye başkan adaylarına pres uyguluyorlar.. Bir çok kişi tedirgin bir bekleyiş içinde. Çoğu kimse kaybedecek tarafa oynamak istemiyor. Çünki yağmurdan kaçarken doluya tutulma ihtimalleri var.. Ve Erdoğan’dan korkuyorlar. Onun elinde de dosyaların olmasından kaygı duyuyorlar sanki!

Yarın bu işin Hilafet ve Mehdiyet konusunu, Aytunç Altındal’ın hilafetle ilgili açıklamalarının arka planını yazacağım inşallah.

Selam ve dua ile..

 

Abdurrahman Dilipak

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kara bir leke!

Önceki gün Batman'daydım. Bir kamu görevlisi arkadaş, Van'da bizzat tanık olduğu bir hâdiseyi anlattı.

Cemaate bağlı bir öğretmen, bir Van milletvekiline parmağını sallayarak, aynen şöyle çıkışmış: 'Siz, kendinizi ne zannediyorsunuz? Bunun hesabını vereceksiniz!'

Kamu görevlisi arkadaşa, 'mesele neydi?' diye sorduğumda, 'sıradan bir mesele' dedi ve 'hepimiz şok olduk' diye de ilâve etti.

Bu hâdisenin iki yıl önce yaşandığına özellikle dikkatinizi çekmek isterim.

GELİN DE AÇIKLAYIN BU PARADOKSU!

Şu gerçeği görelim artık: Karşı karşıya olduğumuz operasyon, bir yolsuzluk operasyonu değil, aksine, ilk kez bağımsız hareket etmeye ve İslâm dünyasının umudu olduğunu göstermeye başlayan Erdoğan Türkiye'sinin yürüyüşünü durdurmaya yönelik çok yönlü siyasî, ekonomik, stratejik ve uluslararası bir 'operasyon'.

Dün, seçimler öncesinde siyaseti dizayn etmek için çirkin yolsuzluk operasyonlarına karşı toplumu uyanık olmaya çağıran Cemaat'in yayın organının başındaki kişi ve Cemaat medyası, bugün seçimlerin arefesinde Türkiye'yi kaosun eşiğine sürükleyecek bir yolsuzluk operasyonuna neden çanak tutuyor acaba?

Şu hâle bakar mısınız: Bir yandan bir yolsuzluk operasyonu yapılıyor ve Cemaat'in bütün basın-yayın organları, çarşaf çarşaf yolsuzluk haberleri yayınlıyor.

Öte yandansa Cemaat, söylediklerinin ne anlama geldiğini idrak etmekten âciz tuhaf adamlarını ve 'tetikçilerini' televizyon televizyon dolaştırarak hem Cemaat'in operasyonla ilişkisi olmadığını söyletiyor hem de havada uçuşan iğrenç yolsuzluk iddialarıyla, şantaj kasetleriyle, iç ve dış şer güçleriyle kurduğu ürpertici ilişkilerle hükümete veryansın ediyor, Türkiye'yi kaosun eşiğine sürüklüyor!

YETER ARTIK! BU ZİLLETE SON VERİN LÜTFEN!

Nedir bu Allah aşkına yahu! Müslüman bir cemaat ne zamandan beri -özür dilerim ama- bu kadar mide bulandırıcı, alçaltıcı, zelil bir duruma düştü bu ülkede!

Doğrusunu söylemek gerekirse, Cemaat'e karşı her zaman hüsnüzan'la yaklaştım; yurtdışındaki okul çalışmalarını bir ufuk olarak gördüm, hizmetlerini takdirle, şükranla andım. Ve dershanelerle ilgili mücadelelerini sonuna kadar destekledim.

Ama operasyondan sonra Cemaat'in geliştirdiği söylemler, eylemler, girişimler hayal kırıklığına uğrattı beni.

Neresinden bakarsanız bakın, son derece vahim bir durumla karşı karşıyayız: Milletin gözünün içine baka baka Cemaat'in operasyonla hiç bir ilişkisi olmadığını söyleyebiliyorlar. İnsanları ne kadar aptal yerine koyduklarını göremiyor mu bu arkadaşlar?

Yeter artık yahu, yeter! Müslümanların daha fazla zelil ve rezil duruma düşmelerine tahammül edemiyorum ben şahsen!

İSLÂM'IN İZZETİYLE OYNAMA HAKKINI KİM VERİYOR SİZE!

Bu ne basiretsizlik, bu nasıl bir akıl tutulmasıdır Allah aşkına!

Her şey bütün çıplaklığıyla ortada. Milletin gözünün içine baka baka milleti aptal yerine koymayın lütfen!

Yaşananların toplumun midesini fenâ hâlde bulandırdığını, daha önemlisi de, İslâm'ın izzetini yerle bir ettiğini nasıl oluyor da göremiyorsunuz, aklım, havsalam almıyor gerçekten!

Soru şu burada: İslâm'ın izzetiyle oynama hakkını kim veriyor size? Bu ne vurdumduymazlık böyle!

Şimdi birileri kalkıp da bana, yolsuzlukların üstünü örttüğümü söylemez umarım. Mesele yolsuzlukla filan ilgili değil çünkü.

Kaldı ki, bu tür yolsuzluklara bulaşmış Cemaat mensubu kaç tane adamın kafasını milletin içinde duvarlara vurduğumu söylemem bir anlam ifade eder herhalde.

CEMAAT'İ KENDİ ELLERİNİZLE BİTİRDİĞİNİZİ GÖREMEYECEK KADAR GÖZÜNÜZ KARARMIŞ SİZİN!

İyi de, operasyon sürecinin ve bu süreçte Cemaatin yaptığı agresif yayınların, geliştirdiği hasmane söylemlerin ve yıkıcı eylemlerin, Cemaat'in itibarını sıfırladığını göremiyor musunuz?

Daha da vahimi, gücü putlaştırarak, kendi dünyevî, siyasî, bürokratik menfaatlerinizi ölesiye koruma kavgası vererek pire için yorgan yakan, kendinizi her şeyin merkezine yerleştirerek kardeşlik fikrini yerle bir eden, 'güç elde etmek ve elde edilen gücü korumak için her yol mübahtır' ilkesizliğine yaslanan Makyavelist mantığınızla, İslâm'ın varoluşsal ilkelerini hiçe saydığınızı göremiyor musunuz gerçekten?

Toplumda onarılması zor derin manevî yaraların açılmasına neden olduğunuzu, masum Anadolu insanını perişan ettiğinizi ve sonuçta Anadolu insanının Cemaat'e öfkeyle dolup taştığını ve bütün bu basiretsizliğinizle Cemaat'i kendi ellerinizle bitirdiğinizi göremeyecek kadar gözünüzün karardığını nasıl oluyor da göremiyorsunuz anlayamıyorum hakikaten!

Yazık olacak Cemaat'e! Hem de çok yazık! Uyanın artık!

BU KARA LEKEYİ İSTESENİZ DE TEMİZLEMENİZ ÇOK ZOR ARTIK!

Şunu aslâ unutmayın: İki haftadır bu ülkenin ekonomisine verdiğiniz zarar, ülkeyi içine sürüklediğiniz kaos ve bu ülkenin sahipsiz insanına yaşattığınız hayal kırıklıkları, sergilediğiniz 'ikiyüzlü', Makyavelist ve narsist tavırlar, Cemaat'in alnına kara bir leke olarak çoktan kazındı bile. Bu lekeyi isteseniz de silmeniz çok zor artık!

İzi sürülmesi gereken soru şu burada: Bir Cemaat, nasıl olur da ülkeyi kaosun eşiğine sürükleyecek kadar pire için yorgan yakmaktan, kardeşlik fikrini hiçe saymaktan, bölgemizin mazlum ve masum halklarının tam da bize bel bağladığı bir zaman diliminde Türkiye'nin yürüyüşünü engelleyecek basiretsiz işlere soyunmaktan çekinmez acaba?

CEMAATİN PSİKOLOJİSİ BİLİNİRSE, YANLIŞLIK YAPMASI ÖNLENEBİLİR

Bu soru önemli. Bu sorunun cevabının izini sürebilmek için Cemaat'in yapısını, mantığını, karmaşık, kafa karıştırıcı uluslararası ilişkiler ağını, kısacası Cemaat'in söylemlerini ve eylemlerini belirleyen psikolojisini iyi okumak, iyi tahlil etmek gerekiyor.

Cemaatin psikolojisi, bütün stratejilerini belirliyor çünkü. Meselenin püf noktası burası.

Cemaatin psikolojisi iyi bilinirse, Cemaat'le nasıl ilişki kurulabileceği, Cemaat'in yanlışlık yapmasının önüne nasıl geçilebileceği de ön-görülebilir.

ÜMMET ŞUURU OLMAYINCA, KARDEŞLİK ŞİİRİ DE YEŞERMİYOR

Her şeyden önce, Cemaat'te ümmet şuuru yok. Ümmet şuuru olmayınca kardeşlik şiiri de yeşermiyor.

O yüzden Cemaat, bugüne kadar İslâm dünyasının sorunlarına karşı duyarsız kaldı. Yine o yüzden bu ülkede İslâmî kesimlerin karşı karşıya kaldığı -neredeyse- bütün sorunlarda Müslümanları yalnız bıraktı.

Dolayısıyla ilâhî şiarları da, türlü tuhaf insanları da, kendi çıkarları için tepe tepe kullanmakta bir sakınca görmedi.

UMUT YOKSA, UFUK DA BULANIKLAŞIR VE BUHARLAŞIR

İkinci olarak, Cemaat'te Umut fikri de yok. Ürpertici, çürütücü bir vehim var.

Oysa vehmin olduğu bir yerde, panik psikolojisi hükmünü icra eder. Panik psikolojisiyle hareket eden vehimli insan, ne sunar bize, ne sunabilir ki?

Umut, vehmin panzehiridir oysa. Umutsa, ufkun kaynağı. Umut kaynağı kuruduğu zaman, ufuk ırmağı da akmaz.

Umut yoksa, ufuk da bulanıklaşır ve buharlaşır zamanla.

Korku, vehim, panik ve kaçınılmaz olarak da paranoya, cemaatin hatt-ı harekatını belirliyor.

Sonuçta, takiyyecilik diye, gayr-i islâmî, marazî bir tarz, bir usul çıkıyor ortaya.

CEMAAT, AZINLIK PSİKOLOJİSİ VE YAHUDİ MANTIĞI

Takiyyecilik, kişiliği bozuyor. Ahlâkı da bozuyor. Yahudi mantığını besliyor alttan alta.

Bu tespit tedirgin edici bir tespit; o yüzden pek de içime sinmiyor ama yine de yazmak zorundayım bunu. Umarım yanlış anlaşılmaz ve alakasız yerlere çekilmez. Çok önemli olduğunu düşündüğüm için sizlerle paylaşıyorum bu tespitimi.

Yahudi mantığı, azınlık psikolojisine dayanır. Azınlık psikolojisinin temelinde güce tapınma, gücü putlaştırma ve her ne suretle olursa olsun gücü ele geçirme paranoyası vardır.

Burada 'Yahudi mantığı' diye bir niteleme kullandım ya, hemen tepki verecek bazı akl-ı evveller, 'Vayy, Yahudileri aşağıladın sen!', diye.

İşte bu reaksiyon da Yahudi mantığının bir ürünü!

Dahası, modernliğin gerisinde yatan ruh, Lacoste'a göre, bu reaksiyoner Yahudi mantığıdır. Modernlik, bir aksiyon'a değil, reaksiyona dayanır: Kilise'ye reaksiyona.

ZAYIFKEN, GÜCE BOYUN EĞMEK; GÜCÜ ELE GEÇİRİNCE, BOYUN EĞDİRMEK!

Gücü putlaştıran azınlık psikolojisi, iki zıt davranış biçimi üretir:

Birincisi, gücü ele geçirinceye kadar, güce boyun eğer.

İkincisi de, gücü ele geçirdikten sonra da herkesi kendi gücüne boyun eğdirme mücadelesi verir.

Cemaatin, diyalog fikrinin, Müslümanlarla değil de, Yahudi ve Hıristiyan'larla çıkar ilişkisine dayanıyor olmasının sırrının burada gizli olduğunu düşünüyorum.

Yusuf Kaplan

Edited by Kalemdâr
  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Cemaat, İslam'ı protestanlaştırıyor

cemaat-islam-i-protestanlastiriyor.jpg
Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Yusuf Kaplan, 17 Aralık operasyonuyla ilgili olarak; operasyon başarıya ulaşır ve Erdoğan devrilirse, Cemaatin İslam'ı protestanlaştıracağını ve bitireceğini söyledi. Kaplan; "Amerikalıların İslam dünyasında adım adım uyguladığı bir proje var. Bizantinizm, İslam'ın protestanlaştırılması projesi, yani ılımlı İslam. Cemaat de bu projenin birincil aktörü" dedi.


Kirli 17 Aralık operasyonunun hedefinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğu iyice açığa çıktı. Bu konuyla ilgili konuşan Yeni Şafak gazetesi Yazarı Yusuf Kaplan, Türkiye’nin her şeye rağmen başlattığı bu bağımsızlaşma yolculuğunu nihayete erdirecek dirayeti, iradeyi, direnci gösterebilecek ikinci bir lider olmadığını söyledi. Başbakan Erdoğan’ın desteklenmesi gerektiğini belirten Yusuf Kaplan ile 17 Aralık operasyonunu, bunun amacını ve Cemaatin operasyondaki konumunu konuştuk...

Röportaj: Hüseyin Kulaoğlu


Öncelikle 17 Aralık operasyonundan ne anlamamız gerekiyor?

- Bu operasyon; siyasi, iktisadi, uluslararası ilişkiler düzleminde yaşanan bir sürecin ürünüdür. Küreselleşme çağının doruk noktasında yaşıyoruz. Bu süreçte iç sorunlarla dış sorunlar iç içe geçti. İç sorun diye gördüğümüz bir şey kesinlikle sadece iç dinamiklerle açıklanamaz. Bu yüzden 17 Aralık’taki operasyon, sadece 17 Aralık hikâyesinden ibaret değil, 7 Şubat MİT krizinden itibaren yaşanan bir süreçtir. Bir de Cemaat ile Hükümet arasındaki ittifakın bozulması söz konusudur.

Cemaat ile AK Parti Hükümeti arasındaki ittifakın bozulmasının sebebi nedir?

- Çok belirgin olarak bu bir iktidar kavgasıdır. Cemaat resmen Türkiye’de iktidar kavgası veriyor.

Peki İslâmî jargonla yola çıkan bir Cemaatin böyle iktidar kavgası vermesi doğru mu?

- Hayır. Bu durum zaten baştan yanlış... Müslümanlar, meselelerini iktidar meselesi üzerine bina ederlerse, o bina çöker. O binanın altında sadece İslâmî kesim kalmaz, o toplumda yaşayan herkes kalır. Müslümanların derdi hiçbir zaman “dünyevi gücü ve iktidarı ele geçirmek” olamaz ama bu “Müslümanlar kendi ülkelerinin yönetimini bir şekilde başkalarına bırakacaklar, dolayısıyla kendi ülkelerinin nasıl yönetildiği ile ilgilenmeyecekler, hangi dış, iç aktörlerin ülkenin kaderini belirlediğine bir şekilde müdahale etmeyecekler” demek değildir. Böyle bir şey söz konusu olamaz ama sonuçta İslâmî oluşum, cemaat dediğimiz bütün şekillenmeler, kendilerini kesinlikle bir güç elde etme kaygısı, çabası içine sokamazlar. Sokarlarsa, o şeyin içerisinden çıkamazlar. Yani bu durum bütün hayallerinizi, iddialarınızı mahveder, kendi elinizle kendinizi bitirmenize yol açar. Bu intihardır. İlkelerinizi ayaklar altına almanız demektir. Sorun da buradan kaynaklanıyor.

ykap.JPG‘TÜRKİYE’NİN İSLÂM’DAN UZAKLAŞTIRILMA PROJESİ İŞLİYOR’

AK Parti ile Cemaat bugüne kadar uzlaşı içinde hareket ederken, ne oldu da bugün bu şekilde bir kavga var?

- İşin başlangıcında küresel sistemle AK Parti de, Cemaat de anlaştı. Buluştukları yer orasıydı. İttifaka götüren nokta orasıdır. Fakat biz siyaseten geriye dönüp baktığımızda, Adnan Menderes ve Turgut Özal da küresel sistemle anlaşmıştı. Fakat Menderes ve Özal sonuç itibariyle küresel sistem tarafından kullanılmaktan çok, küresel sistemi kullanacak bir performans ortaya koydu.

Nasıl yani; biraz açar mısınız?

- Avrupa dünya düzeni kurulduktan sonra Osmanlı’nın çökmesi için üzerimize geldiler. Biz, bu meydan okuma karşısında uzun süre direndik ama sonuçta ağır bir darbe yedik. İçerideki entelijansiyanın da burada çok belirleyici rolü var. Abdülhamid’in düşmesi, bunun en önemli göstergesidir. Türkiye, 100 yıl içinde bir tane durdurma, iki tane de kuşatma operasyonu yaşadı. Durdurma operasyonu, Osmanlı’nın durdurulmasıydı. Kuşatma operasyonları ise Türkiye’nin dışarıdan ve içeriden kuşatılmasıdır. Buna mukabil bir de yarma hareketleri yaşıyoruz. Dışarıdan Türkiye’ye “kesinlikle kendi haline bırakılmaması” dayatılıyor. Diğer taraftan içeriden de bir şekilde yabancılaşmış, Batılılaşmış, sekülerleşmiş, ipleri ele geçiren aktörler tarafından Türkiye’nin İslâm’dan uzaklaştırılma projesi var. Şimdi Türkiye rotasını kaybetmişti. Menderes ile birlikte rotasını buldu. Bir şekilde bu yarma harekâtlarına girişen aktörlerin hepsi temizlendi. Menderes idam edildi. Özal şaibeli bir cinayete kurban gitti. Erbakan hükümetten alaşağı edildi. Tayyip Erdoğan da darbe üstüne darbe yiyor.

Erdoğan neden darbe üstüne darbe yiyor?

- Şu anda Türkiye bir şekilde kendine geliyor, toparlanıyor. Türkiye her şeye rağmen yeniden toparlanıp, bölgeyi toparlayabilecek, bölgenin kendi kaderini belirlemesi sağlanabilecek, kendi kaynaklarını bölge halklarının kullanmasını sağlayabilecek bir yolculuğu başlatabiliyor. Nitekim bunun için de özellikle bir şekilde ekonomik, teknolojik, stratejik belli bir siyasi güce ulaşılması gerekiyor. Erdoğan da Türkiye’de böyle bir projeyi uyguluyordu. Özellikle son üç yıldan itibaren Amerika ile bir şekilde yapılan o anlaşma feshedildi. Cemaat ise bunu feshetmedi. Cemaat tam tersine Amerika’ya, küresel sisteme bağımlılığını iyice pekiştirdi. AK Parti ile Cemaat arasındaki ayrışmanın en önemli nedenlerinden birisi budur. Erdoğan, Türkiye’nin ekonomik olarak büyüdüğünü, stratejik manevra alanlarının ve imkânlarının genişlediğini gösterdi ve İslâm dünyasında bir sembol şahsiyet katına yükseldi.

Sembol şahsiyetten kastınız nedir?

- Son yüzyılda çıkardığımız üç büyük sembol şahsiyet var. Birincisi; Abdülhamid. İkincisi; Erbakan. Üçüncüsü ise Tayyip Erdoğan... Sembol şahsiyetler tarihin akışını değiştirirler. Şimdi her sembol şahsiyet karizmatik şahsiyettir. Her karizmatik şahsiyet ise sembol şahsiyet değildir. Sembol şahsiyetlerin bir başka özelliği ise bu kişiler bu dünyada yaşamazlar. Bizim gibi yaşamazlar, kendilerini hedefe kilitlemişlerdir. Dolayısıyla ilkeleri için yaşarlar, ilkelerin ülkülere dönüşmesi için yaşarlar, ülkülerin bir şekilde ülkesini kurabilmesi için, dünyasını kurabilmesi için yaşarlar. Tayyip Erdoğan da kesinlikle böyle birisidir. Bu durum İslâm dünyasında da böyle algılanıyor. Yaklaşık dört ay önce Sri Lanka’ya gittiğimde bir dağ köyünde 12 yaşındaki engelli bir çocuk bana Tayyip Erdoğan’ın sağlığını sordu. Balkanlar’da, Güney Afrika’da da durum böyledir. Güney Afrika’da bir üniversitenin rektörü, “Biz Türkiye için nefes alıp veriyoruz. Tayyip Erdoğan için gece-gündüz dua ediyoruz” dedi. İslâm dünyası böyle düşünüyor; çünkü İslâm dünyasını toparlayacak başka güç yok.

‘BAĞIMSIZLAŞMA HAREKETİNİ ERDOĞAN’DAN BAŞKASI YAPAMAZ’

Yeni Şafak’taki yazılarınızda Erdoğan’ın bu dönemde desteklenmesi gerektiğini belirttiniz. Erdoğan neden desteklenmeli?

- Türkiye şu an enteresan bir eşiğe geldi ve kilitlendi. Bir şekilde Türkiye’nin büyümesini, ön almasını, bölgeyi yeniden harekete geçirmesini küresel güçler istemiyor. Türkiye; siyasi, ekonomik, kültürel olarak bölgeye çekidüzen vermeye başladığından itibaren, küresel sistem bundan rahatsız oldu. Burada, Tayyip Erdoğan’ın dışında Türkiye’nin her şeye rağmen başlattığı bu bağımsızlaşma yolculuğunu nihayete erdirecek dirayeti, iradeyi, direnci gösterebilecek ikinci bir lider yok. Erdoğan, İslâm dünyasındaki mazlum, masum insanların yürek tellerini titreten birisidir. O yüzden Erdoğan’sız bir Türkiye projesi uygulanmaya çalışılıyor. Bu projeyi hayata geçirmeye çalışıyorlar. Erdoğan, 10 senede Türkiye’nin, ekonomik, siyasal, stratejik olarak bölgenin en güçlü aktör olmasını sağlamaya çalışıyor. Bu yüzden Erdoğan desteklenmelidir.

Peki, bu projede Cemaat olayın neresinde yer alıyor?

- Cemaatin bir şekilde Türkiye’de toplumun gövdesini koruyan bir konumu var. Türkiye’nin ekonomisi 17 Aralık operasyonu ile birlikte yüzde 10 küçüldü. Bunun sonucu yüzde 50 olarak yansıyacak. Özellikle de bu durum fakir-fukaraya yansıyacak. Cemaat bunun hesabını veremez, hiçbir şekilde izah edemez. Şimdi burada “İktidarı ele geçireceğiz” denilerek, lâikçi şebeke bir şekilde temizlenecek. Sonra Amerikalılar, İngilizler bu ülkenin bürokrasisine derinlemesine nüfuz edecekler. Amerika, önceden lâikçi şebeke ile çalışıyordu, şimdi ise Cemaatçi şebeke ile çalışacak. Diğer taraftan ise bu süreçte bugüne kadar tırnaklarımızla kazıyarak, inanılmaz bir mücadele verilerek, Türkiye’nin elde ettiği kazanımlar buharlaşacak.

Cemaat bunu göremiyor mu?

- Türkiye’nin yürüyüşünün durdurulması ve büyümesinin önüne geçilmesini görüyoruz ve fiilen de gerçekleşiyor. Cemaat, bu durumu görmez olur mu? Yani bunu bile bile, göre göre böyle bir operasyona destek veriyor olmasını kınıyorum. Bir de bu durumu yalanlıyorlar. 17 Aralık operasyonu yolsuzluk operasyonu değil, kimseyi kandırmasınlar. Bu resmen Tayyip Erdoğan’ın devre dışı bırakılması, Türkiye’nin yürüyüşünün bir şekilde durdurulmasıdır. Burada Amerikalıların, İsraillilerin doğrudan belirleyici rolleri var. Bunu gözardı edemeyiz. Türkiye’nin yürüyüşünün önüne set çekilmesi, ket vurulması projesi var. Cemaat de bu projeyi destekliyor. Ben bizzat çalıştığım kurumlarda hırsızlık, yolsuzluk yaptığını duyduğum, öğrendiğim Cemaatin adamlarını, milletin içinde kafasını duvarlara vurmuş birisiyim.

‘BİZANTİNİZM, YANİ ILIMLI İSLÂM’

Fethullah Gülen’in cunta yönetimlerine karşı hoşgörülü, AK Parti Hükümeti’ne karşı ise öfkeli oluşunu nasıl görüyorsunuz?

- Fethullah Gülen grubu kadar büyümüş bir hareket kontrol edilir. 160 ülkede yaygınlaşmış bir hareket küresel sistemden habersiz bu kadar büyüyemez. Bu harekete sirayet edilir, dolayısıyla yönlendirilir. Bu çok net bir şey. Burada asıl tehlikeli proje şu: Amerikalıların İslâm dünyasında adım adım uyguladığı bir proje var. Bizantinizm, İslâm’ın protestanlaştırılması projesi, yani ılımlı İslâm projesi. Cemaat de bu projenin birincil aktörüdür. Tıpkı Bizans’ın Hıristiyanlığı kendi egemenliğini pekiştirme ve meşrulaştırmada kullanması ve Hıristiyanlığı bitirmesi, paçavraya çevirmesi gibi, Amerika da, ılımlı İslâm projesini Cemaat üzerinden sadece Türkiye’de değil, bütün İslâm dünyasında uygulamak istiyor. Cemaatin yaklaşımı, meşrebi, algılaması, İslâm’ı yorumlama biçimi böyle bir şey. Amerika; İslâm’ı kendi çıkarları doğrultusunda Gülen cemaati üzerinden kullanacak. Yani İslâm’ı dönüştürecek. Bu durum; küresel sisteme itiraz etmeyecek, küresel sistemin bütün haksızlıklarına, zorbalıklarına göz yumacak bir İslâm algısıdır. Böyle bir şey olmaz. O yüzden İslâm’ın protestanlaştırılma projesi, yani ılımlı İslâm projesi, İslâm’ı dönüştürmeye, bitirmeye dönük bir projedir. Bu çok tehlikeli bir şey.

‘AMERİKA, CEMAATİ KULLANIYOR!’

Cemaat, ABD tarafından kullanılıyor mu?

- Amerika, Cemaati kullanıyor. Yani eğer bunun farkında değillerse “Yazık!” Ülkeye bu kadar zarar verilmez. Tayyip Erdoğan gittiğinde, Menderes öncesi döneme döneceğiz. Türkiye 50-60 sene öncesine geri gider. Her şeyin silindiği, her şeyin bittiği, bu toplumun varlık nedeni olan İslâm’ın bir şekilde ortadan kalktığı döneme gideriz. Dolayısıyla İslâm’ın etkisinin sıfırlandığı, bir terör havasının estiği, acayip bir şekilde her bakımdan İslâm’ı hayattan uzaklaştırmak için geliştirilen projeyi bir düşünün... Batılıların asla yapamadıkları, “kendi kendini sömürgeleştirme projesi” uygulanıyor. Bir de Cemaat çok feci bir intikam alacaktır.

‘İSLÂMÎ CEMAATLER TEHLİKEDE’

Gülen grubu, eğer Erdoğan’ı devirirse, yani bu operasyon başarıya ulaşırsa, sonraki süreçte İslâmî cemaatleri de bir tehlike bekliyor mu?

- Tabiî ki. Çok feci bir şekilde intikam alacaklar. Bunu unutmayalım. Onun için de zaten ekonomi, medya, kültür dünyası adamların ellerinde. Perişan edecekler bizi. Buna izin verilemez. Böyle bir şeye göz yumulamaz. Böylesi bir şeye alet olmak, hıyanettir. Son iki haftadır Anadolu’yu geziyorum. Siirt, Diyarbakır, Batman, Isparta ve Kütahya’yı dolaştım. İnsanlar resmen Cemaate ateş püskürüyor.

‘İSLÂM DÜNYASINA DUYARSIZLAR’

Fethullah Gülen, Mavi Marmara olayında İsrail’i otorite olarak gördü. Bunu nasıl değerlendirmeliyiz?

- Cemaat, İslâm dünyasının sorunlarına ilgi göstermedi. Bir şekilde küresel sistemin çıkarlarını korumak için Müslümanların çektiği çileyi, ızdırabı, gördükleri işkenceyi çok rahat şekilde gözardı ediyor. Türkiye’deki İslâmî kesimlerin başından itibaren karşı karşıya kaldıkları bütün sorunlarda bu İslâmî kesimlerin hepsini yalnız bıraktı. Zaman zaman sabote etti. Benim bu konuda bizzat yaşadığım olaylar da var. Bunlar insanın tepesini attırıyor, midesini bulandırıyor.

‘CEMAAT İKİYÜZLÜ DAVRANIYOR’

Cemaat, Gezi Parkı olaylarını destekledi mi?

- Destekledi. Desteklemez olur mu? Zaten çok net bir şekilde ortaya çıktı. Oradaki tavır ikiyüzlü bir tavırdı. Şu anki operasyonda da bu ikiyüzlü tavrı hâlâ sürdürüyorlar. Bir taraftan televizyonlara tetikçilerini çıkartıyorlar, operasyonun Cemaat ile ilgisinin olmadığını söylüyorlar; diğer taraftan ise Fethullah Gülen bildiri yayınlıyor, avukatı aracılığıyla açıklama yapıyor. “Bizim operasyonla ilişkimiz yok ama bu yapılan şeyler yolsuzluk operasyonunu karartmaya yöneliktir” diyor. Bu ikiyüzlü bir tavırdır.

‘BUNLARA HER YOL MÜBAH’

Cemaatin yerel seçimlerde CHP’yi desteleyeceği söyleniyor. Sizce Cemaat CHP’yi destekliyor mu?

- Destekliyor. Bu konuda da kesinlikle yalan söyleyecekler, kamuoyunu aldatacaklar. Cemaatin yalan söylemelerini, kamuoyunu yanıltmalarını bizzat yaşadım. “Sömürgeleştirilmeyen Türkiye, kendi kendini sömürgeleştiriyor. Bin yıldır Haçlıların yapamadığı şeyi biz kendi kendimize yaptık” şeklinde yazıyorum ama Cemaat medyası bu cümlemi; “Tayyip Erdoğan, Haçlıların bin yıldır yapamadığını yaptı” şeklinde çevirerek, altına benim imzamı atıyor. Böyle ahlâksızlık olur mu? Sapık mısınız siz? Fıttırdım, kafayı yedim. Amaca ulaşmak için bunlara her yol mûbahtır. Ben buna kesin kanaat getirdim. Korktum. Bu Cemaatten korktum. Bu Cemaatin hâkim olduğu bir dünyada ben kendimi emniyette hissetmiyorum. Bu çok açıktır.

cemaat_islmi_protestanlastiriyor_h9060.j

‘ÇİRKEFÇE YAYIN YAPIYORLAR’

Cemaatin yayın organları olan Zaman, Bugün, Taraf gazeteleri ve Samanyolu televizyon grubunun son günlerdeki yayınlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bu yayınlar çok çirkef. Bugün gazetesi tetikçilik yapıyor. Fatma Şahin ile Tayyip Erdoğan’ı bu kadar çirkef bir şekilde el ele tutuşmuş şekilde fotoğrafını basıyor. Özürleri de kabahatinden büyük. Sen o fotoğrafı koyarken hiç mi yüreğin sızlamadı? Hiç mi Allah korkusu zihninin bir tarafından geçmedi? Bu ahlâksızlığı nasıl yapabilirsiniz?

‘İSLAMİ EĞİTİM MODELİ GELİŞTİRMİYORLAR’

Siz de Pensilvanya’ya gitmiştiniz. Size Fethullah Gülen ile özel bir görüşme yapma sözü verilse de bu sözlerinde durmadılar. Peki, siz Gülen’e özel olarak ne sormak isterdiniz?

- Cemaatin bir takiyye projesi var. Bu takiyye psikolojisi aslında azınlık psikolojisinin ürünüdür. Müslüman’ca bir tavır değil. Bu azınlık psikolojisi, Yahudi mantığına özgü bir şeydir. Yahudiler’de böyle bir şey vardır. Cemaat maalesef böyle bir azınlık psikolojisiyle hareket ediyor. Gücü ele geçirinceye kadar güce boyun eğiyor, gücü ele geçirdikten sonra da herkesi kendisine boyun eğdirmeye çalışıyor. Bu süreçte amaca giden bütün yollar mûbah mantığındalar. İnsanları kendi çıkarları doğrultusunda nereye kadar kullanabileceklerse kullanıyorlar, ondan sonra kaldırıp atıyorlar. Şimdi, Cemaat diyalog, hoşgörü diye bir proje üzerinden gidiyor. Peki, İslâm dünyasındaki İslâmî cemaatlerle bu diyaloğu, hoşgörü anlayışını neden sürdürmüyor? İkinci olarak, Cemaat eğitim konusunda bu kadar yoğunlaştı, neden bizim ihtiyacımız olan İslâmî bir eğitim modeli gerçekleştirmiyor?

* Yeni Akit

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selefiler, Mısır'ı nasıl batırdılarsa, 'Cemaat' de Türkiye'yi öyle batırıyor!

Markar Esayan, Çarşamba günkü yazısını, 'tehlikenin farkında mısınız?' diye sorarak bitirmiş.

TEHLİKENİN FARKINDA DEĞİLİZ HENÜZ!

Hayır, tehlikenin farkında değiliz.

Küresel sistem, Türkiye üzerinden çok katmanlı, zekice, İngiliz-işi küresel bir saldırı için düğmeye bastı...

Burada ayartıcı ve hedef şaşırtıcı bir komplo teorisi filan geliştirmiyorum. Komplo teorilerine iltifat etmeyecek kadar ne dediğini bilen, söyleyecek sözü olan biriyim.

Sonuçta, ne olduğunu bilemediğimiz, boyutlarını henüz tam olarak kestiremediğimiz küresel bir saldırıyla karşı karşıyayız.

Saldırı, Türkiye'nin büyümesine; siyasî, ekonomik, teknolojik ve stratejik hedeflerini büyütmesine; bölgenin geleceğini belirleyecek ölçekte önalan ve önaçan yürüyüşüne yönelik, dolayısıyla Türkiye'yi Menderes öncesi döneme fırlatacak büyüklükte bir saldırı değil sadece.

Saldırı, Türkiye'nin coğrafî sınırlarını kat be kat aşıyor.

Türkiye'nin coğrafî sınırlarını ziyadesiyle aşan kültürel sınırlarına ulaşmayı, medeniyet coğrafyamızı nihâî olarak ipotek altına almayı amaçlayan küresel bir projenin ilk somut ve büyük saldırısı bu...

Türkiye'nin kültürel sınırları meselesi, yeni bir dünyanın kurulduğu 'belirsizlikler çağı'nda (Wallerstein), tahmin edebileceğimizden daha da önemli. Bu meseleyi ayrıca mercek altına alacağımı hatırlatmakla yetiniyorum burada.

ASIL BÜYÜK SALDIRI DAHA SONRA GELECEK...

Proje, sanıldığından da büyük, yıkıcı ve küresel. Küresel sistem, Türkiye üzerinden bir 'proje' uyguluyor. İslâm'ı dönüştürecek 'ılımlı İslâm' projesi bu.

Türkiye'deki ('İslâm' denilince tüyleri diken diken olan, entellektüel melekeleri dumura uğrayan) sol-Kemalist-ulusalcı seküler çevreler, 'ılımlı İslâm' projesine karşı çıkıyorlar/dı, bilip bilmeden!

Neden? Bu projenin Türkiye'yi İslâmlaştıracağı paranayonasından ötürü!

Dikkat: 'Ilımlı İslâm' projesi, bir yeri 'İslâmlaştırmak' amacıyla değil, hâkîkî İslâm'dan uzaklaştırmak amacıyla geliştirilmiş bir projedir.

İşte bu, Türkiye'deki seküler-sol entelijansiyanın entelektüel melekelerinin ne kadar opaque'leştiğini / donduğunu bir kez daha gözler önüne seren bir göstergedir.

Bu meseleyi de daha sonra yazacağım. Burada şu kadarını söylemiş olayım: Asıl büyük saldırı, daha sonra gelecek...

İSLÂM'IN PROTESTANLAŞTIRILMASI VE İSLÂM DÜNYASININ SİLBAŞTAN YENİDEN DİZAYN EDİLMESİ

'Ilımlı İslâm' projesi, kitleleri ayartmak için böyle adlandırılmış olmalı.

Bu proje, 1989'da Soğuk Savaş'ın fiilen sona er/diril/mesinden sonra, İslâm'ın, -bizzat zamanın NATO Genel Sekreteri Willy Cleas'ın açıklamalarıyla- küresel sistemin önündeki tek engel olarak görülmesinden ötürü geliştirilen, teorik çerçevesi aynı yıllarda Bernard Lewis tarafından çizilen, 'İslâm'a Karşı İslâm' stratejisinin bir uzantısı.

Benim 'Bizantinizm' olarak adlandırdığım, 12 yıl önce bu sütunda, 'İslâm'ı Protestanlaştırma Projesi' olarak tarif ettiğim, -o vakitlerde Umran dergisinde kapak yaptığımız- küresel sisteme eklemlenecek, itiraz etmeyecek bir İslâm anlayışının İslâm dünyasında tohumlarının ekilmesini hedefleyen ama sonuçta İslâm'dan eser kalmayacak yüzyılın yegâne büyük stratejisidir.

Bu stratejinin iki hedefi var: Birincisi, İslâm'ı, protestanlaştırarak / sekülerleştirerek dönüştürmek, böylelikle içini boşaltmak ve 'öldürmek'...

Tıpkı Hinduizm, Budizm, Zen, Taoizm gibi ölü, antropolojik dinlere dönüştürecek şekilde hadım etmek...

İkincisi de, İslâm dünyasının, tarihe girmesini önleyebilmek için İslâm dünyasını silbaştan yeniden dizayn etmek...

CEMAAT'İN ŞİFRELERİNİ ÇÖZMEDEN ASLÂ!

İşte bu büyük tehlikeyi göğüslemek ve püskürtebilmek için, Cemaat'in yapısının, söyleminin ve hedeflerinin şifrelerini çok iyi çözmemiz ve daha da önemlisi, Cemaat'i ve mensuplarını nasıl bir tehlikeye âlet oldukları konusunda uyarma yükümlülüğümüzü yerine getirmemiz gerekiyor.

Cemaat'in mensupları, bu projenin ne denli tehlikeli bir proje olduğunu idrak edebilecek basiretten de, entellektüel derinlikten de yoksun -maalesef.

Şimdi, böyle bir cümle kurdum diye, a-sosyal medyayı, adeta bir yerden düğmeye basılmışçasına 'sürü mantığı'yla robot gibi kullanan, twitter militanları 'sanal dünyanın baltaları'yla bana saldırmaya başlayacaklar...

Ama benim bu sürecin başından itibaren sürekli hüsnüzan'la hareket ettiğimi, sorunun büyümemesi için tarafları basirete, ferasete, akl-ı selime çağırdığımı, taraflara yalvarırcasına sulh çağrıları yaptığımı, istişareyi aslâ ihmal etmemeleri gerektiğini hatırlattığımı; yani sabrettiğimi, sabrettiğimi ama operasyondan ve zelilleştirici bedduadan sonra sabır taşımın çatladığını -bu sığlıklarından ve klonlanmış robot kişiliklerinden ötürü- hiç bir zaman göremeyecekler!

'CEMAAT'İN ÜÇ KATMANLI YAPISI

Cemaat'in yapısı, söylemi ve örgütlenme biçimi, sözünü ettiğim projeyi uygulamaya fazlasıyla müsait ve Cemaat'in müntesipleri de buna -elbette ne olup bittiğinin farkında olmadıkları için- ziyadesiyle teşne zaten.

Önce Cemaat denilince homojen bir yapıdan sözetmediğimi özellikle vurgulamak zorundayım.

Şu net anlaşıldı çünkü: Cemaat'in tavan'ı ile taban'ı arasındaki makas gözle görülür bir şekilde açıldı.

Taban, Allah rızası için koşturuyor.

Tavan ise, Türkiye'ye karşı komplo üstüne komplo kuruyor.

Kısaca söylemem gerekirse, üç tür 'Cemaat' var. Bunları teker teker mercek altına alarak tahkik etmeye ve belirginleştirmeye çalışacağım burada.

POSTMODERN ZAMANLARIN TÜREDİ HASAN SABBAH ÇETESİ

Birincisi, iç ve dış şer şebekeleriyle derin ve kirli ilişkiler kuran, küresel şebekeler tarafından kullanılan 'türedi Hasan Sabbah çetesi'.

Bu türedi Hasan Sabbah çetesini, 'planlayıcılar' ya da 'beyin takımı' olarak adlandırabiliriz.

Bu çete, küresel ölçekte faaliyet gösteriyor ve Cemaat'i her bakımdan bu 'küresel çete' yönlendiriyor.

Bu 'küresel çete'nin önü, küresel şebekeler tarafından inanılmaz bir şekilde açılıyor.

Zaman zaman sorunlar yaşasa da, hedeflerine ulaşıyor bu çete ve ayartıcı bir 'zafer sarhoşluğu' (euphoria) yaşıyor o yüzden.

KÜRESEL SİSTEMİ KULLANDIĞINI SANAN AMA SİSTEM TARAFINDAN KULLANILAN UYGULAYICILAR CEPHESİ

İkincisi, küresel sistemi kullandığını sanan ama küresel şebekeler tarafından kullanıldığını bile anlayamayan, yalnızca önlerine konulan planları -Allah rızası için- adım adım, tam bir zafer coşkusuyla hayata geçiren uygulayıcılar cephesi.

Bunlar, iyi niyetliler ama nasıl bir tezgâha getirildiklerini, neye hizmet ettiklerini anlayabilecek derinlikten yoksunlar.

TABAN: 'ROBOT'LAR ZÜMRESİ VE SAMİMİ MÜMİNLER CEMAATİ

Üçüncüsü de, taban'dan oluşuyor. Taban'ın iki ana gövdesi var.

Birinci gövde, 'tepe'den gelecek her emre uymayı görev telakki eden, entelektüel yetileri de, basiretleri de, zihinleri de donmuş robotlar zümresi.

İkinci gövde, yapılan şeyin hizmet olduğuna yürekten inanan ve Cemaat'in kahir ekseriyetini oluşturan, yurt içinde ve yurtdışında Allah rızası için koşturan ama yaşananlara hiç bir anlam veremeyen, dünyaları yıkılan, yürekleri yangın yerine dönen vefakâr, cefakâr ve her şeylerini hizmete adayan samimi müminler cemaati.

Asıl Cemaat bu.

Adına 'Camia' denen 'Cemaat'ten kurtarılması gereken hakîkî cemaat bu kişilerden oluşuyor.

Cemaat'i 'Cemaat'ten kurtarmak gerekiyor, derken kastettiğim bu ana gövde işte.

ÇETE'NİN HEDEFLERİNE ULAŞMAYI BAŞARMASININ SIRLARI

Bu çete'nin hedeflerine ulaşmayı başarmalarının gerisinde yatan nedenleri iyi tahlil etmek ve belirginleştirmek gerekiyor:

Birincisi, postmodern zamanların ayartıcı, sinsice yöntemlerine başvuruyor bu çete.

O yüzden, hedefe ulaşmak için her yolu deniyor, her yöntemi meşru, mübah olarak görüyor.

İkincisi, İslâm dünyasında faaliyet gösterdiği yerlerdeki bütün İslâmî hareketlerle, oluşumlarla, cemaatlerle 'Cemaat' arasına gözle görülür bir mesafe koyuyor.

Böylelikle küresel sistemin desteğini kolaylıkla arkasına almayı başarmış oluyor.

Ve ayartıcı diyalog ve hoşgörü stratejisini sadece ve sadece güç sahibi Yahudi ve Hıristiyanlarla ilişki ve irtibat kurmak şeklinde uyguluyor.

Üçüncü olarak, hedefe ulaşmak için her türlü yalana, her türlü baskı ve sindirme yöntemine başvurmakta hiç bir sakınca görmüyor.

Örneğin 17 Aralık operasyonunu sonuna kadar destekleyen yayınlar yapıyor ama televizyon televizyon dolaştırdığı tetikçilerine ve ne dediklerinden bîhaber, milleti aptal yerine koyduğunu göremeyecek kadar entelektüel birikimleri ve yetenekleri yerlerde sürünen 'sözcü'lerine, Cemaat'in operasyonla hiç bir alakasının olmadığı yalanını söylettiriyor papağan gibi!

YA KÖR OLMAK YA DA GÖZÜ KARARMIŞ OLMAK GEREK...

O yüzden hükümetin, cemaatin bu ana gövdesini incitmeden, küresel şebekeler için çalışan (ama esas itibariyle neye, niçin hizmet ettiğini bile düşün/e/meyen) 'türedi Hasan Sabbah çetesi'ni, sinsi planlarını, kirli bağlantılarını kılı kırk yaran bir hassasiyetle ortaya çıkarması ve çökertmesi şart.

Sonuç olarak şu hayatî uyarıyı yapmak zorundayım: Selefîler, nasıl Mısır'ı batırdılarsa, postmodern zamanların 'türedi Hasan Sabbah çetesi' de, hem 'Cemaat'i hem de Türkiye'yi öyle batırıyor!

Oysa bu, her şeyden önce, 'Cemaat'in kendi kendini bitirmesiyle sonuçlanacak intihar saldırısından başka bir şey değil.

Bunu görmemek için ya kör olmak gerek ya da gözü kararmış olmak...

MÜSLÜMANLARIN YÜZKARASI VE KÜRESEL ŞEBEKELERİN MASKARASI...

Her şeye rağmen yazıyı yine de hüsnüzan'la bitirmeyi tercih ediyor ve şu soruları soruyorum:

Öncelikle, 'Cemaat', yaptığı şeyin, her şeyden önce, kendi intiharını hazırladığını göremiyor mu?

İkinci olarak, bir cemaat, Müslüman bir topluma değil, Müslüman olmayan bir topluma bile, her ne suretle olursa olsun, bu kadar büyük zarar verebilir mi, ülkeyi tam bir siyasî, iktisadî, sosyal ve manevî kaosun, hercümercin eşiğine sürükleyebilir mi?

Üçüncü ve son olarak, 'Cemaat', bütün bu işlediği 'cinayetlerle' hem Müslümanların yüzkarası hem de küresel şebekelerin maskarası olduğunu göremiyorsa, vay hâlimize!

Pazar günkü yazıda 'Cemaat'in, bizzat kendi yayınlarından yola çıkarak nasıl Müslümanların yüzkarası ve küresel şebekelerin maskarası olduğunu ürpertici delillerle gözler önüne sereceğim... Küçük dilinizi yutacaksınız o zaman.


Yusuf Kaplan

Share this post


Link to post
Share on other sites

MERCEK

Kesildi mi yoksa ardı, arkası,
Nur diyarından kol kol gelenlerin?
Yetmez mi ampulün nura cakası,
Başları dönmez mi gökdelenlerin?

_

Hiç kalmadı soran; Ne var insanda?
Ben duvarda ezik bir böcek miyim?
Yoksa, pırıl pırıl, tek damla kanda,
Kâinatı süzen bir mercek miyim?

_

Üstad vermiş cevabı...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites



MİT'in sırları bile ellerinde

Emniyet ve yargıdaki cemaat yapılanmasını anlattığı kitabı yüzünden tutuklanan Hanefi Avcı cezaevinde Yeni Şafak'a konuştu: Cemaat tüm bilgilere hakim. MİT'in, Emniyet'in, Maliye'nin bilgileri ellerinde. Polisle adliyeyi cemaatin yönetici kadroları koordine ediyor.


ALİ BAYRAMOĞLU | 12 OCAK 2014, 22:52








hanefiavcidekupeeeea83e2751.jpg













Hükümet-cemaat kavgası, özellikle cemaatin yargı üzerinden yaptığı salvolar pek çok adli süreçle ilgili soru ve kuşkuları tekrar akla getirdi.


Cemaatin emniyet ve yargı içinde keyfi ve kendi hesabına girişimleriyle ilgili pek çok ciddi kanıt, şüphe var ve bu işin pek çok mağduru var.


Şüphe yok ki Hanefi Avcı bunların başında geliyor. 2010'da yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat' başlıklı, cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği kitabı onu bir anda cemaatin 'hedef'i yapmıştı.


Fethullah Gülen, Avcı için o günlerde, 'Son günlerde emniyet teşkilatından birisinin 'falan yerde kadrolaşma' gibi çok yakışıksız iddiaları oldu. Allah taksirâtını affetsin, Allah insanları cehenneme gitme yoluna düşürmesin…' diyordu.


Tutuklandı Avcı. Solcu ve Ergenekoncu ilan edildi. Kitabı delil oldu.


Avcı tutuklandığı zaman bu köşede şunları söylemiştim:


'Bir emniyet müdürü 'teşkilat içinde, özellikle istihbaratta cemaat örgütlenmesi var, beni bile dinliyorlar' diyen bir kitap yazmakta, bir süre sonra, 'bir kadınla ilişkisi olduğuna ve bu yüzden izlendiğine dair bilgiler gazetelere servis edilmekte', ardından 'silahlı bir sol örgütle dolaylı teması olduğu iddiasıyla tutuklanmakta'... Avcı'nın tutuklanması her yönüyle izaha muhtaçtır…'


Kimi basın organlarında uğradığı itibarsızlaştırma ve kişilik katli girişimlerine, 'solculara işkence yaptığı günlerle özdeş kılınma' çalışmalarına rağmen Avcı, bu tarihten itibaren cemaatin adli imkanları kendi hesabına kullanmasını ve bunun mağduriyetini simgelemeye başladı.


Susurluk döneminde çeteler düzenini ifşa eden, TBMM Araştırma Komisyonu'nda, PKK'nın ve destekçilerinin imhası için yasadışı operasyon birimlerinin Emniyet, MİT ve ordu içerisinde aynı kollardan kurulduğunu ortaya koyan adam, emniyet içinde yeni kuşak için idol haline gelmiş, doğruculuğuyla bilenen muhafazakar bir polis, Hanefi Avcı, 2013 Temmuz'unda Devrimci Karargah davasından, solculuktan 15 yıla mahkum edildi.


O ceza bana şu satırları yazdırmıştı:


'Susurluk devletinin egemen olduğu o dönemde bile bugün olduğu gibi 'ödüllendirilme'ye yeltenilmedi Avcı. Kendi ifadesiyle 'devlet dönemi'nde dahi bu türlü cezalandırılmadı. Devletle cemaat arasındaki usül ve güç farkı mı diyelim?'


Geçen hafta salı günü, Adalet Bakanı'nın verdiği izinle, Silivri'ye Hanefi Avcı'yı görmeye gittim. Konuşmak, son olayları değerlendirmek, duygu ve kanaatlarını aktarmak için… Aşağıda okuyacağınız satırlar onunla yaptığım görüşme ve daha sonra onun bana yolladığı kimi notlarla ortaya çıktı.


Açık görüş yaptık Avcı'yla. İki ayrı koridorda iki ayrı kapısı olan, dar camekanlı bir odada, odayı ikiye kesecek şekilde monte edilmiş ince bir masaya benzeyen sabit bir rafta karşı karşıya oturduk. Kapılar üzerimize kitlendikten sonra 1 saatimiz vardı. Benim geldiğimi 10 dakika önce öğrenmişti, kaptığı kimi dosyalarla gelmişti görüşe. Anlatacağı, anlatmak istediği çok şey vardı doğal olarak, kendi davası üzerinden haksızlık ve hukuksuzluklar görülsün istiyordu. Anlatıyor, anlatıyordu. Olaylar, kişiler, dosyalar, kanun maddeleri…


Bir ara durdurdum Hanefi Avcı'yı... 'Şu an yaşananlar karşısında ne hissediyorsunuz, haklı çıktınız, haklı çıktığınızı hükümet de gördü' dedim. Şöyle cevapladı beni:


Haklı çıktım diye gram kadar sevindiğim yok. Bilinen, görünen bir şeydi. Bugün yaşananlar ülke için, insanlar için sıkıntılı bir durum. Bundan herkes zarar görecek. Hükümet de cemaat de, özellikle cemaat. Ama olumlu düşünecek olursak, bunun sayesinde belki bazı şeyler yerli yerine oturur. İnsanlar zamanla başka gerçekleri görüyor. Eskiden ben ve çevrem cemaatin verdiği eğitim hizmetini her şeyden değerli, her şeyden önemli görürdük.. İstihbarat için, telefon dinlemeler için de aynı şey oldu. Ben bunları suç takip için çok önemli görürdüm. Ancak yeri geldiği zaman bunun ne kadar sorun yaratabileceğini, nasıl kötüye kullanabileceğini, nasıl haksızlığa yol açabileceğini de gördüm...


HİÇ KİMSE MÜSAADE ETMEZ


Yaşanan büyük gerilimi nasıl değerlendirdiğini sordum Avcı'ya. Yanıtı şu oldu:


Bu olayın adı ne, nasıl tanımlamak lazım ve kim haklı? Bu sorulara cevap vermek için önce şu anki durum ne, onu bir tam tespit etmek gerek. Geçmişime bakıldığında her iki tarafa da en yakın kişiyim, samimi, içten, onlarla gönül bağı olan, aynı değerlere inanan, özel dünyamda aynı yaşam biçimini arzulayan biriyim. Bu yetiştiğim çevremden, özel yaşamımdan, yakınlarımdan bilinen, anlaşılan bir halimdir. Bugün ise her ikisinden de ağır cezalar gördüm. Cemaat uydurma iddialar, iftiralar ile bana ceza davaları açılmasında etkin oldu, hükümet ise haksız yere birkaç defa meslekten, memuriyetten ihraç ve onlarca disiplin cezası verdi. Ama bugün durum şu: Hiçbir ülkede hiçbir iktidar kendi kurumlarının dışarıdan birilerince yönetilmesine ve kendi menfaatleri için kullanmasına müsaade edemez. Hatta cemaatin kendi elemanlarının kurduğu bir iktidar bile olsa, kendi kurumlarını ve memurlarını kendisi yönetmek ister. Dışarıdan kendi cemaatinden birilerinin karışmasına razı olmaz. Hangi iktidar olursa olsun bu mücadeleyi yapmak zorunda.


YORUM FARKI YOK HEPSİ DE AYNI


Bugünkü noktaya gelineceğini bekliyor muydu Hanefi Avcı?


Üç yıldır hapisteyim. Uzaktan bakmak bazen iyi olabiliyor. Az bilgiyi iyi kullanabiliyorsunuz mesela. Bazı gelişmeleri baştan gördüm. Özel Yetkili Mahkemelerin buraya kadar geleceğini görüyordum. 2012'ye kadar tüm önemli soruşturmaların tüm tutuklama kararları aynı mahkemenin nöbetçi olduğu gün veriliyor. O gün başlıyor süreç. Hep aynı mahkeme, 10. Ağır Ceza Mahkemesi. Böyle bir tesadüf olabilir mi? Bunu görüyordum. Mahkeme heyetlerinde yargıçlar arası yorum farkları olur. Ama Özel Mahkemelere bakıyorsun, hiç yok. Hep aynı görüş, hepsi aynı fikirde. Böyle bir şey olamaz. Bunu görüyordum. Her soruşturmaya gizlilik kararı veriyor ve sonuna kadar kaldırılmıyor. Örneğin bir kez kaldırılması için başvurdum. Bir hakim, 'mevzuatta yoktur, gizlilik kararı kaldırılamaz' kararı verdi. Daha sonra itiraz edince mahkeme heyeti, bu kararın yanlış olduğunu söyledi ama, o kararı veren hakim, Ömer Diken, 10. Ağır Ceza Reisi yapıldı...


İPLERİ TUTAN EL DIŞARIDA


Bu 'organizasyon', bu 'mekanizma' nasıl işliyor? 'Polisle adliye birlikte çalışmıyor. Her ikisini de dışarıda cemaatin yönetici kadroları koordine ediyor, her ikisi de dışarıda cemaat yöneticilerinin emir ve talimatıyla iş yapıyor' diyor Avcı. Şöyle devam ediyor:


Kamu kurumunda çalışan her kişi kendi elde ettiği bilgileri, cemaate aktarıyor. Bu yukarıda birleştiriliyor. Büyük bir havuz oluşturuyorlar. Sonra kime dava açılacak, kim tutuklanacak yukarıda karar veriyorlar. Önce olayı kendileri yakın medya üzerinden sızdırıyorlar. Sonra polis savcının işini yapıyor. Tespit tutanağı fezlekeye geçiyor. Fezleke iddianayeme dönüyor. Örneğin bir dilekçe veriyorsun ya da soruşturma başlıyor. Öne arkaya kaydırarak belli kişi ve makama denk getiriliyor. Savcılar şikayet dilekçilerini dikkate almıyor. Tanık üretiliyor. Bu adamların çalışma biçiminin gösterilmesi lazım. Binlerce insan dinlenmiş kimsenin haberi yok.


HSYK'DA İŞLEM YOK!


Şu örnekle bugün tartışılan HSYK'da gönderme yapıyordu:


Ben bir şikayetimi HSYK'ya gönderdim. Gülersin, cevap iki sene sonra geldi. Bir yargıca havale etmişler, o da reddetmiş başvurumu. Ama vahim olan şu: Yargıcın verdiği dosya numarası benimki değil, bir başka numara. Dosyaya bile bakmadan reddetmiş talebi... Polis-savcının ve hakimin yaptığı hukuka aykırılıklar HSYK'ya şikayet ediliyor ama aylar yıllar geçiyor hiçbir işlem yapılmıyor. Suç olduğu sabit belgeli hususlarda bile iki yıldan önce HSYK cevap vermiyor.


ONLARI BEN YETİŞTİRDİM GÖRÜR GÖRMEZ ANLARIM


Aslında nereden nereye gelindi. Silivri'ye gitmeden önce fikrini almak istediğim Ruşen Çakır, 'Beşir Atalay'ın İçişleri Bakanlığı zamanında Avcı'nın Emniyet Genel Müdür Yardımcısı yapılacağı söyleniyordu' diye bir hatırlatma yaptı. Sordum bunu Avcı'ya.


Bakan Eskişehir'den beni Ankara'ya almak istedi. Daire başkanlığı önerdiler ama o zaman bu uygun olmazdı. Bakanın yanında olmam için bir formül aranıyordu. Bulunamadı. Ama o esnada cemaat haber gönderdi. Ankara dışına çıksın da nereye giderse gitsin diye...


Bakanla konuşmalarını anlatırken aslında cemaatle ilgili derinlik meselesini de anlatıyordu.


Bakana anlattım o zaman, 'cemaat yapılanması sizin tahmininizden çok derin' diye. Cemaat tüm bilgilere hakim. MİT'in, Emniyet'in, Maliyenin bilgileri ellerinde. Bu, büyük bir güçtür dedim. Bunun üzerine gidilmesini, denetim yapılmasını, yoksa büyük sorunlar doğabileceğini söyledim. Temelde istihbarat dairesi vardır. Sizin haberiniz olmadan, dinleyen kim adına dinliyor. Buna kim karar vermiş. Şube müdürü olabilir mi? Olmaz. Dışarıdan birileri talimat veriyor. İşte bunlardan birisi Kozanlı Ömer...


Hükümetin sorumluluğunu her fırsatta hissettiriyordu Avcı...


Bir hüsn-ü niyet var bunlara karşı. O yüzden 'her şeyi yapabiliriz' havasına girdiler. Hükümetin hoşgörüsüyle, görmezden gelmesiyle, bir iki ihlale göz yummasıyla iyi cesaretlendiler, ciddi hukuksuzluklar üretmeye kadar gittiler. Sahte delil üretmeye başladılar.


En iyi bildiği konuyu emniyet istihbaratın altını özellikle çiziyordu:


İşin çapı büyük. Cemaat kendi parasıyla dinleme cihazı alıp bunları Emniyet İstihbarat'ta tutup kullanıyor, TİB'de kendi kanallarıyla dinleme yapıyorlar. Sahtecilik operasyonunu onlar yapıyor. İzmir (casusluk) süreci bir rezilliktir. Cemaatin istihbarattaki adamları, istihbaratın kendi fişleri, kendileri için hazırladıkları fişleri seçip subayların bilgisayarına koymuşlar. Bir istihbaratçı olarak, bu adamları yetiştirmiş biri olarak, bunu görür görmez anlarım.


Ne yapmalı­?


Siz dışarıda olsanız ve işin başına getirilseniz, nasıl temizlerdiniz bu işi?


İşin yüzde 90'lık kısmı tehlikeyi görmektir. Hükümet zamanında bunu görmedi ve büyük hata yaptı. Epey süredir Türkiye, resmi kurumları dışarıdan yönlendirilerek yapılan vahim olaylar yaşıyor. Polis-yargı bu sahada en hayati kurumlar. Kasıtlı hukuk ihlalleri yapıyorlar; insanlar, bu anormalliği normalleştirmeye, kanıksamaya, kabullenmeye itiliyor. Sanki polisi-yargıyı dışarıdan yönetmek, sahte deliller uydurmak, keyfi kararlar normalleştiriliyor. Bugün en önemli safha, olayın boyutunun yönetimce iyi algılanmasıdır; bunun da gerçekleştiği kanaatindeyim. Keşke kitabı yazdığım zaman müdahil olunsa idi, o zamandan bu yana bu yapı çok genişledi, emniyette tüm istihbaratta, KOM'da (Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele) nerdeyse 'ful' denecek hale geldi, hemen hemen tüm istihbarat ve KOM şubelerinde cemaat kadroları hakim oldu, tahribat arttı, cemaatin tayin terfi vs etkisini gören çok kişi de menfaati için o tarafa kaydı...


GÖRMESEM İNANMAZDIM


Tehlikenin görüldüğü artık açık, şimdi ne yapmalı?


Evet, şimdi olayın halka anlatılması gerekir. Ben yaşamasam inanmazdım devletin kendi insanını sahte delil yaratarak suçlayacağına... Göstermek lazım, karşımızda görevini yapmaya çalışan bir polis-yargı düzeni yok. Hukuku tanımayan, ülkeyi ve devleti nereye getireceğini göremeyen, devleti devlet olmaktan çıkaran, devlete, yargıya-polise güveni yok eden bir çalışma biçimi ve yapı var. Gerçek yaşanan hukuksuzlukları halk tam bilmiyor, onun için öncelikle bu konuda yapılan hukuksuzlukların ortaya konması gerekiyor. Bunu özellikle cemaatin tabanının görmesini sağlamak lazım. Cemaat polisleri, savcıları yaptıklarını devlet için yapmıyorlarsa, 'kimin için yapıyorlar', 'neden yapıyorlar' sorusuyla anlatmak çok önemli. Özellikle cemaat tabanının bunları görmesi, soru sorması sağlanmalı.


TEŞHİR EDİLMELİLER


Yöntemi ne olacak bunun?


Bence yöntem, sahtecileri ve sahtekarlıkları ortaya çıkarmaktır. Onları kendi evraklarıyla, işlemleriyle kıstırmaktır ve teşhir etmektir. Bu mümkün. Oda TV davası bende olsa, davayı ters çevirsek, ben bizi suçlayanların hepsinin sahtekar olduklarını ispat ederim, mahkum olmalarını sağlarım. İzmir soruşturması, casusluk davası bir rezilliktir. Cemaat polisi kendi topladığı istihbarat bilgilerini almış, askerlerin bilgisayarlarına koymuş... Bunu teşhir etmek lazım...


Temizlemem


'Bu sorunu çözmek için işin başına getirilseniz' dediğim zaman Avcı'nın girizgahı ruh halini göstermesi bakımından önemliydi. Bunca ağır siyasi mesele içinde bir ayrıntı gibi görünse de, bu ruh hali, haklılığı tescil edilmiş bir kamu görevlisinin iç dünyasına ve beklentilerine işaret ediyordu. Avcı böyle bir görevi neden almayacağını anlatırken, hapisteki bir tutukluyla değil, görev başındaki ya da göreve kısa ara vermiş bir emniyet müdürüyle koşuyor gibi hissediyordunuz kendinizi...


Böyle bir olayda birkaç sebepten görev almak istemem. Birincisi ben açıktan bu işe karşı biliniyorum, her yaptığım önyargıyla taraflı anlaşılır halbuki bu mücadele herkesçe adil kabul edilecek şekilde olmalı. İkincisi bu işte karşıya çıkacak insanların çoğunu tanıyorum bir kısmı yanımda çalışmış kişilerdir ben eskide bir kişiyi dost kabul etmiş isem bu gün o bana kötülük de yapsa ben ona karşı hiçbir zaman zarar verecek işte bulunmak istemem. Üçüncüsü benim birikimim, görev anlayışım hep devleti açıkça hedef alan terör gruplarına karşı olmuş; bu tür gruplara karşı personel tahkikatları konusunda uzmanlaşmış insanlara ihtiyaç vardır.


YARIN:


- 7 Şubat ve 17 Aralık girişimleri ne anlama geliyor?


- Cemaat dışarıdan mı yönetiliyor?





Share this post


Link to post
Share on other sites

Bunun neresi dini bir cemaat vallahi de bilemedim. Yazıklar olsun be! Şimdi bu röportajı Zaman'ın tüm yazar kadrosuna mail atıyorum. Şeref, haysiyet varsa bir seyler düşünürler artık.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Cemaat yanlış yapmıyor, Kafadan cemaatin başındaki mafya babası yanlış.
Zira paraya para demeyip ananas diyen, Bank Asya'ya yatırılanlardan 'şey' diye bahseden, yurtdışından ihale paslayan, bürokrasi kadrolarını 'bizden' diye tasnif eden hatta Koçların baskından haberi olduğunu dahi bilen adamları mafya veya terör örgütü tariflerinden başka şekilde anmak mümkün değil. Reha Muhtar'la 28 şubat döneminde yaptığı konuşmada paçavraya dönen adamın talimat veren halini de gördük, ey büyük Allah'ım!
Mustafa Koç'la nasıl fingirdeştiklerini de öğrendiğimiz ses kayıtlarını silmişler ama eminim tekrar yayılacak onlar ve herkes dinleyecek. Bu zift yuvasının mahiyetini müntesip olmayan herkes görecek. Artık o cenahın tepesinde kimsenin masum olmadığı anlaşıldı. Hizmet diye yurtdışında gezen çocukcağızların sırtına binip Uganda'yı sömürüyor adamlar. O 'boşbakan' zevzekliğinin oralara vardığını hepimiz biliyoruz.
Bir dini lider ki bayramda arandığında Bayramınız mübarek olsun demeyi telefon kapanırken zar zor hatırlıyor. Konuşmaya selamlaşarak başlamıyor. Bunlar bile bir ipucu değil mi?
Kayıtla ilgili daha çok şey söylenebilir de uzatmayayım. Fakat, bu ses kaydı gösterdiği şey açısından da çok önemli. Bir süredir cemaat devletin istihbaratına karşı operasyon yapıyor. Ülkeyi karıştırmaya devam edeceklerine şüphe yok. Fakat bu ses kayıtlarının yayılması gösteriyor ki devletin fethullah ağanın yaptıklarından ekine köküne kadar haberi var. Artık endişe duymuyorum.

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yeni Akit bir miktar deşifre vermiş. Buyurun.
http://www.yeniakit.com.tr/aktuel/gulenin-kasetleri-h9482.html
Gülen’in kasetleri

Fethullah Gülen’e ait olduğu iddia edilen ses kayıtları internete düştü. Kayıtlarda Gülen, telefonla kendisini arayan şahsa, bir “holding başkanı” gibi talimatlar veriyor ve bazı iş adamlarının kafaya alınmasını tavsiye ediyor.

Gülen’in kasetleri
HABER MERKEZİ - Fethullah Gülen’in ses kayıtları internete düştü. Gülen’in, Amerika’daki Pensilvanya’daki malikanesinden yaptığı telefon görüşmelerinde çok çarpıcı açıklamaları yer alıyor. Fethullah Gülen telefon görüşmelerinde iş takibi yaptığı açıkça görülüyor.

GÜLEN: “(KOÇ’UN SPONSORLUĞU) İYİ OLMUŞ, ÜZERLERİNE MÜFETTİŞLER SALINSA BİLE Bİ ŞEY YAPAMAZLAR

Fethullah Gülen’in telefon görüşmelerinde; Polat Grubu Yönetim Kurulu Başkanı ve Galatasaray Spor Kulübü Eski Başkanı Adnan Polat’ın, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç’u Türkçe Olimpiyatları’na sponsor olması için aradığı ifade ediliyor. Mustafa Koç, Gülen Cemaati yetkililerine, “Memnuniyetle biz sponsor olmak istiyoruz” demiş. Gülen, 14 Ekim 2013 tarihinde yaptığı telefon görüşmesinde, Mustafa Koç’un sponsorluğunu kabul ediyor ve “Evet iyi olmuş. Üzerlerine müfettişler salınsa bile bir şey yapamazlar” demiş.

GÜLEN, UGANDA’DAKİ RAFİNERİNİN KOÇ HOLDİNG’E VERİLMESİNİ İSTEMİŞ

Gülen’in yaptığı telefon görüşmesinde, Uganda’daki rafinerilerin Koç Holding’e verilmesi isteniyor. Gülen, “Uganda Devlet Başkanı’ndan haber geldi. Orada bir rafineri meselesi vardı. Onlara (Koç Holding) teklif edelim mi edelim” teklifine, “Onların dışında başkası öyle ağır bir yükün altına girebilir mi?” diye cevap vermiş.
Gülen’in, 14 Ekim 2013 tarihinde Gülen Cemaati yetkilisiyle yaptığı görüşme şöyle:

- Alo
- Fethullah Gülen: Efendim
- Efendim hürmet ederim. Bir iki husus vardı efendim, müsaade ederseniz arzetmek istiyordum.
- Fethullah Gülen: Buyrun
- Zatıalinizle görüştükten sonra geçen gün Mustafa Bey aradı, Koç. Sizin orada başkentteydi (Washington) bir süredir. “Aile içinde de teyit ettiler” dedi. “Memnuniyetle biz sponsor olmak istiyoruz buna” dedi. Kendisi de bizzat bulunmak istiyor efendim. Adnan Polat Bey de kendisini aramış efendim o görüşmeden sonra. Süleyman ağabey de teyit etti onu. Bu şekilde bilgi vermek istedim o konuyu.
- Fethullah Gülen: Evet iyi olmuş. Yani onların bulunması da iyi. Vakıa, onlara karşı da yukarıdan bir tavır var da. Fakat mali şeyleri karışık yoksa, problem olabilecek yanları yoksa, bir şey yapamazlar yani. Üzerlerine müfettişler salınsa bile bir şey yapamazlar.
- Rahat duruyorlar efendim.
- Fethullah Gülen: Evet. Zannediyorum tedbir aldılar. Haberdardılar.
- Evet Efendim. Teşekkür ettiler efendim o hususta. Davetiye taslağı gibi kendisini istişare makamında şeyler yapalım mı efendim? Temas yapalım mı bu konularda?
- Fethullah Gülen: İyi olur. Ama şey, Büyük Patron pek bilmesin. Onunla temasımızı çok bilmesin.
- Başüstüne efendim. O konuda zannedersem bir takip altındayız. Ben, bazı hususlar var. O gelen arkadaşlar, zatıalinizin o tarafa geldiler. Geçen başıma bir vakıa geldi. Onları aktaracağım efendim. Size de gelip aktaracağım. Zannedersem o konuda takip ediyorlar orayla alakalı.
- Fethullah Gülen: Doğrudur
- O gittiğimiz gün akşam bazı şeyler oldu da efendim. Telefonlar geldi. Bir de efendim bu Uganda Devlet Başkanı’ndan haber geldi. Orada bir rafineri meselesi vardı. Uzun süredir gündemdeydi. Çıkarmamışlardı. “Türkiye’den büyük bir firma getirirseniz memnun oluruz” dediler. Onlara (Koç Holding) teklif edelim mi edelim? Onların da ilgisi var bu konuya.
- Fethullah Gülen: Onların dışında başkası öyle ağır bir yükün altına girebilir mi?
- O yükün altına girebilecek bizim çevremizde pek bildiğimiz bir insan yok efendim. Türkiye’dekiler de büyükler efendim genelde içerde şeylere giriyorlar. Onlar “Sizin göstereceğiniz insanlarla ortaklık yapmak isteriz” gibi bir üslupları da var. İsterseniz biraz daha çalışalım, öyle şey yapalım.
- Fethullah Gülen: Öyle yapalım. Biraz da böyle dediğimizi yapacak, diyeceğimiz şeyleri derken rahat olabileceğimiz birisi olsa daha iyi olur. Olmazsa onları tercih ederiz.

“NAZİF BEY’İ DE SIKI TUTMAK LAZIM”

- Başüstüne efendim. Bir de efendim bu Mehmet Nazif Bey’in büyük bir işi vardı. Çinliler alacak gibiydi. Sonra başka iki işi onlara vermiş. O iş için dışişleri bakanı tekrar davet etti, “Bayram sonrası gelseniz” dedi, “Bu işi alabiliceğiz” dedi. O konuda nasıl yapalım? Gidelim mi Nazif Bey’le tekrar?
- Fethullah Gülen: Olabilir. Nazif Bey’i de sıkı tutmak lazım.
- Başüstüne efendim. Görüştük hacca gitmeden. Bir de efendim Twitter’da TUSKON’la alakalı bir kampanya yapıyorlar. Müspet gibi görünüyor ama farklı bir siyasi içerikten atıyorlar mesajları. Kapatılmayla ilgili malum gündem şeyleri söylüyorlar. O konuda müspet bir mail atıp, onun gündemimizde olmadığını, ülkemize hizmete devam ettiğimizi falan söyleyip... Çünkü yanlış insanları heyecanlandırır tarzları var. Böyle bir şey yapsak müsaade ederseniz.
- Fethullah Gülen: Kapatma ne?
- Daha önce bir Önder Bey Malatya mahreçli bazı haberleri geçmişti. İşte dershanelere karşılık TUSKON’un kapatılması gibi haberler geçtiler. Üzerinde durmadık o zaman.
- Fethullah Gülen: Onların elinde mi öyle bir şey yapmak?
- Yani mümkün değil efendim bu. Sivil toplum kuruluşu. Denetlerler. En fazla kamu yararımızı almaya çalışırlar elimizden ama kendi kayıtlı teşekkür ve takdirleri var. Her şeyi de bakanlıklarla müştereken yapıyoruz. Yani gayrıcebri bir şey olmazsa herhangi bir şey olmaz efendim.
- Fethullah Gülen: O zaman o yapmak istediğiniz şeyi yapın inşallah.
- Başüstüne efendim

“Habertürk Gazetesi’nde Gülen aleyhine hiçbir şey çıkamaz”

Fethullah Gülen’in telefon görüşmelerinde, Gülen Cemaati yetkililerinin, Habertürk Televizyonu ve Habertürk Gazetesi’nin sahibi Ciner Holding Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Ciner’e baskı yaptıkları açıkça görülüyor.

Gülen’in, 1 Kasım 2013 tarihinde Gülen Cemaati yetkilisiyle yaptığı görüşme şöyle:

- Ali Sabancı’yla beraberdim dün Hocam. Çok Selamları var. Sağlığınızı sıhhatinizi sordu. En çok da o arayıp sordu bu süreçte. Ceyda Hanım bir mektup verdi. O da o şekilde telefonla olmayabilir dedi. Turgay Ciner Bey’e uğradık bugün. Hasan beyle bir köşe yazarının menfi yazı yazma durumu vardı. Onu öğrenmiştik. Kendisini aradık. Bizzat devreye girdi. “Bu gazetede aleyhinize hiçbir şey çıkamaz” dedi. “Hepsi bunların hizmet müessesesi” dedi. Büyüğümüzün (Fethullah Gülen) aleyhine de ben burda bir şey çıkartmam dedi. Öyle güzel bir görüşme geçti efendim kendisiyle.
- Fethullah Gülen: Çok iyi. Allah Razı olsun
- Bu dostlarımıza Uganda’dan ananas falan gelmiş. İşte efendim onlara göndermiştim. Bugün teşekkür mektubu yazmış o Koç. Adamı da aradım. Yardımcısıyla görüştük. Bu iftar meselesini de orada tekrar görüşürken Mustafa (Koç) Bey’in Adnan Bey Polat’ın aramasından rahatsızlık duyduğunu ifade etti efendim. Ben Süleyman abiyle de paylaştım bunu, söyledim kendisine. “Herhangi bir şey olursa ben görüştüreyim, Federasyon Başkanı’nı da tanıştırdık zaten” dedim. “Siz arada kalacak olursanız bizim üstümüze atın en azından. Siz kötü olmayın Adnan Bey’le” dedim. Böyle bir şey çıktı ortaya hocam.
- Fethullah Gülen: Meseleyi çözün bence. Yumuşakça inşallah.
- Bir de efendim rafineri meselesini ben şeye götürmedim. Koç’a. Fatih Baltacı Bey o ortağı olan iki ayrı ülkedekilerle görüştü. İlgilenmiyorlar. Akın İpek Bey’e söyledim. O da ilgilenmiyor. Bu ayın 8’inde de müracaat etmek için son tarihi. Onlara bildirelim mi bunu Koç’a . Başka bir alternatif gelmedi aklımıza.
- Fethullah Gülen: Evet olabilir bence de. Gönüllerinize girmiş olursunuz.
- Başüstüne hocam.
- Hürmet Ederim. Allah’a afiyetler versin inşallah


"HÜSEYİN GÜLERCE ÖNEMLİ DEĞİL"MİŞ!

Gülen Cemaati yetkililerinin telefon görüşmelerinde, kirli 17 Aralık operasyonuna verdikleri desteğin ardından vatandaşların Bank Asya’dan paraları çekmesi konusu da gündeme gelmiş. Gülen Cemaati yetkilileri, Bank Asya’ya para yatırılması için talimatlarda bulunuyor ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nda (BDDK) adamlarının olduklarını ifade ediliyor. Ayrıca Hüseyin Gülerce'nin yazısının önemi olmadığını Fethullah Gülen tarafından beyan ediliyor

Bir başka görüşmede ise Gülen, Bank Asya’nın kurtarılması için ne gerekiyorsa hemen yapılmasını istiyor. O görüşme ise şöyle:

- Aloo
- Fethullah Gülen: Efendim
- Efendim hürmet ederim. Bu Ali Bey’in iş yeriyle alakalı bu büyük müşterilerden bir kaç tanesi almış yani almış şeylerini. Tabii o bayağı büyük. Bunlar içerisinde henüz belli olmayan THY var bir de banka var. O da alırsa biraz zorlanacak gibi görünüyor. Acaba biz bu arkadaşlarla beraber olacağız birazdan onlarla böyle usturubuyla görüşsek böyle önde gelen olanları 2001’de olduğu gibi şeylerini yatırmalarını istesek uygun olur mu?
- Fethullah Gülen: Ben size demiştim, o elinizdeki şeyler olmuyor mu?
- Onlar küçük kalıyor efendim.
- Fethullah Gülen: Öyle mi?
- Evet. Yani bu büyük. Bayağı büyük. Böyle yani bayağı bir arkadaşların da paniğe maniğe sevketmeden külli şeyin olması ancak o şeyleri kapatabilir.
- Fethullah Gülen: Var mı? Yolu var mı onun?
- İşte efendim şu anda bazıları mesela şimdi ihtiyaçtır deyip kendileri aramış. Ama biz bunu aşarız diye bir hafta içerisinde şey olmuş ama fakat şu andaki görüntü THY ne yapacak belli değil? Büyük. 300 küsur. Bir de o bankanın 300 küsur. Öyle büyük toplu şey yaparlarsa o şeymiş. Yapma ihtimalleri çok yüksek şu anda. Çekme ihtimalleri.
- Fethullah Gülen: Ne yapılabilir?
- Efendim arkadaşlarla görüşerek, arkadaşlar bu yakın çevrelerin yani şeylerini oraya 2001’de olduğu gibi yatıracaklar.
- Fethullah Gülen: Mümkün mü o?
- İşte o daha önceden malumalleri yapmıştık zatıalinizin tensibiyle 2001’de.
- Fethullah Gülen: Yapın. Yapın. Hiç ahesteler hissetmeden çarçabuk hemen yapın. Çarçabuk.
- Başüstüne efendim. Bir de efendim bugünkü şeyle alakalı, bugünkü Hüseyin Gülerce’nin yazısı o sulh mü o zatıalinizin bilgisi dahilinde mi yoksa kendiğilinden mi yazdığı bir şey?
- Fethullah Gülen: Hatırlayamadım. Nedir O?
- Efendim 3 şart koşuyor. 1. yolsuzlukların üzerine gidilsin diyor. Yani paralel yapı varsa onları tasfiye edebilir. 2. Dedikodu gıybet etmeyelim. Bu bütün ülkeyi rahatsız ediyor. Sulh yolunu teklif ediyor.
- Fethullah Gülen: Önemli değil.
- Başüstüne
- Fethullah Gülen: Haberim yok. Siz şimdi o meseleyi halledin. O meseleyi halledin.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ben en çok bu kadar curcunadan sonra, bu seneki Türkçe Olimpiyatlarını merak ediyorum...

Bu seneki teması ne olacak acaba ;)))

Ya da Zaman Gazetesi'nin teması,

"Zaman Kardeşlik Zamanı" idi...

Bakalım bir sonraki senenin teması ne olacak...

Bekleyip göreceğiz...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit
font-01.gif font-02.gif font-03.gif font-04.gif
3_b.jpg
Kehanet değil!
04 Şubat 2014 Salı 09:20
,

Bunlar aslında kasım aralık gibi bu işi bitirmeye karar vermişler.. O zamanki planları Genç Parti üzerinden AK Parti’ye bir alternatif oluşturmak.. 50 kadar yandaş, 40 kadar dosya ve kaset şantajı ile 75 milletvekilini AK Parti’den kopartıp kendi partilerini kurup seçimleri erteleyeceklermiş..

Kendi oylarının %8 gibi olduğunu düşünüyorlar. %20-25 de ANAP’a oy verenliberal, sağ ve ılımlı sol, yani 4 eğilim’in oylarını alıp, %30-35 ile iktidar olmayı hesaplıyorlar..

Bu plan tutsaydı, Erdoğan, Davutoğlu, Hakan Fidan, Bülent Yıldırım içeride olacaktı bugün!

İddialarından vazgeçmiş değiller.. Ama deşifre oldular.. Abdullah Gül şimdi bunlara karşı daha mesafeli. Bülent Arınç da, kendine sunulan belgeleri gördükten sonra yorumları değişti. Zaten yakında bu belgeler mahkemeye sunulduğunda, Ergenekon davasından daha büyük bir dava ile karşı karşıya kalacağız gibi. Herhalde bu kez paralel yapının bir numarası olarak, bu kez Çetin Doğan’ın koltuğunda “Hocaefendi”yi oturtacaklar. O zaman malum Ananasçı işadamları hakkında, 28 Şubat’tan dava açılmadı ama, paralel devlet yapılanmasında yardım ve yataklık suçlaması ile bu beyefendiler hakkında dava açılır mı bilmiyorum..

ABD, İngiltere de gelişmelerden kaygılı. Evdeki hesap çarşıya uymadı çünki..

Şimdi sıkı durun, ayın ortalarına doğru, istifalar, operasyonlar, kasetler, dosyalar havada uçuşacak.. Ve tabii terör.. Bombalar patlayacak, AK Parti’den,Cemaatten, Alevi ve Kürt kesimden birtakım kişilere saldırılar olabilir..

Tabii bütün bunlar birilerinin hesabı. Son dakika ne olur bilmem. Ama ekonomiyive siyaseti krize sokacak, toplumu umutsuzluğa sevk edecek her yolu deneyecekler..

Maksat seçimleri zamanında yaptırmamak!

Bu planda iki ülke her şeyi ile ortada. İsrail ve Suriye!

Bu süreçte, özellikle 15 Şubat’tan itibaren Adana - Hatay hattına dikkat!

Askeriye ve MİT’teki birtakım talimatlar, paralel yapı tarafından izleniyor ve düzmece ihbar mektupları ile savcılık üzerinden paralel yapıya bağlı polisler tarafından MİT’e operasyon yapıyorlar mesela..

Bu polis şeflerine, daha güçlü bir şekilde geleceğiz, hak kaybına uğramayacaksınız, terfi ettirileceksiniz.. Bu yolun dönüşü yok gibi yüksek perdeden mesajlar veriliyor..

Her şey Peygamberin kontrolü altında zaten. Mesajlar yukarıdan geliyor..

Devlet, Kanada’dan ABD’deki karargahla yapılan konuşmaları bile dinleyebiliyor, ama tek dinleyemedikleri Hz. Peygamberle Gülen arasında ne konuştukları, hangi bilgilerin verildiği, hangi talimatların alındığı! Herhalde Peygamberimiz sadece Gülen’den bilgi almıyordur, başka şeyhler de var. Kendisi doğrudan da bilgi alıyordur herhalde. Bu tür şeyler fıkıh kitaplarında yazmadığı için bilmiyoruz. Ama dolaylı bilgi sahibi olunan bir konu, Peygamberimizin cemaat mensuplarının iki katı twitter atmaları talimatı, ki bu da hocaefendi tarafından destekleniyor.. Meleklerin de devreye girip twitteratıp atmadıklarını da bilmiyoruz..

Bunlar darbeyi kafaya koymuşlar. Gözlerini karartmışlar. Bu yolda ellerinden gelen ne varsa yapmaya hazırlar ama, deşifre olduktan sonra arkalarındaki güçler paniklediler. Kendi tabanlarında da ciddi bir çözülme yaşanıyor..

Dün operasyon yapan polisler, bu işler yoluna girdikten sonra terfi etmeyi bekliyorlardı. Savcılar Adalet Bakanlığı’nda üst görevlere gelme hayali kuruyorlardı.. Zaten görevden alınsalar bile yargı yoluyla geri döneceklerdi.Mübaşirden, gardiyana hepsi örgütlenmiş ve eğitilmişti.. Manevi bir destek de vardı. Uluslararası bir destek de sözkonusu idi.. “Başarısızlık” diye bir şey, ihtimal olarak bile yoktu..

Ama sonuç ortada.. Bu işler buraya kadar! Şimdi bu okullardan mezun olan çocuklarına kariyer ve gelecek endişesine düşmeye başladılar.. Şimdi işin bir başka trajik yanı çıktı ortaya. Başarılı çocuklara şartlı kredi verdikleri onları kendilerine itaate mecbur bıraktıkları, kariyer planlamasında sınavlarda, soruların cevap anahtarlarının kendilerine iletildiği ve personel alımlarında kayrıldıkları, bazı öğrencilerin devam etmedikleri derslerden bile en yüksek puanlarla ödüllendirildikleri anlaşılıyor..

28 Şubat suçüstü edilememişti. 17 Aralık darbe girişiminde paralel yapı suçüstü oldu!

Şimdi ileri gidecek mecalleri kalmadı. Geri de gidemiyorlar.. Bir post modern darbe girişimi daha oldu ve bu kez başlarken bitti.

Taban ciddi anlamda bir teolojik travma yaşıyor.. Esatirin keşfi içi boş birkehanete dönüştü.. Uydurulan din algısının ise ustalıkla hazırlanmış birtuzaktan başka bir şey olmadığı görüldü.. Kariyer ve servet uğruna camiaya yaklaşanlar ise şimdi yakalarını nasıl kurtaracaklarının derdindeler..

Geçmiş günlerin yaşanmış, kutsanmış hatıraları bir anda aldatılmışlık duygusu ile yer değiştirmeye başladı. Gelecek hayalleri yıkıldı.. Bu insanların inançları ile oynanmıştı çünki.. Bugün ise iktidar hesapları yaparken, kahramanlık hikayeleri anlatılırken, ihanetle suçlanmaya başladılar ve gelecek endişesine, sahip oldukları maddi ve manevi imkanların bir anda kaybedilmesi korkusuna kapıldılar..

Rüya bitti, Cenneti hayal ederken bir kâbusa uyandılar.. Mehdi, Mesih, Deccaliyet derken, şimdi o örümcek ağına benzeyen kozmik planlar ve iç içe geçmiş uluslararası örgütsel yapı ne oldu! Sahi Sünni dünyanın yeni rol modeli şimdi kim olacak. Temas kurdukları başka “cemaat” yapıları var da, kim bundan sonra bu işe cür’et edebilir ki!

Haydi, şimdi Amerika, Vatikan, İsrail kurtarsın bakalım kendilerini..

Ha! Sahi, Hacı Boydak’tan özür bekliyorum ya da dün söylediklerini bugün de tekrarlayabilir mi? Yoksa onunda mı ses kaydı var! Ya da korktuğu başka bir şey mi?

Selâm ve dua ile..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Turgay GÜLER [email protected]

Dillerine dolamışlar gidiyor.
Neymiş; "28 Şubat'tan betermiş".
Hiç utanmadan, sıkılmadan oturup kalkıp bunu söylüyorlar.
Bu nasıl bir beter ki; bugün dev bir medyanız, bankanız, polisiniz, askeriniz, savcınız, hâkiminiz var?
Bun nasıl bir beter ki; bugün milletin iktidarına darbe yapmaya kalkışabiliyorsunuz?
Duyan da "28 Şubat'ta başlarına bir iş gelmiş" sanacak!
Hem 28 Şubat'tan beter diyecek en son cemaat sizsiniz yahu.
"Aman bana dokunma" diyerek darbeye destek oldunuz.
Hem de açıktan, aleni.
Ecevit'e ve darbeye verdiğiniz destek karşılığında okullarınızı kurtardınız.
Sonra da kalkıp, "Destek vermeseydik, okullarımızı kapatacaklardı" dediniz.
Hiç utanmadan sıkılmadan!
Tamam, siz okullarınızı kurtardınız da, milyonlarca insan sizin darbeye verdiğiniz bu destek nedeniyle inim inim inledi.
Saydırtmayın şimdi bana...
Kapansaydı senin okulun da; o çocuklar okul önlerinde başlarındaki örtü nedeniyle coplanmasaydı.
Kapansaydı senin okulun da; küçücük bedenlerin cop altında verdikleri başörtüsü mücadelesi için "furuat" demeseydin.
Kırmasaydın kalplerini, yıkmasaydın ümitlerini.
"Bunun vebalini nasıl öderim?" diye dertlenmeyeceksin, kalkıp bir de pişkin pişkin "28 Şubat'tan beter" diyeceksin.
İnsanda azıcık utanma olur yahu.
Azıcık!
28 Şubatçılarla kol kola gireceksin, ananas, tespih göndereceksin, ihaleler ayarlayacaksın, ballı sponsorluklar kapacaksın, yargılanmaları engelleyeceksin yüzün kızarmadan bir de "28 Şubat'tan beter" diyeceksin.
Ayıp yahu!
Ağzından çıkanı kulağın duymayacak, suçunu bastırırcasına bir de "nefret dili, nefret dili!"diyerek ağlayacaksın.
Firavun diyeceksin, kalleş diyeceksin, haramzade diyeceksin, Yezit diyeceksin, hırsız diyeceksin, küfredeceksin, hakaret edeceksin, tüm bunları yapacaksın ardından da mart kedisi gibi bağıracaksın.
Ayıp yahu!
Din iman nutukları atacaksın; yazarın kalkıp Hazreti Peygamber'e hakaret edecek, mümine bir kadına küfredecek, senin de gıkın çıkmayacak!
Ayıp yahu!
Göklere çıkarıp himaye ettiğin "tipoloji" her türlü küfrü edecek; sen de pişkin pişkin "bunların bizimle alakası yok" diyeceksin.
Sağa sola goygoycular, fitneciler diye ayar vermeye kalkacaksın, Allah'tan korkmadan "Yezit" benzetmesi yapacaksın.
Sonra bu ayıbını tevil etmeye çalışacaksın.
Pes doğrusu!

Beddua gibi anket

Zaman Gazetesi dün bir anket yayımladı.
Beddua bu kez anket kılığına girmiş.
Anketi yapan "şirket" Cihan Veri Toplama Araştırma Servisi'ymiş.
Cihan Haber Ajansı'nın yan kolu.
Yabancı değil.
Bu pazar günü Cumhurbaşkanlığı seçimleri olsa diye sormuş "arkadaşlar".
Erdoğan'a 17,5, Abdullah Gül'e 47 çıkmış.
Cemaatin "rüya" anketi.
Neyse.
Gelelim asıl meseleye.
Bunu manşet yapan Zaman, öylesine bir acemiliğe imza atıyor ki sormayın.
Niyetlerini daha ilk satırda faş etmişler acemice.
"Cumhurbaşkanı daha aktif olmalı" diye dileniyorlar.
"Sayın Cumhurbaşkanım bizi kurtar" diye yalvarıyorlar.
Karşılığında ise "seni yeniden cumhurbaşkanı seçtirelim" diye 'rüşvet' vermeye kalkışıyorlar!
Uyanıklar ya!
Dahası var.
Benzer uyanıklığı dün GYV de yaptı.
Onlar da Cumhurbaşkanı'nı aktif olmaya çağırdı.
İki kardeş arasında fitne çıkarmaya çalışıyorlar.
Maşallah pek mahirler bu işlerde.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...