Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Balamber

Şia'yı Tekfir Etmek Doğru Mu?

Recommended Posts

yüzde 10 un içinde öyle bir kafaya raslamak sevindirdi beni doğrusu! ilahi-_yatçı_ların (ya tazir ya mümin. büyük ihtimalle tazir)

Share this post


Link to post
Share on other sites

hıımm aslında anlamalıydım bunu. ayıkamadım

...

ama şunu diyimki Allah ehli-sünneti muhafaza etsin ve bizi o itikattadtan saptırmasın

 

KAPI KAPI her kapının sonu ölümse, o aglayıp okapıda gülümse:...!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yok ama tazir hocam bizden ziyade ilminiz vardır maşallah. ayrıca hafakan abi aslında anlamalıydım derken nedir yani? benim annem ve iki ablam çarşaflıdır. İsmail ağa cemaati muhibbiyim. Gelenekçiyim. Yalnız liseden mezun olduğumda böyle şedit idim. Elbet yılların bir terakkisi, bana kattığı olmalıydı değil mi? Eskisi gibi köşeli, sivri duruşları tasvip etmiyorum.

 

Tazir hocam ılımlı İslam yahud diyalog bu kapsamda değerlendirilmez çünkü onlar mezhep değil. Düşünün şafi kan çıkması ile abdest bozmuyor ve namaz kılıyor. Biz ise abdest bozumunda vücuttan kan,irin ve nevi sıvı çıkışında temel sebep telakki ederiz. Ve aynı şekilde karşı cins ile temas biZde abdest bozmaz. Ama onlarda da bu kriter. Buyrun ne diyeceğiz? İçtihattır efendim ikisi de haktır değil mi? Doğru olduğuna itikad etmiş ve amel eylemişler. Şia da aynı mantıkla kendince içtihad etmiştir. Kendi içinde mazurdurlar ama daha doğrusuma talip olmadıkları için hesaba çekilirler. Hocanın izahı buydu ve gayet makul.

 

Siz böyle savundunuz diye ehli sünnet olursunuz ben de klasik ilahıyatçı işte canım. Oysa ben de genel esaslarda farklı düşünmem. Neyse ya olay kimliğe taşınmamalı bence. Fikrin kendisi mücerret ele alınmalı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Biraz dağınık gideceğim...

 

Ehli Sünnet dışında olan mezhepleri bilmek gerekir... Çünkü bunlar hiç ummadığınız yerlerde karşınıza çıkabilir... Hatta bir tarikata mensupsanız, orada bile karşınıza çıkabilir... Birazdan misallerini vereceğim...

 

Şia inancı içimize kadar sokulabiliyor, evimizin içinde kendisine yer bulabiliyor, çocuklarımız, gençlerimiz bunlara kapılabiliyor...

 

Bakın şimdi...

 

Kadiri Tarikatına bağlı biri var... Sevdiğim biri... Muaviye'yi kötüler... Sebep malum... Bir gün mevzu açıldı... O ana kadar tartışma çıkmasın diye bu mevzulara hiç girmemiştim... Neyse, mevzu açıldı demiştim... Kitaplığımdan Abdulkadir Geylani'nin ''Gunyetü't Talibin'' adlı kitabını aldım ve sayfaları çevirdim... Sayfayı buldum ve başladım okumaya: '' Muaviye'nin (r.a) hilafeti sabittir; sahihtir.''

 

Geylani kim? Kadiri Tarikatı ismini ondan almadı mı? Nasıl oluyor da, tarikatın kurucusu ''sahihtir'' derken, bu tarikata mensup olan bir derviş ''sahih değildir'' der? Aslında Şia uzantısı olan bu fikir, Geylani'nin kitabında yazdıklarına rağmen nasıl oluyor da bu kadar içerilere kadar süzülebiliyor, değil mi?

 

O kişinin cevabı enteresandı... O başka muaviye'dir, dedi... Mevzu kapandı...

 

Yine bir gün bir başka büyüğümle konuşuyoruz... Yine Kadiri Tarikatına mensup biri... Aslında Şia'nın o kadar da kötü olmadığını, onun da bir mezhep olduğunu ve hatta çoğu noktalarda bizden iyi olduğunu söylemeye başladı... Yine Geyalni'nin aynı kitabını aldım, bize lazım olan sayfayı açtım ve başladım okumaya... Geylani bu kitabında Şiayı bütün şubeleri ile ele almış ama Şianın gerçek yüzünü de ortaya dökmüş... İşte bunları okudum...

 

Bunları dinleyen kişi, şöyle bir durdu... Olamaz, dedi... İşte kitap, dedim... Ama dedi, Geylani'nin böyle bir şey demesi imkansız. ''E ama bu Geylani'nin kitabı değil mi?'' dedim. Ne malum dedi, o yazının oraya sonradan uydurulmadığı!!! Peki dedim, o zaman İmam Rabbani'den bir yer okuyayım dedim ve okudum... Geylani ne diyorsa, Rabbani de aynısını diyor... Ona da aynı gerekçeyi sundu... Bu sefer İmam Gazali'den okudum ve ekledim: İşte üç kaynak... Bunların hepsine de o yazıyı uyduramazlar herhalde... Tarikatın kurucusu Geylani bile Şia mezhebini hak ettiği yere koyarken, sizin bu fikriniz de ne oluyor?'' Bu sefer '' O zaman Geylani diye biri yok!'' dedi... Çünkü Geylani'nin böyle bir şey demeye imkanı yokmuş...

 

Evet... Niye Geylani'nin böyle bir şey diyemeyeceğine inanıyor, hiç düşündünüz mü? Ben söyleyeyim, bu kişi, şeyhi ne derse ona inanıyor da ondan...

 

Görüyorsunuz değil mi? Nerelere kadar sokuluyor bu yanlış fikirler...

 

Yine bir gün, 16/17 yaşlarında bir kardeşim geldi yanıma... Kabir azabının olmadığını söylüyor... Dedim, sen ne diyorsun??? Bu nereden çıktı??? İşte filan kişiler öyle dedi... Tabi meseleyi anladım... Kurancıları dinlemiş... Neyse... Çocuğu düzelttik ama önlemimizi de aldık, çocuğa gerekli olanları anlattık...

 

İşte ruh yok... Miraç yok... Şefaat yok... Mucize yok, keramet yok... Allah gaybi bilmez... Kabir azabı yok... Mevlit filan zaten hep şirk... Daha neler, neler... Böyle büyük tehlike dolaşıyor etrafımızda...

 

1932 ile 1941 yılları arasında liselerde okutulan tarih kitabında, Peygamber Efendimiz (SAV) hakkın rahmetini kavuştuğunda, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer cenazeyi ortada bırakmış ve halifelik kavgasına tutuşmuşlar, diye bir yer geçiyor... Bu saçmalık aynı zamanda Şia saçmalığı değil mi?

 

Yaaaa...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir de Geylani'in ''Günyetüt Talibin'' kitabından bir alıntı yapalım:

 

''Denilmiştir ki: Şii, Hz. Osman'ı Hz. Ali'den daha faziletli saymayandır. Rafıziler ise Hz. Ali'yi Hz. Osman'dan daha faziletli kabul edenlerdir.''

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah onlardan razı olsun.... ne güzel işte. mevla sizide ihvan etsin... dualarımdır mümin kardeş bilesiniz.

eskisi gibi.... köşeli ve sivri uçları dedinizya. bakın kırılma noktası burası belkide!! bu bakış açısını değiştirmenize sebep olan belkide bu yüzde doksanını reddettiğim-iz ehli sünnet dışı, yenilikçi,layt islam sentezi hayranları , içten içe vahhabi zihniyeti-ni taşıyan ilahiyatçılar zümresi olabilir-mi! diye düşünüyorum. mesela ısrarlar şiaya hak veriyorsunuz hala ! doğru yapmyorsunuz bence. art niyetli veya inadına yapmıyorsunuz bunu ama yanlış yapıyorsunuz. Allah için yapmayın!

cennet mekan sahabeye söven zümreden ne hayır gelir Allah aşkına!

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

sayın mümin şafii mezhebi ile şia nasıl olur da aynı kefede değerlendirilir?

 

ehli sünnet Müslümanları olarak bizim için Numan bin Sabit İmamı Azam Ebu Hanife ra de, İmam Malik bin Enes ra de, Muhammed bin İdris bin Şafii ra de, Ahmed bin Muhammed bin Hanbel bin Hilal ra de baştacıdır. Hepsinin mezhebi haktır, doğrudur, hepsi de mutlak müçtehittir. Allah hepsinden razı olsun.

 

Bu 4 hak mezhebin haricinde; Süfyanı Sevri ra, Evzai ra, Leys bin Saad ra, Davud ez-Zahiri ra ve Hasan Basri ra gibi büyükler de mezhep imamıydı ancak mezheplerini devam ettiren kimse kalmadığından 4 hak mezhep içerisinde anılmazlar.

 

bunun harici kurtulmuş fırka olan (fırka-i naciye) ehli sünnetin dışındadır. Neden o zaman İslam büyükleri ehli sünnete fırka-i naciye demişlerdir?

 

Ehli sünnet akidesinin olmazsa olmazları vardır ve bu olmazsa olmazlardan bir kısmını ya da bir çoğunu ehli sünnet dışındaki fırkalar reddetmektedirler. birini ya da tamamını reddeden ehli sünnetin dışındadır. onları zorla Mustafa İslamoğlu'nun yaptığı gibi "ehli beyt ekolü" tarzında yumuşatılmış söylemlerle ehli sünnetin 5. mezhebiymiş gibi göstermek ehli sünnete zarar verir ki adamların zaten ehli sünnetle uzaktan yakından alakaları yok ve böyle bir iddiaları da yoktur.

 

İmamı Şafii hazretlerinin güzel sözlerinden bazılarını paylaşmak istiyorum;

 

"İlim ezber edilen şey değil; ilim, kendisinden faydalanılan şeydir"

 

"Arsız kimse ile dünyada dost olmak, kıyamet günü insanı utandırır"

 

"Dünya ile Allah muhabbetini bir yerde bulundururum demek demek yalanın ta kendisidir"

 

"Öğrenmenin acısını bir müddet tatmayan, hayatı boyunca cehaletin zılletini yudumlar"

 

Cenabı Hak cümlesinin şefaatlerine nail eylesin bizleri inşallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Malum olduğu üzere hak mezhep içerisinde yer almaz Şia ama metod olarak ilkeler benimsemesini ve bizim tasvip etmememizi Şafii ile Hanefi mezhebi esaslariyle mukayese ettim. Orada nasıl ki abdest kabul değil efendim zihnde ibadeti nafilefir diyemiyorsak burada da aynı düşünmek gerekmez mi dedim. Evet hak değil şahışlar müçtehid de olmayabilir ki zaten daha doğru olanına talip olmadıkları için hesaba azaba çekilirler deyip değindiğiniz hususlara pay bırakıyorum.

Ben söven,tekfir eden, gece gündüz lanet okuyan bir grubun müdafaasını da yapmıyorum. Bütün Şia kollarının aynı kefede değerlendirmek doğru değil diyorum.çünkü mushaf-ı Fatıma diye absürt kutsal kitap üreten de var, ilk ve ikinci halifenin halifeliğini hak sayan da. Ismaililer olmalı, ehli sünnete en takın Şia fırka diye okumuşuZdur. Şimdi külliyen tüm Şia cehenneme gönderilmeli ise biz aradaki masum olanların hakkına girmeyecek miyiz? Ben hazırlıkta iken hocamla bu noktada tartıştığımı hatırlarım. Tekfir edilmeli derdim. Yalnız zamanla ihtiyat gereği öyle olunmamalı gerektiğini anladım. Sınıfımızda Iran'dan gelmiş bir arkadaş vardı Alevilik Bektaşilik hususunda bile neredeyse kavga edecektik kalkıp bir de sen kafirin tekisin desek düşünebiliyor musunuz? Bunlar kutuplaştırıcı ifadeler. Bırakalım hükmü Allah'a kalsın. Bunun ruhsatı bizde olmamalı. Allah en doğruyu bilendir. Belli esaslarda tam Şia prensipleri içinde olanı sevmem, aşırı olan ve efendime, hulefa-i raşidine söveni sevmem. Tevatür hadisle sabit olan Kuran'ın bozulduğunu, eksik olduğunu söyleyen zaten kafirdir hükmen. Ama ben bunu dillendirmek ile ifrada erişecek bir durumu doğuracak ve fitneye sebep olacaksam o şahısla aynı ortamda olduğumda bunu söylemem. Dediğim gibi artık bu hususlar müslümanın ayağına prangadır. Şii sünni uzlaşısı bize fayda sağlar, düşmanlığımız kafire nefes aldırır. Bı zaviyeden bakıyorum. Yeterince düşüncemi ifade ettim. Sanırım kafidir. Mülâhaza için teşekkürler

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

bildiğim kadarıyla ismailiyyeden ziyade zeydiyye mezhebi ehli sünnete daha yakındır çünkü ilk 3 halifenin halifeliğini kabul ederler ancak mezhebin kurucusu mutezile mezhebinin kurucusu Vasıl bin Ata'nın öğrencisi olduğundan itikadi olarak Mutezileden çok etkilenmişlerdir.

 

şu anda okumakta olduğum "Sultan,Güç ve Hassasiyet" adlı eserden bu bölümü konuyla alakalı olduğundan dolayı paylaşmak istiyorum;

 

"Osmanlı sultanları, Emirü'l Müminin olarak bütün islam ümmetinin halifesi idiler. Bu açıdan kamil bir halifelik icra edilmiş, bu konuda da ehli sünnet hassasiyeti dikkate alınmıştır. Özellikle; İranla olan münasebetlerde, yapılan antlaşmalarda İranlıların "hazreti Ebubekir ra ve Hazreti Ömere ra hakaret etmemeleri" sürekli özel bir şart olarak muhafaza edilmiştir. Ayrıca;İranlı Şii erkeklerle; Sünni Osmanlı hanımlarının evlenmelerine de bu hassasiyet sebebi ile izin verilmemiştir"

Share this post


Link to post
Share on other sites
  1. Son asırda Şiâ denince akla ilk gelen isim olan Humeyni’nin Peygamber (s.a.v.) ve Kur’ân-ı Kerîm hakkındaki görüşleri nelerdir?

Kitabın İsmi: el İslam ve Meşru ed Devleh ve Nizamul Hükm – el Hukumeh el İslamiye

Yazarı: el İmam el Humeyni (İkinci Basım)

“Peygamber görevini hakkıyla yerine getirmemiştir”,

“Elimizdeki mevcut Kur’an tahrif edilmiştir” diyen Ayetullah Humeyni bu kitabının 93. sayfasında ise şunlarısöylüyor:

Mezhebimizin zaruriyatlarından biri de imamların manevi mertebesine kimsenin ulaşamayacağıdır. Hatta ne yakın bir melik ne de gönderilen bir Peygamber! Esasında Resulü kiramlar ve imamlar – rivayetlerimize göre – arşın gölgesi altında bu dünyadan önce nur idiler…”

Humeyni “Keşfu’l-Esrâr” isimli kitabının 114. Sayfasında ise şöyle söylüyor

“Onlar için (Sahabe-i Kiram’ı kastediyor), bu ayetleri Kur’an’dan çıkarmak kolay olmuştur. Aynı şekilde semavi Kitabı tahrif etmek ve Kur’an’ı dünya ehlinin gözünden tamamen uzaklaştırmak onlar için kolay olmuştur. Müslümanların Yahudilere ve Hıristiyanlara yönelttikleri tahrif suçlaması, şüphesiz sahabe üzerine sabittir.

Humeyni, “Keşfu’l-Esrar” isimli kitabında, Ebû Bekr Es-Sıddık radıyallahu anh’ın Kur’an-ı Kerim‘e muhalefet ettiğini ileri sürerken “Biz peygamberler topluluğu miras bırakmayız. Bıraktıklarımız sadakadır” hadisini Hz. Ebû Bekir’in –haşa- “uydurması” olduğunu söyler. “El-Hukumetu’l-İslamiyye” kitabında da, yine yüce sahabi Semura bin Cundub’un hadis uydurduğunu öne sürer. (Keşfu’l-Esrâr; sf: 112)

Humeyni, (El-Hukumetu’l-İslamiyye; sf: 71) isimli kitabının bir başka yerinde şöyle der: “İmamların öğretileri hiç şüphesiz Kur’an’ın öğretileri gibidir. Belirli bir nesle özel değildir. Bilakis Kıyamet’e kadar her çağda ve her yerde herkes için geçerli, uygulanması ve uyulması farz olan öğretilerdir.”

 

 

(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar/Ömer faruk Mesci/Misvak Neşriyat/sayfa 195-196)

Share this post


Link to post
Share on other sites

''sahih hadis de olsa ahad haber hükmündedir yani mütevatir değildir.''

 

 

Mümin böyle bir cümle kurmuş. Yani oldukça kapalı bir cümle... O yüzden bir kaç sorum olacak.

 

Sahih hadis, Ahad haber ve mütevatir kavramları ne anlama geliyor. Mesela bir de manevi mütevatir var, bu ne anlama geliyor. Bunların birbirleri ile ilişkisi nedir? Zayıf hadis var bir de...

 

Mesela ismi pek bilinmeyen bir sahabeden sadece bir/iki hadis rivayet edilirse, bu hadislerin durumu ne olur? 2. nesil bu 1 bilemedin 2 hadisi kitaplarına almışsa mesela...

 

Bir misal üzerinden gidersek... Mustafa İslamoğlu Kabir azabı ile ilgili bir soruya şöyle cevap veriyor: ''Kabir azabı meselesi biliyorsunuz halledilememiş bir mesele… Önce asıl: 1. Ahiret ğaybi bir meseledir. Dolayısıyla imana taalluk eder. Bir meselenin imana konu olması için delaleti ve sübutu kati nass olması şart. Kur'an'daki nasslar tev’il yoluyla konuyla irtibatlandırılmaktadır. Hadisler ise "kati nass" değildirler. Dolayısıyla bu mesele ne dinin özünü, ne de akaidi ilgilendirmektedir.''

 

Bu misal üzerinden gidersek, hadis ilmi ne der acaba? Yani böyle bir cevap, hadisi dinin içinde nasıl bir yere koyuyor. Sahih, mütevatir, ahad gibi kavramlar bu misal üzerinden hareket edersek neyi ifade ediyor?

 

Bir de kabir azabı meselesi gerçekten halledilememiş bir mesele mi? İmam Gazali, İmam Rabbani, Abdulkadir Geylani gibi zirve şahsiyetler kabir azabının hakikat olduğunu yazdılar eserlerinde.

 

Mustafa İslamoğlu ehlibeyt mezhebi diye bir kavram kullanıyor. Böyle bir mezhep var mı? Eğer ehlibeyt mezhebi varsa, ehli sünnet mezhepleri ne oluyor? Aralarında nasıl bir ihtilaf var? İslamoğlu elhibeyt mezhebi derken, şiayı mı ima ediyor acaba? Eğer öyleyse bu bir istismar değil mi?

 

Adam yanımda ruh yoktur diyor. Bir başkası Allah ileriyi bilmez diyor. Kader anlayışları bir garip... Yahu islamoğlu'nun sırf kader ile alakalı neşrettiği bir tercüme var? Hele bir o kitaba bakın da görün kader anlayışını?

 

İslamoğlu kabir azabı ile ilgili verdiği şu cevap da garip değil mi? İşte o cevap:"Eğer o kul sonsuz bir hayat yaşasaydı yine de küfründen dönmeyecekti. Bunu Allah bildiği için azabı sonsuz yaptı. Biliyorsunuz cehennemin sonluluğunu başta büyük sahabiler, İbn Teymiyye, İbn Arabi ve bir çok isim savunmuş, İbn Kayyım bu konuda Hadi'l-Ervah diye de bir kitap yazmıştır. Buna Kur'an'dan bazı âyetler de delil gösterilmiştir. Ne olur sanal ortamda halledilmesi mümkün olmayan böyle soruları e-posta ile sormayınız. Buna zamanım asla elvermez ve yine yarım kalır cevap.''

 

Cehennemin sonluluğunu büyük sahabiler savunmuş diyor İslamoğlu. Bu cümleden ne anlamamız gerekiyor? Gerçekten cehennemin sonluluğu ne demek? Yani cehennem sonsuz olmayacak demek mi? Kimisi cennet ve cehennem sonsuz değildir der, kimisi de sadece cehennem sonsuz değildir der... Ehli sünnet de her ikisi için sonsuz der. Şimdi ne yapacağız?

 

Bir de verilen cevaplarda İslamoğlu ne demek istiyor, anlayan var mı?

 

Bir de kabir azabı ile ilgili gösterilen ayetlere tevil yolu ile elde edilmiş bilgiler diyen bu adamlar, Kuranı tefsir eden kitaplarında, meallerinde tevilsiz mi hareket ediyorlar? Fil olayını anlatırken, bir veba hastalığından söz edenler tevil yapmamış mı oluyorlar? Ya da onların böylesine bir tevili kabul ediliyorsa, bu iş nasıl oluyor?

 

Ben derim ki, insanlarımız bu tip hocalardan uzak dursunlar. Doğrularla birlikte girecek olan yanlışları fark edemezler ve kendilerine yazık ederler. Sonra da mesela şefaati yok sayarlar. İşte şefaati yok saymak imani bir konu değil derseniz, öyle bile olsa şefaatten mahrum olmak başlı başına büyük bir ceza değil mi?

 

Bize ehli sünnet alimleri yeter.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mustafa İslamoğlu Kabir azabı ile ilgili bir soruya şöyle cevap veriyor: ''Kabir azabı meselesi biliyorsunuz halledilememiş bir mesele… Önce asıl: 1. Ahiret ğaybi bir meseledir. Dolayısıyla imana taalluk eder. Bir meselenin imana konu olması için delaleti ve sübutu kati nass olması şart. Kur'an'daki nasslar tev’il yoluyla konuyla irtibatlandırılmaktadır. Hadisler ise "kati nass" değildirler. Dolayısıyla bu mesele ne dinin özünü, ne de akaidi ilgilendirmektedir.''

 

 

 

 

Mustafa İslamoğlu'na cevabı Ebubekir Sifil hoca vermiş:

 

Kabir Azabı, Hadisler Ve İtikad

Aziz dostum Mehmet Emin Akın hocanın eş-Şevkânî müdafaası meyanında el-Kevserî'ye yönelttiği tenkitleri tartışmaya inşaallah devam edeceğim.

Yılın belli bir döneminde açıp devam ettirdiğimiz "Okuyucu Soruları" faslının uzaması, neredeyse bütün yazıları soruların cevabına hasretmemizi gerekli kılıyor. Özellikle geçen yıl bunun sıkıntısını birlikte yaşadık. Bu sakıncayı ortadan kaldırmak maksadıyla bu yıl, Pazar günlerini okuyucu sorularına tahsis etmeye çalışıyorum. Bugüne kadar ?birkaç istisna dışında? böyle götürdük. İnşaallah bu şekilde devam edecek.

İstanbul'dan telefonla arayan bir kardeşim, bir internet sitesinde1 "kabir azabı" meselesi bağlamında hadislerin itikadda delil olmadığının söylendiğini belirterek hadis-itikad ilişkisini sordu. Kendisine telefonda kısa bir açıklama yapmaya çalıştım. Meselenin detayı aşağıdaki gibidir:

Kabir azabı, mezkûr sitede söylendiği gibi "İslam ekolleri arasında temel bir tefrika konusu olmuş" değildir. İmam el-Eş'arî, kabir azabının Mu'tezile ve Havaric tarafından inkâr, İslam fırkalarının çoğunluğu tarafından ise kabul edildiğini söylemiştir.2

Ancak bunun "alelıtlak" alınması doğru değildir. Zira mesela Mu'tezile arasında kabir azabının hak olduğunu kabul edenler bulunduğu, gerek kendi kaynaklarından, gerekse konuyla ilgili diğer eserlerden elde ettiğimiz kesin bir bilgidir.

Kadı Abdülcebbâr, Ebu'l-Hüseyin el-Allâf ve Bişr b. el-Mu'temir'in, iman dairesinden çıkan kimselerin, iki nefha arasında azap göreceğini söylediğini kaydeder.3

Mu'tezile'den Dırâr b. Amr, Bişr el-Merîsî, Yahya b. Kâmil ve benzeri kimseler kabir azabını inkâr etmişlerdir. el-Ka'bî, Ebû Ali el-Cübbâî ve oğlu Ebû Hâşim el-Cübbâî ve sair Mu'tezilîler kabir azabının hak olduğunu söylemişlerdir. Mu'tezile'den bir kısmı da keza kabir azabının hak olduğunu, ancak ölünün bunu kabirde değil, haşirde hissedeceğini söylemişlerdir. Onlara göre nasıl ki sarhoş veya baygın kimse, kendisine vurulduğunda acısını o anda değil de, o halinden uyandığında hissederse, ölü de böyledir. Bazı Mu'tezilîler de ruhun değil, cesedin kabirde azap göreceğini söylemiştir. 4

Bu meyanda ez-Zemahşerî'nin konu hakkındaki net beyanları için 9/et-Tevbe, 101; 17/el-İsrâ, 75 ayetlerinin tefsiri esnasında söylediklerine bakılabilir. Yine o, 40/el-Mü'min, 46 ve 71/Nûh, 25 ayetlerini tefsir ederken kabir azabına delalet edebileceklerini belirtmiş ve fakat herhangi bir itiraz serd etmemiştir. Şu halde Mu'tezile'nin tamamının kabir azabını inkâr ettiğini söylemek doğru değildir.

Haricîler'e gelince, özellikle "Hakem olayı"na katılanları, hakemleri, onların hükmüne razı olanları ve onları tekfir etmeyenleri tekfir ettikleri için, onlar kanalıyla gelmiş rivayetleri de reddetmişlerdir. Yani onların kabir azabını reddetmeleri, "kâfirler"(!) kanalıyla gelen rivayetleri kabul etmemeleri sebebiyledir. Kabir azabını inkâr eden başka bir İslam fırkasının varlığını bilmiyoruz. Şu halde

1- Kabir azabının İslam ekolleri arasında temel bir tefrika konusu olduğunun söylenmesi isabetli değildir.

2- İlgili ayetlerin doğrudan kabir azabının varlığına ya da yokluğuna delalet etmediğinin söylenmesi isabetli değildir.

3- Bundan çok daha önemlisi ise, sitede, hadislerin akaide konu olmayacağının söylenmesidir ki, bunu bu şekilde mutlak bir ifadeyle söyleyen bir İslam fırkası bilmiyoruz! Bu, ancak modern zamanlara mahsus "din telakkisi"nin sonucu olsa gerek!

Ey Ümmet-i Muhammed! Nereye gidiyorsunuz?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...