Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nedmanün

Hikayeler, Kıssadan Hisseler

Recommended Posts

İNSANLARI DAİMA DIŞ GÖRÜNÜŞÜ İLE DEĞARLENDİRMEMEK ADINA KİŞİYİ DERİNDEN ETKİLEYEN GÜZEL

 

BİR HİKAYE.

 

PAYLAŞIMINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER... :)

Share this post


Link to post
Share on other sites
* İnsanın değerini düşüren onun kötü ahlakıdır.

* Alimleri, Allah dostlarını dost edininiz.

* İnsanların en zayıfı, şehvete esir ve nefsine oyuncak olandır.

* Sirke balı bozduğu gibi, öfke de insanı bozar.

 

gerçektende çok doğru ve güzel öğütler.

Share this post


Link to post
Share on other sites
En Pahalı Hediye

 

Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı. Küçük kız ertesi sabah paketi getirip "Bu senin babacığım" dediğinde çok üzüldü. Acaba gereğinden fazla mi tepki göstermişti kızına? Bir gece önce yaptığından utandı. Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi bomboştu. Kızına yine bağırdı:

 

- Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?

 

Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı:

 

- O kutu boş değil ki baba! Dedi. İçini öpücüklerimle doldurmuştum!

 

Adam öyle fena oldu ki, kızına sarıldı, beraberce ağladılar. Sonra adam o kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının baş ucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuyu eline alır, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.

Kısaca: Aslında bütün anne ve babalara çocukları böyle bir kutuyu hiçbir karşılık beklemeden, sevgi ve öpücüklerle doldurup vermişlerdir. Unutmayalım ki o kutu hep yanımızda, sıkılıp, üzülüp daraldığımızda açıp ferahlamak ve şükretmek için hep başucumuzdadır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yil, 1915.

Çanakkalede kan gövdeyi götürüyor.

"Geçerim" diye saldiran emperyalistlerin insan kaybi, 200 bini asmis...

"Geç de görelim" diyen dedelerimizin kaybi ise, 250 binin üstünde...

Mermiler havada çarpisiyor.

Cesetler toplanamayacak kadar çok...

Bu inanilmaz kiyima ragmen, Ingiliz Hükümeti durumdan memnun.

Çünkü gerçegi bilmiyor.

Çanakkaledeki Ingiliz cephe komutani, "Vaziyet gayet iyi... Bugün yarin

geçeriz" raporlari gönderiyor devamli...

O sirada genç bir gazeteci var orada.

Avustralyali.

Melbourne Age Gazetesinin muhabiri.

Görüyor ki, durum kel...

Hadise, hiç de Ingiliz komutanin anlattigi gibi degil.

Türkler kafaya koymus...

Kuru ekmek yiyor, bulursa üzüm hosafi içiyor, sakir sakir ölüyor... Ama

geçirmiyor.

Avustralyali oldugu için özellikle dikkatini çeken bir konu daha var.

Ingiliz komutanlar, karargâhta klasik müzik esliginde viski yudumlarken,

Anzaklar patir patir gidiyor. En son iki tabur Anzak gönderiyorlar bir

bölgeye... Türklerin, iki taburu yok etmesi iki saat bile sürmüyor.

Üstelik, müthis bir sansür var.

Yazdigi haberler, Ingiliz yetkililer tarafindan engelleniyor.

Bakiyor ki, olacak gibi degil...

Sariliyor kaleme, tüm gerçekleri tek tek anlattigi, 8 bin kelimeden

olusan,

"Gelibolu Mektubu"nu yaziyor.

Özeti su:

"Çanakkale geçilemez... Hemen çekilin."

Ve bu mektubu, sansürden kurtulmak için Avustralya Basbakanina "elden"

ulastiriyor.

Avustralya Basbakani mektubu okuyor, gözlerine inanamiyor ve acilen, yine

"elden", Ingiltere Basbakanina ulastiriyor.

Ingiltere Basbakani mektubu okuyor, Savas Kabinesini topluyor, orada bir

daha yüksek sesle okuyor...

Gizlice arastiriliyor.

Mektup dogru.

Hatta az bile yazilmis.

Cephedeki Ingiliz komutanin, kendi poposunu kurtarmak için palavra attigi

anlasiliyor.

Ve karar veriliyor.

Komutan görevden aliniyor.

Emperyalistler, Çanakkaleden çekiliyor.

Yazdigi mektupla savasin sona ermesini saglayan genç gazeteci,

 

Avustralyada

"kahraman" gibi karsilaniyor.

"Sir" ünvani veriliyor.

E tabii kapilar açiliyor...

Savasa "muhabir" olarak giden gazeteci, savastan sonra "gazete sahibi"

oluyor.

 

 

Yil, 1952.

Çanakkalede savasin kaderini degistiren "sir gazeteci" vefat ediyor.

Bir tane oglu var...

O zamanlar, 21 yasinda.

Babasinin gazetesinin basina geçiyor.

Çalisiyor, çalisiyor, çalisiyor.

Avustralyaya sigmiyor...

ABDye, Avrupaya el atiyor.

Bugün, 75 yasinda.

Dünya medya imparatoru.

75 televizyon kanali...

175 gazetesi var.

TV kanallariyla 600 milyon izleyiciye, gazeteleriyle 11 milyon okuyucuya

hitap ediyor.

 

 

 

 

Yil, 2006...

Çanakkalenin "dövüserek" geçilemeyecegini ilk anlayan "sir gazeteci" nin

oglu, Çanakkalenin nasil geçilecegini gösterdi...

EFTyle.

Basti parayi, TGRTyi aldi.

Ismi, Rupert Murdoch.

Share this post


Link to post
Share on other sites

BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM”

 

Brenda, yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı. Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına…

Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı. Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu. Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Branda`nın gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu.

Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkânsızdı. Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulması için Allah`a dua edebilirdi yalnızca... İçten içe düşünüp dua etmeye başladı.

“Allah`ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardım et.”

Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri “Aranızda lens kaybeden var mı?” diye bağırdı.

Brenda`nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens kızların dikkatini çekmişti.

Eve döndüklerinde Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlatacak ve bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı:

“Allah`ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Brenda, yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı. Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına…

Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı. Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu. Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Branda`nın gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu.

Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkânsızdı. Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulması için Allah`a dua edebilirdi yalnızca... İçten içe düşünüp dua etmeye başladı.

“Allah`ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardım et.”

Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri “Aranızda lens kaybeden var mı?” diye bağırdı.

Brenda`nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens kızların dikkatini çekmişti.

Eve döndüklerinde Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlatacak ve bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı:

“Allah`ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım...”

“BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM” demeyin...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Erkek kardeşlerin ikisi de babalarından kalma çiftlikte çalışırlardı. Kardeşlerden biri evliydi ve çocuğu vardı.

Diğeri ise bekârdı. Her günün sonunda iki erkek kardeş ürünlerini ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi.

 

Günün birinde bekâr kardeş kendi kendine:

 

'Ürünümüzü ve Kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil.' dedi, 'Ben yalnızım ve pek de fazla gereksinimim yok.'

 

Böylelikle,her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek

kardeşinin evindeki tahıl deposuna götürmeye başladı. Bu arada

evli olan kardeş, kendi kendine:

 

'Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil, üstelik ben evliyim, bir eşim ve çocuklarım var ve yaşlandığım zaman onlar bana bakabilirler. Oysa kardeşimin kimsesi yok, yaşlandığı zaman

hiç kimsesi yok bakacak' diyordu.

 

Böylece evli olan kardeş her

gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin

tahıl deposuna götürmeye başladı.

 

İki erkek yıllarca ne olup bittiğini bir türlü anlayamadılar,

çünkü her ikisinin de deposundaki tahılın miktarı

değişmiyordu. Bir gece iki kardeş gizlice birbirlerinin

deposuna tahıl taşırken çarpışıverdiler. O anda olan biteni

anladılar. Çuvallarını yere bırakıp birbirlerini kucakladılar.

 

Hayattaki en yüce mutluluk, sevildiğimize inanamaktır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bazılarımız yanılmış. Birileri bilmiyormuş.Mesela ben.Ne kadar iyi niyetli,temiz kalpli insanlar,karşılıksız

 

sevgisi olan kardeşler!.

 

Acaba aynı durumda biz ne yapardık.bu imtihanı geçebilir miydik? :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

20 $ İSTEYEN VAR MI?

 

 

İyi bilinen bir konuşmacı, seminerine 20 dolarlık bir banknotu göstererek başladı.200 kişinın bulunduğu odaya, bu parayı kim ister diye sordu ve eller kalkmaya başladı.

Ve konuşmacı bu parayı sizlerden birine verceğim fakat öncelikle bazı şeyler yapacağım dedi.

Parayı önce buruşturdu, ve dinleyicilere hala bu parayı isteyen varmı diye sordu, eller yine havadaydı. Bu sefer, konuşmacı peki bunu yaparsam dedi ve 20 $'ı yere attı onun üstüne bastı, ezdi, pisletti ve para şimdi pis ve buruşuktu, fakat eller yine havadaydı ve o parayı herkes istiyordu.

Ve konuşmacı şöyle dedi -arkadaşlarım burada çok önemli birşey öğrendiniz, burada paraya ne yaptıysam hiç önemli değil onu yinede istiyorsunuz, çünkü benim ona yaptığım şeyler onun değerini düşürmedi, o hala 20 dolar.

 

Hayatımızda çoğu kez verdiğimiz kararlar veya hayat şartları nedeniyle hırpalanır, canımız acıtılır, yerden yere vuruluruz, kendimizi kötü hissederiz, fakat ne olduğu yada ne olacağı önemli değil, hiçbirzaman değerimizi kaybetmeyiz, temiz yada pis, hırpalanmış yada kırılmış, bunların hiçbiri önemli değildir. Seni sevenler senin ne kadar değerli olduğunu herzaman bileceklerdir.

Hayatımızın değeri ne yaptığımız, veya kimi tanıdığımızla değil kim olduğumuzla alakalıdır. Sen mükemmelsin, bunu asla unutma. Herzaman elinde olanları düşün olmayanları değil.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Türkler kafaya koymus...

Kuru ekmek yiyor, bulursa üzüm hosafi içiyor, sakir sakir ölüyor... Ama

geçirmiyor.

 

 

Canakkale'de savasan, vatanI icin ölmekten cekinmeyen tek millet, Turk Milleti degildi.. Orda yatan sehitlerin icinde, Kurt / Arap / Cerkez vs vs milletlerden olan insanlarda vardi.. Ne demek istedigim zannedersem anlasilmistir..

 

Selametle..

Share this post


Link to post
Share on other sites

BasIna bir musibet geldiginde hemen isyana yonelen kisilerin, ibretle okumasI gereken bir yazI..

Emeginiz icin, tesekkurler..

 

Selametle..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Pazarlama Departmanı

 

Şirket içi futbol karşılaşması düzenleyen iki departman, pazarlama departmanı ve teknik destek departmanı maça başlamışlar. Maç sonunda teknik destek grubu ağır farkla pazarlama departmanını yenmeyi başarmış. Ertesi gün şirket içi haber bültenini hazırlayan pazarlama departmanı, duyuru panosuna şu haberi koymuş;

 

"Bu sene düzenlenen şirket içi futbol turnuvasında gururla

belirtiriz ki, pazarlama departmanı sadece bir maç kaybederek,

ikinci olmuşur. Teknik destek departmanı ise kötü bir sezon

geçirmiş ve tek bir müsabaka kazanabilmiştir".

Share this post


Link to post
Share on other sites

Demek ki marifet doğruyu söylemekte değil

 

Marifet o doğruyu- etkileyici- söyleyiş tarzında

Share this post


Link to post
Share on other sites

Olay, henüz döviz kurlarının uygulanmadığı yıllarda ABD-Kanada sınırındaki bir şehirde geçmektedir:

 

ABD ve Kanada malum ki para birimi olarak 'dolar' kullanmaktadırlar. Yalnız her iki ülke de kendi paralarının daha değerli olduğunu iddia etmektedirler. Şöyle ki Kanadalılara göre:

 

1 ABD Doları= 90 Kanada Centi, Amerikalılara göre ise :

1 Kanada Doları= 90 ABD Centi.

 

Bir amerikalı, cebindeki 1 dolarla dolaşmaya çıkar. Bir ara karnı acıkır ve simit alır (amerikan simiti!). Simitin fiyatı 10 centtir. Cebindeki 1 doları verir. Simitçi bozuk para ararken cebinin bir köşesinde 1 Kanada doları bulur, onu verir (90 cente eşit ya!). Derken sınırı yürüyerek geçer ve Kanada da dolaşmaya başlar. Kaleme ihtiyacı olduğunu hatırlar. Girer bir kırtasiyeciye. Kalemin fiyatı da 10 Kanada centidir. Cebindeki 1 Kanada dolarını verir. Kırtasiyeci de para üstü olarak 1 ABD doları verir. Oradan da ayrılıp evine döner. Sonra düşünmeye başlar:

 

- Yahu sabah evden çıkarken cebimde 1 ABD dolarım vardı, şimdi de 1 ABD dolarım var. Pekiyi simitle kalemin parasını kim verdi?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir ABD $ verdi ve 1 Kanada $ aldı ,1 Kanada $ verdi ve bir ABD $ aldı.

Çok güzel ya ,borsacıların işini çok veciz bir dile özetlemiş :),elinize sağlık..

Share this post


Link to post
Share on other sites
Demek ki marifet doğruyu söylemekte değil

 

Marifet o doğruyu- etkileyici- söyleyiş tarzında

 

 

ahrbidende öyle

 

hikaye gerçektende öyle çok sağolun

Share this post


Link to post
Share on other sites

ISTIRAP

 

 

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona bir avuç tuzu bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi.

 

Usta, kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: "Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak. "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam. "Hayır" diye cevapladı çırağı.

 

Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: "Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."

 

 

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

KATİL KİM ? PSİKOLOJİ TESTİ

 

--------------------------------------------------------------------------------

Hikayenin kahramanı bir genç kız.Bu kız kendi annesinin cenaze töreninde daha önce kim olduğunu hiç bilmediği bir genç adamla karşılaşıyor.Bu genç adam kızın rüyalrının adamı ve kız görür görmez adama aşık oluyor.Aradan bir kaç gün geçiyor.Bu genç adama bir daha rastlıyamıyor.Genç kız, kız kardeşini öldürüyor.Polis neden öldürdüğünü sorduğunda genç kız ne cevap veriyor?Kızın kız kardeşini öldürme sebebi nedir?Aşağıdaki çözüme bakmadan cevaplamaya çalışın!

 

 

 

 

CEVAP:Genç kız adamın cenazeye geleceğini ve adamı orada göreceğini umuyor.Bunu doğru cevapladıysanız polis gidip sizi hapsetmelerini isteyin.Bu ünlü Amerikan piskoloji testiymiş.Öldürebilme zihniyetine sahip kişiler buna doğru cevap verirlermiş.Seri katillerin çoğu bu testi hiç düşünmeden doğru cevabı vermişler.DOĞRU CEVABI BULAMADIYSANIZ,NE İYİ...

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

HIRSIZ

 

--------------------------------------------------------------------------------

Kapıyı açınca polislerle karşılaştı.Heyecanla sordu:

-Buyrun bir şey mi istediniz efendim?

Komser cevap vedi:

-Evinizi soyan hırsızı yakaladık beyefendi.

Adam,genci bir müddet süzdükten sonra;"buyrun içeri girin" düye kenara çekildi.

Birlikte oturma odasına geçtiler.Adam önce polislerin sonra gencin elini sıktı.

-Çok sevindim bu gençle tanışmayı çok arzu ediyordum.

Polislerden biri:

-Bu delikanlı sivil poli değil,hırsızdır.

-Biliyorum şimdi şikayetçi değilim artık.Evim soyulmadan önce geç vakitlere kadar oturur,haliyle sabah namazına kalkamazdım.Veçok istediğim halde günde bir sayfa bile Kuran-ı Kerim okuyamazdım.Kıldığım namazlardahep aceleyle hep yarım yamalak olurduDelikanlı beni bu gafletten kurtardı.Çünkü televizyonumu çalmıştı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ya süper bişeymiş

 

İlk defa bir soruyu bilemediğime bu kadar sevindim :) :P :P

Share this post


Link to post
Share on other sites

çok güzel bir hikaye

 

bende tam 2.5 senedir televizyon izlemiyorum sayılır

ama başımda bilgisayar denilen bi alet var (napıyım dayanamıyorum)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gerçektende ders alınması gereken bir hikaye:):):):P

Share this post


Link to post
Share on other sites

AZİM

 

Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti.

 

Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep ayni hareketi yapıyorlardı.

 

Çocuk bir gün hocasına "hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu.

Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı.

Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, "hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim". Hocası ise "sen sadece hareketi yap" cevabini verdi.

 

Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.

 

Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu "hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum".

 

Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, "senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. ..Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak".

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...